...................
...................
ÇAĞRIMIZ SİZEDİR   -2
Yeldar Barış Kalkan
18 Temmuz 2006
                         
...................
 
...................
CircassianCanada Notu: Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir.
                     

Metin Çelik
25.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Çerkeslerin (Adigelerin) içinde azımsanamayacak sayıda gerici olduğu malumdur. Gericilik İslam'la birlikte Adige toplumunu etkilemiştir. Hala da etkilemektedir. Sadece Rus-Kafkas savaşları değil her alanda etkilemiştir ve etkilemektedir.

Günümüzde İslamiyet adına düğünlerini haremlik, selamlık olarak yapan Çerkes grupları vardır. Genç kızları türban denen başörtüsünün içine sokan anlayış vardır. Adım adım Çerkes geleneklerini yok edip İslam'i kuralları insanlara empoze etmektedirler.

İşte bunun için sayın Yeldar'a katılıyorum. El etek öpme bizde yoktu. Büyüklere sadece thamade diye seslenilirdi. İslamiyet'ten sonra el öpme çıktı. Şimdi bir büyükle karşılaşıldığında el öpmedin mi ayıp sayılıyor. Bunları iyi değerlendirmek lazım.

Müslüman Çerkesler diye bir isimlendirme yapmışsınız. Doğrudur. İşte bu Müslüman Çerkesler (kandırılarak Müslümanlaştırılmış Çerkesler) sizin de dediğiniz gibi Osmanlı tarafından stratejilerine uygun olarak kullanılmışlardır. Gericiler günümüzde de stratejik olarak kullanılmaktadır. Müslüman Çerkes deyip, Ruslara hala savaş açmada bir basamak olarak kullanılıyorsunuz. En basit örneği. Türkiye Müslüman, Çerkesler Müslüman, Ruslar düşman. Bu hep böyle empoze edildi, Osmanlıdan bu güne kadar.

Peki şimdi durum nedir. Türkiye, Rusya'yla ticari, sosyal her türlü anlaşmaya koşar adım imza atarken, Müslüman Çerkeslere (!) Ruslar sizin ebedi düşmanınız demesini nasıl değerlendiriyorsunuz.

Hala İslam adı altında kullanıldığınızın ne zaman farkına varacaksınız? Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de ilgilendirmiyor. Düşmanını dostunu hangi kritere göre değerlendiriyor ona bakmak lazım. Müslüman Çerkesler (!) hep şunu es geçtiler. Ruslar zulüm etti dediler. Tamam ettiler ama en azından dürüst düşmandılar. Dediler ki; sizinle savaşacağız, savaştılar da.

Peki din kardeşleriniz (!) Osmanlı ne yaptı? Yine sizin belirttiğinize göre stratejilerine göre sizi tepe tepe kulandılar. Hadi ondan da geçtik. Karadeniz sahilinde on binlerce din kardeşini (!) niye hastalıklarından telef olmasını seyretti.

Ben Rusya'nın yanındayım. Çünkü onlar dürüst düşmanlardı. Sırf dindaşım (!) diye beni arkadan vuran, kendi stratejisi için milyonlarca insanı yurdundan eden, açlık, susuzluk ve hastalıktan telef eden Osmanlılar da sizin din kardeşiniz olarak devam etsin. İşte gericilik budur.

İslamiyet'le birlikte Çerkes nüfusu içindeki gericilikte artmıştır. Müslüman Çerkes topluluğu (!). İşte gericilik budur. Son merhalede Müslümanlık hep önde. Bu sebeple dualarla ruhlarınıza diktiğiniz abideler sürgünden kaçan kahramanları (!) ayakta tutmaya yetmedi. Çünkü o kahraman diye bahsettiğiniz kahramanlar, dini araç olarak kullanıp, halkını Osmanlı'ya satan bunun karşılığında da paşa rütbesi alan birkaç kişiydi.

Aynen günümüzde din, iman diyerek şirketler kuran ve insanların alın teriyle biriktirdiklerini hortumlayanlar gibi.

Sayın Gönen, Çerkes toplumu Müslüman bir toplum değildir. En azından sizin dediğiniz gibi değildir. Ama korkmayın sizin dediğiniz gibi olmaya hızla gidiyor. Biz demokrat ve laik Çerkeslerde tarihin tekerrür etmemesi için çabalıyoruz.

Gericilikle mücadele her Çerkes'in asli görevidir.

Saygılarımla.

 

Gumyiller
25.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh, imrenerek savunduğunuz Osmanlı halifeliğin acaba bu zımni anlaşma içinde annesiz-babasız kalan 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarını. Halifenin harem odalarını doldurmakta var mıydı? Halife ve İslamiyet adı altında yaşanan olayları savunuyor olmanız çok garip.



Nefiset
25.07.2006

Merhabalar,

Ben de Yeldar beye katılıyorum. Gericilik Çerkes toplumunun en büyük sorunudur. Sürgünden beri gericilik gün be gün artmış bu da dilimizden xhabzemizden hızla kopmamıza neden olmuştur.

Daha üzerinden belki ay bile geçmedi. Bu sayfalarda Kefken projesiyle ilgili gerici ve İslamcılar nasıl ortalığı velveleye vermişti. Amaçlarına ulaştılar ve sonra hepsi sanki ışınlanmış gibi yok oldular. Zararları kime oldu? Bu siteye mi? Tüm samimiyetimle hayır diyorum. Tüm zararı Çerkes toplumuna oldu. O kadar gerici bir bakış açıları vardı ki mezar taşlarını ve Çerkes motiflerini Hıristiyan yaptılar. Yeldar bey yerden göğe haklı. Bu gericiler aramızda oldukça Çerkes mücadelesini sekteye uğrayacaktır. Zaten uğruyor da.

Çerkes'im diyen herkesin gericilikle ve yobazlıkla etkili mücadele vermesi gerek.

Sevgiler, saygılar.


 

Gönen-Abzegh
25.07.2006

İkinci talihsiz yazıya verilecek cevaplar, birinci talihsiz yazı da kısa geçiştirirmiş ama altında büyük bir gerçeği barındırması hasebiyle, aynı zihni arka planın ürünü olduğundan aynı muameleye tabi tutulacak.

Şunu belirtmeliyiz ki, egomuzu tatmin etmek için Çerkeslik adı altında bir mücadeleye tutuşmuş değiliz. Lakin Çerkesliğin, minik–fanatik bir grubun heyecanlarına kurban edilerek açıklanamayacağını umumi Çerkeslere anlatma kaygısındayız.

ALINTI: ”Gericiler günümüzde de stratejik olarak kullanılmaktadır. Müslüman Çerkes deyip, Ruslara hala savaş açmada bir basamak olarak kullanılıyorsunuz. En basit örneği. Türkiye Müslüman, Çerkesler Müslüman, Ruslar düşman.” Bu alıntıda anlatılmak istenen zannedersem Çeçen direnişi, tarihe büyük bir aymazlık olarak geçecek bu değil tabi. Asıl mesele, meselenin ne kadar yanlış yorumlanıp nasıl hedef saptırıldığı. Çerkeslerle birlikte birçok millet Çeçen direnişine sempati beslemekte bu sempatinin dini ve milli kodları mevcut, milli unsurlarında problem yokken dini unsurları dikkat çekici. Çeçen direnişi zaman zaman dini motifler sergilediği için zannedilmekte ki ülkemizdeki her inançlı Çerkes meseleye o zaviyeden bakmakta, dini motifler içerse bile Çeçen direnişin milli olma özelliği daha ağır basmakta ve her inançlı Çerkes direnişin şeklinde kullanılan motifleri kabul etmek zorunda değil.

Mesela ben kabul etmiyorum ama dini bilgilerde eksiklik dini meselelerdeki nüans farklılıklarını anlayıp-algılayamayan bu anlayış için herkesi aynı kefeye koyma gibi basiretsizlik gösterebilmekte ve Çeçen direnişine sempati duyan her inançlı Çerkes'i fiili-maddi destek vererek gizli bir komitecilik faaliyetinin unsuru olarak görülebilmekte. Bu ayrımı yapabilmekle demokratlığın aynı kefede buluşamaması ise acıların en katmerlisi olsa gerek. Türkiye, Rusya'yla ticari sosyal her türlü anlaşmaya koşar adım imza atarken, Müslüman Çerkeslere (!) Ruslar sizin ebedi düşmanınız demesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Hala İslam adı altında kullanıldığınızın ne zaman farkına varacaksınız. Talisiz ikinci yazının ikinci alıntısında talihsizliğin sınır tanımazlığını ispatlamak için yazılanlara bizde şunları yazıyoruz: TR=Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi sözcüsü olmadığımızı, Kafkas politikaları konusunda her açılımı kabul etmek zorunda bulunmadığımızı ifade ederek, buna zannedildiği gibi gönüllü balıklama atlayan anlayışın inaçlı Çerkeslere maledilemeyeceğini belirtmek isteriz. Çerkesler milli dürtülerini hiçbir devletten icazet almadan özgürce düşünür ve ifade edebilirler. Buna rağmen bu ayrımda anlaşılamıyorsa tüm bu yazıların fıkralar bölümünde yayınlanmasını öneriyoruz. Müslüman Çerkesler diye bir isimlendirme yapmışsınız. doğrudur. İşte bu Müslüman Çerkesler (kandırılarak Müslümanlaştırılmış Çerkesler) sizin de dediğiniz gibi Osmanlı tarafından stratejilerine uygun olarak kullanılmışlardır. Talihsiz ikinci yazının üçüncü alıntısında bu anlayışın ana fikrini de vermesi açısından ayrıca bir hususiyeti var şöyle ki; bizim bu yazışmaların en başında yaptığımız uyarı sonucu inançlı tüm Çerkesleri töhmet altında kaldığını buna müsaade edilmemesi içinde bu yazının kaldırılması gerektiği tarafımızdan belirtilmiş lakin bireysel özgürlük bağlamında kişisel hakaret içermediği gerekçesiyle üstelik alkışlar altında yazı devam şansı bulunmuştur.

