...................
...................
TOPLUMU YÖNLENDİREN XABZE  -4

KUŞHA Faruk Özden
06 Şubat 2009

                         
...................
...................
CircassianCanada Notu:  Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir. 


Necdet Hatam

23. 03. 2009

 

Faruk Sigoş,

Bu taraflara ziyaret ne zaman olabilir?

Seni ne kadar özlediğimi hissediyorsundur…

Eskilerin sesini duymak, aynı platformda olmak ne güzel…

Bu arada şu yıque ya khuyi bir daha gözden geçirelim.

Bence sülale adı ile belirtilecekse çok ince ayrımlar var gibi.

Tanınan bilinen birinden söz ediliyorsa eğer zaten aile adı ve adı birlikte söylenir. Örneğin senden söz ediyorsak

KUŞHA Faruk…

Yaşlı bir grup yeni gördükleri az tanıdıkları biri üzerinde konuşuyorsa bilen tanıyan kişi aile adı ile tanıtır: A şşaler Kuşha yéy.  Adını da biliyorlarsa baba adını bilmiyorlarsa Kuşha ya Faruk.  


Yüklemdeki çoğul yapı aile çoğul olduğu içindir.  

Ancak babası iyi tanınıyor biliniyorsa bu kez de Kuşhaların, Kuşhalardan denmekle yetinilmez, baba adı söylenir.

Kuşha… Baba adı Yıque Faruk gibi.

Özetle oğlu anlamına gelen sözcük ‘’que’’ birlikte söylendiğinde ‘’yı’’ ön eki kölesi anlamını içermez.

Nitekim bugün Kabardey’de Qanoque Aren Beşir Yıque denir.

Eğer toplumda baba daha ünlü olsaydı:

Qanoque Beşir yıque Arsen denecekti. Öyle ki, önümüzdeki yıllar uzun süre QANOQUE Arsen'in oğlu kızı için QANOQUE Arsen yı que…  ‘’Qanoque Arsen yıpxhu’’ denecektir, hiç kuşkun olmasın.

Nitekim "xetxe waréy?" diye sormak ne kadar normal ise xet wırique de gayet normal bir sorudur ve kimin kölesisin değil kimin oğlusun anlamına gelir… Ne dersin?

Dönüşçülük de uzaktan olmaz bilesin… Hani "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" demek yakışmaz sana. Benim anımsadığım KUŞHA Faruk eylem adamıdır.

Anavatanda görüşmek dileğiyle…

Sevgiler.

 

 

Erhan Hapae

23. 03. 2009

 

Değerli Arkadaşlar Merhaba.

Gelip aralarına serpiştirildiğimiz Osmanlı halkları arasında bazı farklılıklarımız olduğunu hepimiz gözlemleyebildik. Bizde köylü idik onlarda köylü ama ev ve avlularımız daha tertipli ve düzenli olarak kuruldu. Tabiatın verdiği imkanlar seviyesinde tarımsal çeşitlilik kısa bir süre içerisinde boy gösterdi. Başta ceviz ağaçları olmak üzere bulunabilen bütün meyve ağaçları dikildi ve üzüm bağları kuruldu. Yaşam kalitesini arttıran bu girişimler, aralarına katıldığımız diğer köylülerde yoktu. Komşu köylerin çocukları biz Adige çocuklarına en azından bu meyve sebze zenginliği açısından imrenirlerdi. Gelişmiş rençperlikle ilgili HAPİ ve KUŞHA'nın söyledikleri bu kısa diaspora yaşamında da kanıtlanıyor.

Diğer yandan benim bildiğim Abzegh-Shapsugh köylerinde hatta tek Besleney köyü olan Göçeri'de insan ilişkileri açısından, diğer çevre köylere göre bir fark daha vardı. Kürt köylerinde ağanın önünde el-pençe,  Türk ve Laz köylerinde zenginin veya devletin önünde 'esas duruş' hali bizim Çerkeslerde görülmezdi pek.  Saygı gösterilirdi ama herkese gösterildiği kadar. Bu ve benzeri örnekler sayın  HAPİ'yi doğruluyor. Modern bir demokrasiden bahsedilemez belki ama derin bir eşitlik ruhu vardı.

Bütün bunlar burada icat ettiğimiz şeyler olamaz, etrafta örnek alacağımız çok gelişmiş bir yaşamda olmadığına göre oradan getirip geldiğimiz anlaşılıyor.

Saygılarımla.

 

 

Nartıj

23. 03. 2009

 

Sayın HAPİ,

O kadar detaylı yazacak vaktim yok. Fırsat olursa yine de yazmaya çalışırım. Ancak bunu herhangi bir Abzegh veya Shapsugh köyünde rahatça gözlemleyebilirsiniz. Yıllar geçse de kaldırılsa da aileler özellikle evlilik söz konusu oldu mu bu meseleleri gündeme koyuyorlar.

Şahsım adına, en iyi Adige halkına hizmet edendir. Ancak gerçekte gerçektir.

Saygılarımla.

 

 

Mehmet

23. 03. 2009

 

Adolph Bergé’nin Shora-Bekmurzin notlarından derleyerek 1866'da yayınlanan “Die sagen und Lieder des Tscherkessen-Volks“ isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim. Aradığınız birçok soruya bu kitapta ulaşabilirsiniz.  Türkçe’si yayınlandı mi bilmiyorum.  

Selamlar.

 

 

KUŞHA Faruk Özden

24. 03. 2009

 

Sayın HAPAE,

Adige feodal yapılanmasını özetledikten sonra, bu toplumsal yapı gelişimini devam ettiremeden kesintiye uğradı.


Daha önceden bahsettiğim gibi Avrupa'daki 1789 Fransız Devrimi yani Burjuva Demokratik Devrimi’nin Çerkes toplumu üzerindeki etkileri çok feci olmuştur.

Çarlık Rusya’sında 1861’de toprak köleliğinin kaldırılması, Kafkasya’daki tarım topraklarının, özgürleşen Kazak ve Rus köylülerine açılması sürgün felaketini tetiklemiştir.

Adige feodalizminin tasfiyesi de kendi burjuvazisi tarafından değil de dış güçler, yani anavatanda Bolşevik İhtilali’yle, diasporada ise 1908 İkinci Meşrutiyet’le Osmanlı burjuvazisi tarafından tasfiye edilmiştir.

Çerkesya’da tasfiye kesin olmuş, diasporada ise tasfiye kısmi yani kölelerin özgürleşmesi şeklinde olmuştur.

Sikueşlape Necdet,

Eski dostum selam. İnşallah anavatana da döneriz. Bazı arkadaşların dediği gibi atavatan değil. Çünkü Türkçe yazıyoruz ve Türkçe de anavatan deyimi kullanılıyor.


Ancak Adigece söyleniş biçimi Adeşxueşıgu veya Adeşxueşınale Türkçe’si ata toprağıdır.

Benim de yikue ile ilgili söylediklerimi daha da açtın. Yineliyorum ‘’kue’’ eki olmadan sadece ‘’yi’’ eki mal mülk için kullanılır. Yineliyorum insan için sadece yi kullanılırsa kölesi anlamına gelir.

70’li yıllardaydı, zannımca HAFİSTE Mıhamet geldiğinde idi: İstanbul Bağlarbaşı'ndaki Dernek Lokali’nde sohbet ederken HAFISTE, ‘’he sareys’’ ifadesini kullanınca, benimle birlikte Uzunyaylalılar; ADEMEY Hikmet, NEĞUEY Turhan ve ben birbirimize baktık, bizde ‘’saşışs’’ ifadesi kullanılırdı. ‘’Sareys’’ ifadesi ise kölesi anlamına gelirdi. Şaşırdık, birbirimize baktık ve fısıldaştık.

Bu kısa nostaljiden sonra esas konumuza dönelim.


Çerkesya’da 1917 Ekim Devrimi ile bütün sosyal sınıf farklılıkları ortadan kaldırılmış; pşı, lekuleş ve köle sahibi workler tasfiye edilmişlerdir. Sibirya’ya sürgün ve akıbetleri meçhul?

Osmanlı Yönetimi’nde ise 1908 İkinci Meşrutiyet ile sadece kölecilik tasfiye edilmiş, yani wuneutler ve pşıller özgür köylü konumuna yasal olarak getirilmişlerdir. Halk arasında hürriyet olarak nitelenir. Hatta Anadolu’da tellalların "Bundan kellim, cavıra, cavır demek yasah" diye bağırdıkları anlatılır.

Çerkeslerde toplumsal gelişme ve değişimi özetledikten sonra ‘’Toplumu Yönlendiren Xabze'’yi yeniden irdelemeye başlayalım.

Şimdilik yine bir virgül koyalım.

Saygılarımla

 

 

HAPİ Cevdet Yıldız

26. 03. 2009

 

Sayın KUŞHA Faruk Özden,

Adigelerde, özellikle fekol' topluluklarında otarşik, yani kendine yetme bir üretim vardı. Büyük boyutta ticaretin gelişmesi için birtakım koşullar gereklidir. Ancak Adigeler arasında hiçbir ticaret olmadığını da söyleyemeyiz. Osmanlı gemileri Çerkes sahillerine ticaret yapma amacıyla gelirlerdi. Örneğin Rus Kazak generali Filipson, Karadeniz kıyısında yaşayan Çerkeslerin Türkiye ile ticaret yapmalarına izin verilmesi halinde, Çerkes sorununun barışçı yoldan çözülebileceği görüşünü savunmuştu ("Çerkes Soykırımı" kitabı). Ancak kabul edilmedi, çünkü Ruslara Çerkesler değil, Çerkeslerin toprakları lazımdı. Oralara Rusları yerleştirmeyi planlamışlardı. Ticaret, engellenmediğinde, pazarlarla ilişki kurulduğunda gelişir. Adigelere bu fırsat verilmiyordu. Ayrıca Ruslar ilk etapta Adige ekonomisini çökertmek için verimli arazileri ele geçirip Adigelerin toparlanmak için gerekli yaşam kaynaklarını yok etmişlerdi, ele geçirilen Çerkes arazilerinde stanitsa denen kale tipli Kazak köy ve kasabaları kurdurdular. Pşılar tarafından yönetilen doğu topluluklarında durum biraz farklıdır. Pşıların büyük arazileri ve büyük hayvan sürüleri (at, koyun, sığır) vardı, bunları Ruslara satarlardı. Son dönemde Kabardey ticareti,  takas ya da trampa biçiminde Ruslarla yapılıyordu. Adigelerin para ile ticaret yapmalarına ve kentlere yerleşmelerine izin verilmiyordu. Bu da anlamlıdır.


Bir de "pşıl'ışhaşefıj", yani "azatlı köle",  fekol' statüsü kazanır, istediği yere pşıdan izinsiz yerleşebilir, ancak fekol' statüsünde biri olarak, örneğin Kabardey yöresi ya da pşı egemenliği olan bir yörede pşısız (beysiz) bir köye yerleşemez, çünkü öyle bir köy yoktur. Daha önce söylediğim gibi, pşı egemenliği olan bir yerde bir özgür fekol' köyüne yaşam hakkı tanınmaz. Bu nedenle mutlaka bir beye ya da bir "l'ekotleş"e (en üst derece worke) ya da pşı vasalı olan bir worke bağlı yaşamak zorundadır. Çünkü work, fekol', pşı'lı ve vıneut, bunların hepsi zincirleme olarak pşı'ya, pşı da bir yerlere bağlıdır. Bunların hepsi tam özgür insanlar değildirler: "Baş başa, baş padişaha bağlıdır" dendiği gibi.


