|
|
................... |
|
|
DEVLET ADAMI -4 |
Platon
Dr. Behice Boran ile Mehmet Karasan tarafından, B. Jowett'in
İngilizce ve A.Diès'in Fransızca çevirileri temel alınarak
çevrilmiştir. |
|
|
................... |
|
................... |
YABANCI:
Öyleyse, bu eksik devletlerden hangisinde hayat daha zordur, ki
hepsinde zordur, hangisinde daha katlanılmaz bir haldedir? Bu
sorun, şimdiki konumuz için bir ek-sorun da olsa, yanıtlamamız
gereken bir sorundur; sonra aslına bakarsak, belki de bütün
işlerimizin başında bu gelmektedir.
GENÇ SOKRATES:
Sorunu hemen inceleyelim. Bir yana bırakmak olmaz.
YABANCI:
Öyleyse, bu üçlünün her biri aynı zamanda hem zor, hem de
kolaydır denebilir.
GENÇ SOKRATES: Ne demek istedin?
YABANCI:
Hiç, yalnızca bir tekin, birkaçın ve kalabalığın
hükümeti, uzun konuşmamızın başında söylediğimiz üç hükümetti,
demek istedim.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Öyleyse sayılarını altıya çıkarmak için her birini ikiye
bölelim; doğru devleti de yedinci olarak ayrı bir yere koyalım.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
Bir tekin hükümeti krallık ile thyrannosluk, birkaçın
hükümeti ise mutlu aristokratlık ile oligarklıktır demiştik;
çokluğun hükümetine gelince; ondan da kendisine bir tek ad
verdiğimiz demokratlığı çıkarmıştık, ama şimdi onu da ikiye
ayırmalıyız.
GENÇ SOKRATES: Nasıl iki oluyor, neresinden bölüyoruz, söyler
misin?
YABANCI:
İkinci adı olmasa da, gene ötekilerden başka türlü
bölmüyoruz. Herhalde, yasalara uygun ya da yasalara aykırı hükümet
sürmek onda da ötekiler kadar olabilir.
GENÇ SOKRATES: Öyle.
YABANCI:
Peki, doğru devleti ararken, o zaman gösterdiğimiz gibi,
bu bölme gerekli değildi. Ama şimdi bu olgun ve eksiksiz devleti
bir yana bırakıp ötekilerin gerçekliğini kabul ettikten sonra,
yasaları sayıp saymadığına göre her birini ikiye bölmek
zorundayız.
GENÇ SOKRATES: Anlattığına bakılırsa öyle.
YABANCI:
Öyleyse yasa adını verdiğimiz yazılı iyi kurala bağlı
kalan monarklık altı devletin en iyisidir; ama yasa olmayan yerde
de hayatı en zor, en çekilmez kılan odur.
GENÇ SOKRATES: Doğrusu korkulacak şey.
YABANCI:
Az sayıda kimsenin hükümetine gelince, ''az'', birle
büyük sayı arasında orta sayı olduğuna göre, ona öteki ikisi
arasında orta gözüyle bakmak gerekiyor. Sonra, kalabalığın
hükümeti de ayrı ayrı her birinden zayıftır; ötekilerle ölçülünce
görülür ki ne iyilik, ne de kötülükte büyük bir gücü vardır, çünkü
güç çok fazla kişi arasında paylaşılmıştır. Bunun için, bu
devletler yasalara bağlı oldukları zaman, en kötüsü bu
sonuncusudur; ama yasaları çiğnerlerse o zaman da en iyisi olur;
böylece ötekilerin hepsi yasadışı, düzensiz olduğu zaman,
demokratlıkta yaşamak iyidir; ama hepsi iyi düzenli ise yaşamak
için en son seçilecek yer demokratlıktır. İşte bu bakımdan, ilkin
söylediğimiz devlet, yedincisi bir yana bırakılırsa devletler
arasında ilk sırada gelir ve hepsinden daha iyidir; çünkü yedinci
devlet, tanrının insanlardan ayrı olması gibi bütün devletlerden
ayrı bir yere konmaya değer.
GENÇ SOKRATES: Öyle olsa gerek, hem öyledir de; öyleyse dediğin
gibi yapalım.
YABANCI:
Bundan sonra, bilime dayanan devleti bırakırsak, bu
devletlerde bir işi olanların hepsini devlet adamı değildir diye
devletten dışarı atmalı. Bunlar particiler, en kötü hayal
kışkırtıcıları olduğu gibi, kendileri de hayalden başka bir şey
değildir. En büyük taklitçi ve geveze oldukları gibi en ünlü
bilgicilerdir de.
GENÇ SOKRATES: Doğrusu devlet adamı geçinenler hakkında bundan
daha yerinde bir söz olmaz.