Bu şu açıdan önem arz ediyor gerçekten bizim dediğimiz gibi insanlar töhmet altında bırakılıyor muydu ve çok kısa bir tespitle geçiştirilmiş o yazıda bu anlam saklımıydı? Öncelikle bu alıntının artık tespitimizi haklı çıkardığına dair en ufak bir şüphenin kalmadığının bu alıntı tescillemiştir. Atalarımızın Müslümanlığına kandırılmış Müslümanlık demek, bu tarihi kararlarına saygısızlık göstermek, başkalarının topraklarına sığınıp sürgünden buyana memelerinden beslendiğimiz Anadolu'ya vefasızlığın daniskasının yapıp Çerkeslerin vefa özeliğini tartışmalı hale (bu bağlamda Osmanlıyı da Türkiye Cumhuriyeti'ni de) getirmek, stratejik yerlere yerleştirilmemizi tepe tepe kullanılmak görüp kendimize ait olmayan topraklarda, sanki bize aitmiş gibi, niçin sahil şeridi boyunca yerleştirilmedik (tarzında) diye feveran etmek, tarih 1864 Osmanlı çoktan çöküşe geçmiştir bundan çok kısa bir zaman sonra Sarıkamış'ta Osmanlı bir gecede 70.000 askerini şehit verecek yokluğun sefaletin (asgari birlik olmasına rağmen) hangi boyutta olduğu tarih tokatlarıyla öğretirken, askerine giydirecek çuhası olmayan bir devletin hava destekli sağlık yardımlarını Çerkeslerden esirgendiğini söyleyip, demokrat kalmak ve en affedilmezi. İslamiyet'i benimsemiş ama bugün onu savunacak durumda olmayıp vefat etmiş (ihtimal şehit olmuş) atalarımızın Müslümanlığına dil uzatmak onlara kandırılmış Müslüman demek akabinde bu anlayışın bu kandırılmışlığı bugün de devam ettiğini söylemek bunu söylemek içinde şu ifadeleri kullanmak: ALINTI: “İslamiyet'le birlikte Çerkes nüfus içinde gericilikte artmıştır. Ve Müslüman Çerkes topluluğu işte gericilik budur son merhalede Müslümanlık hep önde” alıntıda da belirtildiği üzere çoğu zaman korkakça ifadelerle perdelenmeye çalışılan ama bu sefer cerahati ağzından kusup Çerkezliği bir grup azınlığın tekelinde zannederek demokratlığı ve laikliği de örselemekle umumi vicdanı kanatmak ve bunun gibi yazılacak bir çok gerçeğin yargılamasını umumun izanına bırakmak.

''Sayın Gönen, Çerkes toplumu Müslüman bir toplum değildir. En azından sizin dediğiniz gibi değildir. Ama korkmayın sizin dediğiniz gibi olmaya hızla o noktaya gidiyor.'' Son alıntı; ''biz Çerkesler için İslamiyet'in herhangi bir tarikatına ya da kuruluşuna üyelerdir, diye tabir kullanmadık hatta Çerkeslerin hangi mezhebe ait olduklarını dahi belirtmedik (mezhep-tarikat kavramları karıştırılmaz umarım) sadece genel olarak İslamiyet'i benimsediklerini söyledik bu arada Çerkeslerin hala genelinin Müslümanlığına dair tartışmaları gereksiz buluyoruz.

Son bir tespit; öyle bir hava estiriliyor ki sanki Osmanlı Ruslara şöyle demiş; bizim Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmek gibi bir derdimiz var. Siz yukardan bir sıkıştırma yapında bizde aşağıdan alalım arkadaşları, meseleye bir el atarsanız memnun kalacağız. Sanki göçün sebebi Osmanlı'ymış gibi Rus despotizmine nerdeyse hayranlık duyulacak hatta duyulmuş bile eğer Rus istilamı olmasaydı muhtemelen Osmanlı ne yaparsa yapsın göç gerçekleşmeyecekti bazı ideolojilere sempati duyuluyor diye zülm-ü Rus zihniyetini alkışlamamız bekleniyor. Bunu açıklamak içinde hiçbir ifade bulamıyoruz…

Son olarak en başa dönersek adı geçen yazılarda şahsi değil ama daha kötü genel bir karalama aşağılama olduğu ortaya çıkmış oldu insanlar sürgün gerçeği altında duyarlılığı olan bir kesim insana saldırarak kendilerini soyutlamaya çalışıyorlar ama soyutlanmaya çalıştıkları kesim nasıl tarihte geneli oluşturuyorsa bugün dahi aynı gerçek varlığı koruyor. Hayatında iki gün aç kalmamış insanların Çerkeslerin sefaleti iliklerine kadar hissedip bu kararı verirken Rus sultası altında yaşamaktansa ölmeyi tercih edişlerini anlamalarını beklemiyoruz Rus zulmü altında yaşamayı onurlarına yedirselerdi. Biz bugün başımız dik dolaşamazdık (hatta varlığımız bile tartışılırdı) ama bugün bunu ihtimal dahilinde görenler ÇERKESLİĞİN ne olduğunu bir kere daha sorgulasın. Ve tarihi olaylar yaşanan dönemin her türlü psikolojik-sosyolojik açılımlarıyla değerlendirilir. O gün yaşayan insanlarla aranızda değerler noktasında ciddi kırılmalar olmuşsa, meseleleri değerlendirirken ideolojilerinizden sıyrılıp gerçeğe ulaşamayabilirsiniz.

Değerli Katılımcılar, kişisel hakaret içermedikçe fikirler tartışılsın istiyoruz ama bizleri oldukça zor durumda bırakıyorsunuz. Burası bir tartışma formu, lütfen zorunlu olmadıkça sansür uygulamak istemiyoruz, sınırlarımızı aşarak konuyu başka platformlara çekmeyelim.

 

Gönen-Abzegh
26.07.2006

Göç olayında Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ve umum Çerkeslere; Osmanlı'nın göç esnasında ki duyarsızlığı (farz edilen) bir yönüyle kendi politikaları içinde haklı görülebilir. Kendi ırkından olmayan bir millete yaklaşımda hassas davranmamış olabilirler (sadece farz ediyoruz) hele bugün dünya konjektürüne bakıldığında bir avuç insanın şartları eşit olmayan bir savaşta yy’ın devasa organizasyonları altında, (BM gibi) duyarsızlıkta insan hafzalasını zorlayan muamelelere maruz kalışlarını yanında esamesi dahi okunmayabilir ama şunun cevaplanmasını istiyoruz; Kuzey Kafkasya işte tüm ihtişamı ile orada Çeçen sorunu tüm dehşetiyle devam etmekte. Bölgenin yapısal, idari, beşeri, sosyal, ekonomik tüm sorunlar olduğu gibi yatmakta ve bu olaylar bizim yaşadığımız bugünde devem ediyorken NİÇİN bir el uzatılmıyor? Yoksa uzatılan o elin koparılıp ağzımıza dikileceğinden mi korkuluyor burada insanlar rahat hayatlarını bırakıp Rus zulmünün ne boyutlarda olabileceğini, hayatlarını ortaya koyarak tekrar ispat edebilirler böylece yanlış bir karar sonucu meydana gelmiş göç telafide edilmiş de olur.

Dernek köşelerinde beli kırılana kadar oynayan insanlar arasında çok dolaştık. Dertli bir yüz görür müyüz diye. Bakışlarında göçün izlerini taşıyan nice insan aradık, belki hiç kaşeni olmamış, meydanlarda çizilmiş bir figürü de bulunmayan ama içindeki korun yalazı gözlerinden çıkan THAMADE YÜREKLİ DELİKANLILAR. Hayır efendiler hayır. Bizim kendi içinde bulunduğumuz duyarsızlık (dertsizlik) o kadar onulmaz ki, bu duyarsızlığımız görülmüyor da kendi ırkımızdan olmayan bir milletin suçu (ki suç değil) kendi suçumuzu da aşarak Çerkeslerin en büyük sorunuymuş gibi dikte edilmeye çalışılıyor. Kendi insafsızlığımız insaf sınırlarını aşmıyor da Osmanlı'nın insafsızlığından dem vuruluyor. Biz bugünün şartlarında dert çekmeyi bile başaracak duyarlılığa sahip olamazken mevcut problemlere reel hiçbir çare üretemezken Osmanlı'nın duyarsızlığından söz etmek en büyük insafsızlık olsa gerek. Asıl şöyle bir sonucu var ki, onu yazıp bitiriyoruz bir insan kendi ayıbının ağırlığı boynunu bükerken, başkalarının ayıbından (faraza) söz etmekten hicap duymalıdır, hele senin ayıbın onlarınkinin yanında dev gibi duruyorsa ve onların ayıbı geçmişte kalmış senin ayıbın katmerleşerek büyüyorsa.



Mahmut Bag
26.07.2006

Selamlar,

Varlık mücadelemizde çalışan herkesin art niyetsiz olduğunu kabul ettiğimizde, KIP Fuat arkadaşımızın dile getirmiş olduğu görüşlerine katılmamak mümkün değil. Fakat tarihte olduğu gibi, günümüzde de varlık mücadelemize hizmet ettiği yapılanmaların penceresinden bakan, bu mücadele içinde görünüp de, mücadeleyi baltalamaktan başka bir görevi ve amacı olmayan, kendi çıkarları için milletini, dinini kullanmaktan kaçınmayan insanların olduğu bir gerçektir.