Bir önceki yanıtımda, Kabardeylerde fekol'un angarya yükümlülüğü olup olmadığını bilmediğimi söylemiştim. Unutmuşum, fekol'un angarya yükümlülüğü vardır, örneğin fekol'un pşı'nın konuklarını ağırlama yükümlülüğü vardır.

Bir yerlere bağlı olmayan, tamamen özgür olan fekol'lar pşı egemenliği olmayan özgür yerlerdekiler idi. Oralarda bağımsız köy toplulukları sistemi vardır, ileri demokrasi o tür yerlerden yayılmıştır, örneğin İsviçre.

Saygılarımla.

 

 

Morkano

27. 03. 2009

 

Sayın Faruk bey aşağıdaki yazıyı yorumlayın sonra bakalım feodal pşi işlerine…


''Baykaldı. H
25. 01. 2006

Sayın okurlar,  

Çok hassas ve önemli bir konuda bir kaç cümleyle bende katılmak istiyorum. Önce şunu söylemeliyim ki,  diğer milletler bile Çerkeslerden bahsederken Çerkes asaletinden bahseder, gururundan bahseder,  yiğitliğinden bahseder. Tabi bu bizim için övünç kaynağıdır. Gerçektende asiller davranışlarıyla,  konuşmalarıyla, hal-hareketleriyle topluma örnek olurlardı ama bizim asilzadeler kendilerini o kadar kaptırdılar ki, bu unvana geçmişte gözleri hiçbir şeyi görmedi, kendilerini her şeyin üstünde gördüler. Bunun sonucu da bu sülaleler birer birer yok olup gittiler. Bakarsanız Uzunyayla’ya köylere ismini vermiş pek çok sülale, geçmişte kendi insanına yaptıkları eziyet ve zulümler sonucu ilahi adaletle çoğunun soyu kurudu.  Pek çoğununda kurumak üzere.  

Onların köylerini satmalarından tutun, kapısında çalıştırdıkları Çerkeslerin kızlarını zorla başkalarına sattıklarını, diğerlerini nasıl aşağıladıklarını anlatmaktadır büyüklerimiz hala. Eğer isteyen olursa bununla ilgili pek çok bilgi dahi verebilirim. Kafkasya’da zamanın şartlarına göre bu oluşmuş kısmen burada da devam etmiş, hala devam ettirenlerde vardır. Asalet kanda değil ruhtadır, demiş KAZANUKO Jebağı.  

Sülalemden asla gocunmuyorum, hangi mertebede olduğunu da çok iyi biliyorum. Bu yüzden kardeşim biraz hararetli yaklaşmış olaya. Çoğuna katılmamakla birlikte bazı kısımlarına da katılıyorum. Mesela günümüzde yapılan yanlışlıkların çoğu ayıp kavramının ortadan kalkması ve değerli bir thamademizin olmayışıdır.  

Eskiden bu yanlışlıklar ya ayıp kavramıyla ya da o köyün pşısı sayesinde önlenirdi. Kim bilir belki de yok oluş sürecide böyle başladı. Ayrıca tartışılmasında bir sakınca görmüyorum. Asillik olarak değil tabi sülale olarak. Çünkü sonradan içimize pek çok yabancı yerleşti. Onları ayıklamanın tek ipucu sülalelerdir.  

Kimse çocuklarına sülalesini unutturmasın.''

 

 

KUŞHA Faruk Özden

29. 03. 2009

 

Sayın HAPİ Cevdet Yıldız,

Canlı ticaretin göstergelerinden birisi, şehir yerleşimidir. Feodal toplumda da nakdi birikimin göstergelerinden biriside feodallerin oturduğu yerlerdir, yani konak veya şatoları. Sayın HAPAE'nin yazdığına göre; gerek Kabardey, gerek Adigey, gerekse Abhazya’da feodallere ait görkemli eski yapı, yani konak şato, malikane, manastır veya başka bir ibadethane görmediğini anlatıyor. Ancak Abhazya’da Rus Çarı’nın kuzeninin bir malikanesi ve eski Bizans manastırı gördüğünün anlatır.

Yerleşkenin olmadığı yerde ticaret olmaz, ticaretin olduğu yerde yerleşim birimi ve pazar oluşur.

Çerkesya’da sahil hariç, iç kesimlerdeki yerleşim yerleri yani kentler Maykop ve Nalçik şehirlerinin kuruluşu dahi 200 yılı pek geçmez. Ki, bu şehirlerde Rus garnizonlarının yanında oluşmuştur. Avrupa’da da şehirler şatoların yanında sur diplerinde oluşmuştur. Ancak oluşmaya başladığı tarihler çok eskidir. Türkiye de çoğu şehir merkezi, 600 yıllık Osmanlı’dan eski hatta ilk kuruluşları ilk çağlara uzanır.


Özet olarak ticaretin yani para ile mal alıp satmanın olmadığı yerde ki üretimde verim yüksek olmaz, verimlilikte düşünülmez.

Pşıların hem büyük arazileri, çok sayıda yani sürülerle at ve koyunlarının olduğunu söylüyorsunuz. Öte yandan para ile ticaretlerine müsaade edilmediğinin altını çiziyorsunuz. Satılamayan hayvan sürülerini neden besliyorlardı?

Ben filolog değilim, ancak ailemden öğrendiğim ve çevremizde kullandığımız Adigebze (Uzunyayla’da kullanılan Kabardey diyalekti) ile bazı kelimeleri kullandığımız biçimine göre değerlendirmeler yapıyorum: "Pşılshaşehuıj" azatlı köle anlamında değildir. Azatlığını ödeyerek özgürleşen köle anlamındadır. "Şhaşehuıj" azatlık bedeli demektir. Zaten pşıllerin tamamı azatlı kölelerdir. Ya bedelini yani şhaşehuıj öder veya efendisinin insafı ile azat edilirdi.

Diğer bir konu da Kabardey de bütün köylerin pşılarının olduğu veya pşıya bağlı oldukları; sizden ricam kaynaklarınızı bir daha gözden geçiriniz. Çünkü köye adını veren work sülaleleri ile köye adını veren pşı sülalelerinin durumları farklıdır. Kendi köyüm ve çevremdeki köylerden bahsedeceğim: Büyük dedem komşuları ile birlikte Kafkasya da Şegem köyünden kalkıp Uzunyayla’da şimdiki adı Karakuyu olan köye yerleşti. Karakuyu’nun yukarı mahallesinin adı Şegem diye anılırdı. Şegem’in yaylak yeri olan Karahalka’ya birkaç aile ile birlikte yerleşti ve köyü kurdular. Mertazeler daha sonra geldi. Dedem daha sonra dayılarının köyü olan Kırkpınar'a yerleşti. Adigece adı Sasıkhable'dir. Batısında Kurbalık (Şıgebehuey) ve Viranşehir (Kundetey) köyleri. Hiçbirisinin pşısı yoktur. Çünkü bu köyler Kundetey köyleridir. Kabardey’de dahi pşı hegemonyasını kabul etmeyen köylerdi.

Sizin "work, fekul, pşılı ve vuneut, bunların hepsi zincirleme olarak pşıya, pşı da başka bir yere bağlıdır" tespitinize uymuyor.

Şunu söyleye bilirim, Kabardey’de pşı veya lekueleşsiz köyler vardı. Ancak worksız köy yoktu.

Devamlı örnek gösterdiğiniz İsviçre Kanton yönetimi feodal düzeni yaşamadan gökten zembille inmemiştir. Roma Cermen İmparatorluğu’nun (ki feodal krallıktır) yönetiminde olan yeleşkelerdi. Feodallerden kurtulmak için verdikleri mücadele 200 yıl sürmüştür.

Çerkeslerde, en katı feodalizmin uygulandığı Kabardeylerde dahi Batı’da olduğu gibi katı bir feodalizmden bahsedemeyiz.

Münferit anlattığınız olayları da genelleyemeyiz.

Saygılarımla.

 

 

HAPİ Cevdet Yıldız

30. 03. 2009

 

Sayın KUŞHA Faruk Özden,

1) Sizin sorduğunuz ya da görüş belirttiğiniz şeyler, sanırım Kafkasya’da bilinen şeylerdendir. Yine de Türkiyeli okuyucuyu bilgilendirmek bakımından tartışmayı sürdürmek yararlı olacaktır düşüncesindeyim.

Özetle ‘feodal toplumda kent, feodallerin oturduğu ve nakdi birikimin oluşturduğu yerdir, feodaller konak, malikane ya da şatolarda otururlar’ diyorsunuz. Bunlar bilinen şeylerdendir. Böyle yazmakla neyi demek istediğinizi anlamış değilim.

Sayın HAPAE’nin Adigey, Kabardey ve Abhazya’da böylesine koaklara rastlamadığını söylüyorsunuz.

Çok doğal. Bu sözlere benim bir itirazım yok ki…

Abhazya’da bir Rus yazlık malikanesi ve eski bir Bizans manastırı varmış. Bunlar dış istilaların ürünleridir, Abhazya’ya ait yapılar değildir. Abhazya, sırasıyla Bizans, Gürcü, Türk ve Rus yönetimlerini yaşamıştır.  

Bunun böyle olması, Kuzey Kafkas toplumlarının tam feodal değil, yarı feodal ilişkiler içinde olduğunu gösteriyor. Bu yarı feodal oluşum, artan sayıda fekol’ köylüyü pşıl’ı (serf) yapmak biçiminde başlamış ama süreç tamamlanamamıştır. Dolayısıyla köy birimi üstüne çıkılamamıştır. Sonunda soylu sınıfı ile fekol’ sınıfı karşılıklı uzlaşmalara varmışlar olmalıdır. Bu yapı köy düzeyinin üstünde kentleşme evrilmesine doğru gelişememiştir. Çünkü feodal bey (pşı) sınıfı güçsüzdü, halka önderlik edecek güçten yoksundu. Dolayısıyla halkı birleştirecek ve ona önderlik edecek bir konuma ulaşamamıştır. Pşı sınıfı daima dış (Tatar, Rus) gücün desteğine gereksinim duyuyordu.

Büyük ve Küçük Kabardey bölgeleri 1839-1774 yılları arasında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tarafsız bölgelerdi. Bu dönemde emekçi köylü (tlhukol’ ve pşıl’ı) ayaklanmaları olmuş ve özgür köyler de doğmuştu (Dameley, Kip Kalebek, Marem Biço ayaklanmaları). Ancak bu durum uzun sürmedi ve 1774’te de Rus idaresi kuruldu.


2) Köylerin zaman zaman bir araya geldiği pazar, panayır yerleri ve ticari limanlar vardı. Adigeler örneğin Yahudi, Ermeni ve Hıristiyan tüccarların aracılığıyla, kuşkusuz Rusların tampa ya da takas yoluyla ticaret zorlamasını delmeye çalışıyorlardı. Ruslar Oset ve İnguşlara kente yerleşme ve ticaret yapma ayrıcalıkları tanıyorlardı.

