...................
FELSEFENİN BAŞLANGIÇ İLKELERİ   -1

Georges Politzer
Çeviri: Sevim Belli

                         
...................
 
...................

BİRİNCİ KISIM

FELSEFE SORUNLARI

GİRİŞ

I. Felsefeyi niçin öğrenmeliyiz?
II. Felsefe öğrenmek zor bir şey midir?
III. Felsefe nedir?
IV. Materyalist felsefe nedir?
V. Materyalizm ile Marksizm arasındaki ilişkiler nelerdir?
VI. Burjuvazinin Marksizm’e karşı kampanyaları.


I. FELSEFEYİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?

Bu kitapta, materyalist felsefenin başlangıç ilkelerini sunmak ve açıklamak amacındayız.

Niçin? Çünkü Marksizm, bir felsefeye ve bir yönteme, diyalektik materyalizmin felsefesine ve yöntemine sıkı sıkıya bağlıdır. Şu halde Marksizm’i iyi anlamak için ve burjuva teorilerinin kanıtlarını çürütmek için olduğu kadar, etkin bir siyasal savaşımı üstlenmek için de bu felsefeyi ve bu yöntemi incelemek zorunludur.

Gerçekten de Lenin, şöyle demişti; Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz. ( V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 29.) Bu, her şeyden önce, teoriyi pratiğe bağlamak gerekir, demektir.

Pratik nedir? Pratik; gerçekleştirme işidir. Örneğin, sanayi, tarım, bazı teorileri (kimyasal, fiziksel ya da biyolojik teorileri), gerçekleştirirler (yani gerçeğe geçirirler).

Teori nedir? Teori, gerçekleştirmeyi istediğimiz şeylerin bilgisidir.

Yalnızca pratik olabilir - ama o zaman yalnızca göreneğe dayanarak gerçekleştirilir. Yalnızca teori olabilir - ama o zaman da tasarlanan, kafada tasarlanan şey çoğu kez gerçekleşemez. Demek ki, teori ile pratik arasında bağlantı olması gerekir. Bugün sorun, bu teorinin ne olması gerektiğini ve pratik ile bağlantısının nasıl olması gerektiğini bilmektir.

Doğru bir devrimci eylemi gerçekleştirebilmek için işçi militana, doğru bir tahlil yöntemi ve doğru bir düşünme yönteminin gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ona, bütün olguların çözümünü verecek bir dogma değil ama hiçbir zaman aynı olmayan koşulları ve olguları hesaba katan bir yöntem,
teoriyi pratikten, düşünceyi yaşamdan hiçbir zaman ayırmayan bir yöntem gerektiğini düşünüyoruz. İşte açıklamaya, anlatmaya niyetlendiğimiz bu yöntem, Marksizm’in temeli olan diyalektik materyalizm felsefesinin içerdiği yöntemdir.


II. FELSEFE ÖĞRENMEK ZOR BİR ŞEY MİDİR?

Felsefe öğreniminin, işçiler için, özel bilgileri gerektiren, güçlüklerle dolu bir şey olduğu genellikle düşünülür. Açıklamak gerekir ki, burjuva elkitapları, bu görüşleri onları inandırmak için ve onları ancak yıldırabilecek biçimde kaleme alınmıştır.

Genel olarak öğrenmenin, özellikle de felsefe öğrenmenin güçlükler taşıdığını yadsımıyoruz ama bu güçlükler elbette yenilebilir güçlüklerdir ve özellikle, okurlarımızın çoğunluğu için yeni şeyler olmasından ileri gelir.

Biz de zaten, daha sözün başında şeylere bellilik, açıklık kazandırarak, okurlarımızı, günlük dilde anlamı bozulmuş sözlerin bazı tanımlarını yeniden gözden geçirmeye, irdelemeye çağıracağız.


III. FELSEFE NEDİR?

Halk dilinde filozof denince ya bulutlarda yaşayan bir kimse ya her şeyi hoşgören, hiçbir şeye aldırmayan kimse anlaşılır. Oysa tam tersine, filozof, bazı sorunlara, kesin, açık yanıtlar getirmek isteyen kişidir ve eğer felsefenin, evrenin (dünya nereden geliyor? nereye gidiyoruz? vb.) sorunlarına bir açıklama bulmak istediği dikkate alınırsa, elbette ki, filozofun pek çok şeyle uğraştığı ve söylenenin tersine, çok şeye aldırdığı görülür.

Öyleyse, felsefeyi tanımlamak için, felsefenin, evreni, doğayı açıklamak istediğini, en genel sorunları incelediğini söyleyeceğiz. Daha az genel olan sorunlar, bilimlerce incelenir. Öyleyse felsefe, bilimlerin bir uzantısıdır, şu anlamda ki, felsefe, bilimlere dayanır ve onlara bağlıdır.

Burada hemen ekleyelim ki, Marksist felsefe, bütün sorunların çözümüne bir yöntem getirir ve bu yöntem, materyalizm denen şeye ilişkin olan bir yöntemdir.


IV. MATERYALİST FELSEFE NEDİR?

Burada da gene hemen belirtmemiz gereken bir anlam karışıklığı vardır; halk dilinde materyalist denince, maddi zevkleri tatmaktan başka bir şey düşünmeyen kimse anlaşılıyor. Madde (mattiere) sözünü içeren materyalizm sözcüğü üzerinde sözcük oyunu yapılarak, ona baştan aşağı yanlış bir anlam verme yoluna gidiliyor.

Biz, materyalizmi incelerken, ona, -sözcüğün bilimsel anlamında- gerçek anlamını geri vereceğiz; göreceğiz ki, materyalist olmak, bir ülküye sahip olmaya ve bu ülküyü zafere ulaştırmak için savaşım vermeye engel değildir.

Dedik ki, felsefe, dünyanın en genel sorunlarına bir açıklama bulmak ister ama, insanlığın tarihi boyunca, bu açıklama, her zaman aynı olmadı.

İlk insanlar da doğayı, dünyayı açıklamak istediler ama bunu başaramadılar. Gerçekten de dünyayı ve bizi çevreleyen olayları açıklama olanağını bize veren, bilimlerdir; oysa bilimlerin ilerlemelerine olanak sağlayan buluşlar çok yenidir.

Demek ki, ilk insanların bilgisizliği, onların araştırmalarına bir engeldi. Bunun içindir ki tarih boyunca, bu bilgisizlik nedeniyle, dünyayı olağanüstü güçlerle açıklamak isteyen dinlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, bilime aykırı bir açıklamadır. Sonra yavaş yavaş, yüzyıllar boyunca, bilim gelişecek, insanlar, bilimsel deneyimlerden yola çıkarak maddi
olgularla dünyayı açıklamayı deneyecektir - buradan, şeyleri bilimlerle açıklama iradesinden, materyalist felsefe doğdu.

Sonraki bölümlerde materyalizmin ne olduğunu inceleyeceğiz ama şimdiden, şunu aklımızda tutalım ki, materyalizm, evrenin bilimsel açıklamasından başka bir şey değildir.

Materyalist felsefenin tarihini incelerken, bilgisizliğe karşı savaşımın ne kadar çetin ve güç olduğunu göreceğiz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, materyalizm ve bilgisizlik yan yana, bir arada varlıklarını sürdürdüklerine göre zamanımızda da bu savaşım, henüz son bulmamıştır.

Marks ve Engels, işte bu savaşımın ortasında işe karıştılar. 19. yüzyılın büyük buluşlarının önemini anlayarak, materyalist felsefeye, evrenin bilimsel açıklamasında çok büyük ilerlemeler yapma olanağını sağladılar. Böylece diyalektik materyalizm doğdu. Sonra, ilkin, onlar, dünyayı yöneten yasaların, toplumların gelişmesini açıklamaya yaradığını anladılar;
böylece ünlü tarihsel materyalizm teorisini dile getirdiler.

Bu kitapta, ilkin materyalizmi, sonra diyalektik materyalizmi, daha sonra da tarihsel materyalizmi inceleyeceğiz Ama her şeyden önce, materyalizm ile Marksizm arasındaki ilişkileri ortaya koymak istiyoruz.


V. MATERYALİZM İLE MARKSİZM ARASINDAKİ İLİŞKİLER
NELERDİR?

Bu ilişkileri şöyle özetleyebiliriz:

1. Materyalizmin felsefesi, Marksizm’in temelini oluşturur. (Bkz: Lenin, Materyalizm ve Reformizmin Felsefesi, Karl Marks. et sa doctrine, Editions Sociales 1953, s. 60.)

2. Dünyanın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek isteyen bu materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, Marksizm de bilimlerden çıkmıştır, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evrim gösterir.

3. Marks ve Engels'ten önce de birçok kez ve değişik biçimlerde materyalist felsefeler ortaya çıktı ama, 19. yüzyılda bilimler ileriye doğru büyük bir adım attıklarından, Marks ve Engels, çağdaş bilimlerden yola çıkarak, bu eski materyalizmi yenilediler ve bize, diyalektik materyalizm denilen ve Marksizm’in temelini oluşturan çağdaş materyalizmi sundular.

Bu birkaç açıklama ile görüyoruz ki, materyalist felsefenin, söylenenin tersine, bir tarihi vardır. Bu tarih, bilimlerin tarihine sıkı sıkıya bağlıdır. Materyalizm üzerine kurulmuş olan Marksizm, tek bir adamın kafasından çıkmamıştır. O, daha Diderot'da çok ilerlemiş bulunan eski materyalizmin
uzantısı ve sonucudur. Marksizm, 18. yüzyıl ansiklopedicilerinin geliştirdiği ve 19. yüzyılın büyük buluşlarının zenginleştirdiği materyalizmin açılıp gelişmesidir. Marksizm, canlı yaşayan bir teoridir ve hemen burada Marksizm’in, sorunları nasıl ele aldığını göstermek için herkesin bildiği sınıf savaşımı sorununu bir örnek olarak alacağız.
 
İnsanlar bu sorun üzerinde ne düşünürler? Bazıları, ekmeği savunmanın, siyasal savaşımdan ayrı bir şey olduğunu düşünür. Diğer bazıları, örgütlenme zorunluluğunu yadsıyarak, sokakta yumruklaşmanın yeterli olduğu görüşündedirler. Daha başkaları ise yalnızca siyasal savaşımın bu soruna çözüm getireceğini önü sürerler.

Marksist için, sınıf savaşımı, şunları içerir:

a. Bir ekonomik savaşımı,
b. Bir siyasal savaşımı,
c. Bir ideolojik savaşımı,

Şu halde sorun, bu üç alana birlikte yerleştirilmelidir.

a. Barış uğruna savaşım verilmeksizin, özgürlüğü savunmaksızın ve bu amaçlar için savaşıma yarayan bütün fikirleri savunmaksızın, ekmek için savaşım verilemez.

b. Marks'tan beri gerçek bir bilim haline gelmiş olan siyasal savaşım için de durum aynıdır: Böyle bir savaşım yürütmek için, hem ekonomik durumu, hem de ideolojik akımları, aynı zamanda hesaba katmak zorunludur.

c. Propaganda ile kendini gösteren ideolojik savaşıma gelince, bu savaşımın etkili olması için, ekonomik ve siyasal durumu hesaba katmak gerekir.

