Meshpev
29.07.2006
Kendi tarihimizi nasıl
basite indirgediğimizi ve çeşitli evreleri olan mücadele
tarihimizi kendi kendimize nasıl hafife aldığımızı
hayretler içinde izliyorum.
Bu mücadelenin din eksenli
olduğu ve Çerkeslerin sadece kullanıldıkları için
savaştığı ve göç ettirildiği iddiası ne şekilde
tanımlanabilir bilmiyorum. İşbirlikçilikten bahseden
insanların, bir zamanlar Rus şovenizmini bertaraf
edememiş sosyalist rejiminin, bir zamanlar katlettikleri
Çerkeslere onları neden katlettiklerini anlatan tarih
kitaplarında veya eğitim müfredatında geçenleri birebir
burada aktarması ile ilgili yorumsuz kalmak daha
sağlıklı olacaktır.
Ancak, yorumsuz kalınamayacak çok şey var. Kendi tarihini magazinselleştiren bir toplum ne
kadar varlığını sürdürebilir? Öyle ki, yazan insanın bile
tamamen bir iddia olduğunu belirterek aktardığı
bilgilerin veya rivayetlerin, pek bilinmediği
düşünülerek birebir kesin tarihi veri olarak verilmesine
ne demeli?
J. F. Baddeley’in İmam Mansur’un maceraperest
bir Dominik papazı olan Battista Boetti olduğu hatta
Kafkasya’ya çıkmadan önce heyecan olsun diye Kürt
isyanına önayak olmaya çalıştığı v.s gibi iddialarını
yazan insan bile birer ‘’iddia’’ olduğunu belirtirken
‘’haklı çıkalım da nasıl olursa olsun’’ huyumuzdan
vazgeçemeyip tarihimize kesin veri olarak yamamak bize
ne kazandırır onu anlamıyorum. Tarihe magazin
penceresinden bakmak klasik huyumuzdur zaten Atlantis
Uygarlığı Çerkes'miş, Tuareglerde Çerkes'miş, Anaç Dil Abazaca'ymış, Hz.
İbrahim’de bizdenmiş v.s v.s
Dökülen
kanların muhasebesini tutup, onlardan övünç kaynağı
çıkarmaya her zaman karşıyımdır ama en azından o
insanların mücadelelerinin bu derece basite indirgenip,
kullanılma, işbirlikçilik v.s gibi tanımlamalar
yapılmasını talihsizlik olarak nitelendiriyorum. Saygıyı
hak eden bu mücadeleyi, savundukları fikirlerin babası
olarak nitelendirilen Karl Marks bile dünyaya örnek
olarak gösterirken bizim kendi tarihimizi çürütmeye
çalışmamızı anlayamıyorum.
Ayrıca Çerkeslerin Çeçenler
ve Dağıstanlılara oranla çok daha kalabalık olduğu
Şamil’in halkını kırdırmamak için teslim olduğu
İslamiyet'in Çeçenler ve Dağıstanlılar arasında daha
yaygın olmasına rağmen pek göç vermedikleri iddiası var.
1) Şamil’in her şeyin sonunun geldiğini anlayınca naibi M. Emin’e haber göndererek Çerkesler arasına gitmenin
nasıl bir fikir olduğunu sorduğu ve M. Emin’in bunun iyi
bir fikir olmadığı cevabıyla artık Şamil’den bağımsız
kalacağının, yani benden sana fayda yok dedikten sonra
1859'da teslim olduğunu hatırlatırım.
2) Bir süre sonra M. Eminin’de sonu görerek teslim olduktan sonra
oluşturulan halk meclisini hatırlatırım. Bu meclisin
toplanmasında David Uruquart’ın ve diğerlerinin
çalışmalarının da etkili olması inkar edilemez fakat
Çerkeslerin mücadelesi Rusya’nın rakipleri olan
İngiltere ve Osmanlı’nın dikkatini çekmişse bu mücadele
zaten varken istifade edilmek istediğinin ispatıdır. Bu
bir siyasettir Rusya Çerkesya'yı keşfederken Altınordu'nun
hizmetindeydi ama iyi bir siyasetle tüm bölgenin hakimi
olmuşsa bu siyasetinin ve çıkarlarını iyi gözetmesinin
sonucudur. Dolayısıyla Çerkeslerin çıkarları itibariyle
Osmanlı ve İngiltere'nin yardımını kabul etmesi işbirliği
değil ‘’siyasettir’’ devlet diplomasisi ile delikanlılık
raconu ayrı şeylerdir, Çerkes önderleri ‘’hayır biz
kendi kılıçlarımızdan başkasına güvenmiyoruz, kendi
meselemizi kendimiz çözeriz’’ mi diyeceklerdi? Bir umut
şanslarını denemişler mücadelelerine farklı bir ivme
kazandırmak istemişlerdir. Bunun dışında sırf işbirliği
yapmış olalım diye işbirliği yapılmış değildir.
3) Kbaada, Hodz’u hatırlatırım öleceklerini bile bile savaş
alanına giren teslim olanları bile katledilen binlerce
kişinin hepsi Müslüman mıydı?
4) Ruslar tarafından
serbest bırakılır bırakılmaz Osmanlı Padişahı'na giden
Şeyh Şamil’in sırf kendi halkını kırdırmamak için teslim
olduğu ve kullanılanların Çerkesler olduğu teorisinin bu
İstanbul ziyareti ile kıyaslandığında son durum nedir?
Evet Şeyh Şamil’in İstanbul'a saraya gitmesinin hiçbir
sakıncası yoktur. Sonuçta aynı dine inanan bir padişahın,
yardımları bazen de kendilerine karşı hataları olan
ülkesine gitmiş. Bunda bence sorun yok ama komplo
teoricilerimiz bu duruma ne der onu merak ediyorum,
Lawrence birdi iki mi oldu? Şeyh Şamil için bile İngiliz
ajanı dendiği oldu. Bu iddiaları hatırlatırım.
5) Hac
ibadetinden sonra onca mücadele ettiği vatanına dönmeyen
Şamil’in bu tavrını komplo teoricileri nasıl
değerlendirir? Bana sorarsanız; özgürlüğü için savaştığı
bir ülkenin esaret altındaki halini görmek istememek ama teoricilerimiz ne düşünür bilemem.
Sayın çok çağdaş,
çok demokratik Çerkesler; kimse, kimsenin fikrine
müdahale etme hakkına sahip değil çağdaş, yobaz, demokrat
veya ateist, bizi bir arada tutan kavram Çerkeşlikse
bunun etrafında toplanmak ve toplumsal yapılanmaya
faydası olacak siyasi birliği buna göre güncellemek
gerekirken biz tam tersini yapmaya çalışıyoruz. Bazı
kavramlar ortaya atıp Çerkesliği bunlara göre
şekillendirmek istiyoruz. Bunun hengamesi ile bölünmüş
olmak bir yandan, tepkisel olarak apolitize olmak bir
yandan, türlü türlü zararını çekiyoruz. Siz tarihten bir
kök, bir temel silsilesini devralmış emanetçilersiniz adı
olan bir halkınız ve binlerce yıllık bir kültür
bakiyeniz var.
Siz bir kavram veya rejim tanımı yapıp
buna göre Çerkesliği şekillendirmek isterseniz, sonuç
hüsran ve parçalanmışlık olur. Ancak ana parametre olarak
kendi değerlerinizi koyup, alt başlıklar olarak dünya
düzeninde var olan ve diğer toplumlarda sonucu müspet
olan sosyal yapılanmaları sistemli bir şekilde tatbik
ederseniz ve kendi değerlerinizi göz ardı etmeden
bunları sosyal hayatınız ve siyasi yapınıza
güncellemelerle entegre ederseniz, kazanan siz ve biz
oluruz. Aksi takdirde tüm gelişmemiş toplumlarda olduğu
gibi ‘’aşı tutmaz’’, tıpkı antibiyotik aşısı öncesi
alerjiye karşı analiz yapıldığı gibi önce kendinizi
tartmalı size dayatılmış şeyleri değil size faydalı
olacak olanları özümsemelisiniz. Yoksa ‘’herkeste var
bizde yok’’ sığlığıyla sırtlanılan hiçbir düşüncenin
rejimin bize faydası olmaz.
Yahudilerin
toplumsallaşmasını örnek alırsak bize iyi bir ders
olacaktır. E şimdi bizde mi arz-ı mevduda inanalım
Filistin'de toprak satın alıp çoğalalım diye birebir
kopya almak, sosyalizm radikal İslam veya radikal
dincilik, demokrasi v.s gibi kavramların hangisine
inanıyorsanız inanın farklı olmayacaktır. Hazmetmeden,
kendi değerlerine göre şekillendirip güncellemeden
aldığınız, özümsediğiniz kesinlikle hüsran ve fiyasko
yığınından başka bir şey olmaz... Örneğin dizel yakıtla
çalışan bir arabaya süper benzin koymak gibi bir durum.
Sizin sisteminiz neyi kaldır, yapınız neyi kaldırır? Toplumsal değer bakiyeniz ne derece etkin, ne derece
hayati? Bunları göz önünde bulundurmadan, tepeden inme
paketleme sistemlerle ‘’bir de buna bakalım’’ acemiliğine
düşmek; hesaplanmamış bir çok sorunu -hatta felaketi-
yanında getirir.
Peki nedir bu dolaylı olarak dayatılan
kavramlar?
Laiklik, çağdaşlık, terörizm, liberalizm, demokrasi, ırkçılık, hümanizm
v.s.
