CircassianCanada Notu:
Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip
yayına verilmiştir.
K’EREF Albuz
12. 03.
2009
Sayın;
KUŞHA Faruk ve saygı değer HAPİ Cevdet beye birkaç soru da benden.
1) Pşıga ve pşı kavramlarını; ölçen, standart oluşturan,
başlangıç yapan, ilk var eden veya önderlik oluşturan anlamlarıyla
düşündüğümüzde aslında Osmanlı’da ve Rusya’da tasfiye edilen
feodaliteden çok (tıleyler) önderlikler mi acaba?
2) Workı, wud, wune, warde, wogu vb. gibi anlam akrabalığı
olan sözcüklerle beraber düşündüğümüzde, worklık sadece feodalite
döneminin bir olgusu mudur?
3) lhukol, ‘’mılhuko’’nun tam zıttıdır, yani esas olan
lhuko(l) degil midir? ( Lıır laakoş’deki gibi.)
Yani esas olana lhukol, güçü birikimi toplayıp, yeniden güce
dönüştürerek bilinç ve güç oluşturana work, önderlik
oluşturulmasına da pşıga diyebilir miyiz?
KUŞHA Faruk Özden
12. 03.
2009
Değerli
arkadaşlar,
Adige feodal yapılanmasının omurgası olarak nitelendirdiğimiz
workler, bazı tarihçilere göre Uzakdoğu’nun özelinde Japon
Samuraylarına benzetilir. Yaşamları lığe (yiğitlik) üzerine
kurulmuştur. O kadarki, ölümde dahi yiğitlik aranır. Lenımi lığe
xels (ölümde bile yiğitlik vardır veya ölümde bile yiğitlik
aranır).
Uğraşları zekue (serüven seferi) tek veya küçük guruplar halinde
komşu kabileleri de içine alan, uzak steplere kadar uzanan alanda
serüven ve talan için sefere çıkmak. İntikam alınmasını önlemek
için talan edilen yerler çok uzak tutulurdu. Work sadece zekuede
ele geçirdiği ganimetleri para ile satar. Onun dışında ticaret çok
ayıptır. Ticaretin workler için ayıp olduğunun savunulduğu bir
toplumda da ekonomik ilişkilerin gelişmesine yani pazarın
gelişmesine en büyük engel bu zihniyettir. Almak-satmak yani
ticaret worklere göre değildir. Bir anlamda Avrupa
Aristokrasisi’de ilk başlarda ticareti hor görmüş, sonunda
Fransa’da olduğu gibi sınıfının tasfiyesini gündeme getirmiştir.
Ticareti hor gören, ticaretle güçlenen burjuvazisi tarafından
demokratik devrimle tasfiye edilen Fransız feodallerinin
yaşadığının bir benzeri Çerkesya’da yaşanmıştır. Aradaki fark
Fransız feodallerinin tasfiyesi kendi burjuvazisi tarafından
yapılmıştır. Adige feodalizminin tasfiyesini de tetikleyen Avrupa
burjuvazisi ile güçlenen ve demokratik taleplerini gündeme getiren
güçler olmuştur.
1861’deki Çarlık Rusya’sı serfliğinin -yani köleliğinin- yasayla
tasfiyesi Çerkesya’da katliamları ve sürgün felaketini gündeme
getirmiştir. Avrupa’da başlayan Burjuva Demokratik Devrimi ve
Sanayi Devrimi, Rusya’da köleliğin tasfiyesini hızlandırmış ve
Çerkesya topraklarının boşaltılmasını tetiklemiştir. Sürgünle
boşaltılan verimli topraklara Rus ve Kazak köylüleri
yerleştirilmiştir.
18 ve 19. yüzyıllarda ekonominin en önemli girdi kaynaklarından
biri olan Çerkesya’nın verimli toprakları silah zoruyla
boşaltarak, özgürleşen kendi köylüsüne tahsis eden Çarlık
Rusya’sı; 1800’lü yıllardan sonra en fazla silahlı direnişi
gösteren Çeçen ve Dağıstan topraklarını dağlık ve verimsiz olduğu
için boşalttırmadı.
18 yüzyılda kendi feodallerini tasfiye eden, pşı ve lekueleşlerini
uzaklaştıran Abzegh ve Shapsughlar öndersiz kalmıştır. Toplumda
demokratik bilinç gelişmeden oluşan burjuvazisi tarafından değil
de halk tarafından feodallerin tasfiyesi toplumu öndersiz
bırakmıştır. Gerektiği gibi planlı olmasa dahi önderliği olmayan,
gerektiğinde Çarlık yönetimi ile uzlaşacak veya yaptıkları
anlaşmalara dahi sadık kalmayan bazı yorumculara göre ne anlama
geldiğini bilmediğim aileler federasyonu tutumlarıyla bütün
toplumun sürülmesine neden olmuştur.
Sürgünde esas belirleyici olan Çarlık Rusya’sının köylüsünün
özgürleşmesidir. Birilerinin özgürleşmesi Çerkeslerin felaketini
getirmiştir.
Bu arada konudan uzaklaşarak her zaman olduğu gibi feodalizmi de
savaşa bağladık. Savaş toplumsal gelişmeyi sekteye uğratmıştır.
Feodal yapıyı irdelerken, toplumsal yapının tarihsel gelişimini
özetlerken, konu yine savaşa getirildi.
Saygılarımla.
HAPİ
Cevdet Yıldız
12. 03.
2009
Sayın
HAPAE ve sayın K’EREF Albuz,
1) Tarih, yer ve zamana göre değerlendirilir. Kabardiya ve
Kuzey Osetya 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus denetimine
alındı ve 1774 yılında resmen Rusya’ya ilhak edildi. İlhak 1774
Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığı
tarafından da tanındı. Bu iki yer artık resmen Rus toprağı, halkı
da Rus uyruğu oldu. Ruslar feodal yapıyı, beylerin (pşı),
soyluların (work), serbest köylülerin (tlkhukol’) hukuk ve
statülerini tanıdılar. Pşıl’ı (serf) ve vıneutlar (köleler)
üzerindeki statüde ise bir değişiklik yapılmadı. Yani ilk gruplar
(özgür olanlar) üstün statü ve mülkiyetlerini korudular.
2)
Çerkesya Adigeleri 1859 yılına değin direnişlerini sürdürdüler.
Ancak 1859 yılında, ilkin Kuban ırmağı orta sol kıyısındaki
düzlüklerde yaşayan Bjedughlar Ruslara boyun eğdiler. Bjedugh
sayısı 1860’larda 60 bin tahmin ediliyordu, göç sonucu sayı
1880’de 15 bin 263’e düşmüştü (A. Kasumov-H. Kasumov, Çerkes
Soykırımı, s. 290-291). Bjedughların ardından, aynı yıl K’emguy,
Mehoş, Besleney, Yegerukay, Kuban Kabardey, vb boyun eğdiler.
K’emguy sayısı 80 binden 3 bin 140’a düştü (aynı yer, ayrıca Bkz.
“Çerkes Sürgünü”-Vikipedi).
Görüldüğü gibi 1859’da boyun eğen topluluklar da baskılar sonucu
büyük bir göç olayı yaşadılar. 1860’da Anapa yörelerinde yaşayan
ve Ruslara boyun eğen Natukuaylar ise, farklı bir siyasal
coğrafyada yaşadıklarında toplu olarak sınır dışı edildiler:
Natukuay sayısı zorla göç ettirme (sürgün) sonucu 1860’daki 240
bin sayısından 1880’de 175’e düştü (aynı yer).
Kırım Savaşı, Rus ordusunun hantal olduğunu, Rusya’nın Batılı
ülkelere göre çok geri kalmış olduğunu ortaya koydu. Bu durum
karşısında Rusya reform kararı aldı. Bu arada Kuzey Kafkasya
sorununu da çözmek gerekiyordu.
Daha yukarıda belirttiğim gibi, Rus hükümeti 1861’de Çerkes
halkının bir bölümünün bulunduğu yerden çıkarılması ve göç
ettirilmesi, bu yerlere Rusların yerleştirilmeleri kararını aldı.
Bu bir bölümün yaşadığı yer, Karadeniz ile Maykop ya da Belaya
ırmağı (Şhaguaşe) arasında bulunan Adige egemen topraklarıdır.
Egemen Çerkes sahili ise, kuzeyde Kuban ırmağından güneyde, şimdi
Abhazya’da bulunan Bzıb ırmağı arasında bulunan Karadeniz kıyıları
idi. Bütün bu saha, olduğu gibi insansızlaştırılmış yerli nüfus,
Rus askerlerince son bireyine değin bu yerlerden sürülmüş ya da
öldürülmüştür. Sözünü ettiğimiz Bjedugh, K’emguy ve Kuban Kabardey
toplulukları sürgüne tabi tutulan ve inansızlaştırılan saha (Kuban
Askeri Yönetim Bölgesi) dışında ve Rus yönetiminde olan bir
bölgede bulunuyorlardı. Sürgün kararı o toplulukları kapsamıyordu.
