Lezgi Ömer
16.08.2006
Sayın GODUNOV,
Mihrak araya araya helak oldunuz. Helak olmaya da devam
edeceksiniz. Neden mi? Görünen köy kılavuz istemezde
ondan.
Şu yazdıklarınıza bakın. Siz Çerkes olsanız ne
olur olmasanız ne olur. Olmasanız daha iyi olur.
Asıl
sözüm, denetimi yapan arkadaşımız FA’ya: Ben bu sitenin
müdavimlerinden biriyim. Çok sert tartışmalara da
katıldım. Fakat hiçbir zaman böyle terbiyesizce yazılmış
yazılar olmadı burada. ’’Dedelerinin mezarına s...larda
içleri daha rahat eder.’’ Bu ne büyük terbiyesizliktir.
Bu ne büyük kendini bilmezliktir. Siz hangi hakla böyle
bir cümleyi yazıyorsunuz sayın GODUNOV, sizde ne hakla
bu cümleyi sayfaya asıyorsunuz sayın Fuat Aydemir?
Tüm
dileğim bu yazıyı foruma astığınız için katılımcılardan özür dilersiniz… Hem siz Sayın GODUNOV
hem siz Sayın Fuat Aydemir.
Tüm katılımcılara
saygılarımla.
M. Emin Yaşar
16.08.2006
Dikkatimi çeken
konu şu arkadaşlar: Kim bir oluşum bir üretim için bir
şeyler yapmaya çalışsa kimseleri bulamıyor, cevap dahi
alamıyor. Kim bir şeyler için standartların dışında bir
şeyler yazsa, bam teline dokunsa, kalemler çekiliyor ve
başlanıyor kavgaya. Dolayısıyla foruma katılanlar
yüzleri geçiyor.
Nedendir anlamış değilim bu kavgaya duyduğumuz iştah. Neden hep enerjilerinizi detaylara verip israf
ediyorsunuz? Neden arkadaşlar neden? Allah rızası için
okuyun şu forumdaki tüm yazıları, anlatımlar dolaylı da
olsa herkesin istediği aynı şeyler aşağı yukarı. Ama
bizler anlatım ve anlama özürlüyüz. Neden birileri hep
hesap sorma arzusu ister anlamış değilim.
Sevgili Lezgi Ömer, Budunov arkadaşımın yazdığı cümle
yakışık almamış doğru ama nasıl bir tarz bu ya. Özür dile, tehditvari
tavirlar! Adamın diğer yazdıklarında ana fikri
yazısının onlarla ilgili yorum getir ve deki "Kardeşim
kullandığın bu ifade yakışmadı lütfen değiştir, kendimi
rahatsız hissettim."
Evet sevgili kardeşim Budunov, rahatsız edici bir şey bu
bolümle ilgili benzetmede olsa
duygularını daha düzgün ifade edebilirsin. Biz ne zaman
dayanışırız, ne zaman birbirimizi anlarız, ne zaman bir
halka içinde oluruz bilmem ama bildiğim bir şey var
oraya gelene kadar " atı alan Üsküdar'ı geçer".
Saygılarımla.
Fuat Aydemir
16.08.2006
Merhaba,
Tum
okurlardan denetim sırasında yaptığım hatadan ötürü çok
özür diliyor ve bu görevimden ayrıldığımı duyurmak
istiyorum. Art niyet yoktu, sadece gözden kaçan bir hata
olduğunu belirtmek istiyorum.
Saygı ve sevgiler...
Lezgi Ömer
17.08.2006
Sayın Yaşar,
Normal
bir insan, fikirlerini yazarken kullandığı üsluba dikkat
eder. Eğer bu normal insan Çerkes ise o zaman bin kat
daha fazla dikkat eder.
Burası herhangi bir yer değil.
Bu sebeple buradayız. Burayı diğerlerinden ayıran bir
seviyesi olduğu için buradayız. Sizin deyimizle
''adamın'' yazdıklarının ana fikri ''adamın'' üslubunda
zaten apaçık ortada.
Gelelim benim tarzıma. Ne zamandan
beri dilekte bulunmak tehdit olarak algılanıyor sayın
Yaşar? Benim yazdığım aynen şu: ''Tüm dileğim bu yazıyı
foruma astığınız için tüm katılımcılardan özür
dilersiniz… Hem siz Sayın GODUNOV hem siz Sayın Fuat
Aydemir.'' Bu cümlem yukarıda duruyor.
Fuat Aydemir bey, Çerkes'e yakışır tarzda özrünü diledi. Fakat istifası
çözüm değil. Kendisinin bu topluma hizmetlerini
görüyoruz. Sadece daha dikkatli olması lazım. Böylesine
topluma malolmuş bir sitede daha dikkatli ve itinalı
olmasını diliyorum.
A.pşaşe
17.08.2006
Maf Sayın Fuat
Aydemir,
Nereye, diye sormak istiyorum şimdi gördüm
yazınızı. Ben bir katılımcı olarak asla istemiyorum
gitmenizi özellikle de böyle bir nedenden. Hatalar
insanlar içindir hatayı kabul etmek de olgunluk
belirtisi telafi, etmeye çalışmak dururken gitmek hayır!
Ben bunu sizden özellikle rica ediyorum ki kalmalısınız
burada. Hatayı hem yapıp hem de üste çıkmaya çalışan
Çerkeslik adına da hiçbir getirisi olmayan faaliyetler
söz konusu olduğunda hep mazeretler sıralayan bu haliyle
kalkıp kritikler yapan insanları düşündüğümde binlerce
defa hayır gidemezsiniz diyorum gidemezsiniz. Defalarca
yazacağım hem de hiç usanıp bıkmadan siz buradayım
deyinceye kadar.
Saygıyla selamlıyorum sizi...
Fuat Aydemir
17.08.2006
Merhaba,
Öncelikle isteseniz de gitmiyorum bir yere. :) Sadece
Denetim Kurulu'ndan ayrılmak istiyorum. Sadece Fuat
Aydemir olarak yazmak istiyorum. "Denetim" kavramıyla
hiç barışık olamadım hayatım boyunca. Zaten diğer
arkadaşlar gayet güzel bir şekilde yerine getiriyorlar
görevlerini...
Saygı ve sevgiler...
Boris
Godunov
17.08.2006
Sayın Lezgi, ben
hatasızlık iddiasında değilim ki. Oldu, senin gül hatırına Çerkesliğe de veda edelim olur biter. Diğer katılımcılar
ve sayın Aydemir'in affını rica ediyor, hatanın sahibi
olarak yazınında zarif yürekleri incitmemesi için
kaldırılmasını denetimden rica ediyorum.
