Muharrem Erdem
15.09.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Başka bir başlık altında tartışılan resim
olayını neden bu başlık altına taşıdığınıza dair
izahınız ilginç doğrusu; "başka for(u)m başlığı
altında
dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki
babayiğidin bu for(u)m başlığını ilgilendiren yönleri
bulunması ve yakın tarih Çerkes realitesine ışık tutması
açısından meseleye dikkat çekilmiştir." yani bu
başlık altında tartışılanlar sizin için önemlidir! Bu nedenle
iki thamademizi ilgili başlığın altında değil, bu başlık
altında (eğer becerebilirseniz) elimizden almaya
kalkışmak, sizin için daha anlamlıdır.
İzahınıza ait
gerekçeniz de, yazınızın sonuna bakılırsa; "tüm kamufle
çabaları eracifi (yalani) ortadan kaldırmaya yetmiyor"
olduğudur.
Yani size göre birileri tarihimizle ilgili
yalanlar söylemekte ve bunu kamufle gayreti
içerisindedir. Bunda yerden göğe kadar haklısınız.
Gerçekten ortada Çerkes tarihini kamufle etmek, hatta
bunun ötesinde bütün Çerkes tarihini ters yüz etme
gayreti içerisinde olanlar var.
Tarihe bu günden bakarak istediği gibi yorumlama
rahatlığına herkes sahiptir.
Fakat yorumlarınızdaki iddiaları, ispat ile mükellef
olduğunuzu unutmamak zorundasınız. Aksi halde mesnetsiz
iddiaların, hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.
Tarihi aktörleri ve rolleriyle değerlendirirken,
unutmamamız gereken gerçek; her dönemin, o dönemi
yasayanlara görevler biçtiği ve insanların kendilerine
biçilen görevleri yerine getirmek zorunda olduklarıdır.
Atalarımızın da geçmişte üzerlerine düseni tereddütsüz
yerine getirdikleri, itiraz kabul etmez bir gerçektir.
Günümüzden bakıp, tarihe öykünmekte, onu çarpıtma
çabaları da gerçeklikleri değiştirmeye yetemez. Bizim bu
günden geçmişe bakarak görebildiklerimizi, atalarımız
geçmişten geleceğe bakarak görebilirler miydi? Hayır!
Çar orduları ile, güçler dengesi müthiş eşitsiz bir
savaşa girdiler. Kendilerine vaat edilen yardımların
neredeyse hiçbiri onlara ulaştırılmadı. Osmanlı ile
girdikleri ilişki sonucu, Rus-Osmanlı anlaşmaları
neticesinde Osmanlı topraklarına geldiler. (Osmanlı'nın
trajedimizdeki sorumluluğunu bir önceki yazımızda
açıklamaya çalışmıştık.) Şimdi, kısa bir konukluk veya
veya yeni bir hayata başlamak için geldikleri Osmanlı
topraklarında neleri göremediklerini ve
göremediklerinin, bu günkü durumumuza etkilerini kısaca
incelemeye çalışalım. Dönemin şartlarında parçalanmakta
olan Osmanlı'yı savunmak için ellerinden geleni yaptılar.
Fakat sürgün acılarının taptaze olduğu yıllarda, "1876'da
yürürlüğe giren ve ilk Türk anayasası olan Kanun-i
Esasiye göre; 'teba-i Osmaniye'nin, devletin lisan-i
resmiyesi olan Türkçe'yi bilmeleri şarttır'" maddesi ile
anadillerinden feragat etmeye başlamak zorunda
kalacaklarını bilmiyorlardı.
1921'de yenilenen Teşkilat-i
Esasiye, ardından 1924, 1961 ve 1982 anayasalarıyla,
Türkçe bilmek şarttır, ''Türkçe tek dildir ve başka dil
konuşmak yasaktır''ın ekleneceğini, gelecek nesillerinin
bırakalım ana dillerinde konuşmayı, duyma imkanı bile
bulamadan yaşamak zorunda kalacaklarını bilebilirler
miydi?
Büyük umutlarla geldikleri Osmanlı devletinde,
ulusal, kültürel varlıklarının devamı için
gerçekleştirecekleri faaliyetlere uygun ortamı
(serbestiyi) bulamayacaklarını, o serbestiye ancak 1908'de
Meşrutiyet'in ilanı ile kavuşabileceklerini; Çerkes
Teavün Cemiyeti'ni kurabileceklerini, bilebilirler miydi?
1910'ların sonunda, Osmanlı'nın, Anadolu'daki son toprak
parçalarını savunmak için, cephelerde iç ve dış
düşmanların üzerine "ölümüne müfrezeler halinde
dalarlarken", Ankara'daki koltuklarında oturan dava
arkadaşlarının, onları tasfiye planları hazırladıklarını;
hain ilan edilip sürgünlerde yaşamak zorunda
kalacaklarını, Kuvvai Seyyare'nin hazırladığı zaferi
sahiplenen tasfiyecilerin, emperyalistlerle oturup Lozan
anlaşmasını imzalayacaklarını, 24 Temmuz 1923'te
imzaladıkları bu anlaşmada, Çerkeslerin azınlık
statülerini tanımayacaklarını, Lozan anlaşmasından
sadece 1,5 ay sonra Çerkes Teavün Cemiyeti'nin
kapatılacağını bilebilirler miydi?
Tarihi gerçekleri
yazan belgelerin yer aldığı, Osmanlı arşivlerinin demir
kapılar ardına saklanacağını, Çerkes aydınlarına bu
kapıların açılmayacağını bilebilirler miydi? 1920 ile
1940 yılları arasında yurt dışında basılan Çerkesce
yayınların yurda sokulmasının yasaklanacağını, Çerkeslere
ait yayınevlerinin ve dergilerin kapatılacağını
bilebilirler miydi?
1961 anayasasıyla oluşan nispi
demokratik ortamda, bir avuç inanmış torunlarının,
Çerkesler de var deyip tekrar ortaya çıkarak, Çerkes
varlığı için caba sarf etmeye başlayacaklarını, bu
çabaların iki defa (yalnızca Çerkeslere yönelik
olmamakla beraber) askeri darbelerle önünün kesileceğini,
Çerkes aydınlarının sıkıyönetim mahkemelerinde
süründürüleceğini, 1970'li yıllarda Çerkeslerin
birliğine öncülük etmeye çıkan Çerkes gençlerinin,
Ankara'nın göbeğinde kursun yağmurlarına tutulacaklarını,
orada bir Çerkes gencinin öldürüleceğini, anavatana
dönüş bayrağının yükseltilmesinin engellenmeye
çalışılacağını, bu gün aynı amaçla olmasa bile, Çerkes
kimliğini açıkça ifade edenlerin sakıncalı oldukları
gerekçesiyle fişleneceklerini bilebilirler miydi?
