...................
...................
ÇAĞRIMIZ SİZEDİR   -3
Yeldar Barış Kalkan
18 Temmuz 2006
                         
...................
 
...................
CircassianCanada Notu: Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir.
                     

Meshpev
29.07.2006

Kendi tarihimizi nasıl basite indirgediğimizi ve çeşitli evreleri olan mücadele tarihimizi kendi kendimize nasıl hafife aldığımızı hayretler içinde izliyorum.

Bu mücadelenin din eksenli olduğu ve Çerkeslerin sadece kullanıldıkları için savaştığı ve göç ettirildiği iddiası ne şekilde tanımlanabilir bilmiyorum. İşbirlikçilikten bahseden insanların, bir zamanlar Rus şovenizmini bertaraf edememiş sosyalist rejiminin, bir zamanlar katlettikleri Çerkeslere onları neden katlettiklerini anlatan tarih kitaplarında veya eğitim müfredatında geçenleri birebir burada aktarması ile ilgili yorumsuz kalmak daha sağlıklı olacaktır.

Ancak, yorumsuz kalınamayacak çok şey var. Kendi tarihini magazinselleştiren bir toplum ne kadar varlığını sürdürebilir? Öyle ki, yazan insanın bile tamamen bir iddia olduğunu belirterek aktardığı bilgilerin veya rivayetlerin, pek bilinmediği düşünülerek birebir kesin tarihi veri olarak verilmesine ne demeli?

J. F. Baddeley’in İmam Mansur’un maceraperest bir Dominik papazı olan Battista Boetti olduğu hatta Kafkasya’ya çıkmadan önce heyecan olsun diye Kürt isyanına önayak olmaya çalıştığı v.s gibi iddialarını yazan insan bile birer ‘’iddia’’ olduğunu belirtirken ‘’haklı çıkalım da nasıl olursa olsun’’ huyumuzdan vazgeçemeyip tarihimize kesin veri olarak yamamak bize ne kazandırır onu anlamıyorum. Tarihe magazin penceresinden bakmak klasik huyumuzdur zaten Atlantis Uygarlığı Çerkes'miş, Tuareglerde Çerkes'miş, Anaç Dil Abazaca'ymış, Hz. İbrahim’de bizdenmiş v.s v.s

Dökülen kanların muhasebesini tutup, onlardan övünç kaynağı çıkarmaya her zaman karşıyımdır ama en azından o insanların mücadelelerinin bu derece basite indirgenip, kullanılma, işbirlikçilik v.s gibi tanımlamalar yapılmasını talihsizlik olarak nitelendiriyorum. Saygıyı hak eden bu mücadeleyi, savundukları fikirlerin babası olarak nitelendirilen Karl Marks bile dünyaya örnek olarak gösterirken bizim kendi tarihimizi çürütmeye çalışmamızı anlayamıyorum.

Ayrıca Çerkeslerin Çeçenler ve Dağıstanlılara oranla çok daha kalabalık olduğu Şamil’in halkını kırdırmamak için teslim olduğu İslamiyet'in Çeçenler ve Dağıstanlılar arasında daha yaygın olmasına rağmen pek göç vermedikleri iddiası var.

1) Şamil’in her şeyin sonunun geldiğini anlayınca naibi M. Emin’e haber göndererek Çerkesler arasına gitmenin nasıl bir fikir olduğunu sorduğu ve M. Emin’in bunun iyi bir fikir olmadığı cevabıyla artık Şamil’den bağımsız kalacağının, yani benden sana fayda yok dedikten sonra 1859'da teslim olduğunu hatırlatırım.

2) Bir süre sonra M. Eminin’de sonu görerek teslim olduktan sonra oluşturulan halk meclisini hatırlatırım. Bu meclisin toplanmasında David Uruquart’ın ve diğerlerinin çalışmalarının da etkili olması inkar edilemez fakat Çerkeslerin mücadelesi Rusya’nın rakipleri olan İngiltere ve Osmanlı’nın dikkatini çekmişse bu mücadele zaten varken istifade edilmek istediğinin ispatıdır. Bu bir siyasettir Rusya Çerkesya'yı keşfederken Altınordu'nun hizmetindeydi ama iyi bir siyasetle tüm bölgenin hakimi olmuşsa bu siyasetinin ve çıkarlarını iyi gözetmesinin sonucudur. Dolayısıyla Çerkeslerin çıkarları itibariyle Osmanlı ve İngiltere'nin yardımını kabul etmesi işbirliği değil ‘’siyasettir’’ devlet diplomasisi ile delikanlılık raconu ayrı şeylerdir, Çerkes önderleri ‘’hayır biz kendi kılıçlarımızdan başkasına güvenmiyoruz, kendi meselemizi kendimiz çözeriz’’ mi diyeceklerdi? Bir umut şanslarını denemişler mücadelelerine farklı bir ivme kazandırmak istemişlerdir. Bunun dışında sırf işbirliği yapmış olalım diye işbirliği yapılmış değildir.

3) Kbaada, Hodz’u hatırlatırım öleceklerini bile bile savaş alanına giren teslim olanları bile katledilen binlerce kişinin hepsi Müslüman mıydı?

4) Ruslar tarafından serbest bırakılır bırakılmaz Osmanlı Padişahı'na giden Şeyh Şamil’in sırf kendi halkını kırdırmamak için teslim olduğu ve kullanılanların Çerkesler olduğu teorisinin bu İstanbul ziyareti ile kıyaslandığında son durum nedir? Evet Şeyh Şamil’in İstanbul'a saraya gitmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Sonuçta aynı dine inanan bir padişahın, yardımları bazen de kendilerine karşı hataları olan ülkesine gitmiş. Bunda bence sorun yok ama komplo teoricilerimiz bu duruma ne der onu merak ediyorum, Lawrence birdi iki mi oldu? Şeyh Şamil için bile İngiliz ajanı dendiği oldu. Bu iddiaları hatırlatırım.

5) Hac ibadetinden sonra onca mücadele ettiği vatanına dönmeyen Şamil’in bu tavrını komplo teoricileri nasıl değerlendirir? Bana sorarsanız; özgürlüğü için savaştığı bir ülkenin esaret altındaki halini görmek istememek ama teoricilerimiz ne düşünür bilemem.

Sayın çok çağdaş, çok demokratik Çerkesler; kimse, kimsenin fikrine müdahale etme hakkına sahip değil çağdaş, yobaz, demokrat veya ateist, bizi bir arada tutan kavram Çerkeşlikse bunun etrafında toplanmak ve toplumsal yapılanmaya faydası olacak siyasi birliği buna göre güncellemek gerekirken biz tam tersini yapmaya çalışıyoruz. Bazı kavramlar ortaya atıp Çerkesliği bunlara göre şekillendirmek istiyoruz. Bunun hengamesi ile bölünmüş olmak bir yandan, tepkisel olarak apolitize olmak bir yandan, türlü türlü zararını çekiyoruz. Siz tarihten bir kök, bir temel silsilesini devralmış emanetçilersiniz adı olan bir halkınız ve binlerce yıllık bir kültür bakiyeniz var.

Siz bir kavram veya rejim tanımı yapıp buna göre Çerkesliği şekillendirmek isterseniz, sonuç hüsran ve parçalanmışlık olur.  Ancak ana parametre olarak kendi değerlerinizi koyup, alt başlıklar olarak dünya düzeninde var olan ve diğer toplumlarda sonucu müspet olan sosyal yapılanmaları sistemli bir şekilde tatbik ederseniz ve kendi değerlerinizi göz ardı etmeden bunları sosyal hayatınız ve siyasi yapınıza güncellemelerle entegre ederseniz, kazanan siz ve biz oluruz. Aksi takdirde tüm gelişmemiş toplumlarda olduğu gibi ‘’aşı tutmaz’’, tıpkı antibiyotik aşısı öncesi alerjiye karşı analiz yapıldığı gibi önce kendinizi tartmalı size dayatılmış şeyleri değil size faydalı olacak olanları özümsemelisiniz. Yoksa ‘’herkeste var bizde yok’’ sığlığıyla sırtlanılan hiçbir düşüncenin rejimin bize faydası olmaz.

Yahudilerin toplumsallaşmasını örnek alırsak bize iyi bir ders olacaktır. E şimdi bizde mi arz-ı mevduda inanalım Filistin'de toprak satın alıp çoğalalım diye birebir kopya almak, sosyalizm radikal İslam veya radikal dincilik, demokrasi v.s gibi kavramların hangisine inanıyorsanız inanın farklı olmayacaktır. Hazmetmeden, kendi değerlerine göre şekillendirip güncellemeden aldığınız, özümsediğiniz kesinlikle hüsran ve fiyasko yığınından başka bir şey olmaz... Örneğin dizel yakıtla çalışan bir arabaya süper benzin koymak gibi bir durum. Sizin sisteminiz neyi kaldır, yapınız neyi kaldırır? Toplumsal değer bakiyeniz ne derece etkin, ne derece hayati? Bunları göz önünde bulundurmadan, tepeden inme paketleme sistemlerle ‘’bir de buna bakalım’’ acemiliğine düşmek; hesaplanmamış bir çok sorunu -hatta felaketi- yanında getirir.