Tremko
18.08.2006
Çerkeslerin içinde
farklı siyasal oluşumların olması gayet normal ve olması
gerekendir. Bütün Çerkeslerin aynı görüşten olmasını
beklemek hayalden de öte. Her siyasi oluşum
karşısındakine şüpheyle bakmakta sorun burada. Sosyalist,
Müslüman'ın arkasında Wahabi'yi, İran'ı, Müslüman,
sosyalistin arkasında Rus hayranlığını sempatisini
ararken hata yapıyor. Kamplaşma daha anavatana dönme
muhabbetleri yapılırken gündeme gelirse bu kimseye fayda
sağlamaz. Aksine daha yola çıkmadan tekerlek kırılır.
Çerkeslerin sorunu, hala uluslaşma sorunu-ulusal
sorundur. Ulusal mücadelelerde her ilerici toplumsal
katmanın desteği ve dayanışmasına ihtiyaç vardır.
Başlığı açan arkadaşın gerici derken kimleri kastettiği
muğlak. İşçi, sosyalistler için ezilen ve devrimci yönü
kuvvetli bir sınıftır.
Peki dindar bir Çerkes işçi
nedir? Sosyalist saflara belki kazanamayacağın ama
Çerkes ulusal mücadelesinde yan yana olacağın insandır.
Gericilik olarak algıladığım şey;
1) Dönüş fikrine
tamamen karşı
2) Rus egemenliğine itaat etmekte kararlı
olmaktır.
Bu görüş dışındaki tüm Çerkesler bana göre bir
araya gelebilecek yapıdadır ve gelmelidir...
Muharrem Erdem
21.08.2006
Sayın Erdoğan,
Çerkes olarak dogmanız ve bunu unutmamış olmanız Çerkes
olmaya elbette yeter. Ancak kendinizi ait hissettiğiniz
topluluğun, nüfusunun büyük bölümü diasporaya dağıtılmış, anavatanların da
kalanlarının ise,
yaşadıkları toplumsal alt üst oluşlar sonucu halen
bağımsız bir ve tek devlete sahip olamamış ve
uluslaşamamış, diasporada yaşayanların ise hızlı bir
asimilasyon süreci içinde eritildiğini görüyorsanız ve
buna seyirci kalmak istemiyorsanız, bir şeyler yapmak
zorundasınız! Çerkes olmak için herhangi bir ideolojiye
de yaslanmak zorunda değilsiniz, fakat en azından
diaspora da asimilasyonu durdurup, kimliğinizle
yaşayabilmek ve de yeryüzünde Çerkesliğin kıyamete kadar
yaşayabilmesi için, dönüş, uluslaşma ve bağımsız bir
devlete sahip olma zorunluluğunuz varsa, bunları
gerçekleştirmek için de bir stratejiye ihtiyacınız
vardır.
Siyasetle yeterince uğraşmışlığım
var, diyorsunuz. O halde stratejinin altının taktik,
üstününse siyaset olduğunu biliyor olmalısınız. Bilerek
siyasete bulaşmayalım diyorsanız, dönüş tezine karşı
olduğunuz anlamı çıkar, ki dönüş önerenlerin siyasi
kimliklerine yönelttiğiniz yapıcı olmayan eleştirilerden
ve çok yazıp da, dönüş üzerine olumlu hiçbir şey
yazmamanız bunu doğruluyor.
Eğer kurtuluşumuz için farklı önerileriniz varsa buyurun sizi samimiyetle
değerlendirmeye şahsım adına ben hazırım. Unutmayalım,
sürgün öncesinde de sürgünde de başımıza gelenlerin
sorumlusu emperyal güçler siyasetten bağımsız hareket
etmiyorlardı ve bu gün biz o siyasetlerin mağdurlarının
torunları olarak bu durumdayız.
Kafkasya'da bir gecede
2.500.000 Gürcü'nün ayrıca 2.500.000 Abaza'nın bir gecede
ortadan kaldırıldığını, sorumlularının sosyalistler
olduğunu ima ediyorsunuz. Ben bir Abaza'yım, bu konuda
Abazaların söylüyor olmalarından başka kaynaklarınız
varsa yazın da bizde öğrenelim.
Ayrıca Yeldar arkadaşın vurguladığı gibi, olaylara at
gözlüğü ile bakmaktan
kurtulalım. İkinci paylaşım savaşında sosyalizmin
düşmanı, Hitler faşizminin Avrupa'da hangi yöntemlerle
kaç milyon insani öldürdüğünü bilmiyor musunuz? Savaşın
sonuna dinlenmiş bir güç olarak müdahil olan ABD'nin
Hiroşima ve Nagazaki´de savaştan sonra Vietnam'da neler
yaptığı hiç aklınıza gelmiyor mu? Aynı Amerika'nın milli
çıkarları için bu gün de dünyanın dört bir yanında kan
içmeye devam ettiğini görmüyor musunuz?
Hatalarıyla, sevaplarıyla kapanmış bir dönemin,
sorumlularını itham
etmek bize bir şey kazandıracaksa hep beraber edelim.
Aynı sosyalizmin, anavatanda yok oluşumuzu engellediğini
bu gün orada sahip olduğumuz kazanımların da mimari
olduğu gerçeğini görmezden gelmeyelim.
Herkes siyaset yapıyor sayın Erdoğan. Türkiye´de bizi asimile etmek
için siyaset yapıyor. Çıkardığı Türkçe dışında dil
konuşmak yasaktır yasalarıyla, vatandaş Türkçe konuş
kampanyalarıyla, siyaset yapıyor. Çocuklarımız Nart
destanlarından önce başka destanları öğrensin diye,
Çerkes değil, Panturanist, Panislamist ideolojileri
empoze ediyor. Çocuklarımız Çerkesliklerini
öğrenmesinler, bağımsız Çerkesya yerine, Asya'daki
esir (!) birlikte Kafkasya'nın da kurtulacağını
düşünsünler, kendilerine yabancılaşsınlar diye. Bunu
yaparken kendi köyünde Çerkesliğini kendi halinde
yaşayana belki dokunmuyor. Ancak Çerkes uyanışı için
öncülük etmeye çıkanı eziyor. Dernekler üzerinde baskı
kuruyor.