Demek ki, bütün bu sorunlar, birbirlerine sımsıkı bağlıdır ve bu bakımdan, sınıf savaşımı denilen bu büyük sorunun herhangi bir görünümü -örneğin bir grev- karşısında sorunun bütün verilerini ve bütünüyle sorunun kendisini
dikkate almadan bir karar alınamaz.

Şu halde bütün bu alanlarda savaşım verme yeteneğinde olan, harekete en iyi yönü verecektir.

Bir Marksist, bu sınıf savaşımı sorununu işte böyle anlar. Oysa, her gün sürdürmek zorunda olduğumuz ideolojik savaşımda ruhun ölümsüzlüğü, Tanrının varlığı, evrenin başlangıcı gibi çözümlenmesi güç sorunlarla karşı karşıya bulunuruz. İşte diyalektik materyalizm, bize, bir uslamlama
yöntemi verecek, bütün bu sorunları çözümlememize ve aynı zamanda Marksizm’i tamamlamak ve yenilemek iddiası ile Marksizm’i bozmaya çalışanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmamıza olanak sağlayacaktır.


VI. BURJUVAZİNİN MARKSİZM'E KARŞI KAMPANYALARI

Marksizm’i, böyle tahrife kalkışmak, çok çeşitli temellere dayanır. Marksizm-öncesi (Marks'tan önceki) dönemin sosyalist yazarlarını, Marksizm’in karşısına dikmeye çalışırlar. Böylece, ütopyacıların, Marks'a karşı, sık sık kullanıldığı görülür. Başkaları Proudhon'u kullanırlar; bazıları, (Lenin tarafından ustaca çürütüldükleri halde) 1914 öncesinin
revizyonistlerinden kaynaklanırlar ama, burjuvazinin Marksizm’e karşı yürüttüğü susma kampanyasını özellikle belirtmek gerekir. Burjuvazi, ayrıca materyalist felsefenin Marksist biçimiyle bilinmesini engellemek için her şeyi yapmıştır. Fransa'da yapılan felsefe öğretimi özellikle bu bakımdan çarpıcıdır.

Orta dereceli öğretim kuruluşlarında felsefe öğretilir ama bu öğretimin tümü, Marks ve Engels tarafından hazırlanıp geliştirilmiş materyalist bir felsefe olduğu hiçbir zaman öğrenilmeden, baştan sona izlenebilir. Felsefe elkitaplarında Marksizm ve materyalizm sorunu birbirinden daima ayrıymış
gibi, materyalizmden (çünkü ondan söz etmek gereklidir) söz edilir. Marksizm, genellikle yalnızca, siyasal bir öğreti olarak sunulur ve tarihsel materyalizmden söz edildiğinde de bu konuyla ilgili olarak, materyalizm felsefesinden söz edilemez; diyalektik materyalizmin tümü ise, hiç bilinmiyor.

Bu durum yalnızca ortaokullarda ve liselerde böyle değildir; üniversitelerde de tamamen aynıdır. En belirleyici olgu şudur: Fransa'da Marksizm’in bir felsefesi bulunduğu, bunun da materyalizm olduğu bilinmeden ve geleneksel materyalizmin çağdaş bir biçimi bulunduğu, bunun da diyalektik
materyalizm ya da Marksizm olduğu bilinmeden, Fransız üniversitelerinin verdikleri en yüksek dereceli diplomalarla donanmış olarak, bir felsefe uzmanı olunabilir.

Biz, Marksizm’in yalnızca toplum hakkında değil ama aynı zamanda evrenin kendisi hakkında genel bir anlayışı içerdiğini belirtmek istiyoruz. Demek ki, bazılarının ileri sürdüklerinin tersine, Marksizm’in, bir felsefeden yoksun oluşu gibi büyük bir kusuru bulunduğundan yakınmak ve
Marksizm’in yoksun bulunduğu bu felsefeyi, işçi hareketinin bazı teorisyenleri gibi, orda burada yeniden aramak, yersizdir. Çünkü Marksizm’in bir felsefesi vardır ve bu da diyalektik materyalizmdir.

Zaten, bu susma kampanyasına, yönetici sınıfların yaptıkları bütün kalpazanlıklara ve aldıkları bütün önlemlere karşın, Marksizm ve felsefesi, gittikçe daha çok tanınmaya, bilinmeye başlamıştır.



BİRİNCİ BÖLÜM

FELSEFENİN TEMEL SORUNU

I. Felsefe öğrenmeye nasıl başlamalıyız?
II. Evreni açıklamanın iki biçimi.
III. Madde ve ruh.
IV. Madde nedir? Ruh nedir?
V. Felsefenin temel sorusu ya da sorunu.
VI. İdealizm ya da materyalizm.


I. FELSEFE ÖĞRENMEYE NASIL BAŞLAMALIYIZ?

Giriş kısmında birkaç kez belirttik ki, diyalektik materyalizm felsefesi, Marksizm’in temelidir.

Amacımız, bu felsefenin incelenmesi, öğrenilmesidir; ama bu amaca varmak için, aşama aşama ilerlememiz gerekir.

Diyalektik materyalizmden söz ettiğimiz zaman önümüzde iki sözcük vardır: materyalizm ve diyalektik; bu demektir ki, materyalizm, diyalektiktir. Biliyoruz ki, Marks ve Engels'ten önce de materyalizm vardı ama onlar, 19. yüzyılın buluşlarının yardımıyla, bu materyalizmin şeklini değiştirdiler ve diyalektik materyalizmi yarattılar.

Materyalizmin çağdaş biçimini belirten diyalektik sözcüğünü, daha ilerde inceleyeceğiz.

Ama, mademki Marks ve Engels'ten önce de materyalist filozoflar var olmuştu (örneğin 18. yüzyılda Diderot) ve mademki bütün materyalistler için ortak olan noktalar vardır, öyleyse, diyalektik materyalizmi ele almadan önce, materyalizmin tarihini öğrenmemiz gerekir. Aynı şekilde materyalizme karşı çıkarılan anlayışları da bilmemiz gerekir.


II. EVRENİ AÇIKLAMANIN İKİ BİÇİMİ

Felsefenin en genel sorunların öğrenilmesi demek olduğunu ve felsefenin amacının, evreni, doğayı; insanı açıklamak olduğunu gördük.

Eğer bir burjuva felsefe elkitabını açıp bakarsak, içindeki felsefelerin çokluğu, çeşitliliği ile şaşırıp kalırız. Bu felsefeler, izm ile biten, az ya da çok karmaşık, çok çeşitli sözcüklerle donatılır, örneğin kritisizm (eleştiricilik), evolüsyonizm (evrimcilik), entelektüalizm (anıkçılık) ve benzerleri gibi. Bu çokluk, bir karışıklık yaratır. Zaten burjuvazi de durumu
aydınlatmak için hiçbir şey yapmamış, tam tersini yapmıştır ama biz, bütün bu sistemler arasında bir seçim yapacak, iki büyük akımı, kesim olarak birbirine karşı iki anlayışı, ayırdedebilecek durumdayız. Dünyanın

a) Bilimsel anlayışı,
b) Bilimsel olmayan anlayışı.


III. MADDE VE RUH

Filozoflar, dünyayı, doğayı, insanı yani sonuç olarak bizi kuşatan her şeyi açıklamak işine giriştikleri zaman, şeyleri ayırdetmek gerekli olmuştu. Biz, kendimiz de gördüğümüz, dokunduğumuz maddi şeyler, nesneler bulunduğunu saptıyoruz. Ayrıca göremediğimiz, dokunamadığımız, ölçemediğimiz, örneğin fikirler gibi, başka gerçekler olduğunu da saptıyoruz.

Demek ki, şeyleri şöyle sınıflandırıyoruz: bir yanda maddi olan şeyler; öte yanda ruh, düşünce ve fikirler alanında kalan, maddi olmayan şeyler.

İşte böylece, filozoflar, madde ve ruh ile karşı karşıya geldiler.


IV. MADDE NEDİR? RUH NEDİR?

Az önce, şeylerin madde ya da ruh oluşlarına göre nasıl sınıflandırıldığını, genel olarak gördük.

Ama bu ayrımın, çeşitli biçimlerde ve çeşitli sözcüklerle yapıldığını belirtmeliyiz.

Böylece, ruhtan söz edilirken, düşünceden, fikirlerimizden, bilincimizden. söz ediyoruz; gene aynı şekilde doğadan, dünyadan, yeryüzünden, varlıktan söz edilirken, maddeden söz edilmiş olunuyor.

Gene bunun gibi, Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı kitabında varlık ve düşünceden söz ettiği zaman, varlığa madde düşünceye ruh demektedir.

Düşünce ya da ruhun, varlık ya da maddenin ne olduğunu tanımlamak için şöyle diyeceğiz:

Düşünce, bizim şeylerden edindiğimiz, şeyler hakkındaki fikrimizdir; bu fikirlerin bazıları, bize, alışıldığı üzere, duyumlarımızdan gelir ve maddi nesneleri karşılarlar; Tanrı fikri gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat düşünce gibi diğer bazı fikirler ise maddi nesneleri karşılamazlar. Burada aklımızda
tutmamız gereken esas şudur ki, biz, duygulara, düşüncelere, fikirlere, gördüğümüz ve duyduğumuz için sahibiz.

Madde ya da varlık, duyumlarımızın, algılarımızın bize gösterdiği, bize sunduğu, genel anlamda bizi çevreleyen ve dış dünya dediğimiz her şeydir. Örnek: Elimdeki kağıt beyazdır. Bu kağıdın beyaz olduğunu bilmek, bir fikirdir ve bu fikri bana veren benim duyularımdır ama madde kağıdın
kendisidir.

Bunun içindir ki, filozoflar, varlık ile düşünce arasındaki ya da ruh ile madde arasındaki ya da bilinç ile beyin. arasındaki vb. ilişkilerden söz ettikleri zaman, bunların soruları hep aynıdır: Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden hangisi daha önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte
felsefenin temel sorusu budur.


V. FELSEFENİN TEMEL SORUSU YA DA SORUNU

Her birimiz, öldükten sonra ne olacağımızı, dünyanın nereden geldiğini, yeryüzünün nasıl oluştuğunu kendi kendimize sormuşuzdur ve bizim için herhangi bir şeyin her zaman var olduğunu kabul etmek, güç bir şeydir. (İnsanın) belli bir zamanda hiçbir şeyin var olmadığını düşünmeye eğilimi
vardır. Onun içindir ki, Ruh, karanlıklar üzerinde yüzüyordu... sonra madde geldi şeklindeki, dinin öğrettiğine inanmak daha kolaydır. Gene aynı biçimde insan kendi kendine, bizim düşüncelerimizin nerede olduğunu sorar ve böylece, ruh ile madde arasında beyin ile düşünce arasında bulunan ilişkiler sorunu, bize göre konmuş olur. Ayrıca sorunu, daha
başka türlü koyuş biçimleri de vardır. Örneğin, irade ile güç arasındaki ilişkiler nelerdir? İrade burada ruhtur, düşüncedir; güç ise olanaklı olandır, varlıktır, maddedir. Toplumsal bilinç ile toplumsal varlık arasındaki ilişkiler sorunuyla da aynı derecede sık karşılaşırız.