Yine aynı şekilde dilimizi, çoğumuzu bizi yok sayan bir devleti bu eksiklerinden dolayı, eleştirecekleri yerde, o devletle barışıklıkla öğünebilenlerin ve hayata Şeyh, Hoca vs unvanlı kişilerin gösterdiği pencereden bakan ve bu bakış açısını halkımıza dayatmaya çalışan kişilerinde aramızda olduğu da bir gerçektir.

Bugüne kadar asimilasyonun önünü kesemedik, kendimize ve vatanımıza yeteri kadar sahip çıkmadıysak, örgütlenmelerimiz içerisinde bu yapıdaki insanların gereğinden fazla barınabilmiş, örgütlenmelerimizi yönlendirebilmiş. Çerkeslerin varlıklarına değil sadece yok oluşlarına katkı sağlayacak böyle kişiliklerin barınamadığı bir örgütlenme yoluna gitmek gerçek sorunlarımıza yoğunlaşabilmek, somut olarak bir şeyler yapabilmek açısından çok önemli ve gereklidir. Bu başka fikirlere, yaklaşımlara hoşgörüsüzlük değil, amaçları aynı olan insanların, bu amaçlarına ulaşmakta güç birliği yapmalarından başka bir şey değildir.

Fuat arkadaşımızın bahsettiği öğrencilik yıllarının herkesi dışlayan solcu öğrencileriyle hiçbir ortak noktası yoktur. Yeldar kardeşimiz, Çerkes halkının varolabilmesini vatanıyla bütünleşmesinde görmekte ve bu fikirde olanlarla güç birliği yaparak, çalışmalarını bu amacını gerçekleştirmeye yoğunlaştırmak istemektedir. Bu çok doğal isteğine hoşgörü gösterilememesinin altında, halkımızın içerisinde benliğini yitirenlerin çoğalmış olması, demokratik düşünmeyi yeteri kadar benimseyememiş insanların varlığı gerçeğinin yattığını düşünmekteyim.

Bu hoşgörüsüzlük yukarıda söz edilen solcu öğrencilerin tavırlarını hatırlatmaktadır. Başkalarının bize benimsettiği bakış açısıyla Çerkeslerin sorunlarına bir çözüm bulamayacağımız, yok oluşa sürükleneceğimiz tarihte tescil edilmiştir. Burada Rusya'nın Akdeniz'e inmesini engellemek isteyen Osmanlıların, Hindistan'ı sömürgeleştirmek isteyen İngilizlerin, Rusya'nın Kafkasya'ya yoğunlaşmasını sağlayarak vatanlarını bağımsızlığa kavuşturmak isteyen Polonyalıların, kendi amaçlarına ulaşmak için Çerkesleri nasıl kullandıklarını bir daha hatırlayın isterseniz.

- 1785 yılında Kafkas boylarının önde gelenleriyle bir toplantı yaparak onları Rusların Güney'e inmesine karşı ilk kez ayaklandırmak isteyen ve bunu da başaran Şeyh Mansur'un asıl adı Giovanni Battista Boeti olan bir Dominik papazı olması bir tesadüf müydü?

- Peki 1834 yılında Kafkasya'ya gelerek Çerkes beyleriyle bir toplantı yapan ve Dağıstanlılar önderlerini dinlemişler ve vatanlarını pek terk etmemişlerdir (o tarihlerde Çerkeslerden sayıca çok daha az olan Çeçenlerin ve Dağıstanlıların bu vatanlarını terk etmemişler, David Urquard gibi ajanlar tarafından bu meşru gösterildiği için vatanlarını terk etmişlerdir.

Sayın Gönen-Abzegh'in söylediği olmuş olsaydı asıl göçün İslamiyet'in daha fazla yerleştiği Çeçenistan ve Dağıstan'dan olması gerekmez miydi?

- Peki o dönemde Kafkasya'nın en kalabalık halkı Çerkesler gelişmeleri, bu güçlerin ve işbirlikçilerinin bakış açılarıyla değil de,kendi çıkarları açısından değerlendirmiş olsaydılar bugünkü konuma düşerler miydi? Başkalarının çıkarları doğrultusunda bizim üzerimizde planladıkları oyuna alet olmak mıdır politika? Yoksa kendini kullanmak isteyenlerin oyunlarını bozup mevcut koşullar çerçevesinde halkının çıkarlarına en uygun çözümleri üretmek midir?

Tarihten ders çıkarabilmemiz umuduyla!

 

Mahmut Bag
27.07.2006

Son göndermiş olduğum yazının son kısımları eksik çıkmıştır, aşağıda bu kısımların düzeltilmiş hali.

Selamlar,

- Peki 1834 yılında Kafkasya'ya gelerek Çerkes beyleriyle bir toplantı yapan ve onların tek yönetim altında birleşerek Ruslara karşı savaşmalarını talep eden, Çerkeslerin bayraklarını tasarlayan, bağımsızlıklarını ilan ettirip İngiltere'ye tanıttıran, Çerkesler arasında Davut Bey olarak bilinen İngiliz resmi ajanı David Urquart neyin peşindeydi? (Neue Solidarität, Dezember 1999)

- Polanyalı generaller bizi çok sevdikleri için mi bizimle birlikte Ruslara karşı savaştılar?

- Çerkeslerin önderi Muhammed Emin, Şeyh Şamil gibi 1859 yılında savaşın artık kaybedildiğini görerek halkını daha fazla kırdırmamak için Ruslarla barışın imzalanmasını ve vatanın terk edilmemesini istemişti. Çeçenler ve Dağıstanlılar önderlerini dinlemişler ve vatanlarını pek terk etmemişlerdir (o tarihlerde Çerkeslerden sayıca çok daha az olan Çeçenlerin ve Dağıstanlıların bu günkü durumları ortada). Fakat Çerkesler, insan güçlerinden Osmanlı topraklarında da yararlanmak isteyen Osmanlı ve İngilizlerin çalışmaları sonucunda vatanlarından kopartılarak bugünkü yok oluşa sürüklenmişlerdir.

Yani sayın Gönen-Abzegh'in söylediği gibi Müslümanlarla yaşamak için göçü meşru gördüklerinden dolayı vatanlarını terk etmemişler, David Urquard gibi ajanlar tarafından bu meşru gösterildiği için vatanlarını terk etmişlerdir. Sayın Gönen-Abzegh'in söylediği olmuş olsaydı asıl göçün İslamiyet'in daha fazla yerleştiği Çeçenistan ve Dağıstan'dan olması gerekmez miydi?

- Peki o dönemde Kafkasya'nın en kalabalık halkı Çerkesler gelişmeleri bu güçlerin ve işbirlikçilerinin bakış açılarıyla delilde kendi çıkarları açısından değerlendirmiş olsaydılar, bugünkü konuma düşerler miydi?

Başkalarının çıkarları doğrultusunda bizim üzerimizde planladıkları oyuna alet olmak mıdır politika? Yoksa kendini kullanmak isteyenlerin oyunlarını bozup, mevcut koşullar çerçevesinde halkının çıkarlarına en uygun çözümleri üretmek midir?

Tarihten ders çıkarabilmemiz umuduyla!


 

Fuat Aydemir
27.07.2006

Merhaba,

Tartışma ister istemez din boyutuna geliyor dogal olarak. Bugün İslami yönetim biçimi olarak hedefleyen güçler "Hangi milletten olursan ol ama İslam altında birleş" diyor. Sosyalist düşünceyle ortak yanları "Hangi milletten olursan ol" kısmı sadece. :) Kendi ulusal kimliğinle hangi dinden, inançtan olursan ol birlikte yaşama ilkesi.

Tarihi sayın Mahmut Bag çok güzel özetlemiş. Buna rağmen Osmanlı'nın bizlerin kaşına gözüne olan hayranlığından bizleri kabul ettiğini düşünmek ne kadar gerçekçi, bunu halk bence idrak etmiş durumda. Bir Osmanlı kafasıyla düşünürseniz "Çok akıllıca bir plandı ve tabi ki işe yaradı".

Osmanlı -Rus" savaşında ölen Çerkes gençlerimiz, sürgünde yaşamını yitiren binlerce insanımız eminim Osmanlı'ya şükran duaları okuyarak öldüler!


Bir şey ekleyerek bitirmek istiyorum. İslami bir Çerkes gibi yorumlayarak algıladığımızda daha güzel bir şekil çıkıyor karşımıza. Gerici unsurlardan arınmış, ibadeti kendisi için yapan, her türlü ibadet şekline saygı duyan, dayatılanı değil, mantığı ön plana alan bir anlayış.

Saygı ve sevgiler...



Mahmut Bag
27.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh!

Genelde olayları ve tarihi kendi arzularınız doğrultusunda değerlendirerek kaleme aldığınız yazınızda "İslamiyet içinde gericilik diye bir sınıf-kavram olmadığına göre..." demektesiniz. Her ne kadar İslam dini kendi içerisinde gericiler vb gruplar, sınıflar ayırımını yapmasa da, günümüzde İslami çeşitli açılardan yorumlayan El-Kaida, Kaplancılar, Nurcular, Milli görüşçüler vb grupların, insanların olduğu bir gerçektir.

Bu gruptan insanlar için gericiler, yobazlar vb tabirlerin kullanılmasını haklı kılacak birçok örneklere günlük hayatımızda şahit olmaktayız. Elele yürüdükleri ya da Ramazan'da oruç tutmadıkları için turistlerin, öğrencilerin dövülmesi, öldürülmesi, Sivas katliamı ve daha nice örnekler.