Toplumu sindirmeye gücünün yetmediği yerde
siyasetine şiddeti katmaktan çekinmiyor. Çerkeslerin
birliği için çalışmalar yapan, bir toplantı çıkısı, 5
Kasım 1977'de üzerlerine silahla ateş açılanlar bizim
gençlerimiz değil miydi? Orada Tsey Mahmut Özden şehit
olmadı mı?
Bu gün ortaya konulmak istenen, Çerkeslerin yararına her projeye
sağdan, soldan yapılan saldırılar
neye hizmet ediyor sizce? Bu gün nispeten imkanların
daha fazla lehimize olduğu bir dönemi yaşıyoruz. (İmkanların
hangi mücadele ve bedeller sonucu lehimize açıldığı
başka bir konu.)
Bu dönemde samimi olan herkes üzerine
düşeni yapmalı diye düşünüyorum. Getirilen her öneri kim
tarafından getirilirse getirilsin, değerlendirilmeli ve
üzerinde yapıcı bir tarzla tartışılmalı. Atalarımızın
bir rüyaları vardı: "Bizler milli savaşımızı kaybetsek
de insanlığımızı kaybetmeyeceğiz. Bu gün anayurdumuzu
boşaltıyoruz. Ama o kalbimizden asla çıkmayacak. Bir gün
atımın üstünde ve kılıcım elimde yurduma geri döneceğim.
Eğer dönmeden ölecek olursam bedenimden hiç değilse bir
parçayı anayurduma getirin ve köyümün mezarlığına
gömün." (Hacı Grandük Berzeg)
Bu hafta değerli bir
büyüğümüz, şiir üzerine çok güzel bir yazı yazdı.
Ellerine sağlık. Aynen katılıyorum. Şiir sayfalar dolusu
yazının anlatamadığını birkaç satır ile anlatma gücüne
sahip olabiliyor gerçekten. Anlatma külliyesi viran
tarih yazıcısına siyaset ve
bezirganlık ilminin erbabına
ki,
at değil ateş hırsızlığıyla başlar senin hikayen ve
sayıklayan bir coğrafyada
sayrılıklar salgın umutlar
yaralı hatıralardan
kan sızmaktadır kavminin
kendine
olan zulmü itikat,
itimat ve itaat idi bundandı
talan,
iskan ve hicran bundandır
kızların cariye
silahşorların emir kulu oluşu
bundandır tarih denilen
sarsağın
sana ayırdığı sayfalar eksik,
yanlış ve alfabesi
unutulmuştur.
Anlatırlar ki,
muhacir olanın hicrandır
ömrünün yarısı.
Canın yanıyor koca Nart,
çılgın tay bir
rüyan olsun artık,
bir rüyan olsun
Not: Bu dizeler şair Ahmet Telli´nin Barbar ve Sehla isimli
kitabındaki iki
ayrı şiirinden düzenlenmiştir.
Bütün katılımcılara sevgi
ve saygılarımla.
Fuat Aydemir
22.08.2006
Merhaba,
Öncelikle hoşgeldin Muharrem arkadaş.
Basit ve çok güzel
bir şekilde ifade etmişsin doğruları. Sadece ekler
yapmak istiyorum. Türkiye'nin ana siyasetiydi bizleri
siyasetsiz kılmak ve bunu kendimizin gayretleriyle de
kısmen başardı. Tek örgütlü yapı diyebileceğimiz
derneklerimiz düne kadar ekip gösterileri-geceler-sergiler
gibi kültürel faaliyetlerle sınırlandırılmıştı. Oysa
bizlerin daha geniş, daha içerikli-amaçlı örgütlenmelere
ihtiyacı var oysa.
Türkiye'nin demokratikleşmeye zorlanması sonucu elde edilen bir
kısım haklar (dil
öğretimi vb) ve kimliğimizi seslice dile getirmenin
ardından az da olsa kıpırdanmalar başladı. Demokratik
Çerkes Platformu gibi, Jineps gibi siyasi-hedef içeren
yapılanmalar çıktı ortaya. Umarım daha da genişleyerek
daha kitlesel ve ortak politik dizgilerde hareket
edebilen birlikteliklere ulaşılabilir.
Saygı ve
sevgiler.
Hajkasım Erdoğan
29.08.2006
Sayın Erdem,
O beş milyon insanın yok edilme şeklini, size ABHAZYA'DAKİ
yaşlı Abazaların anlatımıyla anlatabilirim. Yazımda da
belirttim. Yalansa onların yalancısıyım. Bu söylediğim söz
için onlardan özür diliyorum, çünkü o insanlar yalan
söylemez ve laf olsun diye de konuşmazlar.
Madem ki Abaza'sınız, biraz daha sıkı araştırma yaparsanız,
Abazaların
ağzından duyma şansınız var. Kimmiş o beş milyon insanı
yok eden? Benden iyi biliyorsunuz onu. Evet o insanların
bir birini kurşunladığı dönemleri çok acıda olsa
yaşadım. Bunlar hep cehaletten geliyor ve bu cehalet hala
devam ediyor. İnsanlarımız bir birini düğünlerde
kurşunluyor, buna da cehalet diyorum. Herhalde yazımı iyi
okumadınız, bir daha gözden geçirin, ben siyasi görüş
umurumda değil, yeter ki Çerkes olsun diyorum.
Elbette
siyaset olacak. Ama illaki şu veya bu görüş olacak diye
bir şey olmaz. Çerkes olabilmek için sosyalist mi olmak
lazım, ben bunu anlayamadım. Çerkeslik için neler
yaptığımı merak ediyorsanız, çok şeyler yaptığıma
inanıyorum. En basiti, siyasi görüşünden dolayı hiç
kimseye sen Çerkes olamazsın demedim. Seninde siyasi
görüşün beni ilgilendirmiyor ve Çerkesliğin benim için
yeterlidir diyorum. Ama sizler beni ve benim gibi
düşünenleri Çerkes olarak kabul etmeyiz diyorsanız, o da
sizin bileceğiniz bir şey. Ne diyeyim, ona da itirazım yok. Yeter ki
sizler çok başarılı olun, bizlerde gurur duyalım.
Muharrem Erdem
29.08.2006
Sayın Erdoğan,
Sizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Önce samimiyetle
inanmanızı isterim ki, hangi siyasi görüşe sahip olursa
olsun Çerkeslere, sizin yaklaşımınız ne ise benim ki de
odur. Yani sizin dediğiniz gibi bütün Çerkesler benim de
kardeşimdir. Hiç kimse kimseyi, hele ki bir Çerkes diğer
Çerkesleri kendisi gibi düşünmeye zorlama hakkına sahip
değildir.