YABANCI:
Evet, bir dramın sonundayız... Biraz önce devlet
sanatından uzaklaştırmak gereken bir sürü kentauros ile satyrden
söz etmedik mi? İşte şimdi büyük emekle de olsa onları devletten
uzaklaştırdık.
GENÇ SOKRATES: Öyle gibi.
YABANCI:
Ama başka bir sürü daha kalıyor ki uzaklaştırmak pek güç.
Çünkü, ilkin kral soyuna pek yakın, sonra da onu tanımak zor:
Bunun için burada durumumuz biraz altın ayıklayanların durumuna
benziyor.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
Bu işin erbabı kimseler; toprağı, taşları ve başka birçok
cürufu atarak bir ayıklamayla işe başlarlar; sonra, geriye aynı
türden ve ancak ateşle ayrılan değerli madenler kalır. Bakır,
gümüş, bazen de elmas bir alev altında böyle güçlükle ayrıldıktan
sonra saf, serbest olarak ortaya çıkar.
GENÇ SOKRATES: Gerçekten bu, senin anlattığın gibidir.
YABANCI:
Bana öyle geliyor ki, biz de devlet biliminden ayrı,
yabancı, düşman olanların hepsini ayırıp, ancak yakınları olan
değerli bilimleri alıkoymakla, aynı yöntemi uygulamış olduk.
Askerlik bilimi, hukuk bilimi, krallık biliminin yandaşı olan ve
inandırıcı gücünü doğruluğun emrine vererek, kent-devletlerin
içinde bulunan işleri çeviren güzel söz, edebiyat bilimi
bunlardandır. Öyleyse onları ayırmak, böylece, aradığımız konuyu
bütün çıplaklığıyla ve her türlü fazlalıktan temizlenmiş olarak,
saf bir halde göstermek için en kolay yol hangisidir?
GENÇ SOKRATES: Hangi yolla olursa olsun, bunu da denememiz
gerekiyor kuşkusuz.
YABANCI:
Sorun yalnızca denemekle kalsa onu kesinlikle buluruz.
Ama onu iyice göstermek için müziğe başvurmamız gerekiyor. Söyle
bakalım.
GENÇ SOKRATES: Ne söyleyeyim?
YABANCI:
İşlek eller isteyen bütün sanatlar gibi müzik de bir
çıraklık dönemi ister değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Peki ama, bu bilimlerden birini ya da ötekini öğrenmeye
karar vermek gene bu bilimlerle ilgili bir bilimin işidir, değil
mi, ne dersin?
GENÇ SOKRATES: Evet, bir bilimin işidir.
YABANCI:
Bu bilimin, birincilerden ayrı olduğunu kabul etmeyecek
miyiz?
GENÇ SOKRATES: Evet, edeceğiz.
YABANCI:
Hiçbirinin ötekilere emretmeyeceğini ya da birincilerin
sonuncuyu emirleri altına alacağını ya da genel denetimle emretme
hakkının sonuncuda olduğunu mu söyleyeceğiz?
GENÇ SOKRATES: Sonuncusu hepsine emretmelidir.
YABANCI:
Öğrenmek gerektiğine ya da gerekmediğine karar veren
bilimle, öğrenen ve öğreten bilim arasında, demek emir hakkını
birinciye vermelidir, diyorsun.
GENÇ SOKRATES: Kesinlikle öyle.
YABANCI:
Bunun gibi, inandırmak gerekli mi, yoksa değil mi? Karar
veren bilimle inandırmasını bilen arasında da gene emir hakkını
birinciye veriyorsun.
GENÇ SOKRATES: Hiç düşünmeden.
YABANCI:
Peki öyleyse, halk topluluklarını okutacak yerde masal
anlatarak kandırma gücünü hangi bilime vereceğiz.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz, gene bu da söz biliminin olacaktır
sanırım.
YABANCI:
Ama, filan ya da falan kişiye karşı şu ya da bu durumda
güç mü, yoksa inandırma mı yoksa yalnızca hiçbir şey yapmamak mı
gerekip gerekmediğini bilmek konusunda kararı hangi bilime
bırakacağız?
GENÇ SOKRATES: İnandırma sanatıyla söyleme sanatına emredene
vereceğiz?
YABANCI:
Bu da devlet adamının bilimidir, sanırım.
GENÇ SOKRATES: Pek iyi söyledin.
YABANCI:
Görüyorsunuz ki şu ünlü sözbilim (retorik) çabucak
devlet biliminden ayrılıyor: O başka bir bilim türündedir, başka
bir bilime bağlıdır.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Ama şu güç konusunda ne düşüneceğiz?
GENÇ SOKRATES: Hangi güç?
