...................
İBNİ HALDUN’UN BİLİM YÖNTEMİ
Cemal Şener
İBNİ HALDUN’UN HAYATI VE DÜŞÜNCELERİ
Aydüşü Yayınları, Ocak 2002, İstanbul
                         
...................
...................

İbni Haldun’un yaptığı sayısız deney ve gözlem, ondaki gerçekçiliğin ön şartlarını oluşturmuştur. Gerçekçilik eserlerine yansımıştır. Olaylar ise tabiatta, toplumda yürümekteydi. Toplumların durumunu incelemek için akıl yoluna sahip çıkan İbni Haldun’un karşısında bulunan ilk engel ön yargılar olmuştur. İşte böyle bir ortamda, İbni Haldun bilimlerin tasnifi geleneğini yeni bir değerlendirme ile “mevcut” olan bilimler arasındaki farklılıkları yeniden ifade etmeye çalıştı. İslam kültüründe mevcut bulunan bilimlerdeki en önemli ayırım, tabii ve nakli bilimler ayrımıdır. Tabii bilimler fikir ve akıl ile öğrenilir. İnsan algılama yeteneği ile bu bilimlerin konularını, sorunlarını, öğrenir, öğretim yöntemlerini kavrar. Nakli bilimler ise; nakil ve rivayet edilen haberlere dayanır. Bunların esas ve usulleri öğrenilirken akla dayanmaz ancak sorunların ayrıntı ve uzantılarını asıllarına bağlamak konusunda aklın yardımına başvurulur. (20)
 

İbni Haldun sistematik bir tarzda İslami çevredeki bilimlerin tasnifini yapmıştır. Aristo’dan İslam düşüncesine geçmiş olan ikili tasnif içine İslami bilimleri de koymuştur. Bu tasnifte bir başka özellik, İbni Haldun felsefeyi iptal ettiği felsefeye yer vermediğidir. Buna karşılık “mantık” ve “kelam”ı, tanımasıdır.
 

İşte İbni Haldun’un bilimleri sınıflaması:
 

Akli Bilimler

1. Mantık

2. Tabiat (İnsan, hayvan, nabat, maden)

3. İlahiyat

4. Tealim (Hendese, hesap, müziki, heyet)
 

Nakli Bilimler

1. Tefsir

2. Kıraat

3. Hadis

4. Fıkıh (Cedel ve hilafiyat)

5. Usulü Fıkıh

6. Kelam

7. Tasavvuf

8. Rüya Tabiri

9. Lisaniyat (lügat, nahiv, beyan, edeb)
 

İbni Haldun Mukaddime’de akli ve nakli bilimler konusundaki düşüncelerini izah etmektedir. Nakli bilimleri bu bilim dallarını birbiri ile olan ilişkilerini dikkate alarak sergiliyor. Ayrıca şeriat ile ilgili açıklamalarını da ele almıştır.(21) İbni Haldun; şeriatın gelişme süreçlerinden ve bunun sebeplerinden bahsetmek yine bu bilimlerce yasaklanmış mıdır?Böyle bir yasak yoktur. Aslında önemli olan da olayların sebep ve sonuçları olduğuna göre, söz konusu nakli bilimlerin gelişmeleri ile ilgili açıklamalar getirilebilir, diyor.(22)
 

İbni Haldun, bilimlerin bölünmesini yaptıktan sonra, Ehli Sünnet’in yolunu izleyerek önce dinde felsefi etkileri tesbit edecek, bunlara karşı çıkacak sonra da Ehli Sünnet’in getirdiği kuralları kendi başına bırakıp toplumla ilgilenecektir.
 

İbni Haldun kelam ile felsefeyi ayırt etmeye özen gösterir. Der ki; “Bil ki, mütekellimin, çok defa, Allahın vücudunu ve sıfatlarını varlıkların alleri ile ispat ederler. Filozof ise tabiat bilimlerinde tabii cisimleri inceler. Bu cisimler de varlıkların bir parçasıdır. Fakat filozofun cisimleri incelemesi mütekellimin incelemesinden başkadır. Filozof cisimi hareket ve sukunet hali bakımından, mütekellimin ise o cismi Yaradan’a delalet etmesi bakımından inceler.”