Kendileri gibi düşünmeyenlerin, yaşamayanların canlarına dahi kıyabilecek kadar canileşmiş yobazlarla, annem gibi beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, zekatını veren, hac görevini yerine getiren, başkalarının yaşam tarzlarına karşı hoşgörülü Müslümanların aynı kefeye konması büyük bir haksızlık ve yanlışlık olur.

Günümüzde her ne kadar bir takım yozlaşmalar meydana gelmiş olsa da, tarihimize baktığımızda Müslüman Çerkesler ve Abhazların İslam'ı kendi değerleriyle çok iyi kaynaştırdıklarını görmekteyiz. Bu yüzdendir ki Şeyh Şamil'in göndermiş olduğu naipleri Çerkesler arasında "xhabze" yerine Çeçenistan ve Dağıstan'da olduğu gibi şeriat kurallarını yerleştirme çalışmalarını canlarıyla ödemek zorunda kalmışlardır.

Çerkesler arasında ancak "xhabze"ye göre karar veren Muhammed Emin tutunabilmiştir. Çerkeslerin ve onlara şeriatı dayatan naiplerin Müslümanlığını aynı kefeye koymak haksızlık olmaz mı?

Bu örneklerde de görüldüğü gibi Müslümanlar arasında gericiler ve yobazlar tarihte de olmuştur, bugünde vardır. Kendi halindeki Müslümanlara kimsenin karşı olması söz konusu olamaz. Ancak başkalarının yaşam tarzlarına hoşgörü göstermeyen, onları ilk fırsatta ortadan kaldırmaya çalışan gerici, yobaz unsurlara hoşgörü gösterilmesi hiç kimseden beklenemez.

Kendilerine şeriatı dayatan naipleri ortadan kaldırarak, "xhabzelerine" göre yaşamlarını sürdüren Çerkeslerin torunları olarak, bizim bugün aynı dayatmalarda bulunan insanlara karşı mücadele etmek istememizden daha doğal bir şey var mı?

Bunu dile getiren Yeldar kardeşimize, atalarımızın Müslümanlığından dem vurarak saldırıda bulunanlar umarım bir daha düşünürler ve her fırsatta atalarının kemiklerini sızlatmaktan vazgeçerler.

Saygı ve sevgilerimle.

 

Gönen-Abzegh
27.07.2006

Son üç paragrafın dışındaki paragraflarda yazılan şeylere cevap vermeyi düşünmüyoruz. Anladık ki, ne kadar anlatırsak anlatalım bu anlayış sapla çöpü ayıramayacak kadar temyiz kudretinden yoksun. Hala tüm Müslümanları, Çerkesleri de geçtik, bir şeyhin arkasında mürit zanneden ya da bir görüşün fikirlerini umum Çerkeslere dayatmaya çalışan ki öyle olsa bile bu umum Çerkesleri bağlamaz. Zanneden anlayışa bir şeylere inandırmak mümkün olmadığı gibi kendileri bir görüşün savunucusu olan bu insanlar hangi gerekçeyle tüm fikirlerin orjini kendileriymiş gibi ortalıkta dolaşmakta onu da anlamak mümkün değil (biz Karl Marx biliyorduk).

Bu anlayış, kendi çıkarları için dini kullanmaktan çekinilmediğini iddia ederken kendi ideolojisi ile Çerkesliğin nasıl olup da kader birliği ettiğini açıklayamıyor. Ortak paydamız Çerkeslik deyip, dini duyarlılığı olan insanları dışlayarak Çerkesliğin ideolojilere nasıl boğdurulduğunu adeta kekeliyor. Tüm Çerkesler bir araya gelip xhabzenin yaşamasında en mantıklı çözüm belli bir ideolojiyi benimsemektir diye bir karar vermediklerine göre, kafasından bir çıkarsama yaparak böle bir sonuca ulaşmakla Çerkeslik adına tek karar merci kendini zannederek yetki gaspı yapabiliyor.

Dini duyarlılığı olan Çerkesleri betimlerken, din mi Çerkeslik mi sorusunu akıllarda sorup, son aşamada Müslümanlık hep önde diyebilen bu anlayış ideoloji mi Çerkeslik mi sorusu karşısında öz eleştiri yapmayıp histerik bir tavır içinde elbette başından sonuna kadar ideoloji diyerek ne olduğunu gösteriyor. Dini duyarlılığı olan tüm Çerkeslerin gerici-işbirlikçi Çerkesler diye töhmet altında bırakılmaması için, ne olduğu, kim olduğu belli olmayan bu grubun hassasiyetle ayıklanması gerekirken, herkesin aynı kefeye konmasının bizatihi dinden yani İslamiyet'in Çerkes adetleri üzerinde olumsuz etkilerinden kaynaklandığı dolayısıyla asıl meselenin, Osmanlı falan da değil, din ve bu dini benimseyen Çerkeslerce, Çerkes adet-gelenek ve göreneklerinin dini vecibelerle yontulması olduğu, ancak nüfusun geneli bu özelikte olan insanlardan teşekkül ettiği için de korkunun sırtından bir türlü inilip bunun ifade edilemediği deklare edilmiş.

Önceki yazılarımızda devletin resmi sözcüsü olmadığımızı Çerkesliği ya da Kuzey Kafkasya'yı ilgilendiren her politikayı benimsemediğimizi belirtmemize rağmen bu anlaşılmak istenmiyor. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'nde görevli ya da Türkiye Cumhuriyeti kanunları-ticari kanunları çerçevesinde ticari-serbest hayatta varlık gösteren tüm Çerkesler kendi ve ailelerinin hayatlarını bu olanaklarla (ve dahi diğer her türlü olanaklarla) idame ettirirken kendilerine ait olmayan bu topraklarda yaşamanın bilinci-hassasiyeti içinde edeple hareket etmelerini anlamayıp üstelik bu meseleyi devletle barışıklıkla öğünebilmek olarak yorumlayarak bu ülkedeki bazı azınlıkların içinden çıkan gruplar gibi hareket etmemiz isteniyor. (Alkışlanan Kürt ulusal hareketi.) Bu vakur, edepli tavır, duruşuyla, hem bu gruplara benzemeyişini hem de gruplara benzetme anlayışını yıkarak ÇERKES'İN kim olduğunu ve farkını cümle aleme ilan etmektedir.

Şeyh görünümlü bir papazın Rusların Güney'e inmelerini engellemeye yönelik Kafkas boylarını dini kullanarak örgütlemesi ve bunda başarılı olması gibi bir gerçek var ama o gerçek barındırdığı ayrıntılarda farklı sonuçlara işaret etmekte. Şöyle ki; öncelikle vicdan sahibi kimse bu olayda da Osmanlı'nın parmağı vardır diyemez (talihsiz göçümüzün sebebini Ruslara değil de Osmanlı'ya bağlayan anlayış için belirtiyoruz).

Papazın bu örgütleme-kışkırtma çabası bir dış politika meselesidir. Savaşa karar veren Kafkas boyları bu kararı ülkelerinin işgal edilmesine karşı almışlardır. Rusların sıcak denizlere inme isteğini bu kışkırtmalar sonucu Çerkesler tarafında akıllarına sokmadığına göre meselenin sonucu değişmemiştir. Bugün Türkiye'nin doğusunda olası bir Kürt devleti için kaygılar mevcut ve bunu engellemek için resmi söylemleri birbirinden farklı ülkeler ortak çıkarlarda birleşebiliyor, Türkiye, Irak devlet anlayışını benimsemediği halde Irak'ın toprak bütünlüğünü Irak adına destekleyebiliyor, aynı amacı farklı devlet anlayışına sahip ülkeler çok rahatlıkla dile getirebildiği ortada. Papazın temsil ettiği anlayış ile Çerkesler, Rusların sıcak denizlere inmesinin engellenmesi noktasında ittifak etmişler, sırf dini motifler taşıyor diye Çerkesler bunu kabul etmemişler, zaten olması muhtemel bir olaya tedbir almaya çalışmışlar.

Muhtemelen bu Rus zulmü kapıya dayanmamış olsaydı ve kuvvetli ihtimal görülmeseydi Şeyhülislam gelip fetva yayınlasa, bu orantısız savaşa Çerkesler razı olmayacaktı. Zannedilmekte ki bu kandırma-kışkırtmanın sebebi dindir ya da dini benimsemiş insanlardır çünkü dini kisveye bürünmüş bir papaz tarafından Müslüman Çerkesler kandırılmıştır. Oysa ki bu papazın, Çerkesler Yahudi olsalardı haham kıyafetleriyle geleceği, komünist olsalardı elinde Das Capital kitabıyla turlayacağı, Budist olsalardı Nirvana'dan selam çakacağı gözlerden kaçmakta. Bu meselenin dini kisveyle bir alakasının olmadığı, reel bir dış politika meselesi olduğu, Çerkeslerin o gün duydukları endişelerin zaten zaman içinde vuku bulmasıyla olayın gerçekleştiği anlaşılmalı. Çerkesler uyuyan devi uyandırma pahasına birileri dini telkinde bulundu diye Ruslarla kazanamayacakları bir savaşa tutuşmazlardı bazı gerçekleri görebilmenin din-ideoloji v.s. gibi farklı bakış açılarında dahi çözüm için tek yolu vardır.