YABANCI:
Kendilerine karşı savaşmayı kararlaştırdığımız kimselerle
nasıl savaşmak gerektiğini bilmek gücünün de bir sanatı olduğunu
söyleyecek miyiz? Yoksa o sanata yabancı mıdır diyeceğiz?
GENÇ SOKRATES: Nasıl diyebiliriz? Askerlik bilimiyle her türlü
savaş hareketinin belkemiği olduğu belliyken.
YABANCI:
Ama savaşmak mı yoksa barışla çözümlemek mi gerektiğini
bilen ve kararlaştıran gücü de, ötekinden ayıracak mıyız, yoksa
onunla aynı olduğunu mu söyleyeceğiz?
GENÇ SOKRATES: Kendi kendimizle çelişmeye düşmemek için ondan ayırmamız zorunludur.
YABANCI:
Öyleyse, bundan önce söylediğimize bağlı kalmak istersek,
ötekine emrettiğini söyleyeceğiz.
GENÇ SOKRATES: Bence de öyle.
YABANCI:
Savaş sanatı gibi bilgin ve kapsamlı bir sanata, gerçek
krallık sanatından başka hangi sanatı efendi olarak
gösterebiliriz?
GENÇ SOKRATES: Hiçbirini.
YABANCI:
Öyleyse devlet sanatının ancak kölesi olan bir bilimi,
komutanların bilimini hiçbir zaman devlet bilimiyle aynı safa
koyamayız.
GENÇ SOKRATES: Koymamız için bir neden yok.
YABANCI:
Peki, yargıçların doğru hüküm verdikleri zaman
kullandıkları erki de inceleyelim, bakalım. Yargıçların yasayı koyan kraldan aldığı erki; bütün
yasalara göre yargıya varmaktan, bu yasalara uyarak, doğru ya da
eğriyi söylemekten, ne armağan, ne korku, ne acınma, ne de kin ve
dostluğun kendisini elde edemeyeceğini, taraflar arasındaki
kavgaları yasa koyucu tarafından kurulan düzene uygun olarak
çözümlemesini önleyemeyeceğini göstermekten daha ileriye gidebilir
mi?
GENÇ SOKRATES: Hayır, söylediğinden daha ileri gidemez.
YABANCI:
Böylece, yargıçların asla krallık erkine kadar
yükselemeyeceğini görüyoruz. Onların erki ancak yasaların bekçisi
ve krallığın kölesidir.
GENÇ SOKRATES: Öyle olması gerekiyor.
YABANCI:
Öyleyse, bütün bu bilimleri inceledikten sonra,
hiçbirinin devlet bilimi olmadığını gördüğümüzü bilelim; zira
gerçek krallık biliminin kendisi iş görmez, o kuramsal bir bilim
değildir, ama iş görme gücünde olan bilimlere emreder; çünkü
kent-devletlerde büyük işlere başlamak, onları yürütmek için
elverişli ya da elverişsiz fırsatları o bilir; buyurduklarını
yerine getirmek de ötekilere düşer.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Böylece biraz önce gözden geçirdiğimiz bilimler ne
birbirlerine, ne de kendi kendilerine emrederler, ama her birinin
kendine özgü bir işi vardır, her biri işine uygun bir ad almıştır.
GENÇ SOKRATES: Öyle görünüyor.
YABANCI:
Ama hepsine emreden, yasalara ve bütün devlet işlerine
bakan, her şeyi çok güzel dokuyan bilime, işinin yani görevinin
tümelliği için oldukça geniş bir ad seçerek, devlet bilimi adını
vermekle pek doğru bir ad vermiş oluyoruz sanırım.
GENÇ SOKRATES: Tamamıyla doğru.
YABANCI:
Şimdi kent-devlette bütün türler konusunda açık bir görüş
edindiğimize göre, kendi sırasında devlet bilimini de açıklamak
için dokuma benzetmemizi kullanmak istemeyecek miyiz?
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz isteyeceğiz.
YABANCI:
Öyleyse şimdi krallığın atkı görevini, özünü, atkı
tarzını ve bize dokuduğu kumaşın türünü açıklamamız gerekiyor
sanırım.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Görüyorum, pek güç bir ispata giriştik.
GENÇ SOKRATES: Bununla birlikte, her ne pahasına olursa olsun
sonunu getirmek gerek.
YABANCI:
Erdemin bir bölümünün her hangi bir bakımdan erdemin
başka bir türünden farklı olması, halkın kanılarına dayanan
tartışmacılara güzel bir çekişme konusu verir.
GENÇ SOKRATES: Anlamadım.
YABANCI:
Başka türlü anlatayım... Cesareti erdemin bir bölümü
olarak görürsün sanırım.