Demek ki, felsefenin temel sorusu, çeşitli görünümler altında kendini ortaya koyar ve bu, madde ile ruh arasındaki ilişkiler sorununun konuluş biçimini her zaman tanımanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Çünkü biz biliyoruz ki, bu soruya yalnız iki yanıt verilebilir:

1. Bilimsel bir yanıt,
2. Bilimsel olmayan bir yanıt.


VI. İDEALİZM YA DA MATERYALİZM

Böylece, filozoflar, bu önemli sorun üzerinde tutum takınmak durumuna geldiler. İlk insanlar, büsbütün bilgisiz oldukları, gerek dünya, gerek kendileri hakkında hiçbir bilgileri olmadığı, dünya üzerinde etki yaratabilmek için ancak pek güçsüz araçlardan yararlanabildikleri için, kendilerini şaşkınlığa uğratan bütün olayların sorumluluğunu, doğaüstü
varlıklara yüklüyorlardı. Soydaşlarını ve bizzat kendilerini canlı gördükleri düşlerinin etkisiyle, imgelemlerinde; herkesin çifte varlığı olduğu gibi bir anlayışa vardılar. Bu çift olma fikrinin verdiği rahatsızlık ve tedirginlikle, kendi düşüncelerinin ve kendi duyumlarının, kendi öz bedenlerinin
bir eylemi olmadığı ama bu bedende oturan ve ölüm anında bu bedenden ayrılan ayrı bir ruhun işi olduğu düşüncesine varmışlardır (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 20.)

Daha sonra, ruhun ölmezliği ve ruhun madde dışında yaşayabileceği
fikri doğdu.

Gene, tekniğin yenmeye elverişli olmadığı ve anlayamadıkları bütün bu (filizlenme, fırtınalar, seller vb.) olaylar karşısındaki, doğa güçleri karşısındaki kaygıları ve güçsüzlükleri, onları, bu güçlerin arkasında sonsuz bir güce sahip, iylikçi ya da kötülükçü ama her iki halde de kaprisli birtakım ruhlar ya da Tanrılar bulunduğunu varsaymaya götürdü.

Gene, onlar, insanlardan daha güçlü olan varlıklara, Tanrılara inanıyorlardı ama onları, insan ya da hayvan biçiminde maddi cisimler gibi tasarlıyorlardı. Ancak daha sonradır ki, ruhlar ve Tanrılar (sonra da Tanrıların yerini alan bir tek Tanrı), salt ruhlar halinde kavrandılar. Bunun üzerine, gerçekte, bütünüyle kendilerine özgü, bedenlerinden büsbütün bağımsız bir yaşamları olan ve var olmak için bedenlere gereksinme duymayan ruhlar olduğu fikri doğdu.

Daha sonra bu soru, dindeki değişikliğe uygun olarak, şu şekilde daha kesin, belirli bir biçimde soruldu:

Dünya, Tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik boyunca var mıydı?

Filozoflar, bu soruyu yanıtlayışlarına göre iki büyük kampa ayrılıyorlardı. (Friedrich Engels, agy, s. 21.)

Bilimsel olmayan açıklamayı benimseyerek, dünyanın Tanrı tarafından yaratıldığını kabul edenler yani ruhun maddeyi yarattığını söyleyenler, idealizm kampını oluşturuyorlardı.

Ötekiler, dünyayı bilimsel olarak açıklamaya çalışanlar, doğanın, maddenin başlıca öğe olduğunu düşünenler, materyalizmin çeşitli okullarında yer alıyorlardı.

Başlangıçta, bu iki deyimin yani idealizmin ve materyalizmin, başka bir anlamı yoktu.

Demek ki, idealizm ve materyalizm, felsefenin temel sorununa karşıt ve çelişik iki yanıt verirler.

İdealizm, bilimsel olmayan anlayıştır. Materyalizm ise, bilimsel dünya anlayışıdır.

Daha ilerde bu doğrulamanın kanıtları görülecektir ama şimdiden, taşlar, metaller, toprak gibi, düşünceye sahip bulunmayan cisimlerin var olduğu deneyle yeterince saptanırsa da tersine, bedensiz yani cisimsiz ruhun varlığının hiçbir zaman saptanmadığını söyleyebiliriz.

Bu bölümü, çeşitli yorumlara yer vermeyen tek anlamlı bir vargı ile tamamlamak istersek, görürüz ki, nasıl oluyor da insan düşünüyor sorusuna yanıt vermek için, ancak, baştanbaşa farklı ve bütünüyle birbirine karşıt iki yanıt vardır:

Birinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır.

İkinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır.

Bu yanıtlardan birini ya da ötekini vereceğimize göre, bu sorudan doğan sorunlara da farklı çözümler bulmaya çalışacağız. Yanıtımıza göre, idealist ya da materyalist olacağız.

OKUMA
- F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, İdealizm ve Materyalizm, s. 20 vd..



İKİNCİ BÖLÜM

İDEALİZM

I. Ahlaki idealizm ve felsefi idealizm
II. Berkeley'in idealizmini niçin öğrenmeliyiz?
III. Berkeley'in idealizmi.
IV. İdealist uslamlamanın sonuçları.
V. İdealist kanıtlar:

1. Ruh maddeyi yaratır.
2. Dünya bizim düşüncemizin dışında mevcut değildir.
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.


I. AHLAKİ İDEALİZM VE FELSEFİ İDEALİZM

Materyalizm konusunda günlük konuşma dilinde nasıl bir anlam karışıklığı yaratıldığını göstermiştik. İdealizm konusunda da aynı karışıklık vardır.

Gerçekten de ahlaki idealizm ile felsefi idealizmi birbirine karıştırmamak gerekir.

Ahlaki idealizm, insanın kendisini bir davaya, bir ülküye adaması demektir. Tüm dünyadaki işçi hareketinin tarihinden öğreniyoruz ki, sayılamayacak kadar çok devrimci ve Marksist yaşamlarını feda edecek kadar, kendilerini manevi bir ülküye adamışlardı ve bununla birlikte gene de felsefi idealizm denilen şeye karşıydılar.

Felsefi idealizm, dünyanın ruh ile açıklanmasını temel alan bir öğretidir.

Bu öğreti, felsefenin temel sorusuna, en önemli, başlıca ve ilk öğe, düşüncedir diye yanıt veren öğretidir ve idealizm, düşüncenin birinci derecede önemli olduğunu ileri sürerken, varlığı, düşüncenin yarattığını ya da başka bir deyişle maddeyi, ruhun yarattığını ileri sürmektedir.

İdealizmin ilk görünüşü böyledir; ve idealizm, dinlerde salt ruhun yani Tanrının, maddenin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, tam gelişmesini bulmuştur.

Bugün de felsefe tartışmalarının dışında olduğunu ileri süren ve sözde dışında olan din, gerçekte, tersine, idealist felsefenin dolaysız ve mantıklı sunuluşudur.

Oysa, yüzyıllar boyunca işe karışan bilim, kısa zamanda maddeyi, dünyayı, şeyleri yalnızca Tanrı ile açıklamaktan başka bir açıklama biçimini, zorunlu hale getirdi. Çünkü, daha 14. yüzyılda bilim, doğa olaylarını, Tanrıyı hesaba katmaksızın ve yaradılış varsayımından vazgeçerek açıklamaya başladı.

Bilimsel, materyalist ve Tanrıtanımaz bu açıklamalarla daha iyi savaşabilmek için elbette ki idealizmi daha ilerilere götürmek, maddenin varlığını bile yadsımak gerekti.

İşte 18. yüzyılın başlarında bir İngiliz piskoposu olan ve idealizmin babası diye adlandırılan Berkeley'in dört elle sarıldığı şey budur.


II. BERKELEY'İN İDEALİZMİNİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?

Demek ki, Berkeley'in felsefe sisteminin amacı, materyalizmi yıkmak, maddi varlığın var olmadığını bize tanıtlamaya çalışmak olacaktır. O, Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları adlı kitabının önsözünde şöyle yazar:

Eğer bu ilkeler kabul edilir ve bunlara gerçek gözüyle bakılırsa, bundan şu sonuç çıkar: Tanrıtanımazlık ve kuşkuculuk, ikisi birden, bir çırpıda tamamıyla yenilmiş, karanlık sorular aydınlanmış, hemen hemen çözümlenmez güçlükler çözümlenmiş ve paradokslardan hoşlanan insanlar sağduyuya kavuşturulmuş olur. (s. 13. Herkes İçin Klasikler koleksiyonu.
Librairie Hatier, Paris.)

O halde Berkeley'e göre, doğru olan, maddenin var olmadığıdır  ve tersini iddia etmek, aykırı bir tutumdur yanılsamalı bir davranıştır.

Bunu bize nasıl tanıtlamaya çalıştığını göreceğiz ama felsefe öğrenmek isteyenlerin, Berkeley teorisini büyük bir özenle incelemelerinde direnmelerinin yersiz olmayacağını düşünüyorum.

İyi biliyorum ki, Berkeley'im tezleri, bazılarını güldürecektir ama bizim 20. yüzyılda yaşadığımızı ve geçmişte yapılan bütün incelemelerden, çalışmalardan yararlandığımızı unutmamak gerekir. Ayrıca materyalizmi ve materyalizmin tarihini okuduğumuz zaman, eskinin materyalistlerinin de
zaman zaman insanı güldürdüklerini göreceğiz.

Bununla birlikte, Marks ve Engels'ten önce, materyalist düşünürlerin en büyüğü olan Diderot'nun, Berkeley'in sistemini, İnsan aklı ve felsefe için ne utanılacak bir şeydir ki, hepsinin en saçması olduğu halde savaşım verilmesi en güç bir sistem (Diderot, Körler Üzerine Mektup, Textes Choisis, c. I, Editions Sociales, Halk Klasikleri, s. 87. (Materyalizm
ve Ampiryokritisizm, s. 27'de Lenin sözünü ediyor.) olarak tanımlarken, onu biraz da olsa önemsediğini bilmemiz gerekiyor.

Bizzat Lenin de Berkeley'in felsefesine sayfalar ayırmıştı ve modern idealist filozoflar, materyalistlere karşı piskopos Berkeley'de bulunamayacak hiçbir... kanıt ortaya koymamışlardır (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Soİ Yayınları, Ankara 1993, s. 31.) diye yazıyordu.

Son olarak, işte liselerde yararlanılan bir felsefe tarihi kitabında Berkeley'in maddesizciliği (immaterialisme) üzerine yapılan bir değerlendirme:

Kuşkusuz, henüz tamamlanmamış ama hayran olmaya değer ve filozofların kafalarında bir maddi tözün varlığına olan inancı ebediyen yıkacak bir teori. (A. Penjon, Precis d'histoire de la Philosophie, Librairie Paul Delaplace, s. 320-321.)

Demek ki, bu felsefi düşünüş tarzı -her ne kadar yukarıdaki aktarmalardan da görüldüğü gibi başka başka nedenlerle de olsa- herkes için önem taşımaktadır.


III. BERKELEY'İN İDEALİZMİ

Demek ki, bu sistemin amacı, bize, maddenin var olmadığını tanıtlamaktan ibarettir.

Berkeley diyordu ki: Ruhumuzun dışında düşünerek var olduğunu sandığımız, madde değildir, onları gördüğümüz için, onlara dokunduğumuz
için, şeylerin var olduğunu düşünüyoruz; bu duyumları bize verdikleri için, onların varlığına inanıyoruz.