3)
1992’de Maykop’ta bir toplantıya katılmıştım. Burada genç bir
tarihçi bayan konuşmacı, dış ülkelerde yaşayan Adigeler için
“Kandırılarak götürülenler” (Гъэпц1агъэк1э ращыгъэхэр) gibi
deyimler kullanıyordu, itiraz ettim. Bana karşı olan, kadını
destekleyen itirazlar duydum, “Evet, o Adigeler kandırılarak
götürüldüler” dediler. Ben de bir Rus generalinin daha alt
düzeydeki bir başka Rus generaline gönderdiği 1863 tarihli bir
yazıyı okudum. Yazıda “Gösterdiğimiz yerlere taşınmaları için
Natukuaylara 20 gün süre veriniz, taşınmayanları Türkiye’ye
gönderiniz” deniyordu. “Onlar başka, ben buradaki -Adigey’deki-
Adigelerden söz ediyorum. Buradakiler sürülmediler” anlamında bir
diretmede bulundu. Bunun üzerine oturumu yöneten Prof. Dr. Asker
Hadeğal, “Cevdet, bizi sürdüler, öldürdüler, cesetleri topluca
uçurumlardan attılar, toplu kıyımdan geçirdiler, bunların hepsi
oldu” biçiminde bir müdahalede bulundu. Ben de “Hadeğal’ın
görüşüne katılıyor musunuz” diye tarihçi bayana sordum, o da
“Evet” anlamında başını sallamakla yetindi. Bunları “Kuzey
Kafkasya Kültürel Dergisi” ile “Argun” gazetesinde de yayınladım.
4)
Peki, sürgünün uygulandığı bir alanda yaşayan Kıyıboyu
Shapsughları nereden çıktılar öyleyse, diye sorulabilir. Bu konuda
en geniş yeni bilgi Polovinkina’nın “Çerkesya Gönül Yaram” adlı
kitabında var. Shapsughların üstündeki dağlık kesimde yaşayan
Hak’uçlar (Bkz. Hak’uç-Vikipedi) 1864 yılında ve sonrasında
Ruslara boyun eğmediler. Bazı Shapsughlar ve diğer Adige
kalıntıları da onlara katıldılar. Hak’uçlar 1865 yılı
sonbaharında, Rus birliklerince daraltılan bir çember içine
alınarak yok edildiler. Yakalanan ya da teslim olan bazı Shapsugh
ve Hak’uçlar, Rus yerleşimcilere yöre koşullarına uygun örnek
tarımı göstermeleri amacıyla ve askeri gözetim altında küçük
gruplara bölünerek Rus köylerine dağıtıldılar. 1880’de Karadeniz
bölgesindeki askeri yönetime son verilince, yani bölge sivil
yerleşime yeniden açılınca, Kuban bölgesine (şimdiki Adigey)
yerleşmiş Shapsughların bir kısmı bu tür olanaktan yararlanarak
Karadeniz bölgesine geri döndü ve oradaki Shapsughlarla birleşti.
Acak bölgedeki Adige-Shapsugh nüfusu 1897’de 2 bin bile olamamıştı
(Bkz. Karadeniz ili-Vikipedi).
5)
“Pşı”
(пщы), sözü geçen, ailenin ya da topluluğun büyüğü, yöneticisi
anlamına gelir. Gelin kayınpederini “pşı”, kayınvalidesini de
“guaşe” olarak tanımlar, bu saygıyı ve itaati ifade eder. Unvan
olarak da, köy ya da topluluk beyine “pşı”, pşının karısına da
“guaşe” denir. Pşı ve worklerin birçoğu dışarıdan, egemen
merkezden ya da onların yetkili temsilcileri tarafından atanmış
kişiler oldukları için Tatar asıllı iken zamanla Adigeleşmiş
kişiler de olabilirler. K’emguylarda “Boleteko” - “Polat
oğlu”ndan, Kabardeylerde “İdar”-“Aydar”dan gelmiş olabilir.
Nitekim bunlar yakın zamanlara değin kendilerinin Türk soyundan
geldiklerini söylüyorlarmış, bunu Şemseddin Sami beyden okumuştum
(Bkz. Şemseddin Sami, Kamüs-ül Alam, “Kabarda” maddesi).
“Pşığo” -Prenslik anlamına gelir, Rus, Tatar, Gürcü, Azeri,
Ermeni, Dağıstanlı, Abhaz, vb’nde vardır, Adigelerde ise yoktur.
Adige devlet evrilmesi henüz o düzeye ulaşmamıştı. Sadece bir ya
da birkaç köyle sınırlı köy yönetimleri vardı, köy beyleri de bir
yerlere bağlı olurlardı. Örneğin Kırım Tatar Hanlarının ya da
Rusların vasalı olan Kabardey beylerinin (pşı) Karaçay ve Balkar
beyleri (biy, tavbiy) gibi vasalları da vardı.
Bazen de (1739-1774 arası dönem Kabardeyler, ayrıca diğer Adigeler
arasında da bir baş prens “pşıme yapş” ) seçilebilirdi. Ama bu
olay bir prenslik oluşumu gibi algılanmamalıdır, çünkü süreli ve
geçici bir durum idi. Yani hanedan kurma olayı değildi.
“Tlkhukol’”(лъхукъол1)-Kabardeyce’de “Özgür bir adamdan olma
adam”, “Özgür, başına buyruk adam” anlamlarını verir, Batı
Adigece’deki söyleniş biçimi “fekol”dur (фэкъол1) ve aynı anlama
gelir.
“Pşıl’ı” (пщыл1ы)-Adı üstünde “Pşıya (beye) ait (serf, toprak
kölesi) olan adam” anlamına gelir. “Vıneut” ise, adı üstünde
“Kapıkulu”-“Düz köle” anlamına gelir.
“L’ekotleş” (Л1экъолэщ) ve “Work” (Work) ise, bunlar da “pşı”
altı, ama “tlkhukol’” üstü unvanı olan soylu kişiler idiler.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
12. 03.
2009
Sayın
KUŞHA,
Workler yağmacı mıydı yani?
Öyle bir tarif ettiniz ki; '’Çift kişilikli'’ler neredeyse.
GIR-GIR dergisinde bir tip vardı; 'gündüz insan gece hırt'
benzeri.
Eğer öyle iseler, soylu davranış tarzı nasıl olurda onlardan
kaynaklanıp bütün bir halka yayılır.
Mehmet
12. 03.
2009
Sayın
HAPAE, sayın Özden, sayın HAPİ,
Her birinizin tarih bilincine, anlattıklarınıza katılıyorum ve
inanın sizden çok şey öğrendim bu arada. Benim itiraz ettiğim
yerler var yinede. İtirazım içeriğe değil, metodolojiye. Dikkat
ediyorum Kafkasya üzerine tarihi konularda bilgi verirken
modellemeye giriyoruz. Başka yerlere bakarak Kafkasya’yı
açıklamaya çalışıyoruz. Örneğin Batı normlarında bir feodalite,
Batı normlarında demokrasi, üretim-emek-emekçi ve bilumum öteki
normlarla Kafkasya tarihini modelleme yoluna gidiyoruz. Evet bir
yere kadar modelleme yapabilirsiniz ama bir yere gelindiğinde
bakıyorsunuz ki model uymuyor. Takılıp kalıyoruz.
Bakın sayın HAPAE takıldı kaldı:
“Workler yağmacımıydı yani? (…) Eğer öyle iseler, soylu davranış
tarzı nasıl olurda onlardan kaynaklanıp bütün bir halka yayılır.’’
Avrupalılar bile bu işe hayret ediyorlar nasıl olabilir diye.
Çünkü model olarak kendilerini görüyorlar ve başkalarının da
kendilerini model olarak kabul ettiklerinin bilincindeler.
Feodalite, demokrasi, insan hakları vesaire. Bizlerde model
olarak Avrupa’yı (dış dünyayı) aldığımız için şaşırıp kalıyoruz
‘’nasıl olur’’ diye.
Kafkasya’daki tarihsel süreç çok ilginçtir. Bu süreci öyle her
modelle anlatmak mümkün değil. Nasıl oluyor da hem yağmacı hem
asil olunabiliyor, nasıl oluyor da yazılı tarihi olmayan hatta
yazılı kanunları olmayan bir toplum hem barbar hem asil hem de
Batı’da dahi görülmeyen bir biçimde kadın haklarına saygılı
olabiliyor? Örnekler çoğaltılabilir. Umarım ne demek istediğim
anlaşılmıştır.
Sayın HAPAE’nin sorusuna gelirsek eğer:
’’Workler yağmacımıydı yani?’’
Evet
yağmacılık worklerin en önemli kahramanlık emarelerinden biridir.
Hatta bu kahramanlıklarına dair woredlerde vardır.
Adolph Erman’nin - 1841’de yayınlanan “ Archiv für
wissenschaftliche Kunde von Russland“ adlı eserinde bu woredlerden
birinin hikayesi söyle anlatılır: (Almanca kaynaktan Almanca
olarak aktarıyorum isteyen tercümesini yapsın.)
Der Edelmann Kait war ein ausgezeichneter Kämpfer aber sehr
hochmutig das Blut der Janin rollte in seinen Adern Als er eines
Tages von einem Überfall heimkehrte besuchte er ein schönes
Mädchen diese fragte ihn lächelnd nährst du dich auch wie jene
beiden Fürsten hier nannte sie zwei in der Sage berühmte Helden
nur von der Speise die man auf Kriegszügen findet Mit
einbrechender Nacht machte sich Kait auf den Weg zu den berühmten
Kämpfern um seiner Schönen den Beweis zu geben das er an Kühnheit
und Ausdauer in Beschwerden keinem Kämpfer auf Erden nachstände
Die gefeierten Helden verweilten im Hause eines Mannes der ihnen
ergeben war als Kai l allen Drangsalen einer langen und
gefährlichen Wanderung Trotz bietend bei ihnen ankam Zwei böse
Hofhunde zerfleischten ihm die Füsse er aber kümmerte sich nicht
darum und ging mit seinen blutenden Füssen weiter ins Haus Die
Tochter des Wirtes meldete den seltsamen Gast Die beiden Fürsten
staunten über seine Kaltblütigkeit und wollten ihn sogleich kennen
lernen von dein Tage an war Kait ihr Herzensfreund und ihr
Gefährte bei jedem Wagnis Bei einer hitzigen Verfolgung der Feinde
wurden beide Brüder getötet Kait der mit ihnen war kämpfte wie ein
Verzweifelter und beschützte die leichname der Gefallenen so
heldenmütig dafs die erstaunten Feinde ihm zuriefen er könne ruhig
und ungekränkt in seine Heimat ziehen Aber Kait wollte von
Schonung seines Lebens nichts hören er fiel die Leiber seiner
Freunde beschützend Als die beiden Fürsten schon dem Sinken nahe
ihn ermahnten sie jetzt ihrem Schicksal zu überlassen sprach er
begeistert ‘‘Ich habe die Speise der kriegerischen Züge mit euch
geteilt und will jetzt auch den Tod mit euch teilen!“
Selamlar.