İbni Haldun bu yazdıklarından sonra aklın önemi ile ilgili olarak da şunları yazıyor: “Bu söylediklerimizin hiç biri aklı ve onun idrak kudretini küçültmez, akıl doğru bir ölçüdür. Aklın hükümleri gerçeklik ifade eder, katidir,aklın hükmünde yalan ve yanlışlık yoktur.(23)
 

İbni Haldun’a göre “fikir ve düşünce sahibi olan insan için bilinmesi tabii olan akli ilimler bir kavme mahsus değildir. Bütün kavimler arasında müşterektir.” Toplumlar dünyayı imar etmek işi başladığındanberi bu bilimler insanlar arasında vardır.

Bilim ve felsefe bilimleri diye adlandırılan bu bilimler dörde bölünür:
a) Mantık bilimi,
b)Tabii bilim,
c) İlahiyat,
d) Matematik.
 

İbni Haldun; bilimlerin bölümlenişinde, özel olarak akli bilimleri incelerken amacı, akli bilimleri dolayısıyle felsefeyi kurtarmak değildir. İbni Haldun akli bilimleri incelerken mevcut akli bilimlerin savunucusu değildir. Onun amacı; akıl yolunun yani rasyonel düşüncenin ön yargısız geliştirilmesidir. Buna rağmen; “felsefenin boş ve yanlış bir şey olduğunu ve bu bilgi ile uğraşanların yanlış bir yola sapmış olduklarına dair” diye felsefeyi tanımlayabilmektedir. Aristoteles’i “filozofların büyüğü” olarak nitelendirmesi, “akli delillerin” önemine işaret etmesi İbni Haldun’un felsefenin bir takipçisi olduğunu göstermez. “Felsefenin boş bir şey” olduğu sözü ile İbni Haldun, hem Şeriatın gereğini yerine getirmekte hem de kendi metodunun sırf spekülasyona dayanmadığını vurgulamaktadır.
 

Böylece akla dayalı spekülatif rastyonalizme karşı çıkmaktadır. İbni Haldun, filozoflardan Farabi, İbni Sina ve diğer filozofların aynı spekülasyonlar çerçevesinde varlık sorununu çözümlemeye çalıştıklarını da belirtmektedir. İbni Haldun; felsefeye karşı çıkarken, “dinimiz için olduğu gibi dünyamız için de önemli değildir” diyor. Ama, felsefeye reddiyesinin din gereği yapıldığını söylemek yeterli değildir. İbni Haldun; felsefenin dünyayı kavramakta eksik olduğu düşüncesindedir. Düşünür; “Filozofların, iddialarının doğruluğunu kabul etsek bile, maksatlarını ispata delilleri kafi değildir” görüşü, felsefenin “dünyayı kavrayamadığı” düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
 

İBNİ HALDUN’DA AKILCILIK (RASYONALİZM)
 

İbni Haldun’un, bilimleri bölümlemesi, aklı ön yargılardan kurtarmak istemesi, geliştirmiş olduğu gerçekçilik temeline dayanan rasyonalizmine haklılık sağlamıştır. İbni Haldun’a göre “kişi olağandışı gördüğü birşeyi inkara kalkışmadan önce dikkatle düşünsün, akla uygun bulduğunu kabul, aklen imkansızlığına hükmettiğini kabul etmeyebilir.
 

Bu durumu da şöyle açıklıyor: “Aklen mümkün tabirinden maksadımız kayıtsız ve şartsız mutlak imkan değildir, çünkü bunun dairesi pek geniştir, bundan dolayı olayların imkan veya imkansızlığını tayin için bir sınır (bir kaide) yoktur. Akli imkandan maksadımız her şeyin maddesi itibariyle olan imkanıdır; bir şeyin aslını, cinsini, sınıf ve büyüklüğünü, kuvvetinin miktar ve ölçüsünü gözden geçirdikten sonra o nisbette o şeyin hallerine bakarak, bu ölçü dışında olanın imkansızlığına hükmederiz” demektedir.(24)

Burada, İbni Haldun, akılcıl bir araştırmayı gerçekci bir temele dayandırmanın gereğini açık bir şekilde yazmaktadır.
 

İbni Haldun, tarihsel kaynakların incelenmesinde ve eleştirilmesinde de gerçekci olunması gerektiğiNe özel önem vermiştir.
 