3) Pşı sınıfının büyük arazileri ve hayvan sürülerinin bulunduğu tarihsel bir gerçektir. Bütün kaynaklar bunu belirtir (Bkz. Britannica, İngilizce ve Türkçe’si). Tartışmak anlamsızdır. Rus yönetimine karşı verilen 19. yüzyıl başındaki Kabardey başkaldırıları, abluka ve ticarete yasak getirilmesi nedenine dayanır. Rusların gerekçeleri ise, Kabardeyler arasına veba salgını olması, bu nedenle karantina uygulandığı biçimindeydi. Çatışmalar ara ara 20-25 yıl sürmüştür (Bkz. “Çerkes Soykırımı” kitabı).

Rus-Kabardey çatışmalarının daha detaylı ve objektif incelenmesinde yarar vardır.

4) “Pşıl’ışhaşefıj” ya da “pşıl’ışhaşeh’uj” aynı şeyin değişik söyleniş biçimleridir ve aynı anlamı verir: “Özgürlüğünü satın almış eski köle” anlamındadır, Türkçe’si kısaca “azatlı köle” demektir. Tabii köle sahibi kölesini bedelsiz özgür bırakma hakkına sahiptir.

Dikkat edin, bu hak Avrupa’daki serf (toprak kölesi) sınıfına tanınmamıştır, Adigelerde vardır (diğer Kuzey Kafkasya toplumlarında da var mıdır, bilemiyorum). Neye böyledir? Bu, fekol’ sınıfına (demokrasiye) verilmiş bir ödün olabilir. Yasa (Xabze) Adige pşıl’ıya özgürlük yolunu açık tutuyordu olmalıdır.

5) Ben bütün köylerin pşısı (beyi) vardır demedim, l’ekotleşlerin (л1экъолъэщ) ve pşı vasalı worklerin de (оркъ) köyleri bulunduğunu, Kabardey sisteminde fekol’ ve pşıl’ların bunlara, hepsinin soylulara, pşıların da Rus makamlarına bağlı olduklarını söylemek istedim.


Yarı feodal de olsa soylu düzeninde, düzeni tehdit edecek bir düzenlemeye hiç fırsat tanınır mı? Babil yasaları başka birinin kölesini öldürene para ya da bir köle ödeme cezası ama başka birinin kölesinin kaçmasına yardım edene de ölüm cezasını öngörür.

Düzen kendisiyle çelişen düzenlemelere izin tanımaz…

 
“Kuzey Kafkasya’da kölelik 1868-1869’da kaldırıldı. Kuban bölgesinde (…) 11 bin 403 köylü (toprak kölesi) serbest bırakıldı, sayı 1869’da 16 bin 561’e ulaştı”.


“Terek bölgesinde 23 bin 976 köylü bırakıldı. Kabardinski ilçesinde bin 171 köylü karşılıksız, 8 bin 203 köylü de fidye (kurtulmalık) karşılığı serbest bırakıldı”.


“Köy yönetimlerinin modernleştirilmesi, 1869-1870’de tamamladı. 1860 yılına değin, köyler; yukarıdan atanan kişi, han ve prens (kinyaz) köyleri biçiminde ayrılıyorlardı… Reformlar, Kuzey Kafkasya’nın ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimine hız kattı” (Özdemir Özbay, “Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya”, Birinci Baskı, s. 53).


Kabardey’de worksiz köy yoktu, diyorsunuz, doğrudur. Ancak bu work Abzeghlerdeki gibi, fekol’ düzeyinde yetkili olan ya da pşı düzeni dışında kalan bir work miydi?

Biz özgün biçimden söz ediyoruz. Uzunyayla tarihsel Kabardiya demek değildir. Sözünü ettiğiniz Uzunyayla köylerini bilemiyorum.

6) İsviçre’nin feodalizmi tam yaşamadan modern devlet ve ileri demokrasi aşamasına bir atlama yaptığı tarihsel bir olgudur. Irk, dil, din ve mezhep baskıları yaşamayan ve bunları bilmeyen ama en başından tüm birimlerin özgürlüğünü içeren bir devlettir, bir özgürlükler adası biçimindedir ve benzersizdir. Niçin bir başka ülke aynısını gerçekleştirememiştir?

Saygılarımla.

 

 

Erhan Hapae

01. 04. 2009

 

Değerli arkadaşlar merhaba.

Sayın HAPİ'nin sunduğu İsviçre, gerçektende özgün ve örnek bir ülke. Bolşevikler SSCB’nde milli meselenin çözümü için uğraşırken İsviçre Kanton bölgelerini referans olarak gösterip istifade etmeye çalıştılar ve o güne kadar bir örneği de yok. Yalnız bu 3 parçalı demokrasinin iki harp boyunca dahi kılına dokunulmaması meselesini barışseverliğine bağlamakta biraz zorlanıyorum,  çünkü Çeklerde saldırgan bir millet değildi o zaman. İsviçre’de temel olarak 3 halk yaşıyor. Alman, Fransız ve İtalyanlar. Bu ulusların asıl ülkeleri faşizmden Nazizm’e büyük felaketlere uğradı ama nedense İsviçre’de bunun yansımaları görülmedi. Bu gün ise orada var olan 3 özerk kantonun büyük hamileri var ve sonuç olarak Avrupa’nın göbeğinde yaşıyorlar.  Bu konuda Sayın HAPİ bizleri biraz bilgilendirirse seviniriz.

Sayın HAPİ ile sayın KUŞHA'nın gelip takıldıkları noktayı (eğer kendileri açısından hayati önemde değilse tabi) bir şekilde aşıp, xabze konusuna gelebilirsek iyi olacak galiba. Şu ana kadar epey aydınlatıcı bilgi ve düşünce ortaya konuldu. Bu tatta biraz yol almayı öneriyorum.

Tekrar kolay gelsin.  

Saygılarımla.

 

 

Müzeyyen Kip

02. 04. 2009

 

Sayın Erhan Hapae'nin konu başlığına son yazdığı yorumdan cesaretle klasik günlük yaşamda benim anladığım anlam dışında xabzeyi bu başlıkta tartışmak haddime olmasa da en son yaşadığım küçük sevinci yazmadan edemeyeceğim.  

Xabzeye göre bunu yazmam dahi uygun değil.  Malum xabzede çocuğundan büyüklere bahsetmek xabzencağa!

Dün akşam kızımla (16 yaşında) akşam yemeği yiyoruz. Çocuklar hep anne-babalarının genç, dinamik en önemlisi de sağlıklı kalmaları açısından kilo almamalarını istiyorlar. Yanlış anlaşılmasın obur değilim ama hep yemekleri özellikle ekmeği önümden alır az ve yavaş yememi ister. Anneler çalışıyor da olunca hep zamanla yarışıyorsun. Hemen apar-topar yiyip başka işlere bakmak istiyorsun. Ancak en son söylediği çok hoşuma gitti.

- Anne; masada karşındaki beni bir thamade kabul et! yeme veya dikkat ederek yiyeceğinden az ve sindirerek yemiş olursun, dedi.  

 

Şaşkın, şakın baktım. Sen thamadenin karşında yemek yenmeyeceğini biliyor musun dedim, evet dedi.  

Thamadeyi biliyor olması, xabze gereği thamade karşında sıradan yemek yenmeyeceğini biliyor olması,  küçük de olsa xabzeden gençlere bir şeyler veriyor olduğumuza tanık olmak benim için sevindirici oldu.

Katılımcılara saygılarımla.

 

 

HAPİ Cevdet Yıldız

02. 04. 2009

 

Sayın Hapae,


İsviçre’yi soruyorsunuz. Bir İsviçre uzmanı değilim ama biraz bilgim var tabii. İsviçre dağlık ve yoksul bir bölgeydi. Tıpkı Adigey/Çerkesya gibi. Adigey’den örneğin Mısır’a paralı asker alındığı gibi, İsviçreliler de komşu ülkelerde paralı askerlik yaparlardı. O zamanlar Avrupa devletlerinin profesyonel orduları yoktu, savaş olması durumunda paralı askerlerden kurulma ordular oluştururlardı.


Batıda Fransa, kuzeyde Almanya (Germenler), doğuda Avusturya, güneyde de İtalya (Roma) tarafından çevrelenmiş bir bölgeydi İsviçre. Sayın KUŞHA Faruk’un da değindiği gibi, İsviçre, zaman zaman dış istilaya uğramış ve yabancı yönetimler altında kalmıştır, tıpkı Çerkesya gibi. Ancak dağlık kesimlerin tam bir istila yaşamadıkları, hep bağımsız ya da özgür kaldıkları da bilinmelidir. Adigey’de de durum öyleydi. Ateşli silahlar ve patlayıcılar dönemi öncesinde böyle yerleri istila etmek hemen hemen olanaksızdı, adamın kafasına kocaman kayalar yağardı. Böyle yerlerin insanlarında avcı olmalarından da ileri gelme olarak,  keskin bir nişancılık gelişmişti, sık sık yarışmalar düzenlenirdi, bu bir yaşam gereğiydi, “Giyom Tell ve Vali Gessler” efsanesi de bu İsviçre geleneğini simgelemektedir. İsviçreliler de Çerkesler gibi geleneklerine son derece bağlı, dürüst ve temiz insanlardır. Öğrencilik dönemimde, bir gazetede, “Pişkin Teyze İsviçre’de” başlıklı bir dizi yazı okumuştum. Orada İsviçreli bir kadının her Cumartesi günü evini sabunlu suyla baştan sona, paspaslayarak yıkadığı, bir kız öğrencinin ders çalışmak için komşu eve giderken, o evde terlik bulunmayabilir diyerek, terliklerini koltuğunda götürdüğü, kasap dükkanında çalışan tezgahtar kızın çantasında ütülenmiş iki beyaz önlükle işe gittiği, birini öğleden önce, ikincisini de öğleden sonra taktığı, İsviçrelerin o denli temizliğe dikkat eden insanlar oldukları anlatılıyordu. Bütün bunlar bir barbar geleneği olabilir mi?


Biz Adige/Çerkeslerde de benzeri temizlik kuralları geçerliydi. Şimdikinin takdiri ise, okuyucuların olsun.

Bundan 718 yıl önce, 1291’de Uri, Schwyz ve Unterwalden kantonları ya da üç orman kantonu denen yerlerin temsilcileri, bir Federal Beyanname imzalayarak İsviçre’nin temelini attılar. Zaman içinde genişleyen İsviçre 23 kantona, kantonlar da 2 bin 889 bucağa bölünür. Ancak üç kanton kendi içinde ikiye ayrılır, bunlara yarım kanton denir.


Federal Meclis iki alt meclisten oluşur: “Devletler Meclisi” (Conseil de Etats), her kantondan iki üye, toplam 46 üyelidir, “Ulusal Meclis”de (Conseil nationale) 200 üye. Ulusal Meclis’e her kanton nüfusuna göre üye gönderir. Bugünkü Adigey Parlamentosu da İsviçre’yi andıran bir düzenlemeyi öngörmüştür. Ancak Adige Parlamentosu, iki değil tek meclislidir, benzerlik üye seçimi biçimindedir, üye belirlemede iki farklı yöntem uygulanır:


Adige yerleşimleri ya da Adige nüfus, 9 seçim çevresinin 6’sında daha fazla, 3’ünde ise daha azdır. Bir kanat 3 x 9=27 biçiminde oluşur. Bu kanatta Adigece konuşan nüfus çoğunluğu oluşturur, 9 seçim çevresinin nüfuslarına göre seçilen 27 temsilciden oluşan ikinci kanatta da Rusça konuşan nüfus çoğunluğu oluşturur. Örneğin, ilk kanatta 3 Adige üye ile temsil edilen bir seçim çevresi, ikinci kanatta 1 üye ile temsil edilme durumuna düşer. Sonuç olarak 54 üyeli Adige Parlamentosu’nda (Xase) her iki dili konuşanların temsilinde, üç aşağı, beş yukarı bir denge durumu (paritet) sağlanır. Devlet Başkanı olmak için de parlamento onayı zorunludur. Bu da Adige Parlamentosu’nun önemini gösterir.