Peki nedir bu dolaylı olarak dayatılan kavramlar?

Laiklik, çağdaşlık, terörizm, liberalizm, demokrasi, ırkçılık, hümanizm v.s.

Bunlar gelişmiş toplumlarda geniş bir uygulama alanı bulabilir. Halkın eğitim seviyesi, refah düzeyine paralel olarak bahsi geçen kavramların amaçladığı insani şartlara ayarlanabilir. Tüm bu kavramlar insanlar tarafından, insanlar için oluşturulmuştur. Kimine göre terörizm diye nitelendirilen şey başkasına göre direniştir. Bu kavramları meydana getiren şeyler toplumların ihtiyaçlarıdır. Hiç kimse önce kavramı kelime, olarak ortaya koyup, içini fikirler sistematiğiyle doldurmaz. Dünya üzerinde refah düzeyi yüksek toplumlarda demokrasi, rönesans, sanayi devrimi, v.s gibi gelişmelerle oluşmuş kronolojik şekillenme ve sistemleşme görülürken. Bizde direkt ‘’Batılılaşma’’ gibi eziklik ve kompleksle bezenmiş bir noktadan yola çıkılmış olmasının getirdiği acemilik ve eline yüzüne bulaştırma durumu var.

Bu ve benzeri fikir sistemleri genelde içi başkaları tarafından doldurulmuş, tanımının çerçeveleri dünya düzeninde hakim olan güçler tarafından çizilmiş oluyor. Ve gelişmemiş toplumlarda bu kavramların uygulayıcıları veya dayatıcıları infaz memuru psikolojisiyle halkın durumunu değerlerini refah düzeyini eğitim düzeyini göze almaksızın dayattıkça dayatıyorlar, insanların yüzyıllardır geçirdiği veya geçiremediği sosyal gelişme zerre kadar göz önüne alınmadan bir robotun beynine parametreler yükler gibi bu kavramlar zerk edilmeye çalışılıyor.

Bu kavramlar ortaya koyanların adıyla değil de, güç sahibi kişiler, rejimler ve ülkelerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda şekil alıyor. Gücü elinde bulunduran bu çevreler istedikleri dünya düzeninin infaz memurlarına bu şekilde bir şablon veriyorlar. Genel dünya düzeninde güncellenmesi sadece güçlü olanlar tarafından mümkün olan ve güçlü olanların şekillendirebildiği tabulaşan eleştirilmezleşen insanı değerlerin en üst noktası olarak empoze edilen bu kavramlar karşısında aksi fikir ve yaşantı tarzı ‘’kötü, gerici, habis, gayri insani’’ oldukları imajı ile bilinçaltlarına çizilerek tercih hakkını, sistemli bir şekilde oluşturulan veya güç odaklarının çıkarları doğrultusunda şekillendirilen ‘’kabul gören’’ şartlardan yana kullanmak zorunda bırakılmış toplumlar oluşturuluyor. Direkt değil de; oluşturulan şartlar ve kabul gören kavramlarla toplumun hiçbir düzenini, örfünü, adetini, tarihini, kimliğini göz önüne almaksızın sorun teşkil etmeyecek ve sistemin bir parçası olabilecek bireyler yetiştiriliyor. Tıpkı büyük sistem sosyalizmin (!) 70 sene boyunca Votka'yı sisteminin hayat suyu yapıp, insanların beynini uyuşturması gibi, tenekeyi ısıtıp çıkan boyasını Votka yerine içmeyi içine sindirebilecek kadar beyni uyuşan Kızılordu askerleri o yüzden 5-7 sene boyunca askerlik yaptırılabildi.

Biz yok olmadıysak, Votka yüzündendir, diyen Çerkesler her yönden inanılmaz bir baskı altındayken sabah kahvaltılarında bile Votka içebilecek kadar serbest ve istekli olabilecek gibi neden içkiye ve amaçsız bir hayata teşvik edilmişlerdi? Alman ordularının önüne sadece set olmak üzere yem olarak atılan binlerce köylü sosyalizm çarkını kanlarıyla döndüren birer piyon olmak yerine yobaz veya gerici ya da çok ilerici ve çağdaş olsalardı ne fark edecekti? Hiç… Onlar ölü ya da sağ sisteme lazım olabilecek bireylerdi lazım oldukları yer Alman tanklarının önü olduğu için oraya atıldılar. Sağ olanları votka içen iyi birer yoldaş oldular. (Olması gerektiği gibi.)

ALINTI: Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de ilgilendirmiyor. Düşmanını dostunu hangi kritere göre değerlendiriyor ona bakmak lazım’’. Düşman, düşman arama, dış düşman, iç düşman, geçmişteki düşman, gelecekteki düşman.

Şovenizm veya baskıcı rejimlerin kronik huyudur bu. Kitleleri bir arada tutmak ve onları çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen rejimlerin topluma bir korku, paranoya yayıp bu tehlikelere karşı kendisini ve kendisinin değerlerini garantör kılması devam ede gelmiş dünya düzeninin bir parçasıdır. En basit örneği ABD’nin yönlendirmeleriyle 1950'lerden başlayan ve yer yer komik bir hal alan Türkiye’deki komünizmle mücadele, hatta ben çocukluğumdan hatırlıyorum ‘’bugün Sovyetler savaş kararı almış, ilk başta da bizim Kayseri'yi vuracakmış, burası çok önemliymiş onlar için çünkü Türkiye’nin tam ortası’’ gibi direkt devlet tarafından yönlendirilen asparagas söylentilerle komünizmle mücadele ediliyordu.

Halka bırakılan komünist intibası yer yer hakaret edileceğinde ‘’komünist’’ denebilecek kadar menfiydi. Komünizm rejiminde yaşayan insanlarda kendilerini dünyanın en refah en ileri toplumu olarak biliyordu hatta öyle ki Türkiye’deki insanları insan yiyen ilkel insanlar olarak bilenleri vardı. (Canlı örneğine şahit oldum birebir dinledim.) Yukarıda da; minyatür olmaktan öteye gidemeyecek, Çerkesler arasında oluşturulması düşünülen çağdaş (!) fikir ve icraat sistemi de, savunucularının amaçları doğrultusunda benzeri bir şekilde gündeme getiriliyor.

Düşman, gerici v.s gibi tanımlamalar bilinçaltlarında kıyas ettirildikten sonra, önerilen sistem veya fikriyatın müspet noktaları destansı bir şekilde anlatılarak dost ve düşman ayrıştırmasından rakamsal üstünlük kurmuş vaziyette çıkılmak isteniyor. Ama mutlaka bir düşman olmalı düşman olmazsa yandaş olmaz. Düşman….

Peki neden bir düşmanımız olması gerekiyor? Rusların düşman olmadıklarını, ‘’sırf sözlerini tutmak için’’ Kafkasya dağlarını kana boğan ‘’dürüst’’ savaşçılar olduklarını varsayalım. Ve düşman değillerdi (!) Osmanlı çıkarları söz konusu olunca bizi sürgün ettirdi diyelim. Buraya kadar hafızamızı ve tarihimizi bir çırpıda sıfırladık, peki şimdi bize neden bir düşman lazım? Ve neden bir Çerkes'in düşmanı, diğerine dost olabiliyor. Veya dostu düşman, durum bu kadar kötüyse ve bizi bir arada tutan kavram (Çerkes olmak) tercihlerimizi yaparken bu derece önemsizleştiyse.
Herhangi bir dost veya düşman yüzünden ondan vazgeçebileceksek Çerkes olmanın anlamı ne?

Kısacası Çerkeslik mutasyon geçirmiş bir ucubeye döndürülmek isteniyor ‘’ilerici yobazlık’’ denilebilecek bir tutumla yaşadığımız ülkede yaşanan sorunların minyatürleri bize yansıtılmaya çalışılıyor. İslamiyet’e cebren suç bulunabiliyor ‘’türban denen örtü’’ diyerek insanların uhrevi inançlarına kılıf biçme ve basitçe eleştirip fişleme çağdaşlığın ve çağdaşlık için mücadelenin gereği zannediliyor.

Bunları bırakıp akıl, mantık ve dünya düzenine uygun bir şekilde toplumsallaşmak gerekiyor. Bunu birbirimizin dostu veya düşmanı üzerinden değil de, birbirimizi düşünerek yapalım. Siyasallaşmaysa; bize en uygununu toplumsal uzlaşıyla sağlamak gerekir. Yoksa dayatılan hiçbir fikir bütünü sağlıklı sonuç vermeyecektir.

Saygılarımla.

 

Mahmut Bag
01.08.2006

Selamlar,

Sayın Cemil,

Şeyh Mensur hakkındaki bilgilere " Neue Solidarität Sonderdruck Dezember 1999" adlı dergide ulaşabilirsiniz. Burada ek kaynaklarda verilmiştir.

Sayın Talebe, yazımda söylemek istediğim söz konusu güçlerin vatanımızdan sürülmemizin sorumlusu oldukları değil, bu güçlerin kendi çıkarları peşinden koştukları ve bizim bunların oyunlarını bozamadığımızdı.