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI:
Oysa bilgelik erdemin bir bölümü olmakla birlikte
cesaretten başka bir şeydir.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Öyleyse, bu iki erdem üzerine başkalarını şaşırtacak bir
şey söyleme cesaretini gösterelim.
GENÇ SOKRATES: Hangi şey?
YABANCI:
Çünkü bir bakımdan birbirlerinin düşmanıdır ve
bulundukları varlıkların birçoğunda düşman yan olarak karşı
karşıya yer alırlar.
GENÇ SOKRATES: Ne demek istiyorsun?
YABANCI:
Her zaman herkesçe söylenenin tam tersi bir şeyi söylemek
istiyorum: Çünkü, erdemin bütün bölümlerinin doğal olarak
birbirlerinin dostu olduğu söylenir, değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Öyleyse, dostlukların söylendiği kadar mutlak olup
olmadığını ya da, daha çok kardeşleriyle kavgada olan biri bulunup
bulunmadığını çok dikkatle inceleyelim.
GENÇ SOKRATES: Peki, bu incelemeyi nasıl yapacağız, söyler misin?
YABANCI:
Bütün alanlarda, güzel dediğimiz halde birbirine karşıt
iki tür olarak sıraladığımız şeyleri aramakla.
GENÇ SOKRATES: Daha açıkça anlatır mısın?
YABANCI:
Cisimlerde, ruhlarda ya da sesin hareketlerinde görülen,
gerçek şeylere ya da müzikçiyle ressamın taklitle oluşturduğu
hayallere ait olan çeviklik ve çabukluğu hiç övdün mü? Ya da
başkalarının övdüğünü işittin mi?
GENÇ SOKRATES: Peki, sonra?
YABANCI:
Bu şeylerin nasıl övüldüğünü anımsıyor musun?
GENÇ SOKRATES: Hayır.
YABANCI:
Anladığımız sözlerle anlatabilecek miyim acaba?
GENÇ SOKRATES: Niçin anlatamayacaksın?
YABANCI:
Kolay bir şey olduğunu sanır görünüyorsun. Gel de
birbirine karşıt türler üzerinde inceleyelim. Öyle ya, birçok
işte, birçok durumda düşüncenin, bedenin ya da sesin çabukluğu,
gücü ve canlılığıyla coştuğumuz zaman, hayranlığımızı bildirmek
için ancak: enerji (energeia) sözünü bulabiliyoruz.
GENÇ SOKRATES - Nasıl dedin, bir daha anlatır mısın?
YABANCI:
Söz gelişi canlı ve enerjik, çabuk ve enerjik ya da güçlü
dediğimiz zaman, bütün bu özelliklere söylediğim ortak adı vererek
onları övüyoruz.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Peki ama bir şeyin yavaşça yapılması da yeni bir tür
değil midir? Onu da çoğu zaman birçok şeylerde övmüyor muyuz?
GENÇ SOKRATES: Elbette övüyoruz.
YABANCI:
Bundan söz ederken de bundan öncekilerin karşıtı sözler kullanmıyor muyuz?
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
Yavaşlığını ya da tatlılığını beğendiğimiz düşünceyi ya da
işleri, ya da düz ve ağır sesleri, ya da her uyumlu hareketi ve
yerinde bir yavaşlıkla oluşan her sanat eserini sakin ve uslu
akıllı diye nitelediğimizde güçten değil, alçakgönüllülükten ve
azla yetinirlikten söz ederiz.
GENÇ SOKRATES: Pek doğru.
YABANCI:
Tersine, bu birbirinin karşıtı niteliklerin biri ya da öteki
yersizce ortaya çıkarsa dilimizi değiştirir, onlara karşıt
adlar vererek, eleştiririz.
GENÇ SOKRATES: Nasıl dedin?
YABANCI:
Sözünü ettiğimiz şeyler bize yerinde olandan daha
şiddetli, daha çabuk, daha sert görünürlerse onlara şiddetli,
taşkın deriz; gerektiğinden daha ağır, daha yavaş, daha yumuşak
görünürlerse, o zaman da onlara gevşek deriz. Bu niteliklerde
karşıtlar olan ölçü ve enerji nitelikleri hemen her zaman bize
talihin iki düşman yan olarak yarattığı, gördükleri işlerde
birbirlerine karışmayacak karakterler olarak görünürler; onlara
sahip ruhlar arasında da, biraz dikkat edince aynı çarpışmayı
görürüz.
GENÇ SOKRATES: Nerede?
YABANCI:
Şimdi söylediğimiz bütün durumlarda ve doğal olarak başka
birçoklarında. Çünkü birinci ya da ikinci eğilimle olan ilgilerine
göre, kendi doğalarını buldukları eğilimi över, ötekini yererler,
yabancı bulurlar; böylece de sayısız neden yüzünden sonsuz kinlere
düşerler.
