...................
...................
DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK. İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ...   -12
Yılmaz Berberoğlu
20 Haziran 2004
                         
...................
 
...................

Tıghujjqo
22.12.2005

Sayın Psıne

Dönüşün bir başka önemli misyonu ise anayurt kültürünün diasporaya, diaspora kültürünün anayurda ulaşmasını sağlayacak faaliyetler olmalı, her iki tarafta yaşayan insanlar birbirinin yaşantısı hakkında doğru bilgilendirilmelidir. (Besmele ile içki içiyorlar, din nedir bilmiyorlar, hepsi Ruslaşmışlar vs. gibi oradan buraya pompalanan demoralize edici bilgiler engellenmeli, aynı şekilde buradan oraya giden insanların da o toplumun değer yargıları üzerine ahkam kesmemeleri gerektiği iyice anlatılmalıdır.) Yukarıda yazdıklarınıza katılmakla beraber nasıl, diye sorsam sizi kırmış olur muyum?

Saygılar.
 

Lhepserko Tarık
22.12.2005

Sayın Yıldız,

Hakikatten de sözün bittiği yere geldik. Bakalım dönüş sorunu; masaya yatırılıp, tartışılıp yeniden el ele tutulup harekete geçilecek mi? Evet, haklısınız; bu aşamada görevli, yetkili kurumların ne söyleyeceklerini görmek gerekir. Benim için konu kapanmıştır. Bu güzel sohbet için içtenlikle teşekkür ediyorum size.

Sayın Sebatnik,

Yanılıyorsun ama bunu kanıtlama olanağım yok. Onun için fazla bir şey söylemek istemiyorum.

Saygılarımla.

 

Psıne
23.12.2005

Sayın Dığujko,

Bu konu benim en dertli olduğum konu, aslında sayfalarca yazabilirim size, fakat kısa kısa ipuçları vermeye çalışayım. Aradan geçen zaman içerisinde iki toplum arasında doğal olarak bir farklılaşma meydana geldi. Bugün o farklılığı minimize etmek ve birbirimize güç vererek parçalanmış kültürümüzü birleştirmek zorundayız. Anayurtta 80 yıldır gelişen dinamik bir kültür var, biz ise bir tarihte oradan getirdiğimizi olduğu şekli ile muhafaza edegelmişiz.

Şimdi bizim geleneksel kabile mantığımız ile onların sürece paralel gelişmiş toplum yapısının aynı olmasını bekleyebilir miyiz? Yaşayan tüm nesilleri komünizm içerisinde yetişmiş bir cemiyete "onlar din nedir bilmiyorlar, namaz kılmıyorlar, sofralarından içki eksik olmuyor, kadınlar çok serbest hareket ediyorlar vs. vs" diyerek yargılamaya kalkarsak yakışık alır mı? Gezip, dolaşıp geldikten sonra orası şöyle yoksul, böyle tehlikeli, evleri de küçücük, doğru dürüst iş, güç yok mafya var, vs vs dersek bu dürüstlükle, halkına sevgi ile bağdaşır mı? Farklı olduğumuz her konuda onları kendimize uydurmaya çalışırsak, gelip burada bire bin katarak her şeyi kötü gösterirsek bunda iyiniyet aranabilir mi? Kaldı ki, külliyen olumsuz olsa dahi orası bizim vatanımız, reddedip sırtımızı dönebilir miyiz?

Ben her yanlışa da gözümüzü kapatıp kabul edelim demiyorum ama bunlar zaman içerisinde kendiliğinden ortadan kalkacak sorunlardır. Bu tür farklılıkların nedenlerinin usulü ile cemiyete anlatılması başka şey, moral bozucu propaganda şeklinde yayılması başka şey. Bunlar insanların moralini bozmadı mı, gözlerini yıldırmadı mı, heyecanlarını sıfırlamadı mı?

Saygılarımla.

 

TseyVolkan
23.12.2005

Merhaba,

Bu bölümde sorularıyla ve yanıt arayışlarıyla bizlere farklı yerlerden bakabilme olanağı sağlayan tüm katılımcılara çok teşekkür ederim. Bu örnek söyleşiden dolayı tüm içtenliğimle kutlarım. Bu tür iletişimleri görmek, halklarımıza olan güvenimizi, umudumuzu tazelemekte.

Sevgilerimle, saygılarımla.

 

Burcu Erdoğan
23.12.2005

Önemli olan anavatana dönmek değil, olduğun yerde anavatanını yaşatabilmek Afrika, Antarktika fark etmez. Çerkes her yerde Çerkes'dir. Yeter ki yüreği güçlü olsun. Değerlerini her yerde yaşatır.

 

Necdet Hatam
24.12.2005

Sayın Erdoğan,

Yıllardır anlatamadığımız şey bu işte. Size katılıyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde anavatanı yaşatabilecek kadar yüreği güçlü olanların anavatana dönmesine gerçekten gerek yok. Bizim çağrımız bizler gibi yüreği güçsüzlere, Afrika'da, Antarktika'da anavatanını yaşatamayacak kadar güçsüz olanlara. Anavatanda olmaz, halkı ile birlikte olmazsa dilini yaşatamayacağını sananlara. Bir kültürün bir başına yaşatılamayacağı yanlış kanısına kapılanlara...
.

Tıghujjqo
24.12.2005

Sayın Psıne teşekkürler, Konuyu getirdiğiniz bağlam çok önemli. Bütün yazdıklarınıza katılıyorum. Bu kadar olur tekrar teşekkürler.

Teşekkürler.


Lhepserko Tarık
25.12.2005

Sayın Yıldız,

Size soru sormak ve sizden cevap almak hoşuma gitti doğrusu. :-) Size iki sorum daha olacak. Bu sayfanın sunduğu olanaklar çerçevesinde cevaplarsanız sevinirim.

Birincisi, anavatana dönenlerin veya anavatanla ilgilenenlerin yaklaşımlarıyla ilgili. Sizin de bir biçimiyle eleştirdiğiniz bir yaklaşım. Özetlemek gerekirse: "Anavatana, oradaki insanlarımıza, onların yaşam biçimine yönelik dozu aşan eleştirilerin yapılması, hatta oradaki insanlarımızın buradan yargılanmaya kalkılması gibi bir durum var. Anavatana dönmek yerine, kendi politikalarımızı oraya taşıyoruz" demiştiniz. Yine aynı günlerde Kaf-Fed'in internette yayınladığı bir yazı var. Sayın İbrahim Yağan'ın Nalçik olaylarını değerlendirdiği yazı. Sayın Yağan "oraya giden insanlarımızın gezilmeye değer yörelerimizi gezip-gördüklerini, yiyip-içtiklerini ama gördükleri birçok olumsuzluğa gözlerini kapadıklarını, bunların olumlu-yapıcı bir tarzda eleştirilmesi gerektiğini" söylüyor.

