|
|
................... |
|
................... |
ARTIK XABZE
AYAK BAĞIDIR -5 |
Mitat Şengün
01
Mayıs 2007 |
|
|
................... |
|
................... |
CircassianCanada Notu:
Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir............. |
|
Jade Wumar
13.05.2007
Sayın Mitat Şengün,
Xabze: xaxığe
+ bze / xaxığe: seçilmiş, ayıklanmış, arınmış, ayrılmış vb.
Bze: dil. Xabze: seçilmiş dil (herkesin ortak dili).
Tarih boyunca anlatılan tasvirlere bakarsanız, anlamın
böyle olduğunu görürsünüz. Xe: Altı kez anlamı da taşır. Artı
fiil başındaki xe alt anlamı vermez. Saxeplheğ derseniz
xe'nın ne anlama geldiğini daha iyi anlarsınız. Xe ya
alt anlamı vermek istiyorsanız yixe demeliydiniz
bence. Şimdi size göre Axeme axet cümlesinden onların
altında anlamı çıkar. Alt, aşağı demek istiyorsanız ççeğ
demelisiniz. Avam içinde çıle kelimesi yeterlidir.
Xabzeye xeti yibze herkesin dili anlamını verenlerde
vardır. XABZE: SEÇİLMİŞ DİLDİR. "Adıghe xabz auağ nah
werk xabz auağep", "ttsıfığer ahmıwgueş", "şım
wıkhızfanerem şı waseççe wişen" "bzılfığe zıdeşısım aşe
şıraxırep". Bu atasözlerini açarsanız bazı
tanımlamalarınızı tekrar gözden geçirmeniz gerektiğini
göreceksiniz.
Günümüzün gerçeklerini mi yoksa xabzeyi mi
yargılıyorsunuz sayın Mitat Şengün?
Saygılar...
Necdet Hatam
13.05.2007
Sayın Şengün,
Yazdığınız kısacık
yazı ve bulunduğunuz itirazlardan anlaşılıyor ki, dile
gerçekten vakıfsınız. Önce bundan mutluluk duyduğumu,
yeterince işlenmemiş, kuralları da yeterince belirgin
bilinir hale getirilememiş dilimiz konusunda özelinizde
de yazışmak tartışmak istediği dile getireyim. Dili kimi
sözcükleri bu şekilde çözümlemekten ben kendi payıma hep
çekindim çözümlemeleri de kuşku ile karşıladım,
karşılıyorum. Bunu yapabilmem için genel dil bilgimin,
özelde Adigece bilgimin yeterince derin olmadığını
düşünüyorum. Sözcüklerin nasıl bir evrim geçirdikleri,
dilimize özgü evrim kuralları bunların bol örnekleri
konusunda yeterince bilgi sahibi olmadan, diyalektlere
göre farklı söyleyişleri göz ardı ederek böylesi
çözümlemeler yapmanın çok gerçekçi olmadığını düşünürüm.
Yine de bu dil bilginizle beni haklı çıkartacak ve benim
verdiğim örneklerden daha güzellerini bulabileceğinize
de inanıyorum. Xabze konusuna gelince: Biz arada
yazmaya çalışanlar yazdıklarımızın hem okunduğu,
özümsendiği, eleştiri gelmediği için de
içselleştirildiği zehabına kapılırız. Yanlış tabi...
Ancak her yeri geldiğinde, her soru sorulduğunda da daha
önce yazdıklarımızı yeniden yazmayı, bak böyle
yazmıştım demenin biraz "xebzenşağe" olarak
karşılanmasından korkarız.
Daha önce yayınladığım xabze
konulu ve halen CC'de yayında bulunan yazılarımı bu
sayfada yeniden anımsatmamı da mazur görün lütfen.
Xabze kültürün bir kesiti, bir parçası ve elbette ki
üst yapı kurumu ve bence elbetteki sosyal statüsü, gelir
durumu bu kuralları uygulayabilecek konumda olan kesimi
ilgilendiriyordu. Bilimadamlarının, sosyologların
söylediklerini hiçe sayarak, çevrelerindeki her halkın
gelenek, göreneklerinin de değiştiğini görerek nasıl
xabzenin değişmezliği savunulabilir bilmem ki... Ama
eğer kopma olmasaydı, eğer kendi topraklarımızda baskın
halk olsaydık yine değişmiş olan ama bizim olan ve
bizi diğer halklardan ayıran çoğu kuralı da
anayasamızda, yasalarımızda yer bulan xabzemiz
olacağından da kuşku duymuyorum...
Bu konuda
yazdıklarımın bir bölümüne geçmeden önce: Yaşamak ve
anlatmak adlı dağarcıktaki yazım çerçevesinde bugün
yaşadığım olayı da bir değerlendirin. "khğeğeştah" çiçek
açma zamanı. Önceki kültür bakanlarımızdan Sayın Çemışö
Gazi'nin incelemelerinden Adigelerin kutladığı bir gün
olduğu belirlenmiş. Her yıl da kutlanıyor artık Kültür
Bakanlığı programı ile. Milliyetine bakılmaksızın tüm
halkların çocukları öğrencilerinin rengarenk giysileri
ile katıldığı, Adigece, Rusça şarkıların söylendiği,
dansların edildiği, birlikte mutlu olma türkülerinin
söylendiği güzel bir gün geçirdik. Evet belki eski
içeriği ile değil ama bize özgü ve bizim geleneğimiz
için kutladığımız bir gün... İşte yazılar... Gerekli
görürseniz konuda derinleşmeye çalışır, bilimadamlarımızdan da görüş alırız diyorum...