Siyasetin bizleri böldüğü konusunda
haklısınız. Tabii ki Çerkesliği ikinci plana iten,
Çerkes yaşam biçimini erozyona uğratan tüm diğer
faktörler gibi, mevcut siyasetler de önemli birer
faktördürler. Ben Çerkes gerekliğine demokrat bir
bakışla yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü genel
sorunlara deva olabileceğine inanılan alternatif
sosyalist reçetelerden önce, demokratik tartışmalara ve
ortak payda da buluşularak yaratılabilecek bir birliğe
ihtiyacımız var ve Çerkeslerin yararına olacak olan
siyaset hiç kuşkusuz, Çerkeslerin gerçekleştirmeyi
başarabildikleri birliğin ürünü olacaktır. Bu nedenle
hiç kimsenin olmadığı gibi sizinde önce sosyalist, sonra
Çerkes olma zorunluluğunuzun olmadığını, düşündüğüme
emin olmanızı isterim. İsterseniz kendi siyasi
görüşünüzü yazın, bu görüş ne olursa olsun, benim size
beslediğim kardeşlik duygularında hiçbir değişiklik
olmaz inanın. En fazla bu görüşün doğruları ile
yanlışlarını, bir üslup çerçevesinde bir birimizi
rencide etmeden, aklımın erdiği kadarı ile tartışmak
isterim sizinle. Onu da siz isterseniz yaparım.
İstemezseniz o konuya da hiç girmem.
Araştırın derken de
haklısınız. Diaspora da ezilmiş ,yok olmasına ramak
kalmış bir topluma ait olduğumu ve sürekli araştırmak
zorunda olduğumu biliyorum ve sanırım bu hepimiz için
geçerli olmalıdır. Yazarken, tartışırken gerçeklerden ve
bilimsel doğrulardan kopmamak hepimiz için bir
zorunluluk olsa gerek. Yoksa ezilmişliğimizden kaynaklı
duygusallığımızla söyleyebildiğimiz şeyler, gerçeklikle
alakasız olabiliyor ve bunun yalancılıkla hiçbir
alakası yok. İnanın ki, sosyalizm propagandası yapmak
gibi ne bir derdim ne de kaygım var. Öyle olsa önceki
yazımda, yeryüzünü de Hitler faşizminden Sovyetlerin
kurtardığı vb. bir sürü şeyi yazabilirdim.
Ancak tarihi
kurcaladığımızda, ister istemez bazı gerçekliklere de
temas etmek zorunda kalıyoruz. Abaza kıyımı konusunda da
bu böyle. Bildiğiniz gibi Rus Kafkas savaşları kimine
göre 150, kimine göre 400 yıl sürmüştür. Ruslara karşı
Abazaların da savaştıkları ve bu savaşların, 1810'da Abhazya'nın,
Rusya'nın egemenliğini tanımasına rağmen, bir
kısım Abaza'nın bunu kabullenmemeleri üzerine savaşın
1864'e kadar sürdüğü; 1864'te sayıları 300.000 civarında
olan Abhaz-Abaza'nın göç ettirildiği, yapılan
araştırmalarla ortaya çıkmış durumda ve araştırmacıların
büyük çoğunluğu, göç ettirilen Abhaz-Abaza sayısının,
Kafkasya'da kalanlardan fazla olduğu konusunda hemfikir.
Yani Kafkasya da kalan Abaza sayısı 300.000'in çok çok
altındadır. Bu durumda büyük kıyımlardan 53 yıl sonra
1917'de iktidarı alan sosyalistlerin isteseler de
2.500.000 Abaza'yı Kafkasya'da bırakın katletmeyi, bir
arada bulabilme şansları var mıdır? Siz karar verin.
Öte
yandan 1921'den itibaren Gürcülerle eşit haklara sahip
olmak isteyen Abhazya'nin tüm girişimlerinin, Gürcü
asıllı Stalin ve yine KGB'nin Gürcü asıllı başkanı Beria
tarafından engellendiğini de yine ayni kaynaklar
yazıyorlar. Bu da kabullenmek zorunda olduğumuz başka
bir gerçek. Hiç bir sosyalist yok Stalin böyle bir şey
yapmamıştır diyemez. Fakat en yetkili iki Gürcü
yöneticinin 2.500.000 Gürcü'yü katlettiğine de kimse
kolay, kolay inanmaz.
Sayın Erdoğan ben tüm Çerkeslerin
önyargılarından kurtularak bir birlik oluşturmak zorunda
olduklarını ve bunun yolunun, karşılıklı diyalog ve
anlayıştan geçtiğine inanıyorum. Bunun gerçekleşmesi
başarının kendisidir ve olursa bu başarı hepimizin
olacaktır. Ben sadece umutsuz değilim, çünkü inanıyorum
ki, umutsuzluğun olduğu yerde umut başlar.
Çerkes
toplumunun yok edilen değerlerinin birer, birer yeniden
var edilmeye başlandığı günlerin arifesindeyiz ve Kefken
Projesi bunun en güzel habercisi diye düşünürken, sizin
de orada olduğunuzu öğrendim.
Kendi adıma
teşekkürlerimle birlikte, tekrar saygı ve sevgilerimi
sunuyorum.
Sağlıklı kalın.
Hajkasım Erdoğan
30.08.2006
Sayın
Muharrem,
Ne güzel demişsiniz,ağzınıza sağlık sikoeş. Faşist
Hitler ve buna benzer kan emiciler, heykelleri kendi
toplumları tarafından yıkılarak yaptıkları, zulümlerle
beraber tarihin kara sayfalarına gömüldüler, hatırlayan
bile yok. Hakkettiklerini buldular.
Bizim için mühim olan
birlik ve beraberliğimiz, birlik oldukça
yaşayabiliriz, ben bunu derim.
Kefken meselesine
gelince, siz bana teşekkür ediyorsunuz ama ben, kendimden
utanıyorum. Neden bu kadar geç kaldık? O atalarımızı nasıl
ve neden yalnız bıraktık, el arabaları dolusu içki
şişesi (abartmıyorum emin olun) atalarımızın mezarı
başında içilirken biz neredeydik? Bizler nasıl Çerkes'iz ki
hala buralarda yazı yazabiliyoruz diye
düşünüyorum. Yapmaya çalıştığımız şeyler zaten bizim
vazifemiz, bunun için bir birimize teşekkür etmemize
gerek yok. Hiçbir siyasi görüş beni toplumumdan ayrı
tutamaz, buna gücü yetmez, çünkü kardeş kardeşten ayrı
kalamaz.