Son birkaç gündür Konsey'in ve Vakıf’ın yayınlarına, yazılarına göz atıyorum. Onlar da anavatan ile kendi açılarından bir bağ kurmaya çalışıyorlar. Kendi çizdikleri çerçevede ama yapıyorlar bir şeyler işte. Heyetler gidip geliyor, konferanslar düzenleniyor, uluslararası ilişkiler kurulmaya çalışılıyor vs. Herhalde dönüş ile ilgili çalışmalara, RF ile ilişkilere "zarar" veren faaliyetler derken bunları -da- kastediyorsunuz. Yoksa yanılıyor muyum? Ancak, şimdi ortada söyle bir sorun var (Sayın Hatam’da bu haftaki köşe yazısında bu tür söylemlerin İsrail, Suriye ve Ürdün'den ziyade Türkiye'de gündemde olduğunu vurgulamış). Aslında biz Türkiye'de hakikaten çok "Türkiyelileşmiş"iz. Yani asimile olmuşuz. (Bu arada asimile olmayı dili veya kültürü unutma anlamında kullanmadığımı belirteyim. Bir insan bunları çok iyi bilerek de asimile olabilir. Kendi ulusuna hizmet etmeyerek, başka ulusların veya ülkelerin çıkarlarını kendi halkının veya ülkesinin çıkarlarından, bilerek veya bilmeyerek, daha önde tutarak...) Dolayısıyla ulusal bilinç daha çok "aydınların" arasında şu veya bu oranda tutunabilmiş.

Bunlarsa biraz başka bir açıdan "Türkiyelileşen", daha politize insanlar. Durum böyle olunca, anavatanımızla şu veya bu biçimde ilgilenen insanların bu faaliyetlerine inançlarının, düşüncelerinin yön vermesi doğal değil mi? Bu insanları anavatan veya ulusal sorunlar söz konusu olduğunda düşüncelerinden veya inançlarından soyundurabilmek mümkün mü? Değilse ve hele sayın Yağan'ın insanlarımızı anavatanla öyle yüzeysel değil daha ciddi ilgilenmeye çağırması söz konusu iken, olası kimi zararları engellemek veya en aza indirmek için, daha başka önlemlerin alınması gerekmez mi?

Anavatana Türkiyeli Çerkeslerin bu durumunu daha iyi anlatmak, Türkiye'de daha yoğun bir eğitim ve propaganda ağı kurmak ve hatta Konsey'i ve Vakıf gibi örgütlenmeleri bizimle daha sıkı işbirliğine zorlamak gibi...


İkincisi; dönüşün duraklamasında veya yavaşlamasında bu gibi faaliyetlerin veya olumsuz propagandanın etkisini biraz abartmıyor musunuz acaba? Öyle ya, çevremizde yıllardır haklarında olmadık yalanlar söylenen, karalamalar yapılan ama yine de yıkılamayan hatta sarsılamayan örgütlenmeler var. Bu, aslında gerçek sorunun tespiti anlamında önemli. Yani kendi kendime soruyorum, hiçbir olumsuz propaganda olmasaydı dahi dönüş yine de ivme kaybetmeyecek miydi? Sayın Atcı, Size de bir sorum var: Mümkünse, yine bu sitenin elverdiği sınırlar çerçevesinde, Federasyonun Dönüş Komisyonu'nun çalışmaları konusunda biraz bilgi vermeniz mümkün mü? Şimdiye kadar neler yapıldı mesela veya önümüzdeki dönemde neler yapılması planlanıyor? Bir başka sorum da herkese:

Sayın Hatam "Türkiyelilik Çemberini Kırmak"tan söz etti. Aslında bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum ve soruyorum: Siz ne anlıyorsunuz Türkiyeli olmaktan? Nasıl bir çemberdir bu çember ve nasıl kırılır? Sevgili a-e, Özellikle sizin bu konudaki deneyimleriniz nasıl oldu? Elbette durumlarımız epey farklı ama sizin de bir diasporanız vardı/var. Sizin insanlarınız da yaşadıkları ülkelerde şu veya bu "çemberin" içindeydiler veya kimisi hala içerisindeler. Sizin deneyimleriniz, karşılaştığınız zorluklar neler, bunları nasıl aştınız/aşıyorsunuz?

Herkese şimdiden teşekkürler ve saygılar.
 

Bülent Atcı
26.12.2005

Sayın LEPSERKO,

Dönüş Komisyonu'nun geçtiğimiz dönem çalışmaları hakkında en geniş bilgiyi ŞAMİL JANE'DEN alabilirsiniz. Size sevindirici bir haber; bu haftaki KAF-FED YK toplantısında Dönüş Komisyonu'muzun çalışması sonucu bir ilimizden, beş aile dönüş kararı aldıklarını ve içlerinden iki temsilci seçtiklerini, o temsilcilerin gözlemci olarak anavatana göndereceklerini, gözlem raporundan sonra beş aile kesin dönüş yapacaklarını bildiren bir dilekçe geldi. Bizde o iki temsilciyi finanse edeceğimizi memnuniyetle karar aldık. Değerli arkadaşlar kurumlarımızı daha aktif hale getirmek için talepte bulunmalıyız. Komitelerde görev almalıyız. Düşünce ve taleplerimizi yazılı olarak ilgili kurum veya komisyonlarımıza yazılı ileterek yardımcı olmalıyız. KAF-FED ve komisyonlar ile ilgili geniş bilgi KAF-FED web sitesinde en kısa zamanda yayınlanacaktır.