İsviçre tarihine girmeyeceğim, uzun sürer, ancak birkaç noktayı belirtmekle yetineceğim. Sovyet devrimi önderi Lenin de, İsviçre modelinden övgüyle söz etmiş ve Sovyetler Birliği’nde yaşayan topluluklara özerklik verilmesinde, İsviçre’yi model almıştı.

 

İsviçre, önceleri çok yoksuldu, yetişkin erkekler komşu ülkelere gider paralı askerlik yapar, ailelerine para gönderirlerdi. Ticaret yolları İsviçre’yi dolanırdı. Buna bir son vermek için İsviçreliler hemen bütün bütçelerini tahsis ederek, ülkeyi kuzeyden güneye, doğudan batıya geçen ticaret yolları yaptılar. Tüccar ve yolcular için tam bir güvelik yarattılar. Şimdiki Kafkasya’da bolca olduğu bilinen hırsız ve soyguncu gençler gibi yozlaşmış kişilere adım bile attırmadılar. Yol boyların otel denen hanlar ve banka denen para koyma ve emanet (kasa) yerleri oluşturdular. Tam bir güven ve özgürlük ortamı oluşturdular (Kadınlara oy hakkının çok sonraları, bu yakınlarda verildiği de bilinmelidir). Ondan sonra da Tanrı İsviçrelilere “Yürü ya kulum” demiş olmalı. Ancak Atatürk Türkiye’sinde olduğu gibi “Sınıfsız ve imtiyazsız bir halk olma” becerisini yakalayamadılar, o onur sadece Kemalistlerin onuru olarak kaldı.


İsviçre, 13. yüzyıl sonlarında kurulduğu için, kendisinden 5 yüzyıl sonra oluşmuş olan “ulus” ve “milliyetçilik” akım ve çalkantıları yaşamadı. Sadece mezhep çekişmeleri ve çatışmaları yaşadı. Bunlar da bir esasa bağlandı. Şimdi adını tam anımsamıyorum, herhalde Zürich kantonu olacak, burası bir Protestan kantonu. Zamanla çalışmak için gelenlerle Zürich’te büyük bir Katolik nüfus, belki de çoğunluk oluştu. Katolikler bir katedral kurmak istediler, ancak kanton mecilisi, ”Zürich Kantonu Protestan din esası üzerine kurulmuş bir kantondur, katedral kurulması bu özelliği bozar” diyerek isteği geri çevirdi. Katolikler komşu Katolik kantonlara giderek ibadetlerini yapıyorlarmış.


Ulus öncesi bir oluşum olduğu için bir İsviçreli kendisini Alman ya da Fransız gibi görmez ve kendisini o gibi adlarla anmaz, İsviçreli olarak tanımlar. İsviçre 1814 Viyana Kongresi’nden beri tarafsızlık politikası sürdürmektedir. Bu politika güçlü bir ekonomi ve ordu tarafından desteklenmektedir. Naziler, çoğunluğu Alman olan İsviçrelilerin, faşist milliyetçi mikropla kirlenmiş Avusturyalılar gibi kendilerini güllerle karşılamayacaklarını herhalde biliyor olmalıydılar. İsviçre’ye saldırmamanın bir nedeni de bu olmalı…


İsviçre’de bir öğrenci dört İsviçre dilinden en az ikisini okulda okumak ve öğrenmek zorundadır, Rusya’da böyle bir zorunluluk sadece Rusça için geçerlidir. Temel öğrenim dillerinin hangileri, okutulacak derslerin neler olacağı büyük ölçüde “Gemeinde” denilen idari birimler (bucak ya da belediyeler) tarafından belirlenir.
İsviçre’de 1) Doğrudan, 2) Yarı doğudan, 3) Temsili demokrasi, referandum ve halk girişimi vardır. Bir bekleme süresinden sonra, istek olması durumunda Meclis kararları referanduma sunmak zorundadır. Belli bir imza toplanarak, Meclis’e yasa önerisi sunulabilir, yasa değişikliği isteyebilir, buna halk girişimi denir. Son derece şeffaf ve dürüst bir yönetim anlayışı vardır. İsviçreliler eski Adigeler gibi dürüst ve tutumlu insanlardır. Devlet de ona göredir. İsviçre’de hizmetin en iyisi, faturası ardından gelmek üzere sunulur, kayırmaca ve savurganlık yoktur. İşten kayırma ve ihmal gibi anlayışlar da yoktur.


Falih Rıfkı Atay, Brezilya’ya diplomatik yolculuğunu ve izlenimlerini anlattığı “Denizaşırı” kitabında İsviçre elçisi’nin Brezilya’da elçilere verilen şatafatlı bir ziyafeti, ”Böyle bir ziyafet İsviçre’de verilmeye kalkışırsa halk ayaklanır” diye eleştirdiğini yazar.

Saygılarımla

 

 

Erhan Hapae

03. 04. 2009

 

Sayın HAPİ verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.


Tabi burada benim esas sorgulamak istediğim başka bir nokta idi. Onu belirteyim.

İç dinamiklerin genellikle çok önemli olduğuna inanırım. Evini doğru düzgün yönetirsen dış dinamiklerin senin üzerindeki etkisini mümkün olduğunca azaltırsın. Ancak tersine, Saddam gibi davranıp kısa sayılacak ömrüne üç savaş sığdırıp, Kürtleri kimyasal silahla boğar ve çok zengin olmana rağmen bütün bir Irak halkını perişan eder ve ülkeyi açık bir hapishaneye çevirirsen, birileri de gelir haklı olmasalar da sana dünyayı dar eder veya etme ihtimalleri vardır.

İsviçre örneğine dönecek olursak evin içini iyi düzenledikleri doğrudur ancak burada dış dinamiklerinde önemi var. Burada coğrafyada önemli, komşularda ve geçen yazıda belirttiğim, hamilerde. Benzer demokratik yapı Lübnan'da inşa edilmeye çalışılmıştı. Yetmişlere kadar iktidar Hıristiyan, Müslüman ve Dürziler arasında paylaşılmıştı ve Beyrut şehri 1972 yılında İstanbul'dan çok daha canlı gelişmiş bir şehirdi.  Orada o zaman altı ay yaşadım biliyorum. Bir milyon turist olduğu söylenirdi her an ve İstanbul’da sadece Hilton varken, orada dünyanın bütün marka otelleri ve tatil köyleri mevcuttu ama coğrafya ve çevre bu duruma tahammül edemedi ve kendileri de direnemeyip birbirlerine düştüler. Ürdün’den kovulan Filistinliler ülkenin ahengini perişan ettiler. Şimdi ise Suriye’nin yarı resmi sömürgesi.

Diğer yandan, İsviçreliler neyi üretiyorlar da bu zengin hayatı hak ediyorlar diye düşünürüm. Bu zenginlik çikolata ve peynir üreterek olmaz. Yaptıkları iş bir nevi tefeciliğe aracılık etmek. Batılı ve doğulu kara para sahiplerinin kasası konumunda. Belki de bu nedenle dokunulmazlar. İsviçre bana OFF-SHORE bir devletmiş gibi gelir hep. İş ilişkilerimiz var, Bern'de kısa süreli iki defa kaldım. Bana ayrıca çok sıkıcı bir ihtiyarlar ülkesi gibi gelir.

Hamiler meselesi bizim Abhazya'ya benziyor sanki. Rusya müdahil olmasa bağımsızlık biraz zor olurdu.  

 

Benim soruşturduğum şey bu nokta.

Saygılarımla.

 

 

KUŞHA Faruk Özden

03. 04. 2009

 

Sayın HAPAE,

Yazılı hukuk sistemi ve organize olmuş devlet yapılanması olmayan Çerkes toplumunda, ferdin fertle, ferdin toplumla ilişkiler ve toplumun kendi ivmesidir xabze.

Toplumun genetik haritası diyebileceğimiz mitoloji, en eskilerden toplumsal ilişkiyi ve inancıda içine alan yaşam biçiminin göstergelerini içinde taşır.

Yeryüzünde mitolojisi olduğu kabul edilen 12 halktan birisinin Çerkesler olduğu bilim dünyası tarafından da kabul edilmektedir. Grek Mitolojisi’nden etkilendiği söylenen Adige Mitolojisi’nin kahramanlarının hikayelerini biraz irdelersek, arada bariz farkların olduğunu göreceğiz. Yunan Mitolojisi’nin kahramanları genellikle tanrılar, yarı tanrılar ve bazen de insanlardır. Adige Mitoloji’sinin kahramanları olağan üstü güçleri de olsa insanlardır. Adige Mitolojisi’nde kahramanlar kötü güçlerle mücadele etmektedirler, Ancak onlar hiçbir zaman Grek Mitolojisi’nde olduğu gibi kötü huylu tanrılar değildir. Yinıj (dev), almestın (cin veya cadı), guaşe(peri), vudı(cadı) gibi varlıklarla mücadele ederler.


Adige insanı avcılık ve toplayıcılıktan, yerleşik düzene geçişinden itibaren xabzesini oluşturmaya başlamıştır. Atı evcilleştirip binek olarak kullanmaya başladığı andan itibaren bir at kültürü ve at xabzesinin temelleri atılmaya başlanmıştır. Ne zaman ki at yaşamdan çıkmış, onunla ilgili xabze ritüelleri de geçmişte kalmıştır.

İnsanlar bir arada, toprağa bağlı olarak yaşamaya başlayınca, bir arada yaşamanın hukuku oluşmaya başlamıştır. Daha sonra xabze diye nitelenen kurallar, insanların yerleşik düzene geçmesi ile sistemleşmeye başlamıştır.

İlkçağlarda insanlar arası ilişkiler zayıf olduğu için xabze de fazla çeşitlenmemiştir belki de. Adige insanının Tha’ya ve tabiat güçlerine tapması, ancak bir ruhban sınıfı olmaması, ferdin inanç sisteminin basit olması ve kişinin üzerinde de fazla baskıcı olmaması sonucunu da doğurmuş olabilir. Toplumu yönlendiren kurallar ve ritüeller xabze olarak isimlendirilmiştir.

Nart destanlarında Setenay Guaşe ye danışmaları ve onun sözünü dinlemeleri anaerkil toplum yapısının en belirgin örnekleri ve izleridir. Toplumda uyulan xabze, anaya yani kadına öncelik veren xabze idi. Kadını kendi sülale ismi ile çağrılması da anaerkil yapıdan kalan bir bakiye olabilir mi acaba?

Toplumun toprağı işlemesinden ürünü hasadına kadar bütün eylemler ile ilgili bolluk ve bereket dileklerinin farklılığı: Ürünün cinsine göre, ekerken veya ürünü kaldırırken farklı olarak bereket ve bolluk dileme sözleri, zannımca Adigeler dışında yakın coğrafya da başka hiçbir toplumda yoktur.

Ot biçilirken "yenşevu wuışx apşi" kötülüklerden uzak olarak yiyesin, yediresin.