Saygılar sunarım.
Nago Kerim Ay
03.09.2006
Yeldar'ı tebrik ederim. Hiç bir zaman söyleyeceklerine
süslü kılıflar uydurmadan söyledi. Yine içimizdeki
kanayan bir yarayı göstermiş. Eline ve yüreğine sağlık...
Gelelim cevaplardan bazılarına...
Yeldar o kadar güzel
söylemiş ki, o konudan rahatsızlığı olan herkes tepkili
yazılar yazmış. Çerkesliğinin unutup siyaset peşine
düşen, kendi tarihini kültürünü unutup, başka kültürlere
sığınan, başka tarihlere ait olan, vakıf vakıf, dernek
dernek gezip herhangi bir çatıda tutunamayan en sonunda
küçücük 1-2 çatı altına sıkışan, üretecek hiç bir şeyi
olmayan ama üretenlere yıllardır köstek olanlar
içimizdeki Çerkesleri söylemiş Yeldar.
Bütün bunları
yapan insanlara o sözler az bile...
Gönen-Abzegh
04.09.2006
Yakın tarih Çerkes realitesini anlama adına bu kadar ayrı
düşeceğimiz algılanabilseydi sefaletin değişik
pozlarından ortak bir düşünce iklimine yol bulan, oradan
da reel Çerkes sorunlarına sağlıklı çözümler üretebilen
fikir platformu oluşturulabilirdi. Başka form başlığı
altında dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki
babayiğidin bu form başlığını ilgilendiren yönleri
bulunması ve yakın tarih Çerkes realitesine ışık tutması
açısından meseleye dikkat çekilmiştir. Soruna geçmeden
önce şunun tespit edilmesi lazım bu babayiğitlerin
çerkes olup olmaması aslında hiç önemli değil çünkü biz
Çanakkale'ye çok yakın bir coğrafya da olduğumuz için
kendi köyümüzden ve civar Çerkes köylerinden savaşa
iştirak eden ve şehit olan insanlarımızın olduğunu
biliyoruz.
Onun dışında mesele bu ülkenin savunulması
ise bu yolda şehit olan nice Çerkes'i de herkes biliyor.
Kısaca bu müşahhas tabloyu görmek için elimizde ki
veriler sadece Çanakkale savaşıyla sınırlı olmayıp
nerdeyse bu ülkenin son 150 yılda girdiği her savaşta
görebileceğimiz bir realite olarak karşımızda. Peki o
zaman yıllar sonra Çerkes olmasalar bile bu insanların
şahsında yakın tarih Çerkes realitesi karşısında niçin
şaşırıyoruz, sanki uzaydan gelmişler-uzayda meydana
gelmiş olaylar muamelesi yapıyoruz, onlarla aramızda ki
uçurumun mesafesini ölçecek bir ölçü birimi var mı?
Bu
tanımama, anlamama, kabul etmeme, kopukluk ve en
önemlisi de yakın tarihi anlayamama dolayısıyla uzak
tarihe kollarını uzatarak kollarında derman da kalmayan
yıkık dökük halin anlamı ne? Senin tarihin, birilerinin
sana dayattığı gibi sürgünle kesildiği-sekteye
uğratıldığı için ve bu tarih ve dahi bundan sonraki
Çerkes tarihi tepe tepe
kullanılmış-ümmetçi-devletçi-işbirlikçi Çerkesler
tarafından temsil edildiğinden ve o resimde olmasa da
ondan çok farklı olmayan o dönem Çerkes realitesi,
Osmanlı tarafından kullanılmanın son halkasını teşkil
ettiğinden elbette kendini o halde görmek beyin
guddelerini zorluyor. Yapılan tespit çok doğru, o
resimdeki insanların Çerkes olduğu iddia edilince
dikkatleri çekiyor, çeneler kitleniyor oysa ki, bu
ülkedeki Çerkes realitesinin izlerini takip ederseniz
her daim cephenin en ön safında mücadele eden ve
sefaleti iliklerine kadar yaşayan insanlar içinde
Çerkesleri de bulursunuz. Bulursunuz fakat bulsanız bile
o insanlarla- kendinizle buluşmanız istenmez tabloya
baktığınızda kendinizi göremezsiniz, gördüğünüz tek şey
bir türlü anlam veremediğiniz ölümüne müfrezeler
şeklinde dalan bu insanların kendi ülkeleri için
olmadığı halde içinde bulundukları şaşılacak haldir.
Sana dayatılan tarih demiştir ki; 1864 e kadar olan ama
o tarihte ayyuka çıkmış bulunan Osmanlı'nın ve
işbirlikçilerinin beşinci kol faaliyetleri ve intelijans
ayak oyunlarıyla sen topraklarından söküldün, senin bu
kullanıldıkça kullanılmanın değişik boyutlarını keşfeden
onulmaz yapın, kullanılmanın en el-toz değmemiş
yönlerini asıl sürgünden sonra gösterdi. Tuttun kendine
ait olamayan bir devlet için yedi düvele meydan okudun,
kendi milletin için parmağını kaldırmazken hep başka
milletlerin bekası için at koşturdun bu ha Çanakkale
olmuş ha Kurtuluş Savaşı senin bu kullanılma vasfın
bugüne kadar devam edip gelmiştir. Onun için de senin
kullanılma destanın olan 1864 ve sonrası tarih, Çerkes
tarihi olamaz dolayısıyla da o dönemleri temsil eden
Çerkesler, sana miras devir edebilecek kabiliyette
değillerdir. Bundan dolayıdır ki senin yakın tarihe dair
bildiğin ve bu yolda mücadele eden insanların sayısı bir
elin parmağını geçmeyecek kadar azdır, çünkü onlar
kullanılma yolunda zirveleşirken unutturulma noktasında
da yerin dibine sokulmuşlardır. Bulmak içinde böyle
fotoğrafların tesadüfen çıkması gerekmektedir işte.