Wuzınsheke
 

Psıne
26.12.2005

Sayın Tarık Lhepserıko,

Bilgisayarımda bir sorun nedeni ile oldukça gecikmeli bir cevap oldu, kusuruma bakmayın. Siz sordukça ben de cevaben şahsi görüşümü yazıyorum. Aslında bu konuda en doyurucu cevabı sayın HATAM'dan alabilirsiniz ama muhtemelen resmi sıfatı onu sınırlıyor olabilir. O nedenle siz yine benim kişisel kanaatlerimle idare edeceksiniz artık. :)

Siz de takdir edersiniz ki, eleştiri ile olumsuz propaganda arasındaki çizgi çok incedir. Benim kastettiğim şey; eleştiri olarak tanımlanamayacak, planlı programlı ve organize propagandadır. Şöyle bir düşünün; buradan anayurduna dönmesi beklenen bir büyük kitle varken ve bu cemiyet ilk kez ciddi şekilde dönüş konusunu gündemine almışken, karşı taraf dönüş için gücü oranında imkanlarını tahsis etmiş, parlamentolarında yasalar çıkartmışken, başlatılan karalama kampanyalarının altında, sorumsuzluk ve anlayışsızlık yoksa ne vardır?

Aralıksız Kafkasya aleyhine yayınlar yapmanın, aralıksız o toprakları cehennem gibi yansıtmanın, aralıksız oradaki huzursuzluk nedenlerini kaşımanın, çelişkileri derinleştirmenin iyi niyetli bir açıklaması olabilir mi? Halkınızın dönmesi beklenen ülkelerin yönetimlerine aralıksız küfretmenin, o iktidarları devireceğini kendi anlayışına uygun idareler kuracağını bağıra bağıra (üstelik hiçbir şey yapamayacağını bile bile) propaganda etmenin özel bir maksadı olabilir mi? Bana söyleyebilir misiniz, Kafkasya üzerine politika yapan, Kafkasya’da yaşayan birisinin buraya getirilmesi ve televizyon televizyon, dernek dernek gezdirilerek propaganda yaptırılması hangi iyi niyetle bağdaştırılabilir? Buradan Kafkasya'nın hangi sorunu çözülebilir? Acaba amaç Kafkasya'da partner arayanlara bir sunum yapmak mıydı dersiniz?

Bunun gibi yüzlercesini sayabiliriz sayın Lhepserıko. Yinede biz olaya iyimser gözle bakalım. Bütün bunları, bir kesim farklı düşünen aydınımızın, kendi örgütlülükleri vasıtasıyla mensubu oldukları halkın sorunlarına getirdikleri eleştiriler olarak alalım. Peki söyleyebilir misiniz; önünde tarihinin en kritik dönemeci olan, parçalarını bir araya getirme, yeniden millet olma şansını yakalamış bir halkın, tam da bu noktada iken umudunu şevkini heyecanını paramparça etmemek gerekmez mi? Böylesine hassas bir konuda sorumlu davranmak gerekmez mi? Cevabınız evet ise; bu sorumluluğu göstermeyenlerin iyi niyetlerinden şüphe etmek gerekmez mi ? Yok eğer iyi niyetli, fakat bu konuda hatalı olduklarını söylüyorsanız, böylesi bir hassasiyetin farkında olmayanların halka politika dikte etmeleri sizce doğru mudur? Sayın İbrahim Yağan kendi söyleyemediklerini buradan gidenlerin söylemesini istiyor olabilir.

Buradan on günlük turistik vize ile gezmeye gitmiş insanların orada devrim yapmalarını mı bekliyor acaba?

Bizim kurumlarımızın oradaki politikaya müdahil olmasını bekleyenler, diasporanın gücünü oralardaki yönetimlere karşı bir baskı unsuru olarak kullanmak isteyenlerdir. Bu yöntem her durumda bu ters teper ve hataların sonuçlarına da tüm cemiyet katlanır. Vatandaşlık yasalarının güçleştirilmesi gibi, dönüş yasalarının federal yasalarla çeliştiği öne sürülerek kaldırılması gibi, çifte vatandaşlık kanununun söz konusu bile edilmemesi gibi, vize, gümrük, pasaport işlemlerinde ve her türlü ticari faaliyetlerde işlerin güçleştirilmesi gibi... O nedenle bizim kurumlarımız buradan oraya politika dayatamazlar. Dayatmamalıdırlar.

Bizim kurumlarımızın, aydınlarımızın asli görevi bağlarımızı güçlendirmek, aramızdaki çelişkileri sorunları sıkıntıları minimize etmeye çalışmaktır. Mümkün olduğunca insanımızın dönebilmesine imkan hazırlamaktır bence. Konsey’in, Vakıf'ın heyetler gönderdiğinden bahsediyorsunuz. Hazır heyetlerini gönderirlerken federasyonun söylemesini istedikleri şeyleri kendileri orada dillendirsinler de bir görelim.

İkinci sorunuz için: Ben dönüşün olumsuz propaganda nedeni ile durduğunu, dibe vurduğunu söylemiyorum. Dönüş düşüncesinin başarısız olmasının pek çok farklı nedeni var tabii. Bunlardan birisi olan olumsuz propagandanın, dönüş düşüncesine inancı zedelediğini anavatana ilgiyi azalttığını, dönüşü kurtuluş olarak görenlerin sayısını azalttığını, geleceğini orada planlayan insanların umudunu kırdığını, Hazar'dan Karadeniz’e gibi imkansız düşlerin peşine taktığını söyledim. Olumsuz propaganda, sorunları aklıselim ile ele almayı önlüyor sayın Lhepserıko, arada güven oluşmasını önlüyor. El ele tutuşmasını, bir bütün olmasını beklediğiniz iki kesimin arasında güvensizlik oluşmasından daha büyük bir darbe de olamaz zaten. Bu konu başka yerlerde de tartışıldı. Dönüş dediğiniz şey politik ve stratejik açıdan Türkiye’nin aleyhinedir, Rusya'nın aleyhinedir, komşumuz olan diğer halkların aleyhinedir. Bu kadar muhalifi olan bir hareketin gerçekleşmemesi için bizim insanlarımızın ekstra çabasına gerek yok zaten. Güç ile gerçekleşmesi imkansız politikalar ile akıldışı önermeler ile başarıya ulaşmanın imkanı olmadığına göre, en azından olabilir imkanları tepmeyelim.

