BİRİNCİ KISIM
FELSEFE SORUNLARI
GİRİŞ
I. Felsefeyi niçin öğrenmeliyiz?
II. Felsefe öğrenmek zor bir şey midir?
III. Felsefe nedir?
IV. Materyalist felsefe nedir?
V. Materyalizm ile Marksizm arasındaki ilişkiler nelerdir?
VI. Burjuvazinin Marksizm’e karşı kampanyaları.
I. FELSEFEYİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?
Bu kitapta, materyalist felsefenin başlangıç ilkelerini sunmak ve
açıklamak amacındayız.
Niçin? Çünkü Marksizm, bir felsefeye ve bir yönteme, diyalektik
materyalizmin felsefesine ve yöntemine sıkı sıkıya bağlıdır. Şu
halde Marksizm’i iyi anlamak için ve burjuva teorilerinin
kanıtlarını çürütmek için olduğu kadar, etkin bir siyasal savaşımı
üstlenmek için de bu felsefeyi ve bu yöntemi incelemek zorunludur.
Gerçekten de Lenin, şöyle demişti; Devrimci teori olmadan devrimci
hareket olamaz. ( V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, Ankara
1992, s. 29.) Bu, her şeyden önce, teoriyi pratiğe bağlamak
gerekir, demektir.
Pratik nedir? Pratik; gerçekleştirme işidir. Örneğin, sanayi,
tarım, bazı teorileri (kimyasal, fiziksel ya da biyolojik
teorileri), gerçekleştirirler (yani gerçeğe geçirirler).
Teori nedir? Teori, gerçekleştirmeyi istediğimiz şeylerin
bilgisidir.
Yalnızca pratik olabilir - ama o zaman yalnızca göreneğe dayanarak
gerçekleştirilir. Yalnızca teori olabilir - ama o zaman da
tasarlanan, kafada tasarlanan şey çoğu kez gerçekleşemez. Demek
ki, teori ile pratik arasında bağlantı olması gerekir. Bugün
sorun, bu teorinin ne olması gerektiğini ve pratik ile
bağlantısının nasıl olması gerektiğini bilmektir.
Doğru bir devrimci eylemi gerçekleştirebilmek için işçi militana,
doğru bir tahlil yöntemi ve doğru bir düşünme yönteminin gerekli
olduğunu düşünüyoruz. Ona, bütün olguların çözümünü verecek bir
dogma değil ama hiçbir zaman aynı olmayan koşulları ve olguları
hesaba katan bir yöntem,
teoriyi pratikten, düşünceyi yaşamdan hiçbir zaman ayırmayan bir
yöntem gerektiğini düşünüyoruz. İşte açıklamaya, anlatmaya
niyetlendiğimiz bu yöntem, Marksizm’in temeli olan diyalektik
materyalizm felsefesinin içerdiği yöntemdir.
II. FELSEFE ÖĞRENMEK ZOR BİR ŞEY MİDİR?
Felsefe öğreniminin, işçiler için, özel bilgileri gerektiren,
güçlüklerle dolu bir şey olduğu genellikle düşünülür. Açıklamak
gerekir ki, burjuva elkitapları, bu görüşleri onları inandırmak
için ve onları ancak yıldırabilecek biçimde kaleme alınmıştır.
Genel olarak öğrenmenin, özellikle de felsefe öğrenmenin güçlükler
taşıdığını yadsımıyoruz ama bu güçlükler elbette yenilebilir
güçlüklerdir ve özellikle, okurlarımızın çoğunluğu için yeni
şeyler olmasından ileri gelir.
Biz de zaten, daha sözün başında şeylere bellilik, açıklık
kazandırarak, okurlarımızı, günlük dilde anlamı bozulmuş sözlerin
bazı tanımlarını yeniden gözden geçirmeye, irdelemeye çağıracağız.
III. FELSEFE NEDİR?
Halk dilinde filozof denince ya bulutlarda yaşayan bir kimse ya
her şeyi hoşgören, hiçbir şeye aldırmayan kimse anlaşılır. Oysa
tam tersine, filozof, bazı sorunlara, kesin, açık yanıtlar
getirmek isteyen kişidir ve eğer felsefenin, evrenin (dünya
nereden geliyor? nereye gidiyoruz? vb.) sorunlarına bir açıklama
bulmak istediği dikkate alınırsa, elbette ki, filozofun pek çok
şeyle uğraştığı ve söylenenin tersine, çok şeye aldırdığı görülür.
Öyleyse, felsefeyi tanımlamak için, felsefenin, evreni, doğayı
açıklamak istediğini, en genel sorunları incelediğini
söyleyeceğiz. Daha az genel olan sorunlar, bilimlerce incelenir.
Öyleyse felsefe, bilimlerin bir uzantısıdır, şu anlamda ki,
felsefe, bilimlere dayanır ve onlara bağlıdır.
Burada hemen ekleyelim ki, Marksist felsefe, bütün sorunların
çözümüne bir yöntem getirir ve bu yöntem, materyalizm denen şeye
ilişkin olan bir yöntemdir.
IV. MATERYALİST FELSEFE NEDİR?
Burada da gene hemen belirtmemiz gereken bir anlam karışıklığı
vardır; halk dilinde materyalist denince, maddi zevkleri tatmaktan
başka bir şey düşünmeyen kimse anlaşılıyor. Madde (mattiere)
sözünü içeren materyalizm sözcüğü üzerinde sözcük oyunu yapılarak,
ona baştan aşağı yanlış bir anlam verme yoluna gidiliyor.
Biz, materyalizmi incelerken, ona, -sözcüğün bilimsel anlamında-
gerçek anlamını geri vereceğiz; göreceğiz ki, materyalist olmak,
bir ülküye sahip olmaya ve bu ülküyü zafere ulaştırmak için
savaşım vermeye engel değildir.
Dedik ki, felsefe, dünyanın en genel sorunlarına bir açıklama
bulmak ister ama, insanlığın tarihi boyunca, bu açıklama, her
zaman aynı olmadı.
İlk insanlar da doğayı, dünyayı açıklamak istediler ama bunu
başaramadılar. Gerçekten de dünyayı ve bizi çevreleyen olayları
açıklama olanağını bize veren, bilimlerdir; oysa bilimlerin
ilerlemelerine olanak sağlayan buluşlar çok yenidir.
Demek ki, ilk insanların bilgisizliği, onların araştırmalarına bir
engeldi. Bunun içindir ki tarih boyunca, bu bilgisizlik nedeniyle,
dünyayı olağanüstü güçlerle açıklamak isteyen dinlerin ortaya
çıktığını görüyoruz. Bu, bilime aykırı bir açıklamadır. Sonra
yavaş yavaş, yüzyıllar boyunca, bilim gelişecek, insanlar,
bilimsel deneyimlerden yola çıkarak maddi
olgularla dünyayı açıklamayı deneyecektir - buradan, şeyleri
bilimlerle açıklama iradesinden, materyalist felsefe doğdu.
Sonraki bölümlerde materyalizmin ne olduğunu inceleyeceğiz ama
şimdiden, şunu aklımızda tutalım ki, materyalizm, evrenin bilimsel
açıklamasından başka bir şey değildir.
Materyalist felsefenin tarihini incelerken, bilgisizliğe karşı
savaşımın ne kadar çetin ve güç olduğunu göreceğiz. Ayrıca şunu da
belirtmek gerekir ki, materyalizm ve bilgisizlik yan yana, bir
arada varlıklarını sürdürdüklerine göre zamanımızda da bu savaşım,
henüz son bulmamıştır.
Marks ve Engels, işte bu savaşımın ortasında işe karıştılar. 19.
yüzyılın büyük buluşlarının önemini anlayarak, materyalist
felsefeye, evrenin bilimsel açıklamasında çok büyük ilerlemeler
yapma olanağını sağladılar. Böylece diyalektik materyalizm doğdu.
Sonra, ilkin, onlar, dünyayı yöneten yasaların, toplumların
gelişmesini açıklamaya yaradığını anladılar;
böylece ünlü tarihsel materyalizm teorisini dile getirdiler.
Bu kitapta, ilkin materyalizmi, sonra diyalektik materyalizmi,
daha sonra da tarihsel materyalizmi inceleyeceğiz Ama her şeyden
önce, materyalizm ile Marksizm arasındaki ilişkileri ortaya koymak
istiyoruz.
V. MATERYALİZM İLE MARKSİZM ARASINDAKİ İLİŞKİLER
NELERDİR?
Bu ilişkileri şöyle özetleyebiliriz:
1. Materyalizmin felsefesi, Marksizm’in temelini oluşturur.
(Bkz: Lenin, Materyalizm ve Reformizmin Felsefesi, Karl Marks. et
sa doctrine, Editions Sociales 1953, s. 60.)
2. Dünyanın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek
isteyen bu materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte
aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, Marksizm de bilimlerden
çıkmıştır, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evrim
gösterir.
3. Marks ve Engels'ten önce de birçok kez ve değişik
biçimlerde materyalist felsefeler ortaya çıktı ama, 19. yüzyılda
bilimler ileriye doğru büyük bir adım attıklarından, Marks ve
Engels, çağdaş bilimlerden yola çıkarak, bu eski materyalizmi
yenilediler ve bize, diyalektik materyalizm denilen ve Marksizm’in
temelini oluşturan çağdaş materyalizmi sundular.
Bu birkaç açıklama ile görüyoruz ki, materyalist felsefenin,
söylenenin tersine, bir tarihi vardır. Bu tarih, bilimlerin
tarihine sıkı sıkıya bağlıdır. Materyalizm üzerine kurulmuş olan
Marksizm, tek bir adamın kafasından çıkmamıştır. O, daha
Diderot'da çok ilerlemiş bulunan eski materyalizmin
uzantısı ve sonucudur. Marksizm, 18. yüzyıl ansiklopedicilerinin
geliştirdiği ve 19. yüzyılın büyük buluşlarının zenginleştirdiği
materyalizmin açılıp gelişmesidir. Marksizm, canlı yaşayan bir
teoridir ve hemen burada Marksizm’in, sorunları nasıl ele aldığını
göstermek için herkesin bildiği sınıf savaşımı sorununu bir örnek
olarak alacağız.
İnsanlar bu sorun üzerinde ne düşünürler? Bazıları, ekmeği
savunmanın, siyasal savaşımdan ayrı bir şey olduğunu düşünür.
Diğer bazıları, örgütlenme zorunluluğunu yadsıyarak, sokakta
yumruklaşmanın yeterli olduğu görüşündedirler. Daha başkaları ise
yalnızca siyasal savaşımın bu soruna çözüm getireceğini önü
sürerler.
Marksist için, sınıf savaşımı, şunları içerir:
a. Bir ekonomik savaşımı,
b. Bir siyasal savaşımı,
c. Bir ideolojik savaşımı,
Şu halde sorun, bu üç alana birlikte yerleştirilmelidir.
a. Barış uğruna savaşım verilmeksizin, özgürlüğü
savunmaksızın ve bu amaçlar için savaşıma yarayan bütün fikirleri
savunmaksızın, ekmek için savaşım verilemez.
b. Marks'tan beri gerçek bir bilim haline gelmiş olan
siyasal savaşım için de durum aynıdır: Böyle bir savaşım yürütmek
için, hem ekonomik durumu, hem de ideolojik akımları, aynı zamanda
hesaba katmak zorunludur.
c. Propaganda ile kendini gösteren ideolojik savaşıma
gelince, bu savaşımın etkili olması için, ekonomik ve siyasal
durumu hesaba katmak gerekir.