Sayın Meshpev'in olayları istediği gibi algılayarak, hoşuna gitmeyen noktaları görmezden gelerek, Votka, padişah, Şamil vs konularındaki duygularını, tarihi gerçeklikler olarak sunduğu yazısına söylenebilecek fazla bir şey yok.

Bu forumun konusu Yeldar kardeşimizin varlık mücadelemizdeki sorunlarımıza somut çözümler üretebilmek amacıyla, bu mücadelenin önünde engel olarak gördüğü gerici-işbirlikçi unsurlardan arındırılmış yapılanmalara davetiydi.

Bende tarihten, gönümüzden, örgütlenmelerimizin yapılarından verdiğim örneklerle görüşlerini paylaştığımı ifade ettim. Fakat başından beri konunun başka noktalara çekilmek istendiğini ve konu hakkında birçoğumuzun net olarak hiçbir şeyin söylenmediğini ifade edebilirim. Bir yere varmak istiyorsak buradaki konumuz "dönüşçü yapılanma" hakkındaki görüşlerimizi gerekçeleriyle, konuyu dağıtmadan net bir şekilde ortaya koymamız gerekmektedir. Böylece kimlerin ne istediği somut olarak ortaya konmuş ve aynı amaçları olan kişilerin, kösteklerinden kurtularak amaçları doğrultusunda güç birliği yaprak verimli bir şekilde çalışmalarının önü acilmiş olur.

Sağlıcakla.


 

Lışe
01.08.2006

Yani öyle bir çağrı yapmışsınız ki, sanki siyasi parti kuruyorsunuz...

Şu sitedeki insanlar ne için buraları ziyaret ediyor, sizin çağrınız ne amaç güdüyor anlaşılır gibi değil... Buralar siyaset yapılacak mekanlar değil bence. Herkesin kendi dünya görüşü farklı olacak. Bizim Çerkes olmamız ortak noktamız. Her dünya görüşüne sahip insanımızı birleştirecek çok güçlü gelenek göreneğimiz var. Anavatana giderken sadece kendiniz gibi dünya görüşü olanları mı götürmeyi düşünüyorsunuz? Hakiki bir Çerkes'le ben her şeyimi paylaşabileceğime inanıyorum dünya görüşü ne olursa olsun. Yeter ki, bizim kültürümüzle yoğrulmuş olsun...

 

Gönen-Abzegh
01.08.2006

Tüm Çerkesler hepsi aynı olmadığı için her meseleye de aynı zaviyeden bakamazlar dolayısıyla Çerkesler içinde değişik dine-ideolojiye-vs. farklılıklara mensup insanlar mevcuttur. Yeri gelmişken dost-düşman ya da ille de bir düşman olmalı mı sorusuna da değinelim. Mesele sadece kelimelerin anlamında saklı dost-düşman yerine siz menfaat-menfaat uyuşmazlığı gibi kelimeleri ikame ederseniz gri-flu tablo biraz daha netleşir.

Çeçen-Rus çatışmasında menfaatlerin çatışması gibi menfaatlerin çatıştığı yerde düşmanlık, çatışmadığı yerde en asgari dostluk ortaya çıkıyor. İlle de bir düşman olmalı mı? Sorusunun yerine hep menfaatler örtüşür mü? Sorusunu sorarsak mesele daha iyi anlaşılacaktır. Bu soruya elbette menfaatler örtüşmüyor ya da her zaman örtüşmüyor diye cevap verilebilir. Kendi zaviyemizden bakarsak tüm Çerkeslerin ana yurda dönmesi ve tam bağımsızlık altında bunun gerçekleşmesi ile Rusya'nın bunu menfaatleri açısından tehdit algılayıp-algılamaması arasında menfaatler arası örtüşme önemli. Geçmişte bir menfaat uyuşmazlığı yüzünden topraklarımızdan ayrılmak zorunda kaldık Rusların sıcak denizlere inme çabası ile bizim topraklarımızı terk etmek istemeyişimiz hep bir menfaat çatışmasının sonucunda gerçekleşmiştir. Bugünün şartlarında dahi menfaat örtüşmesi mümkün değildir. Menfaatlerinizi dayatmak için ciddi sorunları göze almanız gerekmekte. Şimdi hem böle bir amacınız varken ille de düşmanımız olmalı mı diye sorarsanız sizin ille de menfaatlerinizin olması gerçeği tartışmalı hale gelir. Sizin anayurda dönme isteğiniz devam ettiği sürece Rusya ile menfaatleriniz çatışacaktır. Rusya istediğiniz tüm şartları kendi aleyhine menfaatlerini geri çekerek kabul ederse sizinde düşmanlık duymanıza gerek kalmaz.

Bugün Filistin de olan sadece iki milletin menfaat-menfaat uyuşmazlığı çerçevesinde değerlendirilse de orantısızlığın insanlar üzerinde oluşturduğu travma o kadar basit açıklanamaz. İnsan için kaybettiği şey ne kadar büyükse acısı da o kadar derin oluyor ve insanlar-toplumlar, masa başında yapılan menfaat hesaplarının yeri geldiğinde üzerinin çizilebilmesi gibi içlerindeki acıları silip-çizip atamıyorlar. Bu arada bizim kaybettiğimiz şeylere karşı bu duyarsızlığımızı nereye sığdırmalı onu da umuma havale ediyoruz. Milletimiz kimsenin topraklarında gözü olmamış ne sıcak denizlere inmek istemişler ne de Osmanlı'ya yerleşmek ama gün gelmiş Rusların menfaatlerine karşı her milletin göstereceği asgari menfaatler için savaşmak zorunda kalmışlar bugün dahi bu savaş değişik boyutlarda devam etmekte Rusya süreç içindeki misyonunu hiç unutmadı rejimler değişse de menfaatleri hep aleyhimize gelişti ve gelişe gelişe bugüne kadar geldi peki bizim sadece topraklarımızı savunmak olan, kaybettiğimizde de geri almak olması gereken ya da buna yönelik çabalardan müteşekkil misyonumuza, ne oldu?(öle bir misyonumuz hiç olmadı ama varolan misyonumuzu da yazıp can sıkmayalım) Bundan kastımız tankla tüfekle mücadele değil ya da gidip toprak satın almak da değil ama M. Akif'in bir mısrasında dediği kadar “ağlayamassın bari gülmekten utan” bile olmayan duyarsızlığımızla, karşımızdakini düşman algılamasak ne olacak menfaat hesabı gütsek ne çıkacak.

Onların yaşamının başladığı yerde senin can damarlarına ot tıkanıyor şimdi ister düşman olarak algılama istersen menfaatlerimizin örtüşmediği millet de. Gerici işbirlikçi diyerek geçmişi ve dahi bugüne sıkılan kurşunların hedefi belli olmadığı için geçmişte ve dahi bugün de yaşamış-yaşayan bir çok insanı yaraladığı, ideolojik kimlik tespitinden sonra zıt kutupların Çerkeslik mücadelesi yapamayacağı, gerici-işbirlikçi sınıf ile ideolojik kimlik arasında hiçbir sınıfa yaşam hakkı tanımayarak aradaki sınıfları kendi bünyesine de dahil etmediği için gerici–işbirlikçi sınıfa ittiği defalarca yazılmış gelen tepkiler de rahatsızlığı ortaya koymuş. Bununla birlikte denetim kurulu uyarılmış ayrılıkları kaşıyarak bir yere varılamayacağı belirtilmiş tüm ısrarlara rağmen mesele kişisel özgürlükler bağlamında alkışlar altında devam ettirilmiştir. En sonunda denmiştir ki farklılıkları kaşıyarak bütünlüğün zedelenmesi rağmen bunlara izin verildiğinden bu olayı etkinlikler hanenize katınız. Doğal olarak düşünülmüş tüm Çerkes sorunları içinde daha büyük olduğuna inandığımız sorunlar yanında işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması diye bir sorun tarihi süreçte göz önünde bulundurulduğunda, nasıl oluyor da en büyük sorun olabiliyor ve bu sorunu teşkil eden kişiler kim, amaçları ne?