İbni Haldun, Mukaddime’de bazı tarihi olayları kendi metodolojisi doğrultusunda eleştirmektedir. Bunlardan biri demografinin yani nüfusun toplumsal olaylardaki önemi üstünedir. Nüfusun belirli bir dönemde ne kadar artmış olabileceğinin yaklaşık olarak hesaplanabileceğinden ve belirli bir sayıdan fazla artmış olamıyacağından hareketle, Mesudi’nin naklettiği bazı abartmalı rakkamların gerçek olamıyacağını belirtmektedir. İbni Haldun her ülkenin kendi imkanları çerçevesinde asker besliyeceği ve ayrıca savaş tekniği açısından belli bir coğrafi alanda ancak belli sayıda askerin savaş düzenine girebileceği gerçeği ile de görüşünü pekiştirmektedir.(25)

İbni Haldun, yine Mukaddime’de Taberi ve Mesudi’nin naklettikleri olayları tarihi ve sosyal ölçülere dayanılarak eleştirmektedir. Düşünür Harun Reşid’in sofrasındaki ihtişamı lüks ve ısrafın sonradan yakıştırılmış olacağına işaret etmektedir. Zamanın giyiminden, süs eşyalarından, örnekler vererek İbni Haldun henüz Bedevi, sadeliğinin tam anlamı ile bozulmadığı bir devirde aşırı bir sofra lüksü ve ihtişamının çelişkili bir durum doğuracağını ve normal olmadığını kaydetmektedir. İbni Haldun eleştirisini yaparken Taberi ve Mesudi’nin kendi yazdıklarındaki çelişkilere de işaret ederek bir kaynak eleştirisi yöntemi geliştirmiştir.(26)
 

İBNİ HALDUN’DA DETERMİNİZM (SEBEP-SONUÇ)
 

İbni Haldun, akla dayanan bilim yolunu (rasyonalizmi) birtaraftan ön yargılı düşünce tıkanıklığından, diğer taraftan spekülatif (sırf akıl) kargaşasından kurtararak gerçekçi bir temele oturtmaya  düşünür. Sebep-sonuç ilişkisini bütün yönleri ile ele almış, kaynakları bilimsel eleştirilerden geçirdikten sonra elde ettiği verileri somut gözlemleri ile sentez yaparak metodunu yani; siyaset teorisini kurmuştur.
 

İbni Haldun, toplumdaki olayları çalışmasını konu alırken kendi özgün bilimsel anlayışını kurmuştur. Sosyal düşünce, insanlık tarihi kadar eskidir. Olayların ele alınıp bunların sosyal-siyasal ilişkileri sistematik analizi İbni Haldun ile başlamıştır. İbni Haldun’dan önce toplumların incelenmesinde, çeşitli düşünürlerin sosyolojik nitelikte fakat sistematik olmayan gözlem ve genellemeleri vardı. İbni Haldun, değişmenin evrenselliğini, tarihin sürekliliğini, insan topluluklarının dinamik ve devingen özelliklerini gözlediği için kendisinden önceki tarihçileri izlememiştir. Kendi özgün metodolojisini kurmuştur.
 

İbni Haldun’un toplumsal olaylarla ilgilenmesinin sebebi kendi zamanındaki tarih bilimini, eleştirmek ve olaylardan hareketle tarihi kanunların bilgisine ulaşmaktır. Çünkü Mukaddime’nin daha ilk sahifelerinde sırf nakil ve söylentilere dayanan tarihi bilgilere güvenilemeyeceğini söylemiştir. Çeşitli milletlerin gelişmelerini arka arkaya sıralayan tarihin hiçbir yarar sağlayamayacağını tespit etmiştir:Önemli olan nakilden önce bu gelişmenin sırrını kavramaktır, diye düşünür. Bunun içinde yapılacak iş nakil ile hikaye edilen bilgileri eleştiri süzgecinden geçirmektir. Durumun gerçeğe ne derece uygun olduğunu araştırmaktır. O’nda tarihin biri zahiri, diğeri hakiki olmak üzere iki anlamı vardır. Tarihin zahiri anlamı:“İnsanların ve kavimlerin hallerinin nasıl değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş, kuvvet ve kudretinin nasıl artmış bulunduğunu, yıkılma çağına kadar yeryüzünü ne şekilde imar etmiş olduklarını bize bildiren” tarihtir.(27) Buna rağmen tarihçinin insan olması nedeniyle duyguları ile düşünmesi, olayda rolü olan kişilerin hareketlerini etkileyen etkenleri kavramayarak, kendi kanaatlerini ve tahminini doğru sayması, söylentilere kolayca inanması, kariyer duygusuna kapılarak devlet adamlarını yersiz olarak övmesi gerçeği yansıttığı yolunda zaman zaman yanılgıya düşmesi, gibi yanılgılar tarih de de görülen sübjektif yanılgılardır. Tarihçilerde bulunan objektif yanılgılar ise, sosyal gerçekliğin bilgisinden habersiz olmaları nedeni ile olur.
 

