...................
...................
ÇAĞRIMIZ SİZEDİR   -5
Yeldar Barış Kalkan
18 Temmuz 2006
                         
...................
 
...................
CircassianCanada Notu: Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir.
                     

Muharrem Erdem
15.09.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Başka bir başlık altında tartışılan resim olayını neden bu başlık altına taşıdığınıza dair izahınız ilginç doğrusu; "başka for(u)m başlığı altında dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki babayiğidin bu for(u)m başlığını ilgilendiren yönleri bulunması ve yakın tarih Çerkes realitesine ışık tutması açısından meseleye dikkat çekilmiştir." yani bu başlık altında tartışılanlar sizin için önemlidir! Bu nedenle iki thamademizi ilgili başlığın altında değil, bu başlık altında (eğer becerebilirseniz) elimizden almaya kalkışmak, sizin için daha anlamlıdır.

İzahınıza ait gerekçeniz de, yazınızın sonuna bakılırsa; "tüm kamufle çabaları eracifi (yalani) ortadan kaldırmaya yetmiyor" olduğudur.

Yani size göre birileri tarihimizle ilgili yalanlar söylemekte ve bunu kamufle gayreti içerisindedir. Bunda yerden göğe kadar haklısınız. Gerçekten ortada Çerkes tarihini kamufle etmek, hatta bunun ötesinde bütün Çerkes tarihini ters yüz etme gayreti içerisinde olanlar var.

Tarihe bu günden bakarak istediği gibi yorumlama rahatlığına herkes sahiptir. Fakat yorumlarınızdaki iddiaları, ispat ile mükellef olduğunuzu unutmamak zorundasınız. Aksi halde mesnetsiz iddiaların, hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.

Tarihi aktörleri ve rolleriyle değerlendirirken, unutmamamız gereken gerçek; her dönemin, o dönemi yasayanlara görevler biçtiği ve insanların kendilerine biçilen görevleri yerine getirmek zorunda olduklarıdır.

Atalarımızın da geçmişte üzerlerine düseni tereddütsüz yerine getirdikleri, itiraz kabul etmez bir gerçektir. Günümüzden bakıp, tarihe öykünmekte, onu çarpıtma çabaları da gerçeklikleri değiştirmeye yetemez. Bizim bu günden geçmişe bakarak görebildiklerimizi, atalarımız geçmişten geleceğe bakarak görebilirler miydi? Hayır!

Çar orduları ile, güçler dengesi müthiş eşitsiz bir savaşa girdiler. Kendilerine vaat edilen yardımların neredeyse hiçbiri onlara ulaştırılmadı. Osmanlı ile girdikleri ilişki sonucu, Rus-Osmanlı anlaşmaları neticesinde Osmanlı topraklarına geldiler. (Osmanlı'nın trajedimizdeki sorumluluğunu bir önceki yazımızda açıklamaya çalışmıştık.) Şimdi, kısa bir konukluk veya veya yeni bir hayata başlamak için geldikleri Osmanlı topraklarında neleri göremediklerini ve göremediklerinin, bu günkü durumumuza etkilerini kısaca incelemeye çalışalım. Dönemin şartlarında parçalanmakta olan Osmanlı'yı savunmak için ellerinden geleni yaptılar. Fakat sürgün acılarının taptaze olduğu yıllarda, "1876'da yürürlüğe giren ve ilk Türk anayasası olan Kanun-i Esasiye göre; 'teba-i Osmaniye'nin, devletin lisan-i resmiyesi olan Türkçe'yi bilmeleri şarttır'" maddesi ile anadillerinden feragat etmeye başlamak zorunda kalacaklarını bilmiyorlardı.

1921'de yenilenen Teşkilat-i Esasiye, ardından 1924, 1961 ve 1982 anayasalarıyla, Türkçe bilmek şarttır, ''Türkçe tek dildir ve başka dil konuşmak yasaktır''ın ekleneceğini, gelecek nesillerinin bırakalım ana dillerinde konuşmayı, duyma imkanı bile bulamadan yaşamak zorunda kalacaklarını bilebilirler miydi?

Büyük umutlarla geldikleri Osmanlı devletinde, ulusal, kültürel varlıklarının devamı için gerçekleştirecekleri faaliyetlere uygun ortamı (serbestiyi) bulamayacaklarını, o serbestiye ancak 1908'de Meşrutiyet'in ilanı ile kavuşabileceklerini; Çerkes Teavün Cemiyeti'ni kurabileceklerini, bilebilirler miydi? 1910'ların sonunda, Osmanlı'nın, Anadolu'daki son toprak parçalarını savunmak için, cephelerde iç ve dış düşmanların üzerine "ölümüne müfrezeler halinde dalarlarken", Ankara'daki koltuklarında oturan dava arkadaşlarının, onları tasfiye planları hazırladıklarını; hain ilan edilip sürgünlerde yaşamak zorunda kalacaklarını, Kuvvai Seyyare'nin hazırladığı zaferi sahiplenen tasfiyecilerin, emperyalistlerle oturup Lozan anlaşmasını imzalayacaklarını, 24 Temmuz 1923'te imzaladıkları bu anlaşmada, Çerkeslerin azınlık statülerini tanımayacaklarını, Lozan anlaşmasından sadece 1,5 ay sonra Çerkes Teavün Cemiyeti'nin kapatılacağını bilebilirler miydi?

Tarihi gerçekleri yazan belgelerin yer aldığı, Osmanlı arşivlerinin demir kapılar ardına saklanacağını, Çerkes aydınlarına bu kapıların açılmayacağını bilebilirler miydi? 1920 ile 1940 yılları arasında yurt dışında basılan Çerkesce yayınların yurda sokulmasının yasaklanacağını, Çerkeslere ait yayınevlerinin ve dergilerin kapatılacağını bilebilirler miydi?

