CircassianCanada Notu:
Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip
yayına verilmiştir.
HAPİ
Cevdet Yıldız
01. 03.
2009
Xabze
(Хабзэ) Üzerine
CC Notu: Sevgili Thamademiz sayın HAPİ Cevdet xabze
sözcüğünü Khabze olarak yazmıştır. Makalelerde sözcük
karmaşası olmaması için bizim tarafımızdan Khabze sözcükleri Xabze
olarak değiştirilmiştir.
Sayın KUŞHA Faruk Özden tarafından başlatılan Xabze (хабзэ)
üzerine tartışmalardan, sayın Hapae Erhan sayesinde haberdar
oldum. İşim çok olduğundan forumları pek izleyemiyorum.
Katılımcı arkadaşların konuyu genişletip çeşitlendirdiklerini
görüyorum. Kuşkusuz gerekli ve sevindirici bir gelişmedir bu.
Değişik görüşler sunulmuş olması da güzel ve zenginleştirici bir
gelişme.
Aslında bizde, Adigeler arasında iyi yazı yazma tekniği, ileri
düşünce ve eleştiri fazla gelişmemiş, Türkiye’nin en gerileri
arasında sayılırız. Bu tür bir fukaralığın ana nedeni, bana göre,
içimizden yetişmiş olan birçok değerin devşirilmiş ve halkına
yabancılaştırılmış olmasıdır. Tıpkı Yeniçeriler gibi. Bunlar
bürokratik konum, maddi avantaj gibi kişisel çıkarlarla
yabancılaşmış olmalılar. Ayrıca toplumsal bir umutsuzluk vakası da
yaşanıyor, bu da toplumsal bağları ve dayanışmayı zayıflatıyor.
Birçoklarına göre, Adigelik (ya da Çerkeslik) gibi şeyler birer
umutsuz vakadan ibaret, kaybedilmiş şeyler. "Türkiye'de dağınık
yaşayan, diğer halklarla karışmış ve kaynaşmış olan Adigelerden
artık bir hayır gelmez" türünde olumsuz görüşler toplum içinde ve
dışında hayli yaygın. Bu tür görüşler Adigeleri zayıflatmaya,
bölmeye ve etkisizleştirmeye yönelik, mutlaka bir yerlerden
maniple ediliyorlar. Çerkesler bitirilemeyen bir av konumundalar;
bu konuda Adigeleri hedef alan gizli ve açık çalışmalar olduğu
kuşkusuz.
Örneğin umutsuz vaka konusunda, bunlar Adigeliğin bitmek üzere
olduğunu söylüyorlar. Dikkat edildiğinde, bu tür kişilerin
ırkçı/milliyetçi/ulusalcı ve gerici kişiler oldukları
anlaşılabilir, üstlerini biraz kazımak yeter. Kuşkusuz Türkiye’de
ulusalcılar gibi düşünen ve onlara ayak uyduran birçok umutsuz
Çerkes’de vardır, bunları kazanmak gerekir. Umutsuz değil, umutlu
olacak durumdayız artık.
1864’ten bu yana Adigeler, hiçbir zaman şimdiki gibi iyi bir
konumu ve politik avantajı yakalayamamışlardır.
Gerek Türkiye’de ve gerekse Rusya’da koşullar düne göre çok daha
iyi ve demokratik bir geleceğe doğru ilerlemektedir. Demokrasi
konusunda iyi bir sınav vermemiş olan ordudan da iyi işaretler
geliyor. Örneğin yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, ilk
konuşmasında “Kültürel içerikli çalışmalara karşı olmadığını”
açıkladı, sevindirici bir gelişme ve dönüm noktası. Ergenekon
soruşturmaları da bağırsak temizleme olayı niteliğinde.
Böylesine bir ortamda Kürtçe kesintisiz TV yayını yapılıyor,
darası diğerlerinin başına. TRT tarafından Adigece, Boşnakça ve
Gürcüce mevlit çekimleri yapıldı. Bunlar dün yapılamıyordu, sözünü
etmek bile sakıncalıydı.
Rusya da Adigeleri diasporadaki RF soydaşları kapsamına alma
yönünde ileri bir adım attı, yani Kafkas diasporası artık sahipsiz
olmaktan çıkıyor. Bireysel dönüş için yollar şimdiden açık. Adigey
Devlet Başkanı Aslan Thak’uşın, Adigey’e yerleşecek ve birlikte
çalışacak olan Adigeleri işbirliğine çağırıyor, özellikle
çağırabiliyor, kem küm etmiyor. CircassianCanada anasayfa ve
haberler bölümü yazılarını izleyenler bunu bilirler.
Dün Türkiye’de dil biliniyordu, ama okumamış ve içine kapanık
yoksul bir köylü toplumu vardı. Şimdi öyle mi?
Dün,
1959’da, Adigey’deki 66 bin Adige toplam nüfusunun sadece 3 bini
(% 4.5’i) kentli idi, o da bürokratik işler nedeniyle Maykop’a
yerleştirilmiş nüfustu. Yani 1936-1959 arası kente yerleşmiş Adige
sayısı 3 bindi, şimdi öyle mi? Adigelerin üçte birinden çoğu şimdi
kentli deniyor. Adigelerin yaşadığı Karaçay-Çerkesya ve
Kabardey-Balkarya’da da durum öyle, Adigelerin bu üç yerde
egemenlik hakları var. Umutsuz olmak için nedenler azalıyor.
Şimdi Xabze konusuna gelelim.
Xabze nedir?
Xabze
değişik anlamları olan geniş kavramlı bir sözcüktür. Dilbilimleri
profesörü Yunıs Ayubeko Tharkuaho tarafından yazılan
“Adigece-Rusça Sözlük”e (Maykop, 1991) göre, Xabze 5 anlam içerir:
1) Töre, eski töre gibi,
2) Adet, alışkanlık ve huy, ”a şoferım jev tecev yıkhabz”-“o
sürücü erken yola çıkmaya alışkın, huyu bu” gibi, 3) Yasa, ”Xabzer
vıkon” - “yasa ihlali” gibi,
4) İktidar, egemenlik, ”Xabzev ğevçun” (kab. ”хабзэу гъэувын” -
“iktidar, egemenlik kurmak” gibi,
5) Kural, ”bzem yıkhabz” (zakon yazıka)-dil kuralı, dil yasası
gibi.
Görüldüğü gibi xabze çok geniş kapsamlı bir sözcük.
Xabze nasıl açıklanabilir, çıkış yeri neresi olabilir?
Xabze, toplumun ve o toplum üyesi birimlerin yaşamını ve uyması
gereken kuralları düzenleyen değerler bütünüdür. Kişinin topluma
ve toplum üyesi diğer bireylere karşı görev ve yükümlülükleri,
buna karşılık o bireyin de hakları vardır. Herkes bu tür kurallara
uymak zorundadır. Toplumun her bireyin üzerinde, xabzeden güç alan
otoritesi, yaptırımı vardır. Ancak toplumun da bireyin hakkını
savunma ve koruma, bireye görüş belirtmede yardımcı olma görev ve
yükümlülüğü vardır.
Bu durumda xabze yasa, hak ve hukuk, özgürlük anlamları içerir.
Toplumun bütün işleri xabzeye göre yürütülür, sorunlar çözülür.
Yargı da o kurallara göre harekete geçer.
Özgün biçimiyle yasama, yürütme ve yargı xabzeye göre işler. Kimse
xabzenin vermediği bir yetkiyi kullanamaz. Derebeyleri (pşı ve
workler) bile genel anlamda xabzeye uymak ve ona göre hareket
etmek zorundaydılar. Birçok olay xabze dışına çıkılmak
istenmesinden patlak vermiştir.
Bu tür bir örgütlenme, köleci ya da feodal bir düzeni değil,
öncesini, eski/kadim (arkaik) demokratik toplum düzenini işaret
etmektedir. Bu düzen, en eski Adige toplum düzeninin ta
kendisidir. Bu düzen binlerce yıl öncesinden günümüze, özelliğini
koruyarak gelmiş bir düzendir, sistemdir.
Örneğin: "Adigelerin yaşayış biçimi ve yaptıkları şeyler, İsa'dan
bin yıl önceki ya da Strabon zamanındaki yaşayış biçimlerinin ve
yaptıklarının aynısıdır, diye yazıyor Frederic Dubois. Adigeler
gibi, kendi antik geleneklerini koruyabilmiş bir başka eski halk
daha yoktur. "(Frederic Dubois - Puteşestvie vokrug Kavkaza, c. I,
Suhumi, 1937, s. 39; Daha çok bilgi için bkz. ”Nartlar”: Adige
Yiğitlik Destanı, Bölüm 1, CircassianCanada, Efsaneler-Mitoloji
bölümü).
Görüldüğü gibi, üç bin yıl ve daha öncesinde de bugünkü yaşamın
benzeri bir yaşam sürdürüyorlardı Adigeler. O halde xabze, bir
Ortaçağ ya da feodalizm dönemi ürünü değil, çok öncesinde, Adige
Mıvıt’ (Мыутl; Meot) toplulukları, deokratik toplum döneminde var
olan ve gelenekselleşerek günümüze gelmiş olan kurallardır. Üç bin
yıldan daha uzun bir zamandan beri varlığını sürdürdüğüne göre, bu
kuralar yeryüzünün en sağlam kuralları arasında yer alırlar.
Beş bin, altı bin yıl önce yaşamış Adige dedeleri kentler kurdular
(Bkz-Sindika-Vikipedi), bir maden uygarlığı yarattılar, onların
yazıları da vardı. Bu tür yaşam ve o yaşamın ürünü olan kurallar,
dış müdahale olmadıkça yıkılmaz ya da bozulmazlar. Adigelerin bir
bölümü zaman zaman dış istilalar altına girmişlerdir, bu doğru.
Ancak dağlarda yaşayan Adigeler (şimdiki Abzegh, Shapsugh, vb
ataları), yine dağlarda barınan Çeçenler ve Dağıstanlılar, sürekli
bağımsızlıklarını ve kültürlerini koruma olanağını bulmuşlardır.
İsviçre dağ toplulukları da öyleydi. Dağlar bu insanları ve
onların koyduğu kuralları korumuşlardır. Ancak Adigelerdeki
gelenek ve kültür hiçbir başka toplum ile karşılaştırılamayacak
kadar güçlü ve kapsayıcıdır. Hıristiyanlık İsviçre’ye ve Pirene
dağlarına, Şafii katılık ve bağnazlığı da Çeçen ve Dağıstan
toplumlarına damgasını vurmuştur. Ancak Karadeniz kıyısı Adigeleri
ve Abhazlar pagan (çok tanrılı) toplumlar olarak, eski inanç ve
toplum düzenlerini günümüze değin getirmeyi başarmışlardır.
Kölelik konusu
Mıvıt’-Meot ekonomisinin MÖ III. yüzyılda yıkılmaya yüz tuttuğunu
biliyoruz. Sulama tekniğini geliştiren ve yılda birden çok ürün
elde etmeyi başaran Mısır, Akdeniz buğday ticaretini ve ticari
üstünlüğü ele geçirdi. Mısır yükselirken Adige ekonomisi
zayıfladı, askeri ve siyasi düzen çöktü. Dış saldırılar başladı ve
saldırılar 19. yüzyıl ikinci yarısına değin, iki bin yıldan uzun
bir süre sürdü, Adigelerin neredeyse tamamına yakını Osmanlı
topraklarına sürüldüler (savaşa katılan Adige nüfusun hemen
tamamı).