Xabze, bilmem
dünyanın neresinde olursa olsun birkaç Çerkes'in bir
araya gelip de “xabze”den söz etmedikleri olur mu?
Sanmıyorum.
Peki, xabze bilimsel gerçekler çerçevesinde
mi tartışılır?
Keşke…
“Xabze” ye ilişkin dinlediğimiz
konuşmalar, okuduğumuz yazıların çoğu, “xabze”nin
geçmişten bu güne hiç değişmediğini, değişmemesi
gerektiğini, tüm Çerkeslerin (Adige-Abaza)
“Xabze”sinin aynı olduğu ve herkeslerin buna uyduğu
dönemlerin yaşandığını düşündürür.
Xabze çoğun idealize
edilir.
Kanıt mı?
Kaf-Fed’in yayınlamış olduğu “Biz
Çerkesler” adlı kitapçıkta aramadığınız kadar var.
Örneğin altmışıncı sayfada: “Çerkes toplumu, günümüz
dünyasındaki İngiltere örneğine benzer biçimde, yazılı
olmayan geleneksel hukuk kurallarıyla yönetilir.”
denmiş. “Xabze”, anayasal kuralları, 13. yüzyıldan bu
yana yayınlanmış olan hukuk belgelerinde (Magna Carta
1215; Haklar Bildirisi, 1688; Habeas Corpus yasası,
1679; Parlamento Yasası 1911)…” yer alan İngiltere
anayasasına benzetilmiştir. Yine, J.S. Bell anılarında:
“Şu da unutulmamalıdır ki, bu insanlar arasında şiddetli
bir şekilde iç savaşlar ve kan davalarının (İrlanda ve
İskoçya’daki kabileler arasında olduğu gibi) sona
erdirilmesinden sadece elli yıl kadar geçmiş
bulunuyor...” demesine, ünlü romancımız, Ç’eraşe Tembot,
“Şıw Zakhu – Tek Atlı” adlı romanını “lhı ş’ej – kan
davası” üzerine kurgulamış olmasına,. ünlü ozanımız Khuyekhue Nalbıy, Adigey’in ilk ve tek uzun metrajlı
filmin senaryosunda kan davasını işlemiş olmasına karşın
sözü edilen kitapçıkta, “Çerkes sosyal yaşamında
öldürmeyi gerektirecek düzeyde gerginlik ve çatışma çok
az görülür” denebilmiştir.
Halbuki “xabze” kültürün bir
parçası ve kültür de her toplum için bir süreçtir,
değişkendir. Bu değişimin önemine Ankara Kuzey Kafkasya
Kültür Derneği Gençlik Kolu Bülteni “Nartlar’ın Sesi”nde
(sayı 8 Mart-Nisan 1975) şöyle dikkat çekmiştik. “İşte
derneklerimiz bu anlayışla yola çıkmalı, Çerkes Halk
Bilimi'ni araştırmalı, incelemeli ve bir bireşime
varmalıdırlar. Ancak buna geç kalınmaması gerekmektedir.
Çünkü “halk”ın bize yakın gelen bir tanımı “dil, din ve
objektif koşul birliği içinde olan topluluklar” dır.
Çerkes dilinin çoğu bölgelerde unutulmaya yüz tuttuğu,
Çerkeslerin karşı, karşıya bulunduğu farklı objektif
koşullar nedeni ile hızlı değişime uğradığını bildiğimiz
bu dönemde, Çerkes halk değerlerinin doğru olarak
saptanmasının yukarıdaki halk tanımına uygun dönemde
yaşayanlardan, yada bu değerleri onlardan öğrenenlerden
edinilecek verilere bağlı olduğu kuşkusuzdur. Kısa bir
dönemde buna çözüm bulunmadığında, sonradan yapılacak
araştırmalarla, çeşitli bölgelerde değişime zorlayan
objektif koşulların farklılığı nedeni ile temelde tek
olan bir halk değeri değişik biçimlerde bulunacaktır.”
Anavatanda yerleştiğimden bu yana gözlemlerim,
Çerkeslerin hiçbir dönemde, değişmemiş yada değişmez
xabzesi olmadığını ortaya koymuştur. Her kabileye göre
değişen aynı kabilede köyden köye değişen geleneklerin
az olmadığına tanık oldum ve bu durumun hep böyle
olageldiği hep olageldiği sonucuna vardım. Bu
görüşlerimi de doğruladığını sandığım şu atasözümüz,
xabzenin komşudan komşuya bile değişebileceğini bakın
ne güzel anlatmış: “Zeğuıneğuit’u ya çem şıççe zefedep –
zeğuıneğuit’ı ya jem şıççe zexuedekhım” (Iki komşunun
inek sağışı bile farklıdır).
Örneğin şimdilerde, Adigey'deki kimi köylerde hala titizlikle uygulanan,
beni çok şaşırtan, hele Uzunyaylalıları çok şaşırtacak
olan bir xabzeden söz edeyim size.
Cenaze kaldırılmaya
hazır hale geldiğinde bulunduğu odadan çıkarılmazdan
önce, ölünün çok yakını erkeklerden bir grup yaş
sırasına girer ve yüksek sesle ağlama sesi çıkartarak
ölünün bulunduğu odaya girer çıkarlar. Odadan
çıkarılması mezarlığa götürülmesi işlemleri ondan
sonradır.
Peki eskiden evliliklerde; kız tarafının, erkek
tarafına wase almak üzere gittiğini duymuş muydunuz ya da Uzunyayla’da çok önemsenen bir tören olan
“neçıhıtx”ın her yörede aynı şekilde önemsenmemesine ne
demeli? Uzunyaylada imam nikahı anlaşma sağlandıktan
sonra kız evinde kıyılır. Reyhanlı’da ise gelin
alındıktan sonra erkek evinde kıyılır. Zaten imam nikahı
İslamiyet'ten sonra adet olduğuna göre çok yeni olmalı
değil mi?