Sonuç olarak siz tarih içinde (bugünde dahil) değişik dinlerde ideolojilerde, yapılarda kurulmuş devletler arasında hiçbir dış politika zafiyeti göstermeyen bir devlet gösterebilirseniz memnun kalırız. Göçün asıl sebebinin Rus zulmü olduğunu çözemeyen anlayış, ortada hiçbir sebep yokken Müslüman Çerkeslerin Osmanlıya sırf İslam Devleti diye gitmeye can attığını zannetmekte. Göçün sebebi kimin daha dindar Çerkes boyu olduğu ile değil Rus zulmünün sıcak denizlere inmede hangi coğrafi yolu tercih ettiği ve buna uygun stratejileri nasıl ürettiğiyle alakalı. Kuzey Kafkasya haritası göz önüne alınırsa bazı gerçekleri görmemek için kör olmak gerektiği anlaşılır. Göçe muhatap olan Çerkes bölgeleri incelendiğinde, Rusların sıcak denizlere inmek için kullanabileceği en kestirme-mantıklı yol bu yol olduğu, Dağıstan ve Çeçen bölgelerinin daha Doğu'da kaldığı ve amaçlarına hizmet etmediği anlaşılacaktır. Sıcak denizlere inmek için Ruslar bahsi geçen sürgünü yaşatarak kendilerine bir koridor açma çabasında başarılı olmuşlar, belirtildiği üzere hem coğrafyanın düz olmasıyla kontrolün elverişli olabileceği, hem nüfusun azlığı ile soykırıma varabilecek etnik temizliğin rahat yapılabileceği varsayımı ile Çeçen-Dağıstan bölgesini bırakmamışlar, kontrol altında tutmuşlardır. Dolayısıyla Çeçenlerin orada kalmasında kendi tercihleri değil Rusların Çeçenleri kontrol altı almada ciddi bir tehdit olarak algılamamaları yatmakta yoksa nüfusun çoğunu göçe zorlayacak kadar askeri yeterliliğe sahip Rusya tehdit olarak algılasaydı çok daha az nüfusa sahip Çeçenleri öyle bir coğrafya da etnik temizliğe maruz bırakabilirdi.

Şunun da iyi anlaşılmasını istiyoruz. Çerkesler Osmanlı!ya Müslümanlarla yaşamak ya da bir din devletinde yaşamak gibi dürtülerle gelmediler. Zorunlu oldukları için geldiler nereye gideceklerdi, Karadeniz'in sularına mı? Bana bunu söyleyen arkadaşlar gidilebilecek bir ülke ismi versin? Gidilebilecek hiçbir yer yoktu. Diyorsanız ki, meseleyi daha buraya gelmeden biz yerimizde kalıp savaşarak çözmeliydik bizde deriz ki; Osmanlı Devleti'ni bile o devir itibariyle defalarca yenilgiye uğratmış askeri her türlü donanıma sahip dünyanın en güçlü devleti olma yolunda iddialı ve vahşilikte sınır tanımayan bu devletin gücünü görmemek sadece kavruk milliyetçilikle açıklanabilir. Bugün bu orantısız gücün kullanımını yakın coğrafyamızda görüyoruz işte. buna bakılarak dahi mesele anlaşılabilir.

Sürgün esnasındaki dramatik (kahredici olaylar) olaylar sadece Osmanlı sınırlarında yaşanmadı bu olaylar ana yurttan ayrılmadan yaşanmaya başlamıştı sizin düşündüğünüz kadar o insanlarda yollarda telef olmaktansa geri dönüp son Çerkes kalana kadar savaşmayı düşünmüşlerdi. Ama ölürken dahi bakışlardan akan donuk son damlada, hesabı ikinci raunda kalmış bu savaşın savaşçılarının, daha büyük bir destan yazmazı ümidiyle, stratejik-derin ve acı bir hesap yapılmıştır.(söylendiği gibi Osmanlı'ya şükran duası edilmemiştir.) Bugün o hesabı çözebilen insanların, mevcut yapı içinde yaşadıkları şartlarla yaka paça olup şartları kendi lehlerine çevirmesi gerekirken rahatsızlık nedir anlayabilmiş değilim. Osmanlı Çerkesleri tepe tepe kullanmış; gitmeye mecbur kaldığınız yer neresi olursa olsun size mi soracaklardı kalmanız gereken yerleri, efendiler lütuf buyurup bir yer seçerseniz sizi istediğiniz yerlere yerleştirelim mi diyeceklerdi. misafir konumundasınız, gösterilen yere değil de istediğiniz yere yerleştirilmek gibi Çerkes adetlerine hiç uymayan rahatsızlıklar-memnuniyetsizlikler içindesiniz. Kaldı ki Çerkesler yerleştirildikleri stratejik yerlerde bu yerleştirme amacına uygun bir meseleyle de karşılaşmamışlardır. Yani doğudan gelen bir saldırı Samsun- Hatay çizgisine dayanmamıştır ki, Çerkesler yerleştirilme amaçları doğrultusunda tepe tepe kullanılmış olsun ya da aynı şey İstanbul için de söylenebilir.

Çerkesler, Çerkes olmanın bir dürtüsüyle her zaman ön planda olmuşlardır. Memluk devletinde olan neyse Osmanlı'da da olan odur bugün dahi bu ön planda olma dürtüsü birilerinin hususi yetiştirmesi-kayırması altında değil Çerkes olmanın kuşatıcı etkisi altında cereyan etmektedir. Daha önce göç kararının yanlışlığını iddia eden arkadaşlara bir şey sormuştuk. Kuzey Kafkasya tüm ihtişamı ile orada tüm meseleler en az geçmişteki kadar güncel ve sıcak orantısız bir güç kabusunuz değilse niçin göç gerçekleşmiyor? Her halde vatan özlemi sizi burada tutacak ticari-maddi-manevi kaygılardan daha ön plandadır. Tarihi meseleleri o günün şartlarına göre değerlendirmeli derken Osmanlı açısından değil her açıdan bakış açısı sunulmuştur. O günkü Rus zulmünün ulaşabileceği boyutları anlamayan ve bir direniş oluşturabileceğini zanneden anlayış bugün aynı gücün neler yapabileceğini sınama özgürlüğüne sahip, mesele geçmişte olunca şahin kesilen bu anlayış aynı atmaca tavrı şimdi sergileme fırsatı varken sergilememesi doğrusu bizi çok şaşırtıyor.

Zaten biz atalarımızın yapmış olduğu tarihi hatadan dolayı tüm duyarsızlıklara sahip olduk, bu duyarsızlığımızın tek ve yek sebebi o hatadır, bizim ne suçumuz var ki biz sürgün çocuklarıyız. Ogün o sürgünle beynimizde ve ruhumuzda onulmaz yaralar açılmasaydı şimdi bizi kim tutabilirdi. Bizden tarihten ders almak ta beklenmemeli çünkü ne kadar ders alırsak alalım sürgünü bize reva gören anlayışın kara bulutları üzerimizden hiç çekilmeyecek. Son olarak, İslam'ı bir Çerkes gibi yorumlayıp, algılama sonucu ortaya çıkacak güzel tablonun nasıl olacağı konusu çok dikkat çekici. Bu konun etraflıca yazılarak, eğer başka forum kapsamında ise o forum altında açıklanmasını bekliyoruz...



Keç Süleyman Yavuz
28.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Sayın diyorum, çünkü nick'in arkasında bildiğim Gönen ve Abzegh var, bana ve bize ait. ''Son üç paragrafın dışındaki paragraflarda yazılan şeylere cevap vermeyi düşünmüyoruz anladık ki ne kadar anlatırsak''  diye başlıyorsunuz yazınıza. Sizler kimlersiniz ve derdiniz nedir? Hangi grupsunuz?

Meydanı boş buldunuz sanırım, demokratiklik adına, bu sizin en iyi becerdiğiniz iştir demokratları suiistimal adına. Düne kadar misyoner diye suçlanan ve saldırılan, şahsi ve dostsal gayretlerimizle çözümlediğimiz ve birlikte olduğumuz CC'de şimdilerde almışsınız sazı elinize çalıyorsunuz, eminim sizin ''pşıne'' ile işiniz yok, ''TEF'' ile, lütfen layık olduğunuz yerde çalın, TEF'inizi...Layık olduğunuz yerde duruş sergileyin.

Yazdığınızı ve söylediğinizi sanıyorsunuz; Demirel gibi. Çağrınız nedir sizin? Felsefeniz, duyurunuz? Neyi savunuyorsunuz? Söyleyin de bilelim. İnsanların manevi duygularıyla oynamaktan başka ne çözüm üretiyorsunuz?

Yeldar kardeşim bir sonuç sunuyor,sonuçta! ''Dönüş'' diyor. Peki bunca yazı çizi, siz ne diyorsunuz? Kocaman bir hiç! Allah aşkına siz ne diyorsunuz, anlayan beri gelsin.

Biri çıkıyor yerküreyi yönetiyor. Diğeri uhrevi diyor. Amma Yeldar kardeşim tek çözüm ''dönüş ''diyor. Anavatan diyor, Adığanır diyor, ailesinin geçmişinde dediği gibi, kavgalarındaki gibi.

Ya bir çözüm üretin ya da işinize bakın, bizi ve geleceği boş söylemlerle meşgul etmeyin. Burası gönül eğlencesi bir yer değil. Sizler gibilerine ihtiyaç yok. Herkes yoluna. Çözüm sunmadığınız sürece siz bizden değilsiniz. Bundan gayrı da olmayacaksınız, sunmadığınız sürece.

Yeldar kardeşim aslan gibi meseleyi koyuyor. Sizde koyun görelim! Nedir iletiniz? Şu ana kadar göremedik.Gayri ahlaki saldırıdan gayrı. Dini suiistimalden başka. Siz misiniz İslamiyet'in temsilcisi? Eğer sizseniz, siz kimsiniz? Sizlerden feyz mi alacağım?