GENÇ SOKRATES: Bana da öyle geliyor.
YABANCI:
Karakterlerin bu basit çarpışması henüz bir oyundan başka
bir şey değil. Ama ciddi şeylerde, kent-devletlerin başına gelen
en korkunç hastalıktır.
GENÇ SOKRATES: Hangi ciddi şeylerde demek istiyorsun?
YABANCI:
Doğal olarak, hayatın yönetimiyle ilgili şeylerde. Öyle ya, son derece ölçülü yaradılışta birtakım kimseler vardır ki
tükenmez huzur ve dinginlik içinde yaşamak istediklerinden kendi
işleriyle uğraşmak için ötekilerden ayrılır, yalnızlığa çekilir,
kendi devletleri içinde olduğu gibi yabancı devletlere karşı da
böyle davranırlar; onlarla da barışa hazırdırlar. Böylece
isteklerine uygun yaşamaya alıştıkları zaman, gerçekten yersiz bir
barış aşkıyla, farkına varmadan, bütün savaş güçlerini yitirir,
çocuklarını da bu güçsüzlük içinde yetiştirir ve kendilerini ilk
saldıranın eline bırakırlar. Kendileriyle çocuklarının ve
yurtlarının, farkına varmadan özgürlükten tutsaklığa kaydığını
görmek için uzun zaman beklemelerine de gerek kalmaz.
GENÇ SOKRATES: Ne acı, ne korkunç yazgı!
YABANCI:
Ya daha çok enerjiden yana kayanlar için ne diyeceğiz?
Hep ülkelerini yeni bir savaşa sokmak için koşturmayacaklar mıdır?
Bu türlü hayata karşı besledikleri çok fazla hırs yüzünden
yurtlarını çok güçlü kinlerle karşı karşıya bırakarak tamamıyla
yok olmaya sürükleyip düşman boyunduruğu altına götürmeyecekler
midir?
GENÇ SOKRATES: Bu da doğru.
YABANCI:
Öyleyse- bu iki tür ruh arasında sürekli ve derin
düşmanlık ve kavga bulunduğunu kabul etmemek olur mu?
GENÇ SOKRATES: Olmaz!
YABANCI:
Böylece araştırmamızın birinci noktasını kanıtlamadık mı?
Başka türlü söylersek, erdemin bazı bölümlerinin, -ki azı da
değildir- yaradılıştan birbirine karşıt olduklarını, bulundukları
ruhlarda da aynı karşıtlıkları doğurduklarını göstermedik mi?
GENÇ SOKRATES: Gösterdik sanıyorum.
YABANCI:
Şimdi şu noktayı inceleyelim.
GENÇ SOKRATES: Hangi noktayı?
YABANCI:
Şimdi, birleştirici bilimler arasında, en önemsizi de
olsa eserlerinden her hangi birini yaratmak için, iyi öğeleri de,
kötü öğeleri de kullanmayı kabul eden biri var mıdır; ya da her
bilimin işi, her alanda, olabildiğince kötü öğeleri alıkoymak ve
birbirine benzeyen ya da benzemeyen bu öğelerin hepsini bir araya
toplayarak, onlarla kendine özgü bir özelliği ve yapısı olan bir
eser oluşturmak mıdır ? diye soralım.
GENÇ SOKRATES: Kuşkuya olanak var mı?
YABANCI:
Siyasette de böyledir: bizim siyasetimiz gerçekten doğaya
uygun siyaset... Bir devlet kurmak için kötülerle iyileri rasgele
bir yığın halinde toplamayı asla istemeyecektir, ama kuşkusuz
ilkin uyruğunu siyasette denemekle işe başlayacak, deneme bitince
de onları bu işi bilen, usta eğitimcilerin eline verecektir.
Bununla birlikte emir ve yönetimi elinden bırakmayacaktır.
Dokumacılık bilimi de atkıcılarla kendisine dokuyacağı gereçleri
hazırlayan başka bütün yardımcılarla böyle yaptığı gibi bütün
hareketlerine emir ve yön vermek için hep yanlarında bulunur, her
birine kendi dokumacılık işi için yararlı sandığı şeyleri
gösterir.
GENÇ SOKRATES: Pek doğru.
YABANCI:
Krallık bilimi de, yasaların koruması altında öğretim ve
eğitimi yönetenler karşısında böyle hareket edecektir, sanırım.