1961 anayasasıyla oluşan nispi demokratik ortamda, bir avuç inanmış torunlarının, Çerkesler de var deyip tekrar ortaya çıkarak, Çerkes varlığı için caba sarf etmeye başlayacaklarını, bu çabaların iki defa (yalnızca Çerkeslere yönelik olmamakla beraber) askeri darbelerle önünün kesileceğini, Çerkes aydınlarının sıkıyönetim mahkemelerinde süründürüleceğini, 1970'li yıllarda Çerkeslerin birliğine öncülük etmeye çıkan Çerkes gençlerinin, Ankara'nın göbeğinde kursun yağmurlarına tutulacaklarını, orada bir Çerkes gencinin öldürüleceğini, anavatana dönüş bayrağının yükseltilmesinin engellenmeye çalışılacağını, bu gün aynı amaçla olmasa bile, Çerkes kimliğini açıkça ifade edenlerin sakıncalı oldukları gerekçesiyle fişleneceklerini bilebilirler miydi?

Evrelerini ve uygulamalarını sıralamaya çalıştığımız "yakın tarih Çerkes realitesi" sonucu, Türkiye diasporasında Çerkes olduğu halde, bunun bilincinde bile olamadan yaşayan, on binlerce Çerkes insanının olacağını, bilebilirler miydi?

Bu gün yaratılmış imkanlar dahilinde, Çerkesliğini keşfetmek ya da yaşatmak için çeşitli ortamlarda bir araya gelmeye çalışan Çerkeslerin arasına girip, onlara "tarihlerinin yıkık dökük" olduğunu, "Çerkes isem su an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde başıma sihirli bir değnek değmeyecek" yalanını kanıksatmaya çalışacak, bir hiç olduklarını, hiçbir şeye yetecek güçleri olamayacağını kafalarında meşrulaştırabilmek için, her çareye bas vurabilen, ircafiler (yalancılar)  bulunabileceğini bilebilir miydiler?

Cevabımızı baştan vermiştik. Hayır!

Bugün, Çerkeslere ait en bilinen isim veya sıfatları rumuz olarak kullanıp, kafalarımızı bulandırmak, bizi köklerimizden koparıp, kuru yapraklar gibi istedikleri rüzgarın önünde yok oluşa sürüklemek isteyenler var içimizde. Bunu kendi çıkarlarına hizmet eden siyasetle yapmaya çalışıyorlar. Siyasetin yapılma araçlarının tümünü kullanıyorlar. Empoze etmek istediklerinin gerçek dışı ve gerçekler karşısında yaşama şansının olmadığı durumlarda, demagojiye sarılıyorlar.

Önce demagojinin ne olduğuna bakalım kısaca; "bir topluluğun duygularını okşayarak, onu kendine çekme ve bu vasıtayla kendi davasını yürütme yolu, halk avcılığı". Yazının başında belirttiğimiz gibi sayın Gönen-Abzegh'in, amacı tam da bu. Atalarımızın o günlerden göremedikleri gerçeklerin onların "kullanılma yolunda zirveleşirken unutturulma noktasında yerin dibine sokulmak" istendiklerini anlattığından; unutturulma sürecinde "böyle fotoğrafların tesadüfen çıkması gerekmektedir. İşte birilerini tarihin karanlık sayfalarından çekip-çıkarma faaliyeti aslında sana ruh köklerine inme, yakın tarih Çerkes realitesiyle buluşma fırsatı sağladığından daha gün yüzüne çıkmadan" Çerkeslerin değerleri üzerinden pirim yapmanın tadını almış olanlar tarafından, "kullanılmanın akıl almaz boyutunu (teshir) ettiği gerekçesiyle" onu sahiplerinden çok sahiplenme yoluyla "kurşuna dizilecektir".

Bu güne kadar bütün değerlerimizi gasp ederken bizi hep yok sayanlar "o insanların torunları olarak gurur (duymamıza) bile müsaade etmezler. Tarihten bir tabloyu alıp yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel sorunlara ışık tutmaya çalışsan, o tabloyu yüreğinle beraber söküp almaya çalışırlar." Alınan yalnızca bize ait tablo değildir, beraberinde yüreğimizi de almak isterler. Yüreğimizle birlikte kaybedeceğimiz ise atalarımıza hissettiğimiz duygular olacaktır kuskusuz. Değerlerimizi çala, çala bizi yok saya, saya yarattıkları, sizin bir tarihiniz de siz de yoksunuz, anlayışını dayatmaya devam ediyor. Çoğunluğumuza kabul ettirmeyi başarabildikleri, "gelecek Çerkes realitesine kan pompalayan damarların tıkanmasına sebep olan" "yıkık dökük tarih anlayışı"nı beyinlerimize daha derin kazımak, meşrulaştırmak için yapıyor tüm bunları.

Yazısının sonuna doğru açıyor niyetini, thamadelerimizin, sefalet koşullarında öz verileriyle ortaya çıkarttıkları ve bize ait olan bu tabloyu bizden koparmak için, "çünkü o tabloda yazanlar, gerçek Çerkes realitesi için değil, mevcut devletin bekası için destan yazmaktadırlar" diyerek, sonuca duygularımızı kamçılayarak, dolambaçlı yoldan ulaşmaya çalışıyor.

Düpedüz siyaset yapıyor. Hem de kendi çıkarları için kirleterek yapıyor. Eğer tepki verip bu oyunu bozamazsak, önce tarihsiz olduğumuza inandırılacağız. Ardından bizi, biz yapan bütün değerlerimiz gasp edilecek ve yok olusun zifiri karanlık dehlizlerine sürüklendiğimiz de vakit çok geç olacak.

Bu oyunu bozmanın biricik yolu, bize; diasporada haklarımızı alıp sahip çıkmamız, varlığımızı anavatanda sürdürmemiz gerektekini söyleyen, dönüş siyasetinin bayrağını yükseltmekten geçiyor!

Not: Sayın Gönen-Abzegh, "ideolojik geri dönüş" savı üzerine bu yazıda değerlendirme yapmak gereksiz oldu. Zira Necdet ağabey (Necdet Hatam) haftalık yazılarında iki haftadır bu konuyu işliyor. Benim de bu konuda söyleyebileceklerim onun söylediklerinden farklı değil.

Bütün katılımcılara sevgi ve saygılarımla.