Adige-Abazaların Müslüman olmayanlarında, Uzunyaylada’ki bu şekli ile “neçıhıtx” geleneği olması
zaten mümkün değil. Sizler de evlilik “nısaşe” sırasında
köyden köye değişen bu farklıkların konuşulduğunu,
kimileyin aralarında tartışmalar çıktığını
yaşamışsınızdır.
Bence birçok xabze kuralı daha
Kafkasya’da iken bölgelere göre farklık gösteriyordu..
Aslında kültürün, -elbetteki xabzenin de- değişkenliğini, kültürü konu edinen hemen her kitapta
bulabilirsiniz. Toplumlardaki sosyo-kültürel değişme
ise, sosyolojinin en önemli araştırma konularından biri
olma özelliğini her dönem korumuştur.
Kaf-Der’in
yayınlamış olduğu Türkiye Çerkeslerinde sosyo-kültürel
değişme adlı kitapta araştırmacılarımızdan sayın Cahit
Aslan kültürün değişimin kaçınılmaz olduğunu bakın ne
güzel anlatmış: “Ne zaman Çerkesler kendi aralarında
konuşmaya başlasalar sitemlerin ardı arkası kesilmez.
Hep bir ağızdan değişiyoruz, yok oluyoruz, kayboluyoruz
demeye varan sözler sarf ederler. Sanki değişilmemesi
gerekiyormuş gibi tepkiler gösterilmekte: varlıklarını
değişmezliğin içinde aramaktadırlar. Bu bağrışmalar,
doğruluk payları olduğu kadar eksiktir de. Bir kere
değişmezlik eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey
hareket halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız
aralarında bir fark vardır, o da değişmenin niteliği,
değişmenin hızı ve değişen birimlerin tüm yapıya olan
etkisidir.
Değişmeyi bir kültür için problem haline
getiren değişmenin ardından bir çözülmenin gelip
gelmediğidir. Yada değişen birimin kültür bütününe
bozucu etkide bulunup bulunmadığıdır. Değişmenin bir
problem haline gelmesinin bir diğer yönü de, o’nun olan
ile olması gereken arasındaki çelişkisidir. Toplumların
normal koşullarında olan değişimi, kendi iç
çelişkilerinin bir ürünüdür ve olması gerekeni yansıtır.
Yani olan aynı zamanda olması gerekendir. Şayet olan,
olması gerekenden uzaklaşıyorsa normal değişim
sürecinden sapma var demektir. Göç (zorunlu göç-sürgün)
buna en açık bir örnektir. Çünkü göç, kültürleri uymak
zorunda veya bir süreliğine çatışmak zorunda bırakan
yeni bir sosyal hayat alanıyla bir sosyal yapıyla yüz
yüze getirmektedir. Diğer taraftan yeni sosyal mekan da
kendi değişimini yaşamakta ve bu da değişimin
boyutlarının anlaşılmasını biraz daha zorlaştırmaktadır.
Her şeyden önce Çerkesler de değişmek zorundadır. Yalnız
çözülmeden kültürel kimliği sürdürerekten.”
Evet
“xabze” toplumun içinde yaşadığı dönemdeki anayasası.
Çeşitli konulara ilişkin kurallar da günümüz
yasalarıdır. Çerkes toplumu, döneminde kendi devletini
kurabilseydi, xabze de olabildiğince devletin
yasalarına yansıyacaktı. Çok basit bir örnekle evli
bayanların, kocalarının değil kendi soyadlarını
taşımaları yasal olacaktı. Çünkü “xabze” ye göre,
Çerkes kadınının soy adı evlenmeyle değişmez.
Ben yaşta
olanlar, analarımızın baba akrabalarımız için hiç bir
zaman “di lhepkh, tiwınekhueş demediklerini fi lhepkh,
şüiwınekhueş” dediklerini anımsayacaklardır. Adları
anılmayan analarımız çoğunlukla filanların kızı, örneğin
“Yağanxe yapxhu” diye çağrılmışlardır. Şimdilerde bile
kimi yörelerde bu kuralın geçerli olduğunu sanıyorum.
Kimlerdensiniz, sorusunu evli bir Çerkes kadını önce
kimlerin kızı olduğunu sonra da kimlerin gelini olduğunu
söyleyerek yanıtlar. “Xabze” ye ilişkin sorunlarımızı
da dilerseniz bir dahaki yazıya irdeleyelim.
Meşfeşşu
Necdet Hatam Xabze Üzerine-2 >>>
Meşfeşşu Necdet Hatam CC'de halen yayında
bulunan “Biz Çerkesler” adlı kitapçığın eleştirisinden
ÇERKESLERDE SOSYAL YAŞAM “1767 ve 1790 (tartışmalı bir
tarih en şiddetli çarpışmalar 1796’da gerçekleşti)
yıllarında Kuban yöresi Çerkeslerinin ayaklanmaları
sonucu bey ve pşıler Ruslara sığınmak zorunda kaldılar.”