Ekin ekiliken "bev wuıhu apşi" bolluk içinde olsun. Ekin biçilirken veya harman edilirken "hambov apşi" bolluk içinde harman et. Koyun veya sığır için "bo wuıhu apşi" bolluk içinde çoğalsınlar.

Bütün bu ritüeller tarım ve hayvancılık xabzesinin parçaları idi.

Xabzeyi anlatırken bir ucu örfi diğer ucu hukuki kurallar manzumesidir demiştik. Ferdin fertle ilişkilerini düzenler ve belirlenmiş kurallar manzumesi olarak niteleyebiliriz. İşte bu kuralların başlangıcı insanlık kadar eskidir. Onun içinde Adigelik insanlıktır diye özetliyoruz. İnsanlık tarihindeki her adım gelişme, Adigelerde de xabzelerini oluşturmaya, duvar ören ustanın tuğlaları dizmesi gibi bütün ilişkilerin xabzesini ilmek ilmek örmüşlerdir.

Şimdilik yine bir virgül koyalım.

 

Saygılarımla

 

 

 

HAPİ Cevdet Yıldız
04.04.2009

Sayın Hapae,

“Saddam’ın yaptığı gibi zulüm uygular ve halkı perişan edersen, birileri de gelir, haklı da olmasa ,dünyayı sana dar eder” diyorsunuz. Çok yerinde bir saptama. Ancak tersi de olanaklı. Şöyle ki, Adigeler, öz olarak, devletsiz ve eşitlikçi bir düzen anlayışı içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Kendi beğeni ve seçimleri böyleydi. Bu yaşam biçiminin binlerce yıllık bir geçmişi de vardı. Adigeler bu yaşam biçiminden şikayetçi değildiler.

Dünya değişmiş, köprülerin altından çok su geçmişti ama umurlarında değildi. Örneğin, Kırım Hanlığı’nın siperinde 220 yıl varlıklarını sürdürmüşlerdi ama 1783’te Kırım’ın Rusya’ya ilhakından sonra ancak 80 yıl direnebildiler. Son yıllara değin de direnebileceklerini sandılar. Demek ki, konjonktürü gerçekçi değerlendiremediler...

1830’larda İngiliz Adigelere soruyor: Sahilden bu yere kadar uzanan birkaç kilometrelik arazi şeridi Rusların eline geçti. Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?

- Burada, bu durduğumuz yerde direneceğiz, sonra arkamızdaki sıradağlara doğru geri çekileceğiz, gerekirse daha da gerilere çekilerek direnişimizi sürdüreceğiz.

Adigeler bu işin, direnişin bir yerde biteceğini, ona göre bir strateji geliştirme gereğini düşünmüşler midir? Mutlaka bir şeyler düşünmüş olmalılar.

Ancak sırf köylü ekonomisinden hareket eden bir toplumsal yapı, büyük bir değişim getirmez, getirmediği sürece, dönüşüme de hazır olamaz.

Dönüşmediği için de güçsüz düşer ve dış tehlikelere açık hale gelir. Olan da budur.

İsviçre dönüşüm fırsatını yakaladı, Adigeler yakalayamadılar. Osmanlılarla ya da Ruslarla yapılan ticaret dönüşüm getirecek ve bir tüccar (burjuva) sınıfını yaratacak bir boyutta değildi. Feodal bağımlılık, dahası fekol’ egemenliği bile burjuva toplum karşıtı bir yapılanıştaydı. Birçok şeyi “başka” olarak görüyorlardı. Bir gözlemci Çerkeslerin Türkleri kendilerinden aşağı kişiler olarak gördüklerini ama sırf Müslüman oldukları için onlara katlandıklarını belirtiyor.

Demek ki, Çerkesler kendi yaşam biçimlerini beğeniyor, diğerlerini beğenmiyor ve dışlıyorlardı. İşin tuhafı Müslüman olmayan İngilizleri beğeniyor ve onların sözlerine daha fazla değer veriyorlardı.

İsviçre, sırf saat, dantel, peynir ve çikolata ile değil, tıbbi malzeme ve ilaç sanayi ile de gelişmiştir. Bankacılık ve sigortacılıktan kazandığı doğrudur ama ekonomi onunla sınırlı da değildir.İsviçre askeri yönden de güçlü bir ülkeydi.

1960’larda tesadüfen Beyrut’tan İstanbul’a giden bir otobüste, Düzce’den İstanbul’a kadar, bir Ermeni genci ile birlikte yolculuk ettim. Bu kişi Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde asistan olduğunu, Türkiye’de bilmem kaç köye giren traktörün ne gibi değişimlere neden oluğu biçiminde bir kitap yayınlayan bir Türk profesörle konuşmak için İstanbul’a gittiğini söylemişti. Ermeniler Türkçe biliyorlarmış, o da güzel bir Türkçe konuşuyordu.

Lübnan’da demokrasi dedim, “ne gezer” dedi. “Cambulat Bey varken başka hangi Dürzi milletvekili olabilir ki” diye ekledi. Eski cumhurbaşkanı Kamil Şamun’u sordum, “Bir numaralı yiyici” dedi. Nasıl dedim, “Diyelim bir yol yapılacak,bedeli de 10 milyon Lübnan lirası.Bu para çıkarılır,ama daha proje aşamasında tükenir. İkinci,üçüncü... 10 milyonlar çıkarılır,para yenir ama bir türlü yol tamamlanmaz. Kimseden de çıt çıkmaz. Çünkü hepsi de payını alır” demişti.

Bir Sünni ve Şii ya da bir Maruni Hıristiyan ile Ortodoks Hıristiyan aynı köyde yaşayıp geçinebiliyorlar mı, dedim. “Asla” dedi, “Bir Hıristiyan grubu Müslümanlarla aynı köyde yaşar ama bir Hıristiyan grubu başka bir Hıristiyan mezhep grubu ile aynı köyde geçinemez.Müslüman gruplar da aynı köyü paylaşamaz, geçinemezler...”

Lübnan böyle, patlamaya müsait bir bomba idi. Orasını İsviçre ile karşılaştırmak ve Filistinli sığınmacıları müsebbip göstermek de doğru olmaz düşüncesindeyim. İsviçre’de halk tabanından doğmuş bir demokrasi, Lübnan’da onun karikatürü var, çözüm yolları kapalıdır...

1980’lerde HABRAÇO Murat Özden ile birlikte Ürdünlü ŞIVPAŞE Cevdet Hatip ile eşi NEĞUÇ Lora’ya vapurla bir boğaz gezisi yaptırıyorduk. Faslı ve Cezayirli turistler vardı, çoğu da Yahudi idi. Cevdet Hatip, “Aman Arapça bildiğimi onlara sezdirme, o gibilerden bıktım, onlara ayıracak vaktim yok ama istersen sen konuş” dedi.

Ben de uzun boylu bir gençle Fransızca konuştum, “Cezayirli ve Müslüman olduğunu” söyledi, “Siz Yahudi misiniz” diye bana sordu. “Hayır,Müslüman’ım” dedim. Bunun üzerine, Nalçik’te bir Adige karşılaşan Nihai kardeşimizin yaptığı gibi olmasa da elini kalbine götürdü ve “Elhamdülillah Musulman” diye bastırarak beni okeyledi. Mal bulmuş mağribi gibi sevinmişti. Ben de içimden “Cezayir’in daha kaç fırın ekmek yemesi gerekir acaba” diye düşündüm. Çok geçmeden de Cezayir bir mezbahaya dönüştü.

RF desteği olmasaydı, kuşkusuz Abhazya ve Güney Osetya bağımsızlığı olamazdı. Türkiye desteği olmasaydı, KKTC de olmazdı. Batılı ülkelerin desteği ya da kendi aralarındaki anlaşmazlıklar olmasaydı, Türkiye de olamazdı. O halde destek almak ve fırsatlardan yararlanmak, her zaman için kötü bir şeydir demek değildir. Adigeler dışındaki bütün Kafkasya halkları Rusya ile uzlaşarak ayakta kalmışladır. Vaktinde uzlaşmakta geç kalan Adigelere ise sürgün yolu açılmıştır. Bugünkü Adigey’de 1859 uzlaşması boyun eğişinin bir ürünüdür.

Bununla söylemek istediğim yanlış ata oynamamak gerektiğidir.

Saygılarımla.



Şhaxyit

05.04.2009

Benim bildiğime göre “Xabze” toplumun yaşam tarzıdır.

İnsanlar doğadaki diğer canlılar gibi değildir. Diğer canlıların yaşam tarzı insanlara uygun düşmez.

İnsanın aklı vardır. İnsan akıldır.

Diğer canlılar midesini doldurur. İnsanın midesini doldurması yetmez.

İnsanların,insan gibi toplu yaşamını sürdürmesi için xabze vardır.

Xabze hukuk, kanun ve yasa değildir.

Xabze aklın başlangıcıdır. Aklı olanın xabzeyi de düşünmesi gerekir. Ancak; düşünürken de yanılmaman, hata yapmaman gerekiyor.

Xabze din gibi söylemiyor. “Şunları yap, şunları yapma” demiyor…

Xabzenin söylemek istediği; “Aklın olduğuna göre onu çalıştır”.

Xabzenin içeriğini yazman gerekirse ilk yazılması gereken: İnsan kanı akıtılmaz. "ЦIыхум илъ бгъажэ хъунукъым!"

İkinci söz olarak yazılacak; İnsan kanı akıtırsan, kanını akıtırlar. "ЦIыхум илъ бгъэжамэ, уилъ ягъэжэнущ!" Bu da ilk sözün içerisinden çıkıyor. Bunu da korumak gerekiyor.

Ne kadar toplumun yaşam düzenine uygun olmayan olumsuz, uygunsuz, haksız, yüzsüzlük vb. bir davranış ile karşı karşıya kalmış olsan da hemen onu cezalandırmak sana düşmez.

Bu durumda ne yapmak gerekiyor; akılın olduğuna göre, yapman gereken, davranman gerekeni düşünmen gerekiyor.

Bununla birlikte eskiden suç işleyen birisi, en uygun verilecek ağır cezayı kararlaştırılırdı.

Günümüzde Adigelerin işlevi olan xaseleri kalmadı artık. İnsanlarda xabzeyi önemsemiyorlar. Böyle olmasının da sebebi, xasenin önüne resmi hukuk kuralları, kanun ve yasalar geçti. Xabzeden kimse çekinmiyor, hukuk kuralları, kanun ve yasa dışında.

Onun için, suç işlesen de yüzsüzlük yapsan da oluyor, kanun ve yasalara göre suç teşkil etmediği sürece….

Xabzeyi anlayan, önemseyen olmadığı sürece yürümez.


ÖRNEK (щапхъэ)

AYIP LAMASA…

Genç adam akrabalarını, arkadaşlarını, dostlarını görmek için seyahate çıkar.
 
Görüştükten sonra, dönüş yolu üzerinde bir yerleşim yerine rastlar. Burada daha önce çok kez duyduğu saygın kişiliği olan yiğit bir adamın yaşadığını hatırlar. Bu saygın kişiyle tanışmayı düşünür genç adam.
Sorar, yiğit adamın evini gösterirler...

Avlunun kapısına gelince genç bir kız karşılar.
- Keblağa misafirimiz…
 
Genç kız elini uzatarak atı almak ister. Atı vermez… At ahırını (шэщ) göstermesini söyler, genç adam.