İnsanların inançları olur, insanların politik görüşleri olur, insanların farklı düşünceleri ve algılayış biçimleri olur. O insanlar ki, kendi anayurtlarında demografik bir tehdit, kültürel bir tehdit, politik bir tehdit ile karşı karşıya kalmadan yaşayabilecek güce sahiplerse; kısacası o toplumun geleceği risk altında değilse, bireylerinin mücadele için istedikleri sorunu öne alma hakları vardır. Bizim yok böyle bir lüksümüz. Eğer bu hakikat orta yerde dururken millet olma meselesinin önüne başka başka öncelikler konuluyorsa bu inanç olsun, bu politik görüş olsun, bu kişisel menfaat olsun, her ne olursa olsun yanlıştır bence. Şuna samimiyetle inanıyorum ben: Bir Çerkes'in Green Peace üyesi olma lüksü yoktur.

Saygılarımla.
 

Guğoj Sami
27.12.2005

Sayın E.Yıldız,

Dönüş ve K.Kafkasya ile ilgili yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Sanırım bu konuda diğer katılımcılarda aynı ilgiyle yazılarınızı takip ediyorlardır. Anavatanla ilgili tespitleriniz mükemmel, dönüş ile ilgili görüşleriniz mükemmel. Aynen katılıyorum. Eşimin Abhazyalı olması ve akrabalık ilişkilerimden dolayı zaman zaman kısa aralıklarla da olsa gidip geliyorum. Bahsettiğiniz olumsuz propagandaları hem de orada yapanlar maalesef oluyor. Görüşlerinize her zaman ihtiyacımız var.

Başarılı çalışmalar.
Maf Nıbjeuğxer
 

Lhepserko T.
27.12.2005

Merhaba Sayın Yıldız,

Yazdığım yazıyı ve sorduğum soruları gönderdikten sonra tekrar okuduğumda, içimden "inşallah anlamıştır" demiştim ama yanıt umduğumdan da güzel. Teşekkürler. Bir nokta var ki, biraz daha açarsanız sevinirim. "Dönüş dediğiniz şey politik ve stratejik açıdan Türkiye'nin aleyhinedir, Rusya’nın aleyhinedir, komşumuz olan diğer halkların aleyhinedir" demişsiniz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız? Dönüş Hareketi, neden bu ülkelerin ve komşu halkların aleyhinedir? Kimdir bu halklar? Bir başka sorum; Konsey, dönüşe karşı mi? Niye karşı? Bir başka sorum da, sayın Hatam’ın "Türkiyelilik çemberini kırmak gerekir" sözünü siz nasıl anlıyorsunuz? Bir Çerkes’in Greeen Peace üyesi olma lüksü yoktur, deyişinizi bu çerçevede ele almak mümkün mü?

Sayın Atcı,

Dönüş Komisyonu’nun kendi bütçesi var mı? Dönecek ailelere ben de karınca kararınca destek olmak istesem bunu nereye ulaştırmam gerekir? Daha kitlesel dönüşlerin gerçekleşmesi umudu ve istemiyle,

Sevgiler, saygılar.
 

Bülent Atcı
27.12.2005

Sayın Lepserıko Tarık,

Öncelikle ilginize teşekkür ederim. Dönüş ile ilgili bütçe benim mali komisyonda olmam nedeni ile benimle ilgili olduğu için size cevap verebilirim. KAF-FED'in gelirlerinin bir kısmını Dönüş Komisyonu'na bir fon olarak ayrılması kararını aldık. Size ulaşabileceğim tel veya mail adresinizi verirseniz katılım konusunda yardımcı olurum.

Teşekkürler.
 

Psıne
27.12.2005

Sayın Lhepserıko,

Ben dönüşün ciddi manada bir hareket haline gelmesinin bir önceki mesajımda saydığım unsurlardan hiç birisinin menfaatine olmadığını düşünüyorum. Eğer dönüş hareketi bir başarı kazanır, anayurdumuzda asli belirleyici unsur haline gelirsek bu;

a) Rusya için kontrolü güçleşmiş bir ortak demektir en basit manası ile.
b) Türkiye için, o bölgede kendi kontrolünde oluşturmak istediği yapının tehlikeye girmesi yanı sıra bölgedeki Türki halkların da menfaatine olmayan bir oluşum demektir.
c) Anayurtta güçlü yönetimlerin varlığı diaspora da kalanların da güçlenmesini sağlar. Bu Türkiye için asimile edilmesi güçleşmiş etnik unsur demektir. Rusya için, bölge ile ilgilenen dış etkilere de açık tehdit unsuru demektir. Son aşamada; iyi organize olmuş böylesi bir örgütlenme, her iki ülke için ciddi manada uluslararası lobi ve baskı unsuru demektir. Hiç kimse uzun vadede başına dert olacak böylesi bir yapının oluşmasına bilerek katkı sağlamaz. En yumuşak ifade ile böyledir.

“Bir başka sorum; Konsey, dönüşe karşı mi? Niye karşı?“ diyorsunuz. “Niye karşı?” sorunuzdan dönüşün konseye karşı olduğunu düşündüğünüz sonucu çıkıyor zaten, dolayısıyla bana tekrar sormanızın bir anlamı kalmıyor. Fakat ben konseyin dönüşe taraf olduğunu, savunduğunu, bu yönde çalışmaları olduğunu hiç duymadım, hiç bir yerde okumadım, dolayısıyla ben de karşı olduklarını düşünüyorum. Öte yandan son dönemde konseyin de görüşlerinde bir yumuşama, değişme olması ihtimali uzak değil. Fakat yine de kendilerinin ne söylediklerine, ne yaptıklarına bakmak gerek, özellikle de son gelişmelerden sonra.

Benim şahsi fikrimce, konseyin politikalarına bakarak Türkiye’nin Kafkasya politikasını görebilirsiniz.

Sayın Hatam’ın “Türkiyelilik çemberini kırmak” sözünden şunu anlıyorum: İlelebet Türkiye'de yaşayıp Kafkasyalı gibi davranamazsınız. Bizler kendimizi gerçekten Adige gibi hissediyorsak önceliklerimizin en başına Kafkasya oturmalıdır, Kafkasya’nın sorunları oturmalıdır. Politikalarımız söylemlerimiz, eylemlerimiz örtüşmeli ve halkımızın gerçeğine uygun olmalıdır. En öz ifade ile iki aidiyetin arasında bocalayarak, gidip gelerek yıllarımızı kaybedemeyiz.

Ben sayın Hatam’ın sözlerinden bunu anlıyorum kısaca ifade edersem, bu mana da bütün söylediklerine de katılıyorum. Çemberi kırmak gerektiğinde herkes hemfikir zaten. Biz asıl çemberin kırılamama nedenlerine kafa yoralım, çemberin nasıl kırılacağı üzerine kafa yoralım.