Milat öncelerinden başlanarak Adige, Abhaz ve diğer Kafkaslı
çocuklar esir alınarak pazarlarda satılmaya başlanmıştı. Bu
çocuklar güzellikleri ve çalışkanlıklarıyla alıcı buluyorlardı.
Bir zaman geldi, bu çocuklardan gelişen Mısır Memlukları Mısır,
Suriye ve Arabistan’da yönetimi aldılar, bu Çerkes askerler
Moğollar yenip püskürten tek güç oldular. Mısır’a sayısız sanatsal
ve kültürel yapıtlar bıraktılar (daha çok bilgi için Bk. ”Adige
Ulusal Ruhu, Bizi Birbirimize Bağlıyor”;”Mısır’ın Çerkes
Sultanları Filmi”, CircassianCanada, Sanat/Güzel Sanatlar Bölümü).
Bilindiği gibi köleci toplumu feodal toplum dönemi izledi. Üretim
tekniğindeki gelişme, yelkenli gemiler, su değirmenleri, sulama
çarkları gibi gelişmeler köle emeğinin yerini aldı. Köleci toplum
dönemi sona erdi. Ancak kalıntı olarak yer yer ve bazı alanlarda
sürdü: İnsan kaçakçılığı ve Amerika’daki pamuk, kamış ve tütün
çiftliklerinde çalıştırılan Siyahi köleler gibi.
Kölelik ve feodalizm bağlamında, tarihsel Çerkesya’yı coğrafi ve
stratejik açıdan ikiye ayırabiliriz: Kuban ırmağının güneyi (asıl
Çerkesya) ve kuzeyi. Adigeler güçlendikçe ırmağın kuzeyine
yayılıyorlar, zayıfladıkça da güneye, dağlara çekiliyorlardı.
Kuzey uçsuz bucaksız düzlükler halindeydi, oraları zengin ot ve
çayırlarla kaplıydı. Adigeler, çoğunca göçebe halde, büyük hayvan
sürüleri besliyor ve satıyorlardı. Sınır kuzeybatıda Ukrayna
içlerine, Kırım’a, kuzeydoğuda da İndil (Volga) ırmağına
ulaşıyordu. Nitekim Adige Nart destanı bu coğrafyayı konu
edinmekte, olaylar geniş Çerkesya coğrafyasında geçmektedir.
Adigeler dış saldırılar karşısında ya Kuban güneyine çekiliyorlar
ya da Kuban kuzeyinde kalan Adigeler istilacılara boyun eğiyor ve
vergiye bağlanıyorlardı (daha çok bilgi için bkz-Adigey-Vikipedi).
13-15. yüzyıllarda Kuban ırmağı kuzeyinde Kabardey, H’eğak’
(Хэгъак1э), Jane ve kısmen Bjedugh gibi Adige toplulukları
yaşıyorlardı. Bunların en kalabalık olanı da kuşkusuz Kabardeyler
olmalıdır. Kabardeyler 13-15 yüzyıllar arsında bu yerlerden
çekilip şimdiki Kabardey bölgesine yerleştiler. Ancak o eski
günlerin izi olarak Shapsugh ve Kabardey lehçeleri ve anlatıları
arasında büyük bir benzerlik ve yakınlık bulunmaktadır, çünkü
komşuydular.
Burada açıkça görüldüğü gibi, feodal (derebeyi) ilişkiler
istilalar sonucu yabancı kaynaklı olarak Adigeler arasına
girmiştir, zuhurattır. Doğudaki Dağıstan ve güneydeki Abhazlar
arasında görülen feodal ilişkiler de yabancı istilalar sonucu
oluşmuştur.
Bu son, doğudaki ve güneydeki istilalar Roma-Bizans ve İran
üzerinden gelmiş, kalıcı olmuş, istila buralarda yerel prenslikler
yaratmıştır. Bu prenslikler, kısa dönemler dışında hep bir yerlere
bağlı olarak varlıklarını 1860’lara değin sürdürmüşlerdir.
Kuzeyden gelen feodalizm ise, Adigeler arasında o denli
güçlenememiş, istila altındaki yerler ve sınırboyu bölgeleri ile
sınırlı kalmıştır.
Adige ya da geniş deyimi ile Kuzey Kafkas feodalizmi Avrupa
feodalizminden farklıdır. Avrupa’da ekonominin temeli olan toprak
derebeyi, kilise ve kral arasında bölüşülmüştü. Köylü nüfus ise bu
topraklarda çalışmak zorunda idi, bunlara serf ya da toprağa bağlı
köle, Adigece karşılığı “pşıl’ı” ( пщылlы) denir.
Çeçenler ve Dağıstanlılar arasında toprak soylular (prens/han),
imamlar ve özgür köylüler arasında paylaşılmıştı. Bu iki yerde
Avrupa’da olmayan bir özgür köylü sınıfının bulunduğunu görüyoruz.
Abhazlar arasında ise toprak sahibi bir din adamları sınıfı
oluşamamıştı, gerçi kiliseler vardı ama bu kiliseler Gürcü
Ortodoks kilisesine bağlıydı ve pagan Abhazlar arasında rağbet
görmüyor olmalıydı.
Adigelerin bir bölümü arasında toprak soylular ve özgür köylüler
(фэкъодl;лхукъoлl) arasında bölünmüştü, Avrupa’daki ya da Doğu
Kafkasya’daki gibi toprak sahibi bir ruhban sınıfı yoktu.
Dolayısıyla yarı-feodal bir düzen vardı. Siyasal anlamda bölgesel
düzeyde prenslikler de oluşmamıştı, yan feodalizm dış himaye
olmadığı takdirde ayakta kalamayacak denli zayıftı ya xabze halkı
koruyor, beylerin fazla güçlenmelerine fırsat tanımıyordu. Bir
Adige derebeyinin (пщы) hükmü bir köy (ya da birkaç köy) ile
sınırlıydı. Köy beyliği, köy ağalığı gibi bir şey söz konusu idi.
Beyin (pşı) toprağa bağlı köleleri (pşıl’ı/пщыл1ы) vardı, bu
insanlar beylerinin toprağında çalışır, hayvanlarına bakarlardı.
Babadan oğla bu böyle devam ederdi. Ancak “pşıl’ı”nın özel
mülkiyeti de olur, xabzeye (geleneğe) göre borcunu ödeyen “pşıtlı”
özgürlüğünü elde ederdi ve bunlara “pşıl’ı şhaşefıj”
-özgürlüğünü satın almış pşıl’ı denirdi. Bu da bize, pşıl’ı
kurumunun borçlandırma, belki de baskı ve korkutma yoluyla oluşmuş
olduğunu gösteriyor. Bunlara beylerin akınları sonucu ele
geçirilen esirlerin de eklendiğini unutmamalıyız.
Sanılanın aksine bu insanlar, yani “pşıl’ı”lar satılmazlardı,
bunlar Adige xabzesinin (yasalarının) koruması altındaydı. (Bu
sözlerimden bu zayıf insanların, Xabze ihlali ve kaçırma gibi
yollarla hiç satılmadıkları gibi bir anlam çıkarılmamalıdır.)
Yarı-feodal Adige toplulukları dışındaki Adigeler (Abzegh,
Natukuay-Shapsugh, Hak’uç, Wubıh, vb) ile bazı Çeçen ve
Dağıstanlılar arasında kişilerin eşitliğine dayanan ilk/kadim
toplumsal düzen hala yürürlükteydi. Böyle yerlerde her köy
bağımsız bir siyasal birim idi. Her köyün deneyimli yaşlıları bir
araya gelir, önemli kararları alırlardı. İşte bu köy meclislerine
xase –xase HCY- (Хасэ) denirdi. Gerektiğinde birçok köy
bir araya gelir, seçilmiş temsilcileri eliyle kararlar alırlardı.
Bu kararlara “vınaşö; vınafe” denirdi ve kararlara karşı
gelinemezdi. Bu tür bağımsız ve özgür köylerin bulunduğu düzene
“bağımsız/serbest köy sistemleri “ denir.
Derebeyi köyleri derebeyi (pşı ve work) tarafından yönetilirdi.
Savaş ya da önemli konularda Büyük Xase (Ülke Meclisi)
toplandığında bey temsilcileri, diğer temsilcilerle eşit düzeyde
toplantılara (zeuç’e/зэ1ук1э) alınırlardı. Xase toplantısına bir
bey değil, xasenin uygun gördüğü kişi başkanlık ederdi.
Vıneutlar (Унэlут) ve Esir Ticareti
Adigeler arasında “vıneut” (köle) denilen en aşağı statüde bir
tabaka daha vardı. Bunlar daha çok beylerin ev hizmetlerinde
kullanılırlardı.
Bey ya da köle sahibi zengin köylü “vıneut”u, hükme
(yargıya) dayalı olarak da “pşıl’ı” ya da “fekol’ ve
‘’l’hukol’”u bile, bazı yasal durumlar oluştuğunda
satabilirdi. O zaman yetişkin erkek ve kadınlar bağlanır,
çocukları yanlarına verilir, evleri yakılır ve satılmak üzere
pazara götürülürlerdi. Yalnız eller kelepçelenmek biçiminde değil,
halkalar biçiminde iplerle, beyin adamları tarafından yandan
gövdeye bağlanırdı. Böylesine eski bir resim bir kitabımda
bulunmaktadır.
Adigeler genellikle kendi kölelerini (pşıl’ı ve vuneutları) değil,
başka pazarlardan aldıkları esirleri ve kendi kaçırdıkları
esirleri satarlardı. Adigey’deki Şhaguaşe (Belaya) ırmağı soluna
Abzeghlerin büyük bir esir/köle pazarı vardı. Her yerden getirilen
esir ve kölelerin burada satıldığı Kafkasya ziyaretim sırasında
bana anlatıldı. Esirler, özellikle güzel kızlar iyi para ederdi.
Bunlar eğitilir, Adigece bilmiyorsa öğretilir, ondan sonra
Türklere satılırdı. Lavrov en büyük köle tüccarlarının Abzeghler
olduğunu söylüyor (L. İ. Lavrov, Vubıkh'lar Hakkında Etnografik
Bir Araştırma, Kafkasya Gerçeği Der., sayı 8, Samsun, 1992, s.
46-59). Köleler Wubıh limanlarından Türkiye’ye gönderilirdi. Köle
ticareti, Abzegh, Ciget, Abhazlardan alınmak suretiyle Wubıhlar
tarafından yürütülürdü. Son önemlerde Rusya’da esir ticareti
yasaktı ama Rusya’nın değişik yerlerinden (asıl Rusya, Kabardey,
Abhazya, vb) kaçırılmış esirler de gizlice Wubıh yöresine
getirilip satılıyordu. Cevdet Paşa Tarihi’nde Çerkesya’da köle
üretme ve yetiştirme çiftlikleri bulunduğu, köle üretildiği
yazılmaktadır. Cevdet Paşa Tarihi’ni esas alan yazar Kemal
Bilbaşar (1910-1983) “Kölelik Dönemeci” (1977) adlı romanında bu
ilişkileri anlatmaktadır.
Rahmetliyi HATKO Yaşar Bağ ile birlikte evinde ziyaret etmiştik.