Olayın özünü anlatmaktan uzak bu bilgilerin kaynağı da
çok merak konusu. Kimler ayaklanmıştır? Ruslara sığınan pşıler kimlerdir? Köleler mi, özgür çiftçiler mi baş
kaldırmıştır? Aslında yanlışlık başlı başına bir
inceleme konusu olan çok önemli bir olayın kısacık bir
cümle ile anlatılsın isteğidir. Ayaklanmanın sınıfsal
temeli olmakla birlikte Shapsugh, Nathuac ve Abdzax
özgür köylülerinin (zaten bunlarda pşı yoktur) Bjedugh
pşılarına karşı başkaldırısıdır. Ruslardan yardım
istenmiş ve lojistik destek sağlanmıştır. Ancak Bjedugh
köle ve özgür çiftçileri, özgür çiftçilerin yanında
değil, kendi pşılerinin yanında savaşa katılmıştır
(Adigey Devlet Üniversitesi Öğretim üyesi Yemij Ruslan).
Bizce bu bölüm kitapçığın yayımlanma (...Günümüzde
Çerkesler nerelerde ve nasıl yaşıyorlar?) amacı ile hiç
bağdaşmıyor.
Yazar kendisinin yaşamadığı, ideal bir
toplum modeli çizmiştir, hala az bilinen geçmişimizde
gezinip durmuştur. Yazarımız, hoşnut olmamalı ki, bir
türlü günümüzü Çerkeslerini anlatmaya yanaşmamış ancak
eylemlerde de geçmiş zamanı kullanmamıştır. Geleneksel
Çerkes toplumu diyerek sözü edilen toplumun günümüz
toplumu olmadığını söylemiş. Ancak bu toplum yapısının
hangi yıllarda var olduğu belirtilmemiştir. Bu bölüm
yazarının bence en takdire değer yanı Ürdün diasporası
anlatılırken sözü edilmeyen Ürdün prensi Ali bin Al
Hüseyin’in “Çerkeslerin anavatanlarına geri dönüşlerini
sembolize eden atlı yürüyüşü” anımsatmış olmasıdır.
Bizce bu bölümde idealize edişte de aşırıya kaçılmış,
kimileyin yenilerde uygulamaya giren kimi davranışlar
xabzeye temelden aykırı olduğu halde Çerkes xabzesi
gibi sunulmuş, kimileyin de toplumun bilincinde yer
etmiş kimi gelenekler yok sayılmıştır. Kimi konularda da
yazarımızın nev-i şahsına münhasır yaklaşımları
olmuştur. Örneğin elli altıncı sayfada; “Konuklar, bölge
veya köy girişinde gençler tarafından karşılanarak,
yiyecek ve bje içinde içecek ikram edilir’’ üst yazısı
ile ulusal giysiler içinde, iki çocuk fotoğrafı
verilmiştir. ‘’Geleneksel toplum kurallarına uymayan bu
görenek yenilerde anavatan kesiminde gelenek haline
gelmeye başlamıştır’’ denseydi itirazımız olmayabilirdi.
Çünkü ben, bu geleneği kendi köyünde görmüş hiçbir
muhaceret Çerkes’inin olmadığından eminim bulamayacağız.
Gelenek bir Rus geleneği olup adı da ‘’tuz-ekmek’’tir.
Sunumunda da içki yoktur. Özel pişirilmiş bir
ekmek-çörek ve yanında ekmeğin batırıldığı bir azcık tuz
işlemeli örtülerle süslenmiş tepsilerde sunulur.
Kitapçığın deyimi ile geleneksel Çerkes toplumunda ise
sokakta, görünür şekilde yemek içmek en çok ayıplanan
davranışlardan biridir.
Halen Kafkasya’da belirli bir
yaşın üzerinde sokakta sandviç yiyen, dondurma yiyen ya
da yiyeni ayıplamayacak kişi bulmak bir hayli zordur.
Yetişkinlerle ilgili hiçbir konuda çocukların ortada
bile ortalarda görünmesinin bile hoş görülmediği bir
toplumda konuğu karşılamak gibi en onurlu görevin
çocuklara verilemeyeceği nasıl bilinmez. Dahası, biz
dönüş yapanların, burada değiştirmek istediğimiz
geleneklerden biri de çocukların, gençlerin konuğun
yanına çıkarılmaması uygulamasıdır. Geçmişte var olan bu
geleneğin yararını değil artık zararını gördüğümüze
inandırmaya çalışıyoruz.. Sayfa elli yedi: “Geleneksel
Çerkes yaşamında bütün bu alanlar, xabze (khabze) adı
verilen, yazılı olmayan, yaşanarak kuşaktan kuşağa
aktarılan ve dünya halklarınca da bilinen belirli
kurallarla düzenlenmiştir.’’
Dünya halkları xabzemizi
bile biliyorsa kitapçığın yayınlanmasına neden gerek
duyulduğunu anlamakta zorlanmaz mısınız? Sayfa elli
yedi: “Çerkes toplumunda her birey, bu ilke ve anlayışa
uygun biçimde yaşamayı hedefler. Her zaman her yerde
kendisine yaraşır biçimde, sonra da muhatabın layık
olduğu biçimde davranır, saygı-sevgi gösterir, takdir
eder, yardım, müdahale eder, yönlendirir, eleştirir,
azarlar, engel olur. Yapılması gerekeni yapar. Ama ‘adam
sen de bana ne?’ demez. Başkalarının da, öyle
davranmalarını gerektirecek biçimde hareket eder.” denen
paragraf ile sonraki iki paragrafta söylenenler, azıcık
derneklerimizde çalışmış birinin, internet sitelerini,
sanal platformlardaki tartışmaları izleyen birinin, zor
inanacağı bir değerlendirme değil mi, sizce de? Ben bir
de üç paragraf boyunca sayılan hasletler içerisinde
“Çerkesin sözünün eri” olduğunun belirtilmeyişine de
şaştım kaldım. Sayfa elli dokuzda birlikte yola çıkan
iki kişiden birinin başkan diğerinin de yarımcı olduğu,
Çerkes toplumunun ne kadar örgütlü olduğunun örneği
olarak veriliyor. Sanırım burada da biraz ileriye
gidilmiş. Iki kişiden biri “nahıj” biri “nahıç’e” ya da
çok yaş farkı varsa “xeğrıy”dır. Thamade kavramının
gündeme gelmesi için grup olunması gerekmektedir.