Saygılarımla
.
 

Semra Ademey
28.12.2005

Maf,

Bu gün dünyanın neresinde olursa olsun azınlıkta olan bir halkın varlığını koruması mümkün değil. Nesilden nesile çözülecek ve sonunda kaybolacak. Bu gün babam Çerkes'miş diyen eğitimli insanlar var. Komik değil mi? Maalesef bunu diyen çözülmekle kalmamış un ufak olmuş demektir. Yine Çerkeslik ile ilgili iki laf ettiğinizde “aman canım Çerkeslik mi kalmış?” diyen var.

Şimdi bu soruyu sorana ne anlatılır. Çerkeslik evdeki şeker, un, tuz gibi bir şey onun için. Git de yenisini al deme şansı var mı? Şahsen ben tek kelime dahi konuşmaya değer görmem ve konuşmam. Bunlardan yola çıkarak ben bir Adige'yim ve neslimi devam ettirmek Adige kalmak istiyorum diyebilmek için tek yol var oda dönüş. Ben bir vatandaş olarak nasıl olur, ne şekilde olur, Türkiye, Rusya, Kuzey Kafkasya üçgeninde neler yapılabilir bilemem. İşin sorumluları o noktada gerekli olanları ben ve benim gibi düşünenler için zaten yapar. Benim için yani vatandaş için önemli olan şey aynı düşünceyi taşıyabilen diğer vatandaşlar ile yola çıkabilmektir. Ben anavatana giderim orada çok daha derin bir şekilde xhabze beklediğim için değil, anavatanım olduğu için giderim. İşin özü bu.

Diasporada Çerkes olarak yaşadık ve çevre kültürlerden etkilendik tıpkı Kafkasya’nın da etkilendiği gibi. Ben bunları bilerek giderim. Diaspora Çerkesliğini Kafkasya da yaratmak için değil, Kafkasya’da ki şartlara uyarak, saygı duyarak yaşamak için giderim. Ben Kafkasya’ya giderim “törenlerde kadeh kaldırıyorlar “demek için değil, bende onlarla birlikte kadeh kaldırmak için giderim. Ben Kafkasya’ya giderim rahatça ekmek elden su gölden yaşamak için değil, emek vererek üretime katkıda bulunabilmek için giderim... Kısaca gelecekte Kafkasya’da da her şeyi kaybedebilirim. Dili, kültürü, aklınıza gelen her şeyi ama kaybetmeyeceğim ve sürekliliğini sağlayabileceğim bir şeyim olacak oda benim ırkıma ait bir vatanım. Eğer bu noktayı algılayabiliyorsam birçok şeyi zaten aşmışım demektir.

Maxu Nıbjoghuxer
 

a-e
28.12.2005

Selamlar Sayın Lhepserko,

Bana sorduğunuz sorulara cevap vermeyi düşünüyorum fakat diğer taraftan da son yazılanları konu başlığına uyan raya oturmuş olan tartışmaların verimliliğini konunun başka bir tarafa kayarak düşürmek istemiyorum. Bildiğiniz gibi Ermeni fobisi başta olmak üzere bir çok fobi ülkemizde henüz aşılmış değildir ve burada Ermenilerin ve Kürtlerin propagandalarını yapıyorum diye mimlenmek sonucunda hedef olmak düşüncesi beni ürkütmese de düşündürüyor. Yine bir kaç arkadaşımızın bilinçsiz söylemleriyle siteye zarar vermemek adına yeni gerilimlere mahal vermemek adına yazamıyorum. Yazmak istediğim bir çok konuda ve yavaş yavaş sitenize olan bağımlılığımı her gün dozajını düşürerek azaltmaya çalışıyorum ve sitenize olan bağımlılığımdan kurtulmaya ve halkınız dahil halklara karşı olan ilgimi kendimde tüketmeye çabaladığım bir dönemdeyim.

Sorularınızı cevaplamadığım için hoş görünüze sığınır beni anlayışla karşılamanızı umarım.

Saygılar.
 

Lhepserko T.
29.12.2005

Selamlar,

Sayın Atcı, En kısa zamanda size ulaşacağım. Çalışmalarınızda başarılar. Sayın Ademey, o kadar yalın, o kadar sevecen yazıyorsunuz ki, sizi bu sayfada daha sık görmek yalnız beni değil tüm katılımcıları sevindirecektir herhalde. Dilinize sağlık! Sevgili a.e, Benim göremediğim bir noktayı gömüşsünüz. Aslında haklısınız. Süreç içerisinde kimi olumsuzlukları aşacağımızdan eminim. Aramızda olmana ve kalmana sevindiğimi bilmeni isterim...

Sayın Yıldız,

Sondan başlayayım: Türkiyelilik çemberi neden kırılamıyor? Uzatmamak için başlıklarla değinmek istiyorum. Akış içerisinde ayrıntılandırılabilir. Kırılamıyor çünkü: İdeolojik-politik net bir çizgimiz yok ya her kafadan bir ses çıkıyor ya da bir kafadan her yöne çekilebilecek sözler. Bu genel çizginin belirlenmesiyle bitmiyor iş. Bir de günlük gelişmelerin izlenip, bunların bizim açımızdan yorumlanmaları gerekir. Bu yapılmıyor. Bilgi akışı-çıkısı tek merkezden değil. Bunu yapacak organlarımız ya yok ya da güçsüz. Kendi özgücümüze güvenmiyoruz. Neyin ne olduğunu açık açık söylemiyoruz. Lafı eveleyip-geveliyoruz. Herkesi memnun etmeye çalışıyoruz. Sonuçta hiç birine de yaranamıyoruz. Doğrudan, cepheden tavır alamıyoruz...Gelecek tepkilerden çekiniyoruz. Halbuki bunu yaptığımızdaki kazancımız, tepkileri kat kat aşacak olumluluklar kazandıracak bize ama bunu göremiyoruz.

Sadece bu siteye bakın. Kafalar karmakarışık. Ne sağcısı doğru düzgün sağcı, ne solcusu doğru düzgün solcu (kimse üzerine alınmasın lütfen). Biri "Çerkes’im ama Türk’üm elhamdülilah" diyor. "Çerkes’im ama vatanım Türkiye", "Türkiye bize kucak açtı, ona minnet borcumuz var", "Türk değiliz ama azınlık da değiliz; bu ülkenin asli unsurlarındanız"... Hatta bizi temsil yetkisi olan büyüklerimiz bile benzeri çelişkili açıklamalar yapıyorlar. Bu yolla Türkiyelilik çemberini kırmak mümkün mü?