Halsiz olduğunu, günde artık bir iki saatten fazla çalışamadığını
söylemişti. Ben de romanı beğendiğimi, ancak Çerkes roman
kişilerinin mahalli Kürt şiveleri ile konuşturulduğunu, Çerkes
şivesinin öyle olmadığını söyledim. Benden yardımcı olmamı istedi,
bir ara telefon edip yardım istedi ama o sıralar başka sorunlarım
vardı, maalesef yardım etmeye vakit kalmadan bu değerli yazarı
yitirdik. Bilbaşar romanı, ayanların Türk asıllı olmadıklarını
anlatmak amacıyla bu romanı yazdığını, babasının Çerkes asıllı
olduğunu ama Çerkesler dışında yetiştiğini, bu nedenle Çerkeslere
yabancı düşmüş olduğunu da söylemişti. Yazar bazı Abhaz ve
Kabardey dostlarından sorarak, ayrıca “Kafkasya Kültürel
Dergi”sini ve bazı kaynakları izleyerek romanını yazdığını
söyledi. Beğendiğim bazı paragrafları özetleyip anlattığımda ve
görüş belirttiğimde, kendisi ve eşi memnun kaldılar. Romanı iki
gece boyunca heyecanla okuduğum söyleyince de “Demek ki sizi iki
gece uykusuz bırakmışım, özür dilerim” diye bir de espri yapmıştı,
toprağı bol olsun.
Bir yabancı yazarın Kırım Savaşı sırasında Gürcü prenseslerini ve
kölelerini kaçıran Şamil’in adamları Dağıstanlılar ve Çeçenler
üzerine bir iki not:
“Çeçenler yabani olduklarını göstermişlerdi, Ancak Şamil’in
birlikleri olan Lezgiler esirlere karşı olan kabalıklarını ve
dinsizlere karşı olan kinlerini derhal gösteriyorlardı… Bir
kölenin ağlayan çocuğu Lezgi’nin o kadar sinirine dokunmuştu ki,
çocuğun başını bir iki defa kayaya vurmuş, ardından onu uçurumdan
aşağıya atmıştı. Bunun üzerine anne o kadar korkunç bağırmıştı ki,
onu da hançerle delik deşik etmişlerdi… Prenses bağıran çocuğunun
başına aynı şeyin gelmesinden korkmuştu. Ancak Lezgiler Prenses’in
çocuğuna çok iyi davranıyorlardı” (Lesley Blanch, “Cennetin
Kılıçları”, s. 296, 298).
Burada Kafkaslılar arasında köle olanla olmayana yaklaşım biçimi
açıkça görülmektedir.
Xabze ve Sonuç
Diasporada Adige ve diğer Kafkas toplulukları artık
çözülmüşlerdir. Bugün Adigeler esas olarak kentlerde
yaşamaktadırlar. Bürokraside çok sayıda Çerkes vardır. Karışma ve
evlilikler de artmıştır. Böyle bir ortamda xabze kurallarını
eskisi gibi uygulamak olanaksızdır.
Xabze, uygulandığı toplum koşullarına göre anlam kazanır, köleci
toplumda köle sahiplerinin de, feodal dönemde beylerin, demokratik
Adige köy topluluklarında da özgür insanların eşitliğini ve
çıkarını savunmuştur. Xabze dogma değil, kendini yenileyen ve
geliştiren bir olgudur. 18. yüzyılda Kabardey düşünürü KAZANOKO
Jebağ’ın katkı ve yorumları bu canlılığa bir örnektir.
Bugünkü demokratik insan değerleri ile xabze değerleri birbirine
zıt düşmez, düşmemelidir de. O halde, xabze diyerek, bugün için
anlamını yitirmiş kuralları savunamayız. Aslında xabze, özgün
Adige toplumunda bireyi ve toplumu korumak üzere oluşturulmuş ve
deneylerle gerekliliği saptanmış olan kurallar bütünüdür. Ölü
değildir, bir ruhu, bir esprisi vardır. Sanatsal platformda
Kafkasya’daki biliminsanları, sanatçı ve yazarlar xabzeyi ve onun
ruhunu en iyi bir biçimde, yapıtlarında ve çalışmalarında
yansıtmaktadırlar.
Bize düşecek olan en önemli görev, xabze değerlerini derleyip
yazıya geçirmek, şarkı ve öykülerimizi kaydetmek, onları yeni
kuşakların bilgilerine sunmak, bunların içinde çağdaş olan
değerleri yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olmalıdır.
İki köle
Doğduğum köy Shapsugh, Wubıh ve Abzegh karması bir köydür. Benim
doğumumdan önce, kocası ölen kimsesiz ve çocuklu dul kadınlar köle
soylu erkekleri içgüveyi olarak kabul ederlerdi. Böyle biri bir iç
güveyi almış, hocaya bir tepsi yemek ve tatlı gönderip nikah işini
tamamlatmış.
Derken köyden başka bir kadının kocası ölmüş, bu kadın hem daha
güzel ve hem de daha varlıklı imiş.
İçgüveyi, ilk evi bırakıp gizlice bu ikinci kadınla anlaşmış ve o
kadına kaçmış, nikahı da aynı biçimde köyün Laz hocası kıymış.
Bir
sabah, hayvanları sürüye katmak için çobana götürmekte olan yeni
eşin önünü eski eş kesmiş, “Utanmaz, sen ne diye kocamı elimden
aldın?” (Нэмыук1ытэжъ, шъыд п1уи сил1 къыстэпхыгъ) diye üzerine
yürümüş, köylünün önünde saç saça boğuşmaya başlamışlar. Çevreden
yetişenler ayırmış iki kadını. Bu olay benden on on beş sene kadar
önce olmuş ama her üç rahmetliyi de tanımıştım.
Besleney, Wubıh ve K’emguyladan varlıklı ailelerin “vıneut”ları
(ev köleleri) olurdu. Köyümüzde köle sahibi olan aileler yoktu,
herkes eşit haklı idi, kimseye ayrıcalık tanınmazdı. Akrabadan
komşu bir Wubıh, varlıklı/soylu bir ailenin kızını aldı. Adetten
olduğu üzere gelin iki erkek refakatçi kölesi eşliğinde oğlan
evine gönderildi. Bu tür köle refakatçileri kabul etmemek kızın
ailesine karşı ağır bir hakaret sayılırdı. Her iki köle oğlan
evinin üzerinde kaldı. Bunlar evin dış hizmetlerini görürlerdi.
Ancak doymak bilmez oldukları da anlatılır. İkisinin de adını
biliyordum, sadece biri kaldı aklımda -Baydıhu-Байдыхъу.
Önlerine bir çüven dolusu sütlü kaçamak konurmuş. Kaçamağı az
dendikçe kaçamak, sütü az dendikçe de süt verilirmiş. Daha iyi
anlaşılsın diye Adigece’sini de yazayım: Унэ1утит1ум зы п1эстэ
щыуаныр яшхыри тэджьыжьыщтыгъэх, “1ухъо я1омэ щэ, псышъухъо я1омэ
щыуаным п1астэ яфыралъхьэщтыгъэу къя1отэжьы”.
Çok ağır ve uyuşuk kişilermiş. Biri dağdan odun getirilirken
devrilen arabanın altında kalıp ölmüş. Baydıhu ise yaşlanıp
eceliyle ölmüş.
Her
ikisine ulaşamadım ama hanım geline (гощэнысэ) ulaştım, yüz
yaşlarında iken, bir sabah abdest almak üzere dışarı çıktığında
kayıp ayağı taşa çarpıp kırıldı ve kangren olup öldü. Dimdik,
incecik, uzun boylu, çok güzel, terbiyeli ve sevecen biriydi,
toprağı bol olsun.
Erhan Hapae
04. 03.
2009
Sayın
HAPİ Cevdet Yıldız'a teşekkür ederiz, uzun açıklayıcı bilgiler
verdi. Burada uyardığı şeyler var ve ayrıca sorgulanması gereken
konuları da kendisine sorarak aydınlanmaya çalışalım.
Xabzenin sadece feodalizmin ürünü olamayacağını, Adigelerin eski
arkaik düzeninden beri gelişerek (Tanrı işi bir şey olmadığına
göre değişerek) gelen kurallar silsilesi olduğunu hatırlattı ki bu
düzeltmeyi kabul etmek gerekir. Yalnız xabzenin Adigelerin en
azından bir bölümünün yaşadığı uzun feodalizm döneminden etkilenip
son şeklini aldığını tahmin etmek yanlış olmaz. xabzenin son hali
bize nede olsa oradan kalma.
Sayın HAPİ, Abzegh-Shapsugh vs. gibi bir kısım Adige boylarının
pek öyle bir feodalizm yaşamadığını, onlarda hüküm süren düzenin
yaklaşık 3 bin yıldır arkaik demokratik bir düzen olduğunu
belirtiyor. Bunu sorgulayalım.
Gerçi kendisi, feodalizmin dış etkilerle oluştuğunu ve daha içerde
feodalizme komşu olmayan kesimlerin bundan etkilenmeyerek eski
düzenlerini devam ettirdiklerini belirtiyor ama sorgulanması
gereken bir şey çıkıyor ortaya.
Bahsettiği arkaik demokratik düzen, Marksist tahlillerde adı geçen
ilkel toplum gibi bir şey herhalde. Doğaya ve dış düşmana karşı
dayanışmayı zorunlu kılan, danışma ve ortak kabuller ile kararlar
alınıp uygulanan bir düzen. Olağanüstü durumlarda toplanan köy
meclisleri var ama merkezi bir otorite yok. Eğer böyle bir şey
idiyse bu düzen bir hayli demokratik görünse de o çağlarda
ilerlemenin bir aracı olamadı ve köleci-merkezi yönetim
şekillerine yenildi gitti. Bu neredeyse Kızılderililerde de 300
yıl öncesine kadar böyle idi. Bu konu irdelenmeye muhtaç.
Çerkesya feodalizminin, Batı feodalizminden farklı olduğu açık,
bir defa çok daha güçsüz ve feodalizmin bir çok kurumundan
yoksundu. Bu farka katılıyorum.
Feodalizmin hüküm sürdüğü Adige boyları ile Arkaik düzenin devam
ettiği diğer boylar arasında oluşan farkları biraz daha
inceleyebilirsek daha aydınlatıcı olur, düşüncesindeyim.
Kolay gelsin diyorum.
Saygılarımla.
Soner Kocsav
05. 03.
2009
Erhan
ağabey olayı çözmüştür. Yani benim bir kaç haftadır anlatmaya
çalıştığım, gerçi çoğu kişinin de anladığı sorun işte budur.
"Sayın HAPİ, Abzegh-Shapsugh vs. gibi bir kısım Adige boylarının
pek öyle bir feodalizm yaşamadığını, onlarda hüküm süren düzenin
yaklaşık 3 bin yıldır arkaik demokratik bir düzen olduğunu
belirtiyor. Dış düşmana karşı dayanışmayı zorunlu kılan, danışma
ve ortak kabuller ile kararlar alınıp uygulanan bir düzen.
Olağanüstü durumlarda toplanan köy meclisleri var ama merkezi bir
otorite yok."
Demokrasi var, merkezi bir otorite yok. Thamade kurulu otoritedir
ama bu tek başına etkili olamıyor, çözülmeler yine yaşanabiliyor.
Feodal düzen işte bu nedenle gerekli idi, ister sonu hüsran ister
galibiyet olsun. Sonuçta tüm halkın örgütlenmesi sağlanacaktı.
Yani, Batı Adigeleri 50 yıl sonrasının düzenine gereksiz yere ve
çok erkenden -yani ortada bir devletleşme, millet havası yok iken
geçmiştir. Açıkça söylüyorum ister ittifak, ister bağımsızlık
savaşı olsun- Kabarda'nın yapabildiğini Batı Adigeleri yapabilse
idi şu an bu durumda olmayabilirdik.