Ama duyumlarımız, bizim, ruhumuzda sahip olduğumuz fikirlerdir. Öyleyse, duyularımızla algıladığımız nesneler, fikirlerden başka bir şey değildir ve fikirler ise bizim ruhumuzun dışında var olamazlar.

Berkeley'e göre, şeyler vardır; o, onların doğasını ve onların varlığını yadsımıyor ama onların, ancak, duyumlarımızın bir yargısı sonucu ve onları bize tanıtan duyumlar biçiminde var olduklarını ve nesnelerin ancak aynı ve tek bir şey olduğunu ileri sürüyor.

Şeyler vardır, bu kesindir, diyor ama bizde bizim ruhumuzda ve şeylerin ruh dışında hiçbir gerçekliği yoktur.

Biz şeyleri, görme duyusunun yardımıyla kavrıyoruz; biz, onları, dokunma duyusunun yardımıyla algılıyoruz; koklama duyusu, bize, koku hakkında bilgi veriyor; tatma duyusu, tat hakkında ses alma duyusu, sesler hakkında bilgi veriyor bize. Bu çeşitli duyumlar, bize fikirler veriyor; birbirleriyle
bağdaşan bu fikirler dolayısıyla, onlara ortak bir ad veriyoruz ve onları nesneler gibi sayıyoruz.

Örneğin, belli bir düzenleniş içersinde belli bir renk, bir tat, bir koku, bir biçim, bir kıvam gözlemlenir; elma sözcüğüyle belirlenen ayrı bir şey olarak tanınır; öteki fikir dermeleri, taş, ağaç, kitap ve öteki duyumlanabilir şeyleri oluştururlar... (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 13.)

Demek ki, dünyayı ve şeyleri, dıştaki şeyler olarak tanıdığımızı düşündüğümüz zaman, bunlar yalnızca bizim zihnimizde var olduğuna göre, öyleyse, biz yanılsamaların kurbanıyız.

Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları adlı kitabında Berkeley, bu tezi, bize, şöyle tanıtlıyor:

Aynı bir şeyin, aynı zamanda farklı olabileceğine inanmak, bir saçmalık değil midir? Örneğin aynı anda soğuk ve sıcak. Düşününüz ki, ellerinizden biri sıcak, öteki soğuk olsun ve her ikisini de aynı zamanda orta sıcaklıkta su ile dolu kaba daldırsanız, su, bir elinize sıcak, ötekine soğuk gelmeyecek midir? (Berkeley, s.21)

Mademki, bir şeyin kendisinin aynı anda farklı olabilmesi saçma bir şeydir, bundan, o şeyin ancak bizim ruhumuzda var olduğu sonucunu çıkarmalıyız.

Peki kendi uslamlama ve tartışma yönteminde ne yapıyor Berkeley? Nesneleri, şeyleri, tüm özelliklerinden soyuyor.

Siz diyorsunuz ki, nesneler vardır, çünkü onların bir renkleri, bir kokuları, bir tatları vardır; çünkü onlar, küçük ya da büyük, hafif ya da ağırdır. Ben, size, bunun, nesnelerde var olmadığını ama bizim kafamızda var olduğunu tanıtlayacağım.

İşte bir kumaş parçası. Siz, bana, onun kırmızı olduğunu söylüyorsunuz. Bütünüyle doğru mu bu? Siz, kırmızının, kumaşın kendisinde olduğunu düşünüyorsunuz. Kesin mi bu? Biliyorsunuz ki, gözleri bizimkilerden farklı olan ve bu kumaşı kırmızı olarak görmeyecek hayvanlar vardır; aynı şekilde
sarılığı olan bir insan da onu, sarı görecektir. Öyleyse bu kumaşın rengi nedir? Bu, duruma bağlı mı diyorsunuz? Şu halde kırmızı, kumaşın kendinde değil ama gözde yani bizdedir.

Bu kumaş hafif midir diyorsunuz? Bırakın bakalım bir karıncanın üzerine düşsün, karınca elbette ki ağır bulacak onu. Öyleyse kim haklı? Onun sıcak olduğunu düşünüyorsunuz? Ateşiniz olsaydı, soğuk bulacaktınız! Öyleyse sıcak mı, yoksa soğuk mu?

Bir sözcükle, aynı şeyler, aynı anda bazıları için kırmızı, ağır ve sıcak, başkaları için tam tersi olabiliyorsa, bu demektir ki, biz yanılsamaların kurbanıyız ve şeyler yalnızca bizim zihnimizde vardır.

İşte böyle, nesnelerin tüm özelliklerini kaldırıp atarak, bunlar yalnızca bizim düşüncemizde vardır yani madde bir fikirdir demeye kadar götürürsünüz işi.

Daha Berkeley'den önce de Yunan filozofları, tat, ses gibi bazı niteliklerin, şeylerin kendilerinde olmadıklarını, bizde olduklarını söylüyorlardı ki, bu doğruydu.

Ama, Berkeley'in teorisinde yeni olan, bu gözlemi, nesnelerin tüm niteliklerini içine alacak kadar genişletmesidir.

Yunan filozofları, gerçekten de şeylerin nitelikleri arasında şöyle bir ayrım yapmışlardı:

Bir yanda nesnelerin kendilerinde olan ağırlık, büyüklük, dayanıklılık gibi ilk nitelikler.

Öte yanda koku, tat, sıcaklık, vb. gibi bizde olan ikincil nitelikler.

Oysa Berkeley, ikincil niteliklere ait tezi, ilk niteliklere aynen uygular, şöyle ki, bütün nitelikler, bütün özellikler, nesnelerde değil ama bizdedir.

Güneşe bakarsak, biz, onu, yuvarlak, düz ve kırmızı görürüz. Bilim, bize yanıldığımızı, güneşin düz ve kırmızı olmadığını öğretir. Öyleyse, bilimin yardımıyla, güneşe atfettiğimiz bazı yanlış nitelikleri bir yana bırakıyoruz ama bu yüzden güneşin var olmadığı sonucunu da çıkarmıyoruz. Oysa Berkeley, böyle bir sonuca varıyor.

Berkeley, elbette ki, eskilerin yaptıkları ayrımın bilimsel çözümlemeye dayanmadığını gösterirken haksız değildi ama kendisi, bu gözlemlerden onların sahip olmadıkları sonuçlar çıkararak bir uslamlama yanlışı yapıyor, safsata yapıyor. Şeylerin niteliklerinin, gerçekten de duyularımızın bize gösterdiği gibi olmadığını yani duyularımızın maddi gerçeği bozduğunu gösteriyor ve o, bundan, hemen maddi gerçeğin var olmadığı sonucunu çıkarıyor.


IV. İDEALİST USLAMLAMANIN SONUÇLARI

Tez, Her şey, ancak bizim zihnimizde vardır. olduğuna göre, bundan dış dünyanın var olmadığı sonucunu çıkarmak gerekir. Bu düşünüş tarzını sonuna kadar götürerek, Mademki öteki insanları ancak benim fikirlerimle tanıyorum, mademki öteki insanlar benim için ancak, maddi nesneler
gibi, fikir dermelerinden başka bir şey değildir, var olan yalnızca benim. demeye kadar vardırırız işi. Buna, felsefede (yalnızca kendim demek olan) tekbencilik (solipsisme) denir.

Lenin, daha önce andığımız kitabında bize diyor ki, Berkeley, böyle bir teoriyi savunduğu suçlamasına karşı, kendisini, içgüdüyle savunuyor. Hatta görüyoruz ki, idealizmin aşırı biçimi olan tekbencilik, hiçbir filozof tarafından
savunulmamıştır.

Bunun için, idealistlerle tartışırken, maddeyi gerçekten yadsıyan uslamlamaların; mantıklı ve tutarlı olmak için, tekbencilik (solipsisme) denen bu saçma aşırılığa varmaları gerektiğini ortaya çıkarmaya özen göstermeliyiz.


V. İDEALİST KANITLAR

Berkeley'in teorisini, elden geldiği kadar yalın bir biçimde özetlemeye önem verdik, çünkü felsefi idealizmin ne olduğunu en açık yüreklilikle ortaya koyan Berkeley'dir.

Ama bizim için yeni olan bu düşünüş tarzlarını iyi kavramak için, onları ciddiye almak ve anlamaya çalışmak artık kaçınılmaz olmuştur. Niçin?

Çünkü, daha ilerde göreceğiz ki, idealizm, yeni sözlerin ve deneyimlerin ardına gizlenerek, daha üstü örtülü bir biçimde karşımıza çıkarsa da bütün idealist filozoflar, eski Berkeley'in (Lenin) kanıtlarını yeniden ele almaktan başka bir şey yapmazlar.

Çünkü, gene göreceğiz ki, resmi felsefe tarihine egemen olmuş ve hala egemen olan idealist felsefe, kendisiyle birlikte, içimize işlemiş bulunan bir düşünce yöntemi kullanarak, bütünüyle laik bir eğitime karşın, kafamıza yerleşmeyi başarabilmiştir.

Bütün idealist filozofların kanıtlarının temeli, piskopos Berkeley'in düşünüş tarzında bulunduğundan, bu bölümü  özetlemek için, bu kanıtların başlıcalarının neler olduğunu ve bize, neyi tanıtlamaya yönelik bulunduklarını belirtmeye çalışacağız.

1. Ruh maddeyi yaratır.

Bu, artık biliyoruz, felsefenin temel sorusuna verilen idealist yanıttır; bu, ruhun dünyayı yarattığını kabul eden çeşitli dinlerde yansısını bulan idealizmin ilk biçimidir.

Bu iddia, iki anlama gelebilir.

Ya, Tanrı dünyayı yaratmıştır ve o, bizim dışımızda gerçekten vardır. Bu, teolojinin (Teoloji (Tanrıbilim), Tanrı'yı ve Tanrısal şeyleri inceleyen bilim.) görülegelen idealizmidir.

Ya, Tanrı, bize, hiçbir maddi gerçeğe tekabül etmeyen fikirler vererek, bizde dünya yanılsamasını yaratır. Bu madde bizim ruhumuz tarafından oluşturulmuş bir ürün olduğundan, ruhun tek gerçek olduğunu bize tanıtmak isteyen Berkeley'in maddesizci idealizmidir.

Bunun için idealistler ileri sürerler ki:

2. Dünya bizim düşüncemiz dışında mevcut değildir.

İşte bu, Berkeley'in, şeyler ancak bizim ruhumuzda mevcut olduğu halde biz, onlara, kendilerine özgü olabilecek özellikler ve nitelikler yükleyerek yanılgıya düştüğümüzü kesin olarak söylerken, bize tanıtlamak istediği şeydir.

İdealistlere göre, sıralar ve masalar pekala vardır ama bizim dışımızda değil yalnızca bizim düşüncemizde çünkü:

3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.