K’EREF Albuz
13. 03.
2009
“Tüm
Arapça sözlüklerin babası olan Kamus ile ağababası olan Sıhâh,
millet sözcüğünü basitçe “din” diye tanımlıyorlar. Nüans konusunda
Arapları bile yaya bırakan Lane’in sekiz ciltlik Arabic Lexicon’u
“a way of belief and practice in respect of religion” diye
ayrıntılandırmış, yani “dinî inanç ve pratik bakımından takip
edilen usul”.
Türkçe kullanım da öyleymiş. Buyurun Meninski, Osmanlı dilinin ilk
ve birçok bakımdan asla aşılmamış sözlüğü, 1680 tarihli; “lex quam
quis sequitur, religio”. Yani “bir kimsenin bağlı olduğu yasa,
din”. Osmanlı Devleti’nde, biliyorsunuz, İslam milleti var, Rum,
Ermeni, Yahudi milletleri var. Burada Rum ve Ermeni etnik köken
adı değil, din adı. Mesela Bulgarlarla Sırplar, Rum sayılıyor,
Süryaniler de Ermeni, çünkü mezhepleri aşağı yukarı öyle. Sonradan
Katolik milleti ile Protestan milleti bile zuhur etmiş” diyor,
Sevan Nişanyan. “Kelime bazda”. Oysa ki, bugün millet ve
milliyetçilik dendiğinde bugün bunları anladığımız söylene bilir
mi? Hatta böyle tanımlamanın mümkün olmadığını düşünürüz de.
Bana öyle geliyor ki, olayları ve olguları doğru anlamak için son
halinden önce kat etmiş olduğu aşamaları, dış ve iç etkenleri,
olaylar ve olgular arasında ki açık ve gizli ilişkileri anlamak
gerekiyor.
Birde tarihe salt siyasal tarih açısından bakıp, sosyal tarihi
ihmal ettiğimiz de bütünsellikten uzaklaşıp eksik bilgilenmiş
oluruz diye düşünüyorum.
Xabze, xase, pşı, work, lhukol (fekol) derken bugünkü dile ve
anlayışa çeviri yapıyoruz gibi geliyor bana. Hal bu ki, her
oluşumu kendi koşulları için de değerlendirilirse daha doğruya
yakınını tartışıyor olmaz mıyız?
Wuzınçev.
KUŞHA Faruk Özden
13. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Work ve zekue, Adigelerde birbirini tamamlayan iki olgu idi.
Work
yiğitliğini zekue ile ispatlardı. Gerek tek başına gerekse küçük
gruplar halinde çok uzak diyarlara hatta Moskova Knezliğine kadar
gidildiği dahi olurmuş.
Bir
deyim vardır: Bığur yivukıre yepşaner kesu kıxa (dokuzunu öldürüp
onuncusunu terkisinde getirmiş). Zekueye gitmek ve şı guarte (at
sürüsü) ile dönmek en büyük yiğitlik gösterisi idi.
Sayın
Mehmet bey,
Toplumsal gelişme ile ilgili olarak şablonculuk yaptığımı
zannetmiyorum. Genel kabul gören ve bilimsel olarak da desteklenen
toplumsal gelişmedeki evrelerden bahsetmekte şekilcilik değildir.
Toplumsal gelişmelerdeki evreleri en belirgin olarak Batı
yaşamıştır. Dolayısıyla anlatılırken de Batı yani Avrupa örnek
gösterilecektir. Kendi adıma konuşuyorum: Adige toplumsal
gelişmesine yeni başladım. Bazılarının yaptığı gibi, sayfalar
dolusu olacak yazıları ardı ardına foruma taşımak onaylamadığım
bir yöntemdir. Bu konu başlığı altında yazdıklarım ile ilgili
olarak tabii ki eleştiriler olacaktır. Karşı görüşleri de
yazarsınız. Çünkü burası özgür bir platformdur. Tek ricam var
konuları saptırmadan, aceleye getirmeden, konuları geliştirerek
tartışmak.
Sayın
Mehmet bey,
Çerkeslerde Köleci Toplum, Feodal Toplum deyimlerini kullanmazsak;
pşı, work, lhukuel, pşıl, vuneutlerin olduğu toplumsal sisteme ne
diyeceğiz? Tabii ki yarı köleci, yarı feodal toplumsal yapı. Çünkü
bir tarafta köleci toplum tasfiye edilmemiş, öte yandan tam bir
feodal yapıya geçilememiş. Ağır basan yan feodalizmdir. Yoksa
feodalimsi bir yapı dersek çok yapay ve havada bir kavram
olur.
Sayın
HAPAE,
Sizin
Workler ile ilgili saptamanızı irdelemeye devam edelim:
Adige toplumsal yapısının omurgası worklerdir. Toplumu
yönlendiren, destekledikleri pşıleri güçlü kılan yine worklerdir.
Batı’daki feodal krallar güçlerini kilise ve şövalyelerden
alırken, Çerkeslerde özellikle Kabardeylerde pşılerde güçlerini
worklerden alırlardı. Hem sayıca çok olmak, hem de silahlı güç
olmak. Esas belirleyici olanda silahlı güç olmaktı.
Worklerin yiğitlik ve cesaretlerini ispatlama yöntemi: Zekueye
gitmek ve başta at sürüsü olmak üzere esirlerle dönmek ve zekuede
ele geçirilen malları satmak. Zekuede at getirmelerinin nedeni,
çok hızlı hareket etme zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Tabii ki
bir de pazarda para etmesi ve hızlı nakde dönüştürebilmek. Atlar
hem binek, hem de gücünden faydalanılan ve her zaman para eden bir
değer.
Worklerin yaşamlarının bir yönü: Ashe, fashe ve zekue tevue.
Ashe,
fashe silahlar ve gereçler yani kama, kılıç, ok, yay ve daha sonra
tüfek ve tabanca; zırh kalkan ve atların binek takımları. Silahlar
ve aksesuarlarda aşırı gösterişe kaçmadan gümüş ağırlıklı kama ve
kılıç kınları. Çeliğin en iyisi ve namlısı Çerkes kılıcı. Bu
silahların kullanıldığı alanlar: Zavue ve zekue.
Konuyu
yine savaşlara getirmeden bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
HAPİ
Cevdet Yıldız
14. 03.
2009
Sayın
KUŞHA Faruk Özden,
Bir
konuyu incelerken zaman ve mekana göre değerlendirmek gerekir.
Yoksa tarih değil öykü söz konusu olur.
1)
Örneğin worklerin (work) Moskova Knezliği’ne değin sefere
çıktıklarının anlatıldığını söylüyorsunuz. Moskova Knezliği
1340-1547 yılları arasında, yani 669 ile 462 yıl öncesi bir
dönemde yaşamıştır. O zamanki Kabardeylerin politik durumu neydi?
The region came under the control of the Mongols between
1242-1295. It passed into the hands of the Georgians from 1295 to
1505 before falling, briefly, into the orbit of the Persian
Empire between 1502-1516. It was then ruled by the Ottoman Empire
from 1516-1557. From 1557, it became a protectorate of the
expanding Russian state - first Muscovy, then the Russian Empire.
( History of Kabardino-BalkariaFrom Wikipedia, the free
encyclopedia).
Yukarıdaki kaynak, 1516-1557 yılları arasında Kabardeylerin
Osmanlı İmparatorluğu’na ve o çerçevede Kırım Hanlığı’na bağlı
olduklarını gösteriyor. Kırım Hanları hemen her yıl Moskova
üzerine yürür, yağma yapar ya da vergi toplarlardı. Bu gibi
seferlere kuşkusuz tüm bağlı kavimlerinki gibi Kabardey atlıları
da katılırlardı. Bu bir zorunluluktur, Han’ın buyruğudur. Yani
Kabardeylerin ya da Adigelerin kendi geleneksel ya da bağımsız
hareketleri değildir.
Moskova Knezliği Çarlığa dönüşmüş, ilk Rus Çarı olan Korkunç İvan
da Kabardey damadı olmuştur (1530-1584).
2)
Çerkes tarihinin köleci dönemi hakkında yeterli bilgimiz yoktur.
Daha çok Grek belgelerinden bilgi alınabiliyor. Sindika ve
Bosporos krallıkları köleci toplum dönemine denk düşüyor.
3)
Feodal toplumda düz köle de vardır, ama sisteme damgasını vuran
sınıf serf ya da pşıl’ı sınıfıdır. Üretici sınıf pşıl’ı sınıfıdır.
Düz köleler (vıneut) bir sınıf değildir, bir ara tabaka sayılır.
Daha önce değindiğim gibi bunlar genellikle esirlerden oluşurlar
ve esir pazarlarında satılabilirler.
4)
Adige
toplumlarında iki üretici sınıf görülürdü: ”Fekol’ ya da tlkhukol’”
(özür köylü) ve “pşıl’ı” sınıfları. Pşıl’ı (serf) sınıfı
Kabardeyler dışındaki toplumlarda küçük bir azınlığı
oluşturuyordu. Bu iki sınıf, genel anlamda toplumun iki temel
sınıfı idi.