Gönen-Abzegh
15.09.2006

Bizim Osmanlı'yı anlamamız ortak kader birliği neticesinde belki anlaşılabilir ama birilerinin sürgünün en büyük müsebbibi olan Rus'u, alkışlamaktan avuçlarının patlayışını anlamak, sadece ve sadece ideolojik beklentiler ve özlemlerle açıklanabilir . Bunun altında yatan ideolojik sempatinin kabul edilemez bir gerçeği insanlara kabul ettirmek için neler yaptığına, ideolojik geri dönüş projesinin insanımıza nasıl dayatıldığına, bunun için de ideolojik geri dönüşün psikolojik tarihi alt yapısının nasıl hazırlandığına elbette birilerinin dayattığı gibi değil gerçeğin gösterdiği gibi bakarız. Sürgünlerin 17.yy'da başladığı belirtilmekle birlikte Çerkeslerden önce kırımda göçlerin başladığı maalesef ıskalanmış. Coğrafi olarak Rus yayılmacı politikasını başlattığında bu politikanın uygulanacağı en yakın coğrafyayı kendine hedef belirlemesi, bu doğrultuda da Kırımla başlayan yıkım, göçe zorlama daha sonraları Kuzey Kafkasya'yı da içine alan bir hüviyet arz etmiştir.

O coğrafyadan ilk göçlerin gerçekleştiği o dönemde, Osmanlı'nın amacı bu insanları göçe teşvik edip orada nüfusunu yitirmek miydi acaba? Yoksa acı bir gerçeği ortadan kaldıracak hiçbir seçeneğin kalmaması mıydı? Kuzey Kafkasya'dan önce başlayan ve Kırım-Balkanlar bölgesinde meydana gelen bu olaylarda görülmesi gereken Osmanlı'nın yoğun göç politikası mıdır? Yoksa Rus'un kendine benzemeyen ve boyunduruğunu kabul etmeyen milletlere yaşam şansı bırakmaması karşısında o milletlerin bunu kabul etmeyip savaşması (Osmanlı-Rus savaşları) ve nihayetinde sürgün edilmesi midir? Mecburen Osmanlı'ya göçlerin tahlilini yapmak zorundayız çünkü bu mesele sadece Çerkeslerle alakalı olmayıp Boşnak, Bulgar, Arnavut, Arap, Gürcü, Tatar vs. bir çok milleti ilgilendiren dolayısıyla da açıklanması gereken bir realitedir.

Bugün Anadolu'da bu kadar farklı kimliklerde insanın bulunmasının sebebi Osmanlı'nın göç politikası değil Osmanlı'nın çöküşünün sosyolojik gerçeğidir. Osmanlı bu milletler için göçü teşvik etmemiş ama organik bir bağlılıktan dolayı göç silsilesini kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa aklı başında olan her insan Osmanlı'nın mutlak sınırları için bu milletlerin yerinde kalarak Osmanlı'ya daha iyi hizmet edeceğini, savunmayı orada kurarak sınırları küçültmeden gerçekleştireceğini bilir. Bu kadar milletin içinde tek savaşçı ırk milletimiz olmadığına göre milletimizin sürgünü, iki tarafında mecburi kabul edişleriyle gerçekleşmiştir. Bu zorlanarak göçürmenin en müşahhas örneğini şuanda yaşayan herkes, 88 sonrası Bulgaristan'dan göç ve Kürt Peşmergelerin Saddam zulmünden Anadolu'ya kabul edilişleri ile görmüştür. Bu Peşmergelerden bazıları bugün mevcut devletin tehdit algılamaları içindedir ve sıkılan kurşunlarla verilen şehitler olmuştur. İşte Anadolu bu kadar hesapsızdır bunu da kimsenin görmesini beklemiyoruz. (Kendi milletine insafsızlık yapanlar başkalarına bunu elbette yapacaktır.) Günümüzde yaşanan bu göçler bile Osmanlı'dan devir alınan bir mirasın, ortak kader birliğinin ve sığınılacak tek ülkenin mevcut devlet olduğunun, bunun altında da tarihi bağların bulunduğunun en önemli kanıtıdır. Bu ülke insanını ve yakın-uzak tarih insanını ve insanımızı bilmeyen ve zihni kırılmadan dolayı bilme şansı da olmayanlar elbette meseleyi kullanma-kullandırma zaviyesinde değerlendiriyorlar ve neyin üstünde tepindiklerini anlamadan insafsızlığın en alasını yapıyorlar.

Gelelim Karlofça antlaşmasıyla başlayan ve devam eden Osmanlı-Rus ilişkilerine. Osmanlı'yı bilmeyen ve o dönem Osmanlı-Rus ilişkilerini sadece Kafkasya üzerinde yürümediğini görmeyen anlayış meseleye sadece tek boyuttan bakmaktadır. Tüm mesele Osmanlı ve Rus arasında cereyan eden iki büyük devletin mücadelesi İngiliz'in Fransız'ında bu olaya müdahil olması şeklinde değerlendirilir yoksa tek başına kırım sorunu ya da Çerkes meselesi olarak meseleyi algılamak bizi sadece fasit bir dairenin içine hapsedecektir. Prut savaşıyla başlayan 1735-1739, 1768-1774, (K. Kaynarca) 1787-1792, 1806-1812, 1828-1829, 1853-1856 Kırım savaşı ve Osmanlı çöküşünü de kanıtlayan bu savaşların tümü Balkanlar-Kırım üzerinde yapılmıştır, üstelikte hepsine yakını da kaybedilmiştir. Rus ise bu savaşları kazandıkça çemberi daraltmış, iki cephede savaşabilme kabiliyetini göstermiştir ama savaşlar Kafkasya üzerinden yürütülmemiştir. Dolayısıyla Osmanlı'nın balkanlarda gücü kırıldıktan sonra Rus Kafkasya üzerinde işgalci politikasına yoğunluk vermiştir ama Osmanlı'nın sadece Rusya ile de olmayan mücadelesinde Kafkas cephesini onarabilecek ciddi bir gücü yoktur. Çünkü Kavalalı isyanı, Balkanlardaki karışıklık Avusturya-Macaristan, Sırbistan'la mücadeleler ve İngiliz, Fransız ki, Fransızların Napolyon'la başlayan işgalleri, yeniçeri ayaklanmaları Osmanlı'yı bağımsız bir Kafkas politikası yürütemeyecek kadar yalnız ve çaresiz bırakmıştır (bu çaresizlik sadece Kafkasya ile ilgilide değildir) ama bu Osmanlı açısından bakıldığında sadece Kafkas sorunu değil var olma-yok olma sorunudur.