Başka bir deyişle, şeyler, düşüncemizin yansısıdır. Gerçekten de mademki madde yanılsamasını yaratan ruhtur,  mademki bizim düşüncemize madde fikrini veren ruhtur, mademki şeyler karşısında duyduğumuz duyumlar şeylerin kendilerinden değil ama yalnız bizim düşüncemizden ileri gelir, dünyanın ve şeylerin gerçekliğinin kaynağı bizim düşüncemizdir, ve buna göre, bizi kuşatan her şey, bizim ruhumuzun dışında mevcut değildir ve ancak bizim düşüncemizin yansısı olabilir ama, Berkeley'e göre, bizim ruhumuz kendi başına, bu fikirleri yaratmak yeteneğinde olamayacağından
ve zaten her istediği fikri (onları kendi kendine yaratabilseydi, bunu başarabileceği için) yaratamadığından, daha güçlü başka bir ruhun bu fikirlerin yaratıcısı olduğunu kabul etmek gerekir. Şu halde bizim ruhumuzu yaratan ve ruhumuzda karşılaştığımız dünya hakkındaki bütün fikirleri bize
buyuran Tanrı'dır.

İşte idealist öğretilerin dayandıkları başlıca tezler ve felsefenin temel sorusuna verdikleri yanıtlar bunlardır. Şimdi de materyalist felsefenin bu soruya ve bu tezlerin ortaya çıkardığı sorunlara verdiği yanıtın ne olduğunu görmeye sıra geldi.

OKUMA PARÇALARI
- Berkeley, Dialogues d'Hylas et de Philonoüs (Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları).
- Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 11-31.



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MATERYALİZM

I. Niçin materyalizmi öğrenmemiz gerekir?
II. Materyalizm nereden gelir?
III. Materyalizm nasıl ve niçin gelişti?
IV. Materyalistlerin ilkeleri ve kanıtları nelerdir?

1. Ruhu yaratan maddedir.
2. Madde her ruhun dışında vardır.
3. Bilim, deney yoluyla, şeyleri tanımamıza olanak sağlar.


I. NİÇİN MATERYALİZMİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİR?

Gördük ki, varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler nelerdir, sorusuna, ancak karşıt ve çelişik iki yanıt olabilir.

Bundan önceki bölümde idealist yanıtı ve idealist felsefeyi savunmak için sunulan kanıtları inceledik.

Şimdi de bu temel soruna (yineleyelim, her felsefenin temelinde bulunan soruna) verilen ikinci yanıtı incelemek ve materyalizmin savunma kanıtlarının neler olduğunu görmek gerekir. Materyalizm, Marksizm’in felsefesi olduğu için, bizim açımızdan ne kadar önemli ise, bunu öğrenmek de o kadar önemlidir.

Öyleyse, bu bakımdan, materyalizmi iyi tanımak zorunludur. İyi tanımak özellikle zorunludur, çünkü bu felsefe anlayışları, çok az bilinmektedir ve tahrif edilmişlerdir. Gene zorunludur, çünkü, eğitimimizle -ilk ya da en yükseği olsun- gördüğümüz öğretimle yaşayış ve düşünüş alışkanlıklarımızla, idealist anlayışlar, farkında olmaksızın hepimizin
içine az ya da çok işlemiştir. (Zaten başka bölümlerde bu olumlamanın birçok örneklerini ve niçin böyle olduğunu göreceğiz.)

Demek ki, Marksizm’i öğrenmek isteyenler için, onun temelini yani materyalizmi bilmek bir zorunluluktur.


II. MATERYALİZM NEREDEN GELİR?

Felsefeyi, genel bir biçimde dünyayı, evreni açıklama çabası olarak tanımladık ama biliyoruz ki, insanlığın bilgi düzeyine göre, bu açıklamalar değişmiştir ve insanlık tarihi boyunca dünyayı açıklamak için iki tutum benimsenmiştir: Bunlardan biri, bir ya da birkaç üstün ruha, doğaüstü güçlere başvuran bilime karşı tutumdur; öteki ise olgulara ve deneylere
dayanan bilimsel tutumdur.

Bu tutumlardan biri idealist filozoflarca, öteki ise materyalistlerce savunulur.

Bunun içindir ki, bu kitabın daha başında materyalizm hakkında edinilecek ilk fikrin, bu felsefenin evrenin bilimsel açıklanışı olduğunu söyledik.

İdealizm, nasıl insanların bilgisizliğinden doğmuşsa  -bilgisizliğin, idealist anlayışları paylaşan siyasal ve kültürel güçler tarafından, toplumlar tarihinde nasıl korunduğunu ve sürdürüldüğünü göreceğiz-, materyalizm de bilisizliğe ya da bilmesinlerciliğe karşı savaşımdan doğmuştur.

Bunun içindir ki, bu felsefe uzun süre önlenmeye çalışıldı ve bunun içindir ki, resmi üniversite dünyasında çağdaş biçimiyle (diyalektik materyalizm) ya değeri bilinmedi ya hiç bilinmedi ya da pek az tanındı.


III. MATERYALİZM NASIL VE NİÇİN GELİŞTİ?

Bu felsefeye karşı savaşım verenlerin ve bu öğretinin yirmi  yüzyıldan beri hep aynı yerde durduğunu söyleyenlerin iddialarının tersine, materyalizmin tarihi, bize, bu felsefede canlı bir şeyin ve her zaman hareket halinde olan bir şeyin varlığını gösteriyor.

Yüzyıllar boyunca insanların bilimsel bilgileri ilerledi. Düşünce tarihinin başlangıcında Yunan antikçağında bilimsel bilgiler, hemen hemen hiç yok denecek gibiydi; ilk bilginler, aynı zamanda filozof idiler; çünkü o çağda felsefe ve doğmakta olan bilimler, bir bütün oluşturuyordu, biri ötekilerin
uzantısı oluyordu.

Zamanla, bilimler, dünya olaylarının açıklanmasına, idealist filozofların dogmaları ile çelişen ve tedirginlik yaratan bir açıklık getirince, felsefe ile bilimler arasında bir çatışma başladı.

Bu çağın resmi felsefesi ile çelişmekte olan bilimlerin, felsefeden ayrılmaları zorunlu oldu. Böylece, ...onların, geleceğin yakın bir çözümü için olgunlaşmış bulunan daha sınırlı sorunları ele almak üzere, felsefenin karmaşık şeyler yığınından kendilerini kurtarmak ve derin varsayımları filozoflara bırakmak ilk işleri oldu. Böylece, felsefe ve ... bilimler
arasında bu ayrılma oluştu.

Ancak bilimlerle birlikte doğan, onlara bağlı ve bağımlı olan materyalizm, çağdaş materyalizm ile yani Marks ve Engels'in materyalizmi ile, bilim ve felsefeyi, diyalektik materyalizm içinde yeniden birleştirmek üzere, bilimlerle birlikte ilerledi ve gelişti.

Uygarlığın ilerleyişine bağlı olan bu gelişmeyi ve bu tarihi daha ilerde inceleyeceğiz ama şimdiden, materyalizm ile bilimlerin birbirine bağlı olduklarını ve materyalizmin mutlak olarak bilime bağımlı olduğunu belirtiyoruz, ki bunu akılda tutmak çok önemlidir.

Şimdi, materyalizmin esaslarını, çeşitli biçimler altında materyalist olduğunu ileri süren bütün felsefeler için ortak olan esasları, yerlerine yerleştirmek ve tanımlamak gerekiyor.


IV. MATERYALİSTLERİN İLKELERİ VE KANITLARI NELERDİR?

Bunu yanıtlayabilmek için, felsefenin temel sorusuna, varlık ile düşünce arasındaki ilişkilere yani bunlardan hangisinin daha önemli olduğu sorusuna dönmemiz gerekir.

Materyalistler, her şeyden önce, varlık ile düşünce arasında madde ile ruh arasında belirli bir ilişkinin var olduğunu öne sürerler. Onlara göre, ilk gerçek, ilk şey varlıktır, maddedir ve ruh ise ikinci gerçektir, sonradan gelendir, maddeye bağımlıdır.

Şu halde materyalistlere göre, dünyayı ve maddeyi yaratmış olan Tanrı ya da ruh değildir ama ruhu yaratmış olan dünyadır, maddedir, doğadır:

Tinin kendisi, maddenin en üstün bir ürününden başka bir şey değildir. (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 24.)

Bunun içindir ki, ikinci bölümde sorduğumuz soruyu tekrar ele alırsak ve düşünme, insana nereden gelir, dersek, materyalistler, insan düşünüyor çünkü onun bir beyni vardır ve düşünce beynin ürünüdür, diye yanıt verirler. Onlara göre, maddesiz, cisimsiz düşünce olamaz.

Bize ne kadar yüce görünürlerse görünsünler, bilincimiz ve düşüncemiz, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünlerinden başka bir şey değildir. (agy, s.24)

Buna göre materyalistler için, madde varlık, bizim düşüncemizin dışında var olan gerçek şeylerdir ve var olmak için düşünceye ya da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde ruh maddesiz var olamayacağına göre, ölümsüz ve bedenden bağımsız bir ruh da yoktur.

İdealistlerin söylediklerinin tersine, bizi kuşatan şeyler bizden bağımsız olarak mevcutturlar, bize düşüncelerimizi veren onlardır; ve bizim fikirlerimiz, şeylerin bizim beynimizdeki yansısından başka bir şey değildir.

Bunun içindir ki, varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler sorusunun ikinci yönü -Bizim çevremizdeki dünya hakkındaki düşüncelerimiz ile bu dünya arasında nasıl bir bağıntı vardır? Bizim düşüncemiz, gerçek dünyayı bilebilecek durumda mıdır? Gerçek dünyaya ilişkin tasarımlarımızda ve
kavramlarımızda gerçekliğin doğru bir yansısını verebilir miyiz? Bu soru, felsefe dilinde düşünce ile varlığın özdeşliği sorunu diye adlandırılır. (agy, s. 22) karşısında materyalistler, şu olumlamada bulunur: Evet, biz dünyayı tanıyabiliriz ve bizim bu dünyaya ilişkin edindiğimiz fikirler, gittikçe daha
doğru olmaktadır, çünkü biz, dünyayı bilimlerin yardımıyla inceleyip öğrenebiliyoruz, çünkü bilimler, sürekli olarak deney yoluyla bizi çevreleyen şeylerin kendilerine özgü ve bizden bağımsız bir gerçekleri olduğunu tanıtlamaktadır ve insanlar daha şimdiden bu şeylerin bir bölümünü yeniden üretebilmekte ve yapay olarak yaratabilmektedirler.

Şu halde özetlemek için şöyle diyeceğiz: Materyalistler, felsefenin temel sorunu karşısında:

1. Ruhu yaratan maddedir ve bilimsel olarak, asla maddesiz ruh görülmedi.

2. Madde her ruhun dışında vardır ve maddenin kendine özgü bir varlığı olduğundan, var olmak için ruha gereksinme duymaz, dolayısıyla idealistlerin söylediklerinin tersine, şeyleri yaratanlar, bizim fikirlerimiz değildir, biz fikirlerimizi şeylerden alırız.

3. Biz, dünyayı tanımak yeteneğindeyiz, maddeden ve dünyadan edindiğimiz fikirler, giderek daha doğru oluyorlar, çünkü bilimlerin yardımıyla daha önce bildiklerimizi kesinleştirebildiğimizi ve bilmediklerimizi de bulabildiğimizi doğrularlar.



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KİM HAKLI? İDEALİST Mİ, MATERYALİST Mİ?