Daha sonraki yazılarda ortaya çıkıyor ve deniyor ki; İngiliz Osmanlı ve bu yolda dinin kullanılmasıyla işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması ortaya çıkmış v.s. Bu tartışmalar hep 0smanlı-din-sürgün üçleminde yorumlayan kişilerin düşünce yapısına göre değişmiştir. Dinden nefret edenler Osmanlı'dan da nefret etmiş, hatta sürgünü Osmanlı'ya dayandırma aymazlığına dahi düşmüşlerdir. (Osmanlı'dan başka gidilebilecek bir ülke ismi sormuştuk fakat hiç cevap gelmedi. Çünkü cevap şudur; 1917-1864=53 yaklaşık ½ yy sonra Çarlık Rusya'sı yıkılacak yerine pırıl pırıl yeni açılımlara sahip tüm dünyaya halkların kardeşliğini haykıran yeni bir devlet kurulacaktır ve bu devlet misyonunu halklara zorla içirecektir öyle içerecektir ki içenler bir daha geri dönüş olmamak üzere benliklerini kaybetmektedirler. İçmek istemeyenler ise milyonlarca insanın kan nehirlerinde boğulup-ölüp gidecektir ama ama ne olurdu biraz daha dişimizi sıksak ya da oralarda kalmanın, en azından bu tarihe kadar Rusların gösterdiği yerlerde kalmanın, yolunu bulabilseydik ah bir yolunu bulabilseydik 80 yıllık sosyalist tecrübenin uzaktan seyircisi değil bizatihi yaşayanı-yaşatanı olsaydık, sosyalist Rusya devrilse de biz onu sonsuza kadar temsil etseydik ama ne yaparsın ki, kader devreye girecektir ve Çerkesleri bu tablodan çıkaracaktır oysa 50 yıllık bir sapma neleri değiştirecekti ama olmadı işte artık halkların kardeş kardeş olduğu bu tabloda Çerkesler yoktur kader niçin Çerkesleri bu tablodan koparmıştır bundan sonra sorulabilecek her soruyu ve cevabı meraklılarına bırakıyoruz). Bu saikle ya da başka nedenle de Çerkeslerin sürgün esnasında Rusların gösterdiği kontrol edilebilecekleri bir yere sürülmekle Osmanlı'ya göçe zorlanmak arasında kaldıkları belirtilmiş din adamlarının telkinleriyle Rusların gösterdikleri yerlere değil de Osmanlı'ya göçün gerçekleştiği iddia edilmiş (bu mesele burada dile getirilmese de Osmanlının entelijans faaliyetlerine ve Çerkesler içinde bunun işbirlikçi uzantılarına işaret etmesi açısından dile getirildi) ve sürgün sırasında yaşanan dramatik olayların sebebi Osmanlıya yıkılmıştır (iddialara göre Osmanlı Çerkeslerin askeri gücünden istifade etmek için göçü kabul etmiştir. Bu kadar insanın telef olmasına sebep olarak da bindiği dalı bıçkıyla kesmiştir) akabinde papaz olayı ortaya çıkmıştır (papaz o gün karıştırmıştır bugünde karıştırıyor) papazın dini sembolleri kullanarak Çerkesleri kandırdığı iddia edilmiştir. Bizde bu meselenin dinden ziyade dış politika açısından değerlendirilebileceği dış politika gerçeğinin ortaya çıkmasında Çerkes çıkarlarının dini meselelerden daha öncelikli olduğunu anlatmaya çalışmıştık v.s. En nihayetinde ortaya babacan tavrın çıkmasıyla mesele anlaşılmış ki, dost ve düşman yüzünden Çerkeslik üst kimliğinden vazgeçilemez. Yazının başında belirttiğimiz gibi insanlar hepsi aynı olmadığından göre farklılıklar kaçınılmazdır ama tüm farklılıklara rağmen üst kimlikte birleşmenin kuralları var. insanları ötekileştirerek bir üst kimlikte buluşmak mümkün değil nasıl ki zamanında sadece Çerkes olmak milletimizi bir araya getirememiş bugün dahi belli dengeler gözetilmeden Çerkes üst kimliğinde buluşmak kolay olamaz. Burada görünen her ne kadar dost-düşman algılamasından kaynaklanan fark olsa da asıl mesele değişik görüş, inanış, ideolojiye sahip insanların mevcudiyeti ve tabi insanları birbirinden vazgeçiren sebep yazılan şu sebeplerdir yoksa dost-düşman üzerinden yapılan tartışma bunun zahiri sebebini oluşturuyor. O zaman denmeli ki, müşterek amaçlarda buluşmanın tek yolu farklılığı olduğu belirtilen bu gruplar arasında farklılığı oluşturan unsurlar üzerinde çok hassas durulmalı-gerekli duyarlılık gösterilmeli. Yani her görüşten Çerkes'in üzerinde hassasiyetle durması gereken gerçek, başkalarının düşünce hayatına müdahale sayılacak söylemlerden uzak durmasıdır ve kendini Çerkesliğin tek temsilcisi olarak görmemesidir. Bununla birlikte bu sınırların ihlal edilmesi durumunda tepki göstermek en doğal bir insanı tavırdır meseleyi değerlendirmekle görevli kişiler devreye girmez ise babacan tavırlar meseleye el atacaktır.

 

Mahmut Bag
01.08.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Osmanlı suçsuz diyerek bilime sırtınızı dönerek, bir yere varamayacağınız muhakkak. Bu mantıkla en fazla konuyla alakalı ve alakasız duygularınızı düzensiz bir şekilde başkalarının empoze ettiği perspektiften yansıtabilir, hös görüsüzlük kısır döngüsünde dönüp durursunuz. Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak, enerjilerini amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli şekilde kullanmak isteyen akılcı insanlar tarafından kaale alınmazsınız. Aklın yolu birdir. Akılcı düşünemiyorsak uzlaşmamız ve bugünkü konumumuza en uygun çözümü bularak bu çözüme ulaşmadaki politikaları üretmemiz mümkün değildir. Bağımsızlık, düşman vb kavramları kullanırken bugün teknoloji yaratamayan sözde bağımsız devletlerin ne kadar bağımsız olduklarını ve bizimde ne kadar bilimsel yapıt, ne kadar teknoloji üretebildiğimize bakarak ne kadar bağımsız olabileceğimizi bir düşünün isterseniz.

Bu sözde bağımsız devletlerde yaşayan insanların özgürlüklerinin sınırlarına ve yasam standartlarına bir göz atmanız, yuvarlama tabirleri bir tarafa bırakarak ne istediğinizi netleştirmenizde size yardımcı olacaktır.

Koşulu akılcı düşünebilmek. Bugünkü koşulları çerçevesinde Çerkeslerin varlıklarını sürdürebilmek için yapmaları gereken nedir diye düşündüğümde; vatanlarında yoğunlaşarak benliklerini ve kültürlerini hiçbir sınırlamaya tabi kalmadan, özgürce kullanarak diğer halklarla birlikte, demokrasinin, özgürlüklerin, barisin ve hoşgörünün sınırlarını genişleterek yaşamaktan başka akılcı bir alternatif bulamıyorum.

Başkalarının yalnız ulusal benliklerine değil kişisel benliklerine de hoşgörü göstermemiz gerektiğini unutmamamız gerekir. Burada bir çocuk Rusça'yı sadece ikinci bir dil olarak okuyarak üniversiteye kadar gelebilir. İsterse üniversitede Adige dili, edebiyatı, tarihi vb okuyabilir ve edindiği meslekle çeşitli devlet kurumlarında çalışabilir. Halen burada üniversite öncesi okullarda Rusça konuşmakta zorlanan öğrencilerin sayısı çoktur.

Çerkeslerin benliklerini korumakta bu kadar özgür oldukları ve koruyabildikleri başka bir yer yoktur. Fakat bu özgürlüklerimizin dahi içini doldurmakta zorlanıyoruz. İsterseniz Türkiye'deki haklarınızın neler olduğunu ve nasıl bir eğitim aldığınızı, eğitim kurumlarındaki özgürlüklerinizi bir daha hatırlayın. Geçtiğiniz eğitim kurumlarının benliklerinizin ve akılcı, özgür düşünme kabiliyetinizin gelişmesine ne kadar katkıda bulunduklarını, hayata dair bilgilerinizi ne kadar arttırdıklarını, size nasıl bir mesleki beceri kazandırdıklarını, başkalarının haklarına saygı göstererek yaşamayı ne kadar benimsetebildiklerini bir düşünün isterseniz!

Sağlıcakla


 

Talebe
01.08.2006

Selamlar Cemil,

Biraz utandım doğrusu!

Utandım çünkü ben aslında fazla bir şey bilmem. Ki, bu nedenle kendime "Talebe" takma adını uygun gördüm ve biraz teorik-pratik birikimimin olduğu "politika" ve "örgütlenme" konuları dışında, yine bu nedenle, fazla bir şey yazmıyorum.

Neyse...

Aslında bu sayfada yazılan hemen her şey konuyla direk alakalı. Elbette herkes kendi birikimi ve politik formasyonuyla dile getiriyor düşüncelerini ama hala konu dışına çıkıldığını sanmıyorum. Dönüş'ün önündeki engeller neler olabilir veya hangi davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar verebilir? Bu soruyu cevaplamadan önce herhalde Dönüş'ün bizim için ne anlam ifade ettiğini netleştirmek gerekiyor.

Özellikle sayın Hatam'ın kuşağı bu konuyu yeterince tartıştı sanırım: Bir anavatanımız var ve anavatanda yaşayan insanlarımız. Ama çoğunluğumuz onlarca ülkeye dağılmış durumdayız. Ve bu ülkelerde asimile oluyoruz. Anavatanda yaşayan insanlarımızın sayısı az, kurumlarımız zayıf...

Diasporada ise içerisinde yaşadığımız ülkelerin insafına (!) kalmış halimiz.

Kısaca, yokluyoruz! Ötesi yok. Dönüş; ''işte, bu yok oluşu nasıl durdurabiliriz'' arayışları içerisinde ortaya atılmış bir düşünce. Yok oluş nasıl durdurulabilir? Bunun tek yolu uluslaşmaktır. Yaşadığımız çağda uluslaşamayan, ulusal kurumlarını oluşturamayan bir halkın, hele hele bir başka ulusun sınırları içerisinde, verilen kimi hak kırıntılarıyla varlığını devam ettirme şansı yoktur. Hatta bir azınlık olarak uluslararası sözleşmelerle tanınan tüm haklara sahip olsa dahi, önünde sonunda yok olmaya mahkumdur. Burada birinin suçlu veya güçlü olması gerekmiyor.