Teşekkürler Erhan ağabey. (Konuyu önemseyip sahip çıktığın için.)
Saygılar.
HAPİ
Cevdet Yıldız
07. 03.
2009
Sayın
HAPAE Erhan,
Adige toplum düzeni, temel olarak, sınıfsız bir toplum düzenidir;
bu düzen Kabardey ve diğer soylu sınıfı olan topluluklar açısından
da en azından nüfusun yarısı oranında geçerlidir. Şimdi bu durumu
daha ayrıntılı biçimde ele almak gerekir.
Sınıfsız topluma “ilkel toplum”, Marksist bilimde “İlkel komünal
toplum” gibi adlar verenler de var ama Adigeler, çoğu yönden
gelişmiş kültürü olan bir toplum idiler. Örneğin Kızılderili klan
ve aşiret gelenekleri ile Adigelerinkini karşılaştırmak -birçok
benzerliğe karşın- doğru olmaz. Onlar da çok direnmişler ve
Adigeler gibi tükenmenin eşiğine gelmişlerdir. Devletleşmiş
Kızılderililer ise, dış dayatmalara boyun eğerek daha az telefatla
kırımdan kurtulmayı başarmışlardır. (Latin Amerika örneği.)
Sınıfsız toplumun özellikleri
Sınıfsız toplumda ve eski (arkaik) demokrasilerde,
a) Yazı yoktu,
b) Rahip sınıfı ve mabetler yoktu,
c) Devlet yoktu.
Buna karşın sınıfsız topluma özgü;
a) Çok tanrılı (pagan) ve totemist inançlar,
b) Ocak heykelleri,
c) Surlarla çevrili sığınaklar (savaş kuleleri) vardı (Kafkasya
Üzerine Beş Konferans, s. 43’teki yazımız).
Bütün bu özellikler, en çok Adigelerde olmak üzere, Abhazlar da
dahil, bütün Kuzey Kafkas toplumlarında görülen ortak
özelliklerdir.
Sınıflı toplumlar
Tarihsel süreç içinde demokratik toplum düzeninin yerini, giderek
köle sahiplerinin mutlak egemenliğine dayalı köleci toplum düzeni
aldı. İnsan emeğinin değer kazanmış, üretim araçlarının gelişmiş
olması köleci topluma geçişe neden oldu. Artık savaşlar köle
sayısını çoğaltma, bu yolla daha güçlü ve daha zengin olma amacına
dayanıyordu. Köle bir servet demekti.
Köleci toplumda,
a) Yazı vardır,
b) Rahipler ve mabetler vardır,
c) Devlet vardır.
Temel zenginlik tarım, hayvancılık, kent atölyelerinde sanayi
üretimi ve ticarete, özellikle de köle ticaretine dayanıyordu.
Kentlerde bir orta sınıf varsa da, toprak devlet ileri gelenleri
(kral, imparator, toprak sahibi soylular, vb) ve mabetler
çevresinde toplanan rahiplere aitti. Kural olarak diğerleri toprak
sahibi olamıyorlardı.
Milat öncelerinde Karadeniz ve Azak Denizi kıyılarında Yunan
kolonilerinin kurulduğunu, buralarda devletleşmeye doğru bir
evrimle/gelişme görüldüğünü söyleyebiliriz, Sindika ve Bosporos
krallıkları gibi. Nitekim o dönemde yazı doğdu, kentleri
çevreleyen kaleler kuruldu, üretim gelişti ve köle ihracatı da
önem kazandı.
Adige Nart destanı, Nart ülkesi yanında, pek düşman da olmayan bir
başka ülkeden de söz ediyor :Çıt, Çırt, Çınte, Cırt gibi adlarla
anılan bu ülke, büyük bir olasılıkla “Sindika” ülkesi olabilir.
Üretim ilişkilerinin gelişmesi ile köle emeğinin değeri azaldı,
insan su ve rüzgar gücünü (üçgen yelkenli) kullanma tekniğini
buldu. Bunun sonucu olarak köleci toplumdan, daha üst bir aşama
olarak feodal topluma geçiş yapıldı. Toplumda yeni adlarla yeni
sınıf değişiklikleri gerçekleşti:
Feodal toplumda,
a) Yazı vardır,
b) Rahipler ve mabetler vardır,
c) Devlet vardır.
Toprak,
a) Kral,
b) Soylular (senyörler, vb),
c) Rahipler arasında bölüşülmüştü.
Köylü sınıfı, eski köle sınıfının yerini alarak “toprak köleleri”
(serf;pşıl’ı) haline gelmişti. İlkinden farklı olarak, eski
köleler artık satılmıyorlar, sadece sahip ve efendi
değiştiriyorlardı ama efendisinin (kral, kilise ve senyörün)
çiftliğinde kuşaklar boyu çalışmak zorundaydı. Esir pazarları
vardı, ama buralarda serfler (pşıl’ı) değil, esirler ve esaret
kökenli köleler satılırdı. Asıl köle sayısı tali (ikincil)
düzeydeydi.
Kadim
(arkaik demokratik) toplumda profesyonel ordu yoktu, toplum kısa
süreli gönüllü dayanışma ve birleşmeler yoluyla kendini koruyordu.
Bu tarif Adigelere, Kafkas ve İsviçre demokratik toplum yapılarına
uygun düşüyor. Buralardan paralı asker alınabilirdi. İsviçre’den
Papalık askerleri, Mısır’da da Çerkes Memlukları gibi.
Köleci ve feodal devletlerin orduları vardı. Özerk birimler olan
feodal beyliklerin de kendi orduları ya da profesyonel silahlı
güçleri vardı. Derebeyi bu silahşorları sayesinde egemenliğini ve
kendine bağlı insanların güvenliğini korurdu.
Adige ve Kafkaslı topuluklar içinde sadece Gürcü ve Ermeniler
feodal toplum düzeyinde idiler ve onların yazıları ve devletleri
vardı.
Abhazlar dahil, hiçbir Kuzey Kafkas toplumu devletleşme düzeyine
erişemedi, feodal dönemde de hiçbir Kuzey Kafkas toplumunun yazısı
oluşmamıştı (Abhaz Krallığı söylenebilir, ama bu devletin
ulusal/Abhazca yazısı yoktu, Gürcü yazısını kullanıyordu, resmi
dili de Gürcüce idi).
Feodal dönemde sınıfsal yapı
1) Abhaz ve Dağıstan prenslikleri (hanlıklar) istila süreci
oluşumları idiler. İran prenslikleri İran’a, ardından Rusya’ya
bağlı idiler. Abhaz prensliği de, Gürcü ve Osmanlı dönemleri
ardından, en son, 1810-1864 yılları arasında Rusya’ya bağlıydı. Bu
yörelerde yarı feodalizm söz konusu edilebilir: Abhazya’da
feodalizm, Dağıstan’daki kadar gelişmemişti, üç sacayağından
sadece biri, soylu sınıfı ve ona ait olan serfler (toprak
köleleri) vardı ama ruhban sınıfı oluşmamıştı, Dağıstan’da ise,
ilave olarak toprağa dayalı ruhban kurumu (tarikatlar, şeyhlik ya
da imamlık kurumu) vardı. Her iki yörede de halkın bir bölümü serf
(toprak kölesi) idi ama eski komün (arkaik) kalıntısı, toprak ve
mülk sahibi geniş bir köylü sınıfı da vardı. Bu sınıf idari ve
dini yönlerden soylu sınıfına ya da ruhban sınıfına bağlıydı,
vergi veriyor, savaşa katılıyordu.
2) Feodalizmin zayıf olduğu yöreler: Bunlar köy beyleri
(pşı) tarafından yönetilen ve birbirinden bağımsız köylerden
oluşan Adige, Karaçay-Balkar, Oset, İnguş, Çeçen ve bazı Dağıstan
toplulukları idiler. Çeçenler arasında, soylu sınıfı yanında
toprak ve otorite sahibi bir ruhbanlık kurumu da (şeyhlik ya da
imamlık) vardı. Ancak İmam Şamil, egemen olduğu yörelerde soylu
sınıfını ve köleliği tasfiye etmiş, eşitlik temelinde dinsel bir
yönetim kurmuştu.
Kabardeylerde ve diğer Adige toplumlarında soylu (pşı-work), serf
(pşıl’ı) ve köylü (fekol’;lhukol’) sınıfları ve bunların küçük
türevleri vardı. Ruhban sınıfı ya hiç yoktu ya da çok zayıftı,
mülkiyete dayalı bir gücü yoktu. Birçok tarihsel belgede sadece
soyluların namaz kıldıkları, halkın ise pagan (çok tanrılı)
inancını sürdürdüğü belirtmektedir. Soylular, birçok durumda
Kırım’dan atanmış kişiler olarak siyasal baskı nedeniyle de
kılıyor olabilirdi.
1860’larda, reform programı çerçevesinde Kabardey’de tamamlanan
reform sonucu, Kabardey ve Balkar nüfusunun yarıya yakını
özgürlüğünü elde etmişti. Bu da bize Kabardey nüfusunun yarısının,
belki de çoğunun özgür bireylerden oluşmuş köylü sınıfı
(лъхукъол1) olduğunu, dolayısıyla soylu sınıfının sanıldığı kadar
da güçlü olmadığını gösteriyor (Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya, Ö.
Özbay).
Prens ya da köy beyleri daima dış destekler sayesinde statülerini
sürdürmüşlerdir.
Prens,
köy beyi (pşı) ve kurumlaşmış Şafii din adamları tarafından
yönetilen topluluklar, savaşlar sonucu, daha büyük oranda
varlıklarını sürdürmüşlerdir.
3) Geleneksel demokrasiyi (kadim/arkaik demokrasiyi)
koruyan topluluklar Adigelerde çoğunluk, Çeçen ve Dağıstanlılar
arasında azınlık konumunda idiler, Adigelerde toprak mülkiyetinden
güç alan kurumlaşmış bir ruhban sınıfı ise yoktu.
Sanırım
adı “Kafkas Kılavuzu” olacak, ortaokul ya da lise öğrencisi iken
Rusça’dan çevrilmiş eski yazı bir kitap okumuştum. Çerkesya’dan
söz ederken Karadeniz bölgesinde ateşe verilip yakılmış yüzlerce
Çerkes köyü enkazı bulunduğunu, aklımda kaldığı kadarıyla,
Dağlıların “Vatan muhabbeti nedeniyle değil, serbest yaşamaya
alışık oldukları için direndiklerini/savaştıklarını” yazıyordu.
Doğru olabilir mi?
Vatan sevgisi 18. yüzyıl sonlarında, ulus sevgisi ile birlikte
oluşmuş bir düşüncedir. Bu arada 1940’lı, dahası tek tük de olsa,
1950’li yıllara değin, Türkiye’de, 1860’larda Kafkasya’dan gelmiş
yaşlılar vardı. Bunlar Kafkasya’dan özlemle söz ederlerdi. Söz
konusu özlem, belki de topraktan çok, oradaki -devletsiz- özgür
yaşam olabilirdi.
Bu noktalar da araştırılırsa iyi olur diyorum.
Aytek Sey
08. 03.
2009
"Türkiye’de, 1860’larda Kafkasya’dan gelmiş yaşlılar vardı. Bunlar
Kafkasya’dan özlemle söz ederlerdi. Söz konusu özlem, belki de
topraktan çok, oradaki -devletsiz- özgür yaşam olabilirdi.