Halkımızın sorununun çözümü nedir sizce? Koyunda göreyim, Allah aşkına İslam sizlerin tekelinde mi? En büyük savunucular sizler misiniz? Kıbleyi ne zaman öğrendiniz? Çözüm neymiş? Üretin, kimse aptal değil. Yoksa kesinlikle bilin ki burası size ait değil. Derdinizi nedir, anlatırsanız anlatın, dinlerim, eksiğimi gideririm. Bütünleşiriz birlikte.

Yeldar'la olduğu gibi. Geldi, tanıştık, söz verdi ve girmiyor ve girmeyecek, rica ettim. Siz kaynaklı değilsiniz girmeyişinin nedeni.

Dostça selamlar.

Not: Xhabze kuralları içinde Yeldar kardeşim gibi Webmail'ime yazında göreyim cevabınızı, sizi de kardeş kabulleneyim xhabze ilişkilerinde. Eğer Yeldar kadar kardeş ve dürüstseniz. Şu keblağ Webmail'im Keç'im... Artı notumdur; bu dönüşçü kardeşlerim buhar mı oldu? Dönüş yolunda Semeliyot mu (kohlate) düştü? Çinlilerin fıkrasındaki gibi, hangi otelde kalıyorlar?

Yazıklar olsun...


K. Dokuz
28.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Yazınızı ciddiyetle birkaç kez okudum. İnanın ne demek istediğinizi anlayamadım. Çünkü bu yazının Yeldar kardeşimize bir yanıt olduğunu zannetmiyorum. Olsa olsa bir tespit ama bu tespiti birinin kaleminden okumuştum, seninki biraz havada kalmış. Anlayacağın eksik olmuş. Bu tür yazılarla Çerkesliğe verecek hiç bir şeyiniz yoktur.

 

Abreg Julat
28.07.2006

Bu konuda ki diğer cevapları okumadım ama sayın Yeldar Barış Kalkan'a ama açık ve net söylüyorum ki, siz Çerkeslikle alakası olmayan birisiniz. En iyimser yaklaşımla, Çerkes kültürünü yorumlayabilir birikiminden yoksunsunuz. Çünkü hala dünyevi yaşamda Adige xhabzeden başka bir öğretiye ihtiyacınız olamayacağı gerçeğini kavrayamamışsınız.

 

Cemil
28.07.2006

Sayın Mahmut Bag,

1075 yılında Kafkas boylarının önde gelenleriyle bir toplantı yaparak onları Rusların Güney'e inmesine karşı ilk kez ayaklandırmak isteyen ve bunu da başaran Şeyh Mansur'un asıl adı Giovanni Battista Boeti olan bir Dominik papazi olması bir tesadüf müydü? Yazınızdan alıntı olan kısmı biraz açmanız ve Mansur'un kimliği konusunda bir kaynak vermeniz mümkün müdür
?



Fuat Aydemir
28.07.2006

Merhaba,

Sayın Gönen-Abzegh;

Yeldar beyin hangi yazısını hakaret olarak algıladınız anlamış değilim. Ya da İslam dinine hakaret olarak algıladığınız kısım nedir? Gerici-işbirlikçi-provakator Çerkeslere bayağı söylenmiş. Bunlardan biri misiniz ya da toplumumuzda bu tip insanlar olmadığına mı inanıyorsunuz? İlk çıktığında yazının provakator amaçlı yazıldığını ve yayınlamamamız gerektiğini belirtmiştiniz. Hoşumuza gitse de gitmese de herkesin bir düşüncesi var ve bunu genel ahlaki değerler çerçevesinde söyleme özgürlüğü mevcut.

Nikle yazım olayına karşı olduğumu defalarca belirttim. Ancak küfür ve kişiliğe saldırı içermeyen her türlü düşüncenin onunun açılması gerektiğine inanıyorum. Siz sizin fikirlerinize hatta inançlarınıza (ki bunda da ayrışıyoruz CC ilkeleriyle- zira din dahil her şeyin rahatça tartışılabilmesi gerekiyor bence. Ancak genel çoğunluğun isteğine saygı göstermek düşüncelerimi izah etmeme engel olmuyor) ters gelen her yazıya istediğiniz şekilde yanıtlar vermişsiniz.

Bu anlamda Süleyman beyin sinirle ve kızgınlıkla kaleme aldığına inandığım son eleştirisinde de katılmadığım noktalar mevcut. Yazılarınızda CC ilkelerini, çalışmalarını, çalışanlarını eleştirebilmelisiniz. İlkesiz, içeriksiz, çamur atma şeklinde olsa bile. Ancak cevap hakkına saygı göstermek şartıyla tabi ki.

Süleyman bey bu anlamda "gidin" demek yerine Yeldar arkadaş dahil herkesi bu forumda karşılaştırma düşüncesinde olmalıydı diyorum.

Çerkeslerin (genel çoğunluğunun) anladığı İslam'a gelince; sayın Mahmut Bag açıklamış ama özetle, İslam'ı inanç olarak seçmeyenler için katli vaciptir demeyen, kadın ile erkeği ayırmayan, inancını başkasına empoze etmeye çalışmayan, dini ibadetini kendisi için yerine getiren, getirmeyene şiddet uygulamaya kalkmayan, dini inanca değil insana saygı duyan bir anlayış.

Saygı ve sevgiler...

 

Talebe
28.07.2006

Selamlar,

Tartışmayı ilgiyle izliyorum. Sayın Gönen-Abzegh'i de... Yanlış şeyler de söylese, bir ucuyla bizim yanlışlarımıza da işaret ediyor. İyi de oluyor!

Bu forumlarda bir ara "RF'ye çok şey borçlu olduğumuz" vs. gibi garip şeyler de söylenmişti. Hem de kimi büyüklerimiz tarafından. Herhalde "tarihi Rus düşmanlığı"na karşı çıkmak bağlamında...

İnsanların kendi tezlerini desteklemek için kimi zaman bir kimyager ustalığıyla cımbızla alıntılar yapmaları, bir parçayı bütünden kopararak yanlış yorumlamaları yaygındır.

Bizim sorunumuz tartışılırken de ne yazık ki buna sık sık başvuruluyor? Soykırıma uğramamızın ve sürgün edilmemizin sorumluluğunu Osmanlı'ya, İngilizlere ve Polonyalılara yüklemek, hele hele soykırım ve sürgünü reddetmek ve bunların yerine "göç" vb. kavramları ikame etmek tarih çarpıtıcılığıdır.

Sayın Gönen şu noktada haklıdır: Sürgünümüzden ve soykırımdan birinci derecede Çarlık Rusya'sı (gerçi sayın Gönen de kendi siyasi formasyonuna uygun olarak Çarlık Rusya'sı yerine "Rus" kavramını tercih ediyor ya, şimdilik bu o kadar önemli değil), sonra biz kendimiz ve ancak daha sonra diğer güçler sorumludur. Ve bunların sorumluluğu talidir!

Dindarlıkla gericiliğin birbirine karıştırılmaması gerektiği uyarısında da haklıdır. Ve hele 26 Temmuz 2006 tarihli saat 12:01 çıkışlı yazısında dile getirdiği "...Derneklerde beli kırılıncaya kadar oynayanların, hic de sürgün çocuklarına benzemedikleri..." tespitinde de haklıdır! Bu söylem bizi rahatsız etse de... Çarlık Rusya'sı sıcak denizlere ulaşmak için yolu üzerindeki anavatanımızı işgal etmek istemiş, atalarımız da buna direnmiş; vatanlarını, namuslarını korumaya çalışmışlardır. Bunun neresi yanlış? Yanlış olan bizim bu savaşta birlik beraberliğimizi sağlayamamış olmamız, önderliğimizi ve örgütlenmemizi yaratamayışımız, süreçlere ve güçler dengesine uygun taktikler; bağımsız bir siyasi çizgi geliştiremeyip, başka güçlerin oyununa gelmemizdir.

Yine yanlış olan Çarlık Rusya'sının yaptıklarını Rus insanının kanında, genlerinde veya bilmem hangi dokusunda arayıp tarihi Rus düşmanlığı yapmaktır. Keza bu bakış açısı Lenin'in Rusya'sının tanıdığı haklar ve özgürlüklerle neden bizi yok olmanın eşiğinden döndürdüğünü (kimi yanlışları burada tartışmıyorum) açıklayamaz. Ama Lenin'in Rusya'sını bugünün Rusya Federasyonu ile karıştırıp, toz pembe görüntü çizmek de herhalde aynı şekilde yanlış olacaktır. Bu nedenle kimi dönüşçülerin tarihte yaşananları, haksızlıkları, bunların insanlarımızın zihinlerindeki, kolektif bilinçlerindeki izleri görmezden gelip politika yapmaları da doğru değildir. Bu politikaların halkımızda bir yankı bulmamasının, insanlarımızın söylenenlere şüpheyle bakmasının bir nedeni de budur. Hele hele Çeçenistan'da yaşananlardan sonra...

Sosyalizmden dem vuranların, sosyalizmde Halkların Kendi Kaderini Kendisinin Tayin etmesi hakkının tartışılmaz olduğunu bilmeleri gerekir. Ve yine "Polonya Sorunu" tartışılırken Lenin'in "Polonya halkında Çarlık Rusya'sının baskı ve zulmüne ve Ruslara olan tepki öylesine büyük ki, ayrılma hakkını tanımamız gerekir" deyişini... Bunu derken kolektif bilincin önemine yaptığı vurguyu... İnsan zihni ile toplumsal zihin aynı değildir. İnsan zihninin unuttuğu veya koruyamadığı çok şeyi kolektif zihin muhafaza eder. Bu kolektif zihnin çoğu zaman reflekslerle dile getirdiği gerekçeler bilimsel değildir ve hatta yanlıştır; ama altında uzun yılların birikimi, önyargıları yatar. Ve öyle bir çırpıda yok olmazlar. Einstein'ın deyişiyle: "Bir önyargıyı parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur".