1828-1829 da yapılan savaşta Rus Edirne'yi ele geçirmiş ve Osmanlı mecburen Edirne antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Ayrıca o savaşta Rus Kars ve Erzurum'u dahi işgal etmiştir. Bu tarihler daha Çerkesler için büyük savaşın başladığı tarihler değildir (1864) ama Osmanlı için sınır çoktan Kafkasya'nın altına düşmüştür bile coğrafi bağlantının ne halde olduğu ise her soruyu cevaplamaktadır. Edirne antlaşmasıyla Kafkasya'nın Rus'a bırakıldığını da ayrıca belirtelim. Osmanlı bu yıkımı durdurmak işgale son vermek için Kafkas politikası konusunda hem yeterli değildir hem de politik manevra kabiliyeti yoktur. Balkanlarda hatta İstanbul yakınlarında boyun eğdiği güce Kafkaslarda baş kaldırarak kendi sonunu hızlandırmak istemeyen Osmanlı yinede gemilerle teknik yardımlarda bulunmayı ihmal etmemiştir.

Kısaca anlatılmak istenen şudur; Kafkas işgalini anlamak isteyen herkes Osmanlı ve Rus mücadelesini iyi anlamalı ama özellikle Osmanlı'nın çöküşe geçtiği o dönemdeki meselelerin içinde dengeleri gözetmelidir. Osmanlı-Rus savaşlarının büyük bir bölümü Balkanlar ve Kırım üzerinde cereyan ederken Osmanlı'nın Kafkasya'ya yardım etmemesi hem Rusların Balkanlardaki dini (Ortodoks) yollarla oluşan çıkarlarını görmemektir hem de Osmanlı'nın her cephe de savaşabileceği gibi yanlış bir kanaate dayanmaktadır. Çerkeslerin Osmanlı'yı desteklediği savaşlarda da Osmanlı yenilmiştir acaba hangi başarının ardından milletimizden destek esirgenmiştir. Dolayısıyla her yenilgi belli miktar küçülmeyi her küçülme başarı yolundaki yolları tıkamıştır.

Anlaşılan şudur ki; Osmanlı Kafkasya bölgesine doğrudan asker nakli ve yardımı yapamamaktadır bunun en önemli sebebi de savaşların balkanlar ve kırım üzerinde gerçekleşmesidir. Bununla birlikte bu tarihler Rusların Kafkas bölgesi için tehdit oluşturmaya başladığı tarihlerdir ki, Çerkeslerde bu savaşlara iştirak etmiştir ama nüfus bölgesi adına bunu yapmışlardır. Yoksa Osmanlı'nın uç beyi gibi hareket ettiklerini düşünmek pervasızca bir yaklaşımdır. Her zaman söylüyoruz milletimiz geçmişteki tüm Rus saldırıları karşısında en doğal ve insani tavrı sergilemişlerdir. Arada sırf bir din bağı var diye ne Osmanlı'nın ne de başka milletlerin güdümüne girmemişlerdir. Bunu anlamayan insanlar ya milletimizi tanımıyor ya da derin bir zihni kırılmadan dolayı insanımızın bu mücadelelerini Osmanlı'yla ilişkilendirmeden bir sonuca ulaşamıyorlar. (Tabi ki biz ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak meseleyi nasıl çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)

İmam Şamil ise Osmanlı'nın adamı değildir. Mücadelesini yaparken beslendiği kaynaklarla Osmanlı'nın birinci elden alakası yoktur ama bu şu açıdan önemlidir, kaynağı ne olursa olsun Kafkasya'da bir hareket Osmanlı işbirlikçiliği dışında da gelişebilmektedir ama bu talihsiz yorumlar sadece İmam Şamil ile ilgili değil Çar'ın istekleri karşısında boyun eğmeyip savaşa karar veren Çerkesler içinde yapılmıştır ve denmiştir ki; Çerkesler Osmanlı tarafından savaşa kışkırtılmışlardır. Hem göçe teşvik hem savaş kışkırtıcılığı doğrusu bunları anlamak aklı yok saymak kadar açıklanmaktan uzaktır. Yani insanımız bağımsızlık için mücadele etme adına ya Osmanlı'nın kışkırtıcılığına ihtiyaç duymaktadır ya da başka milletlerin desteğine. Tüm bu tarihi olaylar için de bizim milletimize ait olan ve sadece bağımsızlık için yapılmış bir savaş bulmak mümkün olamamaktadır. En önemli mücadelemiz olarak gösterilen 1864 biten savaşalar bile sözde Osmanlı'nın kışkırtmalarıyla vuku bulmuştur. Kısaca İmam Şamil ve naipleri Osmanlı'nın maaşlı adamları değildir kendi bölgeleri için savaşmışlar bağımsızlık için mücadele etmişlerdir. Bu savaşların dini boyutu da cihad olarak değil gazavat şeklinde açıklanabilir gazavat şeklindeki savaşların da Osmanlı cihad savaşlarıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Sadece dini meselelerden dolayı bu hareketi Osmanlı'ya yamamak hem din retoriğini bilmemek hem de olayları belli bir anlayışa hizmet edecek şekilde yontmaktan kaynaklanıyor. (Tabi ki biz ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak meseleyi nasıl çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)