Atını ahıra yerleştirir, misafir odasına geçer genç adam. Başlığını ve yamçısını çıkartarak genç kıza verir. Genç kız kamçısını da almak için elini uzatsa da vermeyerek, kendisi asılacak yere asar.

Genç kız misafirhaneden ayrılarak babasının yanına gider. Babası da hasta olduğundan dolayı yatıyordu.
- Baba misafirimiz var.
- Misafirimiz olması güzel ya kızım. Yemek hazırla, sofra kur, misafir et, ağırla. Kamçısını da ne şekilde astığına bak, bana haber ver.

Tekrar misafirhaneye döner kamçının nasıl asıldığına bakar genç kız. Kamçının ucu odadaki masaya bakacak şekilde, kamcının başı da kapıya bakacak şekilde asıldığını babasına haber verir.

’’Uzun süre kalacak misafir değildir, hazır yemek var ise, sofra aç, der adam kızına. Sofrayı götürüp misafirhaneden ayrılırken de yatağın üzerindeki yastığı devir.

Genç kız sofrayı misafirhaneye götürür ve çıkarken de yatağın üzerindeki yastığı devirir.

- Ailenizde hasta biri mi var, diye sorar genç adam.

Genç kızın yastığı devirdiğinin ne anlama geldiğini anlar.
- Babamız hasta yatıyor.
- Ailenizde hasta varken sofrada oturmam doğru olmaz. Eğer ayıplamayacaksa, babanızın yanına gidip sormak istiyorum.

Genç misafir sofradan kalkar...

Misafirin sözünü, genç kız babasına ulaştırır.

- O insan evladı, Adige xabze ye göre yetiştirilmiş. Gelsin, sorsun, ayıplamıyorum, der...

Misafir genç adam hastanın yattığı odaya girer.

- Ömrünü Allah uzun etsin oğlum, beni memnun ettin. Misafir odasına geç, soframızdan bir lokma al, der yaşlı hasta...

Saygın kişiyi tanımış olur, rızklarından da birkaç lokma alır, genç adam yoluna devam eder.

Aradan zaman geçer, bu saygın kişinin kızını istetir. Saygın kişinin kızı, akıllı genç adama eş olur.


Şhaxyit

08.04.2009

Dzajağaja (Дзажэгъажьэ)

Gelin getirme töreni ile ilgili bir xabzedir.

Gelin getirme törenine katılan topluluk, gece yarılarına kadar yedirilip-içirilirdi. Topluluğun dağılacağı sırada, şiş ile pişirilmiş tüm koyun kaburgası sofraya getirilir. Kaburga da herkes tarafından yenir, sonra topluluk dağılırdı. Xabzeye göre, kaburganın sofraya gelmesinin anlamı, topluluğun dağılması gerektiği anlamındadır. Artık günümüzde uygulanmamaktadır.


Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ)

Mutluluk kutlamaları içeren törenlerde insanların bir araya geldiği durumlarda, sofra kültüründe uygulanan bir xabzeydi. Sofraya herkes oturduktan sonra geç gelene üç kadeh içki içirilirdi. ‘’Misostey bjiş’’ adıyla…


Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ); Xabzenin Başlangıcı

Pşı Apşokua’nın oğlu Kaziy‘in beş oğlu vardı. Hatohuşıkua, Şolahu, Jambolet, Misost ve İslam. İki oğlu Şolahu ve Jambolet genç yaşta ahrete intikal ederler. Eceliyle mi ölürler veya vurulmuş mu orası bilinmez.

Kaziy öldüğünde, baksan nehri boyunca toprakları üç oğluna paylaşmış, barış içinde beraber yaşamalarını vasiyet etmişti. Kaziy öldükten sonra uzun zaman barış içerisinde yaşarlar. Ancak, aralarına kıskançlık düşünce pşılığı da toprağı da bölüşemez hale gelmiştir. Üç kardeş birbirine düşman olmuşlardı. Onların aralarındaki çekişmesi, kavgaları nedeniyle toplumda kişilerde zarar görüyordu.

Bu şekilde uzun bir zaman zalimlikle düşmanlıkları devam eder. Sonunda Misost aralarındaki bu düşmanlığı sona erdirip, kardeşleri ile barışı sağlamaya niyetlenir.

Diğer iki kardeşini evine davet eder.

Sofra kurulur. Misost kendiside sofraya oturur, ilk söze başlar.
- Biz aynı ana babadan doğma öz kardeşleriz. Babamızın vasiyetini ihlal edip, neden aramızda düşmanlık sürdürüyoruz? Kardeşlerin barışı adına kadehleri kaldıralım, diyerek önlerine birer kadeh koyar. Üç kardeş aynı sofrada, korumaları da silahlı olarak hazır bekliyordu.

Hatohuşıkua büyük olduğundan xabze gereği önce içmesi gereken oydu. Ancak, kardeşinin zehirleyeceği şüphesiyle içmiyordu.

Hatohuşıkua içmeyince, ondan sonra gelen Misost‘un da içmesi xabzeye uygun düşmüyordu.

İslam en küçük kardeşleri olduğundan, iki büyük kardeşi içmeyince kendisinin içmesi xabzeye hiç uygun düşmezdi.

Epey bir zaman bu şekilde oturduktan sonra Misost öfkelenir.
- Hatohuşıkua niçin içmiyorsun? Zehirleyeceğimi mi sanıyorsun? Ben öyle onursuz bir şey yapmam.
- Bu günden itibaren, sözümün geçerli olduğu, kontrolümde olan, herkes için Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ) adıyla xabze olarak ilan ediyorum. Bir grubun ardından geç gelene içirilmek üzere, diyerek…

Hatohuşıkua’nın kadehini alır, kaldırır içer, sonra kendi kadehini içer, ikisini de içtikten sonra, İslam’ın kadehini içer.

İşte bu olayla birlikte, Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ) xabze olarak uygulanmaya başlar.


KUŞHA Faruk Özden
14.04.2009

Sayın Hapae,

Epey aradan sonra virgülü koyduğumuz yerden devam edelim.
Toplumsal yaşamın, birlikte sürdürülmeye başlandığı zamanlardan, toprağa yerleşen ve toplayıcılıktan ekip biçmeye başlayan insanlar ilk xabzelerini de oluşturmaya başlamışlardır.

Adige toplumu, insanlar arası bütün ilişkilerini xabze olarak isimlendirmiştir.

Adige Mitolojisi'nde,Seteney Guaşe figürü anaerkil toplumsal yapının Adigelerde de yaşandığının en belirgin örneğidir. Nartların çözemedikleri konularda son başvuru mercii Seteney'di. En sonunda onun gösterdiği yolu takip ederler. Oraktan maşaya, örsten çekice kadar Tlepşın icatlarının akıl hocası da Seteney'dir. Sosırıkue dışında anne adıyla anılan Nart yoktur savından hareketle, Nartların anaerkil düzeni yaşamadıkları sonucuna ulaşanlara yanıtımız: Anaerkil toplum yapısı bütün Nart metinlerinde hakim olsa daha sonra yakın zamana kadar yaşanan Ataerkil yapının yaşanmadığını mı söyleyecektik?

Nart metinlerinde anaerkil yapının izlerini görmemiz, o toplumsal yapının yaşandığının tespiti için örnek gösterilir.

Daha sonraki zamanlarda oluşan Nart metinlerinde Seteney genç Sosırıkue'ye ''xasede ne konuştunuz'' diye sorunca, Sosırıkue: "Bızılxuğe xase şeupşekım (kadınlar xase haberi soramaz)" sözü artık ataerkilliğin toplumda hakim olduğunun göstergesidir.

Nart metinlerinde tırpan ve tırpanla ot biçmekten bahsedilir. Tırpan 18 yüzyılda yaygın kullanılmaya başlanan bir alettir. O zaman bu metinlerin yakın çağlara ait olduğu sonucunu çıkartmamız gerekir ki, hataya düşeriz. Ancak yakın zamanlarda yapılan ilaveler diye yorumlaya biliriz.

Nart Mitolojilerinde ataerkil toplumsal yapıyı en belirgin olarak görürüz. Baba adı ile çağrılan Nartlar veya babalarının intikamını alan oğullar...

Amazonların Çerkes olduklarına dair bazı varsayımlar veya iddialar vardır.

Prof. Ruslan Betroj "Çerkesleri Etnik Tarihi" adlı eserinde Amazonların Meot (Çerkeslerin ataları) olabileceğini, fakat ağırlıklı olarak Sarmat (Osetlerin ataları) olma ihtimalinin daha ağırlıklı olduğundan bahsediyor.

Yine Ruslan Betroj "Çerkeslerin Etnik Tarihinde" kadınların giysilerindeki dışepıe (altınbaşlık anlamına gelen kadın başlığı) dıjınşıu (gümüş göğüslük) dıjınbğırıpx (gümüş kemer), kadın savaşçıların savaşçı aksesuarlarından kalıntı olabileceğini söylemektedir. Dışepıe metal tolga veya miğfer, dıjınşıu zırh göğüslüğü ve dıjınbgiripx yine zırh kalıntısı olabileceğini söylemektedir.

Tabii ki bütün bunlar varsayımdır. Yalnız bazı kaynaklara göre Amazonlar anaerkil değil, tamamıyla erkek düşmanı olduklarını hatta karadul örümcekleri gibi davrandıklarını, doğan erkek çocuklarını da öldürdüklerini dahi aktaranlar var.

Bütün Çerkes kabilelerinde feodal yapı oluşmasa dahi (ki, ben yarı köleci, yarı feodal toplum hayatının bütün Çerkesya da yaşandığı kanaatindeyim) ataerkil yapının toplumda egemen olduğuna hiç kimse itiraz edemez. Yani toplum erkek egemen yapıda idi.

Bazılarına göre kadınlara gösterilen saygıdan hareketle Çerkeslerin ataerkil yani erkek egemen olmadıklarını söyleyebilirler. Fakat bütün göstergeler nihayetinde erkek egemen yapının bütün Çerkesya'da hakim olduğudur.
Toplumsal gelişme ve toplumda iz bırakan olgular irdelenmeden, etraflıca tartışılmadan xabze konusuna daha derinlemesine girmeyi ve etraflıca tartışmaya başlamanın eksik kaldığını daha önceden belirtmiştim. Meselelere sınıfsal açıdan yaklaşmak ve irdelemeyi ideolojik bulanlar var. Doğrudur, sınıfsal yaklaşım ideolojiktir. Hem Marksizm hem Liberalizm meseleye sınıfsal yaklaşır. Sınıfların varlığını kabul eder.

Bu kısa ayraçtan sonra meselemize geri dönelim, yine bir virgül koyalım.

Saygılarımla



Erhan Hapae
16.04.2009

Sayın Kuşha Merhaba,

Bu gün Maykop'ta ''devlet'' kavramından xabze diye bahsediliyor. Xabzeyi biz diasporada bu denli bir vurgu ile anmıyoruz. Ancak onlar devleti xabzenin modernleşmiş hali diye yorumluyorlar. Devlet, kurallar silsilesi değildir sadece, aynı zamanda insanlardan kurulmuş muazzam bir örgüttür. Yetkileri ve sorumlulukları vardır. Silah kullanma tekeli sadece onda vardır ve hukuk ortamını kurmak ve kollamak devletin görevidir.

Bu detayları konuşalım mı biraz? Asayiş problemi çıkınca xabze ne yapıyor?

Yargılama ve cezalandırma ne mene bir şey? Eğitim işini nasıl beceriliyorlar? Toplumsal barış nasıl sağlanıyor. Xabze bunların bir bütünü olsa gerek.