Çerkeslerde de en küçük grup üç kişidir ve “nebğırişır
kup mexhuı” deyimi vardır.
Sayfa altmış: “Çerkes
geleneğinde konuğa, üç gün geçmedikçe gelişinin özel bir
amacı olup olmadığı sorulmaz”. Bu bir övgü ise eğer;
konuğa soru sorulmadığı süre Eskimolarda on beş gün
imiş. Sayfa altmış: “gen yedi kuşak öteye sıçrar” diye
bir deyişimiz varmış. “Ah Biz Çerkesler” biz neymişiz
biz. Her ne kadar deyişin aslı “lhır l’eş’eğuible mawe –
kan yedi kuşak etkendir” ise de kan sözcüğünü gen olarak
çevirir Çerkeslerin ne kadar ileri görüşlü olduğunu da
kanıtlamış oluruz. Bilmem bu kadarına gerek var mıydı?
Sayfa altmış bir: Çerkeslerde çocuğun anne soyunun,
aşina olduğumuz toplumlardan daha çok önemsendiği doğru.
Ama asıl vurgulanması gereken bence Çerkes kadınlarının
evlilikle soyadlarını değiştirmediği idi. Hele yakın
geçmişte T.C vatandaşı bir bayan avukatın kullanmasına
izin verilmeyen kızlık soyadını kullanabilmek için
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduğu da
biliniyorsa. Eşini adı ile çağırmak ayıp olduğu için
birçok erkek; eşinden “filanların kızı” diye söz ederdi.
Şimdi sıkı durun. Sayfa altmıştaki, herkesleri bizlere
güldürecek (hele kitapçığın İngilizce’si yayınlandıktan
sonra) şu iddiaya bakın: “Çerkes toplumu, günümüz
dünyasındaki İngiltere örneğine benzer biçimde, yazılı
olmayan geleneksel hukuk kurallarıyla yönetilir.”
Breh,
breh, breh…
Üslubundan Av. Fahri Huvaj’ın yazdığını
sandığım bu cümle ile konuya ilişkin Ana Britanica’daki
şu bilgileri bir karşılaştırın: “Geleneksel anayasa,
yazılı olmayan ya da kısmen yazılı belgelere dayanmayan
kurallardan oluşur. Bir anayasanın geleneksel olması,
tüm anayasal kuralların yazılı belgelerde yer alması
demek değildir. Gene de birçok anayasal kuralı içeren
belgeler vardır. Örneğin geleneksel anayasa düzenine
sahip olan İngiltere’de anayasal kurallar 13. yüzyıldan
bu yana yayınlanmış olan hukuk belgelerinde yer
almıştır. (Manga Carta 1215; Haklar Bildirisi, 1688;
Habeas Corpus yasası, 1679; Parlamento Yasası 1911)…”
Geleneksel hukuk kurallarımızın İngiltere’nin geleneksel
hukuk kuralları ile ne kadar benzeştiğini görmüş, bu
engin analiz yeteneğinden dolayı da yazarımızı içinizden
kutlamışsınızdır. Toplumumuzun gerçeklerine temelden
çelişmek pahasına, var olan değil olsun istediğimiz
ideal toplumu anlatmayı sürdürüyoruz. Sayfa altmış:
“Çerkes sosyal yaşamında öldürmeyi gerektirecek düzeyde
gerginlik ve çatışma çok az görülür” Elbetteki bu yargı
J.S. Bell’in anılarındaki şu gözlemi ile bağdaşmıyor:
“Şu da unutulmamalıdır ki, bu insanlar arasında şiddetli
bir şekilde iç savaşlar ve kan davalarının (Irlanda ve
Iskoçya’daki kabileler arasında olduğu gibi) sona
erdirilmesinden sadece elli yıl kadar geçmiş
bulunuyor...” Yine de ünlü romancımız, rahmetli Ç’eraşe
Tembot iyi ki bu “özlü” kitapçığı okumadı diyorum. Kim
bilir belki de “lhı ş’ej – kan davası” üzerine
kurguladığı “Şıw Zakhu – Tek Atlı” adlı romanını
yazmaktan vazgeçer, bize de yazık olurdu. Ünlü ozanımız
Khuyekhue Nalbıy’de, Adigey’in ilk ve tek uzun metrajlı
filminde kan davasını işlemez, başka bir konu aramak
durumunda kalırdı. Sayfa altmışbeş: “HAPISHANESI OLMAYAN
TEK HALK” başlığının altına “Kızılderililerin var
mıydı?” notunu düşmüşüm. Sürdürelim; “Çerkes halklarının
Kafkas-Rus savaşlarını kaybedip (Rus- Kafkas olmasın)
anavatandan sürüldükleri 1864’lü yıllara (1864’lü kaç
yıl var acaba?) kadar, hiçbir zaman suçluların
barınacağı hapishaneleri olmamıştır.” Yazarımız Muhammed
Emin’in muhalifleri kuyulara attırdığı hikayeleri
duymamış olsa gerek. Bir de barınak, kişinin kendi
isteği ile seçtiği konut değil mi? Hapishane deyimi
Arapça olduğu için kullanılmayacaksa tutuk evi demek
gerekmez miydi? Sayfa altmış sekizdeki “ÇERKES MÜZİK
ALETLERİ” konusuna gelindiğinde, Çerkes’in bütün Kuzey
Kafkasyalılar anlamına geldiği unutulmuş olmalı ki,
mandolin benzeri üç telli müzik aletine sadece
“apepşıne” denmiş, kemençe benzeri müzik aletine de
“şıç’e pşıne”, “Phadarp” (Phaçiç’in Abazaca’sı) adlı
ritim aracı da Abazalar ve sadece Karadenizli Adige
köylerinde değil, başka kimi Adige köylerinde bu arada
Reyhanlı’nın Adige köylerinde de çalınıyor. Sabır
konusuna gelince... Bilindiği gibi sabrın kaynağı
inançtır... imandır... İmanın derinliği ile sabrın
büyüklüğü doğru orantılıdır.. Benim Dönüş ve dönüşün
gerçekleşeceğine hem de hep dile getirdiğimiz dostluk
temeli üzerinde gerçekleşeceğine sarsılmaz inancımız
olduğu için sabrımız da sonsuz inanın. Diasporadan
kimilerinin bilinçli bilinçsiz bizlere layık gördükleri
güzel lakapları duymazdan görmezden gelecek o kadar
güzel şeyler yaşıyoruz ki...