Bir büyüğümüz sormuştu:" Hani ulusal davamız için cezaevinde yatan bir insanımız var mı" diye. Biz hep böyle herkesle iyi geçinme derdine düşersek, tavırlarımıza hep bu kaygı yön verirse, haklarımız için açık mücadele içerisine girmez de demokrasi mücadelesi verenlerin bir adım gerisinde yürümeyi kendimize ilke edinirsek bizi niye cezaevine atsınlar? Delirmiş mi bunlar? Teorik netlik sağlanmadıkça, pratik adımlar atılmadıkça kırılmaz bu çember diye düşünüyorum. Öyle "O kitapta yazılmış, bu ansiklopedide ayrıntılar var, okuyun görün" dememeliyiz. Var mı dünyada yalnız kitabı anlatımlarla başarıya ulaşmış bir hareket? Niye yapıyor başkaları bu kadar gösteriyi, eylemi? Yasadışı olma, cezaevine girme sevdalısı mi bunlar? Bizi cezaevine atacaklarsa da söyleyebilmeliyiz doğrularımızı: Çerkes’iz. Türkiye'ye kendi isteğimizle gelmedik. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız ama Türk değiliz. Bir azınlık milliyetiz ve azınlık milliyet olarak uluslararası anlaşmalarla tanınan haklarımız var, bunları istiyorúz. Asimile olmayacağız! Dilimizi öğrenmek ve öğretmek istiyoruz. İsmimizi taşımak... Türkiye ne anavatanımızdır ne de ata vatanımız. Bizi yalnızca kendi çıkarları için Çarlık Rusya’sı ile pis bir anlaşma yaparak vatanımızdan çıkarmış, dört bir yana dağıtmış, en insani haklarımızı bile bizden esirgemiş, asimile etmiştir/etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Türk, Kürt, Arap, Çerkes vs. halkların devleti değil; Türk ulusunun bir avuç egemeninin devletidir. Başka hiçbir ulusun kendi ulusal kimliğiyle yaşama veya devlette yer alma şansı yoktur. "Şu veya bu milletvekili, asker veya bürokrat da Çerkes veya Laz değil mi" diyerek yapılan aldatmacalara kanmayın. Bunların hiçbirinin kökenleriyle bağları kalmamıştır. Türkleşmiştir bunlar. Eğer özlerine sahip çıksaydılar, buralara gelemezlerdi zaten. Türkiye'nin hiçbir örgütlenmesinde, sağcı da olsalar solcu da, yer almamalıyız. Ne Green Peace'inde, ne Hayvanları Koruma Örgütü'nde. Kendi kurumlarımızı oluşturmalı, kendi önceliklerimizi kendimiz belirlemeliyiz. Birileriyle dostluk-ittifak kuracaksak, buna da kendimiz karar vereceğiz. İsterlerse bizi bu düşüncelerimizden dolayı cezaevine atsınlar. Direneceğiz, direnmeliyiz. İçimize kapanmalı, içimize sineni içimizden atmalıyız. Fazla içice geçmişiz içinde yaşadığımız toplumla, farkımız kalmamış neredeyse. Onları, onların bizi sevdiğinden daha çok sevmişiz. Onlar için onlardan daha çok ölmüşüz.

Ayrışmalıyız... Ölen ölür kalan sağlar bizimdir! Bunca yıldır burada yaşıyoruz, tırnakla et gibi olmuşuz vs. diyenlerimize de aldanmamalıyız. Onlar kendilerine vicdan muhasebesi yaptıracak kimse kalmasın istiyorlar. Isterlerse bize ilkel desinler, milliyetçi desinler. Ki, zaten ezilen ulusların milliyetçiliği mubahtır! Anavatanımız Kuzey Kafkasya’dadır. Anavatanımıza dil uzatanın dilini, el uzatanın elini engellemeliyiz. Bizi ilgilendiren her konuda duyarlılık göstermeliyiz ve mümkün olan her yöntemle var olduğumuzu, taraf olduğumuzu hissettirmeliyiz... Yok olmak üzereyiz. Bunu durdurabilmenin, geleceğimizi garanti altına alabilmemizin tek yolunun anavatana dönüşten geçtiğini anlatabilmeliyiz insanlara. Dönmeliler veya dönenlere yardımcı olmalılar. Ki, dönenler kalanların da geleceklerinin garantisi olacaklardır. Ya örgütlerimiz bunları açık açık söyleyebilmeli ya da bunları açık açık söyleyecek örgütleri yaratmalıyız. Türkiyelilik çemberini kırabilmenin bilmem başka yolu var mı?

Saygılarımla

Not: Aslında Dönüş Hareketinin çevre ülkelerin ve halkların lehine mi, aleyhine mi olduğu sorunu benim için daha önemliydi. Hatta sayın Hatam, sizin söylediğinizin tam tersini söylediği için bu konuyu daha da açmak istiyordum ama yazı çok uzamasın diye bunu gelecek sefere bırakıyorum. Sormak istediğim çok şey var bu konuda...
 

Psıne
29.12.2005

Sayın Lhepserıko,

Mesajınızda belirttiğiniz görüşlerinize genel manada katılmakla birlikte bazılarını anlamada/yorumlamada nüans farklarımız olduğunu belirtmek isterim. Kısaca şunları söylemek isterim: Bize gereken ideolojik çizgi değildir sayın Lhepserıko, Bize gereken ULUSAL BİLİNÇ'tir. Eğer bir ulusun mensubu olma bilinci bizde oluşmuş, bu bilincin bize yüklediği sorumluluk hissi gelişmişse mücadelenin hedefi sapmaz, önceliği değişmez. Çünkü aidiyetimiz konusunda tereddütlerimiz yanılsamalarımız olmadığı sürece, politik /ideolojik anlamda hangi yönden gelirsek gelelim aynı noktaya çıkarız.