İbni Haldun’a göre tarihin gerçek bilgisine ulaşmak için toplumsal olguların objektif gözleminden işe başlamalı, uygarlık ve toplum yapılarına çeşitliliği, zaman içindeki değişmeleri ve bu değişmelerin sebepleri gözden kaçırılmamalıdır.
 

ÜMRAN İLMİ

İbni Haldun; tarihçiden toplumsal gerçekliği tanımasını, değişmenin sebep ve sonuçlarını bilmesini istediğine göre tarihçiye bu konuda hangi bilim dalı yardımcı olacaktır? O buna Mukaddime’de “Ümran ilmi” adını vermektedir.(28)
 

O’na göre “Ümran İlmi” geçmiş çağlarda yaşamış kavimlerin yaşayışlarında meydana gelen değişiklikler, bunların yönetimi ve ülkeyi ellerine geçirmelerinin sebepleri yerleşik veya göçebe hayat sürme, göçebeler ve nüfus hareketleri, devlet kurma, devletlerin kuvvet kazanmaları ve çökmeleri, üretim, tüketim, bilim sanat, ticaret, kâr ve zarar olayları, zamanın akışı içerisinde bu sayılan durumların değişmesi ve değişme sebeplerini inceler.(29)
 

İbni Haldun; Umran ilmi ile anlattığı bugün sosyoloji biliminin yaptığı çalışmalardır. Sosyolojinin yaptığı gibi toplum ve toplum olaylarının ele alınıp incelenmesi, özelliklerinin tespiti bu özelliklerine göre sınıflandırılmaları, değişmelerin ve sebeplerinin araştırılması, bu bilim dalının görevi olmaktadır.

İbni Haldun; Mukaddime adlı eserinde özetle:Her şeyin kesintisiz bir şekilde hareket halinde olduğunu, gelişme ve değişme halinde olduğunu, basit elemanlardan başlayarak her aşamadaki canlı, cansız varlıkların değişmelere uğradıklarını değişimin sebeplerini, varlıkların birbiri ile ilgili olduğunu,bütün bu ilişkilerin belirli bir düzen içinde yürüdüğünü gözlemlere dayanarak teorileştirmiştir. Bu teorisinde; “tabiatta, toplumların ve sosyal olayların tarihinde diyalektik süreç” metodunu kullanarak doğayı ve toplumu açıklamaya çalışmıştır.
 

İBNİ HALDUN’DA; TOPLUMSAL DEĞİŞİM VE EKONOMİNİN ROLÜ:
 

İbni Haldun’un, incelediği konular toplumbilim alanına giren konulardır. Düşünüre göre toplum haline gelme bir zorunluluktur. İnsanların fert olarak gelişimi, ancak toplum haline gelmeye yönelik olduğu ölçüde anlam kazanır. Bir araya geliş tesadüflerin sonucu değildir. İnsanın “geçinme işini üretmesi”, “kendi cinsinden olan diğer fertlerle bir araya gelerek geçinme vasıtaları gibi hususlarda birbiri ile yardımlaşma ile” diğer canlılardan ayrılır. İbni Haldun insan ile hayvan arasındaki farkın yalnızca “soyut bir düşünebilme yeteneği” ile izah etmemekte, insanların aynı zamanda toplum halinde yaşayabilme ve gelecekleri ile çeşitli organizasyonlar yapma özelliklerinin de ortaya çıktığını ifade etmektedir.
 

Yani İbni Haldun’a göre insanların toplu halde yaşaması bir tercih konusu değildir. Bir gerekliliğin sonucudur. “Bunun sebebi tek bir kişinin kendi başına geçim ve yaşama ihtiyaçlarını temin edememesi ve sosyal hayatta kişilerin birbirlerinin yardımına muhtaç olmalarıdır”(30) Bu olgu üstünde yükselen olgular bu maddi olayların sonucu gerçekleşmektedir.
 