Demek ki, bütün bu sorunlar, birbirlerine sımsıkı bağlıdır ve bu
bakımdan, sınıf savaşımı denilen bu büyük sorunun herhangi bir
görünümü -örneğin bir grev- karşısında sorunun bütün verilerini ve
bütünüyle sorunun kendisini
dikkate almadan bir karar alınamaz.
Şu halde bütün bu alanlarda savaşım verme yeteneğinde olan,
harekete en iyi yönü verecektir.
Bir Marksist, bu sınıf savaşımı sorununu işte böyle anlar. Oysa,
her gün sürdürmek zorunda olduğumuz ideolojik savaşımda ruhun
ölümsüzlüğü, Tanrının varlığı, evrenin başlangıcı gibi
çözümlenmesi güç sorunlarla karşı karşıya bulunuruz. İşte
diyalektik materyalizm, bize, bir uslamlama
yöntemi verecek, bütün bu sorunları çözümlememize ve aynı zamanda
Marksizm’i tamamlamak ve yenilemek iddiası ile Marksizm’i bozmaya
çalışanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmamıza olanak
sağlayacaktır.
VI. BURJUVAZİNİN MARKSİZM'E KARŞI KAMPANYALARI
Marksizm’i, böyle tahrife kalkışmak, çok çeşitli temellere
dayanır. Marksizm-öncesi (Marks'tan önceki) dönemin sosyalist
yazarlarını, Marksizm’in karşısına dikmeye çalışırlar. Böylece,
ütopyacıların, Marks'a karşı, sık sık kullanıldığı görülür.
Başkaları Proudhon'u kullanırlar; bazıları, (Lenin tarafından
ustaca çürütüldükleri halde) 1914 öncesinin
revizyonistlerinden kaynaklanırlar ama, burjuvazinin Marksizm’e
karşı yürüttüğü susma kampanyasını özellikle belirtmek gerekir.
Burjuvazi, ayrıca materyalist felsefenin Marksist biçimiyle
bilinmesini engellemek için her şeyi yapmıştır. Fransa'da yapılan
felsefe öğretimi özellikle bu bakımdan çarpıcıdır.
Orta dereceli öğretim kuruluşlarında felsefe öğretilir ama bu
öğretimin tümü, Marks ve Engels tarafından hazırlanıp
geliştirilmiş materyalist bir felsefe olduğu hiçbir zaman
öğrenilmeden, baştan sona izlenebilir. Felsefe elkitaplarında
Marksizm ve materyalizm sorunu birbirinden daima ayrıymış
gibi, materyalizmden (çünkü ondan söz etmek gereklidir) söz
edilir. Marksizm, genellikle yalnızca, siyasal bir öğreti olarak
sunulur ve tarihsel materyalizmden söz edildiğinde de bu konuyla
ilgili olarak, materyalizm felsefesinden söz edilemez; diyalektik
materyalizmin tümü ise, hiç bilinmiyor.
Bu durum yalnızca ortaokullarda ve liselerde böyle değildir;
üniversitelerde de tamamen aynıdır. En belirleyici olgu şudur:
Fransa'da Marksizm’in bir felsefesi bulunduğu, bunun da
materyalizm olduğu bilinmeden ve geleneksel materyalizmin çağdaş
bir biçimi bulunduğu, bunun da diyalektik
materyalizm ya da Marksizm olduğu bilinmeden, Fransız
üniversitelerinin verdikleri en yüksek dereceli diplomalarla
donanmış olarak, bir felsefe uzmanı olunabilir.
Biz, Marksizm’in yalnızca toplum hakkında değil ama aynı zamanda
evrenin kendisi hakkında genel bir anlayışı içerdiğini belirtmek
istiyoruz. Demek ki, bazılarının ileri sürdüklerinin tersine,
Marksizm’in, bir felsefeden yoksun oluşu gibi büyük bir kusuru
bulunduğundan yakınmak ve
Marksizm’in yoksun bulunduğu bu felsefeyi, işçi hareketinin bazı
teorisyenleri gibi, orda burada yeniden aramak, yersizdir. Çünkü
Marksizm’in bir felsefesi vardır ve bu da diyalektik
materyalizmdir.
Zaten, bu susma kampanyasına, yönetici sınıfların yaptıkları bütün
kalpazanlıklara ve aldıkları bütün önlemlere karşın, Marksizm ve
felsefesi, gittikçe daha çok tanınmaya, bilinmeye başlamıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
FELSEFENİN TEMEL SORUNU
I. Felsefe öğrenmeye nasıl başlamalıyız?
II. Evreni açıklamanın iki biçimi.
III. Madde ve ruh.
IV. Madde nedir? Ruh nedir?
V. Felsefenin temel sorusu ya da sorunu.
VI. İdealizm ya da materyalizm.
I. FELSEFE ÖĞRENMEYE NASIL BAŞLAMALIYIZ?
Giriş kısmında birkaç kez belirttik ki, diyalektik materyalizm
felsefesi, Marksizm’in temelidir.
Amacımız, bu felsefenin incelenmesi, öğrenilmesidir; ama bu amaca
varmak için, aşama aşama ilerlememiz gerekir.
Diyalektik materyalizmden söz ettiğimiz zaman önümüzde iki sözcük
vardır: materyalizm ve diyalektik; bu demektir ki, materyalizm,
diyalektiktir. Biliyoruz ki, Marks ve Engels'ten önce de
materyalizm vardı ama onlar, 19. yüzyılın buluşlarının yardımıyla,
bu materyalizmin şeklini değiştirdiler ve diyalektik materyalizmi
yarattılar.
Materyalizmin çağdaş biçimini belirten diyalektik sözcüğünü, daha
ilerde inceleyeceğiz.
Ama, mademki Marks ve Engels'ten önce de materyalist filozoflar
var olmuştu (örneğin 18. yüzyılda Diderot) ve mademki bütün
materyalistler için ortak olan noktalar vardır, öyleyse,
diyalektik materyalizmi ele almadan önce, materyalizmin tarihini
öğrenmemiz gerekir. Aynı şekilde materyalizme karşı çıkarılan
anlayışları da bilmemiz gerekir.
II. EVRENİ AÇIKLAMANIN İKİ BİÇİMİ
Felsefenin en genel sorunların öğrenilmesi demek olduğunu ve
felsefenin amacının, evreni, doğayı; insanı açıklamak olduğunu
gördük.
Eğer bir burjuva felsefe elkitabını açıp bakarsak, içindeki
felsefelerin çokluğu, çeşitliliği ile şaşırıp kalırız. Bu
felsefeler, izm ile biten, az ya da çok karmaşık, çok çeşitli
sözcüklerle donatılır, örneğin kritisizm (eleştiricilik),
evolüsyonizm (evrimcilik), entelektüalizm (anıkçılık) ve
benzerleri gibi. Bu çokluk, bir karışıklık yaratır. Zaten
burjuvazi de durumu
aydınlatmak için hiçbir şey yapmamış, tam tersini yapmıştır ama
biz, bütün bu sistemler arasında bir seçim yapacak, iki büyük
akımı, kesim olarak birbirine karşı iki anlayışı, ayırdedebilecek
durumdayız. Dünyanın
a) Bilimsel anlayışı,
b) Bilimsel olmayan anlayışı.
III. MADDE VE RUH
Filozoflar, dünyayı, doğayı, insanı yani sonuç olarak bizi kuşatan
her şeyi açıklamak işine giriştikleri zaman, şeyleri ayırdetmek
gerekli olmuştu. Biz, kendimiz de gördüğümüz, dokunduğumuz maddi
şeyler, nesneler bulunduğunu saptıyoruz. Ayrıca göremediğimiz,
dokunamadığımız, ölçemediğimiz, örneğin fikirler gibi, başka
gerçekler olduğunu da saptıyoruz.
Demek ki, şeyleri şöyle sınıflandırıyoruz: bir yanda maddi olan
şeyler; öte yanda ruh, düşünce ve fikirler alanında kalan, maddi
olmayan şeyler.
İşte böylece, filozoflar, madde ve ruh ile karşı karşıya geldiler.
IV. MADDE NEDİR? RUH NEDİR?
Az önce, şeylerin madde ya da ruh oluşlarına göre nasıl
sınıflandırıldığını, genel olarak gördük.
Ama bu ayrımın, çeşitli biçimlerde ve çeşitli sözcüklerle
yapıldığını belirtmeliyiz.
Böylece, ruhtan söz edilirken, düşünceden, fikirlerimizden,
bilincimizden. söz ediyoruz; gene aynı şekilde doğadan, dünyadan,
yeryüzünden, varlıktan söz edilirken, maddeden söz edilmiş
olunuyor.
Gene bunun gibi, Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik Alman
Felsefesinin Sonu adlı kitabında varlık ve düşünceden söz ettiği
zaman, varlığa madde düşünceye ruh demektedir.
Düşünce ya da ruhun, varlık ya da maddenin ne olduğunu tanımlamak
için şöyle diyeceğiz:
Düşünce, bizim şeylerden edindiğimiz, şeyler hakkındaki
fikrimizdir; bu fikirlerin bazıları, bize, alışıldığı üzere,
duyumlarımızdan gelir ve maddi nesneleri karşılarlar; Tanrı fikri
gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat düşünce gibi diğer bazı
fikirler ise maddi nesneleri karşılamazlar. Burada aklımızda
tutmamız gereken esas şudur ki, biz, duygulara, düşüncelere,
fikirlere, gördüğümüz ve duyduğumuz için sahibiz.
Madde ya da varlık, duyumlarımızın, algılarımızın bize gösterdiği,
bize sunduğu, genel anlamda bizi çevreleyen ve dış dünya dediğimiz
her şeydir. Örnek: Elimdeki kağıt beyazdır. Bu kağıdın beyaz
olduğunu bilmek, bir fikirdir ve bu fikri bana veren benim
duyularımdır ama madde kağıdın
kendisidir.
Bunun içindir ki, filozoflar, varlık ile düşünce arasındaki ya da
ruh ile madde arasındaki ya da bilinç ile beyin. arasındaki vb.
ilişkilerden söz ettikleri zaman, bunların soruları hep aynıdır:
Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden hangisi daha
önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte
felsefenin temel sorusu budur.
V. FELSEFENİN TEMEL SORUSU YA DA SORUNU
Her birimiz, öldükten sonra ne olacağımızı, dünyanın nereden
geldiğini, yeryüzünün nasıl oluştuğunu kendi kendimize sormuşuzdur
ve bizim için herhangi bir şeyin her zaman var olduğunu kabul
etmek, güç bir şeydir. (İnsanın) belli bir zamanda hiçbir şeyin
var olmadığını düşünmeye eğilimi
vardır. Onun içindir ki, Ruh, karanlıklar üzerinde yüzüyordu...
sonra madde geldi şeklindeki, dinin öğrettiğine inanmak daha
kolaydır. Gene aynı biçimde insan kendi kendine, bizim
düşüncelerimizin nerede olduğunu sorar ve böylece, ruh ile madde
arasında beyin ile düşünce arasında bulunan ilişkiler sorunu, bize
göre konmuş olur. Ayrıca sorunu, daha
başka türlü koyuş biçimleri de vardır. Örneğin, irade ile güç
arasındaki ilişkiler nelerdir? İrade burada ruhtur, düşüncedir;
güç ise olanaklı olandır, varlıktır, maddedir. Toplumsal bilinç
ile toplumsal varlık arasındaki ilişkiler sorunuyla da aynı
derecede sık karşılaşırız.