Ekonomik, politik yaşam, insanin insan olarak gündelik yaşamında girmek zorunda olduğu ilişkiler, çarklar hakim ulusun lehine isler. Yalnızca insani ihtiyaçlar bile ne kadar hak verilmiş olursa olsun bir gün seni "ulusal çember"in dışına çıkmaya zorlar. Bu nedenle ben tüm kültürel sosyal faaliyetleri gerekli ama yetersiz görüyorum. Ve eğer bu faaliyetler içerisinde insanlarımıza yanlış mesajlar veriliyorsa, içerik olarak uluslaşmaya hizmet etmiyorsa zararlı buluyorum. İnsanlarımızı oyaladığı, bilinçlerini bulandırdığı icin.

Bir sürü faaliyet içerisine girip, bu faaliyetlerde gerekli mesajları vermeden insanlarımızda bir ulus veya vatan bilincinin ortaya çıkmasını beklemek saflıktır. İnsan bilinci çevresinin ve pratik faaliyetlerinin sonucu oluşur. Başka bir deyişle ne verirsen, onu alırsın.

Öyleyse öncelikli görevimiz, uluslaşmak ve ulusal kurumlarımızı oluşturmak olmalı. Peki nasıl uluslaşabiliriz? Eğer Ulus, "...tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği..." ise, bunun anavatandan başka bir yerde gerçekleşmesi mümkün mü? Ve eğer ulus olamazsak yok olacak isek geri dönmekten başka bir yol var mı?

Dönüş, 140 yıllık ayrılığa son vermek, anavatan ile diasporayı birleştirmektir. Ve uluslaşmamızın ilk adımı olacaktır. Kurtuluşun ilk adımı... Dönüş, "Çerkes kökenli Arap" veya "Çerkes kökenli Türk" vb. çemberini kırmak, yalnızca Çerkes olmaktır. Ama dönüş zor ve uzun bir yürüyüştür. Bunun öyle bir anda gerçekleşmesi mümkün değil. Ancak dönüş isteğinin, düşüncesinin yaygınlaşması kalbi uluslaşmak için çarpan insanlarımızın çoğalması demektir. Dönüş'ün bu misyonunu görmemek, anlamamak herhalde ona verilecek en büyük zarar olacaktır.

Dönüş "uluslaşmamızın stratejik yolu"dur. Bu anlamıyla siyasi bir harekettir. Ve bu nedenle dernekleri, dernekçi kafa yapısını aşmak zorundadır. Örgütlenmesi ve kurmaylığı olmalıdır. Süreç içerisinde tüm kurumlarımızı bünyesinde toplamayı, birlik-beraberliği yaratmayı hedeflemelidir.

Bir örnek vermek gerekirse: Derneklerimizin Dönüş Komisyonları değil, Dönüş Hareketi'nin dernekleri olmalıdır. Ancak bu siyasallaşma gerçekleşirse, bu perspektifle örgütlenilirse dağınıklık aşılabilir, mücadelede bir süreklilik kazanılabilir diye düşünüyorum. Ve süreklilik bir hareketin başarıya ulaşabilmesinin "olmazsa olmaz"ıdır. İşte bu önderliğin ve örgütlenmesin yol göstericiliğinde, plan ve programlamasında üçerli beşerli, onarlı, yirmişerli dönüşlerle anavatan ile diaspora arasındaki bağlar güçlendirilecek, güven arttırılacak, birbirine yabancılaşma en asgariye indirilecek, güç olunacaktır.

Dönüş Hareketi bölge ülkelerinin çıkarına değildir. Böyle bir hareketten Türkiye'sinden Rusya Federasyonu'na, Gürcistan'ına kadar bir çok ülke rahatsız olur. Bölgede dengeler zorlanır. ABD veya AB gibi ülkeler de Dönüş Hareketi'ni desteklemezler. Onlar için önemli olan bölgedeki çıkarlarıdır. Barış isterlerse barışı özendirir, savaş gerekiyorsa savaşı kışkırtırlar. Bu nedenle Dönüş Hareketi'nin başından itibaren bu ülkelerin dolaylı ve dolaysız kontrolünden çıkması, bağımsız olması gerekir.

Siyasi ilişkiler kurulmalı ama ulusal çıkarlarımızdan, bağımsız-ulusal çizgimizden asla taviz verilmemeli. Bağımsız-özgür bir anavatan özlemini, sevdasını kimse varlığının bilincinde olan bir Çerkes'in yüreğinden söküp atamaz. İste sayın Bagaps, "Abhazya bağımsız bir devlettir ve öyle kalacaktır. Burası bizim atalarımızın toprağıdır" diyor. Gerçekten yalnızca kendi çıkarımız için olacaksa ve gerekirse savaşırız da. Ama dönüşün gelişebilmesi, güçlenebilmesi bölgede barışı ve huzuru gerekli kılıyor.

Siyasi hedeflerimizden, çıkarlarımızdan tavizler vermemeli ama kışkırtıcı tavırlardan, çatışmalardan veya savaşlardan kaçınmalıyız. Biz beğensek de beğenmesek de veya yetersiz de olsalar anavatanımızda yine bizim insanlarımızca oluşturulmuş kurumlar, yapılar var. Öncelikle bunları güçlendirmeliyiz. Bölgenin demokratik, barışçı, insan haklarına saygılı örgüt ve kurumlarıyla ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Aksi davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar verir...

 

Gönen-Abzegh
03.08.2006

Olayları tarihi süreç içinde ele almanın dayanılmaz-inanılmaz faydaları var. Birilerinin size dayatmaya çalıştığı tarihin yanlış olabileceği, tarihle ilgili klişeleşmiş söylemlerin dışında farklı yorumlara doğru yelken açtıkça bazen duyulan heyecanlara kürekler yetişmiyor. Zihni arka plana ilişkin her zorlama değişik şekilde yansımakta hatta bilime arkamızı dönüp uygun adın uzaklaştığımız dahi söylenmekte. Her söylemini bilimle el ele, kol kola, göz göze, diz dize sunan (bilme arkasını dönmez tavır)bu anlayış yanında bizim, anlayışın dayattığı tarihin dar, karanlık koridorlarında el yordamıyla bazı gerçekleri-tespitleri ortaya koymamız rahatsızlık vermiş olmalı. Tıpkı din konusunda yapılması gereken şeyler söylenirken imha edilen çam ormanları gibi tarih konusunda da resmi söylemin dışındaki tarihsel olayları geniş pencereden yorumlama karşısında imha ekibi rahatsız olmuş durumda. Nasıl olunmasın ki taraftarlarının ağzında pelesenk olmuş ifadeler ile Osmanlı''ya duyulan nefretin bazı bilinmeyen yönleri ifşa edildikçe Osmanlı hakkında diğer iddialara da insanın şüphe ile bakası geliyor.

Sürgün, tüm acılarıyla birlikte bazı gizli kalmış noktalarıyla da hala gönderdiği artçı şok dalgalarıyla bilinç dünyamızı sarsmakta. Babacan tavır bir tespitte bulunmuş dost-düşman ülkeler üzerinden vazgeçebilme ihtimalinin start aldığı noktada Çerkeslik sorgulanmaya başlamalı. Oysa ki bu vazgeçebilme ihtimalinin kaynağı ülkeler değil bizatihi düşüncelerdi bu düşünceye uygun ülkeler üzerinden yapılan mücadele bize insanlar-fikirler-düşünceler-inançlar arasında farklılığı işaret etmekteydi. İnsanların olağanüstü dönemlerde Çerkeslik üst kimliği-şemsiyesi altında Çerkesleri birleştirme çabaları takdirle karşılanmalı ama tarihte bunun sergilenememiş olması ve bugün dahi şemsiyenin altındaki insanların sırılsıklam halleri bu işin zorluğunu göstermekte. Bunları şunun için yazıyoruz şemsiyenin işlev görebilmesi için ortak bir tarih bilinci olmak zorunda ve insanlar Çerkes tarihine baktığında meseleyi bir bütün olarak algılayabilmeli ve Çerkes tarihi sürgüne kadar gelip dayanmamalı, sürgün sonrası uygulanabilir reel politikalar ile Çerkeslik bilincinin canlı kalabilmesi için devamlı kan pompalanmalıdır. Çerkes tarihi sürgünle birlikte kesilmiş ya da bu tarihten sonra Çerkesler yeryüzünden silinmiş ve dahi bu tarihten sonra Çerkes realitesi geleceğe yönelik atacağı tüm adımları unutmuş izlenimi vermemelidir. Önemli olan madem gelecek ve gelecekte Çerkes realitesi, o zaman Çerkesler dahil oldukları ülkenin geleceğe yönelik attığı adımlarla aynı yönde aynı ritimde aynı ahenkle adımlarını atarken ve böylece sürgün sonrası Çerkes realitesine hizmet edecek en uygun pozisyonların yakalanması için azami gayreti canla başla göstermesi gerekirken bu doku uyuşmazlığı, ritim bozukluğu nereden kaynaklanıyor ve tarihi arka plan da yatan gerçek nedir?