Bunlar gelişmiş toplumlarda geniş bir uygulama alanı
bulabilir. Halkın eğitim seviyesi, refah düzeyine paralel
olarak bahsi geçen kavramların amaçladığı insani
şartlara ayarlanabilir. Tüm bu kavramlar insanlar
tarafından, insanlar için oluşturulmuştur. Kimine göre
terörizm diye nitelendirilen şey başkasına göre
direniştir. Bu kavramları meydana getiren şeyler
toplumların ihtiyaçlarıdır. Hiç kimse önce kavramı kelime, olarak ortaya koyup, içini fikirler sistematiğiyle
doldurmaz. Dünya üzerinde refah düzeyi yüksek toplumlarda
demokrasi, rönesans, sanayi devrimi, v.s gibi
gelişmelerle oluşmuş kronolojik şekillenme ve
sistemleşme görülürken. Bizde direkt ‘’Batılılaşma’’
gibi eziklik ve kompleksle bezenmiş bir noktadan yola
çıkılmış olmasının getirdiği acemilik ve eline yüzüne
bulaştırma durumu var.
Bu ve benzeri fikir sistemleri
genelde içi başkaları tarafından doldurulmuş, tanımının
çerçeveleri dünya düzeninde hakim olan güçler tarafından
çizilmiş oluyor. Ve gelişmemiş toplumlarda bu
kavramların uygulayıcıları veya dayatıcıları infaz
memuru psikolojisiyle halkın durumunu değerlerini refah
düzeyini eğitim düzeyini göze almaksızın dayattıkça
dayatıyorlar, insanların yüzyıllardır geçirdiği veya
geçiremediği sosyal gelişme zerre kadar göz önüne
alınmadan bir robotun beynine parametreler yükler gibi
bu kavramlar zerk edilmeye çalışılıyor.
Bu kavramlar
ortaya koyanların adıyla değil de, güç sahibi
kişiler, rejimler ve ülkelerin istekleri ve çıkarları
doğrultusunda şekil alıyor. Gücü elinde bulunduran bu
çevreler istedikleri dünya düzeninin infaz memurlarına
bu şekilde bir şablon veriyorlar. Genel dünya düzeninde
güncellenmesi sadece güçlü olanlar tarafından mümkün
olan ve güçlü olanların şekillendirebildiği tabulaşan
eleştirilmezleşen insanı değerlerin en üst noktası
olarak empoze edilen bu kavramlar karşısında aksi fikir
ve yaşantı tarzı ‘’kötü, gerici, habis, gayri insani’’
oldukları imajı ile bilinçaltlarına çizilerek tercih
hakkını, sistemli bir şekilde oluşturulan veya güç
odaklarının çıkarları doğrultusunda şekillendirilen
‘’kabul gören’’ şartlardan yana kullanmak zorunda
bırakılmış toplumlar oluşturuluyor. Direkt değil de;
oluşturulan şartlar ve kabul gören kavramlarla toplumun
hiçbir düzenini, örfünü, adetini, tarihini, kimliğini göz
önüne almaksızın sorun teşkil etmeyecek ve sistemin bir
parçası olabilecek bireyler yetiştiriliyor. Tıpkı büyük
sistem sosyalizmin (!) 70 sene boyunca Votka'yı
sisteminin hayat suyu yapıp, insanların beynini
uyuşturması gibi, tenekeyi ısıtıp çıkan boyasını Votka
yerine içmeyi içine sindirebilecek kadar beyni uyuşan
Kızılordu askerleri o yüzden 5-7 sene boyunca askerlik
yaptırılabildi.
Biz yok olmadıysak, Votka yüzündendir,
diyen Çerkesler her yönden inanılmaz bir baskı
altındayken sabah kahvaltılarında bile Votka içebilecek
kadar serbest ve istekli olabilecek gibi neden içkiye ve
amaçsız bir hayata teşvik edilmişlerdi? Alman
ordularının önüne sadece set olmak üzere yem olarak
atılan binlerce köylü sosyalizm çarkını kanlarıyla
döndüren birer piyon olmak yerine yobaz veya gerici ya da
çok ilerici ve çağdaş olsalardı ne fark edecekti?
Hiç… Onlar ölü ya da sağ sisteme lazım olabilecek
bireylerdi lazım oldukları yer Alman tanklarının önü
olduğu için oraya atıldılar. Sağ olanları votka içen iyi
birer yoldaş oldular. (Olması gerektiği gibi.)
ALINTI:
Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de
ilgilendirmiyor. Düşmanını dostunu hangi kritere göre
değerlendiriyor ona bakmak lazım’’. Düşman, düşman
arama, dış düşman, iç düşman, geçmişteki düşman,
gelecekteki düşman.
Şovenizm veya baskıcı rejimlerin
kronik huyudur bu. Kitleleri bir arada tutmak ve onları
çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen rejimlerin
topluma bir korku, paranoya yayıp bu tehlikelere karşı
kendisini ve kendisinin değerlerini garantör kılması
devam ede gelmiş dünya düzeninin bir parçasıdır. En
basit örneği ABD’nin yönlendirmeleriyle 1950'lerden
başlayan ve yer yer komik bir hal alan Türkiye’deki
komünizmle mücadele, hatta ben çocukluğumdan hatırlıyorum
‘’bugün Sovyetler savaş kararı almış, ilk başta da bizim
Kayseri'yi vuracakmış, burası çok önemliymiş onlar için
çünkü Türkiye’nin tam ortası’’ gibi direkt devlet
tarafından yönlendirilen asparagas söylentilerle
komünizmle mücadele ediliyordu.
Halka bırakılan komünist
intibası yer yer hakaret edileceğinde ‘’komünist’’
denebilecek kadar menfiydi. Komünizm rejiminde yaşayan
insanlarda kendilerini dünyanın en refah en ileri
toplumu olarak biliyordu hatta öyle ki Türkiye’deki
insanları insan yiyen ilkel insanlar olarak bilenleri
vardı. (Canlı örneğine şahit oldum birebir dinledim.) Yukarıda da; minyatür olmaktan öteye gidemeyecek,
Çerkesler arasında oluşturulması düşünülen çağdaş (!)
fikir ve icraat sistemi de, savunucularının amaçları
doğrultusunda benzeri bir şekilde gündeme
getiriliyor.
Düşman, gerici v.s gibi tanımlamalar
bilinçaltlarında kıyas ettirildikten sonra, önerilen
sistem veya fikriyatın müspet noktaları destansı bir
şekilde anlatılarak dost ve düşman ayrıştırmasından
rakamsal üstünlük kurmuş vaziyette çıkılmak isteniyor.
Ama mutlaka bir düşman olmalı düşman olmazsa yandaş
olmaz. Düşman….
Peki neden bir düşmanımız olması
gerekiyor? Rusların düşman olmadıklarını, ‘’sırf
sözlerini tutmak için’’ Kafkasya dağlarını kana boğan
‘’dürüst’’ savaşçılar olduklarını varsayalım. Ve düşman
değillerdi (!) Osmanlı çıkarları söz konusu olunca bizi
sürgün ettirdi diyelim. Buraya kadar hafızamızı ve
tarihimizi bir çırpıda sıfırladık, peki şimdi bize neden
bir düşman lazım? Ve neden bir Çerkes'in düşmanı, diğerine
dost olabiliyor. Veya dostu düşman, durum bu kadar
kötüyse ve bizi bir arada tutan kavram (Çerkes olmak)
tercihlerimizi yaparken bu derece önemsizleştiyse.
Herhangi bir dost veya düşman yüzünden ondan
vazgeçebileceksek Çerkes olmanın anlamı ne?
Kısacası
Çerkeslik mutasyon geçirmiş bir ucubeye döndürülmek
isteniyor ‘’ilerici yobazlık’’ denilebilecek bir tutumla
yaşadığımız ülkede yaşanan sorunların minyatürleri bize
yansıtılmaya çalışılıyor. İslamiyet’e cebren suç
bulunabiliyor ‘’türban denen örtü’’ diyerek insanların
uhrevi inançlarına kılıf biçme ve basitçe eleştirip
fişleme çağdaşlığın ve çağdaşlık için mücadelenin gereği
zannediliyor.
Bunları bırakıp akıl, mantık ve dünya
düzenine uygun bir şekilde toplumsallaşmak gerekiyor. Bunu birbirimizin dostu veya düşmanı üzerinden değil de,
birbirimizi düşünerek yapalım. Siyasallaşmaysa; bize en
uygununu toplumsal uzlaşıyla sağlamak gerekir. Yoksa
dayatılan hiçbir fikir bütünü sağlıklı sonuç
vermeyecektir.
Saygılarımla.
Mahmut Bag
01.08.2006
Selamlar,
Sayın
Cemil,
Şeyh Mensur hakkındaki bilgilere " Neue
Solidarität Sonderdruck Dezember 1999" adlı dergide
ulaşabilirsiniz. Burada ek kaynaklarda verilmiştir.
Sayın Talebe, yazımda söylemek istediğim söz konusu
güçlerin vatanımızdan sürülmemizin sorumlusu oldukları
değil, bu güçlerin kendi çıkarları peşinden koştukları
ve bizim bunların oyunlarını bozamadığımızdı.
Sayın
Meshpev'in olayları istediği gibi algılayarak, hoşuna
gitmeyen noktaları görmezden gelerek, Votka, padişah, Şamil
vs konularındaki duygularını, tarihi gerçeklikler olarak
sunduğu yazısına söylenebilecek fazla bir şey yok.