Solcu olalım, sağcı olalım, şeriatçı olalım ne olursak olalım, ulus olma mücadelesinin önüne bir başka öncelik koymadığımız sürece hedefimizi doğru tespit ederiz. Bu bölümü genişçe açmak istiyorum: Sözgelimi sol siyasetin halkların kardeşliği tanımı doğru ve güzel bir yaklaşımdır. Fakat kendi halkı yok olan bir kişi kalkıp bu politik tavır içerisinde başka halkların mücadelelerinin hamiliğine soyunamaz. Bu, kendi evi yanan adamın üç mahalle aşağıdaki yangına su yetiştirmesi gibi bir şeydir. Sözgelimi İslam inanışını politik yorumlarla hayata geçirmeye çalışan bir kişi ümmet mantığı ile hepimiz din kardeşiyiz, Tanrı katında eşitiz, farklılık takva iledir, İslam hakim olduğunda bu sorunlar çözülür vb. söylemlerle kendi kültürünün yok oluşuna çanak tutamaz.

Sözgelimi bizler bu vatanda hepimiz biriz, farklılığımızı ifade eder öne çıkartırsak bölünürüz, atalarımız birlikte mücadele ettiler, hepimiz kardeşiz, Türk hepimizin adıdır vb. safsatalarla kendi farklı kimliğinin yok oluşuna hizmet edemez. Ulusal bilinci ve aidiyet duygusu gelişmiş bireyler, bu safların hangisinde olurlarsa olsunlar, kendi kimliklerinin yok olduğu gerçeğini, kendi vatanlarının nüfus sorunu olduğu gerçeğini kendilerinin sürgün bir halkın bireyi olduğu gerçeğini ikinci plana atmazlar. Atamazlar. Sizin ifadenizle “ben Çerkes’im ama Türküm elhamdülillah” diyen kişinin sorunu ulusal bilinç eksikliğidir. Eğer cemiyetinizi oluşturan bireylerin kahir ekseriyeti bu tip bocalamalar içerisindeyse , ulusal bilinç oluşturmak sizin ele almanız gereken öncelikli sorunların başında olmalıdır. Eğer cemiyetiniz ulusal manada bir bilinç seviyesine ulaşmamışsa bu söylediğiniz tuhaf durumlar yaşanır, böylesi zaaflarınız olduğunu göre keskin çatışmalar yaratmak bir şey kazandırmaz, aksine daha fazla örselenmenize yol açar. “Doğrudan, cepheden tavır almak” diyorsunuz. “Teorik netlik sağlamak” diyorsunuz. Teorik anlamda net olmayı şöyle anlıyorum ben: Biz Çerkesiz. Üzerinde azınlık durumuna düştüğümüz bir vatana sahibiz. Sürülmüş ve günden güne yok olan, çoğunluğu başka ülkelerde sığıntı gibi yaşayan bir halka mensubuz. ...

Bu iki maddelik tanımlamanın sizi kapsadığını düşünüyorsanız, size yüklediği görevlerin de farkında olmalısınız. Nedir bu görevler ? Üzerinde azınlık durumuna düştüğümüz vatana sahip çıkmak, bu sorunun çözümüne katkı sağlamak. Sürülmüş bir halk olarak yaşadığınız topraklardan anayurdunuza geri dönmek, dönemiyorsanız dönebilecek insanlara, dönüşün hayata geçmesine katkı sağlamak, vatanınızda ayakta kalabilmek için üzerinize düşeni yapmaya çalışmak. Yok olan kültürünüze ve kimliğinize sahip çıkmak, bunun sorumluluğunu omuzlarında hissetmek. Kendisini yukarıdaki iki madde ile yapılan tarife ait hisseden ve bu aidiyetin getirdiği sorumlulukların farkında olan bireyleriniz çoğunlukta olduğunda doğrudan cephe alır, doğrudan mücadeleye girişirsiniz. Cemiyetinizde bu bilinç yokken kendi öz gücüne güvenerek doğrudan cephe almak, cephe açmak ancak örselenmenize yol açar. Kaldı ki, kültürel haklarınızı talep etmekten öte, doğrudan cephe açabileceğiniz bir mücadele alanınız da yoktur bu topraklar üzerinde.

“Biz Türk değiliz ama azınlık da değiliz” “Sistem bizi asimile etmeye çalışıyorsa da halk ile uzun yıllardır aynı kaderi paylaşıyoruz, bizim bu halk ile sorunumuz yok”, “Bizler mensubu olduğumuz kültürü yaşamak ve yaşatmak istiyoruz, bu bizim doğal hakkımızdır” Bu ifadeler doğru söylemlerdir bana göre. Bizler bu topraklara sizin de belirttiğiniz gibi pis bir işbirliği sonucu getirildik. Bu topraklara can döktük, kan döktük ve dolayısıyla da bu ülkeyi kuran unsurlardan birisiyiz. Bu tarif bizi diğerlerinden ayrı kılmaz, ayrılık anlamına gelmez veya burada kök salmamız gerektiği anlamına da gelmez. Sadece bize demokratik haklarımızı talep etmede güç verir, haklılık verir, bu haklar da varlığımızı biraz daha uzun sürdürebilmemizi sağlar . O nedenle bu haklarımızı mutlaka talep etmemiz ve geliştirmemiz gerekir, çünkü dönüş hareketinin tüm diasporayı Kafkasya’ya taşıyacağını düşünmek saflık olur. Dolayısıyla da buradaki haklarımızı talep etmek ve geliştirmek bizim için hayati önem taşır…

Ayrıca dönüş demek burada 150 yıllık tarihimizi ve haklarımızı silip atmak demek değildir. Fakat bizim çizgimiz şurada çok net olmalıdır. Hiçbir sorunumuz anayurdumuzun sorunundan öncelikli ve önemli olamaz. Biz kendimizi doğru tanımladığımız ve bu tanımlamanın üzerimize yüklediği sorumlulukların farkında olduğumuz sürece, sizin söylediğiniz şekilde kendi içine kapanmayı tüm mücadele alanlarından çekilmeyi gerektirecek bir durum yoktur. Bilinç ve aidiyetimiz konusundaki bocalamalarımızı çözdüğümüzde, zaten mücadelenin çizgisi her birey için kendiliğinden netleşecektir . Diasporada yok olduğumuz gerçeğini, anayurdumuzun nüfus sorunu olduğu gerçeğini, dolayısıyla bunun çözümü olarak dönüşün zorunlu olduğu gerçeğini tartışmaya bile gerek görmeyecektir hiç kimse. Bütün iş bireylerin yapabilecekleri oranda bu sorunların çözümüne katkı sağlamalarına kalacaktır.

Saygılarımla.