Saygı, sevgi ile.
Zeki Beshnibe
14.05.2007
Sayın Mithat Şengün,
Evet
düşündüm sayın Mitat Şengün, bunca insan neyi tartışıyor
düşündüm. Hem de çok düşündüm ve bu tartışmalardan ne
anladığımı, ne çıkardığımı size tekrar söyleyeyim, bir
daha söylememek kaydıyla.
Öncelikle bu tartışma konusunu
açarken xabzenin kaybolduğunu, tarihe gömüldüğünü
söylemişsiniz. Xabzenin kelime olarak ne anlama
geldiğini sormamışsınız. Ama görüyorum ki tartışma,
xabzenin kelime olarak ne anlama geldiği yönünde
gelişti ve devam ediyor.
İsterseniz ilk yazdığınız
yazıdaki cümlelere bir açıklık getirelim. Diyorsunuz ki;
1) İçinde yaşadığımız dünya şartlarında xabze içi zamana
dayanamayarak boşalmış, işlevsiz kalmış, çok kısa
zamanda da tarihteki yerini alacaktır. Türkiye veya
diğer tüm dünya ülkeleri anayasalarında da olan
değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez
maddeler var. Bunların ne olduğunu anlatmama gerek yok
sanırım. Xabzede tüm Çerkes boylarının, sayın Necdet
Hatam'ın da dediği gibi, bölgesel farklılıkları olmasına
rağmen anayasası niteliğinde yaşam kurallarıdır. Sizde
bunu Hun'e Ediz'e verdiğiniz cevapta, bunlar genel
insani değerler diye kabul etmişsiniz zaten.
Biz Çerkesler insanüstü bir varlık mıyız ki bizim
değerlerimizin insani değerlerden farklı olmasını
bekliyorsunuz? Herkes gibi bizde dünyada yaşayan insanlar
olarak, olması gereken yaşam kurallarını kendimize göre
yorumlayıp bir yaşam modeli oluşturmuşuz. Çok doğaldır ki,
zaman içerisinde mutlaka, yeni oluşan şartlara göre bazı
kuralları da değişecektir ama bu temel değerler
kapsamında olamaz. Örneğin; gençlerin ana babaya veya
yaşlılara karşı saygısızlık yapmasını, değişen dünya
şartlarına bağlayamazsınız. Bu dünya yıkılana kadar devam
etmesi gereken bir kuraldır. Bu kuralı kaybettiğinde
insanlık, hayvanlardan ne farkımız kalır? Yani sizce
belli bir yaşa gelince insan ana babayı yok sayıp, kendi
kendine mi yaşamalı?
Size tekrar tekrar örnekler vererek
laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Örnekler için önceki
yazdığım yazıyı tekrar okuyup, tekrar düşünürseniz
anlarsınız zannediyorum.
2) Bunları yenilemek ya da yeni
bir forma sokmak da mümkün değildir. Xabze yok artık.
diyorsunuz.
Belki bunda birazda olsa haklı tarafınız
olabilir. Xabzenin bazı kuralları uygulanmıyor veya
uygulanamıyor olabilir ama bu Çerkesler arasında
xabzenin tamamen kalkmış olduğu anlamına gelmez. Eğer
böyle bir şey olmuş olsa idi, hani sizinde kabul
ettiğiniz şu insani değerlerimizi tamamen kaybettiğimiz
anlamına gelir ki, bunu hiç kimseye de söyleme hakkınız
olamaz. Bu yönü sadece sizi bağlar.
Bazı kuralların
yenilenmesi de gerekmiyor zaten. Değişen şartlara göre,
değişmiş veya terkedilmiş alışkanlıklarımızda geçmişte
kalmıştır veya bazı kuralları tekrar xabze içine koymak
bizim gibi, göçmen kabul edildiğimiz bir ortamda da
mümkün değildir. Bunu da size, sayın Hatam cevaben
yazısında güzel açıklamış, anlarsanız. Bence de tek yolu
anavatanda anayasallaştırmak ile mümkün.
3) Dilin
unutulması ile, xabze mantığının uygulanmasını bırakın,
anlaşılamayacağı gerçeğini kabul edelim.diyorsunuz.
Bizim dilimiz o kadar karışık bir dilmidir ki, dile göre
xabzeyi yorumlayalım. Türkiye'deki bazı hukukçuların
anayasa ile ilgili yaptıkları çok çeşitli yorumlar
gibi ya da İslam alimlerinin Kur'an-ı Kerim'den ayetleri
yorumlarken Arapça ile ilişkilendirip; değişik değişik
fikirler üretmesi gibi, bizde xabzeyi dile göre mi
şekillendireceğiz?