Bu
forumun konusu Yeldar kardeşimizin varlık
mücadelemizdeki sorunlarımıza somut çözümler üretebilmek
amacıyla, bu mücadelenin önünde engel olarak gördüğü
gerici-işbirlikçi unsurlardan arındırılmış yapılanmalara
davetiydi.
Bende tarihten,
gönümüzden, örgütlenmelerimizin yapılarından verdiğim
örneklerle görüşlerini paylaştığımı ifade ettim. Fakat
başından beri konunun başka noktalara çekilmek
istendiğini ve konu hakkında birçoğumuzun net olarak
hiçbir şeyin söylenmediğini ifade edebilirim. Bir yere
varmak istiyorsak buradaki konumuz "dönüşçü
yapılanma"
hakkındaki görüşlerimizi gerekçeleriyle, konuyu
dağıtmadan net bir şekilde ortaya koymamız
gerekmektedir. Böylece kimlerin ne istediği somut olarak
ortaya konmuş ve aynı amaçları olan kişilerin, kösteklerinden
kurtularak amaçları doğrultusunda güç birliği yaprak
verimli bir şekilde çalışmalarının önü acilmiş olur.
Sağlıcakla.
Lışe
01.08.2006
Yani öyle bir çağrı
yapmışsınız ki, sanki siyasi parti kuruyorsunuz...
Şu
sitedeki insanlar ne için buraları ziyaret ediyor, sizin
çağrınız ne amaç güdüyor anlaşılır gibi değil... Buralar
siyaset yapılacak mekanlar değil bence. Herkesin kendi
dünya görüşü farklı olacak. Bizim Çerkes olmamız ortak
noktamız. Her dünya görüşüne sahip insanımızı
birleştirecek çok güçlü gelenek göreneğimiz
var. Anavatana giderken sadece kendiniz gibi dünya
görüşü olanları mı götürmeyi düşünüyorsunuz? Hakiki bir
Çerkes'le ben her şeyimi paylaşabileceğime inanıyorum
dünya görüşü ne olursa olsun. Yeter ki, bizim kültürümüzle
yoğrulmuş olsun...
Gönen-Abzegh
01.08.2006
Tüm Çerkesler
hepsi aynı olmadığı için her meseleye de aynı zaviyeden
bakamazlar dolayısıyla Çerkesler içinde değişik
dine-ideolojiye-vs. farklılıklara mensup insanlar
mevcuttur. Yeri gelmişken dost-düşman ya da ille de bir
düşman olmalı mı sorusuna da değinelim. Mesele sadece
kelimelerin anlamında saklı dost-düşman yerine siz
menfaat-menfaat uyuşmazlığı gibi kelimeleri ikame
ederseniz gri-flu tablo biraz daha netleşir.
Çeçen-Rus
çatışmasında menfaatlerin çatışması gibi menfaatlerin
çatıştığı yerde düşmanlık, çatışmadığı yerde en asgari
dostluk ortaya çıkıyor. İlle de bir düşman olmalı mı?
Sorusunun yerine hep menfaatler örtüşür mü? Sorusunu
sorarsak mesele daha iyi anlaşılacaktır. Bu soruya
elbette menfaatler örtüşmüyor ya da her zaman örtüşmüyor
diye cevap verilebilir. Kendi zaviyemizden bakarsak tüm
Çerkeslerin ana yurda dönmesi ve tam bağımsızlık altında
bunun gerçekleşmesi ile Rusya'nın bunu menfaatleri
açısından tehdit algılayıp-algılamaması arasında
menfaatler arası örtüşme önemli. Geçmişte bir menfaat
uyuşmazlığı yüzünden topraklarımızdan ayrılmak zorunda
kaldık Rusların sıcak denizlere inme çabası ile bizim
topraklarımızı terk etmek istemeyişimiz hep bir menfaat
çatışmasının sonucunda gerçekleşmiştir. Bugünün
şartlarında dahi menfaat örtüşmesi mümkün değildir.
Menfaatlerinizi dayatmak için ciddi sorunları göze
almanız gerekmekte. Şimdi hem böle bir amacınız varken
ille de düşmanımız olmalı mı diye sorarsanız sizin ille
de menfaatlerinizin olması gerçeği tartışmalı hale
gelir. Sizin anayurda dönme isteğiniz devam ettiği
sürece Rusya ile menfaatleriniz çatışacaktır. Rusya
istediğiniz tüm şartları kendi aleyhine menfaatlerini
geri çekerek kabul ederse sizinde düşmanlık duymanıza
gerek kalmaz.
Bugün Filistin de olan sadece iki milletin
menfaat-menfaat uyuşmazlığı çerçevesinde değerlendirilse
de orantısızlığın insanlar üzerinde
oluşturduğu travma o kadar basit açıklanamaz. İnsan için
kaybettiği şey ne kadar büyükse acısı da o kadar derin
oluyor ve insanlar-toplumlar, masa başında yapılan
menfaat hesaplarının yeri geldiğinde üzerinin
çizilebilmesi gibi içlerindeki acıları silip-çizip
atamıyorlar. Bu arada bizim kaybettiğimiz şeylere karşı
bu duyarsızlığımızı nereye sığdırmalı onu da umuma
havale ediyoruz. Milletimiz kimsenin topraklarında gözü
olmamış ne sıcak denizlere inmek istemişler ne de
Osmanlı'ya yerleşmek ama gün gelmiş Rusların menfaatlerine
karşı her milletin göstereceği asgari menfaatler için
savaşmak zorunda kalmışlar bugün dahi bu savaş değişik
boyutlarda devam etmekte Rusya süreç içindeki misyonunu
hiç unutmadı rejimler değişse de menfaatleri hep
aleyhimize gelişti ve gelişe gelişe bugüne kadar geldi
peki bizim sadece topraklarımızı savunmak olan,
kaybettiğimizde de geri almak olması gereken ya da buna
yönelik çabalardan müteşekkil misyonumuza, ne oldu?(öle
bir misyonumuz hiç olmadı ama varolan misyonumuzu da
yazıp can sıkmayalım) Bundan kastımız tankla tüfekle
mücadele değil ya da gidip toprak satın almak da değil
ama M. Akif'in bir mısrasında dediği kadar “ağlayamassın
bari gülmekten utan” bile olmayan duyarsızlığımızla,
karşımızdakini düşman algılamasak ne olacak menfaat
hesabı gütsek ne çıkacak.
Onların yaşamının başladığı
yerde senin can damarlarına ot tıkanıyor şimdi ister
düşman olarak algılama istersen menfaatlerimizin
örtüşmediği millet de. Gerici işbirlikçi diyerek geçmişi
ve dahi bugüne sıkılan kurşunların hedefi belli olmadığı
için geçmişte ve dahi bugün de yaşamış-yaşayan bir çok
insanı yaraladığı, ideolojik kimlik tespitinden sonra
zıt kutupların Çerkeslik mücadelesi yapamayacağı,
gerici-işbirlikçi sınıf ile ideolojik kimlik arasında
hiçbir sınıfa yaşam hakkı tanımayarak aradaki sınıfları
kendi bünyesine de dahil etmediği için gerici–işbirlikçi
sınıfa ittiği defalarca yazılmış gelen tepkiler de
rahatsızlığı ortaya koymuş. Bununla birlikte denetim
kurulu uyarılmış ayrılıkları kaşıyarak bir yere
varılamayacağı belirtilmiş tüm ısrarlara rağmen mesele
kişisel özgürlükler bağlamında alkışlar altında devam
ettirilmiştir. En sonunda denmiştir ki farklılıkları
kaşıyarak bütünlüğün zedelenmesi rağmen bunlara izin
verildiğinden bu olayı etkinlikler hanenize katınız.
Doğal olarak düşünülmüş tüm Çerkes sorunları içinde daha
büyük olduğuna inandığımız sorunlar yanında işbirlikçi-gerici
Çerkes yapılanması diye bir sorun tarihi süreçte göz
önünde bulundurulduğunda, nasıl oluyor da en büyük sorun
olabiliyor ve bu sorunu teşkil eden kişiler kim,
amaçları ne?