1780-1800 ve 1812-1815 tarihleri arasında 60 bin çerkes göçe zorlandı bunu yapanda elbette Rus'tu. Bu tarihler ise büyük sürgünün öncü şokları şeklindedir. Göç komisyonun kurulmasıyla Osmanlı'nın bunu planlaması arasındaki ilişkiye isterseniz savaşların bundan çok daha önceki tarihte başlaması ve kuşatılan yerlerdeki insanların göçe sürülmesi açısından bakalım. Yani Rus istila ettikçe sürgüne zorluyordu ve insanlar çaresizlik içinde vatanlarını terk ediyorlardı. 1780'den beri göçe zorlama göz önünde bulundurulursa 1860'da niçin komisyonun kurulduğu daha net anlaşılır. İmam Şamil öncesi tarih-İmam Şamil'in savaşı bıraktığı-teslim olduğu tarihe bakarsanız bu ve diğer direnişlerin neden yapıldığını, ne zaman başladığını, sonucunun ne olduğunu görürseniz bu sürgün meselesinin hafif yoğunlukta olduğunu lakin 1864'te savaşın kaybedilmesiyle şiddetlendiğini de müşahede edersiniz. Osmanlı'nın hiçbir zaman bu kadar göç beklemediği belirtiliyordu bu da mı yapılan ince hesapların yanlış bir sonucudur. Çünkü Rus barbarlığının bu kadar olacağını kimse tahmin edemezdi ve yine çok planladığı için mi Osmanlı hazırlıksız yakalanmıştır. Üstün savaş gücünden istifade etmeyi düşünürken bunu finanse edecek gücü olmayan Osmanlı'da, Çerkeslerin kaderi, mahalli idarelerin insafına bırakılmıştır. Osmanlı bu sürgün esnasında elinden geleni yapmış ama yeterli olamamıştır. Kaldı ki, komisyon önce İstanbul'da kurulmuştu (İstanbul-Şehremeneti) fakat zamanla bakıldı ki göç yoğunluğu bu komisyonun sınırlarını aşıyor o zaman kapsamı ve niteliği değiştirilmiştir.

Sizin söylediğiniz gibi Osmanlı bu göçü planlamışsa stratejik yerlere ne kadar insan yerleştirileceğini bunun içinde ne kadar insana ihtiyaç olduğunu hesaplayamamış mıdır ve Osmanlı ile Rus arasında sizin belirtmeye çalıştığınız bir ittifak varsa bunun niçin yazılı metinleri yok? 1860'da yapılan anlaşmada ise 40 bin kadar Müslüman Dağlı'nın güç durumda oldukları için Osmanlı'ya göç etmek istedikleri gerekçesiyle Abdülmecit'ten antlaşma koparılırmış Abdulmecit ve Osmanlı 40- bin dağlıya aşamalı olarak göç onayı verdiğini düşünürken, Rus'un daha sonra yapacağı etnik temizlik ve soykırım içeren sürgünler için meşruiyet zemini olarak kullanacağı bilememektedir. Ve Rus'un gönderilen nota da Çerkeslerin Osmanlıda sürekli kalmayacakları sadece hac vazifesini yapacakları yutturmacasına neden gerek duyulmuştur? Madem Osmanlı ile anlaşmışlardı ki anlaşmaları gerekir, niçin Rus, metinlerde bu tip kandırmaya yönelik yollara başvurmuştur? Osmanlı ile Rus arasında mutlaka gizli anlaşmalar olmak zorundadır ve bu göçler 1800'ün başlarına kadar gittiğine göre ve sadece de Çerkeslerle ilgili olmayıp Tatarları-Nogayları da vs kapsadığına göre tarihi yazılı kanıtları buharlaşıp uçmuş mudur? Tüm bunlarla birlikte, şuan Anadolu'da yaşayan farklı kimliklerden tüm etnik unsurların bu ve bunun gibi işbirlikçi faaliyetlerle Osmanlıya göçüne ilişkin çabalar gözden kaçmamalı, bunların arkasında ifşa edici yazılı belgeler olmalıdır. Bırakın yazılı belgeleri, bu göçe maruz kalmış etnik unsurlardan hiç birinde bu durumun rahatsızlığına ilişkin bir durum olmadığı gibi bunu destekler tarihi kanıtlar da yoktur. Yine Çerkeslerin Rus baskısıyla küçük sürgün diyebileceğimiz yerlere sürgününe ilişkin olarak denilmek isteniyor ki. Rus'un çıkarına olmayan her şey Osmanlı çıkarı için yorumlanacak fakat burada Osmanlının çıkarı olmadığına göre bu küçük sürgüne karşı olmak İngiliz'in çıkarına hizmet edecektir. Yani Rus'un çıkarına olmayan Osmanlı'nın çıkarınadır ama İngiliz'in çıkarına olan yine Osmanlı'nın çıkarınadır. İdeoloji güdümünde tarihi psikolojik alt yapı oluşturmak imkansıdır lakin asıl imkansız olan artık bu çarpıtılmış tarih anlayışı ile insanımızın beynini bulandırmak (en azından bundan sonra).