Yukarıda yazıldığı üzere Osmanlı'dan nefret edilmesinin tek nedeni Osmanlı'nın kendi çıkarları için Çerkesleri kullanması (stratejik yerlere yerleştirme) bu yönde Ruslarla işbirliğine girmesi ve sürgün esnasında dramatik sahnelere seyirci kalması gibi iddialardır. Daha öncede yazıldığı üzere bazıları için nefretin katmerleşerek büyümesinin altında daha derin sonuçları olduğuna ve Çerkesliğin bilinç dünyasını tamamen değiştireceğine inanılan ama umum Çerkeslerin kanaatleri ortadayken bunun pek dile getirilmediği-çekinildiği bunun yerine yukarıdaki iddialar üzerinden Osmanlı2ya nefretin körüklendiği bunda da başarılı olunduğu bir gerçektir. Şöyle ki bizim daha önce yazdığımız ve basit bir hesaba dayanan gerçek şudur, ortalama 50 yıllık bir sapmanın Çerkes realitesi üzerinde oluşturduğu kelebek etkisi (filmini de tavsiye ediyoruz) o kadar büyük bir gerçektir ki sürgün gerçeğini dahi bu gerçek yanında Çerkeslik bilinci üzerindeki etkileri yönüyle küçük kalmaktadır. sürgün tarihi (1864) ile Bolşevik ihtilali (1917) arasında tarih ise çok kısa ama doğurduğu sonuçlar çok büyüktür.

Ortalama 50 yıllık bir sapma Çerkeslerin inanç, benlik ve düşünce dünyasında büyük bir kırılmanın dönüm noktasıdır. Bu sapmanın en önemli aktörü ise Osmanlı'dır. Osmanlı, Rusların Çerkeslere gösterdikleri yerlere yerleştirilme ile Osmanlı'ya sürülmeleri arasında bırakıldıkları seçimde, faaliyetleri sonucu Osmanlı'ya göçü tercih etmelerinde etkili olmuştur. Böylece 80 yıllık sosyalist Rusya tecrübesi karşında yanıp-tutuşan anlayış, bunun uzaktan seyircisi değil bizatihi yaşayanı-yaşatanı olma sevdasından, kaderin bir cilvesiyle feragat etmek zorunda kalacaktır. Ortalama 50 yıl sonra olacakları kimse bilmediğine-hesaplamadığına göre (Osmanlı dahi) bu ince hesabı alıcısına göre tesadüflere, gerçeği görmek isteyenler için ise kaderin takdir hükümlerine göre işlem tesis ettiği gerekçesiyle umuma havale ediyoruz.

Sonuç ise, her takdirin kabul edeceği üzere Çerkeslerin, halkların kardeş kardeş şarkı söylediği o coğrafyadan kopması ve bu tablonun dışında bırakılması olmuştur. 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesi karşısında dizlerinin bağı çözülen tavrın ise kaybı pek çoktur. Uzaktan uzağa, içten içe yanan bu ateş, ortalama 50 yıl daha sabır edilebilinse, üstelik Çerkesler yerlerinden de sürülmeden bu gerçekleşeceği için halkların kardeşliği zincirinde bir halka olabilmeyi ummuştur hep. Bu tarihi buluşmanın önündeki tek engel ise bu süreci dahi planlamamış olan zavallı Osmanlı'dır (zahiri planda). İstasyonda tren bekleyen Çerkesleri almış ve istasyona daha sonra giren ve vagonlarında öğütme makineleri bulunan kızıl-Rus trenine bir şey kalmamıştır. Artık trene uzaktan mendil sallamaktan başka yapılacak bir şey yoktur geriye bu tarihi manevranın, safları nasıl tayin (hiç kimseye bırakmadan) ettiği ve Çerkes realitesinin izlemesi gereken pusula için yollara bıraktığı ekmek kırıntıları kalacaktır. Umulur ki, kuşlardan önce birileri onları bulacak. Şu an Kuzey Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerin Çerkesliklerini nasıl doya doya yaşadıklarına dair özlem dolu örnekler verilmiş ve dahi sosyalist Rusya döneminde göçün gerçekleşmemesi durumunda Çerkeslik adına yaşanacak nice güzelliklere de bu yolla göndermeler yapılmıştır. Biz bunun için aşağıda bir kaynaktan alıntı yapıyoruz, yorumu umuma havale ediyoruz ve konuyu burada bitiriyoruz. (Kolonizasyon politikasına minik bir örnek.) ALINTI: 1 “Kuzey Kafkasya'nın Çarlık Rusya tarafından işgalinin 1864 yılından itibaren başlayan sürgün-soykırım-etnik temizlik ve kolonizasyon politikası, yüzyıldan az bir süre içinde Moskova'nın üç farklı devlete (Çarlık Rusya'sı, SSCB, Rusya Federasyonu) başkent olmasına rağmen hiç kesilmeden devam etmiş, bölgenin özellikle kültürel, siyasi ve etnik yönden yavaş yavaş Ruslaştırma politikası günümüze kadar devam etmiştir. Bu nedenle SSCB döneminde Kuzey Kafkasya dışındaki bölgelerde Çarlık Rusya'sını hatırlatan yer atları Sovyetleştirilirken Kuzey Kafkasya'da Çarlık Rusya'sını tarihini ve bölgenin Rusya tarafından işgalini hatırlatan adlara dokunulmamış, bilakis işgali hatırlatan adların takılması SSCB döneminde de sürdürülerek Ruslaştırma politikasına devam edilmiştir. Örneğin; Kuzebatı Kafkasya'da bugün birçok yerleşim yerinin adının hala 19.yy'da ortalarında bölgeyi ele geçiren Çar II Aleksander’in (1855-1881) komutanları Lazerev, Golovin, Zass, Geyman, adlarını taşımaktadır. Kafkas-Rus savaşında yer alan Rus alaylarının adları olan Mingrelski, Apşeronski, Navagiski, Erivanski'de eski yerleşim yerlerine yeni ad olmuştur. Kuzey Kafkasya'da Müslüman Shapsughları katleden ve topraklarından zorla çıkaran II. Aleksenderin adı eski Shapsugh topraklarında Krasno-Aleksandrovski (tarihi adı: Lığotkh) halen kasaba adı olarak kullanılmaktadır. Soçi kenti yakınlarındaki Shapsugh bölgesinde tarihi yer adlarının kökü köy adlarına varıncaya kadar SSCB döneminde kazınmıştır. Örneğin Thağepş köyünün adı ilk önce Kirov daha sonra Boji Vodi olmuştur.”

ALINTI:2 Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak, enerjilerini amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli şekilde kullanmak isteyen akılcı insanlar tarafından kale alınmazsınız. Şimdi biz bu yazıyı üzerimize almıyoruz çünkü bu sitede forum açma zahmetine katlanmış ve hiçbir cevap alamamış kişilerin de kale alınmadıklarını, bu mantığa göre öğrenmiş oluyoruz dolayısıyla bu yazının bu bağlamdaki kişileri de ilgilendirdiğini düşündüğümüzden bu mantığı-anlayışı da umumun izanına havale ediyoruz.

 

Tanbek Kuray
05.08.2006

Sayın Y.B.Kalkan`ın dikkatine,

Çağrınızda belirttiğiniz adrese iki defa mail atmama rağmen ulaşamadım. Bana ulaşırsanız çok sevinirim. seozeres1@yahoo.de



Cemil
0.08.2006

Merhaba Talebe,

Nasılsın? Kusuruma bakma Talebe, biliyorum geciktim. Ne yazında değindiğin konular ne de senin fikirlerini önemsemediğimden değildir, düşüncelerini sorduğum konularda yazamamam. Dalgınım Talebe çok dalgınım. Bedenen fersah fersah uzaklarda da olsam, yüreğimi de aklımı da, fikrimi de salmışım Kefken'e. Kardeş yolu gözlüyorum, sevgili talebe. Kardeş yolu gözlüyorum.

Benim kardeşlerimin imkanları olsa gelmezler mi diyorum. Duymamışlardır, vardır başlarında bir hal, olmasa gelmezler mi? Gelir benim kardeşlerim gelir. Yollarını gözleyen atalarını da, kardeşlerini de bekletmez el ele, kol kola nerdeyse çıkar gelirler.

Kusuruma bakma Talebe. Mach,s gut bis zum nächsten mal.

 

Mustafa Değirmencioğlu
12.08.2006

Hoş olmayan şartlar içinde verilen yaşam mücadelesi, insanın tüm enerjisini gündelik hayatın pratik ve maddi ihtiyaçlarını tatmin etme yolunda heba olur. İnsan, dünya yaşamı demokrasi insanca yaşamak isteklerini hatta dini felsefi düşünceye yer ve zaman ayıramaz ve bundan dolayı dünyevi manevi hayatı karmaşıklaştırıyor.