I. Sorunu nasıl koymalıyız?
II. Dünyanın yalnızca bizim düşüncemizde var olduğu doğru mudur?
III. Şeyleri bizim fikirlerimizin yarattığı doğru mudur?
IV. Ruhun maddeyi yarattığı doğru mudur?
V. Materyalistler haklıdırlar, bilim, onların iddialarını tanıtlar.


I. SORUNU NASIL KOYMALIYIZ?

Şimdi, idealistlerin ve materyalistlerin tezlerini bildiğimize göre, kimin haklı olduğunu bulmaya çalışacağız.

Anımsayalım ki, her şeyden önce, bu tezler, mutlak olarak birbirine karşı ve birbiriyle çelişiktirler; diğer yandan bu tezlerden birini ya da ötekini savunduğumuz an, savunduğumuz tez, bizi, sonuçları dolayısıyla, çok önemli olan vargılara götürecektir.

Kimin haklı olduğunu bilmek için, iki tarafın kanıtlarını özetlediğimiz üç noktaya başvuracağız.

İdealistler ileri sürüyorlar:

1. Maddeyi yaratan ruhtur;
2. Madde bizim dışımızda mevcut değildir, o halde bizim
için bir yanılsamadan başka bir şey değildir;
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.

Materyalistler ise bunun tam tersini ileri sürüyorlar.

İşimizi kolaylaştırmak için, ilkin, ortak görüneni ve bizi
en çok şaşırtanı incelemek gerekir.

1. Dünyanın yalnızca bizim düşüncemizde var olduğu
doğru mudur?
2. Şeyleri bizim fikirlerimizin yarattığı doğru mudur? İşte Berkeley'in maddesizci idealizminin savunduğu iki kanıt, bundan çıkan sonuçlar, bütün Tanrıbilimlerde olduğu gibi üçüncü sorumuzla sonuçlanır:
3. Ruhun maddeyi yarattığı doğru mudur?

Bu üç soru, felsefenin temel sorununa dayandığından, çok önemlidir. Öyleyse, kimin haklı olduğunu, ancak bu soruları tartışarak bulacağız ve bu sorular, materyalistler için özellikle ilginçtir, şu anlamda ki, bu sorulara verilen materyalistçe yanıtlar, bütün materyalist felsefeler için -bu bakımdan
diyalektik materyalizm için de- ortak olan yanıtlardır.


II. DÜNYANIN YALNIZCA BİZİM DÜŞÜNCEMİZDE
VAR OLDUĞU DOĞRU MUDUR?

Bu soruyu incelemeden önce, okumalarımızda sık sık karşılaşacağımız ve kullanacağımız iki felsefe terimini iyice öğrenmeliyiz.

Öznel gerçek (yalnızca bizim düşüncemizde var olan gerçek anlamına gelir.)

Nesnel gerçek (düşüncemizin dışında var olan gerçek anlamına gelir).

İdealistler, dünya nesnel bir gerçek değil ama öznel bir gerçektir, derler.

Materyalistler ise, dünya nesnel bir gerçektir, derler.

Dünyanın ve şeylerin yalnızca bizim düşüncemizde var olduğunu bize tanıtlamak için piskopos Berkeley, onları (renk, büyüklük, yoğunluk gibi) özelliklerine ayrıştırır ve bireylere göre değişen bu özelliklerin, şeylerin kendilerinde değil ama bizim her birimizin ruhunda olduğunu iddia eder. Bundan, maddenin nesnel değil ama öznel olan bir özellikler kümesi
olduğu, dolayısıyla var olmadığı sonucunu çıkarır.

Eğer güneş örneğini tekrar ele alırsak, Berkeley, kırmızı,  yuvarlak nesnel gerçeğine inanıp inanmadığımızı bize sorar ve özellikleri, tartışma yöntemi ile, kendi yöntemi ile, güneşin, kırmızı ve yuvarlak olmadığını bize gösterir. Demek ki, güneş nesnel bir gerçek değildir, çünkü, kendi kendine var
değildir ama ancak öznel bir gerçektir, çünkü yalnızca bizim düşüncemizde vardır.

Materyalistler, güneşin, kırmızı, düz bir yuvarlak olarak gördüğümüz için var olduğunu ileri sürmezler, -çünkü bu, çocukların ve gerçeği denetlemek için duyularından başka şeyleri olmayan ilk insanların safça, çocuksu gerçekçiliğidir- ama onlar, güneşin var olduğunu, bilimin yardımıyla
doğrularlar. Bilim, gerçekten de duyularımızın bizi düşürdüğü yanılgıları düzeltmemize olanak verir.

Ama, bu güneş örneğinde sorunu açıkça koymalıyız. Berkeley'le birlikte, biz de güneşin yuvarlak olmadığını, kırmızı olmadığını söyleyeceğiz ama onun çıkardığı sonuçları, güneşi nesnel gerçek olarak yadsımasını kabul etmeyeceğiz.

Şeylerin özelliklerini değil, onların varlığını tartışıyoruz.

Duyularımızın bizi yanıltıp yanıltmadığını, maddi gerçeği bozup bozmadığını anlamak için değil ama bu gerçeğin bizim duyularımızın dışında var olup olmadığını bilmek için tartışıyoruz.

Peki, materyalistler, bu gerçeğin bizim dışımızdaki varlığını kesin olarak söylüyorlar ve onlar kanıtlarını doğrudan doğruya bilimden alıyorlar.

İdealistler haklı olduklarını bize göstermek için ne yapıyorlar? Sözcükler üzerinde tartışıyorlar, büyük söylevler veriyorlar, sayısız sayfalar dolduruyorlar.

Bir an haklı olduklarını varsayalım. Dünya yalnızca bizim düşüncemizde var ise, insanlardan önce var değildi demektir. Biliyoruz ki, bu yanlıştır, çünkü bilim, insanın yeryüzünde çok sonradan ortaya çıktığını bize tanıtlıyor. O zaman, bazı idealistler bize diyecekler ki, insandan önce hayvanlar
vardı ve düşünce, hayvanlarda eğleşebiliyordu ama biz, hayvanlardan önce hiçbir organik yaşamın olanaklı olmadığı, üzerinde oturulmaz bir yeryüzü olduğunu biliyoruz. Daha başkaları da diyecekler ki yalnız güneş sistemi var idiyse ve insanlar mevcut değil idiyse de ruh, Tanrıda mevcuttu.
Böylece idealizmin en yüksek biçimine varıyoruz. Tanrı ile bilim arasında bir seçim yapmamız gerekiyor. İdealizm Tanrısız tutunamaz, desteklenemez, Tanrı ise, idealizmsiz var olamaz.

İdealizm ve materyalizm sorununu, tam şöyle koymak gerekir: Kim haklı? Tanrı mı, bilim mi?

Tanrı, maddenin yaratıcısı salt bir ruhtur, tanıtsız bir iddiadır.

Bilim, pratikle ve deneyle dünyanın nesnel bir gerçek olduğunu bize tanıtlayacak ve şu soruya yanıt vermemize olanak sağlayacaktır:


III. ŞEYLERİ BİZİM FİKİRLERİMİZİN YARATTIĞI DOĞRU MUDUR?

Örneğin, şeylerin nesnel bir gerçek mi, yoksa öznel bir gerçek mi olduğunu, şeyleri yaratanın bizim fikirlerimiz olduğunun doğru olup olmadığını tartıştığımız bir idealistle birlikte, yolun karşısına geçerken, yoldan gelen bir otobüsü alalım. Elbette ki, eğer ezilmek istemiyorsak, her ikimiz de çok dikkatli olacağız, demek ki, pratikte, idealist, otobüsün
varlığını tanımak zorundadır. Ona göre, pratikte nesnel bir otobüs ile öznel bir otobüs arasında bir ayrım yoktur ve bu, o kadar doğrudur ki, pratik, idealistlerin yaşamda materyalist olduklarını tanıtlar.

Bu konuda idealist filozofların ve bu felsefeyi tutanların, kendilerine göre öznel gerçekten başka bir şey olmayan şeyleri elde edebilmek için, bazı nesnel bayağılıklara tenezzül ettiklerini görebileceğimiz sayısız örnekler sayabilirdik.

Zaten bunun içindir ki, artık kimsenin, Berkeley gibi, dünyanın var olmadığını ileri sürdüğü görülmüyor. Kanıtlar artık çok daha ince, kurnazca, çok daha gizli-kapaklı. (İdealistlerin kanıtlama biçimlerine örnek olarak Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabının, Dünya Öğelerinin
Bulunması bölümüne bakınız.) (Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Bölüm I., s. 47 vd.)

Demek ki, Lenin'in söylediği gibi, pratiğin ölçütü ile idealistleri susturmamız olanaklı olacaktır.

Zaten idealistler teori ile pratiğin birbirine denk olmadıklarını, birbirinden apayrı iki şey olduklarını söylemekten geri durmayacaklardır. Bu, doğru değildir. Bir anlayışın, yanlış ya da doğru olduğunu, bize yalnızca pratik gösterecektir.

Otobüs örneği, bize dünyanın nesnel bir gerçekliği olduğunu ve ruhumuz tarafından yaratılmış bir düş olmadığını gösteriyor.

Berkeley'in maddesizcilik teorisi, bilimlerin karşısında tutunamadığına ve pratiğin ölçütüne karşı duramadığına göre, şimdi de idealist felsefelerin, dinlerin, Tanrıbilimlerin hepsinin vardığı sonucu, ruh maddeyi yaratır savını görmek kalıyor.


IV. RUHUN MADDEYİ YARATTIĞI DOĞRU MUDUR?

Daha yukarda da gördüğümüz gibi, idealistlere göre,  ruh, en üstün, en yüce biçimini Tanrıda bulmuştur. Tanrı, onların teorisinin son sözü, son yanıtı, vardığı sonuçtur ve bunun içindir ki, ruh-madde sorunu, son tahlilde idealist mi, yoksa materyalist mi, kim haklı, Tanrı mı, bilim mi
biçimine konur.

İdealistler, Tanrının bütün sonsuzluk boyunca var olmuş olduğunu ve hiçbir değişikliğe uğramadığı için her zaman aynı kaldığını söylerler. Tanrı, salt ruhtur, Tanrı için zaman ve uzay (mekan) mevcut değildir. O, maddenin yaratıcısıdır.

İdealistler; Tanrı hakkındaki savlarını savunmak için de herhangi bir kanıt göstermezler.

Maddenin yaratıcısını savunmak için bilimsel bir aklın kabul edemeyeceği bir yığın gizeme başvururlar.

Bilimin kaynaklarına inildiği zaman, görülür ki, ilk insanlar, Tanrı fikrini, kafalarında büyük bilgisizliklerinden dolayı ve bu bilgisizlik ortasında uydurdular. 20. yüzyıl idealistleri ise, sabırlı ve direşken bir çalışmanın bilinmesini olanaklı hale getirdiği tüm şeylerden, ilk insanlar gibi tamamen
habersiz kalmaya devam ettiler. Çünkü, eni sonu, Tanrı, idealistlere göre, açıklanamıyor ve onlar için, geriye hiçbir kanıtı bulunmayan bir inanç kalıyor.