Yönetim erkini kendi eline alacak, kendi bileşimine uygun
karakterleri yetiştirmeye yaramayan hiçbir çalışma ve alıştırmaya
izin vermeyecektir. Kendilerine enerji, ölçü ve başka erdemli
eğilimleri vermek olanağı olmayan, tersine, kötü bir doğanın
taşkınlığıyla tanrısızlık, ölçüsüzlük ve haksızlığa sürüklenen
karakterler varsa, onları da ölüm ya da sürgün gibi cezalarla
sistemin dışına atacaktır.
GENÇ SOKRATES: Şimdi yapılan da aşağı yukarı budur.
YABANCI:
Bilgisizlik ve alçaklık çamurunda yan gelip yatanları da
kölelik boyunduruğuna koşacaktır.
GENÇ SOKRATES: Pek iyi.
YABANCI:
İyi bir eğitimin erdemli kılabildiği, özel bir yöntemin
de birbirine karıştırıp hamur edebileceği kadar iyi olan ötekilere
gelince, karakterinin sertliği erişince kendini gösterdiğine
hükmeder; ölçüye doğru eğilirse, o zaman da onlarda, mekik
ipliğinin yumuşak ve gevşek kumaşını bulur, eğilimleri de
birbirine karşıt olduğundan, onları bir arada bağlamaya ve
aşağıdaki gibi atkılamaya uğraşır.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
İlkin, akrabalıklara göre, ruhlarının ölümsüz bölümünü
tanrısal bir iple toplar, bu tanrısal parçadan sonra da, hayvansal
kısmını insanlık ipleriyle toplar.
GENÇ SOKRATES: Bununla da ne demek istiyorsun?
YABANCI:
Ruhlarda güzel, iyi, doğru ile karşıtları konusunda
gerçekten doğru ve sağlam bir kanı belirirse, bunun daimonluk bir
ırkta ortaya çıkan tanrısal bir şey olduğunu söylüyorum.
GENÇ SOKRATES: Gerçekten böyle demek gerek.
YABANCI:
Oysa, yalnızca krallık biliminin Musasından (müz) yardım
gören devlet adamıyla bile yasa koruyucunun, biraz önce sözünü
ettiğimiz iyi eğitimin yetiştirdiği ruhlara böyle bir kanıyı
işleyebilmek ayrıcalığına sahip olduğunu bilmiyor muyuz?
GENÇ SOKRATES: Herhalde böyle olsa gerek.
YABANCI:
Ama, Sokrates, buna gücü yetmeyene söylediğimiz adları
vermekten sakınalım.
GENÇ SOKRATES: Pek doğru.
YABANCI:
Öyleyse, enerjik bir ruh gerçeği bu biçimde kavradığı
zaman dinginleşmez mi? Kendisini doğruluk düşüncesine daha
isteyerek açmaz mı? Gerçeği bu biçimde sezmediği zaman da, daha
çok hayvansal bir vahşiliğe sürüklenmez mi?
GENÇ SOKRATES: Ona hiç kuşku yok.
YABANCI:
Ama ölçülü doğa konusunda ne diyeceğiz? Böyle konular
gerçekten onu, hiç olmazsa kent-devletteki hayatın gerektirdiği
kadar ölçülü, uslu kılmaz mı? Oysa, söylediğimiz ışıklardan yoksun
kalınca da, pek yerinde olarak, utanç verici bir miskinlik ünü
kazanmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
O zaman da bu bağın sürekli olarak ne kötüleri kötülerle,
ne de kötüleri iyilerle atkılamayacağını söylemek gerekmez mi?
Hiçbir bilim bu türlü kimseler için bu bağı ciddi olarak
kullanmayı düşünmez.
GENÇ SOKRATES: Nasıl düşünsün?
YABANCI:
Yalnız soylu bir karakterle doğan, doğaya uygun bir
eğitim alan kimselerdedir ki yasalar bu bağı doldurabilirler;
sanat bu çareyi ya da ilacı onlar için yaratmıştır; o, dediğimiz
gibi, doğa bakımından ne kadar birbirine benzemeseler de,
eğilimleri ne kadar karşıt olsa da, erdemin bölümlerini birbirine
bağlayan, gerçekten tanrısal bir bağdır.
GENÇ SOKRATES: Olduğu gibi gerçek.
YABANCI:
Tümüyle insanlık olan öteki bağlara gelince bu bağ bir
kez yaratıldıktan sonra onları düşünmek de, düşündükten sonra
gerçekleştirmek de artık güç değildir.
GENÇ SOKRATES: Bu nasıl oluyor, hangi bağlardan söz ediyorsun?
YABANCI:
Devletten devlete evlenmelerin, gençlik değiş tokuşuyla,
kişiden kişiye kız verip kız almaların yarattığı bağlardan söz
ediyorum. Oysa birçokları çocuk dünyaya getirmeye elverişli
olmayan şartlarda birleşiyorlar.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
Bu işte, para ve mevki peşinde koşanlar olduğunu
söylemeye gerek var mı?