Yani, yüz elli sene önce şu kelime bu
anlamda kullanılıyordu, xabzenin bu kuralı da bu
kelimeye göre şimdi şöyle veya böyle olmalı gibi bir yorum mu yapacağız?
Bu safsatadan başka bir şey değil.
Dilin unutuluyor olması xabze kurallarının değişmesine
sebebiyet vermez. Böyle bir şey, gene sizinde kabul
ettiğiniz, şu insani değerlerin kaybedilmesi anlamına
gelir ki, böyle bir şey de mümkün değil.
4) Xabze adına
elimizde kalan büyüklerin dayattığı bir takım
uygulamalar ise, pasif, sözü dinlenmeyen, önemsenmeyen
bir gençlik profiline götürür bizi, diyorsunuz.
Sayın Hun'e Ediz'in listelendirdiği kurallar içinde, bence de
bugünün şartlarına göre, uygulanması zor ya da başka bir
deyişle, çok gerekli olmadığını düşündüğüm şu 3 maddeden
hangisi sizce mantıksız ya da uygulanmamalı?
a) Baba,
amca, ağabey gibi büyüklerin yanında sofraya oturmak.
Bunun bence zamanın şartlarına göre, uygulanması
zor. Çünkü şehirlerde yaşayan insanların genelinin,
çalışma saatleri çakıştığı için, yemek saatlerinin de
kısıtlı olmasından ötürü ve çekirdek ailenin fert
sayısı da küçüldüğü için beraber yemek yeme zaruriyetini
doğurmuştur. Böyle olmasına rağmen, belli günlerde
kalabalık bir ortam olduğu zaman ister istemez bu kural
gene uygulanıyor zaten.
b) Erkek kardeşin, ablasından
veya ağabeyinden önce evlenmesi.
Bu da bana zamane
şartlarına göre uygulanması zor gelenlerden birisi. Şöyle ki; zamanın geçim şartlarının zorluğundan ötürü
evlenmeye cesaret edemeyen ağabeyi, kısmeti çıkan bir
kız kardeş neden beklesin. Mesela, benim şu an kırk bir
yaşında ve hala bekar olan erkek kardeşim, gençliğinde,
''ben evlenmeyeceğim, evlenip de elalemin kızını mı
besleyeceğim'' gibi aptalca bir fikre kapılıp, bu yaşına
kadar evlenmedi. Şimdi ondan iki yaş küçük kız kardeşimin
ağabeyini beklemek adına evlenmemesini nasıl
bekleyebiliriz ki? Tabii ki kısmeti çıkınca evlendi.
Bir konuda, erkek kardeşin abladan önce evlenmesi. Evlilik tamamen
kısmet işidir. Siz kızım evde kalacak diye, gidip
herhangi birine zorla kızınızı veremeyeceğinize göre,
belli bir yaşa kadar kısmeti çıkmayan abladan önce
kardeşin evlenmesi de bence uygun. Bu da zamanın
şartlarının oluşturduğu bir durum. Örneğin ana babadan
uzakta çalışmak, yaşamak zorunda kalan bir gencin
ablasını beklemeden, evlenip düzenli bir hayata geçmek
istemesinden daha doğal ne olabilir ki? Ablanın da
evlenmesi, kısmetinde var ise zamanı geldiğinde o
kısmet, haliyle evlenecektir.
c) Ağabeyi ve ablası
evlenmemiş kardeşin düğüne katılması.
Bunun ne maksatla
uygulandığını ben çözemedim ama bunun da vardır bir
sebebi. Bilenler aydınlatırsa sevinirim.
Şimdi bana bu üç
maddeden başka hangisin uygulanmasının zor veya yanlış
olduğunu söyleyebilirsiniz. Tüm bu insani değerleri, her
insan başarabildiği ölçüde uygulamak
zorundadır. Uygulamayan da kendisinde aramalıdır kusuru,
xabzede yada xabzeyi oluşturanlarda değil. Bu
kuralları hiçe sayıp ve saçma gibi kabul ederek
uygulamayan gençliğinde sözüne itibar edilmesini,
dinlenilmesini, kusura bakmayın da hiç kimsenin isteme
hakkı olamaz.
5) Kaç genç xabzeyi uygulayabilir? Xaçeş
olmadan bildiğinizin anlamı ne? Düğünler zaten çoktan
şehirli oldu da projelerle çare aranmıyor mu, diyorsunuz.
Bu söyledikleriniz xabzenin eksikliği, saçmalığından ya
da ayak bağı olmasından değil.
Yaşadığımız ülkede mecburen uymak zorunda kaldığımız
kurallar çerçevesinde ve iş, okul gibi nedenlerle
ailesinden köyünden ayrılmak zorunda kalan gençlerin
asimilasyon belasına kapılıp xabzeyi uygulayamıyor
olması, xabzenin kusuru değil. Tamamen şartların
oluşturduğu bir durum bu.
Hangi gence yaşamında, hangi kuralları ile ayak bağı
olmuştur xabze?
Söylediğiniz bu problemleri eleştirmek değil, çare
aramak düşerdi size.
Evet çok büyük problem. Hayat şartlarının getirdiği
mecburiyetten, gençlerin aile ve sülalesinden uzak kalıp
xabzeyi uygulayamaması, unutmuş olması ya da hiç
öğrenememiş olması. Aslında bu cümleyi kullanmış olmakta
bana hiç hoş gelmiyor, yani gençlerin xabzeyi unutması
veya öğrenememiş olması. Çünkü bu başından beri
söylediğim insani değerlere ters gelen bir durum. Gene
yazdığım önceki yazımdan örnekle; oradaki yazdığım pis
yaşantının, hangisini yaşamak ister ki insan ya da hangi
ana baba, çocuğunun böyle yaşamasını ister.