Daha sonraki yazılarda ortaya çıkıyor ve
deniyor ki; İngiliz Osmanlı ve bu yolda dinin
kullanılmasıyla işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması
ortaya çıkmış v.s. Bu tartışmalar hep 0smanlı-din-sürgün üçleminde yorumlayan kişilerin düşünce yapısına göre
değişmiştir. Dinden nefret edenler Osmanlı'dan da nefret
etmiş, hatta sürgünü Osmanlı'ya dayandırma aymazlığına
dahi düşmüşlerdir. (Osmanlı'dan başka gidilebilecek bir
ülke ismi sormuştuk fakat hiç cevap gelmedi. Çünkü cevap
şudur; 1917-1864=53 yaklaşık ½ yy sonra Çarlık Rusya'sı
yıkılacak yerine pırıl pırıl yeni açılımlara sahip tüm
dünyaya halkların kardeşliğini haykıran yeni bir devlet
kurulacaktır ve bu devlet misyonunu halklara zorla
içirecektir öyle içerecektir ki içenler bir daha geri
dönüş olmamak üzere benliklerini kaybetmektedirler. İçmek
istemeyenler ise milyonlarca insanın kan nehirlerinde
boğulup-ölüp gidecektir ama ama ne olurdu biraz daha
dişimizi sıksak ya da oralarda kalmanın, en azından bu
tarihe kadar Rusların gösterdiği yerlerde kalmanın,
yolunu bulabilseydik ah bir yolunu bulabilseydik 80
yıllık sosyalist tecrübenin uzaktan seyircisi değil
bizatihi yaşayanı-yaşatanı olsaydık, sosyalist Rusya
devrilse de biz onu sonsuza kadar temsil etseydik ama
ne yaparsın ki, kader devreye girecektir ve Çerkesleri bu
tablodan çıkaracaktır oysa 50 yıllık bir sapma neleri
değiştirecekti ama olmadı işte artık halkların kardeş
kardeş olduğu bu tabloda Çerkesler yoktur kader niçin
Çerkesleri bu tablodan koparmıştır bundan sonra
sorulabilecek her soruyu ve cevabı meraklılarına
bırakıyoruz). Bu saikle ya da başka nedenle de
Çerkeslerin sürgün esnasında Rusların gösterdiği kontrol
edilebilecekleri bir yere sürülmekle Osmanlı'ya göçe
zorlanmak arasında kaldıkları belirtilmiş din
adamlarının telkinleriyle Rusların gösterdikleri yerlere
değil de Osmanlı'ya göçün gerçekleştiği iddia edilmiş (bu
mesele burada dile getirilmese de Osmanlının entelijans
faaliyetlerine ve Çerkesler içinde bunun işbirlikçi
uzantılarına işaret etmesi açısından dile getirildi) ve
sürgün sırasında yaşanan dramatik olayların sebebi
Osmanlıya yıkılmıştır (iddialara göre Osmanlı
Çerkeslerin askeri gücünden istifade etmek için göçü
kabul etmiştir. Bu kadar insanın telef olmasına sebep
olarak da bindiği dalı bıçkıyla kesmiştir) akabinde
papaz olayı ortaya çıkmıştır (papaz o gün karıştırmıştır
bugünde karıştırıyor) papazın dini sembolleri kullanarak
Çerkesleri kandırdığı iddia edilmiştir. Bizde bu
meselenin dinden ziyade dış politika açısından
değerlendirilebileceği dış politika gerçeğinin ortaya
çıkmasında Çerkes çıkarlarının dini meselelerden daha
öncelikli olduğunu anlatmaya çalışmıştık v.s. En
nihayetinde ortaya babacan tavrın çıkmasıyla mesele
anlaşılmış ki, dost ve düşman yüzünden Çerkeslik üst
kimliğinden vazgeçilemez. Yazının başında belirttiğimiz
gibi insanlar hepsi aynı olmadığından göre farklılıklar
kaçınılmazdır ama tüm farklılıklara rağmen üst kimlikte
birleşmenin kuralları var. insanları ötekileştirerek bir
üst kimlikte buluşmak mümkün değil nasıl ki zamanında
sadece Çerkes olmak milletimizi bir araya getirememiş
bugün dahi belli dengeler gözetilmeden Çerkes üst
kimliğinde buluşmak kolay olamaz. Burada görünen her ne
kadar dost-düşman algılamasından kaynaklanan fark olsa
da asıl mesele değişik görüş, inanış, ideolojiye sahip
insanların mevcudiyeti ve tabi insanları birbirinden
vazgeçiren sebep yazılan şu sebeplerdir yoksa
dost-düşman üzerinden yapılan tartışma bunun zahiri
sebebini oluşturuyor. O zaman denmeli ki, müşterek
amaçlarda buluşmanın tek yolu farklılığı olduğu
belirtilen bu gruplar arasında farklılığı oluşturan
unsurlar üzerinde çok hassas durulmalı-gerekli
duyarlılık gösterilmeli. Yani her görüşten Çerkes'in
üzerinde hassasiyetle durması gereken gerçek,
başkalarının düşünce hayatına müdahale sayılacak
söylemlerden uzak durmasıdır ve kendini Çerkesliğin tek
temsilcisi olarak görmemesidir. Bununla birlikte bu
sınırların ihlal edilmesi durumunda tepki göstermek en
doğal bir insanı tavırdır meseleyi değerlendirmekle
görevli kişiler devreye girmez ise babacan tavırlar
meseleye el atacaktır.
Mahmut Bag
01.08.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Osmanlı suçsuz diyerek bilime sırtınızı dönerek, bir
yere varamayacağınız muhakkak. Bu mantıkla en fazla
konuyla alakalı ve alakasız duygularınızı düzensiz bir
şekilde başkalarının empoze ettiği perspektiften
yansıtabilir, hös görüsüzlük kısır döngüsünde dönüp
durursunuz. Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak,
enerjilerini amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli
şekilde kullanmak isteyen akılcı insanlar tarafından
kaale alınmazsınız. Aklın yolu birdir. Akılcı
düşünemiyorsak uzlaşmamız ve bugünkü konumumuza en
uygun çözümü bularak bu çözüme ulaşmadaki politikaları
üretmemiz mümkün değildir. Bağımsızlık, düşman vb
kavramları kullanırken bugün teknoloji yaratamayan sözde
bağımsız devletlerin ne kadar bağımsız olduklarını ve
bizimde ne kadar bilimsel yapıt, ne kadar teknoloji
üretebildiğimize bakarak ne kadar bağımsız
olabileceğimizi bir düşünün isterseniz.
Bu sözde bağımsız devletlerde yaşayan insanların özgürlüklerinin
sınırlarına ve yasam standartlarına bir göz atmanız,
yuvarlama tabirleri bir tarafa bırakarak ne istediğinizi
netleştirmenizde size yardımcı olacaktır.
Koşulu akılcı düşünebilmek. Bugünkü koşulları
çerçevesinde Çerkeslerin varlıklarını sürdürebilmek için
yapmaları gereken nedir
diye düşündüğümde; vatanlarında yoğunlaşarak
benliklerini ve kültürlerini hiçbir sınırlamaya tabi
kalmadan, özgürce kullanarak diğer halklarla birlikte,
demokrasinin, özgürlüklerin, barisin ve hoşgörünün
sınırlarını genişleterek yaşamaktan başka akılcı bir
alternatif bulamıyorum.
Başkalarının yalnız ulusal
benliklerine değil kişisel benliklerine de hoşgörü
göstermemiz gerektiğini unutmamamız gerekir. Burada bir
çocuk Rusça'yı sadece ikinci bir dil olarak okuyarak
üniversiteye kadar gelebilir. İsterse üniversitede Adige
dili, edebiyatı, tarihi vb okuyabilir ve edindiği
meslekle çeşitli devlet kurumlarında çalışabilir. Halen
burada üniversite öncesi okullarda Rusça konuşmakta
zorlanan öğrencilerin sayısı çoktur.
Çerkeslerin
benliklerini korumakta bu kadar özgür oldukları ve
koruyabildikleri başka bir yer yoktur. Fakat bu
özgürlüklerimizin dahi içini doldurmakta zorlanıyoruz.
İsterseniz Türkiye'deki haklarınızın neler olduğunu ve
nasıl bir eğitim aldığınızı, eğitim kurumlarındaki
özgürlüklerinizi bir daha hatırlayın. Geçtiğiniz eğitim
kurumlarının benliklerinizin ve akılcı, özgür düşünme
kabiliyetinizin gelişmesine ne kadar katkıda
bulunduklarını, hayata dair bilgilerinizi ne kadar
arttırdıklarını, size nasıl bir mesleki beceri
kazandırdıklarını, başkalarının haklarına saygı
göstererek yaşamayı ne kadar benimsetebildiklerini bir
düşünün isterseniz!
Sağlıcakla
Talebe
01.08.2006
Selamlar Cemil,
Biraz utandım doğrusu!
Utandım çünkü ben aslında fazla bir şey
bilmem. Ki, bu nedenle kendime "Talebe" takma
adını uygun
gördüm ve biraz teorik-pratik birikimimin olduğu
"politika" ve "örgütlenme" konuları
dışında, yine bu
nedenle, fazla bir şey yazmıyorum.
Neyse...
Aslında bu
sayfada yazılan hemen her şey konuyla direk alakalı.
Elbette herkes kendi birikimi ve politik formasyonuyla
dile getiriyor düşüncelerini ama hala konu dışına
çıkıldığını sanmıyorum. Dönüş'ün önündeki engeller neler
olabilir veya hangi davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar
verebilir? Bu soruyu cevaplamadan önce herhalde Dönüş'ün
bizim için ne anlam ifade ettiğini netleştirmek
gerekiyor.
Özellikle sayın Hatam'ın kuşağı bu konuyu
yeterince tartıştı sanırım: Bir anavatanımız var ve
anavatanda yaşayan insanlarımız. Ama çoğunluğumuz
onlarca ülkeye dağılmış durumdayız. Ve bu ülkelerde
asimile oluyoruz. Anavatanda yaşayan insanlarımızın
sayısı az, kurumlarımız zayıf...
Diasporada ise içerisinde yaşadığımız ülkelerin insafına
(!) kalmış
halimiz.
Kısaca, yokluyoruz! Ötesi yok. Dönüş; ''işte, bu yok oluşu
nasıl durdurabiliriz'' arayışları içerisinde
ortaya atılmış bir düşünce. Yok oluş nasıl
durdurulabilir? Bunun tek yolu uluslaşmaktır.
Yaşadığımız çağda uluslaşamayan, ulusal kurumlarını
oluşturamayan bir halkın, hele hele bir başka ulusun
sınırları içerisinde, verilen kimi hak kırıntılarıyla
varlığını devam ettirme şansı yoktur. Hatta bir azınlık
olarak uluslararası sözleşmelerle tanınan tüm haklara
sahip olsa dahi, önünde sonunda yok olmaya mahkumdur.