İbni Haldun’un sosyal gelişimi ve sosyal değişimin maddeci bir biçimde yorumlayışı ile üretimi sosyal gelişmenin temeli olarak görmesi birbiri içine girmiştir.
 

İbni Haldun’a göre sanayi, düşüncenin gelişmesine hizmette bulunur. Böylece bilinç üzerinde etkili olan sanayi sayesinde yeni bir becerinin öğrenilmesi kolaylaşır. Bunun sonucu olarak gelişmiş olan aklın bilimsel gelişmeleri çabuk kavrama yeteneği artar. Düşünüre göre,bilimde ilerleme, ülkelerin ekonomik gelişmişliği yerleşik ve sosyal hayatın derecesi ile orantılıdır. Eğer çalışanların emekleri geçinmeleri için lüzumlu olan miktardan fazla kazanç temin ederse, o toplumun üyeleri geçinmelerinden artan vakit ve emeklerini insana mahsus olan bilim, fen ve sanatı öğrenmeye sarf ederler. İbni Haldun, sosyal ve ekonomik kalkınma ve gelişme ölçüsünde eğitimin de ilerleyebileceğini ve ancak bu süreç sonunda eğitimden yararlanabileceğine ifade etmektedir. İbni Haldun emeğini sadece geçimi sürdürmeye ayırıp geçimi dışında başka bir şeyle uğraşamayacak hale gelen toplumlarda bilim ve bilgi edinilemeyeceğini yazmaktadır.(31)
 

İbni Haldun, sosyal gelişme ve değişmedeki farklılığı yani toplum biçimlerinin çeşitliliğinde de maddeci bir yorum kullanmaktadır. Bunda Bedevi ve Hazeri toplum biçimlerini ayırt edişi yatar. Üretim ve toplum biçimlerinin farklı oluşu düşünürün somut açıklama yoludur. Bedevi toplum -Hazeri toplum ayrımı bu farklı toplum biçimlerini belirler. Bedevilik ve Hazerilik İbni Haldun’un ayrımına göre iki ayrı sosyal ve ekonomik hayat tarzıdır. Bedevi hayat tarzı, basit, cesarete dayanan karşılıklı yardımlaşmanın esas olduğu, bağımsız bir yaşayış biçimidir. Ancak Bedevilik, ekonomik gericiliktir. Hazeri hayat tarzı, uygar hayat tarzıdır. Burada daha bilgili, işbilir kişilerden oluşan toplum vardır. İbni Haldun’un Mukaddime boyunca geliştirdiği, sosyal gelişim ve kültürel öğelerdeki maddeci yaklaşımı Bedevi-Hazeri ayrımındaki farklı üretim ilişkilerine ve sosyal hayat tarzına dayanır.(32)

İbni Haldun, kurulan bir devletin yaşaması için siyasi ahlakın ve moral değerlerinin gerekliliği üstünde ısrarla durmuştur. Bedevi topluluklardaki sadeliğin terk edilmesi ile lüks, sefahat ve israfa dalınması bu moral değerlerin kaybına neden olduğunu düşünmektedir. İbni Haldun; bu değişimin siyasal sebeplerine işaret ederken çevrenin ve olayların maddi etkisini önemle belirtmektedir. Mukaddime’de “Çocuk iyi ve kötü şeylerden hangisi ile daha önce karşılaşırsa onu kabul eder ve öbürlerinden uzaklaşır, uzaklaştığı işi kabul etmek nefsine ağır gelir”, “Şehir halkı her çeşit lezzetler, bolluk genişlik içinde yaşamaya alıştıkları için bir çok kötü huylarla nefislerini lekelerler” Bedevilik ve köy hayatı yaşayanlar ise ancak vücutlarını koruyacak miktarda dünyaya düşkün olup kötü yollara sapmaları, kötü huyları, şehirlere nispetle çok azdır. Bütün bu durumlar uygarlığın bozulmaya yüz tutmasındandır.(33)
 

İbni Haldun, ekonomik ilişkileri toplumda belirleyici unsur olarak ele alırken iş bölümü ve üretimin temeli olan “emeği” ele almaktadır. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi toplum hayatı insanlar için bir sonuçtur. Tek bir kişi yalnız başına, ihtiyaçlarını temin etmekte yetersizdir. Kendisine ve diğer insanlara yetecek miktarda üretim için bu maddenin üretilmesine yetecek kadar kişilerin bir araya toplanmaları gerekir. Bir gıda maddesinin en asgari düzeyini, örneğin; birinin bir gün için yaşaması için gereken buğdayı un haline, unu hamur haline, hamuru ekmek haline getirmek zorunluluğu vardır. Bu üç işin her biri çanak, alet ve elbiseye ihtiyaç vardır. Bunlar demirci, marangoz ve çömlekçi tarafından yapılır. Bunların hepsini veya bazısını üretmek tek bir kişinin gücü ile gerçekleşmez.
 