5)
Pşı (bey) ve “work” (work) sınıfı üretici değildir, bu bakımdan
temel sınıf değildir, sömürücü ve yönetici sınıflardır. Bu sınıf,
çalışmayı aşağılanma sayardı. Worklerin pşı sınıfının silahşorları
olmaları normaldir ama work sayısı az olduğundan fekol’lar da
pşının (beyin) hizmetinde olurlar, onun emri altında sefere
katılırlardı. Fekol, pşının güvenini kazandığında work de
olabilirdi.
6)
Adige geleneğinde yağmacılık yoktur. Sadece buyruğu altına yaşanan
devletin akınlarına zoraki katılma biçiminde ya da öç alma
niteliğinde dış seferler söz konusu olabilir (bkz. Abu Şhlaho,
”Uzaktaki Yıldızların Işıltıları”;”Yıldız Kahramanları”,
CircassianCanada, Tarih bölümü).
Dikkat edilirse, Shapsugh gibi fekol’ (demokratik) toplumlarında
kadın ve erkek birlikte, herkes tarlada çalışır. Yarı feodal
toplumlarda ise sadece pşıl’ı kadınları tarlada çalışır, fekol’
kadınları bile, soylu kadınlar gibi çalışmazlardı. Bu da
anlamlıdır.
7)
Yukarıda belirtildiği gibi Adige toplumunun büyük çoğunluğu eski
demokratik toplum üyesi fekol’ sınıfından oluşmuştu. Fekol’ların
çoğu bir pşı ya da worke de bağlı değildi ve hiçbir yere vergi
ödemezdi.
Özgür ve üretici köylüler, birlikler oluşturup öyle uzun süreli
seferlere çıkamazlar. Pratikte de bu olamaz.
O halde yağmacılık üzerine anlatılanlar Adige geleneğine yabancı
olan olaylardır ve münferittir, dış kaynaklıdır ve daha çok da
work öyküleri (böbürlenmeleri) niteliğindedirler.
8)
Esir ve köle ticareti feodal toplum döneminde zengin sınıflar
açısından bir gereksinim olarak varlığını sürdürmüştür. Haremlerin
ve bey konaklarının erkek ve kadın kölelere, hizmetçilere ihtiyacı
vardı. Ayrıca erkek köleler (vıneut) asker ve kol emekçisi olarak
da kullanılırlardı. Yelkenli (üçgen) gemilerin icadıyla birlikte
forsa dönemi kapanmıştır ama boğazda kürek çeken kayıkçıların ve
maden işçilerinin birçoğu da köleydi.
Bütün bunları karıştırmamak gerekir.
Erhan Hapae
14. 03.
2009
Batı’nın metotları ile meseleye bakmamızın iki nedeni olabilir.
Birincisi Batı, yaşadığı toplumsal düzen ve değişimleri, felsefi
ve kıyaslamalı olarak derinliğine inceledi, Muhafazakar, Liberal
ve Marksist Felsefeciler o kadar uzun süre ve ciddi bilgi
birikimiyle tartıştılar ki geçmişi, farklı bakış açıları ile bile
olsa büyük bölüm toplumsal düzenleri ortak olarak kabul ettiler.
Feodal üretim tarzı Hegel için neyse Marks içinde hemen hemen
aynı. Sonunda bir metodoloji çıktı ortaya. Batı metotları bunun
için önemli.
İkincisi, Çerkeslerin yaşamış oldukları kendi toplumsal düzen ve
değişimleri ile ilgili ciddi bir bilgi birikiminin olmamasıdır
herhalde. Nartlar kahramandı diye uzun uzun anlatıyor birisi (Ö.
Özbay). Tamam anladık, bu kahramanlık neden, kim için ve kime
karşı yapılmış, bunun cevabını çok alamıyoruz. Halbuki her şeyin
bir nedeni var. Bu hoşumuza gitse de gitmese de açık konuşulması
gereken bir şey. Bu anlamda bir mukayese ihtiyacı ister istemez
çıkıyor. Kavrama işi de ancak böyle mümkün olabilir diye
düşünüyorum. Toplanan karmakarışık bir sürü bilgi tasnif edilemez
(mukayeseli olarak) yarıştırılamaz ise, tarihin bir takım karanlık
noktalarını aydınlatma konusunda hiç bir işe yaramıyor.
Biz çok iyiydik, çok iyiyiz derken -ki, Çerkesler bunu çok yapar-
herhalde birileriyle mukayese ederek söylüyoruz. (Daha az
gelişmişlerle mukayese edilirken kendimizi epey bir rahat
hissediyoruz.) Kimden iyiyiz ve hangi nedenle? Birde bakıyoruz,
Batılılar gündeme gelip bir mukayese ihtiyacı ortaya çıktığında
hiçte iyi olmadığımız ortaya saçılıyor, bu sefer ter basıyor bizi.
Tamda o noktada 'her toplumun gelişim seyri ayrı olmuştur,
başkaları ile kıyaslamamak gerekir' gibi bir söyleme sığınıp
atlatmaya çalışıyoruz. Köylülükte evrenseldir soylulukta, tıpkı
aşk gibi. Toplumdan topluma çok az değişim gösterir bunlar.
Kendi içimizden anlamaya çalışalım kendimizi, kavramı da çok
duyulur içimizde. Ah keşke mümkün olabilse böyle bir şey. İç
dinamiklerimiz yetse bu işlere, kim istemezde…
Bir de sahi; madem iyiyiz, neden beceremiyoruz?
Devam edeceğiz.
Saygılar
Mehmet
14. 03.
2009
Sayın
HAPAE
O
modellemeyi yapabilmeniz için önce tarihi iyi bilmeniz gerekiyor.
Eksik bilgilerle yapacağınız yorumlar yanlış sonuca götürür. Kaldı
ki burada bir tarihsel süreçten bahsediliyor, tarihin bir
kesitinden değil. Teknik olarak yorumdan önce bilgiye ulaşmak
gerekir. Eldeki verilerin modelleme yapmak için yeterli olup
olmadığından emin olmak gerekir. Bunun en bariz örneği yine bu
soruydu: “Workler yağmacı mıydı yani?’’ Workların nasıl yaşadığını
bilmeden koskoca bir milletin tarihsel sürecini yorumlamaya
kalkıyorsunuz. Burada bu gibi hatalar çok yapılıyor. Mantık
şöyle; birkaç tarihsel veri, gerisi bol miktarda yorumu yapan
kişinin siyasi- ideolojik düşünce yapısı, sayfalarca yazı ama
sonuç sıfır, sil baştan. Bu yüzden; göç mü-sürgün mü, Çerkes
mi-Adige mi, yumurta mı-tavuk mu, yıllarca ayni şeyleri
tartışıyoruz.
’’Bir de sahi; madem iyiyiz, neden beceremiyoruz?’’
Bu soruyu siz sordunuz. Nedeni sizce açık değil mi?
Selamlar.
Mehmet
14. 03.
2009
Konu
saptırdığım için sayın KUŞHA Faruk Özden beyden özür dileyerek ben
izninizle çekiliyorum.
Selamlar.
Erhan Hapae
16. 03.
2009
Evet
arkadaşlar tekrar merhaba,
Worklerin toplumsal işlevi konusunda iki farklı görüş çıktı
ortaya.
Sayın KUŞHA; Evet Workler yağmacıydı, diyor. Şarkı ve destanları
örnek gösteriyor.
Sayın HAPİ; yağmacılıkları taliydi ve bağlı oldukları Kırım
Hanlarının vs. talep ve emirleri doğrultusunda yağmalara
katıldılar veya övünmek için bulaştıkları tek tük olaylar, diye
anlatıyor. Birde bir tarih düzeltmesi yapıyor.
Bu noktayı es geçmeden anlamaya çalışalım.
Albuz Gergin
16. 03.
2009
Zaman
gelecekten geçmişe doğru akar. İnsan bir olanaklar varlığıdır, bu
olanaklarını gerçekleştirme özgürlüğüne sahiptir. Bu olanaklarıyla
o, henüz gerçekleşmemiş olandır. Bu anlamıyla gelecektedir.
Olanaklarını gerçekleştirdikçe geçmişe doğru ilerler. Tarih
insanların gerçekleştirdikleri olanakların tarihidir. Konusu
geçmişte ise de kendisi gelecektedir! Geçmişi yazma olanağı
tükenmemiştir çünkü. Geçmiş bir kez yaşanmıştır. Bir defalıktır.
Kazası yoktur ama yorumları bir defalık değildir. Geçmiş yeniden
yorumlanma potansiyeli ile gelecektedir. Geleceğin geçmişteki bir
olaya bakışı elbette şimdiki gibi olmayacaktır. Tarih açık uçlu
ve çerçeve içinde yazılır. Çerçeveler değişir, yorumlar değişir.
Gelecekten gelen zamanın geçmişe ne getireceği bilinemez! Ne gibi
belgelerin ne gibi yorumlara yol açacağını önceden kestirme
olanağımız yoktur. Geçmişi nasıl anladığımız, anlayacağımız
geleceğin başımıza neler getireceği ile ilgilidir.
Ahmet İnam hocadan
KUŞHA Faruk Özden
17. 03.
2009
Sayın
HAPİ Cevdet Yıldız,
Adige worklerinin Moskova Knezliği’ne kadar zekueye gittiklerini
ilk duyduğumda ben daha çok şaşırmıştım. Rahmetli Orhan Alparslan,
Fransızca kaynak kitabı gösterinceye kadar bende ikna olmamıştım.
16. yüzyıl tarihlerinde Moskova önlerine zekuye giden Çerkeslerden
bahseden Fransızca eseri görünce söyleyecek bir şey kalmamıştı ama
kaynağı ortaya koyamadığım için zekuyi nasıl abartı olarak
nitelendirdiyseniz bunu da abartı olarak niteleyin.