İlerleyelim mi biraz?

Saygılarımla.



Zemsky Sabor
16.04.2009

Sayın Hapae Erhan beye katılıyorum.

Xabze bizde, Çerkeslerin toplu halde bulundukları nadir ortamlarda sergiledikleri bir nevi klasik Çerkes tavırları, ritüeller manzumesi gibi algılanıyor.

Adigey'de daha güçlü anlamlar içermesi sevindirdi.


Mehmet
17.04.2009

“Bu gün Maykop'ta ''Devlet'' kavramından xabze diye bahsediliyor.“

Sayın Hapae çok ilginç bir noktaya dokundu: Xabze=Devlet

Dar anlamda gelenek görenek ve buna bağlı ritüellerin bütünlüğü imiş gibi algılanan xabze geniş anlamda ise Xabze=Devlet seklinde de algılanabiliyor. Aslında xabze Adige toplumunun bir anlamda genetiği gibidir ve kemikleşmiş bir yapıya sahiptir (en azından öyle idi). Adige toplumu xabze ile kendi genetiğini oluşturmuştur ve eğer incelerseniz toplumun genetik kodlarını xabzenin içerisinde bulursunuz. Günümüzde dahi genetiğini oluşturamamış devletler toplumlar mevcuttur. Örnek vermek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti bunlardan biridir ve dikkat ettiyseniz toplum sürekli bir çatışma (fikirsel anlamda söylüyorum, Laikler, muhafazakarlar, liberaller velhasıl TC’nin kuruluşundan günümüze kadar yaşanan bu süreç) içerisindedir. Osmanlı bir bakıma kendi genetiğini oluşturmuştu.

Modern anlamda devlet dendi mi, yasama-yürütme-yargı üçlüsünden oluşmuş bir sistem akla geliyor. Bizde ilginç olan ise tüm bu sistemler tek bir çatı altında yani xabze adı altında toplanmıştır. Yani tek bir erk bütün sorumluluğu üzerine almış ve görevini de çok dengeli bir şekilde yerine getirmeyi bilmiştir. Yani xabze hem bütündür hem o bütünü oluşturan parçaların kendisidir. Örnek vermek gerekirse; toplumu ilgilendiren bir karar alınacak ve bunun için bir toplantı yapılacak. Toplantıya katılacaklar xabzeye göre çağırılıyor. Toplantı xabzeye göre kuruluyor, toplantıda konuşmacılar ya da konuşacak olanlar xabzeye göre belirleniyor ve konuşmalarını yapıyorlar. Kararlar yine xabzeye göre alınıyor, uygulamalar xabzeye göre yapılıyor ve bütün olarak baktığımızda ortaya çıkan sonuç yine xabzenin kendisi oluyor. Toplantının başlamasına kadarki süreçte xabzenin dar anlamdaki etkisini görüyoruz. Toplantı başladıktan sonra xabze kendini yavaş yavaş geniş anlamdaki etkisine hazırlıyor (sorunun belirlenmesi soruna ilişkin kararların alınması ve alınan bu kararlara yaptırımların oluşturulması) ve sonuçta en geniş anlamındaki xabze oluşuyor. Yasama-yürütme-yargı bir bütünlük, bir denge içinde. Bugün bile bazı modern toplumlarda bu denge bu kadar güzel sağlanamayabiliyor.

Xabze=Devlet denkleminin diasporadaki en son örneklerinden biri düğünlerde silah atılmaması ile ilgili alınan kararlardı. Modern anlamda yasama (Ateşli Silahlar Kanunu), yürütme (kolluk kuvvetleri yolu eli ile yaptırımlar), yargı (yaşanmış birçok olay ve verilen cezalar) bu soruna çözüm bulamazken xabze gelmiş, bu soruna el atmış ve kısacası burada Adige-Abhaz toplumu üzerine otorite (devlet) benim demiştir. Bu bakımdan ben bu toplantıyı önemsiyorum, Yıllar geçmesine rağmen xabze geniş manadaki anlamını diasporada halen gösterebiliyorsa eğer anavatanda Xabze=Devlet denklemi gayet normal ve yerindedir. Pek tabi ki geniş manadaki xabze modern devlet anlayışı içerisinde yani yasama-yürütme-yargı çizgisinde eskisi gibi olmayacaktır. Ancak xabzenin dar manadaki (gelenek görenek vs) etkisinin zamanın tüm olumsuzluklarına karşı korunması, toplumu oluşturan genetik kodların devamlılığı açısından bir elzemdir.

Forumda en beğendiğim ve takip ettiğim konu başlığı burası , gerek sayın Hapae, gerek sayın HAPİ Cevdet ve hiç kuskusuz sayın KUŞHA Faruk Özden çok güzel noktalara dokunuyorlar. Birde sayın Şhaxyit’in anlattığı ilginç örnekler renk katmış. En son anlattığı Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ) olayı ve bu olayın xabze olarak uygulanmasına bakacak olursak kişiye özel xabze gibi gözüküyor. Burada anlatmak istediğim Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ)x Xabze=Devlet anlamına kadar ne kadar geniş bir yelpazenin içerisinde olduğumuza vurgu yapmaktı.

Selamlar.


KUŞHA Faruk Özden
25.04.2009

Değerli arkadaşlar,

Xabzeyi anlatırken, bir ucu örfi diğer ucu hukuki kurallar manzumesi diye tanımlamıştık.

Toplumumuzda kullanıldığı anlamda ağırlıklı olarak xabze nin karşılığı:

1) Töre,
2) Yasa, kanun,
3) Kural,
4) Alışkanlık,
5) İktidar, egemenlik.

Sayın Hapae, sayın Z. Sabor, sayın Mehmet bey, toplumdaki kullanılış biçimine göre bütün bu kavramların karşılığı xabzedir. Yani töreden iktidara kadar çok geniş bir kullanım alanı içeren xabze, en basit haliyle örf, adet, gelenek, töre anlamında kullanılmaktadır.

Ferdin fertle ilişkiler ve ferdin toplum içindeki davranışları manzumesi diyebiliriz. En basit haliyle ve en çok ve de titizlikle korunduğu, korunması gerektiği varsayılan ritüeller manzumesi.

Öte yandan, devlet yapılanması, organizasyonu olmayan bir toplumu yöneten, yönlendiren, yazılı olmayan, nesilden nesile aktarılan kurallar manzumesi ve nihayetinde siyasi erk yani egemenlik ve iktidar.

Bütün bu açılımları da xabze olarak niteleriz.

Diaspora Çerkesleri özerkte olsa idari bir yapılanmadan bihaber oldukları için; devlet, egemenlik, iktidar gibi anlamlarda kullanmaları mümkün değildir. Ancak pazar ekonomisinin toplumda etkili olmaya başladığı 1960 sonrasına kadar hukuk sistemine ve de toplumun hukuki uygulamalarına xabze denirdi. Zaten toplumda hakim olan hukuki sistemde Çerkeslerin kendi hukukunu oluşturan xabze idi. Ölümlü kavgaların sonuçları ile ilgili yaptırım ve uygulamalara da jıle vunafe ile çözüm getirilirdi.

Yaralamalı kavgalarda xabze uygulanır, kesinlikle karakola şikayet olmaz ve mahkeme ile toplumun işi olmazdı. Thamadeler toplanır, kararını verir ve karar uygulanırdı.

Tanımlama ve sıralamada bulunduğumuz xabze, kullanılış biçimi ve uygulamalarıyla ağırlıklı olarak töre, hukuk ve kurallar manzumesi olarak nitelenir.

Alışkanlık edinmeye de xabze dense de kurallaştırmak anlamında kullanılır.

Devlet, ideoloji, egemenlik anlamlarında xabzeyi alırsak; toplumsal felaketten sonra özelinde anavatanda Ekim Devrimi’nden sonra bu anlamlarda kullanılmıştır.

Çünkü devlet, ideoloji ve egemenlik Çerkeslerden uzak kavramlardı. Devlet merkezi otoriteyi temsil eder ki, devletleşme sürecine zaman zaman girildiyse de, hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Çerkeslerin modern anlamda bir devleti hiç zaman olmamıştır.

Hukuk anlamında xabzeyi en yaygın kullandığımız alanlardan birisidir. Xabzeyi xase ile oluşturmak ve müeyyidesini koymak.

Çocukluğumda Uzunyayla’da iki köydeki ölümlü kavga ve onlar için yapılan jıle vunafe yani xase.

Uzunyayla’da Sivas'ın Gürün ilçesine bağlı tek Çerkes köyü Maraşlı’da yaşanmıştı. Ölümlü kavgadan sonra, kan davası gibi bir sonuç çıkmaması için bütün Uzunyayla’nın thamadeleri toplanmıştı. Toplantı en yakın köy olan Karahalka’da yapılmıştı.

İkincisi ise bizim köyde yani Kırkpınar’da yine ölümlü bir kavgadan sonra yapılmıştı. Taraflardan bir sülaleye köyü terk ettirmişler ve uzun yıllar köye dönmemişlerdi.

Ve ekonomik, sosyal bir sorun ile ilgili vase (başlık) için yapılan, yine bütün Uzunyayla’nın thamadelerinin katıldığı xase, jıle vunafe.

Başlık 3 bin liraya düşürülmüş, bir iki sene kadar uygulanmış, önceleri el altından gizlice başlık farkı alınmaya başlanmış, daha sonraları herkes tutturabildiği kadar almıştı.

O zamanlar Mekuavelerin bir çift öküzü 3 bin liraya satıldığı için, çoğu genç kız bir çift öküz kadarda mı etmiyoruz diyerek başlık tutarının yükselmesine neden olmuştu.

Daha sonra yine başlık için bir toplantı yapılmışsa da hiçbir etkinliği olmamıştı.

Bütün bu örnekleri vermemin nedeni, diasporada 1960-70’li yıllarda artık xasenin gücünün kalmaması ve xabze oluşturamaması idi.

Yine bir virgül koyalım…

Saygılarımla


KUŞHA Faruk Özden
03.05.2009

Değerli Hapae,

Geçenlerde sorduğun sorulara yanıt olabilecek geçmişte, çocukluğum Uzunyayla'sından hatırladığım bir kaç örnek gösterdim.

Ölümlü kavgalar sonunda köyümüzdeki hadise ile ilgili yapılan ''jıle vunafe''de alınan kararlar uygulanmıştır.

Maraşlı ile ilgili toplantıda alınan kararlar ise önceleri uygulanıyor görünse dahi lı şejın (kanın yerde kalmaması anlamına gelen kanını bulmak) jıle vunafeye üstün gelmiş ve bir kaç ölüm ile kan davasının devamı gelmiştir.

Çocukluğumuzda ve gençlik yıllarımız da Uzunyayla'nın başta gelen sosyal yaralarından birisi: Başlık...

Vit şit şığınıpha yıllar önceden gelen bir gelenekti, vase.

1960'lı yıllarda pazar ekonomisinin gelişmesi vaseyi, ''başlık''a dönüştürmüştür. Hani Adigebze vase, Türkçe başlık, aralarında ne fark var diye sora bilirsiniz.

Vase gelenekten gelen, paraca değer değil de feodal yaşam tarzının kalıntısı ve o ekonomik yapının değeri olan vit, şit ved şığınıpha. Yani iki at, iki öküz ve elbiselik için bir miktar para.