Bugün siz mesela Vietnam'daki ABD veya Yahudilerdeki Alman hassasiyetini görmezden gelebilir misiniz? Filistinlilerdeki veya Arap dünyasındaki İsrail ve ABD düşmanlığını, bunu hesaba katmayan politikaların veya politikacıların tarih sahnesinden silindiklerini... Yine "gerici" kavramını özellikle ulusal platformlarda daha dikkatli kullanmak lazım. Tüm dindarları gericiymiş gibi göstermek yanlıştır.

Evet, "şapka istemezzük!" deyip sokaklara dökülenleri, bilimin-teknolojinin getirilerini "gavur icadı" diye reddedenleri, bugün hala hukukta el-ayak kesmeyi veya taşlayıp, kırbaçlamayı savunanları "ilerici" diye niteleyecek halimiz yok. Keza din veya dinlerin değişime kapalılıkları, yenilenme zorlukları, egemen güçlerce kullanılmaları görülmeli. Ama hepsinden önemlisi bugün gericiliğin siyasi-ekonomik oluşuma denk düşmesidir.

Bugün gelişmenin, barışın, dostluğun önündeki engel, dünya gericiliğinin merkezi emperyalizmdir. "Gericiler" dendiğinde; anlaşılması ve anlatılması gereken bu emperyalist güçler ve onların işbirlikçileri olmalıdır. Yoksa bu kavramın öyle geniş kullanımı yanlış anlamalara ve ulusal cephede bölünmelere yol açar. Ki, doğru da değildir. İster dini, ister politik motivasyonla olsun, mesela bugün yozlaşmaya karşı çıkmak gericilik olarak adlandırılamaz. Veya bir ulusal mücadele, emperyalizmden kopuş anlamına geldiği müddetçe, isterse dini motifler taşısın; veya önderliği dini bir örgütlenme olsun gerici olmaz. Ama bugün dünya gericiliğinin, emperyalizmin merkezi olan ABD'nin ve Nato'nun dümen suyunda akmak, onun çıkarlarına bilinçli ve bilinçsiz hizmet etmek, sen istersen "ben ulusal mücadele veriyorum" (Kürt ulusal hareketinin Irak savaşında ABD'ye destek vermesi ve böylece bölge halklarının, zenginliklerinin uzunca bir süre emperyalizmin denetimine geçmesi tavrı mesela) de, gericiliktir.

Bu anlamda bugün Rusya Federasyonunu güçten düşürmek ve hatta parçalamak isteyen bu güçlerin piyonu olmak gericiliktir. Yine anavatanımızın da olduğu bölgede aynı politikanın gereği olarak halkları birbirine düşmanlaştırmak, çatışmalara-savaşlara neden olmak, kışkırtmak emperyalizme hizmet edeceği için gericiliktir. Dini veya etnik öğeleri ve motifleri kullanarak, halkımızı bölmek; ulusal mücadelemize sekte vurmak gericiliktir.

Ulusal kurtuluşumuz anlamına gelen "Dönüş" hareketine zarar verecek her davranış gericiliktir. Bunlar ister "sosyalist", ister dini kimlik altında yapılsın! Dönüş Hareketi'nin yeşerebileceği topraklar barışa ve huzura muhtaçtır. Ama soykırımımıza ve sürgünümüze neden olanların sorumluluklarını yerine getirmelerine ve bu tarihsel haksızlığın telefi edilmesine de...

Bunları gözardı etmek yokoluşa karşı mücadelemizi gerileteceği için gericiliktir. Ve bu gericilikle mücadele etmek elbetteki hepimizin görevidir...

Kalın sağlıcakla.


Mehmet Mamır
28.07.2006

İlginç durumlar ortaya çıkmaya başladı.

Giovanni Battista Boeti adında bir Dominik papazı.

Çok ilginç!

Acaba içimizde halen Dominik Papazları var mı ya da papazlığa soyunmuş molla?

Çözüm dönüş!

Evet çözüm dönüş ama çok ilginçtir ki sadece çözümün adı var. Bir türlü içi doldurulmuyor. Sadece ağızlarda pelesenk. Mesela Kafkasya'daki soydaşlarımızın fikrini soran yok. Zira dönüş diyenler (buna bende dahil) bazı şeyleri hep kendi açımızdan (diaspora tarafından) düşünüyoruz.

Mesela (diyelim ki diasporada 2 milyon Adige'yiz) dönüş hareketi %10 başarı ile yapıldı. Bu 200.000 kişi demektir. Ve 200.000 kişi ile Kafkasya'da birçok taş yerinden oynar. Peki Kafkasya'daki kardeşlerimiz buna razı olurlar mı ve dönüş fikrine ne kadar hazırlar? Yoksa çat kapı "biz geldik" mi diyeceğiz?

Bu soruların cevabini verebilecek var mı?

Bu, dönüş konusunda önümüze çıkacak sorulardan sadece biri. İçi boş çözümlere ihtiyacımız yok. Ama görüyoruz ki, kimilerimizde, Çerkeslik dışında her türlü dolgu malzemesi mevcut. Sağ olsunlar örnek almamız gereken hareketleri (!) bize söylüyorlar. Emriniz olur.

Bir başka örnek: Geçenlerde bir iş adamımız tüm evrakları tamam olmasına rağmen anavatana girişine izin verilmedi. Bu olayın perde arkası iyi incelenmeli. Acaba bu olayın arkasında kimler var? Buradan çok ilginç sonuçlar çıkacağına eminim.

Bir başka ilginç bir durum ise, "her türlü düşünceye açığız ve her türlü düşünceye yer vereceğiz" söyleminin pekte havada kaldığı.

Demek ki, anti-izimlere karşı pekte demokratik değiliz.

Demek ki, demokrasimiz sadece "Dar Alanda Kısa Paslar" yaptığımız kişilereymiş.

Sadece işimize geldiğinde demokratiklikten dem vuruyormuşuz, işimize gelmediğinde bazılarını kolaylıkla aforoz edebiliyormuşuz. Bunun sebebini açıklayabilecek biri var mı içimizde?

Bir başka ilginçlik ise enstrümanlarda, biri Boru çalıyor biri Tef. Bazılarına Boru, bazılarına da Tef hoş gelmekte. Biri Kürt ulusal hareketi diyor, diğeri Osmanlı. Al birini vur ötekine. Hangisini kendimize örnek alacağız?

Açıklayabilecek olan var mı? Burada şimdi gerçekten çok ilginç sonuçlar çıkmaya başladı.

Bakalım daha neler çıkacak? Merakla bekliyoruz.

Selamlarımla.



Cemil
28.07.2006

Sayın Talebe merhaba,

Şayet sitede yazılarınıza devam ederseniz, müsaadenizle çeşitli zaman ve konularda bilgi ve düşüncelerinizden istifade etmek amacıyla size baş vurabilir miyim?

Örneğin: Ulusal kurtuluşumuz anlamına gelen "Dönüş" hareketine zarar verecek davranışlar nelerdir?

Sayın Talebe, ben kendi adıma sizin halkımıza gerçekten çok ama, çok faydalı olabilecek bir hemsehrimiz olduğunuzu düşündüğümü bilmenizi isterim.

Saygılarımla.



Keç Süleyman Yavuz
29.07.2006

Doğru konuda iletişim; söylem ve tarzı ne denli yanlış olursa olsun, bu başlıkta görüldüğü gibi toparlıyor söylemleri. Sonuç ortada kişilikli yazılar ve yorumlar.

İşte budur aslolan.

Aradaki boş söylemlerin nasıl havaya uçtuğu gerçeği, ağır ağır hissettiriyor kendini. Sadece ''vay anasını ne demek ulen'' demek hiçbir anlam ifade etmiyor. İsyanımda bunadır.

Bir soru geldi arada, son otuz yıla dair. Bu çok önemli ve sürekli sorulması gereken sorudur. Okuyun lütfen soruyu. ''Evet çözüm dönüş ama çok ilginçtir ki sadece çözümün adı var. Bir türlü içi doldurulmuyor.''

Tam otuz yıldır bu sorunun cevabını bende arıyorum, bugün dahil. Sovyet sosyalizmi varken söylemi kolaydı, eylemi zordu, şimdi eylemi kolay, söylemde tık yok. Ajitasyondan gayrı. İşte böyle sorarlar adama, yıkımlara, acılara, sebep alt yapısız söylemin hesabını. Nasıl verilecek bu hesap? Çifte vatandaşlık olgusunun saklandığı, sumen altı edildiği zamanlarda neredeydi bu söylemciler? Neden kimseler duymadı? Tüm kurumlarımız ihanet ve hıyanet içinde miydi? Gidenler sanırım, kaç gece kabusla yataklarından fırladılar. Bu muydu diye (!) yalnızlıklarından, bırakılışlarından.

Zor soru bu, cevaplaması sorudan zor. Nasıl olacak bu dönüş. İşte zurnanın, zurt dediği nokta. Belki de o denli zor değil, bu da zurnanın zart dediği nokta. Tek kural var; o da her fırsatta vatanınızı ziyaret, oradakilerle kuracağınız iletişimler ve ekonomik bireysel tespitler. Eğer hiç gitmediyseniz, görmediyseniz lütfen fikir üretmeyin. Gidin dağına taşına, kurduna kuşuna demeden, gezin görün kavramaya çalışın. En doğru teori en doğru pratik içinde gelişir saptamasını lütfen unutmayın.