Yalnız work böbürlenmesi olmayan bir olgu var ki, Kabardey
worklerinin zekuye gittikleri ve savaş dışında yiğitlik ve güç
gösterisinde bulunduklarının belge ve dayanağı tavrıh, ueruate ve
woredlerdir.
Yazılı tarihi olmayan bir halkın geçmişteki yaşamı ile ilgili en
önemli kaynak sözlü edebiyattır. Woredlerin bir makamla söylenen
sözleri vardır, birde olayı anlatan şebjik diye adlandırılan
woredin hikayesi, benim esas kanıtımdır.
Uzaktaki Yıldızların Işıltıları başlığı ile tercüme ettiğiniz 3.
yazıdaki wored örneklerinde daha önceleri bazı arkadaşların
düştüğü tercüme hatasına sizde düştünüz. Hatxım yikue klaseyi -ki
anlamı Hatxın en küçük oğludur- Hatxın oğlu Koças diye tercüme
ettiniz. Uzaktaki Yıldızların Parıltıları’nın 1. bölümünün son
paragrafında Adigece’sini doğru yazdınız, ancak tercüme ederken
‘’Hatxım yikue klase’’yi (Hatxın en küçük oğlunu) nasıl Hatxın
oğlu Koças diye tercüme ediyorsunuz anlayamadım? Kendi yanlış
çevirinizi kendinize belge diye gösteriyorsunuz bunun mantığını da
anlayamadım?
Adigelerde yağmacılık yoktu diyorsunuz!
Bende
diyorum ki: Adige worklerinin geçim kaynağı değilse dahi,
yiğitliklerinin ispatı için gittikleri zekueler (yağma seferi)
bütün ueruate tavrıh ve woredlerin şebjiklerinde vardır. En yakın
örnekte Tegulan Yakup Temel'in Adigece yazdığı CC sayfalarındaki
Zorım Yikue Degu hikayesi… Bu tür örnekleri daha da
çoğaltabiliriz.
Adigeliği yine Shapsughluğa indirgediniz.
Soruyorum: İlkel demokrasinin yani ilkelliğin ne zaman daha
ilerici olduğu görülmüştür?
Adige feodalizminde topluma damgasını vuran lhukuel ve pşıller
değil, worklerdir. Lhukuel ve pşıller belirleyici olsalardı,
üretimlerinin verimliliği ile egemenlere büyük paylar verirler ve
onlarında büyük malikaneleri veya batıda olduğu gibi şatoları
olurdu.
Adige toplumunun büyük çoğunluğu özgür köylülerden oluşurdu, pşı
ve workleri yoktu dediğiniz zaman sözü yine döndürüp dolaştırıp
Shapsughlara getirdiniz.
Yalnız aklıma takılan bir şey var: Eğer Shapsughlarda fekol ve
pşıller varsa -ki sizin yazılarınızdan onu anlıyorum- feodallerine
ne olmuş? Eğer ki önceleri feodalleri var idiyse ve daha sonra bir
şekilde tasfiye edilmişlerdir -ki ben öyle biliyorum-. Hatalıysam
beni aydınlatın.
Shapsughlarda hiç bir toplumsal ayırım yoktu diyorsanız, bu da
ilkel demokrasi veya ilkel komünal toplum düzeyidir ki, insanları
üretmeyip avcılık ve toplayıcılık veya toprağa ilk yerleşen
anaerkil toplum düzeni olduğu ortaya çıkar.
Bildiğim kadarıyla bütün Adige kabileleri, anaerkil toplum
düzeyini geçip ataerkil düzeye gelmişlerdi. En belirgin belgesi
Nart Destanlarında Sausurukue’nin şebjikinde "bzılhuğer xase
şeupşekım" yani kadınlar xaseyi sormazlar sözleridir.
Şimdilikte bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
Ptlıjı
18. 03.
2009
Toplumu
yönlendiren ne?
Xabze olduğundan emin misiniz?
Tarihsel miraslarımız ve Çerkesleri geleceğe götüren ‘’X’’lerimiz
(bu harfe tam anlam bulamadım) ne?
Yaşadığımız ülkeden bakalım. M. Kemal, Osmanlı’dan T.C.’ye giden
yolu Türk töresinden mi buldu?
Türklerin uluslaşmasını Batı’dan (daha gelişkin olduğu için) mı
çıkarımsadı, başka şeyden mi?
Adigey’de xabze bitiyor endişesi var mı?
Ameliyat öncesi hastaya narkoz verilir gevşemesi ve acı çekmemesi
için; ender bazı vakalarda hasta acı duyar ama narkozun etkisiyle
acı duyduğunu ifade edemez. Yani tepki vermeye çalışsa da doktor
anlamayabilir.
İşte Anadolu’da yaşanan budur. Çerkeslik bitiyor ama Çerkesler
acısını bağırıp ifade edemiyor (T.C. hakim kültür narkozu etkili.)
Anlasa belki o da insafa gelecek. Hiçbir kültürün yok olmayacağı
gelişeceği şeyi deneyecek ama nafile hasta kendini savunacak
durumda değil.
RF’nda xabze bitiyor endişesi var mı?
Herhalde hasta bar bar bağırır.
Turgut Janxot
18. 03.
2009
Sayın
Ptılıjı,
Adigey’de xabze bitiyor mu, diye soruyorsun ya, cevaplamadan
geçemedim yazını okuyunca.
Thamadeler sağolsun, sadece Adigey olarak bakma konuya tüm
atayurdunda ve diasporada xabze, mabze bırakmadılar. Nedenlerini
karşı çıkanlarla tartışırım açık açık.
Gene de benim şahsi fikrim o ki, diasporada xabze yönünden biraz
daha iyiyiz.
Selamlarımla.
Ptlıjı
18. 03.
2009
Her
toplumu diğer toplumlardan ayıran farklı özellikleri vardır.
Bizimkiler xabze demiş başkaların farklı adla kendilerine has
şeyleri vardır. Hatta bırakın halkları her insanın bile kendini
diğerlerinden farklılaştıran huyları değerleri vardır. Olması da
gerekir. Benim dikkat çekmek istediğim şey; bu değerlerin
toplumları yönlendirmede çok büyük önemde etkisi olmadığıdır.
Toplumları yönlendiren başka vektörler var. Misal içinde
yaşadığımız toplumu yönlendiren (yaşadığımız ülke) şeylerden
birisi "daha fazla kar hırsı"dır. İnsanları birçok değerden eden
bu hırs belirleyici yönlendirici bir vektördür gibi başka pek çok
şeylerde var. Onu ima etmek istedim. Başlık şey ya; "Toplumu
yönlendiren"…
Sayın Turgut çok yazmaya başlaman iyi oldu.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
18. 03.
2009
Değerli
arkadaşlar merhaba.
Sevgili Ptlıjı,
Bu gün elbette toplumu yönlendirmiyor xabze. Yalnız bu gün Çerkes
kültürü denen ve tamda bu nedenle diğerleri ile farklılığını tayin
eden dil ile birlikte iki önemli 'şey'den biri. Bizleri
birbirimize bağlayan 'şey'i esas olarak kan meselesine
bağlamadığınızdan neredeyse eminim. O zaman xabze önemli, belki de
dilden bile önemli. Çünkü çok farklı diller konuşuyoruz artık.
Bu meseleyi deşip duran arkadaşlarımızın derdi, son iki yüzyılda
Çerkeslerin başına gelen büyük felaket ve sonrası yaşam tarzımızın
temelini soruşturmak, varsa becerilerimizin yoksa
beceriksizliklerimizin nedenlerini ortaya dökmek sonunda. Yoksa
bundan sonraki yaşamımızda tayin edici yahut da yol gösterici bir
öge olarak uğraşıyor değiller diye düşünüyorum ama geçmişi
tozlarından arındırarak ortaya çıkarmaya çalışmak, saygıdeğer bir
uğraş olsa gerek diye düşünüyorum.
Becerebilirsek tabi.
Sayın KUŞHA'nın son yazısını biraz sert bulduğumu söylemek
isterim. Bilgi yarıştırması içinde olmamamız gerekir, iyi niyetle
geçmişi kavramaya çalışıyoruz o kadar. Değerli iki tartışmacımızın
bu ‘esas'a uygun davranacağından kuşkumuz yok.
Tekrar kolay gelsin.
Albuz Gergin
18. 03.
2009
Sayın
ZemskySabor,
Adigaga veya Adige xabze; bireyin doğumundan ölümüne kadar, diğer
canlı varlıklara ve yaşama karşı alacağı tavır, davranış ve
algılarının (diğerini sürekli hesaba katarak, empati kurarak)
nasıl düzenlenilip yansıtılacağı konusunda sürekli yapıla gelen ve
devam eden bir etüttür. Başlangıç yaşı beklide insan aklının
bilgileri algıya dönüştürme becerisini kazanma yaşıyla eştir.
Bundan dolayı bel ki toplumun akıl yaşıdır da.
Adigagar chıhugaş, derken hümanizmadan öte, bilmeyi ve anlamayı da
içermektedir aynı zaman da. Biliyor ve anlıyor olmakla chıhu
olmanın başlangıcı, bunun yaşama doğru uygulamaya çalışmanın
sürecidir belki de Adiyagare chıhugare diye ifade edilmek istenen.
Toplumun akıl yaşı olmanın yanın da insanlaşma süreci boyunca
edinmiş olduğu bilinç, deneyip yanılarak kazanmış olduğu yol
yordam, yüzyılların imbiğinden süzerek damıtmış olduğu inceliktir
de aynı zamanda.
Toplumun İdeal olan ettiği olması yönüyle soyut, öncel hukuk
olması, toplumda hukuk alt bilincini oluşturması bakımındansa
somut turda.