Burada yine şu tespiti yapalım görüldüğü gibi ortada yine milletimiz yoktur Rus-Osmanlı ve İngiliz vardır. Yani bizi ilgilendiren diğer meselelerde olduğu gibi milletimiz birilerinin çıkarları için hareket etmiştir. Milletimiz bir türlü diyememiştir ki; Rus zulmünde hegemonyasında yaşamaktansa ölümüne savaşırız ya da İngiliz'in Osmanlının çıkarları için değil sadece kendi bağımsızlığımız için kendi istediğimiz yerlerde yaşar ve gerekirse savaşır ve de ölürüz. (Bunu yaptıkları için boyun eğmeyip savaştıkları için yinede Rus'un sultasını kabul etmedikleri için ÇERKES GURURU sonsuza kadar yaşama şansı bulmuştur.) Yani burada ıskalanan şey milletimizi o kadar rencide etmektedir ki anlamak ağlamanın tek çaresi. Bunun vicdan sahibi her Çerkes tarafından cevaplanmasını istiyoruz. Bizim yaşadığımız yerlerde yaşama tutkusu özlemi gerekirse seve seve ölme aşkı birilerinin çıkarlarına alet olabilir mi? Bunun için savaşmaktan daha doğal tepki olabilir mi? Niçin bu en insani talepler yerine bizim tarihimiz birilerinin uşaklığı şeklinde anlatılmak isteniyor ve buna isyan etmek suç mu? Görüldüğü üzere bizim için en önemli olan son dönem Çerkes-Rus savaşları bile insafsız açıklamalarla İngiliz'in ve Osmanlı'nın çıkarları için cereyan etmiştir ve savaş kararıyla Rus'un gösterdiği yere göç edememenin derin acısını ve ortalama 50 yıl sonra gelecek sosyalizmle buluşmayı sekteye uğrattığından, ıskalanan ve daha sonra ideolojik geri dönüş projesine hizmet etmek için dolgu malzemesi olarak kullanılma adına yerini alacaktır. Son dönem savaşlarıyla ilgili ikinci tespit ise birincini aratmayacak kadar garipliklerle doludur. Yapılan tespitlerle milletimiz savaşa kışkırtıldığı iddia edilirken aynı zamanda göçe teşvik edilerek de akıl mefhumunu tümden devreden çıkaran açıklamalar yapılmaktadır. Hem savaş hem göç et. Hangisine inanalım? Elbette hiç birine çünkü hepsi yalan ve bir zihniyete hizmet etmekte. Olsa olsa önce savaş sonra göç et gibi bir mantık olur ama o da mukadder ve alternatifsiz bir sonuç olacağından meseleyi açıklayamaz. Milletimiz Rus'a baş kaldırıp savaşa tutuştuğunda Rus'un gösterdiği küçük sürgün bölgesi de alternatif olmaktan çıkmıştır çünkü büyük sürgün ve küçük sürgün arasındaki seçimde milletimiz savaşı seçerek küçük sürgünü de devre dışı bırakmıştır. Rus'un istediği de dağlılardan tamamen kurtulmaktır böylece büyük sürgünü arzulamaktadır ve akabinde yenilerek büyük sürgüne maruz kalmıştır. Bu aşamada önünde hiçbir alternatifin kalmaması karşısında Osmanlı'nın delicesine kendi ülkesine göçürme faaliyetleri son derece düşündürücü değil mi? Zaten hiçbir alternatifi kalmayan insanımızın hangi seçeneği kalmıştı ki, Osmanlı milletimizin kafasını çelme adına bu kadar yoğun propaganda faaliyetine girişsin? Kıyı boyunca yığılmış o kadar insanın gideceği tek yer Osmanlıyken söz de bu propaganda faaliyetleri çok komik olsa gerek. Eğer Rus'un amacı Afganistan sınırında bir Çerkes devleti kurmak idiyse sürgünün güzergahını Karadeniz kıyıları seçerek kendi ayağına mı kurşun sıkmıştır? Rus'un böle bir amacı varsa bile başına bela olan Dağlılardan kurtulmak için Osmanlı'ya sürgünü çok daha cazip görmüştür. Demek ki Osmanlı İngiliz adına Çerkesleri savaşa kışkırtarak İngiliz hesabına çalışmaktadır. Peki bu kışkırtma ile göç politikası ne zaman örtüşmeyi bırakıp Osmanlı lehine hizmet edecektir? Çünkü hem kışkırtma hem göçe teşvik aynı kefede buluşamayacağına göre bu saçmalığında Çerkes tarihinde yeri yoktur. İnanılması gereken tek bir gerçek vardır; bu savaşların hepsi milletimizin bağımsız yaşamaya alışmış ruhunda ifade bulmuştur ve beslendiği yer ise vatan özlemi, sevgisidir. Bunun içinde hiçbir milletin yönlendirmesine müsaade etmeyecek hüviyettedir. Yine denilmiş ki; Rus'un gösterdiği yerlere göçtüğümüzde uğrayacağımız kayıplar varsayımdan ibarettir.

Bundan ortalama 50 sonra gelecek sosyalist SSCB'nin kucağına düşmekte bu varsayım hangi öncülü, onu da cevaplayın bir zahmet? Birilerinin derdi Rus'un gösterdiği yerlere göç ederek milletimizin bekası falan değil 50 yıl sonra gelecek sosyalist ideolojinin kucağına düşmektir. Atalarımızın Rus'un istediği yere göç etmeyip savaş kararı vermesinin en muazzam ve dile getirilmeyen sonucu ise Çerkes'in kıyamete kadar sürecek bilinç ruh dünyasındaki değişmeyecek olgudur. Bunun ne kadar ürkütücü ve değiştirilemez bir olgu olduğunun kanıtı ise ideolojik geri dönüş projesinin milletimiz nezdinde buruşturulup çöpe atılmasıdır. Başka bir gerçek ise; bu birilerinin, hiçbir zaman Rus'un gösterdiği yere göçle, kavuşmayı umdukları sosyalizmi açıkça itiraf edememeleri onun yerine bu sonucu Osmanlı'ya yıkarak en azından bu yolda ideolojik geri dönüş projesine hizmet etme düşünceleridir. Sırf Çerkeslerin Rus'un istediği yere göçü sayesinde kavuşmayı umduğunuz sosyalizme hizmet etmediği için Osmanlıyı da işin içine katarak tarih yalancılığını, milletimizi de Osmanlının güdümü olmadan bağımsızlık çabalarını hiçe indiren bu tarihi budamanızı, hangi insaf ölçüleri açıklamaya yeter. tüm yanıp tutuşmanın altında da bu tarihi gerçek yatıyor. Yani Rus'un gösterdiği yerlere göç etme arzusu.aslında bunun itirafını duymak bundan daha da önemli. Yapılan tüm tarihi açıklamalar ve çarpıtmalar buna hizmet etmekte. Kısaca Çerkesler için en önemli olan yani akabinde vatanlarından sürülmekle neticelenen savaş maalesef milletimizin bağımsız iradesinden değil kullanılmanın değişik boyutlarından neşet etmektedir. Birilerine göre; Rusların gösterdiği yerlere gitmiş olsaydık ortalama 50 yıl sonra çok da güzel bir sürprizle karşılaşacaktık ama dikkatleri çekelim bunu hiçbir zaman dile getirmezler çünkü bilmektedirler ki insanımız ideolojiden nefret etmektedir. Bunu açıkça dile getirerek Çerkeslik davası güdemezler onun için Rus'u (sosyalist SSCB) sempatik göstermek adına önce dönemsel farklılıklardan söz edilecek (Çarlık Rusya'sı, SSCB, Rusya Federasyonu gibi ve aradan SSCB masumiyet timsali olarak çekilecektir) sonrada yerine Osmanlı nefreti ikame edilecektir. Tıpkı şimdi yapıldığı gibi.