İdealistler, dünyanın bir yaradılışı olması zorunluluğunu tanıtlamak istedikleri zaman, bize, maddenin her zaman var olmadığını aşağı yukarı bir başlangıcı olması gerektiğini söylerken, asla bir başlangıcı olmamış olan bir Tanrıya başvuruyorlar. Bu açıklamanın neresi daha aydınlıktır?

Materyalistler ise kanıtlarını savunmak için, insanların bilgisizliklerinin sınırlarını geride bırakarak gitgide geliştirdikleri bilimden yararlanacaklardı.

Peki, bilim, ruhun maddeyi yaratmış olmasını düşünmemize izin verir mi? Hayır.

Salt bir ruh tarafından yaradılış fikri, anlaşılmaz bir şeydir, çünkü biz, deney ve gözlemimizde böyle bir şey tanımıyoruz. Bunun olanaklı olabilmesi için, idealistlerin dedikleri gibi, ruhun maddeden önce yalnız başına var olması gerekecekti, oysa bilim bunun olanak-dışı olduğunu ve hiçbir zaman
maddesiz bir ruh olmadığını bize tanıtlıyor. Tersine, ruh (akıl) her zaman maddeye bağlıdır ve özellikle insan ruhu (aklı), fikirlerimizin ve düşünmemizin kaynağı olan beyne bağlıdır. Bilim, fikirlerin boşluk içinde var olduklarını kavramamıza izin vermiyor...

Şu halde Tanrı ruhunun var olabilmesi için bir beyin olması gerekecekti. Bunun içindir ki, maddeyi, dolayısıyla insanı yaratan Tanrı değildir ama ruh-Tanrıyı yaratmış olan insan beyni biçimindeki maddedir, diyebiliriz.

Daha ilerde bilimin, bize, bir Tanrıya ya da onun üzerinde zamanın etkisiz olacağı ve kendisinin, sürenin, hareketin ve değişikliğin dışında kalacağı herhangi bir şeye inanmak olanağını verip vermediğini göreceğiz.

Bundan sonra, bir yargıya varabiliriz, felsefenin temel sorununa verdikleri yanıtta.


V. MATERYALİSTLER HAKLIDIRLAR VE BİLİM ONLARIN İDDİALARINI TANITLAR

Materyalistler şunları ileri sürmekte haklıdırlar:

1. Berkeley'in idealizmine ve onun maddesizciliği ardına gizlenen filozoflara karşı, bir yandan dünyanın ve şeylerin bizim düşüncemiz dışında da pekala var olduğunu ve var olmak için bizim düşüncemize gereksinmeleri bulunmadığını; öte yandan, şeyleri, bizim düşüncelerimizin yaratmadığını,
tersine, bize fikirlerimizi şeylerin verdiklerini ileri sürerken,

2. Maddenin ruh tarafından yaratıldığını ileri sürmekle, yani son ısrarda Tanrının varlığını ileri sürmekle ve Tanrıbilimleri savunmakla sonuçlanan bütün idealist felsefelere karşı, materyalistler, bilimlere dayanarak, ruhu, maddenin yarattığını, maddenin yaradılışını açıklamak için Tanrı varsayımın
gereksinme bulunmadığını ileri sürer ve kanıtlarlar.

Not- İdealistlerin sorunları koyuş biçimine dikkat etmeliyiz. Tanrıyı insanın yaratmış olduğunu gördüğümüz halde onlar, insanı Tanrının yarattığını ileri sürerler. Gene biz, gerçekte, tam tersinin doğru olduğunu görürken, onlar, maddeyi, ruhun yarattığını iddia ederler. İşte burada şeylere bakışı, bakış açısını öylesine tersine çeviriş vardır ki, bunu belirtmek zorundayız.

OKUMA PARÇALARI
- V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 72-85; Doğa İnsandan Önce Var mıydı?; s. 85-93: İnsan Beyni ile mi Düşünür?
- Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, İdealizm ve Materyalizm, s. 20 vd..



BEŞİNCİ BÖLÜM

ÜÇÜNCÜ BİR FELSEFE VAR MIDIR?

BİLİNEMEZCİLİK

I. Niçin üçüncü bir felsefe?
II. Bu üçüncü felsefenin ileri sürdüğü kanıtlar.
III. Bu felsefe nereden geliyor?
IV. Vardığı sonuçlar.
V. Bu üçüncü felsefe nasıl çürütülür?
VI. Vargı.


I. NİÇİN ÜÇÜNCÜ BİR FELSEFE?

Bu ilk bölümlerden sonra, bize öyle gelebilir ki, bütün teorileri, iki büyük akım yani idealizm ve materyalizm paylaştığına göre, bütün bu felsefi düşünüş biçimleri ortasında kendi yerimizi bulmak, oldukça kolaydır ve gitgide kanıtların, materyalizm lehine savaştığı kanısı kesinlik kazanıyor.

Öyle görünüyor ki, birkaç incelemeden sonra, bizi, usun (aklın) felsefesine yani materyalizme doğru götüren yolu yeniden bulduk.

Ancak işler bu kadar basit değil. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zamanımızın idealistleri, piskopos Berkeley kadar açık yürekli değiller. Onların düşünceleri, çok daha kurnazca bir biçime sokulmuş ve 'yeni' terminolojiyle bulanıklaştırılmış böylece, saf kişiler, bu fikirleri, 'modern' bir felsefe olarak kabul etmişlerdir. (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 19)

Gördük ki, felsefenin temel sorusuna, ancak birbirine tamamıyla karşıt, birbiriyle çelişik ve uzlaşmaz iki yanıt verilebilir. Bu iki yanıt, çok açıktır ve hiçbir karışıklığa meydan vermez.

Gerçekten de aşağı yukarı 1710'a kadar, sorun şöyle konuyordu: Bir yanda düşüncemizin dışında maddenin var olduğunu ileri sürenler -bunlar materyalistlerdi; öte yanda Berkeley ile birlikte maddenin varlığını yadsıyanlar, maddenin yalnızca bizde bizim ruhumuzda var olduğunu ileri sürenler- bunlar idealistlerdi.

Ancak bu dönemde bilimler ilerlerken, başka filozoflar da işin içine karıştı; bunlar, bu iki teori arasına bir karışıklık sokan bir felsefe akımı yaratarak, idealistler ile materyalistler arasındaki oy dengesini bozmaya çalıştılar; bir üçüncü felsefenin aranması, bu karışıklığın kaynağı oldu.


II. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFENİN İLERİ SÜRDÜĞÜ KANITLAR

Berkeley'den sonra geliştirilerek hazırlanan bu felsefenin esasına göre, şeylerin gerçek doğasını bilmeye çalışmak yararsızdır ve biz, görünüşlerden başka bir şeyi bilemeyiz.

Onun içindir ki, bu felsefeye, bilinemezcilik (agnostisizm) denir. (Yunancada: a, olumsuzluk bildirir; gnostikos, bilinirlik, bilinebilir anlamına gelir; agnostisizm ise, bilinemezcilik demektir.)

Bilinemezcilere göre, dünyanın, gerçekte, ruh mu, yoksa doğa mı olduğu bilinemez. Şeylerin dış görünüşlerini tanımak, bizim için olanaklıdır ama gerçeği tanıyamayız, bilemeyiz.

Güneş örneğini alalım. Daha önce gördük ki, güneş ilk insanların düşündükleri gibi, düz ve kırmızı bir daire değildir. Demek ki, bu daire, bir yanılsamadan, bir görünüşten başka bir şey değildir (görünüş, bizim şeyler hakkında sahip olduğumuz yüzeysel fikirdir, onun gerçeği değildir).

Bunun içindir ki, idealistler ile materyalistlerin, şeylerin madde mi, ruh mu olduklarını, şeylerin bizim düşüncemizin dışında var olup olmadıklarını; bizim için onları tanıyıp bilmenin olanaklı olup olmadığını anlamak için tartıştıklarını dikkate alarak, bilinemezciler, görünüşler pekala bilinebilir,
ama gerçek hiçbir zaman bilinemez diyorlar.

Onlar diyorlar ki, duyularımız bizim şeyleri görmemizi, duymamızı, onların dış görünümlerini, dış yönlerini yani görünüşlerini tanımamızı sağlar; öyleyse bu görünüşler, bizim için mevcuttur; onlar, felsefe dilinde bizim-için-şey denilen şeyi oluştururlar ama biz, bizden bağımsız olan şeyi, kendine özgü ve kendinde-şey denilen şeyi, kendi gerçeği ile tanıyamayız,
bilemeyiz.

Durmaksızın bu konu üzerinde tartışan idealistler ile materyalistler, tıpkı biri mavi, öteki pembe gözlük takıp da karda gezinen ve karın gerçek renginin ne olduğunu tartışan iki adama benzetilebilirler. Varsayalım ki, gözlüklerini hiç çıkaramıyorlar. Bir gün karın gerçek rengini bilebilecekler midir? Hayır. İşte, kimin haklı olduğunu anlamak için tartışan idealistler ile materyalistlerin, biri mavi, öteki pembe gözlük takıyor. Hiçbir zaman gerçeği bilemeyeceklerdir. Kar hakkında kendileri-için bir bilgi edinecekler, her biri kendine göre, kendi tarzında görecektir ama hiçbir zaman kendinde
karı bilemeyeceklerdir. İşte bilinemezcilerin düşünüş tarzları böyledir.


III. BU FELSEFE NEREDEN GELİYOR?

Bu felsefenin kurucuları, Hume (1711-1776) İskoçyalı, Kant (1724-1804) bir Alman'dı. Her ikisi de materyalizm ile idealizmi uzlaştırmaya çalıştılar.

İşte, Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabında aktardığı Hume'un düşünüş tarzından bir parça:

İnsanların doğal içgüdüleriyle ya da doğal yetenekleriyle kendi duygularına güvenmeye eğilimli oldukları ve bizim algılarımıza bağımlı olmayan ve duyarlıkla bezenmiş bütün varlıklarla birlikte ortadan kalktığımız takdirde bile var olacak olan bir dış evrenin varlığı, en ufak bir uslamlama yapmadan
ya da hatta uslamlamaya başvurmadan önce, her zaman varsaydığımız apaçık belli bir şey olarak kabul edilebilir. Ancak bütün insanların bu evrensel ve birincil kanısı, bize, zihnimizde hiçbir şeyin bir simgesi ya da algısı dışında var olamayacağını ve duyumların zihin ve nesne arasında
doğrudan doğruya herhangi bir müdahalede (Intercourse) bulunma yeteneğinden yoksun olarak bu imgelerin içerisinden geçtiği birer kanaldan başka bir şey olmadığını öğreten birazcık felsefeyle hemen sarsılır. Görmekte olduğumuz masa; ondan uzaklaştıkça daha küçük görünür ama bizden bağımsız olarak var olan gerçek masa, değişmez; o halde bizim zihnimiz, masanın imgesinden başka bir şeyi algılamamıştır. Usun gösterdikleri bunlardır.(V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 25-26.)

Görüyoruz ki, Hume, her şeyden önce, sağduyuya uygun geleni yani bize bağımlı bulunmayan dış evrenin varlığını kabul ediyor ama hemen ardından bu varlığı nesnel bir gerçek olarak kabul etmeyi reddediyor. Ona göre, bu varlık, bir imgeden başka bir şey değildir ve bu varlığı, bu imgeyi kaydeden
duyularımız, ruh ile nesne arasında herhangi bir ilişki kurma yeteneğinde değildir.