Yani yeterli miktarda üretilmesi bulunabilecek, üretileni, tüketecek kadar kişinin  bir araya toplanmaları gerekir. Böylece, yapılan işbirliği sayesinde kişiler kendilerinin sayılarından kat kat fazla insanın ihtiyacına cevap veren üretimde bulunabilirler.(34) O halde toplumun üyelerinin bir araya toplanarak üretim yaptığı maddeler, üretim yapanların ihtiyaçlarından fazladır. O zaman İbni Haldun’a göre emek ve üretimin çoğalması ile bunun değeri olan servet ve para toplumda çoğalır.
 

İbni Haldun’da toplumun değişmesi ve gelişmesinde “emeğin” değeri çok önemlidir. Her kazanç ve sermaye birikimi insan emeği ile sağlanır. Kazanç, sanayi vasıtasıyla elde edilirse bu kazancın emek sarf etmeyi gerektirdiği bellidir. Hayvandan, bitkiden ve madenlerden istifade suretiyle kazanç elde edilirse, bunun da insan kuvveti ile ve emek sarf etmekle olacağı kesindir.

O’na göre, emek sarf edilmeden bir şey elde edilemez ve faydalanmak imkanı olmaz.(35) Yani, emeğin özelliği ürünlerin ve hizmetlerin değerinin ancak emek ile ölçülebileceği fikri klasik iktisatçılardan 500 yıl önce İbni Haldun’da görülüyor. Bundan başka; İbni Haldun “tabii ve tabii olmayan geçim yolları” ayrımını (36) yaparak, sömürü ve istismar, hortumlama mekanizmasını ortaya koymuştur. Diğer yandan “değer” kavramını ana hatları ile irdeleyerek Mukaddime’de konuyu tartışarak; “emek-değer” ve “artık-değer” teorisini yaşadığı dönemde irdelemiştir.(37)
 

İbni Haldun’un toplumsal ilişkilerin ekonomik temellere bağlı olduğunu tespit etmesi, üretim tarzı, üretim ilişkileri, iş bölümü, ürünlerin değerlerinde “emeğin rolü” hakkındaki görüşleri “İbni Haldun’un” metodunu açıkladığı gibi, onun ekonomi-siyaset ilişkisindeki düşüncesini de ortaya koyuyor.
 

İBNİ HALDUN’UN SİYASET TEORİSİ VE HAKKINDA DÜŞÜNÜLENLER
 

İbni Haldun’un siyaset teorisinde “Asabiyyet” kavramı önemli bir yer tutar. Bu kavramın Mukaddime içerisindeki yerinin önemi birçok araştırıcı tarafından kabul edilmekle birlikte, farklı yorumlar yapılmaktadır.

İbni Haldun; “Asabiyyet, düşmanların saldırısından korunmak ve saldıranları kovmak, birlikte harekete geçmek ve diğer sosyal faaliyetlerle olur”(38) diyor. Asabiyyet; aynı özellikleri taşıyan toplumlardaki “birlik duygusu”, bulunmakla beraber, soyut, sadece duygu planında kalan bir olay değildir. Bu duygu kendisini hareket ile yaşatmakta, ve varlığını sürdürmektedir. Yani, asabiyyet, davranış biçimidir. Bu ise şekil olarak, kolektif olmaktadır. Ortaklaşa yaşayış ve örgütlenme belirli bir ortak düşünceyi doğurur. Bu düşünce yine ortaklaşa yaşayış ve örgütlenmeyi pekiştirir. Asabiyyetin bu anlamı yani kollektif bir aksiyon olması, Mukaddime’nin bütününde açıkça izlenebilir. (39)
 