Xasenin de xabzenin de felsefesini oluşturan, her daim her yer de
yeniden öğreti geliştiren, bu yönüyle de Adigager dekoyiğo zadeş,
deyip tuttuğu yolun meşakkatini ve zirveyi hedef gösterendir aynı
zamanda. Hukukun ve xabzenin henüz olmadığı zaman bunları öneren,
öğreten, geliştiren, norm ve kurallar haline getirendir Adigaga.
O, dünya henüz balçık halinde iken, sakalına yeni ak düşmüş orta
yaş bir delikanlı olarak, İndilin kıyısından dünyanın oluşumunu
seyrediyordu belki de…
KUŞHA Faruk Özden
19. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Toplumsal gelişmeye, ivme kazandıran üretim ilişkileridir.
Üretilen ürün ihtiyaçtan fazla ise pazara çıkar. Pazara çıkan ürün
artık meta veya daha anlaşılır ifade ile ticari mal haline
gelmektedir. İşte ihtiyaç için değil de pazar için üretim
başlayınca esas çıngar o zaman kopar. Çünkü artık para denen şey
ortaya çıkıyor, her şeyin de parasal kıymeti, ederi söz konusu
oluyor. Üretilen ürün ihtiyaçtan fazla ise, bu ürün para karşılığı
pazarda satılıyor. Bu satışlarda parasal bir birikim ortaya
çıkartıyor. Tabii ki en büyük payı da toprak sahibi alıyordu. Eğer
ki, toprak sahibi olan feodalin toprağında üretilen ürün çok ve
parasal değeri fazla ise aldığı payı; malikane yapmak, şato
yapmak, silahlı güç oluşturmak gibi işlerde kullanırdı. Yani
elinde biriken parayı bir şekilde harcar, büyük konaklar
yaptırırlar, kendi güvenliğine çok önem veriyorsa şato yaptırırdı.
Parası daha da fazla ise ibadethane yaptırırlardı. Bu arada daha
üst olan yönetimde vergi diye payını isterdi ki buna da devlet
denir.
Çerkesya’da feodallere ait bir yapı yok, yani konak, malikane veya
şato gibi. Büyük ibadethanelerde yok; havra, kilise veya cami
gibi.
Eğer ki, üretim fazla olsaydı, toplumsal çelişkilerde daha keskin
olurdu. Daha sert feodal yapılanma ve sınıflar arası daha keskin
mücadeleler. Üretimin düşüklüğü hem sınıflar arası çelişkiyi ve
mücadeleyi yumuşatmış, hem de birikim olmadığı için yatırıma da
dönüşmemiştir. Dolayısıyla hem büyük ve görkemli yapılar ortaya
çıkmamış, hem de şehirleşme ve şehir kültürü oluşmamıştır.
El zanaatlarından öte herhangi bir imalat yoktur. Üretilen tarım
ürünleri ancak toplumun ihtiyacını karşılamaktadır. Dolayısıyla
ticareti geliştirecek bir tarımsal üretimden de bahsedilemez.
Üretim miktarının ancak toplumun zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan
düzeyde olması, verimliliğin düşük olması nedeniyle toplumsal
sınıflar arasındaki mücadele ve çelişkilerde zayıftı. Etkin ve
toplum üzerinde tahakküm kuran pşılerde yoktur. (İstisnalar
hariç.) Zaten pşılerde bir kaç köyü olmasına rağmen büyük miktarda
toprakları olan kimselerde değildir. Esas güçlerini kendilerini
destekleyen worklerden almaktadırlar. Çünkü silahlı güç
worklerdir.
Batı feodalizminde, feodaller güçlerini kiliseden ve şövalyelerden
alırlardı. Adigelerde ruhban sınıf olmadığı için pşılerin
güçlerinin dayanağı worklerdi.
Adige toplumsal yapısını irdelerken, tartışırken bütün bu olgulara
özellikle dikkat etmemiz gerekir. Tartışacağız çünkü burası bir
tartışma platformudur.
Kendi
adıma konuşacağım: Kendimi kanıtlama veya bazı şeyleri ispatlama
derdinde de değilim. Hakarete varmadan her türlü eleştiriye de
açığım. Yanlış bulduğum şeyleri de düzeltmeye çalışmamda ukalalık
değildir sanırım.
Şimdilik yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
HAPİ
Cevdet Yıldız
22. 03.
2009
Sayın
KUŞHA Faruk Özden,
1) Kabardey derebeyleri komutasındaki atlıların Kırım Hanı
ya da üst (dış) bir otoritenin buyruğu ile sefer ve yağmalara
götürüldüklerini belirtmiştim. Adigelerin dış ülkelere yönelik
saldırı ve yağmacı hareketlerde bulunmadıklarını, Adige
geleneğinde yağmacılığın bulunmadığını da söylemiştim. Ancak üst
emir ya da öç alma nedeniyle seferler yapıldığını da söylemiştim.
İncelemeniz için size kaynaklar da göstermiştim.
Yukarıdaki sözlerimin dayandığı kaynakları, herhalde bulamadınız.
Ben de şimdi Prof. Dr. Abu Şhalaho'dan alıntılar sunayım:
"Adigelerin bir başka halkın topraklarını ele geçirmek, onların
ülkelerini yağmalamak ve o ülkeler insanlarını tutsak almak için
yaptıkları tek bir saldırıyı olsun konu alan tek bir anlatı, tek
bir tarihsel öykü ve şarkı yoktur (*). Sadece düşmandan korunma
ve bu uğurda yiğitlik yarışmasında bulunma konuları vardır ve bu
gibi konular anlatılır. Bir başka halkın toprağı üzerine yürünmüş
olduğunu anlatan tek tük anlatılar da vardır ama bunlar ya öç
almak (intikam) içindir ya da buyruğu altına girdikleri bir
devletin ordusu saflarına alınıp savaşa götürülme biçimindedir. Bu
tür anlatılar da tek tüktür." (Uzaktaki Yıldızların Işıltıları-3,
CircassianCanada, Tarih bölümü).
2) Ben work kesimi yağma yapmazdı demiyorum. Workler çoğu
kez ayrı bir sınıf olarak görülüyorlar ama bana göre pşı ve diğer
soylular ile birlikte egemen/sömürücü sınıfa dahildirler. Yabancı
yazar ve gözlemciler fekol' (tlhukol') sınıfının değil, bu
pşı-worklerin yağma ve soygun gibi kötülükleri yapan kişiler
olduklarını yazıyorlar.
3) Kabardey worklerinin sefere gittiklerini anlatılara
dayandırarak söylüyorsunuz. Han ya da üst buyruk ya da öç alma
dışında, kendi iradeleri ile çıktıkları bir sefer var mıdır?
Ayrıca Kabardey Kabardey diye tutturmanız da niye? Konumuz sadece
Kabardeyler değil, bütün Adigeler.
4) Work övgüsüne dayalı anlatılar bulunduğu üzerine de
Prof. Şhalaho’dan bir alıntı sunayım: "Adigeler üzerine tarihsel
ve etnografik bir çalışma yapmış olan L. Y. Lyul’e, eski Adige
şarkılarından söz ederken, doğru bir biçimde, “şarkıların
(пщыналъ) Adigelerin tek tarihsel anıtları olduğunu”
belirtmektedir. Ancak “anlatıcının kendi soyu ya da topluluğu
lehine övücü eklemelerde bulunabildiğini, yalan şeyler katarak
şarkı söylediklerini de görebiliyoruz” diye yazmaktadır (L. Y. Lyul’e,
Çerkesiya. İstoriko-etnografiçeskie) (1).
Yapılmayan şeyi yapılmış gibi göstermeye kalkışırsan, o zaman
gülünç bir duruma düşersin. Kişilikli olan ve kendini bile bir
ozan, asla öyle şeyler yapmaz, ancak övülmek isteyen ve bunun
bedelini maddi olarak ödeyen sahte “kahramanlar” çıkması da çok
doğaldır. (2) Yiğitlik marşları içine yerleştirilmiş bu gibi
yalan katkılar da görülebilen olgulardandı. Ancak bu gibi şeyler
kişi ya da olayın şarkısı söylenmediğinde ya da şarkısı
söylendikten sonra bu katmaların anlatıları da açıklamaları ile
birlikte sunulurdu, bu anlatılar böylece şarkılarla birlikte
anlatılıp kuşaktan kuşağa günümüze gelmişlerdir. Folklorumuzda
böylesine durumlarla da karşılaşılmaktadır. Bu bakımdan
folklorumuzu bir bütün halinde ele alıp, her söylenen şey doğrudur
ve her şeyini olduğu gibi benimsemeliyiz diyemeyiz" (Uzaktaki
Yıldızların Işıltıları-2).
5) Şöyle diyorsunuz: "Hatxım yikue klaseyi ki anlamı Hatxın
en küçük oğl dur Hatxın oğlu Koças diye tercüme ettiniz. Uzaktaki
Yıldızların Parıltıları nın 1. bölümünün son paragrafında Adigece
sini doğru yazdınız. Ancak tercüme ederken Hatxım yikue klaseyi (Hatxın
en küçük oğlunu) nasıl Hatxın oğlu Koças diye tercüme ediyorsunuz
anlayamadım? Kendi yanlış çevirinizi kendinize belge diye
gösteriyorsunuz bunun mantığını da anlayamadım? Adigelerde
yağmacılık yoktu diyorsunuz!".
Söylentide yer alan iki Hatxı (Hatkhı) vardır: İlki sizin
dediğiniz gibi, "Hatxım yikue k1ase" (Хьатхы икъо К1ас), diğeri de
Koç'as'tır (Хьатхы ыкъо Къок1ас), ikisi de ad ve anlam benzerliği
gösterir='Son oğul' ya da 'Sevgili oğul' gibi anlamlar taşırlar.