Demek ki, felsefenin temel sorusu, çeşitli görünümler altında
kendini ortaya koyar ve bu, madde ile ruh arasındaki ilişkiler
sorununun konuluş biçimini her zaman tanımanın ne kadar önemli
olduğunu gösterir. Çünkü biz biliyoruz ki, bu soruya yalnız iki
yanıt verilebilir:
1. Bilimsel bir yanıt,
2. Bilimsel olmayan bir yanıt.
VI. İDEALİZM YA DA MATERYALİZM
Böylece, filozoflar, bu önemli sorun üzerinde tutum takınmak
durumuna geldiler. İlk insanlar, büsbütün bilgisiz oldukları,
gerek dünya, gerek kendileri hakkında hiçbir bilgileri olmadığı,
dünya üzerinde etki yaratabilmek için ancak pek güçsüz araçlardan
yararlanabildikleri için, kendilerini şaşkınlığa uğratan bütün
olayların sorumluluğunu, doğaüstü
varlıklara yüklüyorlardı. Soydaşlarını ve bizzat kendilerini canlı
gördükleri düşlerinin etkisiyle, imgelemlerinde; herkesin çifte
varlığı olduğu gibi bir anlayışa vardılar. Bu çift olma fikrinin
verdiği rahatsızlık ve tedirginlikle, kendi düşüncelerinin ve
kendi duyumlarının, kendi öz bedenlerinin
bir eylemi olmadığı ama bu bedende oturan ve ölüm anında bu
bedenden ayrılan ayrı bir ruhun işi olduğu düşüncesine
varmışlardır (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman
Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 20.)
Daha sonra, ruhun ölmezliği ve ruhun madde dışında yaşayabileceği
fikri doğdu.
Gene, tekniğin yenmeye elverişli olmadığı ve anlayamadıkları bütün
bu (filizlenme, fırtınalar, seller vb.) olaylar karşısındaki, doğa
güçleri karşısındaki kaygıları ve güçsüzlükleri, onları, bu
güçlerin arkasında sonsuz bir güce sahip, iylikçi ya da kötülükçü
ama her iki halde de kaprisli birtakım ruhlar ya da Tanrılar
bulunduğunu varsaymaya götürdü.
Gene, onlar, insanlardan daha güçlü olan varlıklara, Tanrılara
inanıyorlardı ama onları, insan ya da hayvan biçiminde maddi
cisimler gibi tasarlıyorlardı. Ancak daha sonradır ki, ruhlar ve
Tanrılar (sonra da Tanrıların yerini alan bir tek Tanrı), salt
ruhlar halinde kavrandılar. Bunun üzerine, gerçekte, bütünüyle
kendilerine özgü, bedenlerinden büsbütün bağımsız bir yaşamları
olan ve var olmak için bedenlere gereksinme duymayan ruhlar olduğu
fikri doğdu.
Daha sonra bu soru, dindeki değişikliğe uygun olarak, şu şekilde
daha kesin, belirli bir biçimde soruldu:
Dünya, Tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik
boyunca var mıydı?
Filozoflar, bu soruyu yanıtlayışlarına göre iki büyük kampa
ayrılıyorlardı. (Friedrich Engels, agy, s. 21.)
Bilimsel olmayan açıklamayı benimseyerek, dünyanın Tanrı
tarafından yaratıldığını kabul edenler yani ruhun maddeyi
yarattığını söyleyenler, idealizm kampını oluşturuyorlardı.
Ötekiler, dünyayı bilimsel olarak açıklamaya çalışanlar, doğanın,
maddenin başlıca öğe olduğunu düşünenler, materyalizmin çeşitli
okullarında yer alıyorlardı.
Başlangıçta, bu iki deyimin yani idealizmin ve materyalizmin,
başka bir anlamı yoktu.
Demek ki, idealizm ve materyalizm, felsefenin temel sorununa
karşıt ve çelişik iki yanıt verirler.
İdealizm, bilimsel olmayan anlayıştır. Materyalizm ise, bilimsel
dünya anlayışıdır.
Daha ilerde bu doğrulamanın kanıtları görülecektir ama şimdiden,
taşlar, metaller, toprak gibi, düşünceye sahip bulunmayan
cisimlerin var olduğu deneyle yeterince saptanırsa da tersine,
bedensiz yani cisimsiz ruhun varlığının hiçbir zaman
saptanmadığını söyleyebiliriz.
Bu bölümü, çeşitli yorumlara yer vermeyen tek anlamlı bir vargı
ile tamamlamak istersek, görürüz ki, nasıl oluyor da insan
düşünüyor sorusuna yanıt vermek için, ancak, baştanbaşa farklı ve
bütünüyle birbirine karşıt iki yanıt vardır:
Birinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır.
İkinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır.
Bu yanıtlardan birini ya da ötekini vereceğimize göre, bu sorudan
doğan sorunlara da farklı çözümler bulmaya çalışacağız. Yanıtımıza
göre, idealist ya da materyalist olacağız.
OKUMA
- F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu,
İdealizm ve Materyalizm, s. 20 vd..
İKİNCİ BÖLÜM
İDEALİZM
I. Ahlaki idealizm ve felsefi idealizm
II. Berkeley'in idealizmini niçin öğrenmeliyiz?
III. Berkeley'in idealizmi.
IV. İdealist uslamlamanın sonuçları.
V. İdealist kanıtlar:
1. Ruh maddeyi yaratır.
2. Dünya bizim düşüncemizin dışında mevcut değildir.
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.
I. AHLAKİ İDEALİZM VE FELSEFİ İDEALİZM
Materyalizm konusunda günlük konuşma dilinde nasıl bir anlam
karışıklığı yaratıldığını göstermiştik. İdealizm konusunda da aynı
karışıklık vardır.
Gerçekten de ahlaki idealizm ile felsefi idealizmi birbirine
karıştırmamak gerekir.
Ahlaki idealizm, insanın kendisini bir davaya, bir ülküye adaması
demektir. Tüm dünyadaki işçi hareketinin tarihinden öğreniyoruz
ki, sayılamayacak kadar çok devrimci ve Marksist yaşamlarını feda
edecek kadar, kendilerini manevi bir ülküye adamışlardı ve bununla
birlikte gene de felsefi idealizm denilen şeye karşıydılar.
Felsefi idealizm, dünyanın ruh ile açıklanmasını temel alan bir
öğretidir.
Bu öğreti, felsefenin temel sorusuna, en önemli, başlıca ve ilk
öğe, düşüncedir diye yanıt veren öğretidir ve idealizm, düşüncenin
birinci derecede önemli olduğunu ileri sürerken, varlığı,
düşüncenin yarattığını ya da başka bir deyişle maddeyi, ruhun
yarattığını ileri sürmektedir.
İdealizmin ilk görünüşü böyledir; ve idealizm, dinlerde salt ruhun
yani Tanrının, maddenin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, tam
gelişmesini bulmuştur.
Bugün de felsefe tartışmalarının dışında olduğunu ileri süren ve
sözde dışında olan din, gerçekte, tersine, idealist felsefenin
dolaysız ve mantıklı sunuluşudur.
Oysa, yüzyıllar boyunca işe karışan bilim, kısa zamanda maddeyi,
dünyayı, şeyleri yalnızca Tanrı ile açıklamaktan başka bir
açıklama biçimini, zorunlu hale getirdi. Çünkü, daha 14. yüzyılda
bilim, doğa olaylarını, Tanrıyı hesaba katmaksızın ve yaradılış
varsayımından vazgeçerek açıklamaya başladı.
Bilimsel, materyalist ve Tanrıtanımaz bu açıklamalarla daha iyi
savaşabilmek için elbette ki idealizmi daha ilerilere götürmek,
maddenin varlığını bile yadsımak gerekti.
İşte 18. yüzyılın başlarında bir İngiliz piskoposu olan ve
idealizmin babası diye adlandırılan Berkeley'in dört elle
sarıldığı şey budur.
II. BERKELEY'İN İDEALİZMİNİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?
Demek ki, Berkeley'in felsefe sisteminin amacı, materyalizmi
yıkmak, maddi varlığın var olmadığını bize tanıtlamaya çalışmak
olacaktır. O, Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları adlı kitabının
önsözünde şöyle yazar:
Eğer bu ilkeler kabul edilir ve bunlara gerçek gözüyle bakılırsa,
bundan şu sonuç çıkar: Tanrıtanımazlık ve kuşkuculuk, ikisi
birden, bir çırpıda tamamıyla yenilmiş, karanlık sorular
aydınlanmış, hemen hemen çözümlenmez güçlükler çözümlenmiş ve
paradokslardan hoşlanan insanlar sağduyuya kavuşturulmuş olur. (s.
13. Herkes İçin Klasikler koleksiyonu.
Librairie Hatier, Paris.)
O halde Berkeley'e göre, doğru olan, maddenin var olmadığıdır
ve tersini iddia etmek, aykırı bir tutumdur yanılsamalı bir
davranıştır.
Bunu bize nasıl tanıtlamaya çalıştığını göreceğiz ama felsefe
öğrenmek isteyenlerin, Berkeley teorisini büyük bir özenle
incelemelerinde direnmelerinin yersiz olmayacağını düşünüyorum.
İyi biliyorum ki, Berkeley'im tezleri, bazılarını güldürecektir
ama bizim 20. yüzyılda yaşadığımızı ve geçmişte yapılan bütün
incelemelerden, çalışmalardan yararlandığımızı unutmamak gerekir.
Ayrıca materyalizmi ve materyalizmin tarihini okuduğumuz zaman,
eskinin materyalistlerinin de
zaman zaman insanı güldürdüklerini göreceğiz.
Bununla birlikte, Marks ve Engels'ten önce, materyalist
düşünürlerin en büyüğü olan Diderot'nun, Berkeley'in sistemini,
İnsan aklı ve felsefe için ne utanılacak bir şeydir ki, hepsinin
en saçması olduğu halde savaşım verilmesi en güç bir sistem (Diderot,
Körler Üzerine Mektup, Textes Choisis, c. I, Editions Sociales,
Halk Klasikleri, s. 87. (Materyalizm
ve Ampiryokritisizm, s. 27'de Lenin sözünü ediyor.) olarak
tanımlarken, onu biraz da olsa önemsediğini bilmemiz gerekiyor.
Bizzat Lenin de Berkeley'in felsefesine sayfalar ayırmıştı ve
modern idealist filozoflar, materyalistlere karşı piskopos
Berkeley'de bulunamayacak hiçbir... kanıt ortaya koymamışlardır
(V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Soİ Yayınları,
Ankara 1993, s. 31.) diye yazıyordu.
Son olarak, işte liselerde yararlanılan bir felsefe tarihi
kitabında Berkeley'in maddesizciliği (immaterialisme) üzerine
yapılan bir değerlendirme:
Kuşkusuz, henüz tamamlanmamış ama hayran olmaya değer ve
filozofların kafalarında bir maddi tözün varlığına olan inancı
ebediyen yıkacak bir teori. (A. Penjon, Precis d'histoire de la
Philosophie, Librairie Paul Delaplace, s. 320-321.)
Demek ki, bu felsefi düşünüş tarzı -her ne kadar yukarıdaki
aktarmalardan da görüldüğü gibi başka başka nedenlerle de olsa-
herkes için önem taşımaktadır.
III. BERKELEY'İN İDEALİZMİ
Demek ki, bu sistemin amacı, bize, maddenin var olmadığını
tanıtlamaktan ibarettir.
Berkeley diyordu ki: Ruhumuzun dışında düşünerek var olduğunu
sandığımız, madde değildir, onları gördüğümüz için, onlara
dokunduğumuz
için, şeylerin var olduğunu düşünüyoruz; bu duyumları bize
verdikleri için, onların varlığına inanıyoruz.