Birilerini tarihin karanlık sayfalarından çekip-çıkarma
faaliyeti aslında sana ruh köklerine inme, yakın tarih
Çerkes realitesiyle buluşma fırsatı sağladığından daha
gün yüzüne çıkmadan, kullanılmanın akıl almaz boyutunu
teşkil ettiği gerekçesiyle, kurşuna dizilecektir. Senin
ideolojik geri dönüş projesinde yapman gereken; 1864
sonrası Çerkes realitesinin yaşadığı
devletleşme-vatandaş olma sürecini ideolojik geri dönüş
projesi için de en önemli sorun olarak görmen, bu
devletleşme sürecine-oranına hizmet etmiş ne kadar olay
varsa Çerkes tarihi dışına çıkarman, böylece es-kaza
yakın tarihteki Çerkes ruh-karakter özelliklerinden
kendine yol bulmaya çalışan, iz arayan Çerkes gençleri
(bizim gibi) çıkarsa ideolojik geri dönüş projesi de
(Lenin döneminde başlayıp 60-70'li yıllarda hız kazanan)
sekteye uğrayabilir. Çerkeslerin devletleşme sürecini
devamlı kullanılma olarak dayatan anlayış, senin
örnekleri çok yakın tarihte bile görünen büyük
meydanlarda dönme hasletini küçük meydanlara tutsak
edecektir-etmiştir. Çerkes ruh-karakter özelliklerini
yansıtan ve beşeri hayatın sinir uçlarına kadar ulaşacak
serüvenin, bir türlü bunun psikolojik alt yapısıyla
buluşmaz ve onun yerine gösterge niteliğinde olabilecek
bazı adetleri adeta kurtuluşun reçetesi gibi gözüne
sokarlar zaten anavatana dönüşün tarihi psikolojik alt
yapısı da hazırken (Rus nefreti yerine Osmanlı nefretini
ikame etmek aradan sosyalist SSCB ye şirin göndermeler
yapıp Çarlık Rusya'sı ile arasındaki farkı kalın
puntolarla belirtmek) yapman gerek tek şey küçük
meydanlarda bel kütürdeten dönüş manevralarıdır, onu da
hep beraber görüyoruz.
Kısaca Çerkes olduğu iddia edilen
ama özünde bunun önemli olmayıp, yakın tarih Çerkes
realitesinin pozisyonunun algılanması adına bize ip
uçları veren bu ve benzeri olaylardan, günümüz reel
Çerkes sorunlarının halline ve bize dayatılan ve
kopukluk arz eden dolayısıyla da gelecek Çerkes
realitesine sağlıklı kan pompalayan damarların
tıkanmasına sebep olan yıkık dökük tarih anlayışı ve
altında yatan ideoloji-ideolojik geri dönüş projesine
kadar bir dizi gerçek kapımızın önünde. 1991 deki
muazzam devrilişten sonra kılık değiştiren, halkların
kardeşliği yerine uluslaşmayı ikame eden,
kullanma-kullandırma damarını işleyerek-işleterek
yaşayan Çerkes realitesinin beşeri hayata entegrasyonu
sürecinde, akıllara bıraktığı şüphe tohumlarıyla geri
dönüşte gerçekleşemediği için insanımızı en açık
pozisyona düşürüp, enerjisini eriten, adet yapıcı
özelliğini de tanımlayamaz halde bırakan anlayış
karşısında, elbette Çerkeslik diye ağzına çalınan bir
parmak balla ve sosyal-beşeri hayata kodlandırılmış
yansıması bulunmayan Çerkeslik tanımlarıyla tatmin
olmayan, küçük meydanlarda-fasit dairede dönüşü
sorgulayan, tanımlayan, konumlandıran, anavatana dönmüş
adı altında ideolojik geri dönüş projesinin de zamanında
insanımıza nasıl dayatıldığını çok iyi öğrenen-bilen bir
anlayış ile dikilmektedir. Bununla birlikte; Yakın tarih
Çerkes realitesi karşısında o insanların torunu olarak
gurur duymana bile müsaade etmezler tarihten bir tabloyu
alıp yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel
sorunlara ışık tutmaya çalışsan, o tabloyu yüreğinle
beraber söküp almaya çalışırlar. Çünkü o tabloda
yazanlar, gerçek Çerkes realitesi için değil mevcut
devletin bekası için destan yazmaktadırlar. Bu destan
yazıcıları da olsa olsa kullanılmanın zirvelerinde
dolaşan insanlardır. Şimdi etrafına bakarsan nelerden
esirgendiğini, esirgendiğin şeylerin yerine zihnine
tıkıştırılan şeylerle ne kadar da öngörüsüz
olabileceğini anlarsın. Çok yakın tarihte bile büyük
meydanlarda atan kalbin nasıl küçük meydanlara
sıkıştığını-sıkıştırıldığını da ayrıca görürsün. Ve
düğün-dernek bitip lambalar kapatıldığında her şeyi çok
parlak gösteren zifiri karanlığın,
Çerkeslerin-Çerkesliğinin üzerine kara ölüm bulutları
şeklinde çöktüğünü hissedersin. Tüm bu bilme, anlama,
görme ve hissetmeler içinde sana şirin gösterilen
şeylerin ardındaki ideolojik tını kulaklara hiç yabancı
gelmezken tüm kamufle çabaları eracifi ortadan
kaldırmaya maalesef ki yetmiyor. Artık yetmeyecek de…
Muharrem Erdem
09.09.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
"Yok olmadığını düşünen Çerkeslerle gelecekle
ilgili dilimizin döndürebildiği güzellikleri (sadece
görebildiklerimiz) fısıldamak, karşılıklı fikir
tealitisinde bulunmak isterdik" konusunda samimi iseniz;
bilmemelisiniz ki, bunun yolu bu başlık altında size
yazılan cevapları görmezden gelmekten, size sorulan
soruları yok saymaktan geçmez. Hele birde üzerine,
tahterevalli oynatılan kelimelerle kaleme alınmış,
anlaşılabilmesi neredeyse hiyeroglif uzmanlığı
gerektiren yazılarla, bu tutumunuzda ısrarcı olmaya devam
ederseniz, sanırım karşınızda o güzellikleri
fısıldayabileceğiniz kimseyi bulamayacaksınız.
Bu başlık altında diğer arkadaşların size yeterince cevap
verdiğine ve herkes tarafından bilinen gerçeklerin,
tarafınızdan bilinmeme ihtimali olmadığına inanmamakla
beraber, sizi burada yok saymanın Çerkes adetlerine
uygun düşmeyeceğini düşündüğümden, mümkün olduğunca
tekrardan kaçınarak bir şeyler yazacağım.