Evrelerini ve uygulamalarını sıralamaya çalıştığımız
"yakın tarih Çerkes realitesi" sonucu, Türkiye
diasporasında Çerkes olduğu halde, bunun bilincinde bile
olamadan yaşayan, on binlerce Çerkes insanının olacağını, bilebilirler
miydi?
Bu gün yaratılmış imkanlar dahilinde,
Çerkesliğini keşfetmek ya da yaşatmak için çeşitli
ortamlarda bir araya gelmeye çalışan Çerkeslerin arasına
girip, onlara "tarihlerinin yıkık dökük"
olduğunu, "Çerkes
isem su an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde başıma
sihirli bir değnek değmeyecek" yalanını
kanıksatmaya çalışacak, bir hiç olduklarını, hiçbir şeye yetecek
güçleri olamayacağını kafalarında meşrulaştırabilmek
için, her çareye bas vurabilen, ircafiler (yalancılar)
bulunabileceğini bilebilir miydiler?
Cevabımızı baştan vermiştik. Hayır!
Bugün, Çerkeslere ait en bilinen isim
veya sıfatları rumuz olarak kullanıp, kafalarımızı
bulandırmak, bizi köklerimizden koparıp, kuru yapraklar
gibi istedikleri rüzgarın önünde yok oluşa sürüklemek
isteyenler var içimizde. Bunu kendi çıkarlarına hizmet
eden siyasetle yapmaya çalışıyorlar. Siyasetin yapılma
araçlarının tümünü kullanıyorlar. Empoze etmek
istediklerinin gerçek dışı ve gerçekler karşısında
yaşama şansının olmadığı durumlarda, demagojiye
sarılıyorlar.
Önce demagojinin ne olduğuna bakalım kısaca; "bir
topluluğun duygularını okşayarak, onu
kendine çekme ve bu vasıtayla kendi davasını yürütme
yolu, halk avcılığı". Yazının başında belirttiğimiz gibi
sayın Gönen-Abzegh'in, amacı tam da bu. Atalarımızın
o günlerden göremedikleri gerçeklerin onların "kullanılma
yolunda zirveleşirken unutturulma noktasında yerin
dibine sokulmak" istendiklerini anlattığından;
unutturulma sürecinde "böyle fotoğrafların tesadüfen
çıkması gerekmektedir. İşte birilerini tarihin karanlık
sayfalarından çekip-çıkarma faaliyeti aslında sana ruh
köklerine inme, yakın tarih Çerkes realitesiyle buluşma
fırsatı sağladığından daha gün yüzüne çıkmadan"
Çerkeslerin değerleri üzerinden pirim yapmanın tadını
almış olanlar tarafından, "kullanılmanın akıl almaz
boyutunu (teshir) ettiği gerekçesiyle" onu sahiplerinden
çok sahiplenme yoluyla "kurşuna dizilecektir".
Bu güne
kadar bütün değerlerimizi gasp ederken bizi hep yok
sayanlar "o insanların torunları olarak gurur (duymamıza)
bile müsaade etmezler. Tarihten bir tabloyu alıp
yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel sorunlara
ışık tutmaya çalışsan, o tabloyu yüreğinle beraber söküp
almaya çalışırlar." Alınan yalnızca bize ait tablo
değildir, beraberinde yüreğimizi de almak isterler.
Yüreğimizle birlikte kaybedeceğimiz ise atalarımıza
hissettiğimiz duygular olacaktır kuskusuz. Değerlerimizi
çala, çala bizi yok saya, saya yarattıkları, sizin bir
tarihiniz de siz de yoksunuz, anlayışını dayatmaya devam
ediyor. Çoğunluğumuza kabul ettirmeyi başarabildikleri,
"gelecek Çerkes realitesine kan pompalayan
damarların tıkanmasına sebep olan" "yıkık dökük tarih
anlayışı"nı
beyinlerimize daha derin kazımak, meşrulaştırmak için
yapıyor tüm bunları.
Yazısının sonuna doğru açıyor
niyetini, thamadelerimizin, sefalet koşullarında öz
verileriyle ortaya çıkarttıkları ve bize ait olan bu
tabloyu bizden koparmak için, "çünkü o tabloda yazanlar,
gerçek Çerkes realitesi için değil, mevcut devletin
bekası için destan yazmaktadırlar" diyerek, sonuca
duygularımızı kamçılayarak, dolambaçlı yoldan ulaşmaya
çalışıyor.
Düpedüz siyaset yapıyor. Hem de kendi
çıkarları için kirleterek yapıyor. Eğer tepki verip bu
oyunu bozamazsak, önce tarihsiz olduğumuza
inandırılacağız. Ardından bizi, biz yapan bütün
değerlerimiz gasp edilecek ve yok olusun zifiri karanlık
dehlizlerine sürüklendiğimiz de vakit çok geç olacak.
Bu
oyunu bozmanın biricik yolu, bize; diasporada
haklarımızı alıp sahip çıkmamız, varlığımızı anavatanda
sürdürmemiz gerektekini söyleyen, dönüş siyasetinin
bayrağını yükseltmekten geçiyor!
Not: Sayın Gönen-Abzegh, "ideolojik geri dönüş"
savı üzerine bu yazıda değerlendirme yapmak gereksiz oldu. Zira Necdet
ağabey
(Necdet Hatam) haftalık yazılarında iki haftadır bu
konuyu işliyor. Benim de bu konuda söyleyebileceklerim
onun söylediklerinden farklı değil.
Bütün katılımcılara
sevgi ve saygılarımla.