Ama duyumlarımız, bizim, ruhumuzda sahip olduğumuz fikirlerdir.
Öyleyse, duyularımızla algıladığımız nesneler, fikirlerden başka
bir şey değildir ve fikirler ise bizim ruhumuzun dışında var
olamazlar.
Berkeley'e göre, şeyler vardır; o, onların doğasını ve onların
varlığını yadsımıyor ama onların, ancak, duyumlarımızın bir
yargısı sonucu ve onları bize tanıtan duyumlar biçiminde var
olduklarını ve nesnelerin ancak aynı ve tek bir şey olduğunu ileri
sürüyor.
Şeyler vardır, bu kesindir, diyor ama bizde bizim ruhumuzda ve
şeylerin ruh dışında hiçbir gerçekliği yoktur.
Biz şeyleri, görme duyusunun yardımıyla kavrıyoruz; biz, onları,
dokunma duyusunun yardımıyla algılıyoruz; koklama duyusu, bize,
koku hakkında bilgi veriyor; tatma duyusu, tat hakkında ses alma
duyusu, sesler hakkında bilgi veriyor bize. Bu çeşitli duyumlar,
bize fikirler veriyor; birbirleriyle
bağdaşan bu fikirler dolayısıyla, onlara ortak bir ad veriyoruz ve
onları nesneler gibi sayıyoruz.
Örneğin, belli bir düzenleniş içersinde belli bir renk, bir tat,
bir koku, bir biçim, bir kıvam gözlemlenir; elma sözcüğüyle
belirlenen ayrı bir şey olarak tanınır; öteki fikir dermeleri,
taş, ağaç, kitap ve öteki duyumlanabilir şeyleri oluştururlar...
(V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 13.)
Demek ki, dünyayı ve şeyleri, dıştaki şeyler olarak tanıdığımızı
düşündüğümüz zaman, bunlar yalnızca bizim zihnimizde var olduğuna
göre, öyleyse, biz yanılsamaların kurbanıyız.
Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları adlı kitabında Berkeley, bu
tezi, bize, şöyle tanıtlıyor:
Aynı bir şeyin, aynı zamanda farklı olabileceğine inanmak, bir
saçmalık değil midir? Örneğin aynı anda soğuk ve sıcak. Düşününüz
ki, ellerinizden biri sıcak, öteki soğuk olsun ve her ikisini de
aynı zamanda orta sıcaklıkta su ile dolu kaba daldırsanız, su, bir
elinize sıcak, ötekine soğuk gelmeyecek midir? (Berkeley, s.21)
Mademki, bir şeyin kendisinin aynı anda farklı olabilmesi saçma
bir şeydir, bundan, o şeyin ancak bizim ruhumuzda var olduğu
sonucunu çıkarmalıyız.
Peki kendi uslamlama ve tartışma yönteminde ne yapıyor Berkeley?
Nesneleri, şeyleri, tüm özelliklerinden soyuyor.
Siz diyorsunuz ki, nesneler vardır, çünkü onların bir renkleri,
bir kokuları, bir tatları vardır; çünkü onlar, küçük ya da büyük,
hafif ya da ağırdır. Ben, size, bunun, nesnelerde var olmadığını
ama bizim kafamızda var olduğunu tanıtlayacağım.
İşte bir kumaş parçası. Siz, bana, onun kırmızı olduğunu
söylüyorsunuz. Bütünüyle doğru mu bu? Siz, kırmızının, kumaşın
kendisinde olduğunu düşünüyorsunuz. Kesin mi bu? Biliyorsunuz ki,
gözleri bizimkilerden farklı olan ve bu kumaşı kırmızı olarak
görmeyecek hayvanlar vardır; aynı şekilde
sarılığı olan bir insan da onu, sarı görecektir. Öyleyse bu
kumaşın rengi nedir? Bu, duruma bağlı mı diyorsunuz? Şu halde
kırmızı, kumaşın kendinde değil ama gözde yani bizdedir.
Bu kumaş hafif midir diyorsunuz? Bırakın bakalım bir karıncanın
üzerine düşsün, karınca elbette ki ağır bulacak onu. Öyleyse kim
haklı? Onun sıcak olduğunu düşünüyorsunuz? Ateşiniz olsaydı, soğuk
bulacaktınız! Öyleyse sıcak mı, yoksa soğuk mu?
Bir sözcükle, aynı şeyler, aynı anda bazıları için kırmızı, ağır
ve sıcak, başkaları için tam tersi olabiliyorsa, bu demektir ki,
biz yanılsamaların kurbanıyız ve şeyler yalnızca bizim zihnimizde
vardır.
İşte böyle, nesnelerin tüm özelliklerini kaldırıp atarak, bunlar
yalnızca bizim düşüncemizde vardır yani madde bir fikirdir demeye
kadar götürürsünüz işi.
Daha Berkeley'den önce de Yunan filozofları, tat, ses gibi bazı
niteliklerin, şeylerin kendilerinde olmadıklarını, bizde
olduklarını söylüyorlardı ki, bu doğruydu.
Ama, Berkeley'in teorisinde yeni olan, bu gözlemi, nesnelerin tüm
niteliklerini içine alacak kadar genişletmesidir.
Yunan filozofları, gerçekten de şeylerin nitelikleri arasında
şöyle bir ayrım yapmışlardı:
Bir yanda nesnelerin kendilerinde olan ağırlık, büyüklük,
dayanıklılık gibi ilk nitelikler.
Öte yanda koku, tat, sıcaklık, vb. gibi bizde olan ikincil
nitelikler.
Oysa Berkeley, ikincil niteliklere ait tezi, ilk niteliklere aynen
uygular, şöyle ki, bütün nitelikler, bütün özellikler, nesnelerde
değil ama bizdedir.
Güneşe bakarsak, biz, onu, yuvarlak, düz ve kırmızı görürüz.
Bilim, bize yanıldığımızı, güneşin düz ve kırmızı olmadığını
öğretir. Öyleyse, bilimin yardımıyla, güneşe atfettiğimiz bazı
yanlış nitelikleri bir yana bırakıyoruz ama bu yüzden güneşin var
olmadığı sonucunu da çıkarmıyoruz. Oysa Berkeley, böyle bir sonuca
varıyor.
Berkeley, elbette ki, eskilerin yaptıkları ayrımın bilimsel
çözümlemeye dayanmadığını gösterirken haksız değildi ama kendisi,
bu gözlemlerden onların sahip olmadıkları sonuçlar çıkararak bir
uslamlama yanlışı yapıyor, safsata yapıyor. Şeylerin
niteliklerinin, gerçekten de duyularımızın bize gösterdiği gibi
olmadığını yani duyularımızın maddi gerçeği bozduğunu gösteriyor
ve o, bundan, hemen maddi gerçeğin var olmadığı sonucunu
çıkarıyor.
IV. İDEALİST USLAMLAMANIN SONUÇLARI
Tez, Her şey, ancak bizim zihnimizde vardır. olduğuna göre, bundan
dış dünyanın var olmadığı sonucunu çıkarmak gerekir. Bu düşünüş
tarzını sonuna kadar götürerek, Mademki öteki insanları ancak
benim fikirlerimle tanıyorum, mademki öteki insanlar benim için
ancak, maddi nesneler
gibi, fikir dermelerinden başka bir şey değildir, var olan
yalnızca benim. demeye kadar vardırırız işi. Buna, felsefede
(yalnızca kendim demek olan) tekbencilik (solipsisme) denir.
Lenin, daha önce andığımız kitabında bize diyor ki, Berkeley,
böyle bir teoriyi savunduğu suçlamasına karşı, kendisini,
içgüdüyle savunuyor. Hatta görüyoruz ki, idealizmin aşırı biçimi
olan tekbencilik, hiçbir filozof tarafından
savunulmamıştır.
Bunun için, idealistlerle tartışırken, maddeyi gerçekten yadsıyan
uslamlamaların; mantıklı ve tutarlı olmak için, tekbencilik (solipsisme)
denen bu saçma aşırılığa varmaları gerektiğini ortaya çıkarmaya
özen göstermeliyiz.
V. İDEALİST KANITLAR
Berkeley'in teorisini, elden geldiği kadar yalın bir biçimde
özetlemeye önem verdik, çünkü felsefi idealizmin ne olduğunu en
açık yüreklilikle ortaya koyan Berkeley'dir.
Ama bizim için yeni olan bu düşünüş tarzlarını iyi kavramak için,
onları ciddiye almak ve anlamaya çalışmak artık kaçınılmaz
olmuştur. Niçin?
Çünkü, daha ilerde göreceğiz ki, idealizm, yeni sözlerin ve
deneyimlerin ardına gizlenerek, daha üstü örtülü bir biçimde
karşımıza çıkarsa da bütün idealist filozoflar, eski Berkeley'in
(Lenin) kanıtlarını yeniden ele almaktan başka bir şey yapmazlar.
Çünkü, gene göreceğiz ki, resmi felsefe tarihine egemen olmuş ve
hala egemen olan idealist felsefe, kendisiyle birlikte, içimize
işlemiş bulunan bir düşünce yöntemi kullanarak, bütünüyle laik bir
eğitime karşın, kafamıza yerleşmeyi başarabilmiştir.
Bütün idealist filozofların kanıtlarının temeli, piskopos
Berkeley'in düşünüş tarzında bulunduğundan, bu bölümü
özetlemek için, bu kanıtların başlıcalarının neler olduğunu ve
bize, neyi tanıtlamaya yönelik bulunduklarını belirtmeye
çalışacağız.
1. Ruh maddeyi yaratır.
Bu, artık biliyoruz, felsefenin temel sorusuna verilen idealist
yanıttır; bu, ruhun dünyayı yarattığını kabul eden çeşitli
dinlerde yansısını bulan idealizmin ilk biçimidir.
Bu iddia, iki anlama gelebilir.
Ya, Tanrı dünyayı yaratmıştır ve o, bizim dışımızda gerçekten
vardır. Bu, teolojinin (Teoloji (Tanrıbilim), Tanrı'yı ve Tanrısal
şeyleri inceleyen bilim.) görülegelen idealizmidir.
Ya, Tanrı, bize, hiçbir maddi gerçeğe tekabül etmeyen fikirler
vererek, bizde dünya yanılsamasını yaratır. Bu madde bizim ruhumuz
tarafından oluşturulmuş bir ürün olduğundan, ruhun tek gerçek
olduğunu bize tanıtmak isteyen Berkeley'in maddesizci
idealizmidir.
Bunun için idealistler ileri sürerler ki:
2. Dünya bizim düşüncemiz dışında mevcut değildir.
İşte bu, Berkeley'in, şeyler ancak bizim ruhumuzda mevcut olduğu
halde biz, onlara, kendilerine özgü olabilecek özellikler ve
nitelikler yükleyerek yanılgıya düştüğümüzü kesin olarak
söylerken, bize tanıtlamak istediği şeydir.
İdealistlere göre, sıralar ve masalar pekala vardır ama bizim
dışımızda değil yalnızca bizim düşüncemizde çünkü:
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.