Burada birinin suçlu veya güçlü olması gerekmiyor.
Ekonomik, politik yaşam, insanin insan olarak gündelik
yaşamında girmek zorunda olduğu ilişkiler, çarklar hakim
ulusun lehine isler. Yalnızca insani ihtiyaçlar bile ne
kadar hak verilmiş olursa olsun bir gün seni "ulusal
çember"in dışına çıkmaya zorlar. Bu nedenle ben tüm
kültürel sosyal faaliyetleri gerekli ama yetersiz
görüyorum. Ve eğer bu faaliyetler içerisinde
insanlarımıza yanlış mesajlar veriliyorsa, içerik olarak
uluslaşmaya hizmet etmiyorsa zararlı buluyorum.
İnsanlarımızı oyaladığı, bilinçlerini bulandırdığı icin.
Bir sürü faaliyet içerisine girip, bu faaliyetlerde
gerekli mesajları vermeden insanlarımızda bir ulus veya
vatan bilincinin ortaya çıkmasını beklemek saflıktır.
İnsan bilinci çevresinin ve pratik faaliyetlerinin
sonucu oluşur. Başka bir deyişle ne verirsen, onu
alırsın.
Öyleyse öncelikli görevimiz, uluslaşmak ve ulusal
kurumlarımızı oluşturmak olmalı. Peki nasıl
uluslaşabiliriz? Eğer Ulus, "...tarihsel olarak
oluşmuş,
kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini
kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme
birliği..." ise, bunun anavatandan başka bir yerde
gerçekleşmesi mümkün mü? Ve eğer ulus olamazsak
yok olacak isek geri dönmekten başka bir yol var mı?
Dönüş, 140 yıllık ayrılığa son vermek, anavatan ile
diasporayı birleştirmektir. Ve uluslaşmamızın ilk adımı
olacaktır. Kurtuluşun ilk adımı... Dönüş, "Çerkes kökenli
Arap" veya "Çerkes kökenli Türk" vb.
çemberini kırmak,
yalnızca Çerkes olmaktır. Ama dönüş zor ve uzun bir
yürüyüştür. Bunun öyle bir anda gerçekleşmesi mümkün
değil. Ancak dönüş isteğinin, düşüncesinin yaygınlaşması
kalbi uluslaşmak için çarpan insanlarımızın çoğalması
demektir. Dönüş'ün bu misyonunu görmemek, anlamamak
herhalde ona verilecek en büyük zarar olacaktır.
Dönüş "uluslaşmamızın
stratejik yolu"dur. Bu anlamıyla siyasi bir harekettir.
Ve bu nedenle dernekleri, dernekçi kafa yapısını aşmak
zorundadır. Örgütlenmesi ve kurmaylığı olmalıdır. Süreç
içerisinde tüm kurumlarımızı bünyesinde toplamayı,
birlik-beraberliği yaratmayı hedeflemelidir.
Bir örnek
vermek gerekirse: Derneklerimizin Dönüş Komisyonları
değil, Dönüş Hareketi'nin dernekleri olmalıdır. Ancak bu
siyasallaşma gerçekleşirse, bu perspektifle
örgütlenilirse dağınıklık aşılabilir, mücadelede bir
süreklilik kazanılabilir diye düşünüyorum. Ve süreklilik
bir hareketin başarıya ulaşabilmesinin "olmazsa
olmaz"ıdır. İşte bu önderliğin ve örgütlenmesin
yol göstericiliğinde, plan ve programlamasında üçerli
beşerli, onarlı, yirmişerli dönüşlerle anavatan ile
diaspora arasındaki bağlar güçlendirilecek, güven
arttırılacak, birbirine yabancılaşma en asgariye
indirilecek, güç olunacaktır.
Dönüş Hareketi bölge
ülkelerinin çıkarına değildir. Böyle bir hareketten
Türkiye'sinden Rusya Federasyonu'na, Gürcistan'ına kadar
bir çok ülke rahatsız olur. Bölgede dengeler zorlanır.
ABD veya AB gibi ülkeler de Dönüş Hareketi'ni
desteklemezler. Onlar için önemli olan bölgedeki
çıkarlarıdır. Barış isterlerse barışı özendirir, savaş
gerekiyorsa savaşı kışkırtırlar. Bu nedenle Dönüş
Hareketi'nin başından itibaren bu ülkelerin dolaylı ve
dolaysız kontrolünden çıkması, bağımsız olması gerekir.
Siyasi ilişkiler kurulmalı ama ulusal çıkarlarımızdan,
bağımsız-ulusal çizgimizden asla taviz verilmemeli.
Bağımsız-özgür bir anavatan özlemini, sevdasını kimse
varlığının bilincinde olan bir Çerkes'in yüreğinden söküp
atamaz. İste sayın Bagaps, "Abhazya bağımsız bir
devlettir ve öyle kalacaktır. Burası bizim atalarımızın
toprağıdır" diyor. Gerçekten yalnızca kendi
çıkarımız için olacaksa ve gerekirse savaşırız da. Ama dönüşün
gelişebilmesi, güçlenebilmesi bölgede barışı ve huzuru
gerekli kılıyor.
Siyasi hedeflerimizden, çıkarlarımızdan
tavizler vermemeli ama kışkırtıcı tavırlardan,
çatışmalardan veya savaşlardan kaçınmalıyız. Biz
beğensek de beğenmesek de veya yetersiz de olsalar
anavatanımızda yine bizim insanlarımızca oluşturulmuş
kurumlar, yapılar var. Öncelikle bunları
güçlendirmeliyiz. Bölgenin demokratik, barışçı, insan
haklarına saygılı örgüt ve kurumlarıyla ilişkilerimizi
geliştirmeliyiz. Aksi davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar
verir...
Gönen-Abzegh
03.08.2006
Olayları tarihi
süreç içinde ele almanın dayanılmaz-inanılmaz faydaları
var. Birilerinin size dayatmaya çalıştığı tarihin yanlış
olabileceği, tarihle ilgili klişeleşmiş söylemlerin
dışında farklı yorumlara doğru yelken açtıkça bazen
duyulan heyecanlara kürekler yetişmiyor. Zihni arka
plana ilişkin her zorlama değişik şekilde yansımakta
hatta bilime arkamızı dönüp uygun adın uzaklaştığımız
dahi söylenmekte. Her söylemini bilimle el ele, kol
kola, göz göze, diz dize sunan (bilme arkasını dönmez
tavır)bu anlayış yanında bizim, anlayışın dayattığı
tarihin dar, karanlık koridorlarında el yordamıyla bazı
gerçekleri-tespitleri ortaya koymamız rahatsızlık vermiş
olmalı. Tıpkı din konusunda yapılması gereken şeyler
söylenirken imha edilen çam ormanları gibi tarih
konusunda da resmi söylemin dışındaki tarihsel olayları
geniş pencereden yorumlama karşısında imha ekibi
rahatsız olmuş durumda. Nasıl olunmasın ki
taraftarlarının ağzında pelesenk olmuş ifadeler ile
Osmanlı''ya duyulan nefretin bazı bilinmeyen yönleri ifşa
edildikçe Osmanlı hakkında diğer iddialara da insanın
şüphe ile bakası geliyor.
Sürgün, tüm acılarıyla
birlikte bazı gizli kalmış noktalarıyla da hala
gönderdiği artçı şok dalgalarıyla bilinç dünyamızı
sarsmakta. Babacan tavır bir tespitte bulunmuş
dost-düşman ülkeler üzerinden vazgeçebilme ihtimalinin
start aldığı noktada Çerkeslik sorgulanmaya başlamalı.
Oysa ki bu vazgeçebilme ihtimalinin kaynağı ülkeler
değil bizatihi düşüncelerdi bu düşünceye uygun ülkeler
üzerinden yapılan mücadele bize
insanlar-fikirler-düşünceler-inançlar arasında
farklılığı işaret etmekteydi. İnsanların olağanüstü
dönemlerde Çerkeslik üst kimliği-şemsiyesi altında
Çerkesleri birleştirme çabaları takdirle karşılanmalı
ama tarihte bunun sergilenememiş olması ve bugün dahi
şemsiyenin altındaki insanların sırılsıklam halleri bu
işin zorluğunu göstermekte. Bunları şunun için yazıyoruz
şemsiyenin işlev görebilmesi için ortak bir tarih
bilinci olmak zorunda ve insanlar Çerkes tarihine
baktığında meseleyi bir bütün olarak algılayabilmeli ve
Çerkes tarihi sürgüne kadar gelip dayanmamalı, sürgün
sonrası uygulanabilir reel politikalar ile Çerkeslik
bilincinin canlı kalabilmesi için devamlı kan
pompalanmalıdır. Çerkes tarihi sürgünle birlikte
kesilmiş ya da bu tarihten sonra Çerkesler yeryüzünden
silinmiş ve dahi bu tarihten sonra Çerkes realitesi
geleceğe yönelik atacağı tüm adımları unutmuş izlenimi
vermemelidir. Önemli olan madem gelecek ve gelecekte
Çerkes realitesi, o zaman Çerkesler dahil oldukları
ülkenin geleceğe yönelik attığı adımlarla aynı yönde
aynı ritimde aynı ahenkle adımlarını atarken ve böylece
sürgün sonrası Çerkes realitesine hizmet edecek en uygun
pozisyonların yakalanması için azami gayreti canla başla
göstermesi gerekirken bu doku uyuşmazlığı, ritim
bozukluğu nereden kaynaklanıyor ve tarihi arka plan da
yatan gerçek nedir?