GENÇ SOKRATES: Hayır.
YABANCI:
Irk düşüncesiyle davrananlardan söz etmek, bunların
davranışlarının neresinde kusur ettiklerini göstermek daha iyi
olur sanırım.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Bunlar her türlü doğru aklın dışında davranırlar, derhal
elde edecekleri rahatlık ve kolaylıkla peşinde koşarlar,
başkalarına nefret besleyip, benzerlerine bağlanırlar; çünkü her
şeyden önce nefretleriyle davranırlar.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
Ölçülüler kendi mizaçlarında kimseler arar, eşlerini
olabildiği kadar bu çevreden seçerler, kızlarını da bu çevreden
evlendirirler; sonra, enerjik kuşaktan olanlar da, kendi
doğalarına kavuşmak için birinciler gibi davranırlar. Oysa her iki
kuşağın da tam tersini yapması gerekirdi.
GENÇ SOKRATES: Niçin, nasıl?
YABANCI:
Çünkü, kuşaklar boyu ölçülü karakterle karışmamış olarak
kalan enerji, başlangıçta gücünün bütün parlaklığını verdikten
sonra, sonunda gerçekten çılgın delilikler halinde, elbette
soysuzlaşacaktır.
GENÇ SOKRATES: Olabilir.
YABANCI:
Öte yandan, fazla ölçülü ve çekingen bir ruh, enerjik
atılganlıkla birleşecek yerde, kuşaklar boyunca olduğu gibi
ürerse, ancak aşırı yumuşak olabilir. Sonu da tam bir sakatlık ve
güçsüzlüktür.
GENÇ SOKRATES: Bu da olabilir.
YABANCI:
Görüyorsun ki bunlar, bu iki kuşak iyiyle kötü üzerine
aynı düşünceyi taşıdıkları zaman, oluşturulması hiç de güç olmayan
bağlardır. Çünkü dokuyucu kralın bütün işi, ölçülü karakterle
enerjik karakter arasında bir ayrılık ortaya çıkmasına asla izin
vermemek, tersine, onları düşünce, şeref, şan ortaklığıyla bir
arada dokumak, böylece yumuşak ve söylenildiği gibi iyice sıkı bir
kumaş oluşturmak, sonra kent-devletlerindeki devlet işlerini eşit
olarak ellerine vermektir.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI:
Bir tek baş gereken yerde, her iki karakterde olan birini
seçmek; birçok baş gerektiği zaman da her iki yaradılışa eşit pay
vermek. Ölçülü mizaçta kimseler gerçekten pek düşünceli, doğru,
hiçbir şeyde atılgan olmayan insanlardır; ama iş için gereken
hırçınlık ve keskinlik, çeviklik ve kararlılık onlarda yoktur.
GENÇ SOKRATES: Buna da diyeceğim yok.
YABANCI:
Enerjiklerde de doğruluk ve düşüncelilik ötekilerden daha
az bulunur, ama harekete geçmek gerekince herkesten daha
atılgandırlar. Bundan ötürü, kent-devletlerde bu iki yaradılış
birleşmeyince, devlet için olduğu kadar, kişiler için de işlerin
yolunda gitmesine olanak yoktur.
GENÇ SOKRATES: Bu besbelli bir şey.
YABANCI:
Öyleyse şimdi, krallık bilimi, her ikisi de insanca olan
enerji ve ölçü karakterlerini ele alarak, her iki hayatı anlaşma
ve dostlukla bir arada topladığı ve birleştirdiği, böylece
kumaşların en güzelini, kusursuzunu oluşturduğu, her kentte köle
ve efendi bütün halkı bu kumaşın içinde dürdüğü, ikisini birden
mekiğinde dokuduğu ve kente, hak ettiği bütün mutluluğu durup
dinlenmeden sağlayarak, emir ve yönetimi altında bulundurduğu
zaman, devlet sanatının dokuduğu kumaşın, hiç aksamadan
tamamlandığını söyleyebiliriz.
GENÇ SOKRATES: Bize gene eksiksiz bir betimleme yaptın yabancı;
kralla devlet adamının betimlemesini.
PLATON'UN YAŞAMI VE YAPITLARI
Eski Yunan düşüncesinin en önemli temsilcisi sayılan Platon İ.Ö.