Gönen-Abzegh
15.09.2006
Bizim Osmanlı'yı
anlamamız ortak kader birliği neticesinde belki
anlaşılabilir ama birilerinin sürgünün en büyük
müsebbibi olan Rus'u, alkışlamaktan avuçlarının
patlayışını anlamak, sadece ve sadece ideolojik
beklentiler ve özlemlerle açıklanabilir . Bunun altında
yatan ideolojik sempatinin kabul edilemez bir gerçeği
insanlara kabul ettirmek için neler yaptığına, ideolojik
geri dönüş projesinin insanımıza nasıl dayatıldığına,
bunun için de ideolojik geri dönüşün psikolojik tarihi
alt yapısının nasıl hazırlandığına elbette birilerinin
dayattığı gibi değil gerçeğin gösterdiği gibi bakarız.
Sürgünlerin 17.yy'da başladığı belirtilmekle birlikte
Çerkeslerden önce kırımda göçlerin başladığı maalesef
ıskalanmış. Coğrafi olarak Rus yayılmacı politikasını
başlattığında bu politikanın uygulanacağı en yakın
coğrafyayı kendine hedef belirlemesi, bu doğrultuda da
Kırımla başlayan yıkım, göçe zorlama daha sonraları
Kuzey Kafkasya'yı da içine alan bir hüviyet arz etmiştir.
O
coğrafyadan ilk göçlerin gerçekleştiği o dönemde, Osmanlı'nın amacı bu insanları göçe teşvik edip orada
nüfusunu yitirmek miydi acaba? Yoksa acı bir gerçeği
ortadan kaldıracak hiçbir seçeneğin kalmaması mıydı?
Kuzey Kafkasya'dan önce başlayan ve Kırım-Balkanlar
bölgesinde meydana gelen bu olaylarda görülmesi gereken
Osmanlı'nın yoğun göç politikası mıdır? Yoksa Rus'un
kendine benzemeyen ve boyunduruğunu kabul etmeyen
milletlere yaşam şansı bırakmaması karşısında o
milletlerin bunu kabul etmeyip savaşması (Osmanlı-Rus
savaşları) ve nihayetinde sürgün edilmesi midir? Mecburen
Osmanlı'ya göçlerin tahlilini yapmak zorundayız çünkü bu
mesele sadece Çerkeslerle alakalı olmayıp Boşnak,
Bulgar, Arnavut, Arap, Gürcü, Tatar vs. bir çok milleti
ilgilendiren dolayısıyla da açıklanması gereken bir
realitedir.
Bugün Anadolu'da bu kadar farklı kimliklerde
insanın bulunmasının sebebi Osmanlı'nın göç politikası
değil Osmanlı'nın çöküşünün sosyolojik gerçeğidir.
Osmanlı bu milletler için göçü teşvik etmemiş ama
organik bir bağlılıktan dolayı göç silsilesini kabul
etmek zorunda kalmıştır. Yoksa aklı başında olan her
insan Osmanlı'nın mutlak sınırları için bu milletlerin
yerinde kalarak Osmanlı'ya daha iyi hizmet edeceğini,
savunmayı orada kurarak sınırları küçültmeden
gerçekleştireceğini bilir. Bu kadar milletin içinde tek
savaşçı ırk milletimiz olmadığına göre milletimizin
sürgünü, iki tarafında mecburi kabul edişleriyle
gerçekleşmiştir. Bu zorlanarak göçürmenin en müşahhas
örneğini şuanda yaşayan herkes, 88 sonrası
Bulgaristan'dan göç ve Kürt Peşmergelerin Saddam
zulmünden Anadolu'ya kabul edilişleri ile görmüştür. Bu
Peşmergelerden bazıları bugün mevcut devletin tehdit
algılamaları içindedir ve sıkılan kurşunlarla verilen
şehitler olmuştur. İşte Anadolu bu kadar hesapsızdır
bunu da kimsenin görmesini beklemiyoruz. (Kendi
milletine insafsızlık yapanlar başkalarına bunu elbette
yapacaktır.) Günümüzde yaşanan bu göçler bile Osmanlı'dan
devir alınan bir mirasın, ortak kader birliğinin ve
sığınılacak tek ülkenin mevcut devlet olduğunun, bunun
altında da tarihi bağların bulunduğunun en önemli
kanıtıdır. Bu ülke insanını ve yakın-uzak tarih insanını
ve insanımızı bilmeyen ve zihni kırılmadan dolayı bilme
şansı da olmayanlar elbette meseleyi
kullanma-kullandırma zaviyesinde değerlendiriyorlar ve
neyin üstünde tepindiklerini anlamadan insafsızlığın en
alasını yapıyorlar.
Gelelim Karlofça antlaşmasıyla
başlayan ve devam eden Osmanlı-Rus ilişkilerine.
Osmanlı'yı bilmeyen ve o dönem Osmanlı-Rus ilişkilerini
sadece Kafkasya üzerinde yürümediğini görmeyen anlayış
meseleye sadece tek boyuttan bakmaktadır. Tüm mesele
Osmanlı ve Rus arasında cereyan eden iki büyük devletin
mücadelesi İngiliz'in Fransız'ında bu olaya müdahil olması
şeklinde değerlendirilir yoksa tek başına kırım sorunu
ya da Çerkes meselesi olarak meseleyi algılamak bizi
sadece fasit bir dairenin içine hapsedecektir. Prut
savaşıyla başlayan 1735-1739, 1768-1774, (K. Kaynarca)
1787-1792, 1806-1812, 1828-1829, 1853-1856 Kırım savaşı
ve Osmanlı çöküşünü de kanıtlayan bu savaşların tümü
Balkanlar-Kırım üzerinde yapılmıştır, üstelikte hepsine
yakını da kaybedilmiştir. Rus ise bu savaşları
kazandıkça çemberi daraltmış, iki cephede savaşabilme
kabiliyetini göstermiştir ama savaşlar Kafkasya
üzerinden yürütülmemiştir. Dolayısıyla Osmanlı'nın
balkanlarda gücü kırıldıktan sonra Rus Kafkasya üzerinde
işgalci politikasına yoğunluk vermiştir ama Osmanlı'nın
sadece Rusya ile de olmayan mücadelesinde Kafkas
cephesini onarabilecek ciddi bir gücü yoktur. Çünkü
Kavalalı isyanı, Balkanlardaki karışıklık Avusturya-Macaristan,
Sırbistan'la mücadeleler ve İngiliz, Fransız ki,
Fransızların Napolyon'la başlayan işgalleri, yeniçeri
ayaklanmaları Osmanlı'yı bağımsız bir Kafkas politikası
yürütemeyecek kadar yalnız ve çaresiz bırakmıştır (bu
çaresizlik sadece Kafkasya ile ilgilide değildir) ama bu
Osmanlı açısından bakıldığında sadece Kafkas sorunu
değil var olma-yok olma sorunudur.