Yukarıda yazıldığı üzere Osmanlı'dan
nefret edilmesinin tek nedeni Osmanlı'nın kendi çıkarları
için Çerkesleri kullanması (stratejik yerlere
yerleştirme) bu yönde Ruslarla işbirliğine girmesi ve
sürgün esnasında dramatik sahnelere seyirci kalması gibi
iddialardır. Daha öncede yazıldığı üzere bazıları için
nefretin katmerleşerek büyümesinin altında daha derin
sonuçları olduğuna ve Çerkesliğin bilinç dünyasını
tamamen değiştireceğine inanılan ama umum Çerkeslerin
kanaatleri ortadayken bunun pek dile getirilmediği-çekinildiği
bunun yerine yukarıdaki iddialar üzerinden Osmanlı2ya
nefretin körüklendiği bunda da başarılı olunduğu bir
gerçektir. Şöyle ki bizim daha önce yazdığımız ve basit
bir hesaba dayanan gerçek şudur, ortalama 50 yıllık bir
sapmanın Çerkes realitesi üzerinde oluşturduğu kelebek
etkisi (filmini de tavsiye ediyoruz) o kadar büyük bir
gerçektir ki sürgün gerçeğini dahi bu gerçek yanında
Çerkeslik bilinci üzerindeki etkileri yönüyle küçük
kalmaktadır. sürgün tarihi (1864) ile Bolşevik ihtilali
(1917) arasında tarih ise çok kısa ama doğurduğu sonuçlar
çok büyüktür.
Ortalama 50 yıllık bir sapma Çerkeslerin
inanç, benlik ve düşünce dünyasında büyük bir kırılmanın
dönüm noktasıdır. Bu sapmanın en önemli aktörü ise
Osmanlı'dır. Osmanlı, Rusların Çerkeslere gösterdikleri
yerlere yerleştirilme ile Osmanlı'ya sürülmeleri arasında
bırakıldıkları seçimde, faaliyetleri sonucu Osmanlı'ya
göçü tercih etmelerinde etkili olmuştur. Böylece 80
yıllık sosyalist Rusya tecrübesi karşında yanıp-tutuşan
anlayış, bunun uzaktan seyircisi değil bizatihi
yaşayanı-yaşatanı olma sevdasından, kaderin bir
cilvesiyle feragat etmek zorunda kalacaktır. Ortalama 50
yıl sonra olacakları kimse bilmediğine-hesaplamadığına
göre (Osmanlı dahi) bu ince hesabı alıcısına göre
tesadüflere, gerçeği görmek isteyenler için ise kaderin
takdir hükümlerine göre işlem tesis ettiği gerekçesiyle
umuma havale ediyoruz.
Sonuç ise, her takdirin kabul
edeceği üzere Çerkeslerin, halkların kardeş kardeş şarkı
söylediği o coğrafyadan kopması ve bu tablonun dışında
bırakılması olmuştur. 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesi
karşısında dizlerinin bağı çözülen tavrın ise kaybı pek
çoktur. Uzaktan uzağa, içten içe yanan bu ateş, ortalama
50 yıl daha sabır edilebilinse, üstelik Çerkesler
yerlerinden de sürülmeden bu gerçekleşeceği için
halkların kardeşliği zincirinde bir halka olabilmeyi
ummuştur hep. Bu tarihi buluşmanın önündeki tek engel
ise bu süreci dahi planlamamış olan zavallı
Osmanlı'dır (zahiri planda). İstasyonda tren bekleyen
Çerkesleri almış ve istasyona daha sonra giren ve
vagonlarında öğütme makineleri bulunan kızıl-Rus trenine
bir şey kalmamıştır. Artık trene uzaktan mendil
sallamaktan başka yapılacak bir şey yoktur geriye bu
tarihi manevranın, safları nasıl tayin (hiç kimseye
bırakmadan) ettiği ve Çerkes realitesinin izlemesi
gereken pusula için yollara bıraktığı ekmek kırıntıları
kalacaktır. Umulur ki, kuşlardan önce birileri onları
bulacak. Şu an Kuzey Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerin
Çerkesliklerini nasıl doya doya yaşadıklarına dair özlem
dolu örnekler verilmiş ve dahi sosyalist Rusya döneminde
göçün gerçekleşmemesi durumunda Çerkeslik adına
yaşanacak nice güzelliklere de bu yolla göndermeler
yapılmıştır. Biz bunun için aşağıda bir kaynaktan alıntı
yapıyoruz, yorumu umuma havale ediyoruz ve konuyu burada
bitiriyoruz. (Kolonizasyon politikasına minik bir
örnek.) ALINTI: 1 “Kuzey Kafkasya'nın Çarlık Rusya tarafından
işgalinin 1864 yılından itibaren başlayan
sürgün-soykırım-etnik temizlik ve kolonizasyon
politikası, yüzyıldan az bir süre içinde Moskova'nın üç
farklı devlete (Çarlık Rusya'sı, SSCB, Rusya Federasyonu)
başkent olmasına rağmen hiç kesilmeden devam etmiş,
bölgenin özellikle kültürel, siyasi ve etnik yönden
yavaş yavaş Ruslaştırma politikası günümüze kadar devam
etmiştir. Bu nedenle SSCB döneminde Kuzey Kafkasya dışındaki
bölgelerde Çarlık Rusya'sını hatırlatan yer atları
Sovyetleştirilirken Kuzey Kafkasya'da Çarlık Rusya'sını
tarihini ve bölgenin Rusya tarafından işgalini
hatırlatan adlara dokunulmamış, bilakis işgali
hatırlatan adların takılması SSCB döneminde de
sürdürülerek Ruslaştırma politikasına devam
edilmiştir. Örneğin; Kuzebatı Kafkasya'da bugün birçok
yerleşim yerinin adının hala 19.yy'da ortalarında bölgeyi
ele geçiren Çar II Aleksander’in (1855-1881) komutanları
Lazerev, Golovin, Zass, Geyman, adlarını taşımaktadır.
Kafkas-Rus savaşında yer alan Rus alaylarının adları
olan Mingrelski, Apşeronski, Navagiski, Erivanski'de eski
yerleşim yerlerine yeni ad olmuştur. Kuzey Kafkasya'da
Müslüman Shapsughları katleden ve topraklarından zorla
çıkaran II. Aleksenderin adı eski Shapsugh topraklarında
Krasno-Aleksandrovski (tarihi adı: Lığotkh) halen kasaba
adı olarak kullanılmaktadır. Soçi kenti yakınlarındaki
Shapsugh bölgesinde tarihi yer adlarının kökü köy adlarına
varıncaya kadar SSCB döneminde kazınmıştır. Örneğin
Thağepş köyünün adı ilk önce Kirov daha sonra Boji Vodi
olmuştur.”
ALINTI:2 Buna devam ettiğiniz sürece de doğal
olarak, enerjilerini amaçlarına ulaşma doğrultusunda en
verimli şekilde kullanmak isteyen akılcı insanlar
tarafından kale alınmazsınız. Şimdi biz bu yazıyı
üzerimize almıyoruz çünkü bu sitede forum açma zahmetine
katlanmış ve hiçbir cevap alamamış kişilerin de kale
alınmadıklarını, bu mantığa göre öğrenmiş oluyoruz
dolayısıyla bu yazının bu bağlamdaki kişileri de
ilgilendirdiğini düşündüğümüzden bu mantığı-anlayışı da
umumun izanına havale ediyoruz.
Tanbek Kuray
05.08.2006
Sayın Y.B.Kalkan`ın
dikkatine,
Çağrınızda belirttiğiniz adrese iki defa mail
atmama rağmen ulaşamadım. Bana ulaşırsanız çok
sevinirim.
seozeres1@yahoo.de
Cemil
0.08.2006
Merhaba Talebe,
Nasılsın?
Kusuruma bakma Talebe, biliyorum geciktim. Ne yazında
değindiğin konular ne de senin fikirlerini
önemsemediğimden değildir, düşüncelerini sorduğum
konularda yazamamam. Dalgınım Talebe çok dalgınım.
Bedenen fersah fersah uzaklarda da olsam, yüreğimi de
aklımı da, fikrimi de salmışım Kefken'e. Kardeş yolu
gözlüyorum, sevgili talebe. Kardeş yolu gözlüyorum.
Benim kardeşlerimin imkanları olsa gelmezler mi diyorum.
Duymamışlardır, vardır başlarında bir hal, olmasa gelmezler mi? Gelir benim
kardeşlerim gelir. Yollarını
gözleyen atalarını da, kardeşlerini de bekletmez el ele,
kol kola nerdeyse çıkar gelirler.
Kusuruma bakma Talebe. Mach,s gut bis zum nächsten mal.
Mustafa Değirmencioğlu
12.08.2006
Hoş
olmayan şartlar içinde verilen yaşam mücadelesi, insanın
tüm enerjisini gündelik hayatın pratik ve maddi
ihtiyaçlarını tatmin etme yolunda heba olur. İnsan, dünya
yaşamı demokrasi insanca yaşamak isteklerini hatta dini
felsefi düşünceye yer ve zaman ayıramaz ve bundan dolayı
dünyevi manevi hayatı karmaşıklaştırıyor.
Kapitalist
sömürü sistemi, bu durumlarda sömürü işlevini sürdürür ve
amacına ulaşır ve toplumların inançlarını yönlendirir.