428/427'de Atina'da doğdu, İ.Ö. 348/347'de aynı yerde öldü. Gerçek
adı Aristokles olan düşünüre, Platon adını, geniş omuzlu, yapılı
bir genç olduğu için bir öğretmeni takmıştı. Gençliğinde şiir
yazan Platon, Sokrates'le tanıştıktan sonra kendini tümüyle
felsefeye verdi. Sokrates'in ölümünden (İ.Ö. 399) sonra, bir süre
için, Euklides ve başka arkadaşlarıyla birlikte Megara kentinde
yaşamak zorunda kaldı. Atina'ya döndükten sonra çıktığı Güney
İtalya gezisinde tanıdığı Pythagorasçıların Platon'un düşünceleri
üzerinde önemli etkisi olmuştur. Daha sonra gittiği Siracusa'da
bir süre Kral Dionysios'un sarayında kalmış, ancak kralın
yakınlarından Dion ile birlikte Siracusa kentinin politik
yaşamıyla ilgili reform tasarıları geliştirmesi üzerine tutuklanıp
köle olarak satılmıştır. Dostlarından birinin bedelini ödemesiyle
gözgürlüğüne kavuşan Platon Atina'ya dönerek İ.Ö. 387'de, ünlü
Akademisini kurdu. Yaşlı Dionysios'un ölüp yerine oğlu Dionysios
II'nin geçmesi üzerine yine Siracusa'ya gitti, ancak dostu Dion
kentten sürülünce yine Atina'ya dönmek zorunda kaldı. Bu tarihten
sonra, bir daha Atina'dan ayrılmadı ve ölünceye kadar Akademi'de
felsefe çalışmalarını sürdürdü.
Platon, eski Yunan düşüncesinde Herakleitos'tan Pythagoras'a
uzanan geleneği izledi. Öğretmeni ve yaşlı dostu Sokrates'le
birlikte, hem sağlam ve tutarlı çıkarımlar üretilmesine, hem de
zengin ve ince bir dil kullanılmasına önem veren düşünce
çizgisinde yer aldı. Düşüncesini konuşarak yaymayı yeğleyen
Sokrates'in ''diyalog'' yönteminden bir yazı biçimi geliştirdi.
Özellikle gençlik ve geçiş dönemlerinde öğretmenini baş kişi
olarak kullandığı diyalogları, Yeni Çağ'a kadar kullanılan bu yazı
türünün en yetkin örnekleridir.
Platon'un diyalogları, Sokrates'in etkisinde olanlar ve kendine
özgü olanlar diye ikiye ayrılmaktadır. Bu iki öbek arasındaki en
belirgin biçimsel ayrım, birinci öbek diyaloglarda düşüncelerini
Sokrates'e söyletirken, ikinci öbektekilerde (biri dışında)
Sokrates'i kullanmaması, hatta ''Yabancı'', ''bir Atinalı'' gibi
düşsel kişilere yer vermesidir. Bu iki öbek diyalog arasında,
düşünce olaraksa, bir ayrım yoktur; yalnızca Platon'un
düşüncesinde bir gelişme, olgunlaşma olduğu gözlenir.
Düşünce tarihinin etkisi en güçlü ve yaygın filozofu olan
Platon'un yapıtları, Rönesans ve Aydınlanma Çağı'nın temelini
oluşturan etkenlerin başında yer alır. Ayrıca, Hıristiyanlık ve
Müslümanlık gibi dünyanın en önemli ve yaygın iki tek tanrılı
dinini de ikinci ya da üçüncü elden de olsa, önemli ölçüde
etkilemiştir.
Platon'dan günümüze otuz altı yapıt kalmıştır. Araştırmacıların ve
eleştirmenlerin, gerçeklikleri ve tarihleri üzerinde
anlaşamadıkları bu yapıtlar, genellikle, dört bölümde
toplanmaktadır.
Birinci bölümde gençlik dönemi yapıtları yer almaktadır: Lakhes,
Kharmides, Euthypron, Apologia Sokratous (Sokrates'in Savunması),
Hippias Elatton (Küçük Hippias), Kriton, Ion, Lysis, Protagoras.
İkinci bölümde geçiş dönemi yapıtları toplanır: Gorgias, Menon,
Eutidemos, Kratylos, Theaitetos, Meneksenos, Hippias Meizon (Büyük
Hippias). Üçüncü bölümde olgunluk dönemi yapıtları yer alır:
Symposion (Şölen), Phaidon, Phaidros, Politeia (Devlet). Yaşlılık
dönemi yapıtları ise dördüncü ve son bölümü oluşturur: Parmedines,
Sofist, Politicos (Devlet Adamı). Philebos, Timaios ve Nomoi
(Yasalar).
Platon'un bu bölümlemenin dışında tutulan yapıtı Epistolai'nin
(Mektuplar) gerçekliği konusundaysa ciddi kuşkular vardır. Bununla
birlikte, on üç mektup arasından birinin, yedincisinin gerçek
olduğu, genellikle kabul edilmektedir. |
|
1
2
3
4 |
|
|
|
|
|
|
|