1828-1829 da yapılan
savaşta Rus Edirne'yi ele geçirmiş ve Osmanlı mecburen
Edirne antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Ayrıca
o savaşta Rus Kars ve Erzurum'u dahi işgal etmiştir. Bu
tarihler daha Çerkesler için büyük savaşın başladığı
tarihler değildir (1864) ama Osmanlı için sınır çoktan
Kafkasya'nın altına düşmüştür bile coğrafi bağlantının ne
halde olduğu ise her soruyu cevaplamaktadır. Edirne
antlaşmasıyla Kafkasya'nın Rus'a bırakıldığını da ayrıca
belirtelim. Osmanlı bu yıkımı durdurmak işgale son
vermek için Kafkas politikası konusunda hem yeterli
değildir hem de politik manevra kabiliyeti yoktur.
Balkanlarda hatta İstanbul yakınlarında boyun eğdiği
güce Kafkaslarda baş kaldırarak kendi sonunu
hızlandırmak istemeyen Osmanlı yinede gemilerle teknik
yardımlarda bulunmayı ihmal etmemiştir.
Kısaca
anlatılmak istenen şudur; Kafkas işgalini anlamak
isteyen herkes Osmanlı ve Rus mücadelesini iyi anlamalı
ama özellikle Osmanlı'nın çöküşe geçtiği o dönemdeki
meselelerin içinde dengeleri gözetmelidir. Osmanlı-Rus
savaşlarının büyük bir bölümü Balkanlar ve Kırım
üzerinde cereyan ederken Osmanlı'nın Kafkasya'ya yardım
etmemesi hem Rusların Balkanlardaki dini (Ortodoks) yollarla
oluşan çıkarlarını görmemektir hem de Osmanlı'nın her
cephe de savaşabileceği gibi yanlış bir kanaate
dayanmaktadır. Çerkeslerin Osmanlı'yı desteklediği
savaşlarda da Osmanlı yenilmiştir acaba hangi başarının
ardından milletimizden destek esirgenmiştir. Dolayısıyla
her yenilgi belli miktar küçülmeyi her küçülme başarı
yolundaki yolları tıkamıştır.
Anlaşılan şudur ki;
Osmanlı Kafkasya bölgesine doğrudan asker nakli ve
yardımı yapamamaktadır bunun en önemli sebebi de
savaşların balkanlar ve kırım üzerinde gerçekleşmesidir.
Bununla birlikte bu tarihler Rusların Kafkas bölgesi
için tehdit oluşturmaya başladığı tarihlerdir ki,
Çerkeslerde bu savaşlara iştirak etmiştir ama nüfus
bölgesi adına bunu yapmışlardır. Yoksa Osmanlı'nın uç beyi
gibi hareket ettiklerini düşünmek pervasızca bir
yaklaşımdır. Her zaman söylüyoruz milletimiz geçmişteki
tüm Rus saldırıları karşısında en doğal ve insani tavrı
sergilemişlerdir. Arada sırf bir din bağı var diye ne
Osmanlı'nın ne de başka milletlerin güdümüne
girmemişlerdir. Bunu anlamayan insanlar ya milletimizi
tanımıyor ya da derin bir zihni kırılmadan dolayı
insanımızın bu mücadelelerini Osmanlı'yla
ilişkilendirmeden bir sonuca ulaşamıyorlar. (Tabi ki biz
ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak meseleyi nasıl
çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)
İmam Şamil ise
Osmanlı'nın adamı değildir. Mücadelesini yaparken
beslendiği kaynaklarla Osmanlı'nın birinci elden alakası
yoktur ama bu şu açıdan önemlidir, kaynağı ne olursa
olsun Kafkasya'da bir hareket Osmanlı işbirlikçiliği
dışında da gelişebilmektedir ama bu talihsiz yorumlar
sadece İmam Şamil ile ilgili değil Çar'ın istekleri
karşısında boyun eğmeyip savaşa karar veren Çerkesler
içinde yapılmıştır ve denmiştir ki; Çerkesler Osmanlı
tarafından savaşa kışkırtılmışlardır. Hem göçe teşvik
hem savaş kışkırtıcılığı doğrusu bunları anlamak aklı
yok saymak kadar açıklanmaktan uzaktır. Yani insanımız
bağımsızlık için mücadele etme adına ya Osmanlı'nın
kışkırtıcılığına ihtiyaç duymaktadır ya da başka
milletlerin desteğine. Tüm bu tarihi olaylar için de
bizim milletimize ait olan ve sadece bağımsızlık için
yapılmış bir savaş bulmak mümkün olamamaktadır. En
önemli mücadelemiz olarak gösterilen 1864 biten
savaşalar bile sözde Osmanlı'nın kışkırtmalarıyla vuku
bulmuştur. Kısaca İmam Şamil ve naipleri Osmanlı'nın
maaşlı adamları değildir kendi bölgeleri için
savaşmışlar bağımsızlık için mücadele etmişlerdir. Bu
savaşların dini boyutu da cihad olarak değil gazavat
şeklinde açıklanabilir gazavat şeklindeki savaşların da
Osmanlı cihad savaşlarıyla uzaktan yakından alakası
yoktur. Sadece dini meselelerden dolayı bu hareketi
Osmanlı'ya yamamak hem din retoriğini bilmemek hem de
olayları belli bir anlayışa hizmet edecek şekilde
yontmaktan kaynaklanıyor. (Tabi ki biz ideolojinin
tarihi dolgu malzemesi olarak meseleyi nasıl
çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)
1780-1800 ve 1812-1815
tarihleri arasında 60 bin çerkes göçe zorlandı bunu
yapanda elbette Rus'tu. Bu tarihler ise büyük sürgünün
öncü şokları şeklindedir. Göç komisyonun kurulmasıyla
Osmanlı'nın bunu planlaması arasındaki ilişkiye
isterseniz savaşların bundan çok daha önceki tarihte
başlaması ve kuşatılan yerlerdeki insanların göçe
sürülmesi açısından bakalım. Yani Rus istila ettikçe
sürgüne zorluyordu ve insanlar çaresizlik içinde
vatanlarını terk ediyorlardı. 1780'den beri göçe zorlama
göz önünde bulundurulursa 1860'da niçin komisyonun
kurulduğu daha net anlaşılır. İmam Şamil öncesi tarih-İmam
Şamil'in savaşı bıraktığı-teslim olduğu tarihe bakarsanız
bu ve diğer direnişlerin neden yapıldığını, ne zaman
başladığını, sonucunun ne olduğunu görürseniz bu sürgün
meselesinin hafif yoğunlukta olduğunu lakin 1864'te
savaşın kaybedilmesiyle şiddetlendiğini de müşahede
edersiniz. Osmanlı'nın hiçbir zaman bu kadar göç
beklemediği belirtiliyordu bu da mı yapılan ince
hesapların yanlış bir sonucudur. Çünkü Rus barbarlığının
bu kadar olacağını kimse tahmin edemezdi ve yine çok
planladığı için mi Osmanlı hazırlıksız yakalanmıştır.