Kapalı ekonomik yapının yerini, kapitalist ekonomik yapı almaya başlayınca, vase olarak verilen vit, şitin yerini tamamen nakdi parasal miktar almıştır.

1960'lı yıllardan sonra Avrupa'ya iş gücü ihracı başlığın nakdi olarak yükselmesini tetikleyen etmenlerden birisi olmuştur. Avrupa'ya giden gurbetçilerin bir ay gibi kısa izin dönemlerinde, hem evlenecekleri kızı bulmak, hem nikah kıyıp düğünü yapmak ve dönmek gibi kısa zamana sıkıştırılmak, başlıktaki nakdi miktarın artmasına neden olmuştur.

1960 sonrası yıllarda Uzunyayla'da, köylerde halı el tezgahlarının yaygınlaşması kızları üretici durumuna getirmiştir. Daha doğrusu emeğini satan işçi durumuna getirmiştir. Tabii ki emeğin bedelini de genellikle babalar almışlardır. Gelecekteki babaların gelir kaybı da genç kızların başlığının artmasına neden olmuştur.

Geçmişte kız çocuklarını esir pazarlarında sattıklarına dair rivayetler pek ispatlanamazsa da yakın geçmişte kızlarının emeklerinin üzerine oturan kız babaları, son olarak da maddi kayıplarını toptan başlık olarak telafi etme yoluna gitmişlerdir.

Katılımcıları, emek kaybı olan kızların babaları veya amcalarından oluşan vasenin vereceği karar ve uygulamaları. 1965 yılında Uzunyayla da vase ile ilgili jıle vunafenin kararları ve sonuçları.

Başlık için 3 bin liralık bir karar verildi. Bir iki sene uygulandı. Önceleri el altından fazla para alınmaya başladı. Daha sonra tamamen alenen alınmaya devam edildi.

Ekonomik zorluklar, kolay para edinme ve çözümsüzlükler jıle vunafe ile alınan kararın uygulanmasını sekteye uğratmıştır.

Ta ki, genç kızlar meta olmadıkları ve ticari mal gibi para ile alınıp satılmayacakları bilincine ulaşınca başlık sorunu kendiliğinden ortadan kalkmıştır.

Yine bir virgül koyalım.

Saygılarımla


Erhan Hapae
05.05.2009

Sevgili Kuşha seni biraz ihmal ettik ama sende biraz tembellik ediyorsun diyecektim ki tam son yazın geldi.

Farukcuğum,

Muhaceret topraklarından gerek sayın Mehmet,  gerek sen bir iki güzel örnek verdiniz sağ olun.

Çerkesya'da toprakta direkt çalışmayan ve pşı'da olmayan ama xabzeyi yürüten ara sınıflar profesyonel olarak var mıydı ve nasıl geçiniyorlardı? Ayrıca müzisyenler, belki büyücüler, din adamları vs. nasıl geçinirlerdi bileniniz var mı? Bu konuyu aydınlatırsanız sevinirim.

Bu ricam başta sayın Kuşha olmak üzere diğer tüm arkadaşlara.

Sevgilerimle.


KUŞHA Faruk Özden
12.05.2009

Değerli Hapae Erhan,

Çerkesya da din adamları veya büyücülerin geçim kaynaklarını bilmiyorum. İlkellikte acaba büyücülük veya büyü yaygın mıydı? Bilmiyorum. Adige söylencelerinde sadece şhue yehın (büyü yapmak) deyimi kullanılmaktadır. Genel olarak kötülerin büyü yaptığı anlatılan ueruatelerde ayrıca mesleği büyü yapmak olan kimselerden söz edilmez.

Çok tanrılı inanç döneminde Tha ile toplumun iletişimini thamade sağlardı. Huahue dua diye de niteleyebileceğimiz Tha'ya yakarışları da içerirdi.

"XVIII yüzyıl başlarında Abre de la Motre, Çerkeslerin görüşlerinin kesin bir sistemi olmadığını ve paganlık, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın farklı unsurlarının bir karışımı olduğunu ifade etmiştir" (Natho Kadir-Çerkesler).

Abre de la Motre'nin Çerkeslerin inanç dünyası ile ilgili tespiti ile bağlantılı olarak sosyal yaşamlarında da kesin olarak otoriteye boyun eğmediklerini görürüz.

İlkellikten itibaren Çerkesler de kesin bir ruhban sınıfı olmamıştır. Zaten Çerkesya'da Cenevizliler aracılığı ile Roma Katolik Kilisesi'nin çalışmaları başarıya ulaşmamıştır. Toplumda biraz etkili olan Bizans Doğu Kilisesi'dir. XV yüzyıldan itibaren Kırım Hanlığı etkisiyle Çerkesya'ya Müslümanlık girmeye başlamıştır.

Bu kısa açıklamalardan sonra Çerkesya'da etkili bir din adamları sınıfı yani ruhban sınıfı oluşmamıştır diyebiliriz.

Annemin dedesi imamdı. Anneannemin anlattığına göre köyleri Uzunyayla'nın doğu ucunda Babıguey'den (Aşağıhüyük), Sasıkhable'ye (Kırkpınar) imam olarak gelmiş ve uzun yıllar kalmıştı.

Bizim köylerimizde -çocukluğumuzdan hatırlarım- imama Yefendi denirdi. Yefendiye yıllık olarak belli ölçek buğday ücret olarak, Yefendi Hak olarak ödenirdi. Bundan 50 sene önce öyleydi, 100 sene öncede öyleymiş. Fakat Çerkesya'da nasıl olurdu?  Bilemeyeceğim.

Yukarda ufak bir giriş yaptığım pagan çok tanrılı inanç döneminde, en etkili tapınma Thaşxue vuıg denilen ve thamadenin gözetimindeki ritüeller.

Pagan döneminde Tha ile iletişime geçen, topluluk adına huahue ile Tha'ya yalvaran, dua eden kişidir thamade. Huahue salt dua değildir. Hem kutsama, hem iyi dilekler ve nihayetinde duadır. Huahue bje siz,bje de maxsımasız olmazdı.

Geniş alanlarda Tha için yapılan vuıg, Thaşhue vuıg, vuıg hureye erkekler ve kızlar katılırdı. Anlatıldığına göre günlerce süren ''Thaşhue vuıg''i başarı ile bitiren genç kız ve erkeğin babasına mutlu haber verilir, o baba da jıle ye ane çıkartırdı. Yani ziyafet verirdi.

Önceleri Tha için yapılan Thaşxue vuıg, sonraları Thağalec içinde yapıldığı kaynaklarda anlatılıyor. Vuig sırasında birlikte şarkılar söylendiği de aktarılmaktadır.

Şimdilik yine bir virgül koyalım.

Saygılarımla


KUŞHA Faruk Özden
18.05.2009

Değerli Hapae,

Toplum içinde kişinin kişiye karşı ve kişinin topluma karşı davranışları olarak niteleyeceğimiz, diasporadaki halkımızın kullandığı anlamda xabze; bir yönüyle Batılıların kullandığı anlamda centilmenliği içeriyor. Ğte yandan bir yaşam şekli ve yaşam felsefesidir xabze.

Adige xabze olarak isimlendirilen uygulamaları, Kabardeyler biraz özelleştirerek ''Wuerk xabze'' diye isimlendirirler. Wuerk xabze diye isimlendirmek Kabardeylere has bir niteleme gibi geliyor bana. Her ne kadar sınıfsal bir niteleme gibi görünse de xabzeye uymayı wuerk davranışı olarak isimlendirmek centilmen davranışı anlamında kullanılmaktadır.

Bazı yazarlara göre Askeri Aristokrasi diye de isimlendirilen wuerkler xabzeye uymaya da çok özen gösterirlerdi.

Sayın Hapae, "Çerkesya'da toprakta direkt çalışmayan ve pşı olmayan ama xabzeyi yürüten ara sınıflar" tanımlamanıza uyanlar wuerklerdir. Wuerkler pşı değildi ama daha öncede belirttiğim gibi Kabardey toplumunun omurgası olarak nitelenirlerdi. Bazılarına göre Adige Wuerkleri Japon Samuraylarına benzetilirler.

Bir tarafta toplumun silahlı gücüdür. Pşıler dahi onlardan çekinirler. Öte yandan xabzenin uygulatıcısı ve uygulayıcısıdırlar. Haynape diye nitelenmemek için canlarını dahi feda ederler. Çok yoksul düşenleri dışında çalışanları yoktur, yani üretici değildirler. Tabii ki, onlar için çalışan vuneutleri vardır. Hele ticaret yani para uzak durulması gereken bir nesnedir. Sadece zekue de ele geçirdiklerini satarlar ya da vuneutlerinin yetiştirdikleri hayvanları sattırırlardı. Paraya değer vermek, hele paragöz görünmek çok ayıptı.

Köyü olan wuerkler olduğu gibi bir pşının köyünde veya başka bir wuerkın köyünde oturan wuerklerde vardı. Xabze ye uymak ve uygulamanın yanında güzel konuşmak yani hitabette wuerklerin önem verdikleri,titiz davrandıkları konuların başlıcaları idi.

Bütün Adigelerde olduğu gibi Kabardey Wuerkleri de güzel ata çok önem verirlerdi. Uzun seferlerde ve zorlu kış şartlarında at en büyük yardımcıları idi. Atı ve silahları bir Adige savaşçısı olan wuerkın çok önem verdiği,değer verdiği şeylerdi.

NATHO Kadir Çerkesler adlı eserinde; "Asiller ganimetlerini satmak dışında hiçbir ticari iş yürütmemelidir" zihniyetini taşıdıklarını aktarır. "Asil bir adama ancak halkını yönetmek, onları korumak ve avcılık ve askeri işlerle meşgul olmak yakışır" genel felsefeleri olduğunu aktarır. Aynı eserde: "Bir aristokrat halktan birisinin güzel bir atı olsa, atı elinden alır ve ona bir çift öküz verir ve senin işine ancak bunlar yarar derdi" diye aktarır.

Bizim Uzunyayla da anlatılır:

Bir pşıl, nasıl olduysa güzel bir at yetiştirir. Güzel bir eyer ile gemde yaptırır. Birazda şişinerek (ziğapşu) ata biner ve köyden ayrılır. Bir müddet sonra süklüm püklüm yayan olarak köye döner. Soranlara önce bir şey demez, ısrar edilince Zivushan aldı der.

İkinci anlatım şeklinde de köye yayan dönünce atını ne yaptın diye soranlara çaldırdığını söyleyince: Wuehem şı zurağaşen (senin gibi b.ktan birini öyle ata bindirirler mi?) derler.


Xabze uygulamaları ile ilgili bir anımı anlatayım:


Bir tarihte Adige gurubunun oturduğu bir odaya girdik. Ev sahibini tanıyordum. Oturum düzenine göre içerdekilerle tokalaşmak istedim. Fakat jante de daha genç birisi oturuyordu. İçerdekilerden yaşça daha büyük olanı kapıya yakın oturuyordu. Önce yaşça büyük olanın elini tuttum. Daha sonra jante de oturan orta yaşlının elini tuttum. İlk başta oturuş düzenine göre ben şaşırdım. Benim uygulamamdan da içerdekiler şaşkınlık geçirdiler. Yaşlının elini tutunca yanındaki gencin elini tutacağımı sandılar. Benden sonra gelen de sıra ile bir baştan hepsinin elini tuttu...

 
1. Bölüm        2. Bölüm        3. Bölüm        4. Bölüm