Gerçek dışı ve çıkarları yönünde belirleyici
olur.Kapitalist sömürü sistemi toplumların demokrasi
insanca yaşam standardı kendi isteği oranında sunulur
açlık sınırında tutulan toplumlar demokrasi ve inanç
konusunda kendilerini geliştiremeyince kapitalist sistem
kendi geliştirdiği demokrasi inanç yazgısını oluşturup
kader diye toplumlara sunarak bütün bu seçimlerini ilahi
iradenin seçimi olarak hayatın içine yerleştirir.
Lhashako Şahin
13.08.2006
Yeldar'ın
değindiği konular içinde katıldığım bir çok yer var ama
katılmadığım noktalarda var. Genel fikrim şudur ki, en
büyük toplumsal sorunumuz olan asimilasyonun ve dönüşün
önündeki en büyük engel olan entegrasyondur
entegrasyonun en önemli nedeni de dindir elhamdülillah.
Hepimiz Allah'a inanıyoruz ama dinsel gericiliğin
toplumuzda yarattığı tahribatı göremeyecek kadar kör
olamazsınız diyorum.
Bu ülkede günah diye mızıkalar
kırıldı. Sadece mevlitle düğün yapıldı çok Müslüman diye
Oflu hocalara kızlar verildi, wuig oynarken el ele
tutuşmalarına izin verilmedi. Kaşenlik namussuzluk gibi
algılanmaya başlandı. Bununda tek nedeni dini xhabze gibi
görmeye başlamaktı ama birisi dini konuda bir şey
söylerse hemen öfkeleniyoruz. Hiç düşünmüyoruz
nedense.
Görende bizi asırlardır Müslüman sanır. Bir
çoğumuzun dedesi Türkiye'ye gelince Müslüman olmuştur. Bunu sanki hiç kimse bilmiyor.
Lütfen dinle xhabzeyi
karıştırmayın.
Yeldar'a katılmadığım nokta; diğer siyasal
düşüncelerden kendini ayırarak, bir ulusal hareket
sağlanamaz diye düşünüyorum. Bende senin gibi bir sol
görüşlüyüm ama ulusal bir hareket sağlanacaksa herkesin
ortak katılımıyla sağlanacaktır.
Şeref Kahrıman
13.08.2006
Uzun zamandır
itinayla takip ediyorum foruma yazılan yazıları. Yeldar
arkadaşımızın yaklaşım tarzı aslında ‘’bir deli bir
kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış’’ durumu
gibi algılansa da aslında farkına varmadan çok önem bir
noktaya dikkatleri çekiyor. Belki de farkında olmadan.
Bu önemli nokta komünist ya da sosyalist ideaya sahip
Çerkeslerin bir arada olmalı değil tabi ki...
Asıl
dikkat edilmesi gereken nokta; (altını kırmızı kalemle
iki defa çizmekte fayda görüyorum) hangi kültüre ait
olurlarsa olsunlar; günümüz dünyasında belli bir
kültürel kimliğe sahip bütün insanların, tıpkı kendileri
gibi aynı bütünün parçası olan diğerlerinden ayrışma
çabası. Bu çaba kimi zaman haklı olmak, kimi zaman
vatansever olmak, kimi zaman aydın olmak, kimi zaman
dindar olmak gibi bir çok maskeyle perdelense de asıl
dikkat edilmesi gereken konu sosyolojik bazda aslında bu
olgudur.
İnsanların benimsemekte hiç tereddüt
etmedikleri bu sosyal motif yalnızca biz Çerkeslerde
değil, dünya üzerinde kültürel temelle birbirine bağlı
olan bütün halklarda görülmektedir. Psikolojik savaşın
yüzyılın mücadele biçimi olduğu çağımızda muhakkak ki,
değişik yol yöntem ve metotlar izleyen belli güçler,
bütünler parçalamak konusunda dışardan müdahalelerle
tepki toplamaktansa grubun kendi içindeki enerjiyi
kullanarak emel ve isteklerine ulaşma politikası
izlemektedirler.
İsimleri büyük bir çoğunluğunuz
tarafından bilinen resmi kurum, kuruluşlarla birlikte
dünya üzerinde dünya siyasetini insanların
ideolojilerini kontrol altında tutmak yönetmek ve
yönlendirmek kaygıları güden adı ''vakıf'' ya da benzeri
şekilde adlandırılan gerçekten güçlü oluşumlar kendi
jurnallerini eğitirken şu anda ''tepkisel yaklaşım''
modelini bir kenara bırakmışlardır. (Tepkisel yaklaşım
modeli; aynı düşünce, inanç, ırk ya da fikir birliği
olan grup ya da sosyal oluşumların dışardan verilecek
etkilerle belli bir toplumsal tepkime ya da hareket
oluşturulması daha sonra ise bu oluşturulan hareket ya
da tepkimenin faydaya çevrilmesini amaçlar ki,
başlangıçta akla ve mantığa yatkın şekilde başlayan
sosyal hareket daha sonra belli yöntemlerle kontrol
altına alınarak yönetilir ve yönlendirilir.)
Şu anda
bütün jurnallerine ''iç dinamikler kutuplaşması''
konusunda eğitim vermekte ve herhangi bir toplum ya da
topluluğu kendi içerisinde barındırdığı hareketlilikle
ayrıştırmayı amaçlayan bir model izlemektedirler.
Yazıyı
çok fazla uzatarak sizleri sıkmak istemem. Son olarak
konuyla ilgili bir hususa dikkat çekerek bitirmek
istiyorum. 1999’dan beri dernekler, dernekçilik,
toplumsal kaygı, toplumsal amaç, vb gibi konularla
alakalı genel yaklaşım tarzımızı bizim gibi olmasa da
başka doğrular etrafında bütünleşmiş ve gerek bir halk
olsun gerek topluluk olsun güçlenmiş diğer sosyal
grupların yaklaşım biçimleriyle karşılaştırınız. Ortaya
çok ilginç neticeler çıkacağından ve şaşkınlık
içerisinde kalacağınızdan emin olabilirsiniz. Artık ''Rodina''
ve benzerleri gibi tepkisel yaklaşım modellerinin rafa
kalktığını ve Rodina’nın işlevsellik kazandırıcıları
dışında da bizimle ilgili düşünce yürüten kurum kuruluş
ve yapıların olduğunu göreceksiniz.
Kısacası güç her
zaman bütünlükten bir arada olmaktan kaynaklanan ve
korunmadan tutunda her anlamda hayatta kalmaya kadar
kimi zaman etik kimi zaman etik olmayan bir kavramdır.
Güçlü olmak ancak farklı paylara sahip olsak bile aynı
paydada bir araya gelebilmekle mümkün olacaktır.
Muhakkak ki, kültür durağan değildir.yaşar kendini
geliştirir ve bu yaşam ve gelişim işlevinin dinamosu
aynı kültürden olan kişilerin fikirsel ayrılıkları
farklı düşünüş biçimleridir. Bu kültürün en önemli içsel
dinamiğidir.
Tartışalım, farklı fikirlerimiz olsun ama bu
dinamiğin bizi taşıdığı hedefe dikkat edelim. Kendi
kendine başlasa da bu dinamiğin yönetiminin önemli
olduğunu unutmayalım.
Tha sizleri mutlu kılsın.
Alemdar Alemcioğlu
13.08.2006
Arkadaşlar
benim amacım Müslüman'ca yaşamak ve yaşatmaktır. Siz ne
diyorsunuz ya. Ahiret diye bir şey vardır. Ebu Leheb mi
oldunuz? Hepinizi İslam'a davet ediyorum. Evet ben rakı
içerim ama Müslüman'ım.
Saygılar hakkedene.
K. Dokuz
14.08.2006
Sayın Alemcioğlu,
Hem Müslümansın, hem rakı içersin. Afiyet, şeker olsun, buna
bir diyeceğim yok. Benim anlamadığım cümlenin sonunda;
''saygılar hak edene'' diyorsun. Ne demek istediğini pek
anlayamadım, lütfen açıklar mısın? Saygıyı kimler hak eder,
kimler etmez?
Saygılar, sevgiler
dünyanın tüm insanlarına. Hoşçakalın.
Hajkasım
Erdoğan
14.08.2006
Anadolu'da bir
laf vardır, temsilde hata olmasın. "Kör, köre cırt parmağım gözüne" demiş.
Sayın Yeldar Abhazya'da bir gecenin
içinde.... 2.500.000. Abaza'yı ve 2.500.000 Hıristiyan Gürcü'yü
yok eden zihniyet hangi zihniyetti ve başlarında dünyaca
ünlü hangi sosyalist vardı?
Eğer bu kan emici
yaratığın yaptıklarına yalan derseniz, ABHAZYA'DA
bunları anlatan Abazalar yalan söylüyor
demektir. Bizlerde onların yalancısıyız. Sizin
dediklerinizin tek harfine katılmıyorum. Bence
sağcı, solcu, ateist, kominist ne olursa olsun. ÇERKES ÇOK
DEĞERLİDİR.
Senin siyasi görüşün beni hiç
ilgilendirmiyor, eğer Çerkes'sen benim kardeşimsin. O
zaman ben seninde, o 95 kişinin de yanındayım. Sadece
Çerkes olduğunuz için.
Şeref Kahrıman
15.08.2006
Sayın Hajıkasım
Erdoğan durumu aslında net biçimde özetledi. Paylar
farklı olsa bile paydaları eşitlemek bu
işte. Sosyalist, komünist, radikal İslamcı vb.ne olursa
olsun bizi birbirimize bağlayan payda aynı kültürel
temellerle dünyaya bakıyor olmamız.