Biz kimseyi bir şeye inandırmaya çalışmıyoruz ya da Osmanlı sempatisini yaymak gibi bir derdimiz yok. Biz kendimizi anlamak için yaptığımız araştırmalarda bir çok tutarsızlık karşısında altında yatan sebepleri araştırdık. Meselenin altında yatan ideolojik gerçeği gördükçe bunun tarihi olaylara nasıl yansıtıldığını ve yakın tarih ideolojik geri dönüş projesinde nasıl hizmet ettiğini anladık ve bu insanımıza dayatıldıkça insanımızın büyük meydanlarda dönme hasletinin küçük meydanlara tutsak edilişi karşısında isyanımız, hiçbir gücün karşısında eğilmemeyi kendine yöntem seçti. Gelelim Çerkeslerin yerleştirildikleri yerler meselesine biz orada sadece Anadolu'ya göç ettirilen Çerkeslerden yani bugün dünya da Çerkes nüfusun en kalabalık olduğu Çerkes realitesinden söz etmiştik maden balkanlara yerleştirilen Çerkesler dile getirilmiş ondandan söz edelim. Osmanlının Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmesi zannedersek birilerinin oldukça zoruna gitmektedir. Bu insanlar istemektedirler ki, Osmanlı çöküşün içinde kaç cephede savaşırsa savaşsın onlara istirahat için güney sahillerinde bir yer tahsis edilirse pek memnun kalacaklar. Oysa bu mümkün değildir ve milletimizin var olma mücadelesi Osmanlının var olma mücadelesiyle kader birliği etmiştir-örtüşmüştür ve milletimizin geri çekilme süreci Anadolu'ya kadar gelip dayanmıştır. Dayanıp da kaldığı yer ise milletimizin devleti olmak zorundadır. Çünkü milletimiz Yahudi özellikler taşımadı için hem bir devletin köşe başlarını tutup hem de kuyusunu kazamaz ve İngiliz'in parlamento binasının kapısında asılı olan İngiliz'in dostu yoktur, çıkarları vardır gibi İngiliz zihniyetini gösteren yol ve yöntemlerden arınmıştır. Lakin bu kader birliği içinde yok oluşu durdurmak için bir savunma refleksi oluşturulmak isteniyorsa elbette Çerkesler bu işin önünde olacaklardır bunun içinde milletimiz için ille de sınırın dibinde olması gerekmektedir yakın tarih Çerkes realitesine bakarsanız tehdit karşısında cehenneme dönüşmesi sınır dibinde olmakla alakalı olmayıp bizatihi Çerkes ruh-karakter özelliklerinden kaynaklanmaktadır.

Şunu da belirtelim balkanlardaki Çerkesler yine Rusların sayesinde ikinci bir göçe maruz kalmışlardır ama bunun belirtilmemesi hep Osmanlıya giydirme Rus'u güzel günler için saklama çabasının bir örneği olmalı. Çarpıtmalar o kadar ayyuka çıkmış ki Osmanlı Çerkeslere rüştünü ispat etmek için onları savaşın hiç olamadığı yerlere yerleştirmiş olmalıdır ama yerleştirmiş olsaydı bile birileri dilini her yere uzatacağını dilin çatallı oluşundan biliyoruz. Şu yorumları tamamen yansız olarak yorumculara bırakıyoruz; bizim yakın tarihimizde ki olaylar karşısında bile gösterdiğimiz kahramanlıklara birileri şüpheyle yaklaşmıyor mu? Bugün olsa aynı şeyi yapmalı mıyız diye sorup o gün yapılanlar yok sayılmış olmuyor mu? Sosyalist Kürt realitesinden (PKK) ve 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesinden niçin övünçle söz ediliyor? Bu düşüncelerin Çerkeslikle ne alakasının olduğu açıklanabiliyor mu? Ruslarla yaptığımız bir çok mücadelede özellikle de bizim için en önemli olan 1864 kadar süren savaşların nedeni olarak Osmanlı kışkırtmalarını gösterilmiyor mu? Onu gösterdikleri için Rus'un gösterdiği küçük sürgün bölgesine Çerkeslerin itibar etmeyip savaşmalarını İngiliz ve Osmanlı'nın çıkarlarına hizmet etmek olarak yorumlamıyorlar mı ve burada aslında onların istedikleri yere göçmenin ortalama 50 yıl sonraki sosyalist düşünceyle buluşmak fırsatının tepilmiş olmasından dolayı kahredici bir hal içinde, ideolojik geri dönüş projesine dolgu malzemesi olarak kullanmaya çabalarken, ideolojiyi geri plana itip ve Rus düşmanlığı (sosyalist SSCB) yerine Osmanlı düşmanlığını ikame ederek kendini kamufle etmiyor mu? Hepsinden önemlisi de bu mücadelelerin hepsi Osmanlı'nın ve birilerinin kışkırtmaları olarak gösterilerek bizim nerede ne zaman kendi milletimiz için mücadele ettiğimiz sorusuna cevap verebiliyor mu? Böylece biz delik deşik edilmiş uzak-yakın tarihimizin neresinden tutalım? Neresini yüreğimize sokalım, oradan bir yol bulalım, neresinden beslenelim, büyüyelim?, neresinden gurur duyalım? Hepsi bir muamma olarak milletimizin bilinç duvarlarını zorlamıştır. Oysa ki Rus bize teklifi sunduğunda, milletimiz bağımsızlık için tıpkı şimdide olsa aynısı olacak olan duygularla ayağa kalkmış sebeplerin-maddenin açıklayamadığı yerde açıklayıcı olarak ortaya Çerkes ruhunu koyup altına mührünü basmayı da bu yüksek ruhun temsilcisi olan gelecek kuşaklara bırakmıştır. Çünkü bu kararla savaşa tutuşmuş yenilmiş ama Rus'un boyunduruğunu kabul etmemiştir ölümü kabul etmiş, belirsizliği kabul etmiş ama Rus sultasına boyun eğmemiştir o boyun eğmediği için bugün bizde eğilmeyen başımızla, bu kapanmayan yolda sonraki kuşaklara eğilmeyen bir baş bırakmak istiyorsak küçük meydanlarda değil büyük meydanlarda dönmeyi uzak-yakın tarihin icazeti altında formüle etmek zorundayız. O derneğe bu cümbüşe kafamızı sokarken, bunlar kafamıza sokulsaydı ne yapacağını bilecektik. Böylece arkadan gelenler sadece önde gidenlerin izine bakarak hizaya gelecek Çerkes'in tarih içinde ki yürüyüşü tam bir nizam, uyum, ahenk içinde varlığını sürdürecekti. Belirtilen diğer bir husus ise Çerkeslerin sürgünden hemen sonra geri dönme çabalarının Osmanlı tarafından engellenmesine ilişkin yazılanlardır. Burada yazılanlar ve yazılmayanlar ışığında bu realite birilerinin gerçeği değil husumet doğurucu amaçlarına hizmet edecek şekilde yansıtılmasını açıklayalım. Öncelikle Çerkeslerin geri dönmesini istemeyen ve bu yolda önlemler alan Rus'tur dolayısıyla Osmanlı'nın böle bir çabası varsa bile bir anlamı yoktur. Çerkesler sınır dışı edilse dahi Çerkesleri kabul edecek bir Rus anlayışı mevcut değildir.