Ancak ne yazık ki, asimilasyon belası geçirdi ilmeği
boğazımıza, o boğuyor bizi, xabze değil.
6) Kafkasya bunları aşalı çok olmuş çok. Türkiye'de
xabze dediğinizin yarısının xabze olmadığını
diğerlerinin de hükümsüz olduğunu görürsünüz,
diyorsunuz.
Evet Kafkasya aşmış bunları. Çünkü Kafkasya'da hüküm
koyma şansımız var. Türkiye'de hangi ilde veya illerde
kendi kendimize hüküm koyup, uygulama şansımız var.
Binlerce kilometre uzaklara dağılmışız, darmadağın
olmuşuz. Kiminle her gün, her an görüşme şansımız var
ki, bazı kuralları xaçeşte görüşüp zamana uyduralım.
Zaten dağınık olan köylerimiz, bir de boşalmış. Herkes
yaşam kavgasına düşmüş. Kiminle görüşerek xabzeyi
zamana uyduracağız. Bu xabzemizin değerini tükettiği
anlamına gelmez. Yukarıda da söylediğim gibi, o üç
maddeden başka hangisinin değeri kayboldu da değişmesi
gerekiyor sizce ya da bu maddelerden hangisi Kafkasya'da
değişime uğradı. Değişime uğraması için insani
değerlerimizin kaybolmuş veya değişmiş olması gerekmiyor
mu?
7) Xabze, mesela içinizde mutfakta yemek yemeyen var
mı, diyorsunuz.
Bunu yukarıda açıkladım zannediyorum. Anladıysanız.
Değişen yaşam şekli, küçülen çekirdek aile ve alışkın
olduğumuz mutfağı ayrı evlerin artık olmayışı veya
şehirlerde bunu uygulama şansımızın olmayışı böyle bir
alışkanlığı doğurdu. Bunun Kafkasya'da da Türkiye'de de
değişen şartlardan ötürü uygulama şansı olmadığı için
eleştirilecek bir yanının da olduğunu da düşünmüyorum.
8) Bu kadar dış evlilik yapmışken kimden
isteyebilirsiniz ki xabzeyi, diyorsunuz.
Bunun da tek cevabı var. Bir insanın yabancı ile
evlenmesi insanlığını kaybetmesi anlamına mı geliyor.
Xabzenin değerlerinin başka ırklara ters gelen kaç
maddesi vardır? Genel olarak zaten evrensel insani
değerlerle örtüşmüyor mu ya da hangi insan, bu da
neymiş, bu nasıl bir adet böyle, diyebileceği kaç madde
vardır xabzede? Bende dahil, dış evlilik yapmış bir çok
insan tanıyorum, kendi çapında da xabzeyi yaşayan ve
yaşamaya çalışan.
9) Xabze evrensel insanlık değerlerine kadar gerilemiş,
içeriği kalmamış bir hikayedir artık.
10) Çok bilme göstergesi dışında anlamı olmayan xabze
severliği bırakıp çağın gereklerini görelim.
11) Yeteri kadar geri kaldık. Bu ortamda Çerkes
gericiliğine de tavır koyalım, diyorsunuz.
İşte burada kopuyorsunuz zaten. Başından beri
bahsettiğimiz evrensel insani değerlerle, örtüştüğünü
söylediğimiz xabzenin, evrensel insanlık değerlerine
kadar gerilemiş ve içeriği kalmamış bir hikaye olduğunu
söylemenize nasıl bir anlam yüklemek gerekir anlamadım
doğrusu. 9.cu maddede söylediğiniz bu hikaye
yakıştırmasını 10. maddede söylediğiniz çağın
gereklerini görelim artık dediğiniz cümle ile nasıl
bağdaştırıyorsunuz? Sizce çağın gerekleri önceki yazımda
gösterdiğim örnekler midir? Yani öylemi yaşamalıyız?
İstesek de, istemesek de kabullenmeli miyiz o
gerçekleri? Sizce hayatın olmazsa olmaz gerçekleri midir
o yazdıklarım? Yoksa evrensel insani değerler mi olmalı
hedefimiz?
Evet, yeteri kadar geri kaldık bence de. Ne zaman insani
değerlerimizi kaybetmeye başladık, işte o zamandan
beridir geriliyoruz. Maalesef geriliğimizin tek
göstergesi de siz ve sizin gibiler. Ne konuştuğunu kendi
de bilmeyenler. Bunun en açık örneği de sizin
cümlelerinizle, yukarıda 9. ve 10. maddede söylediğiniz
söylemleriniz. Bana karşı verdiğiniz cevapta ''kimse
başka galakside yaşamıyor'' demişsiniz ya, ben bundan
şüpheliyim. Galiba siz başka alemlerden düştünüz
buralara. Birde insanlar neyi tartışıyor bir düşünün
demişsiniz ya düşündüm ve merak ettim. Siz konuyu
açarken xabzenin kelime anlamını merak edipte öğrenmeye
çalışıyordunuz, yoksa xabzenin artık gereksiz bir şey
olduğunu mu anlatmaya çalışıyordunuz. İsterseniz siz
kendi yazdıklarınızı tekrar okuyun da kim neyi, nasıl
tartışıyor siz anlayın.
Saygılarım xabzeyi yaşayanlar ve yaşatanlara. |
|
sayfa
1
2
3
4
5
6 |
|
|
|
|
|
|
|