Kısacası, biz, şeylerin ortasında sanki, perde üzerinde nesnelerin imgesini onların varlığını saptadığımız ama imgelerin kendileri ardında yani perdenin ardında herhangi bir şeyin bulunmadığı bir sinemada yaşıyor gibiyiz.

Şimdi, bizim aklımızın şeyleri nasıl tanıdığı bilinmek istenirse, bu, bizzat zihnin enerjisine ya da bir tür görülemez ve bilinemez bir ruhun varsayımına ya da bizce çok daha az bilinen bir başka nedene bağlı olabilir. (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 26.)


IV. VARDIĞI SONUÇLAR

İşte göz kamaştırıcı, ayrıca da çok yaygın bir teori. Tarih boyunca, felsefe teorileri arasında çeşitli görünümler altında bu teoriyle karşılaşıyoruz; zamanımızda ise, ona tarafsız kalmak ve bilimsel bir ihtiyatlılık içinde durumunu korumak savında olanlarda rastlıyoruz.

Şu halde bu düşünüş tarzlarının doğru olup olmadığını ve bunlardan hangi sonuçların çıktığını incelememiz gerekir.

Eğer, bilinemezcilerin savundukları gibi, şeylerin gerçek doğasını bilmemiz gerçekten olanaklı değilse, eğer bizim bilgimiz şeylerin görünüşü ile sınırlıysa, o zaman, nesnel gerçeğin varlığını ileri süremeyiz ve şeylerin kendi başlarına var olup olmadıklarını bilemeyiz. Bize göre örneğin, otobüs nesnel bir gerçektir; bilinemezci ise, bize diyor ki, bu kesin değil, bu
otobüsün bir düşünce mi, yoksa bir gerçek mi olduğu bilinemez. Demek ki, düşüncemizin, şeylerin yansısı olduğunu savunmamızı yasaklıyor. Görüyoruz ki, işte burada tam bir idealist düşünüş tarzının ortasındayız, çünkü, şeylerin var olmadıklarını ileri sürmekle, kısaca onların var olup olmadıklarının bilinemeyeceğini ileri sürmek arasındaki fark, pek büyük değildir!

Bilinemezcinin, şeyleri, bizim-için-şeyler ve kendinde-şeyler olarak birbirinden ayırdığını gördük. Demek ki, bizim-için-şeylerin incelenmesi, öğrenilmesi olanaklıdır, bu bilimdir ama kendinde-şeylerin incelenmesi olanaklı değildir, çünkü, bizim dışımızda var olan şeyleri tanıyamayız, bilemeyiz.

Bu düşünüş tarzının sonucu şudur: Bilinemezci, bilimi kabul eder ve ancak, doğadan bütün doğaüstü güçleri çıkarıp atmak koşuluyla bilim yapılabileceğinden, bilim karşısında materyalisttir.

Ancak eklemekte acele eder ki, bilim, bize ancak görünüşleri verir ve öte yandan, gerçekte maddeden başka bir şey bulunmadığını ya da hatta maddenin var olduğunu ya da Tanrı'nın var olmadığını, hiçbir şey tanıtlamaz. İnsan aklı bu konuda hiçbir şey bilemez, öyleyse bu konulara burnunu sokmamalıdır. Dinsel inanç gibi kendinde-şeyleri bilmenin başka yolları varsa, bilinemezci, bunu da bilmek istemez ve bunu tartışma hakkını kendinde bulmaz.

Demek ki, bilinemezci yaşamın gidişine ve bilimin yapısına gelince, materyalisttir ama materyalizmi olumlamaya cüret edemeyen, her şeyden önce idealistlerle sorun çıkarmamaya çalışan ve dinle çatışma haline girmemeye özen gösteren bir materyalisttir. Utangaç bir materyalisttir. (Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 37.)

Vardığı sonuç şudur ki, bilimin derin değerinden kuşku duymakla ve bilimde yalnızca görünüşleri görmekle, bu üçüncü teori, bize, bilime hiçbir gerçeklik yüklememeyi öğütler ve herhangi bir şeyi öğrenmeye çalışmanın, ilerlemeye katkıda bulunmak için çaba göstermenin, tamamen yararsız
olduğunu ileri sürer.

Bilinemezciler şöyle diyorlar: Eskiden, insanlar, güneşi düz bir daire olarak görüyorlardı ve gerçeğin öyle olduğunu sanıyorlardı; yanılıyorlardı. Bugün, bilim bize, güneşin gördüğümüz gibi olmadığını söylüyor ve her şeyi açıklayacağını ileri sürüyor ama gene biz biliyoruz ki, bilim de bir önceki
gün yaptığını, bugün yıkarak, sık sık yanılıyor. Dün yanlış bugün doğru ama yarın yanlış. Böylece, diye savunuyorlar bilinemezciler, bilemeyiz; akıl, bize kesin hiçbir bilgi. getirmez ve eğer, örneğin dinsel inanç gibi akıldan başka araçlar, bize mutlak olarak kesin bilgiler vermeyi iddia ederlerse,
bilim, bizi bunlara inanmaktan bile alıkoyamayacaktır. Bilime karşı güven ve inancı zayıflatarak, bilinemezcilik, böylece, dinlere geri dönüşü hazırlar.


V. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFE NASIL ÇÜRÜTÜLÜR?

Gördük ki, materyalistler, savlarını tanıtlamak için yalnızca bilimden değil ama aynı zamanda bilimlerin denetlenmesine olanak veren deneyimden de yararlanırlar. Pratiğin sağladığı ölçüt sayesinde şeyler bilinebilir, tanınabilir.

Bilinemezciler, bize dış dünya vardır ya da yoktur diye iddia etmek olanağı yoktur, diyorlar.

Oysa, pratik ile dünyanın ve şeylerin var olduklarını biliyoruz. Bizim şeylerden edindiğimiz fikirlerin akla-yatkın, akılsız olmayan fikirler olduğunu, şeylerle kendimiz arasında kurduğumuz ilişkilerin gerçek ilişkiler olduğunu biliyoruz.

Bu nesneleri, onlarda algıladığımız niteliklere göre, kendi yararımıza kullanmaya başladığımız an, duyusal algılarımızın doğruluğunu ya da yanlışlığını yanılmaz bir sınamadan geçirmekteyizdir. Bu algılar yanlışsa, bir nesnenin onlara göre kestirdiğimiz kullanım yolunun da yanlış olması ve
çabamızın boşa gitmesi gerekir ama amacımıza varmayı başarırsak, o nesne ile onun bizdeki ideasının uyuştuğunu anlarsak; nesne, ereğimiz için kendisinden beklediğimizi verirse, o zaman bu, bizim o nesne ve onun nitelikleri üzerine olan algılarımızın kendi dışımızdaki gerçeklikle uyuştuğunun o ölçüde olumlu kanıtıdır ve bir başarısızlığa uğradığımız
zaman, başarısızlığımızın nedenini bulmada genellikle pek gecikmeyiz; kendisine dayanarak iş gördüğümüz algının ya eksik ve yüzlek ya da başka algıların sonuçları ile onların elvermediği bir tarzda birleştirilmiş olduğunu -kusurlu usa vurma dediğimiz şey budur- anlarız. Duyularımızı gerektiği gibi eğitmeye ve kullanmaya ve eylemimizi gerektiği gibi edinilmiş ve kullanılmış algıların belirlediği sınırlar içinde tutmaya ne kadar dikkat edersek, eylemimizin sonucunun, algılarımızla algılanan nesnelerin nesnel doğası arasındaki uyuşmayı gösterdiğini o kadar iyi anlayacağız. Şimdiye
kadar, bilimsel olarak denetlenmiş duyu-algılarımızın, zihnimizde doğaları gereği, dış alem bakımından gerçeklikle çatışmalı idealar yarattığı ya da dış alemle onun bizdeki duyu-algıları arasında bir iç bağdaşmazlık bulunduğu sonucuna varmamıza yol açan tek bir örnek yoktur. (Friedrich Engels,
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 38.)

Engels'in tümcesini alarak, çöreğin (varlığının -ç.) kanıtı, onun yenmesindedir (İngiliz atasözü) diyeceğiz. Eğer çörek var olmasaydı ya da bir fikirden başka bir şey olmasaydı, çöreği yedikten sonra açlığımız hiç de giderilmiş olmazdı. Onun için şeyleri tanımamız ve fakirlerimizin gerçeğe uyup uymadıklarını görmemiz pekala mümkündür. Bilimin verilerini deneyim yoluyla ve bilimlerin teorik sonuçlarının pratikteki uygulamaları demek olan sanayi yoluyla denetlememiz olanağı vardır. Eğer biz yapay kauçuk elde edebiliyorsak, bu, bilim, kauçuk olan bu kendinde-şeyi biliyor, tanıyor
demektir.

Şu halde görüyoruz ki, kimin haklı olduğunu anlamaya çalışmak yersiz ve gereksiz değildir, çünkü, bilimin düşebileceği teorik yanılgılar ortasında deneyim, bize, her keresinde gerçekten bilimin haklı olduğunun kanıtını verir.


VI. VARGI

18. yüzyıldan beri, bilinemezcilikten az ya da çok yararlanmış olan çeşitli düşünürlerin, bu felsefeyi, bazen idealizme, bazen da materyalizme doğru çekmiş olduklarını görürüz. Bu düşünürler, Lenin'in dediği gibi, yeni sözcüklerin ardına gizlenerek, hatta kendi düşünce düzenlerini payandalamak için bilimden yararlandıklarını bile ileri sürerek, iki
teori arasında karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmazlar; böylelikle de bazı kişilerin, bilimden yararlandıkları için idealist olmadıklarını ama kanıtlarında ta sonuna kadar gitmeyi göze alamadıkları ve tutarlı olmadıkları için de materyalist olmadıklarını bildirmek olanağını veren rahat bir
felsefe edinmelerine olanak sağlar.

Gerçekten, bilinemezcilik, 'utangaç' bir materyalizmden başka nedir? Bilinemezci doğa kavramı, baştan sona materyalisttir. Bütün doğal alem yasalara bağımlıdır ve bir dış etkinin işe karışmasını kesinlikle dışarır. Ancak, bilinemezci, şunu ekler: bilinen evrenin ötesinde yücelerden yüce bir varlığın bulunduğunu ileri sürmemizi de çürütmemizi de sağlayacak hiçbir aracımız yoktur. (Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 37.)

Bu felsefe, demek ki idealizme yardım ediyor ve bilinemezciler; kendi uslamlamalarında tutarsız olduklarından, sonunda idealizme varıyorlar. Bilinemezciyi kazıyın, diyor Lenin, idealisti bulacaksınız.

Gördük ki, materyalizm ile idealizmden hangisinin haklı olduğu bilinebiliyor.

Şimdi görüyoruz ki, bu iki felsefeyi uzlaştırmak iddiasında olan teoriler, gerçekte idealizmi tutmaktan başka bir şey yapmıyorlar, felsefenin temel sorusuna üçüncü bir yanıt getirmiyorlar, bu bakımdan da üçüncü bir felsefe yoktur.

OKUMA PARÇALARI
- V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 25-27; 145-152.
- F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 20 vd..
- F. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 30-55.

 

1      2      3      4      5      6      7-Dizin