Bir kez daha
hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu tür ayrışımlar sadece
güç kaybına yol açar. Ve dış etkenler tarafından bir çok
topluluğa empoze edilmektedirler. Komplo teorisi gibi gelse de günümüz dünyasında ''propaganda''ya dayalı bir
savaş var. Kullanılan yöntemlere kısaca yukarıdaki yazımda
belirtmiştim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tha sizleri
mutlu kılsın.
Fuat Aydemir
15.08.2006
Merhaba,
Bu başlık altında gerçi bizlerin artık bir şey yazması
fark etmiyor. Zira Yeldar arkadaş yanıtlamayacağını
söyledi. Ancak sayın Hajkasım Erdoğan bey; maalesef
Mevlanacılık yetmiyor bu davada. Yani Çerkes ol da ne
olursan ol mantığıyla hareket edemezsiniz. Gerçi suya
sabuna dokunmayan "Ben Çerkesliğimi kendimle, ailemle
yaşayayım da o bana yeter" diyorsanız tabi ki felsefeniz
doğrudur. Ama Çerkes kültürü yaşamalı, asimilasyona
karşı mücadele edilmeli, dönüş ya da kalıp da kültürel
hakların alınması vb. mücadele gerektiren
eylemliliklerde siyasi bir şekillenme çizmek ya da
sahip olmak zorundasınız.
İnsanlar düğüne çağrılmıyor ki
"Çerkes olsun, yeter" mantığı güdülsün sadece. Bu anlamda
Çerkes kültürüne en büyük sekteyi vuran iki kesim
mevcuttur. Bunları da Türk-Çerkes diye kimliğe ayırmaya
bile gerek yoktur.
Gericiler ve aşırı milliyetçiler; bana göre Wahabist bir
Çerkes ya da kafatasçı bir Çerkes kültürel değerlerimizi
korumamıza, yaşatmamıza engel
teşkil eden tiplerdir ve Çerkes olmaları hiçbir şey
ifade etmez. Tabi ki bir düğünde, bir toplantıda,
gecelerde, gösterilerde sadece "Çerkes olmak" kriteri
arayabilirsiniz de ulusal-kültürel mücadele de bakış
açınızı belirlemek zorundasınız. Tabi ki, mücadele diye
bir kaygınız var ise.
Saygı ve sevgiler.
Hajkasım
Erdoğan
16.08.2006
Sayın Fuat
Aydemir,
Ne yapalım yani? Çerkes olabilmemiz için
ideolojilerden birine mi yaslanmak lazım. Sosyalist
olunmadan Çerkes olunmuyor mu? Yanlış anlama benim
epeyce siyasetle uğraşmışlığım var. Hangi siyasi görüş
Çerkesleri bir araya getirmiş? Bana tek bir örnek verebilir misin?
Tek bir siyasetimiz vardır o da Çerkeslik. Farklı milletlerle beraber
Çerkes gibi
yaşamaya uğraşmaktansa, her türlü ideolojiyi benimseyen
bir Çerkesle beraber Çerkesliği yaşamayı tercih
ediyorum.
Bu benim tercihim.
Benim ve sülalemin Çerkesliği nasıl yaşadığını, Kiremitli'den,
Sivas'tan...KIPların herhangi birinden sorup öğrenebilirsin. Sizin
gözünüzde gerici, yobaz, faşist olabilirim ama
yanılıyorsun, ben Çerkes'im, Çerkes gibi yaşarım ve çok
mutluyum. Ben bu Çerkes toplumunun içine senede bir
sefer bir aylığına eş dost ziyareti olsun diye
girmiyorum, devamlı içindeyim.
Şu soruya cevap vermeni
istiyorum. Bir gecenin içinde 2.500.000 Abaza'yı yok eden
zihniyet, hangi zihniyetti, İslam mı Wahabi mi? ABHAZYA'yı
Abaza kanına boyayan bu kan emici, hangi millettendi,
kimdi ve hangi siyasete hizmet ediyordu? Tekrar
ediyorum siyasi görüşü beni ilgilendirmiyor, Çerkes
benim için çok değerlidir.
Sizin aradığınız tek tip Çerkes zor bulunur, bulduklarınızla yetiniyorsanız o da
sizin tercihiniz.
Fuat bey, sana verebileceğim örnekler
aklının almayacağı kadar çok, benim sülalemden, KIPlardan
o kadar çok örnekler verebilirim ki, aklın durur.
Siyasetin yüzünden Çerkesliği bir kenara bırak insan
gibi yaşamaya hasret kalmış insanımız o kadar çok ki.
Onun için diyorum ki, buraya siyaseti bulaştırmayalım.
Şuraya toplanan üç beş kişiyi de bir birine
düşürmeyelim.
Boris Godunov
16.08.2006
Reçete, olarak
algılanması istenilen herhangi bir ''izm'' doğrudan doğruya
bizim toplumsal elem ve hazlarımızdan doğmadıkça çare
olacak demek yanlış olur. Bu kapsamda dönüş düşüncesi
bizden doğan bir fikir olması hasebi ile doğrudur. Tabi ki
bu fikri kabul edenler dönmeli, buralarda oyalanmamalı. Bir
düşüncemde şudur sürgünün bize vermiş olduğu birlik
duygusu, Abhazya savaşında, Kafkasya'da da kendini
göstermişti, lakin Çeçen savaşından sonra durum neden
değişti, Hıristiyanlara yardıma Wahabistlerde gelmişti, ne
oldu da,değişti? Bu durumlar, birlik ruhu olmamış fakat
duygu olabilecek seviyeye yükselmişken.
İbretlik duruma
bakınız, dünü ağız dolusu eleştirenler bu duygunun
öldürülmeye çalışılmasına gık diyemiyorlar, diasporayı
etkileri altına alan bu mihraklar kime ve neye
çalışıyorlar? Onlar ''izm''leri yüceltirken bari birde
dedelerinin mezarına s...larda içleri daha rahat
eder. Açıkça uyarıyorum, Kafkasya'yı bölmek
ayrıştırmak, yabancılaştırma siyaseti güdenler gütmek
zorundalar. Çünkü ecelleri burada yatıyor, bu bölgeyi duygu
birliği sağlayacak her şeyden mahrum etmek zorundalar ve
öcüler icat etmek zorundalar, bir zamanlar onlar
dedelerimize de haydut derlerdi de dünyayı buna inandırmak
isterlerdi.
Şimdi o haydutların çocuklarını birbirine
tınmaz hale getiriyorlar. O halde dünün çaresizliklerini
ders olarak alırken dikkatli konuşmalıyız. Kim ne derse
desin Kafkasyalıların anasını ağlatan Ruslardır, ağlatacak
olanda bu böyle biline.
Şimdi ben Ruslar Wahabist diye
Çeçenleri öcü mü görecem? Bari hacca da gitmeyelim veya
Abhazlar, Osetler Hıristiyan diye kardeşlik borcumu
çizeyim mi veya dedelerimiz şeriatçı idi deyip red mi
edelim?
Üç kırık teori öğrenen meydana çıkıveriyor. Sosyalist mehdi kesiliyor, burası
Çerkes meydanı ise yok öyle yağlı ballı şatafat. Dönülecekse dönelim, ölünecekse
ölelim, oynanacaksa oynayalım, ağlanacaksa ağlayalım ama
diyenler dediklerini yapsınlar.
Söz, Kafkasyalılarda
bildiğim kadarı ile ağızdan çıkar, haydi görelim
bekliyoruz. Selam duruyoruz.
Fuat Aydemir
16.08.2006
Merhaba,
Öncelikle Erdoğan kardeş, zaten senle beni kimse
bölemez, benim vurgulamak istediğim olayı tam
anlatamadığım izlenimi edindim.
Senin olaya aşırı iyi
niyetle yaklaştığını biliyorum. Zira seni tanıdığım
kadarıyla söylüyorum. Keşke olay bu kadar basit
olabilseydi. Zaten bizim gelenek ve kültürel değerlerle
yetişip de "Aşırı dinci ya da ırkçı"
insanlarımızın çıkması beni şaşırtan. Anavatanda bizlerin en
büyük
tehlikesi tabi ki Rus faşizmidir. Türkiye'de de Türk
faşizmi. ''Türk'ün Türk'ten başka dostu'' yok diyen zihniyet.
''Türkiye Türklerindir'' diyen zihniyet.
Faşizmi ve aşırı dinciliği (müslumanlik-hristiyanlik-yahudilik
fark etmiyor)
mücadele edinmiş insanlarla istesen de bir arada
olamazsın. Bu kafaya gelmiş insanların Çerkesliği de
kalmamıştır.
Onun dışında; ne görüşte olursa olsun, her insanımla bu
mücadeleyi paylaşmak, omuz vermek yaptığım
ve yapacağım şeydir. Yeldar arkadaşın çağrı şekline,
keskinliğine ilk eleştiriyi de yazan benim. Doğrularını
onayladığım gibi yanlışlarını da kendimce belirttim.
Sorun nettir. Bu sorunun çözümünde her görüşten
insanlarımızla ortak paydayı bulmak gerekiyor.
Son
olarak; yazı şeklim itibariyle şöyleyseniz, böyleyseniz
diye vurgularım kesinlikle şahsına değildi. Ana
düşünceye yönelik genel vurgulardı. Bu anlamda hata etti
isem şahsından özur diliyorum.
Saygı ve Sevgiler.
|