Osmanlı'nın,
Kafkas savaşlarında ve sürgündeki sorumluluğunu
kabullenmeme ısrarınız anlaşılır gibi değil. Zira bu
konuda en azından internet ortamında yer bulmuş onlarca
örnek-belge mevcut. Osmanlı devletinin Kafkasya ile ilk
temas kurduğu 17.yy'dan itibaren, Kafkasya’dan,
Osmanlı'ya ilk ferdi göçlerin başladığı, büyük göçten
önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir
kısmı vezirlik yapmış 300 paşanın olduğu, Osmanlı'nın,
Kafkasya’yı hakimiyeti altına almak için bu insanlardan
yararlandığı, inkar edilemez bir gerçek. Osmanlı'nın bu
savaşlardaki tavrı da bir çok belgeyle ortada. Bunlardan
sadece biri "18.yy'ın sonlarından itibaren Osmanlı
devleti Rusya ile giriştiği savaşlara Kafkasyalıları da
dahil etmek istiyor ve her defasında onları Ruslara
karşı tahrik etmeye çalışıyordu.
Ancak Osmanlı devleti,
Rusya ile savaş sona erip, barış anlaşmasını
imzaladıktan
sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile Kafkasyalıları
karşı, karşıya bırakıyordu. 1787-1792, 1806-1812 ve
1827-1829 Osmanlı, Rus savaşlarında bilhassa Çerkesler
de Ruslara karşı çarpışmalara katılarak Osmanlıları
desteklemişlerdi." Gördüğünüz gibi Osmanlı din
kardeşlerini bir değil, birkaç kez kafirin karşısında
yalnız bırakabilmiş.
Aynı döneme ait bir başka gerçek
ise: 1780'li yıllarda Çerkes Ferah Ali paşanın Anapa da
göreve başlamasının hemen ardından, Kafkasya'da imamlar
döneminin başladığıdır. 1785'te İmam Mansur ile başlayan
bu süreç, 1859'da İmam Şamil’in Ruslara teslim olmasıyla
sona erer.
Açıkça görüldüğü gibi yukarıdaki savaşların
tarihi de imamlar dönemi kapsamındadır. 1850'ler de
sürecin yenilgiye işaret eden belirtileri göründüğünde
acaba Osmanlı hangi tedbirleri almakla meşguldür? "Osmanlı Devleti 9
Mayıs 1857'de tehcir kanunu çıkarmıştır." Yani İmam Şamil'in 1859'da Ruslara teslim
olmasından iki yıl önce ve onun ardından; "1860
yılında İskan-i Muhacirin Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve
politik çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki,
Çerkeslerin göçürülmesi Osmanlı devletince planlanmış,
sonraları gelişen fiili durumdan çok daha önce
programlanmış bir iştir." Bu alıntı Osmanlı'nın
planlarını açıklamaya yeter sanırım.
Ancak Osmanlı'nın bu
konuda ne kadar kararlı olduğunu görmek için birde şu
alıntıya bakalım. "Musa Konduk ş söyle anlatır: Sadrazam ile
görüştükten sonra Berzec Hüseyin paşanın yanına gittim.
Wubıh Ali Pasa da (Hafiz paşanın kardeşi) oradaydi. Bu
iki zat Çerkes muhacirlerin vaziyetini yakından takip
ediyordu. Hüseyin paşa Osmanlı devletinin göçe
hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiçbir
şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun
durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu
belirterek, önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde
acele etmeyelim, demişti. Hüseyin Berzec paşa 1866'da
idam edilmiştir." Bu örnek kendisi ile
işbirliğine yanaşmayanlara karşı Osmanlı'nın tutumunu ve niyetlerini
açıklamaya yeter mi?
Sayın Gönen-Abzegh, Israrla
üzerinde durduğunuz bir başka konu "gidilecek başka bir
yer var mıydı". Olmuşa çare bulunmaz, biliriz fakat biz
yine gerçeklerden sapmayalım. "Rus hükümeti adına
General Fedol, Musa Konduk ile Gazi Muhammed e şu
teklifi sunmuştu. Afganistan hududunda Çerkeslerden
müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı devletindeki tüm
Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya’ya
bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya
tarafından ödeneceğini garanti etmek. Her ikisi de bu
teklifi reddetmişti. Rusya bu proje ile Afganistan'ı
işgal etmekte olan İngilizleri bertaraf etmeyi
düşünüyordu." Rusya'nın çıkarına olan her durumun
Osmanlı'nın aleyhine olduğu bu dönemde, bu teklife hayır
denilerek kimin çıkarları gözetilmiştir sizce? Biz
Çerkeslerin mi yoksa Osmanlı’nın mı? Ve yukarıdaki
yazılarınızdan birinde: Başka bir katılımcının 'Osmanlı'ya
göçülmeseydi kayıplarımız bu kadar ağır olmazdı'
yorumuna
keşkeli bir varsayımdan ibaret derken; kendi yaptığınız
"Rusların gösterdiği yerlere yerleşilseydi, katliam
soykırım boyutlarına ulaşırdı" yorumunuzun da, sadece bir
varsayım olduğunun farkında mısınız acaba?
Bir diğer savınız, "(...) ama tüm Çerkesler
arasında göçe karşı ciddi
hiçbir ayaklanmanın olmamasında, Osmanlı'ya göçün, çok
geniş Çerkes nüfusu tarafından benimsenip dindaşlık
etkisi altında gerçekleştiği gözlerden kaçmıyor." (!)
Sayın Gönen-Abzegh, şansızlığınızdan midir bilmem ama
gerçekler inatla
söylediklerinizin tersini yazıyor. "Geri dönmeye
yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki,
Osmanlı hükümeti tedbir almak ihtiyacı hissetmişti. 18
kanun-i esasinin 1789 tarihli emirname ile Çerkeslerin
kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesi
emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat
şirketlerine de gemileriyle tek bir Çerkeş dahi
taşımamaları resmi yazıyla bildirilmiştir."
Ne demeli?
Osmanlı
herhalde din kardeşlerine uyguladığı kadirşinas tavrını, geri
dönecekler aracılığıyla Kafkasya’ya duyurmak istemedi!
öyle mi? "Kaldı ki Çerkesler yerleştirildikleri stratejik
yerlerde bu yerleştirmenin amacına uygun bir meseleyle
de karsılaşmamıştır."
Sayın Gönen-Abzegh, siz öyle
diyorsun diye öyle midir acaba? "Osmanlı'nın Avrupa
topraklarında Çerkeslere, büyük yollar ve önemli dağ
geçitleri boyunca köyler tahsis ettiler. Örneğin eski
Sırbistan sınırı boyunca Kosova ovasında 23 Çerkes
yerleşimi vardı. Bunlar sınır hattını korumak için
Rusların Kazak Stanitsaları gibi askeri koloniler olarak
kurulmuşlardı. Bununla birlikte Balkan halklarının
özgürlük hareketleriyle mücadele için düzensiz birlikler
bünyesinde Çerkes birlikleri de kurulmuştu. Bu
faaliyetlerin doğrudan yöneticisi ve uygulayıcısı,
kendisi de Çerkes olan ve Osmanlı hizmetinde bulunan
Nusret Paşa idi."