Bu noktalar da araştırılırsa iyi olur diyorum. "
Evet, devletsiz-özgür bir yaşam vardı. Asker yoktu, polis yoktu,
baskı yoktu. Yani devlet yoktu ve bunun gerektirdiği şeyler de
yoktu. Araştırılınca neden oraya özlem duydukları anlaşılacak,
sonuçta bu sonuç çıkacak. Aslında araştırmaya da gerek yok.
Çerkesya örgütlenmesi tam gerçekleşemedi. Pşiler, önderler
erkenden öldüler.
Düşünün, Mustafa Kemal daha adı duyulmamış iken, Enver Paşa'nın
emrinde Trablusgarp'ta yara almakla yetinmeyip, şehit olmuş
olsaydı ne olurdu? İşte bize devletleşme yolunda önderlik
edecekler onun kadar şanslı olamadılar.
Birazda şans lazımmış, o da bizde yok. Sağlık olsun.
Erhan Hapae
09. 03.
2009
Merhabalar tekrar.
Marksistlerin 'İlkel Komünal Toplum' diye tarif ettikleri toplum
düzeni, insan topluluklarının özgür olmaktan çok başıboş bir hayat
sürdükleri bir dönemi işaret eder. Yardımlaşma, bazı mecburiyetler
nedeniyle ortaya çıkıyor. Doğal afetler veya örgütlenmiş
yağmacılara karşı birlikte hareket etme ihtiyacı ile.
Buradaki demokratik durum bir ‘zor’un eseri. Gel birlikte
hareket edelim ve bu yağmacılara karşı kendimizi koruyalım,
seninde bu konuda fikrin vardır, dinlemek isterim vs. Böyle bir
şey olsa gerek. Düşman savuşturulduktan sonra veya doğal bir afet
geçiştirildikten sonra dağılan bir birlik. Bu, benzer nedenlerle
ortak davranma sürekliliğini gösteremiyor. Uzun süre yaşaması bir
şans işi, yaşayamıyor da zaten. Çünkü, daha önce bu düzeni terk
etmiş ve kölelik düzenine geçmiş toplumlar için her zaman kolay
bir av olmuşlar.
Sayın HAPİ'nin de belirttiği gibi kol gücü dışında bir üretim
aracının olmadığı o çağlarda köle sahibi olmak bir servet sahibi
olmak anlamına geliyor. Bu ise zamanla servetin artmasına,
kölelerin artarak sarmal bir şekilde zenginliğin çoğalmasına neden
oluyor. Bu servet kendini koruyabilmek için artık toprakta
çalışmaya mecbur olmayan bir askeri gücün oluşmasına ve nihayet
otoriter bir merkezi gücü (devlet) ortaya çıkarıyor.
Merkezi devletten uzakta yaşayan insan toplulukları bir süre yine
eski özgür yaşamlarını (başıboş yaşamın da denebilir) sürdürseler
de merkez onları eninde sonunda kıstırıyor ve düzene dahil ediyor.
Bu durum muhtemel ki çoğu toplumun başından geçmiş bir şey.
İşte, Köleci krallık ve imparatorluklar vs. düzeni başlıyor,
demokrasi veya özgürlük gibi şeyler kalmıyor ortalıkta. Artık bu
çağlardan itibaren merkezi otoriteden koparılan küçük küçük haklar
ile özgürlükler çok uzun mücadelelerin sonunda genişleyecektir.
Feodal toplum, Köleci toplumda üretimin tıkanması sonucu ortaya
çıkmış bir şey. Köleler için yaşamak ile ölmek arasında ne zamanki
bir fark kalmadı köle ayaklanmaları sökün etti. Köle
ayaklanmalarının önemi büyük ama değişimin temel nedeni; düzenin
bizzat kendisinin 'üretimin gelişiminin önünde engel' hale
dönüşmesi. Yeni kurulan Feodal Toplum'da kölelik ortadan kalktı
serfler çıktı ortaya. Ürettiğinin yarısı gibi bir bölümü kendine
ayırma hakkına sahip, öldürülemeyen ve ancak toprağın satılmasıyla
sahip değiştiren, münferiden satılamayan bir sınıf ve bu sınıfın
ürettiği değerleri yöneten bir soylular sınıfı.
Feodal toplumda yalnızca köleler serfleşmedi, soylu sınıflarda
krallara karşı özgürleşti. Tartışıldığı gibi daha federal bir yapı
çıktı ortaya. Çok uzun bir sürecin işi bu.
Çerkeslerde tarihin bir köşesinde zamanın modern sayılabilecek bu
yönetimine bir şekilde bulaştı. Burada sayın HAPİ sanki, bunun
Abzegh, Shapsugh, Natukuay gibi Çerkes boylarında oluşmadığını
söylüyor. Burada bir sıkıntı var. Anadolu Abzeghlerinde bile
(diğerlerini iyi bilmiyorum) Kabardeylerde olduğu kadar olmasa da
damat veya gelin adaylarının aile kökleri uygun-uygun değil
anlamında halen soruşturulur. Bu zengin mi fakir mi diye yapılan
bir sorgulama değildi ve bu durum feodaliteden kalma bir
gelenekmiş gibi gelir bana. Ayrıca Maykop çayırının, Abzeghlerin
köle sattığı bir pazar olduğunu bir kaç yazısında belirtti. Eğer
bu gerçekse, onların arkaik demokratik bir düzen sürdürdükleri
konusundaki şüphelerim daha da artıyor demektir.
Çok eskilere dönmeden Çerkesya feodalizmini kaldığımız yerden
ilerleyerek sürdürme dileğiyle. Saygılar.
KUŞHA Faruk Özden
09. 03.
2009
Avrupa’daki feodalizmi özetledikten sonra Adigeler de özelinde
Kabardeyler de feodaliteyi anlatmaya çalışalım. Kabardeylerde
feodalizmi irdelememin iki nedeni var. Birincisi Adigeler
içerisinde feodalizmin en katı uygulandığı kabile Kabardeyler,
ikincisi ise Kabardey olmam ve toplumsal yapıyı az da olsa yaşamış
olmam.
Toplumsal piramitte üstte pşıler, tek değildirler. Onlara en yakın
olanlar lekueleşler ve toplumun belirleyicisi olan workler.
Lxukueller özgür köylülerdir. Pşıller yarı özgür serfler ve
vuneutler. Sayıca az olan ve hiçbir sosyal statüsü olmayan
kölelerdir. Genellikle savaş esirleri ve onların çocuklarıdır.
Adige toplumsal yapılanmasının omurgasını workler oluşturur.
Özellikle Kabardeylerde worklerin toplum içinde özel yerleri
vardı. Her şeyden önce xabzeye uygun davranışı; work tavrı, work
duruşu olarak nitelendirilirdi.
Adige feodallerini, Avrupa feodalizmi ile karıştırmamak lazım.
Avrupa da güçlü feodallerin; büyük şatoları, geniş toprakları ve
onlara çalışan binlerce serfi olmuştur.
Adige feodalleri, özelinde Kabardey pşıleri bir kaç köyü olan esas
gücünü worklerden alan, Avrupa’ya göre küçük senyörler gibi idi.
Gücünü worklerden alırdı, çünkü silahlı güç workler idi.
Kabardey pşılerinin, Yinal’in torunları oldukları anlatılır. Peki
Yinal’dan önce pşı yok muydu? Ki, Yinal'ın Mısır’dan dönen Memluk
kumandanı olduğu da söylenir.
Köleci toplumun bir üst aşaması olan feodal toplum yapısı
kendiliğinden ortaya çıkmaz. Ki, Adigelerde köleci toplum yapısı
da tasfiye edilmemişti. Eğer ki, iddia edildiği gibi, bazı Adige
kabilelerinde arkaik demokrasinin olması -ki varsa-, övünülecek
bir durum değil. Tamamıyla ilkellik göstergesidir. Toplumun halen
toplayıcılık ve avcılık aşamasında kaldığını söylemek gerekir.
Halbuki Adigeler toprağı işlemeye başlayalı asırlar geçmiştir.
Pşı kendi ismiyle anılan köyde otururdu. Bir pşının bir veya
birkaç köyü olurdu. Pşılerin köylerinde, köylerini kaybetmiş yani
köysüz kalmış başka pşı sülaleleri de oturabilirdi. Pşıler idari
yönden yardımcı olarak kozde tayin ederdi. Pşının olmadığı
zamanlarda pşı kadar yetkili idi. Pşıler pşı sülalelerinin kızları
ile evlenirdi. Bazen lekueleş sülalalerin kızlar ile nadiren de
work kızları ile evlenirlerdi.
Mehmet
10. 03.
2009
Kölelik
olgusu sanki feodaliteyle paralellik arz ediyormuş gibi bir
düşünce var burada. ‘’Ne kadar feodal, o kadar köleci’’ anlamı
çıkıyor ki, yanlışlık burada. Kölelik, feodalizm, demokrasi
kavramları biraz anlam kaymasına uğramış. Kabardeylerdeki düzen
ile Shapsugh Natukuay ve Abzeghlerdeki düzen farklılığı toplumsal
bir farklılık olmayıp yönetimsel bir farklılıktır. Kabardeylerde
pşı söz sahibiyken diğer Shapsugh Abzegh ve özellikle
Natukuaylarda aile ittifaklarının ortak kararları esas alınıyordu.
Bu sisteme ne kadar demokrasi denir bilemiyorum ama kölelik olgusu
bu tarafta da Kabardeylerde olduğu gibi devam etmiştir.
Ayrıca köle kavramını açtığımızda, ben bu kavramı iki kategoriye
ayırıyorum:
Birincisi bugünkü anlamında kullanılabilecek bir meta gibi;
satılabilen, alınabilen, takas edile bilinen bir olgu. Gerçek
anlamda kölecilik denilebilir buna.
İkincisi; bugünkü köle anlamının dışında bir olgudur ki, buna
gerçek anlamda kölecilik denmez. Bugün Güneydoğu Anadolu’daki
aşiret sistemine benzerlik gösteren, toplumun sınıfsal
farklılığından kaynaklanan düzen. Shapsugh, Abzegh ve
Natukuaylarda birinci kategorideki kölelik devam etmiştir ki,
Karadeniz limanlarından İstanbul ve Trabzon limanlarına köle
ticareti uzun yıllar devam etmiştir
Shapsugh Abzegh ve Natukuayların ret ettiği sistem -aşiret
sistemi- bir pşıya bağlılık. Yoksa kölelik önce Rusların ve sonra
Osmanlı’nın engellemelerine rağmen ticari anlamda hep vardı. Tüm
yasaklamalara rağmen özellikle savaşın son dönemlerinde hayli
yoğun bir şekilde yapıldı bu ticaret.
Çünkü!
’’Çünkü’’sü; aşağıdaki satırda açıkça bellidir.
Okuduğum 1855 yılında yayınlanmış bir Amerikan gazetesinde aynen
söyle bir yazı vardı:
“Çerkesya’nın Tuapse limanından Trabzon’a gelen Çerkesler
yanlarında getirdikleri köleleri (bunların içinde kendi çocukları
ve eşleri de olmak üzere) burada satarak elde ettikleri gelirle
silah ve cephane alıp Ruslara karşı savaşmak için ilk gemiyle
tekrar Çerkesya’ya dönüyorlar.“
Aslında burada alınması gereken büyük bir ibret var ama alabilene…
Selamlar.