Üstün savaş gücünden istifade etmeyi düşünürken bunu
finanse edecek gücü olmayan Osmanlı'da, Çerkeslerin
kaderi, mahalli idarelerin insafına bırakılmıştır.
Osmanlı bu sürgün esnasında elinden geleni yapmış ama
yeterli olamamıştır. Kaldı ki, komisyon önce İstanbul'da
kurulmuştu (İstanbul-Şehremeneti) fakat zamanla bakıldı
ki göç yoğunluğu bu komisyonun sınırlarını aşıyor o
zaman kapsamı ve niteliği değiştirilmiştir.
Sizin
söylediğiniz gibi Osmanlı bu göçü planlamışsa stratejik
yerlere ne kadar insan yerleştirileceğini bunun içinde
ne kadar insana ihtiyaç olduğunu hesaplayamamış mıdır
ve Osmanlı ile Rus arasında sizin belirtmeye
çalıştığınız bir ittifak varsa bunun niçin yazılı
metinleri yok? 1860'da yapılan anlaşmada ise 40 bin
kadar Müslüman Dağlı'nın güç durumda oldukları için
Osmanlı'ya göç etmek istedikleri gerekçesiyle Abdülmecit'ten antlaşma
koparılırmış Abdulmecit ve Osmanlı
40- bin dağlıya aşamalı olarak göç onayı verdiğini
düşünürken, Rus'un daha sonra yapacağı etnik temizlik ve
soykırım içeren sürgünler için meşruiyet zemini olarak
kullanacağı bilememektedir. Ve Rus'un gönderilen nota da
Çerkeslerin Osmanlıda sürekli kalmayacakları sadece hac
vazifesini yapacakları yutturmacasına neden gerek
duyulmuştur? Madem Osmanlı ile anlaşmışlardı ki
anlaşmaları gerekir, niçin Rus, metinlerde bu tip
kandırmaya yönelik yollara başvurmuştur? Osmanlı ile Rus
arasında mutlaka gizli anlaşmalar olmak zorundadır ve bu
göçler 1800'ün başlarına kadar gittiğine göre ve sadece
de Çerkeslerle ilgili olmayıp Tatarları-Nogayları da vs
kapsadığına göre tarihi yazılı kanıtları buharlaşıp
uçmuş mudur? Tüm bunlarla birlikte, şuan Anadolu'da
yaşayan farklı kimliklerden tüm etnik unsurların bu ve
bunun gibi işbirlikçi faaliyetlerle Osmanlıya göçüne
ilişkin çabalar gözden kaçmamalı, bunların arkasında
ifşa edici yazılı belgeler olmalıdır. Bırakın yazılı
belgeleri, bu göçe maruz kalmış etnik unsurlardan hiç
birinde bu durumun rahatsızlığına ilişkin bir durum
olmadığı gibi bunu destekler tarihi kanıtlar da yoktur.
Yine Çerkeslerin Rus baskısıyla küçük sürgün
diyebileceğimiz yerlere sürgününe ilişkin olarak
denilmek isteniyor ki. Rus'un çıkarına olmayan her şey
Osmanlı çıkarı için yorumlanacak fakat burada Osmanlının
çıkarı olmadığına göre bu küçük sürgüne karşı olmak
İngiliz'in çıkarına hizmet edecektir. Yani Rus'un çıkarına
olmayan Osmanlı'nın çıkarınadır ama İngiliz'in çıkarına
olan yine Osmanlı'nın çıkarınadır. İdeoloji güdümünde
tarihi psikolojik alt yapı oluşturmak imkansıdır lakin
asıl imkansız olan artık bu çarpıtılmış tarih anlayışı
ile insanımızın beynini bulandırmak (en azından bundan
sonra).
Burada yine şu tespiti yapalım görüldüğü gibi
ortada yine milletimiz yoktur Rus-Osmanlı ve İngiliz
vardır. Yani bizi ilgilendiren diğer meselelerde olduğu
gibi milletimiz birilerinin çıkarları için hareket
etmiştir. Milletimiz bir türlü diyememiştir ki; Rus
zulmünde hegemonyasında yaşamaktansa ölümüne savaşırız
ya da İngiliz'in Osmanlının çıkarları için değil sadece
kendi bağımsızlığımız için kendi istediğimiz yerlerde
yaşar ve gerekirse savaşır ve de ölürüz. (Bunu yaptıkları
için boyun eğmeyip savaştıkları için yinede Rus'un
sultasını kabul etmedikleri için ÇERKES GURURU sonsuza
kadar yaşama şansı bulmuştur.) Yani burada ıskalanan şey
milletimizi o kadar rencide etmektedir ki anlamak
ağlamanın tek çaresi. Bunun vicdan sahibi her Çerkes
tarafından cevaplanmasını istiyoruz. Bizim yaşadığımız
yerlerde yaşama tutkusu özlemi gerekirse seve seve ölme
aşkı birilerinin çıkarlarına alet olabilir mi? Bunun
için savaşmaktan daha doğal tepki olabilir mi? Niçin bu
en insani talepler yerine bizim tarihimiz birilerinin
uşaklığı şeklinde anlatılmak isteniyor ve buna isyan
etmek suç mu? Görüldüğü üzere bizim için en önemli olan
son dönem Çerkes-Rus savaşları bile insafsız
açıklamalarla İngiliz'in ve Osmanlı'nın çıkarları için
cereyan etmiştir ve savaş kararıyla Rus'un gösterdiği
yere göç edememenin derin acısını ve ortalama 50 yıl sonra
gelecek sosyalizmle buluşmayı sekteye uğrattığından,
ıskalanan ve daha sonra ideolojik geri dönüş projesine
hizmet etmek için dolgu malzemesi olarak kullanılma
adına yerini alacaktır. Son dönem savaşlarıyla ilgili
ikinci tespit ise birincini aratmayacak kadar
garipliklerle doludur. Yapılan tespitlerle milletimiz
savaşa kışkırtıldığı iddia edilirken aynı zamanda göçe
teşvik edilerek de akıl mefhumunu tümden devreden
çıkaran açıklamalar yapılmaktadır. Hem savaş hem göç et.