Ben ikincisinden, Koç’as’tan söz ediyorum. Göstermişsem, ”Yıldız
Kahramanları-1 ve 3”deki Koç’as’ı göstermişimdir. Hatkhı oğlu
Koç’as (Хьатхы ыкъо Къок1ас) K’akhe (К1ахэ) beyini (pşı, Дэой
Пщыхафэ) öldürendir. Ben bundan söz ediyorum.
”Hata ve kusur kula mahsustur” derler. Herkes gibi ben de
yanlışlık yapabilirim. Yaşayan bir edebiyat ve enstitü çalışmaları
ortamında yetişmiş kişiler değiliz. Hepimiz çok kısıtlı olanaklar
içinde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Varsa hatalarımızı kırıcı
olmadan birbirimize göstermeli ve düzeltmeliyiz. Hatayı en aza
indirme düşüncesiyle terimlerin aslını parantez içinde vermeye
çalışıyorum. Hatamı gördükçe düzeltiyor ve özür de diliyorum.
Kompleksleri olan biri değilim.
Bütün topluluklar benim için birdir, sadece farklı yaklaşımlarımız
olabilir.
Ben "Adigelerde yağmacılık yoktu" demedim, "Adige geleneğinde
yağmacılık yoktur" dedim. Adige geleneğini workler değil,
fekol'lar temsil eder. Workler sömürücü küçük bir zümredir, halkı
temsil edemezler (Bizim ailemizin de Abzegh memleketinden gelip
Shapsughya’ya yerleşen Shapsughlaşmış eski bir work ailesi
olduğunu söyleyenler de var. Örneğin Prof. Dr. Asker Hadeğal’,
”Nartxer adıge epos”, Maykop, 1971, cilt VII, s. 366’da şöyle
yazıyor: ”K’oç’erıh zav”, anlatan Hapıy İshak, 1872 yılında
Kıyıboyu Shapsughya’nın Thağapş köyünde doğdu, Abzegh (Aбдзах), 10
Eylül 1958’de Thağapş’ta yazıya aktaran Hadeğal’e Asker. Orijinali
ABAE’nde).
Benim için bütün insanlar eşittir.
"Adige worklerinin geçim kaynağı değilse dahi, yiğitliklerinin
ispatı için gittikleri zekueler (yağma seferi) bütün ueruate,
tavrıh ve woredlerin şebjiklerinde vardır" diyorsunuz, öyle
değildir mi diyorum? Zék'o (Зек1о) sefer anlamına gelir. Pşı, work
ve fekol'ların, özellikle Kabardeylerin Han buyruğuyla seferlere
katıldıkları, dahası Çar'ın buyruğuyla Napolyon'a karşı seferlere
katıldıkları doğrudur. Dahası 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'na ve
bütün savaşlara Kabardey birliklerinin kendi beylerinin (pşı)
komutasında seferlere katıldıkları da doğrudur:
"Kabardanlardan, Çerkeslerden, Tatarlardan ve hatta Chechnia
(Çeçenya) ve Dağıstan'dan toplanmış Müslüman milis kuvvetleri
süvarilerinden teşkil edilen dört alay, iç güvenliği temin etmek
bakımından çok kıymetli bir değer taşıdığından, Paskevich (Rus
generali, komutan-HCY), Çerkes asıllı bir Müslüman asilzadesi olan
General Bekovich-Cherkasski'yi (Kabardey pşı soyundan-HCY)
Erzurum'a vali tayin etti" (Kafkas Harekatı, 1828-1921 Türk-Kafkas
Sınırındaki Harplerin Tarihi, s. 40).
Yiğitlik böyle bir şeyse, ben böyle bir yiğitliği değerli bulan
biri değilim…
6) Adigelik elbette Shapsughluğa indirgenemez, ancak
Kabardeyliğe de indirgenemez. Sözünüze karşılık söylüyorum bunu.
Kimseyi aşağılama diye bir niyetim yok ama hak etmeyen de takdir
beklememeli…
Şöyle diyorsunuz: "Adige toplumunun büyük çoğunluğu özgür
köylülerden oluşurdu, pşı ve workleri yoktu dediğiniz zaman sözü
yine döndürüp dolaştırıp Shapsughlara getirdiniz". Ne ilgisi var?
Polemiği sevmem, yararlı olduğuna da inanmam ama bu Shapsugh
fobisini de bir türlü anlayamıyorum. Natukuay, Shapsugh, Abzegh ve
Hak'uçlar gibi fekol' toplulukları ile derebeyleri tarafından
yönetilen bağımlı topluluklar elbette farklıdırlar, farklı da
olacaklardır. Bu çok doğal. İlkleri, özgün Adige toplum biçimini,
fekol' toplumlarını temsil ederler; fekol', Kabardey ve diğer
sınıflı toplumlarda da çoğunluğu oluşturan ana (özgün) sınıftır,
ancak tepesinde beyler vardır ama Shapsugh ve Abzeghlerde fekol’,
bir sınıf değil, halkın (toplumun) ta kendisidir.
Ad
benzerliğine karşın, fekol'un kavram ve statüleri her iki kesimde
de farklıdır.
a) Shapsugh ve Abzegh fekol'u kimseye
bağlı değildir, tamamıyla özgürdür ve kimseye vergi vermez;
Kabardey fekol'u derebeyi ya da soylu sınıfına bağlıdır, vergi
verir, bey komutasında savaşa katılır, angaryası var mıydı,
bilemiyorum,
b) Kabardey fekol'u mülk (toprak ve
hayvan) sahibidir, beyin (pşı) köyünü terk ile başka bir yere
serbestçe göç edebilir, pşıl’ı beyi terk edemez,
c) Kabardey fekol'u başka bir beyden izin
alırsa, onun köyüne yerleşebilir ve yeni beyin yönetimi altına
girer. Fekol’lar birleşip kendi başlarına serbest (fekol’) köyler
kuramazlar, bey düzeni buna geçit vermez, bu nedenle Batıya göçler
olabiliyordu,
d) Kabardey ya da başka bir bağımlı fekol',
Abzah ya da Shapsugh yörelerine gelip yerleşirse, işte o zaman
feodal bağımlılıklarından bütünüyle kurtulmuş olur. Oralarda
bağımsız fekol’ köyleri vardır, yenileri kurulabilir.
Shapsugh ya da Abzegh fekol'u kimseye bağımlı değildir.
7) "Shapsughlarda fekol ve pşıller varsa ki sizin
yazılarınızdan onu anlıyorum, feodallerine ne olmuş? Eğer ki
önceleri feodalleri var idiyse ve daha sonra bir şekilde tasfiye
edilmişlerdir ki ben öyle biliyorum, hatalıysam beni aydınlatın.
Shapsughlarda hiçbir toplumsal ayırım yoktu diyorsanız, da ilkel
demokrasi veya ilkel komünal toplum düzeyidir ki, insanları
üretmeyip avcılık ve toplayıcılık veya toprağa ilk yerleşen
anaerkil toplum düzeni olduğu ortaya çıkar" diyorsunuz.
Olaylara şablon dışı bilimsel yaklaşım yolları da vardır. Alıntı
olarak belirttiğim gibi, köle (pşıl'ı ve vıneut) sayısı
Shapsughlarda yirmide bir, Abzeghlerde onda bir olarak veriliyor.
Bu durumu daha fazla bilebilecek bir durumda değilim. Shapsughlar
arasında bulunduğu söylenen köleler serf ya da azatlı ya da
sığınmacı köleler mi idiler, bilemeyeceğim. En önemli belgeler Rus
askeri arşivlerinde olmalı, Çerkeslerin bu belgelere erişimlerinin
engellendiğini duydum, arkeolog Aslan Tev'in verdiği bir
mülakattan da okudum.
Şu kadarını söyleyebilirim, Shapsughlar arasında kölelik, bir
kurum olarak yoktu, bunu Kafkasya kaynaklı olarak bir yerlerde
okudum, Shapsughya’ya sığınan köleler özgürlüğe kavuşurmuş
biçiminde. Ancak köle sahibi olanlar da vardı. Örneğin Düzce'nin
Arapçiftliği köyünden KAZOKO Kazım'ın köleleri olduğu söylenen
kişiler vardı, tanıyordum. Bunların Akçakoca'nın Melenağzı
mevkiinden bu yere geldikleri söylenir.
Yine çocukluğumda, -tabii benden çok önceleri yaşamış- bir adamın
bir kölesi varmış, birlikte tarlada çalışıyorlarmış. Adamın karısı
öğle yemeği (meş us) getiriyormuş. "Kölesi bakarken adam
zıkkımlanıyor, artıkları da kölesine yediriyordu" (Пщыл1ыр
къеплъэу зекъузы, къелыжьыгъэхэр пщыл1ым ригъэшхыжьыщтыгъ) diye
nefretle anarlardı.
Yine Gönen'in Hacımenteş Shapsugh köyüne bir Adige gelmiş,
peşinden de sahibi gelmiş, haç'eşte kölesini bulmuş, "Sen kimden
izin aldın da buraya geldin" diyerek topluluğun içinde kölesini
kırbaçla dövmeye başlamış. Köylüler derhal müdahale etmişler,
parayı denkleyip kurtuluş akçesini vermişler ve zavallı köleyi
özgürlüğüne kavuşturmuşlar ve köye yerleştirmişler. Bunu halen
hayatta olan ve Bandırma’da yaşayan 89 yaşındaki HAKURNE
Kıymet’ten ve başkalarından birkaç kez dinledim.