Başka bir deyişle, şeyler, düşüncemizin yansısıdır. Gerçekten de
mademki madde yanılsamasını yaratan ruhtur, mademki bizim
düşüncemize madde fikrini veren ruhtur, mademki şeyler karşısında
duyduğumuz duyumlar şeylerin kendilerinden değil ama yalnız bizim
düşüncemizden ileri gelir, dünyanın ve şeylerin gerçekliğinin
kaynağı bizim düşüncemizdir, ve buna göre, bizi kuşatan her şey,
bizim ruhumuzun dışında mevcut değildir ve ancak bizim
düşüncemizin yansısı olabilir ama, Berkeley'e göre, bizim ruhumuz
kendi başına, bu fikirleri yaratmak yeteneğinde olamayacağından
ve zaten her istediği fikri (onları kendi kendine yaratabilseydi,
bunu başarabileceği için) yaratamadığından, daha güçlü başka bir
ruhun bu fikirlerin yaratıcısı olduğunu kabul etmek gerekir. Şu
halde bizim ruhumuzu yaratan ve ruhumuzda karşılaştığımız dünya
hakkındaki bütün fikirleri bize
buyuran Tanrı'dır.
İşte idealist öğretilerin dayandıkları başlıca tezler ve
felsefenin temel sorusuna verdikleri yanıtlar bunlardır. Şimdi de
materyalist felsefenin bu soruya ve bu tezlerin ortaya çıkardığı
sorunlara verdiği yanıtın ne olduğunu görmeye sıra geldi.
OKUMA
PARÇALARI
- Berkeley, Dialogues d'Hylas et de Philonoüs (Hylas ile
Philonoüs'ün Diyalogları).
- Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 11-31.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MATERYALİZM
I. Niçin materyalizmi öğrenmemiz gerekir?
II. Materyalizm nereden gelir?
III. Materyalizm nasıl ve niçin gelişti?
IV. Materyalistlerin ilkeleri ve kanıtları nelerdir?
1. Ruhu yaratan maddedir.
2. Madde her ruhun dışında vardır.
3. Bilim, deney yoluyla, şeyleri tanımamıza olanak sağlar.
I. NİÇİN MATERYALİZMİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİR?
Gördük ki, varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler nelerdir,
sorusuna, ancak karşıt ve çelişik iki yanıt olabilir.
Bundan önceki bölümde idealist yanıtı ve idealist felsefeyi
savunmak için sunulan kanıtları inceledik.
Şimdi de bu temel soruna (yineleyelim, her felsefenin temelinde
bulunan soruna) verilen ikinci yanıtı incelemek ve materyalizmin
savunma kanıtlarının neler olduğunu görmek gerekir. Materyalizm,
Marksizm’in felsefesi olduğu için, bizim açımızdan ne kadar önemli
ise, bunu öğrenmek de o kadar önemlidir.
Öyleyse, bu bakımdan, materyalizmi iyi tanımak zorunludur. İyi
tanımak özellikle zorunludur, çünkü bu felsefe anlayışları, çok az
bilinmektedir ve tahrif edilmişlerdir. Gene zorunludur, çünkü,
eğitimimizle -ilk ya da en yükseği olsun- gördüğümüz öğretimle
yaşayış ve düşünüş alışkanlıklarımızla, idealist anlayışlar,
farkında olmaksızın hepimizin
içine az ya da çok işlemiştir. (Zaten başka bölümlerde bu
olumlamanın birçok örneklerini ve niçin böyle olduğunu göreceğiz.)
Demek ki, Marksizm’i öğrenmek isteyenler için, onun temelini yani
materyalizmi bilmek bir zorunluluktur.
II. MATERYALİZM NEREDEN GELİR?
Felsefeyi, genel bir biçimde dünyayı, evreni açıklama çabası
olarak tanımladık ama biliyoruz ki, insanlığın bilgi düzeyine
göre, bu açıklamalar değişmiştir ve insanlık tarihi boyunca
dünyayı açıklamak için iki tutum benimsenmiştir: Bunlardan biri,
bir ya da birkaç üstün ruha, doğaüstü güçlere başvuran bilime
karşı tutumdur; öteki ise olgulara ve deneylere
dayanan bilimsel tutumdur.
Bu tutumlardan biri idealist filozoflarca, öteki ise
materyalistlerce savunulur.
Bunun içindir ki, bu kitabın daha başında materyalizm hakkında
edinilecek ilk fikrin, bu felsefenin evrenin bilimsel açıklanışı
olduğunu söyledik.
İdealizm, nasıl insanların bilgisizliğinden doğmuşsa
-bilgisizliğin, idealist anlayışları paylaşan siyasal ve kültürel
güçler tarafından, toplumlar tarihinde nasıl korunduğunu ve
sürdürüldüğünü göreceğiz-, materyalizm de bilisizliğe ya da
bilmesinlerciliğe karşı savaşımdan doğmuştur.
Bunun içindir ki, bu felsefe uzun süre önlenmeye çalışıldı ve
bunun içindir ki, resmi üniversite dünyasında çağdaş biçimiyle
(diyalektik materyalizm) ya değeri bilinmedi ya hiç bilinmedi ya
da pek az tanındı.
III. MATERYALİZM NASIL VE NİÇİN GELİŞTİ?
Bu felsefeye karşı savaşım verenlerin ve bu öğretinin yirmi
yüzyıldan beri hep aynı yerde durduğunu söyleyenlerin iddialarının
tersine, materyalizmin tarihi, bize, bu felsefede canlı bir şeyin
ve her zaman hareket halinde olan bir şeyin varlığını gösteriyor.
Yüzyıllar boyunca insanların bilimsel bilgileri ilerledi. Düşünce
tarihinin başlangıcında Yunan antikçağında bilimsel bilgiler,
hemen hemen hiç yok denecek gibiydi; ilk bilginler, aynı zamanda
filozof idiler; çünkü o çağda felsefe ve doğmakta olan bilimler,
bir bütün oluşturuyordu, biri ötekilerin
uzantısı oluyordu.
Zamanla, bilimler, dünya olaylarının açıklanmasına, idealist
filozofların dogmaları ile çelişen ve tedirginlik yaratan bir
açıklık getirince, felsefe ile bilimler arasında bir çatışma
başladı.
Bu çağın resmi felsefesi ile çelişmekte olan bilimlerin,
felsefeden ayrılmaları zorunlu oldu. Böylece, ...onların,
geleceğin yakın bir çözümü için olgunlaşmış bulunan daha sınırlı
sorunları ele almak üzere, felsefenin karmaşık şeyler yığınından
kendilerini kurtarmak ve derin varsayımları filozoflara bırakmak
ilk işleri oldu. Böylece, felsefe ve ... bilimler
arasında bu ayrılma oluştu.
Ancak bilimlerle birlikte doğan, onlara bağlı ve bağımlı olan
materyalizm, çağdaş materyalizm ile yani Marks ve Engels'in
materyalizmi ile, bilim ve felsefeyi, diyalektik materyalizm
içinde yeniden birleştirmek üzere, bilimlerle birlikte ilerledi ve
gelişti.
Uygarlığın ilerleyişine bağlı olan bu gelişmeyi ve bu tarihi daha
ilerde inceleyeceğiz ama şimdiden, materyalizm ile bilimlerin
birbirine bağlı olduklarını ve materyalizmin mutlak olarak bilime
bağımlı olduğunu belirtiyoruz, ki bunu akılda tutmak çok
önemlidir.
Şimdi, materyalizmin esaslarını, çeşitli biçimler altında
materyalist olduğunu ileri süren bütün felsefeler için ortak olan
esasları, yerlerine yerleştirmek ve tanımlamak gerekiyor.
IV. MATERYALİSTLERİN İLKELERİ VE KANITLARI NELERDİR?
Bunu yanıtlayabilmek için, felsefenin temel sorusuna, varlık ile
düşünce arasındaki ilişkilere yani bunlardan hangisinin daha
önemli olduğu sorusuna dönmemiz gerekir.
Materyalistler, her şeyden önce, varlık ile düşünce arasında madde
ile ruh arasında belirli bir ilişkinin var olduğunu öne sürerler.
Onlara göre, ilk gerçek, ilk şey varlıktır, maddedir ve ruh ise
ikinci gerçektir, sonradan gelendir, maddeye bağımlıdır.
Şu halde materyalistlere göre, dünyayı ve maddeyi yaratmış olan
Tanrı ya da ruh değildir ama ruhu yaratmış olan dünyadır,
maddedir, doğadır:
Tinin kendisi, maddenin en üstün bir ürününden başka bir şey
değildir. (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman
Felsefesinin Sonu, s. 24.)
Bunun içindir ki, ikinci bölümde sorduğumuz soruyu tekrar ele
alırsak ve düşünme, insana nereden gelir, dersek, materyalistler,
insan düşünüyor çünkü onun bir beyni vardır ve düşünce beynin
ürünüdür, diye yanıt verirler. Onlara göre, maddesiz, cisimsiz
düşünce olamaz.
Bize ne kadar yüce görünürlerse görünsünler, bilincimiz ve
düşüncemiz, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünlerinden başka
bir şey değildir. (agy, s.24)
Buna göre materyalistler için, madde varlık, bizim düşüncemizin
dışında var olan gerçek şeylerdir ve var olmak için düşünceye ya
da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde ruh maddesiz var
olamayacağına göre, ölümsüz ve bedenden bağımsız bir ruh da
yoktur.
İdealistlerin söylediklerinin tersine, bizi kuşatan şeyler bizden
bağımsız olarak mevcutturlar, bize düşüncelerimizi veren onlardır;
ve bizim fikirlerimiz, şeylerin bizim beynimizdeki yansısından
başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki, varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler
sorusunun ikinci yönü -Bizim çevremizdeki dünya hakkındaki
düşüncelerimiz ile bu dünya arasında nasıl bir bağıntı vardır?
Bizim düşüncemiz, gerçek dünyayı bilebilecek durumda mıdır? Gerçek
dünyaya ilişkin tasarımlarımızda ve
kavramlarımızda gerçekliğin doğru bir yansısını verebilir miyiz?
Bu soru, felsefe dilinde düşünce ile varlığın özdeşliği sorunu
diye adlandırılır. (agy, s. 22) karşısında materyalistler, şu
olumlamada bulunur: Evet, biz dünyayı tanıyabiliriz ve bizim bu
dünyaya ilişkin edindiğimiz fikirler, gittikçe daha
doğru olmaktadır, çünkü biz, dünyayı bilimlerin yardımıyla
inceleyip öğrenebiliyoruz, çünkü bilimler, sürekli olarak deney
yoluyla bizi çevreleyen şeylerin kendilerine özgü ve bizden
bağımsız bir gerçekleri olduğunu tanıtlamaktadır ve insanlar daha
şimdiden bu şeylerin bir bölümünü yeniden üretebilmekte ve yapay
olarak yaratabilmektedirler.
Şu halde özetlemek için şöyle diyeceğiz: Materyalistler,
felsefenin temel sorunu karşısında:
1. Ruhu yaratan maddedir ve bilimsel olarak, asla maddesiz
ruh görülmedi.
2. Madde her ruhun dışında vardır ve maddenin kendine özgü
bir varlığı olduğundan, var olmak için ruha gereksinme duymaz,
dolayısıyla idealistlerin söylediklerinin tersine, şeyleri
yaratanlar, bizim fikirlerimiz değildir, biz fikirlerimizi
şeylerden alırız.
3. Biz, dünyayı tanımak yeteneğindeyiz, maddeden ve
dünyadan edindiğimiz fikirler, giderek daha doğru oluyorlar, çünkü
bilimlerin yardımıyla daha önce bildiklerimizi
kesinleştirebildiğimizi ve bilmediklerimizi de bulabildiğimizi
doğrularlar.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KİM HAKLI? İDEALİST Mİ, MATERYALİST Mİ?
I. Sorunu nasıl koymalıyız?
II. Dünyanın yalnızca bizim düşüncemizde var olduğu doğru
mudur?