Hangisine inanalım? Elbette hiç birine çünkü hepsi yalan
ve bir zihniyete hizmet etmekte. Olsa olsa önce savaş
sonra göç et gibi bir mantık olur ama o da mukadder ve
alternatifsiz bir sonuç olacağından meseleyi
açıklayamaz. Milletimiz Rus'a baş kaldırıp savaşa
tutuştuğunda Rus'un gösterdiği küçük sürgün bölgesi de
alternatif olmaktan çıkmıştır çünkü büyük sürgün ve
küçük sürgün arasındaki seçimde milletimiz savaşı
seçerek küçük sürgünü de devre dışı bırakmıştır. Rus'un
istediği de dağlılardan tamamen kurtulmaktır böylece
büyük sürgünü arzulamaktadır ve akabinde yenilerek büyük
sürgüne maruz kalmıştır. Bu aşamada önünde hiçbir
alternatifin kalmaması karşısında Osmanlı'nın delicesine
kendi ülkesine göçürme faaliyetleri son derece
düşündürücü değil mi? Zaten hiçbir alternatifi kalmayan
insanımızın hangi seçeneği kalmıştı ki, Osmanlı
milletimizin kafasını çelme adına bu kadar yoğun
propaganda faaliyetine girişsin? Kıyı boyunca yığılmış o
kadar insanın gideceği tek yer Osmanlıyken söz de bu
propaganda faaliyetleri çok komik olsa gerek. Eğer
Rus'un
amacı Afganistan sınırında bir Çerkes devleti kurmak
idiyse sürgünün güzergahını Karadeniz kıyıları seçerek
kendi ayağına mı kurşun sıkmıştır? Rus'un böle bir amacı
varsa bile başına bela olan Dağlılardan kurtulmak için
Osmanlı'ya sürgünü çok daha cazip görmüştür. Demek ki
Osmanlı İngiliz adına Çerkesleri savaşa kışkırtarak
İngiliz hesabına çalışmaktadır. Peki bu kışkırtma ile göç
politikası ne zaman örtüşmeyi bırakıp Osmanlı lehine
hizmet edecektir? Çünkü hem kışkırtma hem göçe teşvik
aynı kefede buluşamayacağına göre bu saçmalığında Çerkes
tarihinde yeri yoktur. İnanılması gereken tek bir gerçek
vardır; bu savaşların hepsi milletimizin bağımsız
yaşamaya alışmış ruhunda ifade bulmuştur ve beslendiği
yer ise vatan özlemi, sevgisidir. Bunun içinde hiçbir
milletin yönlendirmesine müsaade etmeyecek hüviyettedir.
Yine
denilmiş ki; Rus'un gösterdiği yerlere göçtüğümüzde
uğrayacağımız kayıplar varsayımdan ibarettir.
Bundan
ortalama 50 sonra gelecek sosyalist SSCB'nin kucağına
düşmekte bu varsayım hangi öncülü, onu da cevaplayın bir
zahmet? Birilerinin derdi Rus'un gösterdiği yerlere göç
ederek milletimizin bekası falan değil 50 yıl sonra
gelecek sosyalist ideolojinin kucağına düşmektir.
Atalarımızın Rus'un istediği yere göç etmeyip savaş
kararı vermesinin en muazzam ve dile getirilmeyen sonucu
ise Çerkes'in kıyamete kadar sürecek bilinç ruh
dünyasındaki değişmeyecek olgudur. Bunun ne kadar
ürkütücü ve değiştirilemez bir olgu olduğunun kanıtı ise
ideolojik geri dönüş projesinin milletimiz nezdinde
buruşturulup çöpe atılmasıdır. Başka bir gerçek ise; bu
birilerinin, hiçbir zaman Rus'un gösterdiği yere göçle,
kavuşmayı umdukları sosyalizmi açıkça itiraf edememeleri
onun yerine bu sonucu Osmanlı'ya yıkarak en azından bu
yolda ideolojik geri dönüş projesine hizmet etme
düşünceleridir. Sırf Çerkeslerin Rus'un istediği yere
göçü sayesinde kavuşmayı umduğunuz sosyalizme hizmet
etmediği için Osmanlıyı da işin içine katarak tarih
yalancılığını, milletimizi de Osmanlının güdümü olmadan
bağımsızlık çabalarını hiçe indiren bu tarihi
budamanızı, hangi insaf ölçüleri açıklamaya yeter. tüm
yanıp tutuşmanın altında da bu tarihi gerçek yatıyor.
Yani Rus'un gösterdiği yerlere göç etme arzusu.aslında
bunun itirafını duymak bundan daha da önemli. Yapılan
tüm tarihi açıklamalar ve çarpıtmalar buna hizmet
etmekte. Kısaca Çerkesler için en önemli olan yani
akabinde vatanlarından sürülmekle neticelenen savaş
maalesef milletimizin bağımsız iradesinden değil
kullanılmanın değişik boyutlarından neşet etmektedir.
Birilerine göre; Rusların gösterdiği yerlere gitmiş
olsaydık ortalama 50 yıl sonra çok da güzel bir
sürprizle
karşılaşacaktık ama dikkatleri çekelim bunu hiçbir zaman
dile getirmezler çünkü bilmektedirler ki insanımız
ideolojiden nefret etmektedir. Bunu açıkça dile
getirerek Çerkeslik davası güdemezler onun için Rus'u
(sosyalist SSCB) sempatik göstermek adına önce dönemsel
farklılıklardan söz edilecek (Çarlık Rusya'sı, SSCB,
Rusya Federasyonu gibi ve aradan SSCB masumiyet timsali olarak
çekilecektir) sonrada yerine Osmanlı nefreti ikame
edilecektir. Tıpkı şimdi yapıldığı gibi.