Osmanlı parçalanırken Balkanlar da
yaşanan savaşlarda Çerkesler ne yapıyorlardı dersiniz?
Günün moda deyimiyle yan gelip yatıyorlar mıydı?
Cümle
alemin duyduğu, Balkanlara yerleştirilen Çerkeslerin,
Hıristiyanlara karşı (plage) yani, parasız jandarma olarak
kullanıldıkları gerçeğini siz hiç mi duymadınız mı?
Bu yazı kapsamında son olarak; "Osmanlı'nın
Çerkesler
üzerinde güttüğü politika milli bir politika değil,
çıkarları
da milli çıkarlar değildir."
Sayın Gönen-Abzegh, bu
kadarına da pes. Üzerimizde bir çıkar politikası
uygulandığını utangaçça kabul ettikten sonra bunun milli
olmadığını söylemek ne anlam ifade ediyor? Acılarımızın
direk sorumlularının, bütün yaptıklarını milli değil de,
ümmi çıkarları için yaptıklarını vurgulamak,
vicdanınızda onları aklamaya yetiyor mu? Yoksa Osmanlı ve
işbirlikçilerini, bütün gerçeklere rağmen, savunma
ihtiyacını bu ümmi duygular nedeniyle mi
hissediyorsunuz? Ümmi çıkarlar için uygulanan bu
politikanın Çerkes toplumuna kaybettirdiklerini ümmi
duygularla geri alabilir miyiz?
Gönen-Abzegh’in "yakın
dönem Çerkes realitesi ve dönüş" üzerine
yazdıklarını
irdelemek üzere, gelecek yazıda buluşmak dileğiyle.
Tüm
Katılımcılara Sevgi ve Saygılar.
Not: Alıntıların tamamı Kafkas Vakfi sitesindendir.
Konuların geniş kapsamlı yazıları ve kaynakları orada
mevcuttur.
Kara Yusuf
10.09.2006
Ben Kafkas
savaşları döneminde Şeyh Şamil'in Kabardey'e yapmış
olduğu son seferde Ruslara karşı ayaklanan ve
başarısızlık üzerine Kabardey'i terk etmek zorunda kalan
bir ailedenim.
Kafkasya'daki başarısızlıkların sonu o
zamanlar Osmanlı'ya zorunlu ikametten geçermiş. Yalnız
anlatılan kadarı ile Kabardey liderlerinin büyük kısmı
zorunlu göçü daimi olmaktan ziyade geçici bir durum
olarak değerlendiriyorlar ve payitahtın sivil paşalık
rütbelerine itibar etmemişlerdi. Lakin anlaşıldığı kadarı
ile örgütlü bir kolonizasyon zihniyetiyle karşı karşıya
kaldıklarından lider ailelerin hemen hepsi yok oldu veya
edildi. Bu durumla beraber Kabardey koloni bölgelerine
Osmanlı teşkilatına alınan ikincil aileler ekonomik ve
sosyal etkinlik sergilemeye başlamaları ile beraber bu
bölgelerin sosyal yapılanmaları dejenere etme işini
yürütmüşler, Kabardeylerin dış etkiye açılması işlemini
içeriden yapmışlar ayrıca diğer kardeşleri üzerinde de
oluşabilecek tarihi etkinliğin tezahür etmesini de
önlerken de topluluğu örgütün etkin bir kolu haline
getirmeyi başarmışlardır. Fakat Kabardey koloni
bölgeleri yinede bu gidişata militarize manasında düşük
bir katılım dergilemiştir. Bu durum Hatukuayların Doğu
kolonilerinde de mevcuttur başka bir tabirle devleti
aliyenin sözünü dinleyeceği şüpheli olanlardır bunlar.
Bu nedenledir ki sürgünler arasında Osmancı ve Rusçu
olmayıp özgürlükçü grupları tahlil etmek istersek onlar
zaten bugün bile asimilasyona en iyi dayanan
bölgelerdir. Bütün diasporayı incelediğimizde de kültürel
gerçekliğin hayat bulabileceği sahaları ta başından
asosyal kapalı bölgeler haline dönüşmesi de, ekonomik
şartların ve coğrafi şartların tüm zorluklarına
dayanarak bu güne kadar gelebilmesindeki neden de bu
olsa gerek fakat artık kutu kırıldı. Hayat şartları bu
bölgeleri katışıklığın yaşandığı bölgelere itmiş
vaziyette ve biz bu topluluklara kültürel ihtiyaçları
verebilmekten uzağız, sorunu görenler ne gördüklerini
dahi anlatamıyorlar, dönüş fikrinin çıkış noktaları ve
bunu uygulayan insanların büyük bölümü de bahsettiğimiz
bölgelerdendir. Bu nedenle orijinal altyapı da doğan son
neslin içinden çıkan grupların etkinlik kazanabilmesi
dil ve kültürel mücadelenin mihengi olacağı
kanaatindeyim.
Saygılar sunarım.
Tamer
10.09.2006
Sayın site
katılımcılarına,
Bu başlıktaki yazı ve geçmişteki benzer
yazılar hakkında bir çağrı da bulunmak istiyorum:
Herkesin dünya görüşü kendisine. Burada kişisel siyasi
görüşlerini başkalarına kabul ettirebileceklerini
sananlar yanılıyor. Bunu herkesin bildiğine eminim. Ama
ısrarla deniyorlar ve diğer görüştekilere hakaret
etmekten vazgeçilmiyor. Çağrılar yapıyor haklı oldukları
iddiası bitmiyor. Başarıları kendi rakamları ile ortada
kaç yılda kaç kişi olmayı başardınız? Ne yaptınız?
Ürünleriniz nelerdir? (İdeolojisinin arkasına Çerkesliği
ekleyen görüşlere soruyorum.)
Bütün siyasi görüşü ile Çerkeslik mücadelesi yapanlar, objektif değildir. Ön
yargılıdır gerici-ilerici-ateist-sağcı-solcu-birisini
rakip seçer bizlerin (Adigelikten) başka kaygısı
olmayanların ortamını bozarlar.
Denetim ne yapsın? Bu
tip çağrılara yazılara artık tepki de vermeyelim
diyorum. Belki vazgeçerler, gelmeyecekleri kesin olsa da
deneyelim diyorum.
Saygılarımla.
|