III. Şeyleri bizim fikirlerimizin yarattığı doğru mudur?
IV. Ruhun maddeyi yarattığı doğru mudur?
V. Materyalistler haklıdırlar, bilim, onların iddialarını
tanıtlar.
I. SORUNU NASIL KOYMALIYIZ?
Şimdi, idealistlerin ve materyalistlerin tezlerini bildiğimize
göre, kimin haklı olduğunu bulmaya çalışacağız.
Anımsayalım ki, her şeyden önce, bu tezler, mutlak olarak
birbirine karşı ve birbiriyle çelişiktirler; diğer yandan bu
tezlerden birini ya da ötekini savunduğumuz an, savunduğumuz tez,
bizi, sonuçları dolayısıyla, çok önemli olan vargılara
götürecektir.
Kimin haklı olduğunu bilmek için, iki tarafın kanıtlarını
özetlediğimiz üç noktaya başvuracağız.
İdealistler ileri sürüyorlar:
1. Maddeyi yaratan ruhtur;
2. Madde bizim dışımızda mevcut değildir, o halde bizim
için bir yanılsamadan başka bir şey değildir;
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.
Materyalistler ise bunun tam tersini ileri sürüyorlar.
İşimizi kolaylaştırmak için, ilkin, ortak görüneni ve bizi
en çok şaşırtanı incelemek gerekir.
1. Dünyanın yalnızca bizim düşüncemizde var olduğu
doğru mudur?
2. Şeyleri bizim fikirlerimizin yarattığı doğru mudur? İşte
Berkeley'in maddesizci idealizminin savunduğu iki kanıt, bundan
çıkan sonuçlar, bütün Tanrıbilimlerde olduğu gibi üçüncü sorumuzla
sonuçlanır:
3. Ruhun maddeyi yarattığı doğru mudur?
Bu üç soru, felsefenin temel sorununa dayandığından, çok
önemlidir. Öyleyse, kimin haklı olduğunu, ancak bu soruları
tartışarak bulacağız ve bu sorular, materyalistler için özellikle
ilginçtir, şu anlamda ki, bu sorulara verilen materyalistçe
yanıtlar, bütün materyalist felsefeler için -bu bakımdan
diyalektik materyalizm için de- ortak olan yanıtlardır.
II. DÜNYANIN YALNIZCA BİZİM DÜŞÜNCEMİZDE
VAR OLDUĞU DOĞRU MUDUR?
Bu soruyu incelemeden önce, okumalarımızda sık sık
karşılaşacağımız ve kullanacağımız iki felsefe terimini iyice
öğrenmeliyiz.
Öznel gerçek (yalnızca bizim düşüncemizde var olan gerçek anlamına
gelir.)
Nesnel gerçek (düşüncemizin dışında var olan gerçek anlamına
gelir).
İdealistler, dünya nesnel bir gerçek değil ama öznel bir
gerçektir, derler.
Materyalistler ise, dünya nesnel bir gerçektir, derler.
Dünyanın ve şeylerin yalnızca bizim düşüncemizde var olduğunu bize
tanıtlamak için piskopos Berkeley, onları (renk, büyüklük,
yoğunluk gibi) özelliklerine ayrıştırır ve bireylere göre değişen
bu özelliklerin, şeylerin kendilerinde değil ama bizim her
birimizin ruhunda olduğunu iddia eder. Bundan, maddenin nesnel
değil ama öznel olan bir özellikler kümesi
olduğu, dolayısıyla var olmadığı sonucunu çıkarır.
Eğer güneş örneğini tekrar ele alırsak, Berkeley, kırmızı,
yuvarlak nesnel gerçeğine inanıp inanmadığımızı bize sorar ve
özellikleri, tartışma yöntemi ile, kendi yöntemi ile, güneşin,
kırmızı ve yuvarlak olmadığını bize gösterir. Demek ki, güneş
nesnel bir gerçek değildir, çünkü, kendi kendine var
değildir ama ancak öznel bir gerçektir, çünkü yalnızca bizim
düşüncemizde vardır.
Materyalistler, güneşin, kırmızı, düz bir yuvarlak olarak
gördüğümüz için var olduğunu ileri sürmezler, -çünkü bu,
çocukların ve gerçeği denetlemek için duyularından başka şeyleri
olmayan ilk insanların safça, çocuksu gerçekçiliğidir- ama onlar,
güneşin var olduğunu, bilimin yardımıyla
doğrularlar. Bilim, gerçekten de duyularımızın bizi düşürdüğü
yanılgıları düzeltmemize olanak verir.
Ama, bu güneş örneğinde sorunu açıkça koymalıyız. Berkeley'le
birlikte, biz de güneşin yuvarlak olmadığını, kırmızı olmadığını
söyleyeceğiz ama onun çıkardığı sonuçları, güneşi nesnel gerçek
olarak yadsımasını kabul etmeyeceğiz.
Şeylerin özelliklerini değil, onların varlığını tartışıyoruz.
Duyularımızın bizi yanıltıp yanıltmadığını, maddi gerçeği bozup
bozmadığını anlamak için değil ama bu gerçeğin bizim duyularımızın
dışında var olup olmadığını bilmek için tartışıyoruz.
Peki, materyalistler, bu gerçeğin bizim dışımızdaki varlığını
kesin olarak söylüyorlar ve onlar kanıtlarını doğrudan doğruya
bilimden alıyorlar.
İdealistler haklı olduklarını bize göstermek için ne yapıyorlar?
Sözcükler üzerinde tartışıyorlar, büyük söylevler veriyorlar,
sayısız sayfalar dolduruyorlar.
Bir an haklı olduklarını varsayalım. Dünya yalnızca bizim
düşüncemizde var ise, insanlardan önce var değildi demektir.
Biliyoruz ki, bu yanlıştır, çünkü bilim, insanın yeryüzünde çok
sonradan ortaya çıktığını bize tanıtlıyor. O zaman, bazı
idealistler bize diyecekler ki, insandan önce hayvanlar
vardı ve düşünce, hayvanlarda eğleşebiliyordu ama biz,
hayvanlardan önce hiçbir organik yaşamın olanaklı olmadığı,
üzerinde oturulmaz bir yeryüzü olduğunu biliyoruz. Daha başkaları
da diyecekler ki yalnız güneş sistemi var idiyse ve insanlar
mevcut değil idiyse de ruh, Tanrıda mevcuttu.
Böylece idealizmin en yüksek biçimine varıyoruz. Tanrı ile bilim
arasında bir seçim yapmamız gerekiyor. İdealizm Tanrısız
tutunamaz, desteklenemez, Tanrı ise, idealizmsiz var olamaz.
İdealizm ve materyalizm sorununu, tam şöyle koymak gerekir: Kim
haklı? Tanrı mı, bilim mi?
Tanrı, maddenin yaratıcısı salt bir ruhtur, tanıtsız bir iddiadır.
Bilim, pratikle ve deneyle dünyanın nesnel bir gerçek olduğunu
bize tanıtlayacak ve şu soruya yanıt vermemize olanak
sağlayacaktır:
III. ŞEYLERİ BİZİM FİKİRLERİMİZİN YARATTIĞI DOĞRU MUDUR?
Örneğin, şeylerin nesnel bir gerçek mi, yoksa öznel bir gerçek mi
olduğunu, şeyleri yaratanın bizim fikirlerimiz olduğunun doğru
olup olmadığını tartıştığımız bir idealistle birlikte, yolun
karşısına geçerken, yoldan gelen bir otobüsü alalım. Elbette ki,
eğer ezilmek istemiyorsak, her ikimiz de çok dikkatli olacağız,
demek ki, pratikte, idealist, otobüsün
varlığını tanımak zorundadır. Ona göre, pratikte nesnel bir otobüs
ile öznel bir otobüs arasında bir ayrım yoktur ve bu, o kadar
doğrudur ki, pratik, idealistlerin yaşamda materyalist olduklarını
tanıtlar.
Bu konuda idealist filozofların ve bu felsefeyi tutanların,
kendilerine göre öznel gerçekten başka bir şey olmayan şeyleri
elde edebilmek için, bazı nesnel bayağılıklara tenezzül
ettiklerini görebileceğimiz sayısız örnekler sayabilirdik.
Zaten bunun içindir ki, artık kimsenin, Berkeley gibi, dünyanın
var olmadığını ileri sürdüğü görülmüyor. Kanıtlar artık çok daha
ince, kurnazca, çok daha gizli-kapaklı. (İdealistlerin kanıtlama
biçimlerine örnek olarak Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm
adlı kitabının, Dünya Öğelerinin
Bulunması bölümüne bakınız.) (Materyalizm ve Ampiryokritisizm,
Bölüm I., s. 47 vd.)
Demek ki, Lenin'in söylediği gibi, pratiğin ölçütü ile
idealistleri susturmamız olanaklı olacaktır.
Zaten idealistler teori ile pratiğin birbirine denk olmadıklarını,
birbirinden apayrı iki şey olduklarını söylemekten geri
durmayacaklardır. Bu, doğru değildir. Bir anlayışın, yanlış ya da
doğru olduğunu, bize yalnızca pratik gösterecektir.
Otobüs örneği, bize dünyanın nesnel bir gerçekliği olduğunu ve
ruhumuz tarafından yaratılmış bir düş olmadığını gösteriyor.
Berkeley'in maddesizcilik teorisi, bilimlerin karşısında
tutunamadığına ve pratiğin ölçütüne karşı duramadığına göre, şimdi
de idealist felsefelerin, dinlerin, Tanrıbilimlerin hepsinin
vardığı sonucu, ruh maddeyi yaratır savını görmek kalıyor.
IV. RUHUN MADDEYİ YARATTIĞI DOĞRU MUDUR?
Daha yukarda da gördüğümüz gibi, idealistlere göre, ruh, en
üstün, en yüce biçimini Tanrıda bulmuştur. Tanrı, onların
teorisinin son sözü, son yanıtı, vardığı sonuçtur ve bunun içindir
ki, ruh-madde sorunu, son tahlilde idealist mi, yoksa materyalist
mi, kim haklı, Tanrı mı, bilim mi
biçimine konur.
İdealistler, Tanrının bütün sonsuzluk boyunca var olmuş olduğunu
ve hiçbir değişikliğe uğramadığı için her zaman aynı kaldığını
söylerler. Tanrı, salt ruhtur, Tanrı için zaman ve uzay (mekan)
mevcut değildir. O, maddenin yaratıcısıdır.
İdealistler; Tanrı hakkındaki savlarını savunmak için de herhangi
bir kanıt göstermezler.
Maddenin yaratıcısını savunmak için bilimsel bir aklın kabul
edemeyeceği bir yığın gizeme başvururlar.
Bilimin kaynaklarına inildiği zaman, görülür ki, ilk insanlar,
Tanrı fikrini, kafalarında büyük bilgisizliklerinden dolayı ve bu
bilgisizlik ortasında uydurdular. 20. yüzyıl idealistleri ise,
sabırlı ve direşken bir çalışmanın bilinmesini olanaklı hale
getirdiği tüm şeylerden, ilk insanlar gibi tamamen
habersiz kalmaya devam ettiler. Çünkü, eni sonu, Tanrı,
idealistlere göre, açıklanamıyor ve onlar için, geriye hiçbir
kanıtı bulunmayan bir inanç kalıyor.
İdealistler, dünyanın bir yaradılışı olması zorunluluğunu
tanıtlamak istedikleri zaman, bize, maddenin her zaman var
olmadığını aşağı yukarı bir başlangıcı olması gerektiğini
söylerken, asla bir başlangıcı olmamış olan bir Tanrıya
başvuruyorlar. Bu açıklamanın neresi daha aydınlıktır?