Ahkam kestiğiniz bilgisayarınıza ödediğiniz ücrete, çok rahat gidip gelirsiniz. Görmek bilmektir, duymak saplanmaktır. Hemen siz sormadan ben söyleyeyim. ''Ne işin var burada, o kadar çok biliyorsan'' derseniz, eğer. Yıllarım günü kurtarma kavgası ile geçti. İlk başımı kaldırdığımda, ilk işim vatanımla ve insanımla ekonomik ilişki kurmak oldu ve bu çok yakın tarihe tekabül etmekte. Çok doğru tutarlı ilişkiler içerisinde devam etmekteyim bu duruma. Yerküre ufaldı, Kafkasya şurası, hele hele internet size, burnunuzdan yakın. Yoksa oradan iletişiminiz, gitmiyorsanız gezmeye dahi ben sizlere ne anlatayım? Siz nasıl kendinizi rahat hissediyorsunuz. Kim ne anlatırsa boştur oralarda olmadığı sürece. En doğru teori,en doğru pratik içinde gelişir. En doğru pratik en doğru teoriyi geliştirir. (Tupamarolar) Bireysel derdim değil kimse.

Aslolan mensubu olduğum halkımdır. Halkımın sorunudur, yani benim sorunumdur birey olarak, halkıma dair. Çözüm yeri diaspora değil oradadır, ne denli müdahil olunacağı oradan geçer.

Sevgi ve selamlarımla.


Gönen-Abzegh
29.07.2006

Yazın ifadelerde örneklendirme-örnek verme ne kadar mantıklıysa bizim içinde meselenin daha iyi anlaşılması adına verilen örnekler, bilimsen (kimya alanında) ispatlar için değil meselenin daha iyi kavranması içindir. Bunula birlikte örneklerin meseleyi izah etmede yetersiz olduğunu düşünüyorsanız, örneklerin üzerini kapatıverirsiniz. Ama diyorsanız ki meselenin bizatihi kendisi yanlıştır “yanlış şeylerde söylese” şeklinde kılçık atmakla değil doğrusunu izah etmekle meseleyi çözersiniz.

Tarihi Rus düşmanlığı olayını da şöyle düzeltelim. Dış politika konusunda, Kafkas sorunuyla alakalı olarak (konumuzla ilgili olduğu için) çelik yumruğunun altında öğütülmeyi bekleyen konular manzumesi diye düzeltme yapalım ve dahi, Çarlık Rusya'sı-sovyet Rusya'sı gibi yönetimsel ve her türlü değişik yapılanmayı ve dış politikadaki farklı uygulamaları belirtirken, havadaki çelik yumruğun bazen kafamıza inecek bir çekiç bazen balyoz oluşu gibi farklılıkları iyi belirtelim ve dahi şunun için iyi belirtelim ki, milletimizi zulme-sürgüne mecbur bırakan bu Rus vahşeti kısa bir zaman sonra sosyalist Rus devletine dönüşecek dünyanın tüm halkları için mutluluğunun reçetesini sunarken (reçetenin üzerindeki kezzabı ilacı okumak istemeyenler örneği kapatsın) dönüştürme-asimile programlarını uygulama aşamasında katlettiği milyonlarca insanın kanını kadehlerce içecektir.

Bu anlamda Lenin'in uyguladığı çekiç politikası ile Çarlık Rusya'sının ya da Rusya Federasyonu'nun uyguladığı balyoz politikası arasında sıklet farkı var ki, vardır bu sadece Lenin'le açıklanamayacak sosyalist Rus dış politikasının daha masum olduğu gerçeğini değiştirir mi, asla. Dolayısıyla kardeş kardeşi hem döver hem sever hem katleder anlayışını benimsemiş sosyalist Rusya'ya bizim bakış açımızda artık değişmelidir. Bu değişime ayak uydurabilen anlayışın 80 yıllık koskoca bir Sovyet sosyalizmi tecrübesinin karşısında saygıdan dizlerinin bağı çözülürken, aşırı iştahtan dolayı kafaya diktiği ilacın (reçetede yazılı olan ilaç) şişesini de yutup, ilacın hafıza kaybına sebep olması gibi bir yan etkisinin bulunduğunu, bize ispatlamıştır. Çarlık Rusya ile Sovyet Rusya arasındaki dış politika farklılıklarının sosyalist rusya lehine daha da vahşice uygulandığı halde ideolojik sebeplerden dolayı sosyalist Rusya'ya sempati duyulmuş ama bu sempatinin sürgün gerçeğine indirdiği balta darbeleri altında unutulmaması (hafıza kaybı sonucu) gereken bir gerçek can vermiştir.

Daha önce sorduğumuz sorulara cevaplar verilmediği gibi verilen bazı cevaplarda da gösterilen çareler hiçbir çözüme matuf değil, dolayısıyla bu mesele derinlemesine ele alınmamalı sadece başlıklar şeklinde geliştirilmeli. Dinin, Çerkes gibi yorumlandığına şahit olduk. Bu arada şunu belirtelim kadınla erkeğin eşit olduğunu bir beyefendinin söylemesi bayanlar tarafından takdirle karşılanmalı. Ülkemizde bu gelenek çok yaygın değildir ama meseleyi bilenler, karşısında oynayacak bir bayan bulamayan bir beyin içinde düşeceği hal ile zaten elde-avuçta kalmış bir avuç Çerkes adetinin, kadın erkek eşitliğini ortadan kaldırarak, dinin değiştirici etkisi altında köküne dinamit yerleştireceğini anlamaktalar. Dolayısıyla, dini Çerkes gibi yorumlama, geçmişten buyana bir türlü hesaplaşama sonucu halledilememiş ve ortaya çıkardığı zaaflarla yaşayan ve yukarda nasıl olması gerektiği yanlış-eksik tespit edilmiş yöntemlerle açıklanamaz. Dinin Çerkes gibi yorumlandığı yanlışı ile birlikte, Çerkeslik deyince belli folklorik özellikleri anlayan, içinde hissettiği her boşluğun adetlerle doldurulacağını uman, sosyal hayata tutunma çabasında her başarısızlığın hem kişiliği hem Çerkesliği yerden yere vurduğunu anlamayan, tüm sorunların adetleri yaşayarak çözüleceğini ya da ana yurda gidildiğinde meselenin biteceğini zanneden, hatta Kafdağı'nın ardındaki ülkeye gitme özlemiyle yapılması gereken şeylerin heyecanını bu özleme kurban eden ve yapılabilecek şeyleri erteleyen, Çerkes isem şu an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde sihirli bir değnek başıma değmeyecek gerçeği söyleyemeyen, sürgünün kodlarını çözemeyen, dolayısıyla sürgün sonrası reel stratejiler üretemeyen, meseleyi dünya konjektöründe değerlendiremeyen, değerlendirse de politika üretebilecek yetkiye sahip olmayan bu anlayış elbette olanı nasıl göremiyorsa, dini dahi görmek istediği gibi görmekte. Bu anlayış, çizmiş olduğu kalıpların dışında bir insan tipini kabul etmeyerek, insana göre elbise değil elbiseye göre insan modelini benimseyip elbiseyi insana oldurmak için dikiş-nakış yerine insanın kolunu bacağını kısaltmaya-uzatmaya çalışarak meseleyi çözmeye çalışırken Çerkeslerin din retoriğini hayatlarına tatbik etmede, bu yöntemi reva görmekte. Adetlerin içine dini sokuşturmaya çalışırken de budadığı gerçekleri görememekte. Sivil örgütlenmelerin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dindar kişilerce uygulanan yasal bir yol olduğu gerçeği ve din deyince akla El-Kaide, Cemalettin Kaplan gibi oluşumlar dışında hiçbir şey gelmeyen düşüncelerle bu meselenin ehil kişilerce derinlemesine tahlil edilemeyeceği, tartışmalara kurban gideceği, düşünüldüğünden burada kesiyoruz.


Mahmut Bağ
29.07.2006

Selamlar!

Sayın Cemil, Şeyh Mansur'un kimliğine dair yazıyı "Neue Solidarität Sonderdruck Dezember 1999" adlı Almanca dergideki "David Urquharts Heiliger Krieg" adlı makaleden aldım. Derginin bu sayısı üzerinden daha başka kaynaklara da ulaşılabilir.

Sayın Mehmet, vatana dönüşte yaşanabilecek sorunlara değinerek bunların zorluklarını dile getirmekte. Dönüsün gerçekleşmesinde sorunların bu yazıda aktarılandan çok çok daha fazla olacağını ve bunları aşmak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz.

"Wer kämpft, kann verlieren; Wer nicht kämpft, hat schon verloren - Mücadele eden kaybedebilir; Mücadele etmeyen kaybetmiştir."
B. Brecht'in burada dile getirdiği gibi mücadele etmekten başka bir çaremiz olmadığını düşünüyorum.

Sayın Talebe; İngiliz, Osmanlı ve Polanyalıların Çerkesler arasındaki faaliyetlerini anlatırken demek istediğim, "bizi bunlar sürdürdüler değildir": İfade etmek istediğim Çerkesler arasında herkesin kendi çıkarlarını korumak için faaliyette bulunduğuydu ve bizimde bunların üzerimizde oynadıkları oyunları boşa çıkaracak politikalar geliştiremediğimizdi.

Tabii ki savaş bittikten sonrada Osmanlı ve İngilizlerin oyunları devam etmiş ve bu oyunları bozacak politikaları geliştiremememizi vatanımızı kaybetmekle ödemiş olduk. Sizinde bahsettiğiniz bugünde oynanan oyunları bozacak politikaları geliştirebilmek umuduyla.

Kalın sağlıcakla.

sayfa  1    2    3    4    5