Erhan Hapae
10. 03.
2009
Mehmet
hoşgeldin.
Durum biraz daha berraklaşıyor.
Shapsugh-Abzegh-Natukuaylarda, pşıler bir şekilde tasfiye ediliyor
ama yerine ikame edilen şey biraz daha büyük bir gurubun ortak
iktidarı. Aslında feodalizm zayıflamış olarak sürüyor. Sürüyor,
çünkü sınıflar hala var. Köle ticareti artık dünyada
meşruiyetini yitirmiş (eski çağda meşru idi) ama Birleşik
Devletlere Afrikalı kölelerin getirilip satıldığı gibi gayrı-meşru
olarak sürüyor. Esas düzen o değil, esas düzen feodalizm.
Batıda pşıların tasfiyesi olumlu bir şeymiş gibi görünüyor ama hem
yerine ikame edilen yönetim biçimi yetersiz hem de köle
ticaretinin sürmesi kötü.
1789 Fransız Devrimi, bırakınız köleliği -ki, o çok daha eskilerde
tasfiye edilmişti- serfliği de ortadan kaldırmış özgür işçiler
haline dönüştürmüştü.
Mehmet'in aktardığı Amerikan menşe-ili haber kupürü, Fransız
Devrimi’nden 66 yıl sonra bile bizimkilerin hala köle ticareti
yaptığını iddia ediyor veya gösteriyor. Burada, bütün toplumlar
paralel tarih süzgecinden geçmemiştir ve şartta değildir denebilir
ama durum vaziyette bu.
Batıda pşıların tasfiyesi, Çarlık ile yapılan çatışma ve
antlaşmalarda, bu gurubu lidersiz ve siyasetsiz bırakmış
gözüküyor. Feodal efendilerin daha etkin olduğu Kabardeyler ve
Bjedughlarda sürgün sınırlı ve hatta az.
Sürgün esas olarak Abzegh-Shapsugh-Natukuay gibi siyasi
önderlerini yitirmiş toplumları sildi süpürdü. Bu gün Adigey
topraklarında bin civarında Abzegh, on bin civarında Shapsugh
nüfus var, Natukuaylardan ise bahsedilmiyor artık.
Bu noktada, Çarlığın süpürüp temizlemek istediği esas olarak Kuzey
Batı Kafkasya idi (Kuzey Kafkasya'nın en verimli toprakları)
denebilir ama unutmayalım ki Bjedughlarda orada oturuyorlar ve
onların önderliği bir şekilde uzlaşıp topraklarını terk etmek
zorunda kalmadılar.
Bu gün Adigey Raspublika diye bir olgu varsa, birazda o gün o
uzlaşmayı becerenlerin sayesinde sanki.
Saygılarımla.
HAPİ
Cevdet Yıldız
10. 03.
2009
Saygılar.
1) Adigeler ve Adige kültürü, bazı ilkel
topluluklarınkilerle karıştırılmamalıdır. Adigelerin başta Nart
destanında ifadesini bulan büyük bir kültürü vardır. Nartlar
sınıfsız toplumun destanıdır. Sınıfsız toplum, her zaman için
geri/ilkel toplum demek değildir. Yeryüzünde sadece 12 yaşayan
ulusun destanı vardır, bu uluslardan biri de Adigelerdir (Bkz.
“Güzel Şeyler de var” başlıklı köşe yazımız, Vıcuh Maryet’in
verdiği bilgi, CircassianCanada).
Adigelerden komşu toplumlara doğru bir kültür akışı olması,
oralardan ve başkalarından da bir çok şeyler alınmış olması çok
doğaldır.
Adigeler henüz destan ve folklor ürünlerini yeterince
değerlendirebilmiş değiller. Bunun için bilimsel enstitü ve
kadrolar, her şeyin başında da para ve yayın olanağı gerekir.
Ayrıca bu tür çalışmalar, uzun süreli çalışmalar ve yetenek
gerektiren işlerdendirler, bu tür işleri, özellikle ileri olan,
özgür düşünce ve bilimsel eleştiriyi geliştirmiş olan toplumlar
başarabilirler. Bu çerçeve dışında bazı kişisel başarılar da
olabilir. 1 milyar 500 milyon Müslüman nüfusa karşın Kuran’ın bile
tatminkar biçimde yorumlanmış olduğu söylenemiyor, yeni yorumlar
planlanıyor…
Ben
destanları kıyısından köşesinden şöyle bir gözden geçirmiş biri
olarak şu kadarını söyleyebilirim. Adige toplulukları arasında
anlatılan destanlar sadece biçimsel yönden değil içerik yönünden
de birbirinden farklı olabiliyor. Örneğin, Shapsugh’daki parçada
sekse pek yer verilmezken, Kabardey’de seks yönlü gelişme var,
destanı Adige-Kabardeylerden almış olan komşu Osetlerde bu, daha
belirgin olabiliyor. Bir örnek: “Nartların Altın Elma Ağacı”
parçasında, deniz dibinde evlenip gelen genci, kıyıda bekleyen
ikiz kardeşi karşılıyor ve üçü birlikte eve dönüyorlar. Oset
varyantında ise, kıyıda bekleyen kardeş ava gittiğinden kulübe
boş, deniz dibinden çıkan genç ise, karısını kulübede bırakıp
kardeşini aramaya çıkar. Bu arada avdan dönen kardeş kulübede
güzel bir kadınla karşılaşır, kadın da bu gelen ikizi kocasından
ayıramaz, bilmeden kayınbiraderiyle kulübede cinsel ilişkiye
girer. Durum anlaşılınca, üçü de intihar eder. Böyle bir davranış,
masal da olsa, ilkinde pek bayağı bir şey, yakışıksız şey bulunur,
sanırım hiç yapılmaz. Yani anlayış ve algılayış farkı var. Bu
fark, sanırım feodal anlayışın/yaşayışın dıştan bir empozesidir.
Burada topluluklar arası anlayış farkları, nüans da dense, ortaya
çıkıyor. Bu nüans, sanırım toplumsal yapı farklılıklarını
(sınıfsız-sınıflı) da yansıtıyor.
Bildiğim bir iki yaşanmış olayı aktarayım:
Demokratik toplumda demokratik kurallar geçerlidir, kurallar
kişileri korur, yani toplum üstü ve katı kurallar vardır, toplum
hiçbir bireyinin aşağılanmasına izin vermez, ilişkiler nezaket
kuralları çerçevesinde olur, kabalığa pirim verilmez. Örneğin
karısını döven, Kafkasya’dan, bir feodal yöreden gelen bir akrabam
(vınekoş), kızın erkek kardeşi tarafından başı kesilerek öldürüldü
(Bkz. Kafkasya’dan Anı Kırpıntıları, CircassianCanada, Öyküler
bölümü). Yine 40 yıl kadar önce, karısını ağzını ve burnunu
kanatacak ölçüde döven gençten biri, peşine düşen köylünün elinden
kaçarak kurtulabildi, korkusundan olmalı, bir daha da köye ayak
basamadı. Yine köyden yoksul bir delikanlı (köy imamı, o zamanlar
köy imamlarına maaş ödenmezdi), öksüz ve bir Adige ailesinde, kent
de besleme olan bir Laz kızı ile evlendi, “Akrabamız” diyerek
birtakım Laz ve Gürcüler kızın peşinden sık sık köye gelmeye
başladılar. Köylüler “Bu bizden olmayan insanları evine sokma”
diyerek uyardılar çocuğu ama o, “Hanımın akrabaları onlar” diyerek
o kişileri Adigelerle karıştırma budalalığında bulundu. “Bıyık” (peç’oh)
denen kamyonet sahibi bir Gürcü, küçücük bir kız çocuğu da olan bu
kadını ayartıp kaçırdı. Tabii bir süre sonra yakalandılar, Bıyık
hapishanede şişlenip öldürüldü. Kadın da karakola getirildi,
duyduğuma göre, bir Karaçay polisin sorusuna karşılık kadının
“Çerkes’im” demesi üzerine, “Laz’ım” diyene değin de epey dayak
yemiş.
Kadının
kocası “Ne yapayım, kızım var, kadın da güzel” diyerek, karısını
yeniden kabul etme eğilimi göstermiş, bunun üzerine kendisine köyü
terk etmesi söylenmiş, terk etmiş ama kadınla birleşmeyi göze
alamamış.
Kız çocuğunu şehirdeki halası büyüttü.
Daha sonra kente gidip para karşılığı fuhuş yapmaya başlayan bir
yabancı (Ordulu) gelin de köyden kovuldu. Böyle örnekler az değil…
Gençlerin çok dikkatli olmalarını ve kendilerini aldatacak
kadınlardan kaçınmalarını öneririm…
Görüldüğü gibi, Adige toplumunda çok sıkı ve birey üstü bağlayıcı
kurallar vardır.
Adige toplumsal yapısını ve geleneklerini ilkel topluluklarınki
(barbar toplulukları) ile karıştırmak ve karşılaştırmak doğru
olmaz. Bu konuda Prof. Dr. Asker Hadeğal’dan bir aktarmayla
yetineyim:
“Çok eskiden ilkel toplulukların vahşi doğada göçebe toplulukları
biçiminde dolaştıkları dönemlerde, Kafkasya’daki Adigeler,
çağlarına göre ileri ve daha üst bir toplumsal yaşam düzeyine
ulaşmışlardı ama henüz yazılı bir yaşamları oluşmamıştı…
Adigelerin başından iyi kötü çok şey geçti, başkaları tarafından
kendilerine değişik adlar takıldı ama en kalıcı olanları kendi
kendilerine verdikleri ve kendi aralarında kullandıkları adlar
oldu.
Kafkasya’nın nefes kesici güzellikteki ve sağlıklı doğası,
zenginliği ve diğer çekici yanları nedeniyle, Adigelerle dostça
ilişkiler kuran ya da tam tersine sık sık bir çekişme ve savaş
içine giren topluluklarla da karşılaşılmıştır. Örneğin, Karadeniz
yoluyla Adigey (Çerkesya) kıyılarına ulaşan Grekler, bu kıyılarda
koloniler kurdular. Sonuç olarak; Adigeler, gelişmiş bir kültürü
ve yazılı bir yaşamı olan uygar bir halkla (Yunanlarla-HC) ilişki
kurmuş oldular…
Darius Hispas’ın hükümranlığı döneminde, M.Ö. 522’de yaşayan ünlü
antik coğrafyacı Skilaks Kordiask “Propileya” adlı yapıtında Don
ırmağından güneydeki Farz ırmağına (Rioni-HCY) dek uzanan Pont (8)
(Karadeniz) kıyıları dolaylarında yaşayan insan topluluklarını
göstermektedir. Bu topluluklar içinde “Maet” (Meot ya da Mыут1;
Mıvıt') ve “Kerket”lerden de (Çerkeslerden) söz etmektedir (9).
Yani, MÖ 6. yüzyılda, başka bir deyimle, günümüzden 2 bin 500 yıl
önce, kendileri tarafından hiç kullanılmayan “Çerkes” adının
başkalarınca Adigelere verilmiş olduğunu da görüyoruz…
Bütün bunlar bize, ilk önce, Adigelerin ilk çağdan bu yana
Karadeniz (Хы Ш1уц1э), Kerç Boğazı (Xı Tvuale/Хы Т1уалэ) ve Azak
Denizi ( Xı Mıutve/Хы Мыут1э) kıyılarında yaşamakta olduklarını;
ardından da Adigelerin, bu çok eski dönemlerde bile, büyük bir
özgün kültürlerinin bulunduğunu kanıtlıyor. "(Bkz. Asker Hadeğatl,
Nartlar:Adige Yiğitlk Destanı 1, CircassianCanada,
Edebiyat/Efsaneler-Mitoloji bölümü).