Materyalistler ise kanıtlarını savunmak için, insanların
bilgisizliklerinin sınırlarını geride bırakarak gitgide
geliştirdikleri bilimden yararlanacaklardı.
Peki, bilim, ruhun maddeyi yaratmış olmasını düşünmemize izin
verir mi? Hayır.
Salt bir ruh tarafından yaradılış fikri, anlaşılmaz bir şeydir,
çünkü biz, deney ve gözlemimizde böyle bir şey tanımıyoruz. Bunun
olanaklı olabilmesi için, idealistlerin dedikleri gibi, ruhun
maddeden önce yalnız başına var olması gerekecekti, oysa bilim
bunun olanak-dışı olduğunu ve hiçbir zaman
maddesiz bir ruh olmadığını bize tanıtlıyor. Tersine, ruh (akıl)
her zaman maddeye bağlıdır ve özellikle insan ruhu (aklı),
fikirlerimizin ve düşünmemizin kaynağı olan beyne bağlıdır. Bilim,
fikirlerin boşluk içinde var olduklarını kavramamıza izin
vermiyor...
Şu halde Tanrı ruhunun var olabilmesi için bir beyin olması
gerekecekti. Bunun içindir ki, maddeyi, dolayısıyla insanı yaratan
Tanrı değildir ama ruh-Tanrıyı yaratmış olan insan beyni
biçimindeki maddedir, diyebiliriz.
Daha ilerde bilimin, bize, bir Tanrıya ya da onun üzerinde zamanın
etkisiz olacağı ve kendisinin, sürenin, hareketin ve değişikliğin
dışında kalacağı herhangi bir şeye inanmak olanağını verip
vermediğini göreceğiz.
Bundan sonra, bir yargıya varabiliriz, felsefenin temel sorununa
verdikleri yanıtta.
V. MATERYALİSTLER HAKLIDIRLAR VE BİLİM ONLARIN İDDİALARINI
TANITLAR
Materyalistler şunları ileri sürmekte haklıdırlar:
1. Berkeley'in idealizmine ve onun maddesizciliği ardına
gizlenen filozoflara karşı, bir yandan dünyanın ve şeylerin bizim
düşüncemiz dışında da pekala var olduğunu ve var olmak için bizim
düşüncemize gereksinmeleri bulunmadığını; öte yandan, şeyleri,
bizim düşüncelerimizin yaratmadığını,
tersine, bize fikirlerimizi şeylerin verdiklerini ileri sürerken,
2. Maddenin ruh tarafından yaratıldığını ileri sürmekle,
yani son ısrarda Tanrının varlığını ileri sürmekle ve
Tanrıbilimleri savunmakla sonuçlanan bütün idealist felsefelere
karşı, materyalistler, bilimlere dayanarak, ruhu, maddenin
yarattığını, maddenin yaradılışını açıklamak için Tanrı varsayımın
gereksinme bulunmadığını ileri sürer ve kanıtlarlar.
Not- İdealistlerin sorunları koyuş biçimine dikkat etmeliyiz.
Tanrıyı insanın yaratmış olduğunu gördüğümüz halde onlar, insanı
Tanrının yarattığını ileri sürerler. Gene biz, gerçekte, tam
tersinin doğru olduğunu görürken, onlar, maddeyi, ruhun
yarattığını iddia ederler. İşte burada şeylere bakışı, bakış
açısını öylesine tersine çeviriş vardır ki, bunu belirtmek
zorundayız.
OKUMA
PARÇALARI
- V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 72-85; Doğa
İnsandan Önce Var mıydı?; s. 85-93: İnsan Beyni ile mi Düşünür?
- Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, İdealizm ve Materyalizm, s. 20 vd..
BEŞİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BİR FELSEFE VAR MIDIR?
BİLİNEMEZCİLİK
I. Niçin üçüncü bir felsefe?
II. Bu üçüncü felsefenin ileri sürdüğü kanıtlar.
III. Bu felsefe nereden geliyor?
IV. Vardığı sonuçlar.
V. Bu üçüncü felsefe nasıl çürütülür?
VI. Vargı.
I. NİÇİN ÜÇÜNCÜ BİR FELSEFE?
Bu ilk bölümlerden sonra, bize öyle gelebilir ki, bütün teorileri,
iki büyük akım yani idealizm ve materyalizm paylaştığına göre,
bütün bu felsefi düşünüş biçimleri ortasında kendi yerimizi
bulmak, oldukça kolaydır ve gitgide kanıtların, materyalizm lehine
savaştığı kanısı kesinlik kazanıyor.
Öyle görünüyor ki, birkaç incelemeden sonra, bizi, usun (aklın)
felsefesine yani materyalizme doğru götüren yolu yeniden bulduk.
Ancak işler bu kadar basit değil. Daha önce de belirttiğimiz gibi,
zamanımızın idealistleri, piskopos Berkeley kadar açık yürekli
değiller. Onların düşünceleri, çok daha kurnazca bir biçime
sokulmuş ve 'yeni' terminolojiyle bulanıklaştırılmış böylece, saf
kişiler, bu fikirleri, 'modern' bir felsefe olarak kabul
etmişlerdir. (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 19)
Gördük ki, felsefenin temel sorusuna, ancak birbirine tamamıyla
karşıt, birbiriyle çelişik ve uzlaşmaz iki yanıt verilebilir. Bu
iki yanıt, çok açıktır ve hiçbir karışıklığa meydan vermez.
Gerçekten de aşağı yukarı 1710'a kadar, sorun şöyle konuyordu: Bir
yanda düşüncemizin dışında maddenin var olduğunu ileri sürenler
-bunlar materyalistlerdi; öte yanda Berkeley ile birlikte maddenin
varlığını yadsıyanlar, maddenin yalnızca bizde bizim ruhumuzda var
olduğunu ileri sürenler- bunlar idealistlerdi.
Ancak bu dönemde bilimler ilerlerken, başka filozoflar da işin
içine karıştı; bunlar, bu iki teori arasına bir karışıklık sokan
bir felsefe akımı yaratarak, idealistler ile materyalistler
arasındaki oy dengesini bozmaya çalıştılar; bir üçüncü felsefenin
aranması, bu karışıklığın kaynağı oldu.
II. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFENİN İLERİ SÜRDÜĞÜ KANITLAR
Berkeley'den sonra geliştirilerek hazırlanan bu felsefenin esasına
göre, şeylerin gerçek doğasını bilmeye çalışmak yararsızdır ve
biz, görünüşlerden başka bir şeyi bilemeyiz.
Onun içindir ki, bu felsefeye, bilinemezcilik (agnostisizm) denir.
(Yunancada: a, olumsuzluk bildirir; gnostikos, bilinirlik,
bilinebilir anlamına gelir; agnostisizm ise, bilinemezcilik
demektir.)
Bilinemezcilere göre, dünyanın, gerçekte, ruh mu, yoksa doğa mı
olduğu bilinemez. Şeylerin dış görünüşlerini tanımak, bizim için
olanaklıdır ama gerçeği tanıyamayız, bilemeyiz.
Güneş örneğini alalım. Daha önce gördük ki, güneş ilk insanların
düşündükleri gibi, düz ve kırmızı bir daire değildir. Demek ki, bu
daire, bir yanılsamadan, bir görünüşten başka bir şey değildir
(görünüş, bizim şeyler hakkında sahip olduğumuz yüzeysel fikirdir,
onun gerçeği değildir).
Bunun içindir ki, idealistler ile materyalistlerin, şeylerin madde
mi, ruh mu olduklarını, şeylerin bizim düşüncemizin dışında var
olup olmadıklarını; bizim için onları tanıyıp bilmenin olanaklı
olup olmadığını anlamak için tartıştıklarını dikkate alarak,
bilinemezciler, görünüşler pekala bilinebilir,
ama gerçek hiçbir zaman bilinemez diyorlar.
Onlar diyorlar ki, duyularımız bizim şeyleri görmemizi, duymamızı,
onların dış görünümlerini, dış yönlerini yani görünüşlerini
tanımamızı sağlar; öyleyse bu görünüşler, bizim için mevcuttur;
onlar, felsefe dilinde bizim-için-şey denilen şeyi oluştururlar
ama biz, bizden bağımsız olan şeyi, kendine özgü ve kendinde-şey
denilen şeyi, kendi gerçeği ile tanıyamayız,
bilemeyiz.
Durmaksızın bu konu üzerinde tartışan idealistler ile
materyalistler, tıpkı biri mavi, öteki pembe gözlük takıp da karda
gezinen ve karın gerçek renginin ne olduğunu tartışan iki adama
benzetilebilirler. Varsayalım ki, gözlüklerini hiç çıkaramıyorlar.
Bir gün karın gerçek rengini bilebilecekler midir? Hayır. İşte,
kimin haklı olduğunu anlamak için tartışan idealistler ile
materyalistlerin, biri mavi, öteki pembe gözlük takıyor. Hiçbir
zaman gerçeği bilemeyeceklerdir. Kar hakkında kendileri-için bir
bilgi edinecekler, her biri kendine göre, kendi tarzında
görecektir ama hiçbir zaman kendinde
karı bilemeyeceklerdir. İşte bilinemezcilerin düşünüş tarzları
böyledir.
III. BU FELSEFE NEREDEN GELİYOR?
Bu felsefenin kurucuları, Hume (1711-1776) İskoçyalı, Kant
(1724-1804) bir Alman'dı. Her ikisi de materyalizm ile idealizmi
uzlaştırmaya çalıştılar.
İşte, Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabında
aktardığı Hume'un düşünüş tarzından bir parça:
İnsanların doğal içgüdüleriyle ya da doğal yetenekleriyle kendi
duygularına güvenmeye eğilimli oldukları ve bizim algılarımıza
bağımlı olmayan ve duyarlıkla bezenmiş bütün varlıklarla birlikte
ortadan kalktığımız takdirde bile var olacak olan bir dış evrenin
varlığı, en ufak bir uslamlama yapmadan
ya da hatta uslamlamaya başvurmadan önce, her zaman varsaydığımız
apaçık belli bir şey olarak kabul edilebilir. Ancak bütün
insanların bu evrensel ve birincil kanısı, bize, zihnimizde hiçbir
şeyin bir simgesi ya da algısı dışında var olamayacağını ve
duyumların zihin ve nesne arasında
doğrudan doğruya herhangi bir müdahalede (Intercourse) bulunma
yeteneğinden yoksun olarak bu imgelerin içerisinden geçtiği birer
kanaldan başka bir şey olmadığını öğreten birazcık felsefeyle
hemen sarsılır. Görmekte olduğumuz masa; ondan uzaklaştıkça daha
küçük görünür ama bizden bağımsız olarak var olan gerçek masa,
değişmez; o halde bizim zihnimiz, masanın imgesinden başka bir
şeyi algılamamıştır. Usun gösterdikleri bunlardır.(V. İ. Lenin,
Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 25-26.)
Görüyoruz ki, Hume, her şeyden önce, sağduyuya uygun geleni yani
bize bağımlı bulunmayan dış evrenin varlığını kabul ediyor ama
hemen ardından bu varlığı nesnel bir gerçek olarak kabul etmeyi
reddediyor. Ona göre, bu varlık, bir imgeden başka bir şey
değildir ve bu varlığı, bu imgeyi kaydeden
duyularımız, ruh ile nesne arasında herhangi bir ilişki kurma
yeteneğinde değildir.