Biz kimseyi bir
şeye inandırmaya çalışmıyoruz ya da Osmanlı sempatisini
yaymak gibi bir derdimiz yok. Biz kendimizi anlamak için
yaptığımız araştırmalarda bir çok tutarsızlık karşısında
altında yatan sebepleri araştırdık. Meselenin altında
yatan ideolojik gerçeği gördükçe bunun tarihi olaylara
nasıl yansıtıldığını ve yakın tarih ideolojik geri dönüş
projesinde nasıl hizmet ettiğini anladık ve bu
insanımıza dayatıldıkça insanımızın büyük meydanlarda
dönme hasletinin küçük meydanlara tutsak edilişi
karşısında isyanımız, hiçbir gücün karşısında eğilmemeyi
kendine yöntem seçti. Gelelim Çerkeslerin
yerleştirildikleri yerler meselesine biz orada sadece
Anadolu'ya göç ettirilen Çerkeslerden yani bugün dünya da
Çerkes nüfusun en kalabalık olduğu Çerkes realitesinden
söz etmiştik maden balkanlara yerleştirilen Çerkesler
dile getirilmiş ondandan söz edelim. Osmanlının
Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmesi zannedersek
birilerinin oldukça zoruna gitmektedir. Bu insanlar
istemektedirler ki, Osmanlı çöküşün içinde kaç cephede
savaşırsa savaşsın onlara istirahat için güney
sahillerinde bir yer tahsis edilirse pek memnun
kalacaklar. Oysa bu mümkün değildir ve milletimizin var
olma mücadelesi Osmanlının var olma mücadelesiyle kader
birliği etmiştir-örtüşmüştür ve milletimizin geri
çekilme süreci Anadolu'ya kadar gelip dayanmıştır.
Dayanıp da kaldığı yer ise milletimizin devleti olmak
zorundadır. Çünkü milletimiz Yahudi özellikler taşımadı
için hem bir devletin köşe başlarını tutup hem de
kuyusunu kazamaz ve İngiliz'in parlamento binasının
kapısında asılı olan İngiliz'in dostu yoktur, çıkarları
vardır gibi İngiliz zihniyetini gösteren yol ve
yöntemlerden arınmıştır. Lakin bu kader birliği içinde
yok oluşu durdurmak için bir savunma refleksi
oluşturulmak isteniyorsa elbette Çerkesler bu işin
önünde olacaklardır bunun içinde milletimiz için ille de
sınırın dibinde olması gerekmektedir yakın tarih Çerkes
realitesine bakarsanız tehdit karşısında cehenneme
dönüşmesi sınır dibinde olmakla alakalı olmayıp bizatihi
Çerkes ruh-karakter özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Şunu da belirtelim balkanlardaki Çerkesler yine Rusların
sayesinde ikinci bir göçe maruz kalmışlardır ama bunun
belirtilmemesi hep Osmanlıya giydirme Rus'u güzel günler
için saklama çabasının bir örneği olmalı. Çarpıtmalar o
kadar ayyuka çıkmış ki Osmanlı Çerkeslere rüştünü ispat
etmek için onları savaşın hiç olamadığı yerlere
yerleştirmiş olmalıdır ama yerleştirmiş olsaydı bile
birileri dilini her yere uzatacağını dilin çatallı
oluşundan biliyoruz. Şu yorumları tamamen yansız olarak
yorumculara bırakıyoruz; bizim yakın tarihimizde ki
olaylar karşısında bile gösterdiğimiz kahramanlıklara
birileri şüpheyle yaklaşmıyor mu? Bugün olsa aynı şeyi
yapmalı mıyız diye sorup o gün yapılanlar yok sayılmış
olmuyor mu? Sosyalist Kürt realitesinden (PKK) ve 80
yıllık sosyalist Rus tecrübesinden niçin övünçle söz
ediliyor? Bu düşüncelerin Çerkeslikle ne alakasının
olduğu açıklanabiliyor mu? Ruslarla yaptığımız bir çok
mücadelede özellikle de bizim için en önemli olan 1864
kadar süren savaşların nedeni olarak Osmanlı
kışkırtmalarını gösterilmiyor mu? Onu gösterdikleri için
Rus'un gösterdiği küçük sürgün bölgesine Çerkeslerin
itibar etmeyip savaşmalarını İngiliz ve Osmanlı'nın
çıkarlarına hizmet etmek olarak yorumlamıyorlar mı ve
burada aslında onların istedikleri yere göçmenin ortalama 50
yıl sonraki sosyalist düşünceyle buluşmak fırsatının
tepilmiş olmasından dolayı kahredici bir hal içinde,
ideolojik geri dönüş projesine dolgu malzemesi olarak
kullanmaya çabalarken, ideolojiyi geri plana itip ve Rus
düşmanlığı (sosyalist SSCB) yerine Osmanlı düşmanlığını
ikame ederek kendini kamufle etmiyor mu? Hepsinden
önemlisi de bu mücadelelerin hepsi Osmanlı'nın ve
birilerinin kışkırtmaları olarak gösterilerek bizim
nerede ne zaman kendi milletimiz için mücadele ettiğimiz
sorusuna cevap verebiliyor mu? Böylece biz delik deşik
edilmiş uzak-yakın tarihimizin neresinden tutalım?