2) Kölelik konusuna gelince:
Burada
öncelikle “köleci toplum” dönemi köleciliği ile “feodal toplum”
dönemi “serflik” (toprak köleliği; pşıl’ı) kurumunu ve feodal
toplum dönemi “esir ticareti” kurumunu karıştırmamak gerekir.
Bunlar ayrı olan şeylerdir.
En büyük köleci devlet olan Roma İmparatorluğu, MS IV. yüzyılda
doğudan gelen ‘’kavimler göçü’’ saldırıları sonucu ikiye bölünmüş
(395 ya da 396 yılı), batısı 476 yılında yıkılmıştır. Bundan sonra
köleci toplumdan feodal topluma geçiş süreci başlamıştır.
Dağlık bölgelerde ve izole vadilerde eşitlik esasına dayanan ve o
koşullarda sürdürülen demokratik toplum düzeni, yabancı istila ve
egemenlik dönemleri yaşanmadığından korunabilmiştir. İstilacıların
böyle yerleri ele geçirmeleri ve elde tutmaları adeta olanaksızdı.
Birkaç baş hayvan dışında yağmalanacak şey yoktu. Buna karşın
başlarına koca kayalar ve binlerce ok yağdırılması işten değildi.
Buraları istilacılar açısından çok korkulan yerlerdi. Oysa düzlük
yerler öyle değildir. Buralarda bol ürün, büyük hayvan sürüleri
vardı. Oraları istilalara uğruyorlardı.
Adige kabileleri arasında köle sayıları da bir değildi.
Örneğin, T. Lapinski, ”serf” (pşıl’ı; toprağa bağlı köle) ve
“köle” (vıneut/унэ1ут) ayırımı yapmadan, hepsini köle sayarak,
köle oranının Wubıhlar arasında % 25, Abadzehler (Abzegh) arasında
% 10, Shapsughlar arasında da % 5 olduğunu söylüyor (“Kafkasya
Gerçeği”, Samsun, 1992, sayı 8, s. 54, aktaran L. İ. Lavrov).
Wubıhların en üst tabakası olan eşrafa “kuaşka” deniyordu, bunlar
sadece kendi serf ve kölelerini değil, ”vaghışv” (fekol’) denilen
özgür toplum bireylerini de sömürüyorlardı. Ancak her iki toplum
kesiti de serf ve köle sahibi olabiliyordu. 19. yüzyılda “Vubıkh
yurdundaki üretim ilişkileri ilk feodal döneme ait nitelikler
taşmaktaydı… Nüfusun çoğunluğu resmen hür toplum üyelerinden
oluşuyordu” (age, s. 55).
Wubıh kuaşkaları (eşrafı), diğer Adige topluluklarına göre sayıca
daha kalabalıktı.
Wubıhlarda köle ve serf köylülerin çoğu silah taşıyabiliyor, evin
özgür bireyleriyle aynı sofraya oturabiliyor, kendisi isterse,
ancak o zaman satılabiliyordu (age, s. 54).
J. Bell, “Adigey’de köle ve serf sayısı fazla değildir, Wubıh ve
Cigetlerde ise fazladır” diyor, Wubıh ülkesinde zenginliğin ölçüsü
“sahip olunan köle sayısı”, öteki yerlerde ise “sahip olunan koyun
sayısı” ile gösterilir diyor (age, s. 54). J. Bell’den önce,
özgürlük mücadeleleri sonucu köle sayısı azalmıştı. Kölelik (pşıl’ı)
Rusya yönetimindeki bölgelerde (Kabardey ve Abhazya gibi)
güçlüydü. Bir yerde okuduğuma göre, Kabardey beylerinin elinden
köle öldürme yetkisi Rusya tarafından alınmıştır.
Yukarıdaki aktarmalar, Çerkesya’ya feodal ilişkilerin sızdığını ve
yer yer de güçlenmeye başladığını, ancak dış düşmana karşı verilen
mücadelenin öncelik kazandığını, bu nedenle de özellikle Wubıhlar
arasında demokratikleşmenin gündemden düştüğünü ve toplumun
modernleşemediğini, ama modernleşmeye hazır olduğunu gösteriyor.
Kuşkusuz bu tespitleri yapan Ruslar, durumu Adigelerden çok daha
iyi biliyor olmalıydılar. Rusların Adigelerden kurtulma
politikaları da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Soylu (feodal)
sınıfı ve ruhban sınıfı, ayrıcalıklarına dokunulmadığı sürece,
iktidarlara itaat ederler, uysaldırlar ve pek sorun çıkarmazlar.
Özgür
bireylerden oluşmuş ve hızla modernleşmeye hazır, ama demokratik
normlarına da (gelenek ve kültürel değerlerine) sıkı sıkıya bağlı
Adigeler gibi 1 milyondan çok nüfusu olan bir toplumu itaat altına
almak ve yönetmek, kolay bir şey olamazdı. Ruslar bunu göze
alamadılar. Bu nedenle Rus, ileride kendi monarşisi ve çıkarları
için tehlike oluşturacak olan bu nüfusu dışarıya transfer yoluna
gitmiştir. Osmanlı da onları küçük gruplar halinde dağıtarak
etkisizleştirmeyi başarmıştır, ama böyle yapmakla kendi kalesine
de gol atmıştır, bu başka. . .
Osmanlı topraklarına yerleştirilen Çerkesler, özellikle demokratik
kesim uyum zorluğu çekti. Soylu sınıfınca yönetilen toplulukların
durumu farklıdır. Bunların içinde Türkiye’de yer beğenen, ardından
geniş çiftlik topraklarını ve büyük hayvan sürülerini satıp
adamlarını ve kölelerini toplayıp anlaşmalı olarak Türkiye’ye
yerleşen, hayvancılık yapan ve orduya at satıp para üstüne para
kazanan beylerce yönetilen (pşı) Adige toplulukları da vardı.
Gorbaçov dönemindeki tanışmalara değin, Adigeler arasında büyük
bir Kafkasya özlemi vardı. Bu özlem atalar tarafından genç
kuşaklara aktarılarak gelmiş olan, eski demokratik döneme duyulan
bir özlem, nostalji idi.
KEÇ-I Süleyman’ın dediği gibi, ”neşü, degu ve tlaşe” üçlüsünün
zulmünden bezmiş olan Çerkesler, bize göre, kuşkusuz,
Kafkasya’daki devletsiz ve baskısız eski yaşam günlerine özlem
duyuyor olmalıydılar.
Tanışmalar sonucu, Çarlık ve Komünizm (aslında Stalin faşizmi)
tahribatına uğramış olan Kafkasya’nın artık eski Kafkasya olmadığı
görüldü. Kuşkusuz bu da büyük bir şok ve düş kırıklığı oldu.
3) Soyluluk ideolojisi, kendi görüşünü benimsetmeyi
başarmıştır. Adigeler özgürlüğe çok değer verdiklerinden, özgür
olmayanları öteki, kendi grupları dışında kalan kişiler olarak
algılıyorlardı. Onların yaradılıştan öyle olduklarına
inandırılmışlardı. Din gibi bir şeydi bu. Kaba bir tabirle
köleliği (pşıl’ı ve vıneut) bir kast, bir tanrı buyruğu, neredeyse
bir Kuran ayeti gibi, değişmez bir şey, bir alın yazısı gibi
algılıyorlardı. Shapsughlar ve Abzeghler de o gibi görüşlerin
etkisindeydi. Bu toplumlar içinde de “pşıl’ısı” olan ve esir
ticarete yapanlar da, kuşkusuz vardı, ama bunların sayısı azdı ve
feodal anlamda kurumlaşamamışlardı.
(İlginç bir şey: Manyas’ın bir köyünde (Eşen) bir Çerkes, bir
Manav/yerli Türk kızını ister ama köle diyerek ailesi kızı vermez.
Bu örnek bile insanların nasıl koşullandırılabildiklerini
gösteriyor.)
Nitekim Lavrov, asıl esir tüccarlarının Abzeghler olduğunu
yazıyor. Alıcı taraf kuşkusuz Türklerdi. Türkiye’ye esir satışı
asıl Wubıh limanlarından yapılıyordu.
“Başlıca ihracat ise köle kızlardan oluşuyordu ve bunlar haremler
için Türkiye’ye götürülüyorlardı… Trabzon bakır madenlerinde
çalıştırılan erkek köleler de buradan sağlanıyordu”. 1836’daki Rus
ablukasına karşın 150 teknenin Çerkes kıyılarında faaliyette
bulunuyor olması, Çerkesya ile Türkiye arasında “ne denli yoğun
ticaret yapıldığını göstermektedir (age, s. 52).
Modern
sınıf bilincinden yoksun sıradan Adigelerin soylu (pşı-work)
ideolojisinin etkisinde kalmış olmaları doğaldır. Muskaya ve
büyüye inanan insan sayısı hala az değil. İki olayı anlatayım:
Büyük amcam İkinci Dünya Savaşı sırasında Trakya’da askerdi.
”Çadırlarda donuyorduk. Bereket yakınlarda komşu Bırgehable
(Akınlar) köyünden bir çavuş tanıdık vardı. Çavuşların
çadırlarında soba vardı, oraya gidip ısınıyordum. Bana burada yat
dedi ama kabul etmedim”. Niye, diye sordum. ”Bir pşıl’ıya sığındı
(yek’ol’ejığ) diye adımı söyletir miyim hiç” diye yanıt verdi.
Pşıl’ı olan bir Besleney öğretmen kızla konuşuyordum. Neredense
amcam haberini almış, ”Bir köle gelin getirip bizi küçük
düşürmesin (tişha şşoremıvıt/тишъхьэ ш1орэмыут)” diye haber
gönderdi. Öylesine konuşuyordum.
Çok daha sonraları bir gün, ”pşıl’ının başına günde 7-9 kez
kölelik damarı vurur“ derler, niye, diye sordum. Zavallı köleyi
gelen azarlıyor, giden azarlıyor, yanıt bile veremiyor, ömrü
sıkıntı ve azap içinde geçiyor. Bu nedenle de her şeye itiraz
eden, her şeye sinirlenen kişiler oluyorlar. Aslıda öyle bir şey
yok. Allah herkesi eşit yaratmış. Köleyi insanların kendileri köle
yapmışlar” diye de yanıt vermişti. Anlaşılan rahmetli amcam 1970
yıllarının özgürlük havasında oldukça aydınlanmıştı.
Kölelik ve soyluluk bir sınıfsal, sosyolojik olgudur, Tanrısal ya
da genetik bir olgu değildir kuşkusuz. Toplumda hiçbir kimse, soy
yönünden hiçbir başka kimseden asla üstün değildir. Biz bu
konuları bir tarihsel kesiti incelemek, öğrenmek ve bizden
sonrakilere bilgi aktarmak için işliyoruz. Kimse gocunmasın,
alınmasın, kimse köle değildir. Bugün için demokrasi düşüncesini
paylaşan herkes soyludur. Paylaşmayan kişi, bana göre kral
soyundan gelse bile, soysuzdur.