Sürdüğü bir milleti geri kabul etmeyerek zulmünü tescilleyen yine Rus'tur. Bugün oraya gidip bağımsızlık talebinde bulunsak karşımıza dikilecek yine Rus'un olması gibi. Osmanlı'nın engellemeleri gibi gösterilen şeyle, sırf askeri gücünden dolayı topraklarına kabul ettiği Çerkes realitesini, baskı altında tutarak Osmanlı adına nasıl bir fayda sağlanacağı öngörülmektedir acaba? Çerkeslerin Osmanlı içinde, Osmanlı adına yaptıkları mücadelelere bakılırsa böyle bir dayatmaya, zorlamaya müsaade etmeyecek şekilde meselenin içselleştirildiğini görebilirsiniz. Bununla birlikte münferit olaylar o yoksulluk şartlarında doğal karşılanabilir ama kimse Çerkeslerin geri dönmek için çıkardığı ayaklanmalardan, devlete başkaldırmalardan söz edemez söz edemediği gibi Çerkeslerin devlet yapısında çekirdek unsur olmaları hiçbir yoruma yer vermeyecek şekilde sorunu çözmektedir. Birileri Çerkeslerin devletleşme sürecini, geri dönüş projesinde en büyük engel olarak gördükleri için Çerkeslerle Osmanlı'nın ya da mevcut devletin arasında bir çatışma olduğu intibaı bırakıp toplumsal inhiraf oluşturma çabalarıyla tıpkı diğer meselelerde olduğu gibi belli bir amaca hizmet etmektedirler.

Kısaca belirtildiği üzere milletimiz yaşanan topraklarda baskı ve zulme uğrasaydı, yapmak istediği şeyler engellenseydi ve bu kolektif bir bilince ulaşsaydı Çerkeslerin bugün mevcut devletlerle bu kadar barışık hatta azınlıklar içinde en barışık millet olma özelliği bu merhalede olamazdı. Osmanlı'nın ırkı ya da ümmet özelliklerinden kaynaklanan gerçeklerle günah çıkarmaya ihtiyacı olmadığı gibi vicdanını rahatlatmakta birilerinin talihsiz açıklamalarıyla değil miras olarak bıraktığı hinterlandın bugün dahi Osmanlı'ya bakışıyla ilgilidir. Bu bakışı görmek isteyenlere bu hinterlandın tüm köşelerinde dolaşmalarını ve kanaatleri öğrenmelerini tavsiye ediyoruz ve akabinde İngiliz'in-Rus'un-Fransız'ın (özellikle Rus'un) bir şekilde eli uzanmış yerlerde aynı kanaatler için dolaşılmasını tavsiye ediyoruz gerçeği sadece bunlar söylesin. Eriyik bir zihniyet uğruna Rus'un bir gün gelip bu kadar alkışlanacağı, karşısında saygıdan iki büklüm olunacağı bizim milletimizin kabul edebileceği bir gerçek olamaz. Bu açıklamayı da sözde ümmi çıkarlar için Osmanlı'nın milletimize kaybettirdikleri safsatasıyla milletimizi topraklarından söken-atan-etnik temizliğe maruz bırakan Rus'u görmeyip, Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ithafen sunuyoruz.


Analizatör
16.03.2007

Sizler bir gurupsunuz, hiçbiriniz Çerkes değilsiniz.  Yazdıkça dağılmış, dağıldıkça yazmışsınız. Yazdıkça yazdığınız, dağıldıkça dağıldığınız gereksiz satırlar aslında çok basit.

Kısaca diyorsunuz ki; bizler Rusya ve Rus düşmanıyız. Sosyalizme zaten düşmandık. Sizin başınıza gelenle Osmanlı'nın bir ilgi ve alakası yoktur. Böylesi bir gavurun ülkesine dönüp ne yapacaksınız? Nereden çıktı bu zıkkım dönüş meselesi? Ne güzel idare ediyorduk.

Dedikleriniz bunlar ama diyemediklerinizi sizin yerinize ben dile getireyim.

Rusya ile bir problem olduğunda size Avrasya gemisi kaçırtıyor, otel bastırıyorduk, adam yolluyorduk Çeçenistan'a, daha bir yığın planı niye sıkıntıya sokuyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde. Nereden çıkarıyorsunuz dönüş saçmalığını?

Yazdıklarınızın tümü bu kadar kısa aslında.

Sahi, sizler kimlersiniz?


Denetim Kurulu
24.04.2007

Sayın Yeldar Barış Kalkan'ın isteği üzerine konu başlığı kapatılmıştır.

Denetim Kurulu

sayfa  1    2    3    4    5