Shapsughlar arasında work bulunduğunu duymadım ama Abzeghler
arasında var, nasıl var olmuş, bilemiyorum. Belki istila (ya da
sığınma) ürünü olabilir. Peki Shapsughların eskiden pşıları
(beyleri) var mıydı? Yine bilemiyorum, öyle bir kayda da
rastlamadım. Faruk bey, Ahmet bey gibi yabancıların kullandığı
deyimler olabilir, bunlar şimdilerde de olduğu gibi bir unvan ve
statü ifade etmezler, nezaket sözleridir.
8)
Shapsughlar özgür insanlardan oluşuyorlardı. Kuşkusuz içlerinde
yoksul ve zengin, cesur ve korkak olanlar da vardı ama belirgin
sosyal sınıflar oluşmamıştı. Her yerde varlıklı kesim ve ailelerin
etkili ve önder oldukları bilinir. Shapsugh ilişkileri de ona göre
olabilir.
Wubıh toplumunda bir tabakalaşma vardı, fekol’ sınıfının içinden
kuaşka denen bir ileri gelenler (eşraf) zümresi vardı. Daha önce
belirttim Shapsugh ve diğer Adigelerde zenginlik “sahip olunan
koyun sayısı” ile, Wubıhlarda ise “köle sayısıyla” ölçülüyordu.
Wubıh toplumsal evrilmesi feodalizmin ilk dönem belirtilerini
yaşıyordu.
Karadeniz bölgesini ziyaret eden gözlemciler ve araştırmacılar,
Shapsughların ve diğerlerinin ileri tarımı başarmış topluluklar
olduklarını söylüyorlar, Shapsugh demokrasisi ve ekin bahçelerini
Kızılderili ya da Sibirya toplulukları ile değil, İngiltere ile ve
Yorkshire tarlaları ile karşılaştırıyorlar.
Shapsughlar ve komşuları yoksuldular ama içlerinde dileneni yoktu.
Dünyadan kopuk da değildiler, iç ve dış ticaretleri vardı.
Yeniliklere açıktılar ama komşu yörelerde fekol’ ve kölelerin ne
denli bir çile çektiğini görüyor, kuşkusuz önlemler alıyorlardı.
Bu nedenle derebeyleri onları boyunduruk altına alamıyorlardı.
Saldırılara toplu bir biçimde karşı koyuyor, Meclis (Xase)
kararlarına uyuyorlardı. Mecliste bir kişi karşı çıkarsa karar
çıkmaz diye bir kural da olamaz, yargı da var, ancak çoğunluk
kararıyla azınlıkta kalanların haklarını çiğneyecek kararlar
alınmazdı, oybirliği gerekirdi, konfederasyonlarda öyledir,
örneğin AB’de çoğu karar için oybirliği gerekir, bazı durumlarda
işin çözümü yargıya kalabilir. Bu çok mükemmel bir demokrasi
biçimidir.
Bugün dünyanın en ileri demokrasisi sayılan İsviçre demokrasisi de
Adigelerinkine benzeyen temeller üzerinden yükselmiştir. Ancak
tarih İsviçrelilere verdiği bu fırsatı Adigelerden esirgemiştir.
Bütün Adige toplulukları ataerkildir. Ancak farklılıklar vardır.
Örneğin soylu sınıfı, feodal bir ilişki olarak poligamiyi (çok
karılılığı) ve odalık sistemini de (jeşditl; çeşditl) getirmiştir.
Ancak fekol’lar arasında tek eşlilik ve anlaşarak evlenme vardır.
Bu nedenle uzun ömürlü ve mutlu bir aile düzeni de vardı.
Saygılarımla.
Cherkessia
22. 03.
2009
Shapsughlar arasında work bulunduğunu duymadım ama Abzeghler
arasında var. Nasıl var olmuş, bilemiyorum.
Anavatandan Karaçay-Çerkesya’da yaşayan bir Abzegh wunekoş ile
tanıştığımda ailesinde zamanında worklık olduğunu ve bir Kabardey
ya da Besleney pşısı komutasında savaşan dedesinin kardeşlerinden
birinin savaşta gösterdiği kahramanlık nedeniyle, güvenilir adam
anlamında (work) makamı ile onurlandırılmış. Resimleri de gördüm,
kaması v. s.
Sanırım Abzeghlerin workliği nüfus olarak kalabalık bazı ailelerin
diğer Adige kabileleri ile ilişkilerinden kaynaklanmış. Abadzehler
tam ortada kalıyor, Güneyde Besleney, Kabardey (feodaller)- batıda
Shapsughlar (demokrat) ile komşu.
KUŞHA Faruk Özden
22. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Savaşlar ile ilgili bitmez tükenmez tartışmalara girmeden,
toplumsal yapı ile ilgili açılımlarımıza devam edelim.
Toplumda üretici güçler: lhukueller, pşıller ve wuneutlerdir.
Tarımsal üretim esastır, çiftçilik ve hayvancılık başlıca geçim
kaynağıdır. Adigelerde bağ ve bahçe tarımı da gelişmişti. Fazla
üretip pazara sürmek amacıyla değil de sadece ihtiyacı karşılamak
için üretim. Üretici güçlerin yüksek verim için değil, ihtiyacı
karşılamak için üretim yaptıklarını görürüz.
Adige feodalleri yani pşı, lekueleş ve workler kesinlikle üretime
katılmazlardı. Çalışmaları ayıp karşılanırdı. Esas üretici güçler
lhukueller (özgür köylüler) pşıller (serfler, yarı özgür köylüler)
ve wuneutler (köleler) idi. Ancak onlarında üretimleri fazla
değildi. Ürünü toprak sahibi feodal alır pşıllere yiyeceği kadar
bırakırdı. Pşıller eski kölelerdi. Ya akrabalarının yardımı ile
şhaşexuıj (azadlık) öder veya efendisinin hayatını kurtarmak gibi
yararlık gösterirse efendisi tarafından azat edilirdi. Ayrı evi
olurdu. Batıdaki serflere benzerdi, yarı özgürdü. Efendisi müsaade
ederse kendisini kabul edecek efendi bulursa başka köye yerleşe
bilirdi. Köyünü değiştirenlerin bazen lhukuel statüsüne de geçtiği
olurdu. Eğer ki halen wuneut (köle) olan akrabaları varsa onların
şhaşexuıjlerini (azatlıklarını) ödeyerek, onları özgürleştire
bilirdi.
Wuneutlerin hiçbir hakkı yoktu. Genellikle savaş esirleri ve
wuneutlerin çocukları idi. Para ile alınıp satılabilirdi.
Toplumun esas üretici gücünü oluşturan lhukueller (özgür köylüler)
kendi topraklarını ekip biçerlerdi. Pşı, lekuleş ve workın köyünde
otururlardı. Köyün sahibine bazen emek, bazen üründen pay vererek,
bir nevi korumalık öderdi. Ticaret, çiftçilik ve hayvancılık yapıp
zenginleşen lhukueller çoktu. Zamanla worklerle bir tutulan, yani
work kabul edilen, Osmanlı topraklarına göç ettikten sonra köye
ismini veren lhukuel sülaleler dahi vardır.
Sayın HAPİ Cevdet,
Öncelikle Kabardey, Kabardey dememin nedeni, Adige feodalizmini
irdelerken, Kabardey olduğum için, içinde büyüdüğüm toplumu daha
iyi anlata bileceğimi, ayrıca Adige kabileleri arasında
feodalizmin en gelişkin kabilenin Kabardeyler olması nedenini
başlangıçta koydum. Diğer Adige kabilelerinden olan arkadaşlarında
kendi kabileleri ile ilgili değerlendirilmelerde bulunmalarını
özellikle belirttim.
Ataerkil toplum yapısında, özelinde Adigelerde:babanın adı veya
sülalenin adı-yikue (oğlu) ve şahsın ismi gelirdi. Aradaki sadece
‘’yi’’ eki, mal mülk yani insan olmayan şeyler için kullanılır; yi
wuade (çekici), yi maste (iğnesi), yi şı (atı) gibi. İnsanlar için
‘’yi’’ değil ‘’ya’’ eki gelir. ‘’Yi’’ eki sadece mal gibi kabul
edilen köleler için kullanılır. Kuşhayıkue Faruk veya Kuşhaxe ya
Faruk gibi. Faruk yi Koças ise Faruk'un kölesi Koças anlamında
kullanılır.
Şimdilikte bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
Nartıj
22. 03.
2009
Sayın
HAPİ’nin yazısını okuyunca çok şaşırdım. Abzeghlerde-Shapsughlarda
work-pşı var mı bilemem, diye. Abzegh-Shapsugh fekolleri neden
ayaklandı Fransız devriminden de önce? Birkaç work yazayım, Kobli,
Bğane, Baste (daha önceden Pşı idi), Hacemko, Zıbe v.b. uzayıp
gider. Sahil halkı demokrasiyle erken tanışmış ve kendine uygun
bulmuştur. Lütfen tarih yazarken gerçekleri yazalım, kişisel
fikirlerle ve isteklerle tarih yazılmaz.
HAPİ
Cevdet Yıldız
23. 03.
2009
Sayın
Nartıj,
Shapsughlar arasında eskiden pşı ve workler bulunduğunu
söylüyorsunuz. Birtakım ailelerin work, en az bir Shapsugh
ailesinin pşı ailesi (Baste ailesi) olduğunu da söylüyorsunuz.
Ayrıca 1789 Fransız ihtilalinden önce Shapsugh-Abzegh
fekol'larının ayaklandığını söylüyorsunuz. Kime karşı
ayaklanmışlar ve nasıl?
Bu sözlerinizin dayandığı kaynakları da sunarsanız bir hizmette ve
katkıda bulunmuş olursunuz. Biz de durumu yeniden inceleme
olanağına kavuşuruz. Bekleriz.
Saygılarımla. |