Kapitalist sömürü sistemi, bu durumlarda sömürü işlevini sürdürür ve amacına ulaşır ve toplumların inançlarını yönlendirir. Gerçek dışı ve çıkarları yönünde belirleyici olur.Kapitalist sömürü sistemi toplumların demokrasi insanca yaşam standardı kendi isteği oranında sunulur açlık sınırında tutulan toplumlar demokrasi ve inanç konusunda kendilerini geliştiremeyince kapitalist sistem kendi geliştirdiği demokrasi inanç yazgısını oluşturup kader diye toplumlara sunarak bütün bu seçimlerini ilahi iradenin seçimi olarak hayatın içine yerleştirir.

 

Lhashako Şahin
13.08.2006

Yeldar'ın değindiği konular içinde katıldığım bir çok yer var ama katılmadığım noktalarda var. Genel fikrim şudur ki, en büyük toplumsal sorunumuz olan asimilasyonun ve dönüşün önündeki en büyük engel olan entegrasyondur entegrasyonun en önemli nedeni de dindir elhamdülillah. Hepimiz Allah'a inanıyoruz ama dinsel gericiliğin toplumuzda yarattığı tahribatı göremeyecek kadar kör olamazsınız diyorum.

Bu ülkede günah diye mızıkalar kırıldı. Sadece mevlitle düğün yapıldı çok Müslüman diye Oflu hocalara kızlar verildi, wuig oynarken el ele tutuşmalarına izin verilmedi. Kaşenlik namussuzluk gibi algılanmaya başlandı. Bununda tek nedeni dini xhabze gibi görmeye başlamaktı ama birisi dini konuda bir şey söylerse hemen öfkeleniyoruz. Hiç düşünmüyoruz nedense.

Görende bizi asırlardır Müslüman sanır. Bir çoğumuzun dedesi Türkiye'ye gelince Müslüman olmuştur. Bunu sanki hiç kimse bilmiyor.

Lütfen dinle xhabzeyi karıştırmayın.

Yeldar'a katılmadığım nokta; diğer siyasal düşüncelerden kendini ayırarak, bir ulusal hareket sağlanamaz diye düşünüyorum. Bende senin gibi bir sol görüşlüyüm ama ulusal bir hareket sağlanacaksa herkesin ortak katılımıyla sağlanacaktır.


 

Şeref Kahrıman
13.08.2006

Uzun zamandır itinayla takip ediyorum foruma yazılan yazıları. Yeldar arkadaşımızın yaklaşım tarzı aslında ‘’bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış’’ durumu gibi algılansa da aslında farkına varmadan çok önem bir noktaya dikkatleri çekiyor. Belki de farkında olmadan.

Bu önemli nokta komünist ya da sosyalist ideaya sahip Çerkeslerin bir arada olmalı değil tabi ki...

Asıl dikkat edilmesi gereken nokta; (altını kırmızı kalemle iki defa çizmekte fayda görüyorum) hangi kültüre ait olurlarsa olsunlar; günümüz dünyasında belli bir kültürel kimliğe sahip bütün insanların, tıpkı kendileri gibi aynı bütünün parçası olan diğerlerinden ayrışma çabası. Bu çaba kimi zaman haklı olmak, kimi zaman vatansever olmak, kimi zaman aydın olmak, kimi zaman dindar olmak gibi bir çok maskeyle perdelense de asıl dikkat edilmesi gereken konu sosyolojik bazda aslında bu olgudur.

İnsanların benimsemekte hiç tereddüt etmedikleri bu sosyal motif yalnızca biz Çerkeslerde değil, dünya üzerinde kültürel temelle birbirine bağlı olan bütün halklarda görülmektedir. Psikolojik savaşın yüzyılın mücadele biçimi olduğu çağımızda muhakkak ki, değişik yol yöntem ve metotlar izleyen belli güçler, bütünler parçalamak konusunda dışardan müdahalelerle tepki toplamaktansa grubun kendi içindeki enerjiyi kullanarak emel ve isteklerine ulaşma politikası izlemektedirler.

İsimleri büyük bir çoğunluğunuz tarafından bilinen resmi kurum, kuruluşlarla birlikte dünya üzerinde dünya siyasetini insanların ideolojilerini kontrol altında tutmak yönetmek ve yönlendirmek kaygıları güden adı ''vakıf'' ya da benzeri şekilde adlandırılan gerçekten güçlü oluşumlar kendi jurnallerini eğitirken şu anda ''tepkisel yaklaşım'' modelini bir kenara bırakmışlardır. (Tepkisel yaklaşım modeli; aynı düşünce, inanç, ırk ya da fikir birliği olan grup ya da sosyal oluşumların dışardan verilecek etkilerle belli bir toplumsal tepkime ya da hareket oluşturulması daha sonra ise bu oluşturulan hareket ya da tepkimenin faydaya çevrilmesini amaçlar ki, başlangıçta akla ve mantığa yatkın şekilde başlayan sosyal hareket daha sonra belli yöntemlerle kontrol altına alınarak yönetilir ve yönlendirilir.)

Şu anda bütün jurnallerine ''iç dinamikler kutuplaşması'' konusunda eğitim vermekte ve herhangi bir toplum ya da topluluğu kendi içerisinde barındırdığı hareketlilikle ayrıştırmayı amaçlayan bir model izlemektedirler.

Yazıyı çok fazla uzatarak sizleri sıkmak istemem. Son olarak konuyla ilgili bir hususa dikkat çekerek bitirmek istiyorum. 1999’dan beri dernekler, dernekçilik, toplumsal kaygı, toplumsal amaç, vb gibi konularla alakalı genel yaklaşım tarzımızı bizim gibi olmasa da başka doğrular etrafında bütünleşmiş ve gerek bir halk olsun gerek topluluk olsun güçlenmiş diğer sosyal grupların yaklaşım biçimleriyle karşılaştırınız. Ortaya çok ilginç neticeler çıkacağından ve şaşkınlık içerisinde kalacağınızdan emin olabilirsiniz. Artık ''Rodina'' ve benzerleri gibi tepkisel yaklaşım modellerinin rafa kalktığını ve Rodina’nın işlevsellik kazandırıcıları dışında da bizimle ilgili düşünce yürüten kurum kuruluş ve yapıların olduğunu göreceksiniz.

Kısacası güç her zaman bütünlükten bir arada olmaktan kaynaklanan ve korunmadan tutunda her anlamda hayatta kalmaya kadar kimi zaman etik kimi zaman etik olmayan bir kavramdır. Güçlü olmak ancak farklı paylara sahip olsak bile aynı paydada bir araya gelebilmekle mümkün olacaktır. Muhakkak ki, kültür durağan değildir.yaşar kendini geliştirir ve bu yaşam ve gelişim işlevinin dinamosu aynı kültürden olan kişilerin fikirsel ayrılıkları farklı düşünüş biçimleridir. Bu kültürün en önemli içsel dinamiğidir.

Tartışalım, farklı fikirlerimiz olsun ama bu dinamiğin bizi taşıdığı hedefe dikkat edelim. Kendi kendine başlasa da bu dinamiğin yönetiminin önemli olduğunu unutmayalım.

Tha sizleri mutlu kılsın.

 

Alemdar Alemcioğlu
13.08.2006

Arkadaşlar benim amacım Müslüman'ca yaşamak ve yaşatmaktır. Siz ne diyorsunuz ya. Ahiret diye bir şey vardır. Ebu Leheb mi oldunuz? Hepinizi İslam'a davet ediyorum. Evet ben rakı içerim ama Müslüman'ım.

Saygılar hakkedene.

 

K. Dokuz
14.08.2006

Sayın Alemcioğlu,

Hem Müslümansın, hem rakı içersin. Afiyet, şeker olsun, buna bir diyeceğim yok. Benim anlamadığım cümlenin sonunda; ''saygılar hak edene'' diyorsun. Ne demek istediğini pek anlayamadım, lütfen açıklar mısın? Saygıyı kimler hak eder, kimler etmez?

Saygılar, sevgiler dünyanın tüm insanlarına. Hoşçakalın.

 

Hajkasım Erdoğan
14.08.2006

Anadolu'da bir laf vardır, temsilde hata olmasın. "Kör, köre cırt parmağım gözüne" demiş. Sayın Yeldar Abhazya'da bir gecenin içinde.... 2.500.000. Abaza'yı ve 2.500.000 Hıristiyan Gürcü'yü yok eden zihniyet hangi zihniyetti ve başlarında dünyaca ünlü hangi sosyalist vardı?

Eğer bu kan emici yaratığın yaptıklarına yalan derseniz, ABHAZYA'DA bunları anlatan Abazalar yalan söylüyor demektir. Bizlerde onların yalancısıyız. Sizin dediklerinizin tek harfine katılmıyorum. Bence sağcı, solcu, ateist, kominist ne olursa olsun. ÇERKES ÇOK DEĞERLİDİR.

Senin siyasi görüşün beni hiç ilgilendirmiyor, eğer Çerkes'sen benim kardeşimsin. O zaman ben seninde, o 95 kişinin de yanındayım. Sadece Çerkes olduğunuz için.

 

Şeref Kahrıman
15.08.2006

Sayın Hajıkasım Erdoğan durumu aslında net biçimde özetledi. Paylar farklı olsa bile paydaları eşitlemek bu işte. Sosyalist, komünist, radikal İslamcı vb.ne olursa olsun bizi birbirimize bağlayan payda aynı kültürel temellerle dünyaya bakıyor olmamız.

Bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu tür ayrışımlar sadece güç kaybına yol açar. Ve dış etkenler tarafından bir çok topluluğa empoze edilmektedirler. Komplo teorisi gibi gelse de günümüz dünyasında ''propaganda''ya dayalı bir savaş var. Kullanılan yöntemlere kısaca yukarıdaki yazımda belirtmiştim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tha sizleri mutlu kılsın.

 

Fuat Aydemir
15.08.2006

Merhaba,

Bu başlık altında gerçi bizlerin artık bir şey yazması fark etmiyor. Zira Yeldar arkadaş yanıtlamayacağını söyledi. Ancak sayın Hajkasım Erdoğan bey; maalesef Mevlanacılık yetmiyor bu davada. Yani Çerkes ol da ne olursan ol mantığıyla hareket edemezsiniz. Gerçi suya sabuna dokunmayan "Ben Çerkesliğimi kendimle, ailemle yaşayayım da o bana yeter" diyorsanız tabi ki felsefeniz doğrudur. Ama Çerkes kültürü yaşamalı, asimilasyona karşı mücadele edilmeli, dönüş ya da kalıp da kültürel hakların alınması vb. mücadele gerektiren eylemliliklerde siyasi bir şekillenme çizmek ya da sahip olmak zorundasınız.

İnsanlar düğüne çağrılmıyor ki "Çerkes olsun, yeter" mantığı güdülsün sadece. Bu anlamda Çerkes kültürüne en büyük sekteyi vuran iki kesim mevcuttur. Bunları da Türk-Çerkes diye kimliğe ayırmaya bile gerek yoktur.

Gericiler ve aşırı milliyetçiler; bana göre Wahabist bir Çerkes ya da kafatasçı bir Çerkes kültürel değerlerimizi korumamıza, yaşatmamıza engel teşkil eden tiplerdir ve Çerkes olmaları hiçbir şey ifade etmez. Tabi ki bir düğünde, bir toplantıda, gecelerde, gösterilerde sadece "Çerkes olmak" kriteri arayabilirsiniz de ulusal-kültürel mücadele de bakış açınızı belirlemek zorundasınız. Tabi ki, mücadele diye bir kaygınız var ise.

Saygı ve sevgiler.

 

Hajkasım Erdoğan
16.08.2006

Sayın Fuat Aydemir,

Ne yapalım yani? Çerkes olabilmemiz için ideolojilerden birine mi yaslanmak lazım. Sosyalist olunmadan Çerkes olunmuyor mu? Yanlış anlama benim epeyce siyasetle uğraşmışlığım var. Hangi siyasi görüş Çerkesleri bir araya getirmiş? Bana tek bir örnek verebilir misin?

Tek bir siyasetimiz vardır o da Çerkeslik. Farklı milletlerle beraber Çerkes gibi yaşamaya uğraşmaktansa, her türlü ideolojiyi benimseyen bir Çerkesle beraber Çerkesliği yaşamayı tercih ediyorum.

Bu benim tercihim.

Benim ve sülalemin Çerkesliği nasıl yaşadığını, Kiremitli'den, Sivas'tan...KIPların herhangi birinden sorup öğrenebilirsin. Sizin gözünüzde gerici, yobaz, faşist olabilirim ama yanılıyorsun, ben Çerkes'im, Çerkes gibi yaşarım ve çok mutluyum. Ben bu Çerkes toplumunun içine senede bir sefer bir aylığına eş dost ziyareti olsun diye girmiyorum, devamlı içindeyim.

Şu soruya cevap vermeni istiyorum. Bir gecenin içinde 2.500.000 Abaza'yı yok eden zihniyet, hangi zihniyetti, İslam mı Wahabi mi? ABHAZYA'yı Abaza kanına boyayan bu kan emici, hangi millettendi, kimdi ve hangi siyasete hizmet ediyordu? Tekrar ediyorum siyasi görüşü beni ilgilendirmiyor, Çerkes benim için çok değerlidir.

Sizin aradığınız tek tip Çerkes zor bulunur, bulduklarınızla yetiniyorsanız o da sizin tercihiniz.

Fuat bey, sana verebileceğim örnekler aklının almayacağı kadar çok, benim sülalemden, KIPlardan o kadar çok örnekler verebilirim ki, aklın durur. Siyasetin yüzünden Çerkesliği bir kenara bırak insan gibi yaşamaya hasret kalmış insanımız o kadar çok ki. Onun için diyorum ki, buraya siyaseti bulaştırmayalım. Şuraya toplanan üç beş kişiyi de bir birine düşürmeyelim.

 

Boris Godunov
16.08.2006

Reçete, olarak algılanması istenilen herhangi bir ''izm'' doğrudan doğruya bizim toplumsal elem ve hazlarımızdan doğmadıkça çare olacak demek yanlış olur. Bu kapsamda dönüş düşüncesi bizden doğan bir fikir olması hasebi ile doğrudur. Tabi ki bu fikri kabul edenler dönmeli, buralarda oyalanmamalı. Bir düşüncemde şudur sürgünün bize vermiş olduğu birlik duygusu, Abhazya savaşında, Kafkasya'da da kendini göstermişti, lakin Çeçen savaşından sonra durum neden değişti, Hıristiyanlara yardıma Wahabistlerde gelmişti, ne oldu da,değişti?  Bu durumlar, birlik ruhu olmamış fakat duygu olabilecek seviyeye yükselmişken.

İbretlik duruma bakınız, dünü ağız dolusu eleştirenler bu duygunun öldürülmeye çalışılmasına gık diyemiyorlar, diasporayı etkileri altına alan bu mihraklar kime ve neye çalışıyorlar? Onlar ''izm''leri yüceltirken bari birde dedelerinin mezarına s...larda içleri daha rahat eder. Açıkça uyarıyorum, Kafkasya'yı bölmek ayrıştırmak, yabancılaştırma siyaseti güdenler gütmek zorundalar. Çünkü ecelleri burada yatıyor, bu bölgeyi duygu birliği sağlayacak her şeyden mahrum etmek zorundalar ve öcüler icat etmek zorundalar, bir zamanlar onlar dedelerimize de haydut derlerdi de dünyayı buna inandırmak isterlerdi.

Şimdi o haydutların çocuklarını birbirine tınmaz hale getiriyorlar. O halde dünün çaresizliklerini ders olarak alırken dikkatli konuşmalıyız. Kim ne derse desin Kafkasyalıların anasını ağlatan Ruslardır, ağlatacak olanda bu böyle biline.

Şimdi ben Ruslar Wahabist diye Çeçenleri öcü mü görecem? Bari hacca da gitmeyelim veya Abhazlar, Osetler Hıristiyan diye kardeşlik borcumu çizeyim mi veya dedelerimiz şeriatçı idi deyip red mi edelim?

Üç kırık teori öğrenen meydana çıkıveriyor. Sosyalist mehdi kesiliyor, burası Çerkes meydanı ise yok öyle yağlı ballı şatafat. Dönülecekse dönelim, ölünecekse ölelim, oynanacaksa oynayalım, ağlanacaksa ağlayalım ama diyenler dediklerini yapsınlar.

Söz, Kafkasyalılarda bildiğim kadarı ile ağızdan çıkar, haydi görelim bekliyoruz. Selam duruyoruz.

 

Fuat Aydemir
16.08.2006

Merhaba,

Öncelikle Erdoğan kardeş, zaten senle beni kimse bölemez, benim vurgulamak istediğim olayı tam anlatamadığım izlenimi edindim.

Senin olaya aşırı iyi niyetle yaklaştığını biliyorum. Zira seni tanıdığım kadarıyla söylüyorum. Keşke olay bu kadar basit olabilseydi. Zaten bizim gelenek ve kültürel değerlerle yetişip de "Aşırı dinci ya da ırkçı" insanlarımızın çıkması beni şaşırtan. Anavatanda bizlerin en büyük tehlikesi tabi ki Rus faşizmidir. Türkiye'de de Türk faşizmi. ''Türk'ün Türk'ten başka dostu'' yok diyen zihniyet. ''Türkiye Türklerindir'' diyen zihniyet.

Faşizmi ve aşırı dinciliği (müslumanlik-hristiyanlik-yahudilik fark etmiyor) mücadele edinmiş insanlarla istesen de bir arada olamazsın. Bu kafaya gelmiş insanların Çerkesliği de kalmamıştır.

Onun dışında; ne görüşte olursa olsun, her insanımla bu mücadeleyi paylaşmak, omuz vermek yaptığım ve yapacağım şeydir. Yeldar arkadaşın çağrı şekline, keskinliğine ilk eleştiriyi de yazan benim. Doğrularını onayladığım gibi yanlışlarını da kendimce belirttim.

Sorun nettir. Bu sorunun çözümünde her görüşten insanlarımızla ortak paydayı bulmak gerekiyor.

Son olarak; yazı şeklim itibariyle şöyleyseniz, böyleyseniz diye vurgularım kesinlikle şahsına değildi. Ana düşünceye yönelik genel vurgulardı. Bu anlamda hata etti isem şahsından özur diliyorum.

Saygı ve Sevgiler.

sayfa  1    2    3    4    5