Ne demiş Abzegh, ”Vıl’me vıl’ako, ”Ул1мэ ул1акъу”/”Adam gibi
adamsan soylusun”…
Sonuç:
Kafkasya’daki Adige demokratik toplum düzeni, kuşkusuz başka
düzenlerden de etkilenmiştir. Ama coğrafi konum, sıkı dayanışma
ruhu nedeniyle, ilkçağlardan gelen demokratik düzen büyük ölçüde
ve çağa uygun anlamda geliştirilerek korunmuştur. Bu düzen
dışarısı ile ilişkisi olmayan, uzayda bir yerlerde yaşayan geri
bir toplumun düzeni de değildi. Çerkeslerdeki temizlik, insani
ilişkiler geri insanların ve toplumların başarabilecekleri şeyler
değildir.
Adigeler hitabete ve saygılı davranmaya, adlarına, dahası topluma
leke getirmemeye özen gösterirlerdi. Adige dili de bir mücevher
inceliğinde ve zenginliğinde işleniyordu, büyük bir folklorik
sanat yaşamı vardı. Örneğin, 1864 yılına değin birçok tıbbi ve
teknik terimin Adigece’si bulunmuştur. Bu da Adigece’nin ne denli
kapsayıcı, teknik ve felsefi terimler üretmeye yatkın ve işlek bir
dil olduğunu bize gösteriyor.
Mehmet
10. 03.
2009
‘‘Batıda pşıların tasfiyesi, Çarlık ile yapılan çatışma ve
antlaşmalarda, bu gurubu lidersiz ve siyasetsiz bırakmış
gözüküyor. Feodal efendilerin daha etkin olduğu Kabardeyler ve
Bjedughlarda sürgün sınırlı ve hatta az.“
Burada küçük bir itirazım olacak. Sonuçta sonuç aynı ama sonuca
ulaştıran argümanların etkileşimleri farklı.
Şimdi batıda pşılar tasfiye edildikten sonra batı lidersiz ve
siyasetsiz kalmadı. Peki ne oldu da batı sürgünü bu kadar
çok yaşadı? Yukarıda katılımcıların, adına demokrasi dedikleri
olgunun azizliğine uğranıldı diyebilirim. Nasıl oldu bu? Aile
ittifaklarından bahsedilmişti. Burada kararlar çoğunluğun
ittifakıyla alınıyordu. Karara itiraz edip azınlıkta kalanlar bu
karara uymak durumundaydılar. Örneğin 30 aileden oluşan bir
ittifakta Ruslara karşı direnelim diyenlerin sayısı 20, anlaşmaya
gidelim diyenlerin sayısı 10 ise, karar direnme olarak çıkıyor,
anlaşmaya gidelim diyenlerde bu karara uymak zorunda kalıyordu.
Demokrasi de böyle işliyordu.
O zaman diyebilirsiniz ki, feodal olsaydık sürgünü bu kadar acı
yaşamazdık. Aslında kazın ayağı öyle değil. Feodal olup da
direnenler yine sürgüne uğradılar. Burada keramet feodal ya da
demokrat olmakta değil. Batıda eğer ittifaklar direnme yerine
anlaşma yoluna gitmedi, feodallerde direnme yolunu seçseydi, bu
seferde demokrasinin zaferinden (!) bahsediyor olacaktık burada.
Birde küçük bir ayrıntı. Ruslar açısından feodalleri ikna etmek,
demokratları (!) ikna etmekten çok daha kolaydı. Zira Rusların
feodallerde muhatapları belliydi ve pşıyı ikna ettiniz mi ona
bağlı bütün toplumu ikna etmiş oluyordunuz ama demokratlarda
ittifaktaki aileleri tek tek ikna etmek durumundaydınız ki, bu da
imkansız gibiydi.
Feodal pşıların anlaşma yolunu seçmelerindeki etken üstün siyasi
yetenekleri mi (!), yoksa kendi pozisyonlarını koruma telaşımı
orası tartışılır. Ancak demokratların demokrasi deneyiminin
sonuçlarının acı olduğu aşikardır.
Selamlar.
HAPİ
Cevdet Yıldız
11. 03.
2009
Sayın
Mehmet kardeşim,
Ben sorunu sırf göç ya da sürgünü konu ederek ele almadım.
Kafkasya'da var olan tarihsel anlamda politik ve sosyal durumu söz
konusu ediyorum.
Adigeler 1830'lu yıllardan 1860'lı yıllara değin sürekli barış
isteklerinde bulundular. Onurlu bir barış, Rus tarafınca sürekli
ret edildi. Özellikle Kırım Savaşı'ndan sonra Çerkesya'nın
stratejik önemi iyice ortaya çıktı. Ruslar Çeçenya ve Dağıstan'da
halkın Rus otoritesine boyun eğmesini yeterli görürken,
Çerkesya'da farklı bir politika izlediler. 1857'de Çerkeslerin bir
bölümünün kuzeydeki Don bölgesine sürülmesi düşünüldü (General
Milyutin raporu), düşünce geliştirilerek 1861 yılında Çerkesya'nın
yerli nüfusundan boşaltılması görüşü benimsendi (Kont Baryatinski
raporu). Etnik temizlik yapılacak alan da belirlenmişti. O tarihte
Adige egemenliğinde olan Kuban ırmağından güneyde Bzıb ırmağına
değin uzanan Karadeniz bölgesi, doğuda Maykop'a, Belaya (Şhaguaşe)
ırmağına kadar olan Kuban toprakları. Çar II. Aleksandr, Çerkes
temsilcilere "Ya Türkiye'ye göç edin ya da Kuban ırmağı boyunda
göstereceğimiz yerlere yerleşin" dedi.
Çerkesler Kırım Savaşı'na katılan müttefikler tarafından, savaş
sonu kaderlerine terk edildiler. Bir tür ihanete uğradılar.
Emperyalist devletlerin huyudur bu. Burada Çerkeslerin hatası
konjonktürü değerlendirememiş, belki de batılı ajanlara kanmış
olmaları olabilir. O saatten sonra feodal ya da demokrat olmak
fazla bir anlam da taşımıyordu. Ayrıca Rusya feodalizmi tasfiye
sürecini resmen başlatmıştı (1861), feodal unsurlardan korkmasına
gerek de yoktu, ancak kendi topraksız köylüleri (Rus serfler) için
Çerkesya'nın geniş topraklarına gereksinme duyuyordu. Böylesine
tüm olumsuzlukların birleştiği bir kesit Adigeleri vurdu.
Eğer Adigeler, sözgelişi 1859 yılında boyun eğmiş olsalardı, belki
de durum farklı olabilirdi.
Feodal ilişkiler her zaman için kurtarıcı olamıyor. Peki feodal
Kırım'dan onca Tatar niçin Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda
bırakıldı?
1877'de soylu sınıfı güdümündeki Abhazların bir kısmı niçin
Rusya'ya karşı ayaklandı ve ne diye Türkiye'ye kaçtı? Eğer bu
ayaklanma olmasaydı, bugün 70 ya da 100 bin yerine 1 milyon
nüfuslu bir Abhazya olurdu. O aman Gürcistan hindi gibi kabarma
cesareti bulabilir miydi?
Soylu sınıfı kendi çıkarını, ulusun çıkarının üstünde tutar.
Büyük bir devlet ile komşu olan ya da büyük bir devlet içinde
yaşayan küçük ulusların maceralara kalkışmaları çok tehlikelidir
ve daima bir risk taşır. Batılıların ihanetine uğrayan Adigelerin
dış yardımsız modern Rus ordusu ile savaşamayacaklarını anlamaları
ve derhal silah bırakmaları mantık gereğiydi. Adigeler
uyanamadılar. Aynısını Çeçenler de yaptılar. Gürcistan bir yerlere
güvenip RF için yaşamsal önem taşıyan Güney Osetya'yı ele geçirme
olayına kalkıştı. Daha önceki Acara operasyonu Gürcüleri yanılttı,
o zaman Rusya Gürcistan'ın bu yaptığına ses çıkarmamıştı.
Balkanlarda küçük devletler kurulduysa, büyük devletler desteği
sayesinde oldu bunlar. Görüyorsunuz Ermenilerin ve Anadolu
Rumlarının hazin sonunu, Batı onları da feda etti.
Sovyetler Birliği'nden en son ayrılan ülke neresidir?
Kazakistan'dır. Niye? Büyük komşu, yani RF ile bir sürtüşmenin
hiçbir yarar getirmeyeceğini biliyorlar, akıllı insanlar, tarihten
ders almasını biliyorlar. En başta Kazakistan'ın dik yarısı Rus.
Gorbaçov bile, bugünlerde RF, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan
arasında kurulması olası bir birlikten söz ediyor. Gerçekleşir
gerçekleşmez o ayrı bir şey.
O halde, genel anlamda söylüyorum, sorunlarımızı çok yönlü olarak
ve barışçı bir bakışla, objektif olarak ele almamız gerekiyor.
Aksi takdirde kaybeden daima biz oluruz.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
11. 03.
2009
Değerli
Arkadaşlar konu dağılıyor ve bunun ilk suçlusu galiba benim,
sonunda sürgünün nedenlerine dair bir provokasyon tarafımdan
geldi, belki de dağınıklığın nedeni bu. Çerkesya yaşamının birkaç
bin yıldan beri sürdüğünü kabul edecek olursak, talihsiz son iki
yüzyılı çok önemli olmakla birlikte, esas saymamak hakkına
sahibiz.
Mehmet'le şu noktada anlaşabiliriz sanıyorum. Feodallerin batıda
iktidarını yitirdiği için sürgün gerçekleşti gibi bir yargıya
sahip değilim. Batıda feodaller iktidar olsa da sürgün
gerçekleşebilirdi. Buna kimse bir şey diyemez ama orda Çerkeslerin
kaderi demokrasinin azizliğine uğradı demekte biraz fazla abartı
olur. Başıboşluk ile demokrasi aynı şeyler değil. Ben Çerkesya’da
var olan düzenin modern (hatta modern öncesi) bir demokrasi
olabileceğini düşünmekte zorlanıyorum.
Ancak kendisinin de belirttiği gibi düşmanın etkili ve hakim bir
muhatabının olmadığı açık. Diğer yandan Kabardey ve Bjedughlarla
ilgili verdiğim örnek bir varsayım değil tersine, bir sonuç. Bu
durum, tesadüfen olmuş olsa bile böyle.
Esas konumuza dönecek olursak; batıda daha gevşek, doğuda daha
koyu olarak feodalizm sürüyor. İçinde iki temel sınıf var, halkın
seçemediği yöneticiler (batıda dar çevre seçimleri işin aslını
değiştirmiyor) ve kaderi bir tesadüflere kalmış olan yönetilenler.
Bu iki sınıfın kendi içinde çeşitli tabakalar var. Üretim kapalı
bir üretim tarzı. Pazar için bir üretim yok. Mesela sanayi
hammaddesi olabilecek olan şekerpancarı üretilmiyor. Bu şu demek;
bir köy veya küçük kabile sadece kendi ihtiyaçları için üretim
yapıyor ve ambarına taşıyor. Bu üretiminin küçük bir bölümünü
gaz-tuz ve bez için satıyor veya trampa ediyor. Mesela sadece
domates üreten bunu pazarda satıp un, kumaş, et, tavuk, gaz satın
alan bir ekonomi yok. Hepsini kendisi üretip kendisi tüketiyor.
İşte bu üretim ilişkileri içinde karşılıklı insan davranışlarını
belirleyen kurallar silsilesi xabze.
Esas konuya geri dönüp, bunu aydınlatmaya çalışalım.
Saygılar hepinize. |