Kısacası, biz, şeylerin ortasında sanki, perde üzerinde nesnelerin
imgesini onların varlığını saptadığımız ama imgelerin kendileri
ardında yani perdenin ardında herhangi bir şeyin bulunmadığı bir
sinemada yaşıyor gibiyiz.
Şimdi, bizim aklımızın şeyleri nasıl tanıdığı bilinmek istenirse,
bu, bizzat zihnin enerjisine ya da bir tür görülemez ve bilinemez
bir ruhun varsayımına ya da bizce çok daha az bilinen bir başka
nedene bağlı olabilir. (V. İ. Lenin, Materyalizm ve
Ampiryokritisizm, s. 26.)
IV. VARDIĞI SONUÇLAR
İşte göz kamaştırıcı, ayrıca da çok yaygın bir teori. Tarih
boyunca, felsefe teorileri arasında çeşitli görünümler altında bu
teoriyle karşılaşıyoruz; zamanımızda ise, ona tarafsız kalmak ve
bilimsel bir ihtiyatlılık içinde durumunu korumak savında
olanlarda rastlıyoruz.
Şu halde bu düşünüş tarzlarının doğru olup olmadığını ve bunlardan
hangi sonuçların çıktığını incelememiz gerekir.
Eğer, bilinemezcilerin savundukları gibi, şeylerin gerçek doğasını
bilmemiz gerçekten olanaklı değilse, eğer bizim bilgimiz şeylerin
görünüşü ile sınırlıysa, o zaman, nesnel gerçeğin varlığını ileri
süremeyiz ve şeylerin kendi başlarına var olup olmadıklarını
bilemeyiz. Bize göre örneğin, otobüs nesnel bir gerçektir;
bilinemezci ise, bize diyor ki, bu kesin değil, bu
otobüsün bir düşünce mi, yoksa bir gerçek mi olduğu bilinemez.
Demek ki, düşüncemizin, şeylerin yansısı olduğunu savunmamızı
yasaklıyor. Görüyoruz ki, işte burada tam bir idealist düşünüş
tarzının ortasındayız, çünkü, şeylerin var olmadıklarını ileri
sürmekle, kısaca onların var olup olmadıklarının bilinemeyeceğini
ileri sürmek arasındaki fark, pek büyük değildir!
Bilinemezcinin, şeyleri, bizim-için-şeyler ve kendinde-şeyler
olarak birbirinden ayırdığını gördük. Demek ki,
bizim-için-şeylerin incelenmesi, öğrenilmesi olanaklıdır, bu
bilimdir ama kendinde-şeylerin incelenmesi olanaklı değildir,
çünkü, bizim dışımızda var olan şeyleri tanıyamayız, bilemeyiz.
Bu düşünüş tarzının sonucu şudur: Bilinemezci, bilimi kabul eder
ve ancak, doğadan bütün doğaüstü güçleri çıkarıp atmak koşuluyla
bilim yapılabileceğinden, bilim karşısında materyalisttir.
Ancak eklemekte acele eder ki, bilim, bize ancak görünüşleri verir
ve öte yandan, gerçekte maddeden başka bir şey bulunmadığını ya da
hatta maddenin var olduğunu ya da Tanrı'nın var olmadığını, hiçbir
şey tanıtlamaz. İnsan aklı bu konuda hiçbir şey bilemez, öyleyse
bu konulara burnunu sokmamalıdır. Dinsel inanç gibi
kendinde-şeyleri bilmenin başka yolları varsa, bilinemezci, bunu
da bilmek istemez ve bunu tartışma hakkını kendinde bulmaz.
Demek ki, bilinemezci yaşamın gidişine ve bilimin yapısına
gelince, materyalisttir ama materyalizmi olumlamaya cüret
edemeyen, her şeyden önce idealistlerle sorun çıkarmamaya çalışan
ve dinle çatışma haline girmemeye özen gösteren bir
materyalisttir. Utangaç bir materyalisttir. (Friedrich Engels,
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, Sol Yayınları,
Ankara 1993, s. 37.)
Vardığı sonuç şudur ki, bilimin derin değerinden kuşku duymakla ve
bilimde yalnızca görünüşleri görmekle, bu üçüncü teori, bize,
bilime hiçbir gerçeklik yüklememeyi öğütler ve herhangi bir şeyi
öğrenmeye çalışmanın, ilerlemeye katkıda bulunmak için çaba
göstermenin, tamamen yararsız
olduğunu ileri sürer.
Bilinemezciler şöyle diyorlar: Eskiden, insanlar, güneşi düz bir
daire olarak görüyorlardı ve gerçeğin öyle olduğunu sanıyorlardı;
yanılıyorlardı. Bugün, bilim bize, güneşin gördüğümüz gibi
olmadığını söylüyor ve her şeyi açıklayacağını ileri sürüyor ama
gene biz biliyoruz ki, bilim de bir önceki
gün yaptığını, bugün yıkarak, sık sık yanılıyor. Dün yanlış bugün
doğru ama yarın yanlış. Böylece, diye savunuyorlar bilinemezciler,
bilemeyiz; akıl, bize kesin hiçbir bilgi. getirmez ve eğer,
örneğin dinsel inanç gibi akıldan başka araçlar, bize mutlak
olarak kesin bilgiler vermeyi iddia ederlerse,
bilim, bizi bunlara inanmaktan bile alıkoyamayacaktır. Bilime
karşı güven ve inancı zayıflatarak, bilinemezcilik, böylece,
dinlere geri dönüşü hazırlar.
V. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFE NASIL ÇÜRÜTÜLÜR?
Gördük ki, materyalistler, savlarını tanıtlamak için yalnızca
bilimden değil ama aynı zamanda bilimlerin denetlenmesine olanak
veren deneyimden de yararlanırlar. Pratiğin sağladığı ölçüt
sayesinde şeyler bilinebilir, tanınabilir.
Bilinemezciler, bize dış dünya vardır ya da yoktur diye iddia
etmek olanağı yoktur, diyorlar.
Oysa, pratik ile dünyanın ve şeylerin var olduklarını biliyoruz.
Bizim şeylerden edindiğimiz fikirlerin akla-yatkın, akılsız
olmayan fikirler olduğunu, şeylerle kendimiz arasında kurduğumuz
ilişkilerin gerçek ilişkiler olduğunu biliyoruz.
Bu nesneleri, onlarda algıladığımız niteliklere göre, kendi
yararımıza kullanmaya başladığımız an, duyusal algılarımızın
doğruluğunu ya da yanlışlığını yanılmaz bir sınamadan
geçirmekteyizdir. Bu algılar yanlışsa, bir nesnenin onlara göre
kestirdiğimiz kullanım yolunun da yanlış olması ve
çabamızın boşa gitmesi gerekir ama amacımıza varmayı başarırsak, o
nesne ile onun bizdeki ideasının uyuştuğunu anlarsak; nesne,
ereğimiz için kendisinden beklediğimizi verirse, o zaman bu, bizim
o nesne ve onun nitelikleri üzerine olan algılarımızın kendi
dışımızdaki gerçeklikle uyuştuğunun o ölçüde olumlu kanıtıdır ve
bir başarısızlığa uğradığımız
zaman, başarısızlığımızın nedenini bulmada genellikle pek
gecikmeyiz; kendisine dayanarak iş gördüğümüz algının ya eksik ve
yüzlek ya da başka algıların sonuçları ile onların elvermediği bir
tarzda birleştirilmiş olduğunu -kusurlu usa vurma dediğimiz şey
budur- anlarız. Duyularımızı gerektiği gibi eğitmeye ve kullanmaya
ve eylemimizi gerektiği gibi edinilmiş ve kullanılmış algıların
belirlediği sınırlar içinde tutmaya ne kadar dikkat edersek,
eylemimizin sonucunun, algılarımızla algılanan nesnelerin nesnel
doğası arasındaki uyuşmayı gösterdiğini o kadar iyi anlayacağız.
Şimdiye
kadar, bilimsel olarak denetlenmiş duyu-algılarımızın, zihnimizde
doğaları gereği, dış alem bakımından gerçeklikle çatışmalı idealar
yarattığı ya da dış alemle onun bizdeki duyu-algıları arasında bir
iç bağdaşmazlık bulunduğu sonucuna varmamıza yol açan tek bir
örnek yoktur. (Friedrich Engels,
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 38.)
Engels'in tümcesini alarak, çöreğin (varlığının -ç.) kanıtı, onun
yenmesindedir (İngiliz atasözü) diyeceğiz. Eğer çörek var
olmasaydı ya da bir fikirden başka bir şey olmasaydı, çöreği
yedikten sonra açlığımız hiç de giderilmiş olmazdı. Onun için
şeyleri tanımamız ve fakirlerimizin gerçeğe uyup uymadıklarını
görmemiz pekala mümkündür. Bilimin verilerini deneyim yoluyla ve
bilimlerin teorik sonuçlarının pratikteki uygulamaları demek olan
sanayi yoluyla denetlememiz olanağı vardır. Eğer biz yapay kauçuk
elde edebiliyorsak, bu, bilim, kauçuk olan bu kendinde-şeyi
biliyor, tanıyor
demektir.
Şu halde görüyoruz ki, kimin haklı olduğunu anlamaya çalışmak
yersiz ve gereksiz değildir, çünkü, bilimin düşebileceği teorik
yanılgılar ortasında deneyim, bize, her keresinde gerçekten
bilimin haklı olduğunun kanıtını verir.
VI. VARGI
18. yüzyıldan beri, bilinemezcilikten az ya da çok yararlanmış
olan çeşitli düşünürlerin, bu felsefeyi, bazen idealizme, bazen da
materyalizme doğru çekmiş olduklarını görürüz. Bu düşünürler,
Lenin'in dediği gibi, yeni sözcüklerin ardına gizlenerek, hatta
kendi düşünce düzenlerini payandalamak için bilimden
yararlandıklarını bile ileri sürerek, iki
teori arasında karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmazlar;
böylelikle de bazı kişilerin, bilimden yararlandıkları için
idealist olmadıklarını ama kanıtlarında ta sonuna kadar gitmeyi
göze alamadıkları ve tutarlı olmadıkları için de materyalist
olmadıklarını bildirmek olanağını veren rahat bir
felsefe edinmelerine olanak sağlar.
Gerçekten, bilinemezcilik, 'utangaç' bir materyalizmden başka
nedir? Bilinemezci doğa kavramı, baştan sona materyalisttir. Bütün
doğal alem yasalara bağımlıdır ve bir dış etkinin işe karışmasını
kesinlikle dışarır. Ancak, bilinemezci, şunu ekler: bilinen
evrenin ötesinde yücelerden yüce bir varlığın bulunduğunu ileri
sürmemizi de çürütmemizi de sağlayacak hiçbir aracımız yoktur. (Friedrich
Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 37.)
Bu felsefe, demek ki idealizme yardım ediyor ve bilinemezciler;
kendi uslamlamalarında tutarsız olduklarından, sonunda idealizme
varıyorlar. Bilinemezciyi kazıyın, diyor Lenin, idealisti
bulacaksınız.
Gördük ki, materyalizm ile idealizmden hangisinin haklı olduğu
bilinebiliyor.
Şimdi görüyoruz ki, bu iki felsefeyi uzlaştırmak iddiasında olan
teoriler, gerçekte idealizmi tutmaktan başka bir şey yapmıyorlar,
felsefenin temel sorusuna üçüncü bir yanıt getirmiyorlar, bu
bakımdan da üçüncü bir felsefe yoktur.
OKUMA
PARÇALARI
- V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 25-27; 145-152.
- F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu,
s. 20 vd..
- F. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s.
30-55. |