Neresini yüreğimize sokalım, oradan bir yol bulalım,
neresinden beslenelim, büyüyelim?, neresinden gurur
duyalım? Hepsi bir muamma olarak milletimizin bilinç
duvarlarını zorlamıştır. Oysa ki Rus bize teklifi
sunduğunda, milletimiz bağımsızlık için tıpkı şimdide
olsa aynısı olacak olan duygularla ayağa kalkmış
sebeplerin-maddenin açıklayamadığı yerde açıklayıcı
olarak ortaya Çerkes ruhunu koyup altına mührünü basmayı
da bu yüksek ruhun temsilcisi olan gelecek kuşaklara
bırakmıştır. Çünkü bu kararla savaşa tutuşmuş yenilmiş
ama Rus'un boyunduruğunu kabul etmemiştir ölümü kabul
etmiş, belirsizliği kabul etmiş ama Rus sultasına boyun
eğmemiştir o boyun eğmediği için bugün bizde eğilmeyen
başımızla, bu kapanmayan yolda sonraki kuşaklara
eğilmeyen bir baş bırakmak istiyorsak küçük meydanlarda
değil büyük meydanlarda dönmeyi uzak-yakın tarihin
icazeti altında formüle etmek zorundayız. O derneğe bu
cümbüşe kafamızı sokarken, bunlar kafamıza sokulsaydı ne
yapacağını bilecektik. Böylece arkadan gelenler sadece
önde gidenlerin izine bakarak hizaya gelecek Çerkes'in
tarih içinde ki yürüyüşü tam bir nizam, uyum, ahenk
içinde varlığını sürdürecekti. Belirtilen diğer bir
husus ise Çerkeslerin sürgünden hemen sonra geri dönme
çabalarının Osmanlı tarafından engellenmesine ilişkin
yazılanlardır. Burada yazılanlar ve yazılmayanlar
ışığında bu realite birilerinin gerçeği değil husumet
doğurucu amaçlarına hizmet edecek şekilde yansıtılmasını
açıklayalım. Öncelikle Çerkeslerin geri dönmesini
istemeyen ve bu yolda önlemler alan Rus'tur dolayısıyla
Osmanlı'nın böle bir çabası varsa bile bir anlamı yoktur.
Çerkesler sınır dışı edilse dahi Çerkesleri kabul edecek
bir Rus anlayışı mevcut değildir.
Sürdüğü bir milleti
geri kabul etmeyerek zulmünü tescilleyen yine Rus'tur.
Bugün oraya gidip bağımsızlık talebinde bulunsak
karşımıza dikilecek yine Rus'un olması gibi. Osmanlı'nın
engellemeleri gibi gösterilen şeyle, sırf askeri
gücünden dolayı topraklarına kabul ettiği Çerkes
realitesini, baskı altında tutarak Osmanlı adına nasıl
bir fayda sağlanacağı öngörülmektedir acaba? Çerkeslerin Osmanlı içinde, Osmanlı adına yaptıkları
mücadelelere bakılırsa böyle bir dayatmaya, zorlamaya
müsaade etmeyecek şekilde meselenin içselleştirildiğini
görebilirsiniz. Bununla birlikte münferit olaylar o
yoksulluk şartlarında doğal karşılanabilir ama kimse
Çerkeslerin geri dönmek için çıkardığı ayaklanmalardan,
devlete başkaldırmalardan söz edemez söz edemediği gibi
Çerkeslerin devlet yapısında çekirdek unsur olmaları
hiçbir yoruma yer vermeyecek şekilde sorunu çözmektedir.
Birileri Çerkeslerin devletleşme sürecini, geri dönüş
projesinde en büyük engel olarak gördükleri için
Çerkeslerle Osmanlı'nın ya da mevcut devletin arasında
bir çatışma olduğu intibaı bırakıp toplumsal inhiraf
oluşturma çabalarıyla tıpkı diğer meselelerde olduğu
gibi belli bir amaca hizmet etmektedirler.
Kısaca
belirtildiği üzere milletimiz yaşanan topraklarda baskı
ve zulme uğrasaydı, yapmak istediği şeyler engellenseydi
ve bu kolektif bir bilince ulaşsaydı Çerkeslerin bugün
mevcut devletlerle bu kadar barışık hatta azınlıklar
içinde en barışık millet olma özelliği bu merhalede
olamazdı. Osmanlı'nın ırkı ya da ümmet özelliklerinden
kaynaklanan gerçeklerle günah çıkarmaya ihtiyacı
olmadığı gibi vicdanını rahatlatmakta birilerinin
talihsiz açıklamalarıyla değil miras olarak bıraktığı
hinterlandın bugün dahi Osmanlı'ya bakışıyla ilgilidir.
Bu bakışı görmek isteyenlere bu hinterlandın tüm
köşelerinde dolaşmalarını ve kanaatleri öğrenmelerini
tavsiye ediyoruz ve akabinde İngiliz'in-Rus'un-Fransız'ın
(özellikle Rus'un) bir şekilde eli uzanmış yerlerde aynı
kanaatler için dolaşılmasını tavsiye ediyoruz gerçeği
sadece bunlar söylesin. Eriyik bir zihniyet uğruna Rus'un
bir gün gelip bu kadar alkışlanacağı, karşısında saygıdan
iki büklüm olunacağı bizim milletimizin kabul
edebileceği bir gerçek olamaz. Bu açıklamayı da sözde
ümmi çıkarlar için Osmanlı'nın milletimize
kaybettirdikleri safsatasıyla milletimizi topraklarından
söken-atan-etnik temizliğe maruz bırakan Rus'u görmeyip,
Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ithafen sunuyoruz.
Analizatör
16.03.2007
Sizler bir
gurupsunuz, hiçbiriniz Çerkes değilsiniz. Yazdıkça
dağılmış, dağıldıkça yazmışsınız. Yazdıkça
yazdığınız, dağıldıkça dağıldığınız gereksiz satırlar
aslında çok basit.
Kısaca diyorsunuz ki; bizler Rusya ve
Rus düşmanıyız. Sosyalizme zaten düşmandık. Sizin başınıza
gelenle Osmanlı'nın bir ilgi ve alakası yoktur. Böylesi
bir gavurun ülkesine dönüp ne yapacaksınız? Nereden çıktı
bu zıkkım dönüş meselesi? Ne güzel idare
ediyorduk.
Dedikleriniz bunlar ama diyemediklerinizi
sizin yerinize ben dile getireyim.
Rusya ile bir problem
olduğunda size Avrasya gemisi kaçırtıyor, otel
bastırıyorduk, adam yolluyorduk Çeçenistan'a, daha bir yığın
planı niye sıkıntıya sokuyorsunuz, oturun oturduğunuz
yerde. Nereden çıkarıyorsunuz dönüş saçmalığını?
Yazdıklarınızın tümü bu kadar kısa aslında.
Sahi, sizler
kimlersiniz?
Denetim Kurulu
24.04.2007
Sayın Yeldar Barış Kalkan'ın isteği üzerine konu başlığı
kapatılmıştır.
Denetim Kurulu
|