Prof. Dr. Tarık, ÖZBİLGEN, İbni Haldun’un “Asabiyyet” anlayışına karşı çıkar. ÖZBİLGEN’e göre “Asabiyye, yada asabiyyet gibi çeşitli biçimlerde yazılan bu sözcüğün anlamı, mücadele esnasında bir toplumu ayakta tutan ruh halidir.” İbni Haldun; içinde yaşadığı sosyal koşullar gereği, toplumu daima bir mücadele aracı olarak gördüğü içindir ki, “Asabiyyet”i de mücadeleye bağlamıştır. Dedikten sonra “Asabiyet”i “sosyal bilinç” olarak adlandırmaktadır.(40)
 

Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA, “Asabiye” teriminin İslam siyasi edebiyatında özel bir anlamı olduğunu ifade ediyor. İslam’dan önce Araplar’da, “asabiyyet”in anlamının “kendi soyundan ya da kabilesinden olanı, haksız bile olsalar, her an savunmak ve korumak” diye tanımlıyor. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, son incelemelerde “asabiyyet”in milliyetçilikten farklı olmadığı sonucuna varmaktadır.(41)
 

İBNİ HALDUN’DA “ASABİYYET” NEDİR?
 

İbni Haldun’da iki çeşit “asabiyyet” tanımı var. İlki, “neseb asabiyyeti” ikincisi “sebep asabiyyeti”dir. Nesep Asabiyeti; aynı soydan gelmiş olmaktan doğan birliktelik halidir. Sebep Asabiyeti aynı kültür ortamına sahip olmaktan doğan ve sonradan elde edilen birlikteliktir. İbni Haldun’a göre, her iki kaynağı ile asabiyyet, mücadele zorunluluğundan kalan toplumlar için bereketli bir enerji kaynağıdır. Devlet bu enerji ile kurulacaktır. Devletin bozulması da aynı enerji kaynağının sönmesi ile gerçekleşir. İbni Haldun’a göre; gerek neseb, gerek  sebep asabiyyetleri kuvvetli bir şekle girmedikçe hukuk oluşturulamaz. O zaman devlet kurulamaz. Düşünürün ifadesi ile “mülk” oluşamaz.
 

İbni Haldun; “Asabiyyet”i şöyle izah ediyor:“Kavimlerin kudret kazanmaları ancak neseb bağı ile birbirlerine bağlanmaları, veyahut buna benzer ortak bir bağ sayesinde olabilir. Kişi kandaşlık bağı ile bağlı olduğu diğer kişilerin başına gelen felaketlere engel olmak ister. Onlara yardım eder, zulüm ve tecavüze uğramalarına karşı çıkar. Ve onları savunmak üzere harekete geçer. (42) “Asabiyyet”in ilk çeşidi kandaşlık bağlarından doğuyor. Bu bağ kan bağı adını alır. İbni Haldun kölelik ilişkisini de “Asabiyyet” kavramı ile izah etmeye çalışıyor. Buna sebep asabiyyeti adı veriyor. Kan bağı dışında olmakla birlikte “köle sahiplerinin kölelikten azlettiği kimsenin üzerindeki hak ve hukuku ve himayesine aldığı kimsenin hamisi üzerindeki hak ve hukukunu dahi bir nevi akrabalık kabilinden olup, azatlısı veyahut himayesine aldığı kimse her hangi bir zulüm ve tecavüze uğrarsa, harekete geçerler ve yardıma koşarlar. Böylece azat eden ile azat edilen ve himayesine alan kimse ile himaye edilen kimse arasındaki kaynaşma ve bağlılık neseb bağına benzer ve ona yakın bir hal ve bağlılık doğar. Bunun sonucu olarak asabiyyetin diğer çeşitleri meydana gelir” (43)
 

İbni Haldun’a göre, “Asabiyyet”in çeşitleri olan neseb asabiyyeti (kandaşlık) ile sebep asabiyyeti (sonradan kandaşlık) yani kandaşlık varmış gibi hareket etmek arasında uygulamada bir fark yoktur. İnsanlar sonradan kazanılan kolektif aksiyon gücü sayesinde de akrabalar gibi hareket ederler. Birbirine alışkanlık, uzun zaman beraber çalışmak, suretiyle de olsa asabiyyet bir kez varolduktan sonra, farklı kökenden kaynaklanmış olması kolektif aksiyon gücü niteliğini değiştirmez.(44)
 

İbni Haldun, asabiyyet kavramının işlevini Bedevi ve Hazeri toplumlar üzerinde incelemiştir. O’na göre asabiyyet, Bedevilikten Hazeriliğe geçişi mümkün kılan dinamik bir olgudur.(45) Asabiyyet, ister nesep, ister sebebe dayansın önce belirli bir topluluk içinde birlik ve aksiyon meydana getirir. Sonra öteki çatışan asabiyyetleri, kuvvetli bir topluluk haline dönüştürmektedir. İbni Haldun’a göre “Bir uruğun içinde çeşitli soylar, boylar ve dallar bulunduğu takdirde, idareyi ele geçirmek ve elde tutabilmek için bu soy ve boyların hepsinden daha kuvvetli bir asabiyyete ihtiyaç vardır. Bu kuvvetli boy diğer soy ve boyları kendi idaresi altına alır. Ve bunları büyük bir asabiyyet getirir. Aksi takdirde anlaşmazlık ve çekişmeye giden bir dağılma meydana gelir.”(46)
 

İbni Haldun Asabiyyet teorisi ile iktidar arasında yakın bir ilişki kurmaktadır. O’na göre, bir sınırlı topluluk içersinde veya bütün bir toplumda siyasi iktidarı ele geçirecek bir potansiyele sahip olmak, iktidara geçmek ve sürdürmek için asabiyyete ihtiyaç vardır. Mücadele-çatışma gibi aksiyona geçmenin daha etkin biçimleri asabiyetin varlığı ve kuvveti ile orantılıdır. Küçük toplulukların kolektif aksiyon yolu ile iktidar olmaları için en önemli unsurları asabiyet kurmalarıdır. Devlet kurmadan bir devlete egemen olmaya kadar varabilecek olan iktidar mücadelesinde, iktidarı kazanma ve korumada, “Asabiyyet” önemlidir. Devlet ve saltanat ancak kararlılık ve sağlam bir düzen kazandıktan sonra siyasi iktidarın yürütülmesinde asabiyete ihtiyaç duymayabilir.(47)
 

Asabiyet’in sosyal niteliği ve özelliği onu incelenirken bunun dinamik bir biçimde siyasi hedeflere yönelik olduğunu,sosyal ve siyasi özelliklerinin de birbiri içine girdiği belirtilmiştir. İşte bu ikili özellik, ekonomik yapıya göre yürür. Asabiyyet; belirli üretim biçimine bağlı olarak doğmuştur. Ekonomik gelişim ve değişim içinde kaybedilir. İbni Haldun üretim ve tüketimin azalmasının etkisi ile asabiyetlerini kaybettikten sonra diyerek asabiyetin ekonomik yapı ile olan ilişkisinin önemi üstünde durmaktadır.



DİPNOTLAR

20) HASSAN Ümit: age, s. 95-100.

21) İbni Haldun:Mukaddime (Çeviren Zakir Kadiri Ugan) 2. Baskı, İstanbul 1968-1970, II. Cilt s. 460-566.

22) HASSAN Ümit: Mukaddime Metninin yaygınlık kazanması üzerine notlar:SBFD. C. XXVIII. s. 3-4, 1973, Ankara 1975, s. 123

23) Mukaddime C. 2, s. 520-538.

24) Mukaddime:C. I, s. 459.

25) Mukaddime: C. I. s. 19-23.

26) Mukaddime:C. I, s. 40-41.

27) Mukaddime:C. I, s. 5.

28) Mukaddime: C. I, s. 96-97.

29) Mukaddime:C. I, s. 14-96.

30) Mukaddime:C. II, s. 268-444.

31) Mukaddime:C. II, s. 444 vd. 453 vd.

32) HASSAN Ümit: age, s. 145.

33) HASSANÜmit: age, s. 147-148.

34) Mukaddime: C. I, s. 309-315.

35) HASSANÜmit: age, s. 155.

36) Mukaddime:C. II. s. 325-380.

37) Mukaddime:C. II, s. 319 vd.

38) Mukaddime:C. I, s. 352.

39) HASSAN Ümit: age, s. 196-197.

40) ÖZBİLGEN Tarık: Hukuk Sosyolojisi Dersleri, s. 211.

41) TUNAYA Z. Tarık:Türkiye’nin Siyasi Gelişmeleri, s. 57 Dipnot 10, İstanbul 1985.

42) Mukaddime: C. I, s. 323.

43) Mukaddime: C. I. s. 323-324.

44) Mukaddime: C. I, s. 463.

45) HASSANÜmit: age, s. 212.

46) Mukaddime:C. I, s. 351-354.

47) Mukaddime:C. I, s. 394.

 

1      2      3      4      5      6