Not: Dönüşün kimin lehine, kimin aleyhine olduğu yaşanan ilk süreç ile kendini gösterdi zaten sayın Lhepserıko. Resmi hüviyeti olan insanların bu konuda "şunun lehine, şunun aleyhine" diyebileceğini sanmıyorum. Fakat dediğim gibi bu -lehine aleyhine- meselesi DÇB için yürütülen kampanyadan tutun, Kafkasya’ya din ağırlıklı yapılar örgütlemeye, bazı komşu halkların huzursuzluklarına ve bazı cumhuriyetler için özel yürütülen yıpratma kampanyalarına kadar uzar gider bu konu. Fakat burada tartışılabileceğini sanmıyorum.

 

Lhepserko Tarık
30.12.2005

Sayın Yıldız,

İki nokta var; daha doğrusu biri biriyle ilintili iki cümle var yazınızda. "Eğer bir ulusun mensubu olma bilinci bizde oluşmuş, bu bilincin bize yüklediği sorumluluk hissi gelişmişse...", "Eğer cemiyetiniz ulusal manada bir bilinç seviyesine ulaşmamışsa..." diye vurguladığınız, ama tüm yazınıza hakim olan ifade. Aslında benim de söylemeye çalıştığım, ulus olma kriterlerini taşımadığımız. Henüz anavatandayken başlayan uluslaşma sürecimiz, sürgün ile kesintiye uğramış. Bunun sonucunda anavatanda kalanlarımız başka, diasporadakiler başka bir gelişim seyri izlemiş.

Evet bir ulusun mensubu olma bilinci bizde yok ama bu bilinç kendiliğinden oluşmaz ki! Hele hele biz eğer tam manasıyla bir ulusal topluluk değilsek? Tüm söylediklerim aslında bir ulusal bilinç yaratabilmek için neler yapılmalıya örnekler: Kendini tanımlama, farklı olduğunun farkına varma, çıkarlarını belirleme ve bu çerçevede harekete geçme... Bu süreç bir bilinçlenme süreci, insanlarımızın nereye ait olmaları gerektiğine, bunun farkına varmalarına yarayacak bir süreç. Doğrudan cephe açmaktan kastim böyle net olabilmek, evelemeden gevelemeden konuşmak. Dahası sizin söylediklerinizden, bu ulusal bilincin nasıl oluşturulacağına yönelik cevap bulamıyorum. "Önce bilinçlenme sonra mücadele" gibi bir anlam çıkıyor ki (yanılıyorsam düzeltirsiniz), ben insanların mücadele ederek, pratiğin içerisinde bilinçlenebileceklerine inanıyorum. Keza sosyal kültürel faaliyetlerle de bir ulusal bilincin yaratılmasının, ortak bir ruhsal şekillenmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Böyle bir yöntem şimdiye kadar ki, bütün öğrendiklerimle çelişiyor.

Öyle ya, ekonomik ilişkiler, politik ilişkileri, politik ilişkiler de sosyal ve kültürel ilişkileri belirler diyor felsefe. Eğer politik ilişkileri belirleyebilecek bir açılım getiremezsek bir çekim merkezi haline de gelemeyiz herhalde. Böyle kalırsa da insanlarımızda ne "aidiyet" duygusu gelişir ne de bir ulusal bilinç. Bu duygunun, bu bilincin olmadığı yerde de ne dönüş gerçekleşir ne de demokratik haklar için mücadele. Sosyal kültürel faaliyetler yıllardır yapılıyor ama bunlarla bir adım ileri gidilebiyor mu? Bilinçlenme sağlanıyor mu? Nerede hata yapıyoruz diye düşünmek yerine "insanlarımız duyarsız, sorunlarına sahip çıkmıyorlar" diyor, insanlarımızı suçluyoruz. Affedersiniz ama Anadolu’da bir deyiş var: "Ne yaptın ki avucuma, ne süreyim yüzüne" diye. Bizimki biraz buna benziyor. Ne verdik ki ne istiyoruz? Bir soruyla özetleyeyim isterseniz yazımı ve bitireyim: Türkiyelilik çemberinin de kırılması anlamına gelecek bu ulusal bilinçlenme veya "aidiyet" duygusunun gelişmesi sizce hangi teorik ve pratik süreçlerden geçilerek sağlanabilir? Ben bir önceki yazımda aslında buna yanıt aramaya çalışmıştım...

"Lehte-aleyhte" sorusunu, aslında DÇB ile ilgili tartışmanın olduğu sayfada yazılan bir cümle sonrasında sorabilme cesareti bulmuştum. Bu sorunun aslında çok önemli olduğundan eminim ama siz bunun yerinin burası olmadığını söylüyorsanız, saygı duyar konuyu da kapatırım. (Diğer sayfalara bakıyorsunuzdur eminim. Tartışmaların altında yatan aslında bu soru ve inanın bunu zaten herkes tartışıyor. Umarım sorumlu insanlarımız da tartışıyordur...)
 

Psıne
31.12.2005

Sayın Lhepserıko,

Tartışmanın kendimizi tekrara dönüşmesini istemem, fakat bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, önceki yazıda vurgu yaptığım “ulusal bilinç eksikliği” bizim sorunlarımızın temelinde yatan nedendir. Zaten siz de doğrudan cephe açmak ifadenizi açarken aynı sorunu tespit ediyorsunuz. Bu manada tarif ettiğiniz “doğrudan cephe açma”ya hiçbir itirazım olamayacağını ve tamamına katıldığımı da belirtmek isterim. Ben sorunu cephe büyütme, perspektif genişletme olarak almış, dolayısıyla da insanlarımızı başka mücadelelere kaptırma tehlikesine dikkat çekmek istemiştim. Ulusal bilinç eksikliğimiz konusunda anlaştığımıza göre bu kısmı geçiyorum.

Ben sizin sorunuza cevap vermeye çalışayım: Ulusal bilinç veya aidiyet nasıl sağlanır ? Öncelikle aidiyet ile ulusal bilinç aynı şeyler değildir benim anladığıma göre. Aidiyet kendisini bir halka / ulusa mensup hissetmek, ‘ben buraya mensubum’ diyebilmektir en basit tanımı ile. Adı üzerinde bir histir; önce aile, sonraki aşamada ise cemiyet bu duyguyu güçlendirir veya zayıf kılar. Bilinç ise bu duygudan temellenen bakış açısının; hayatı yorumlamasıdır. Yani somut koşulları göz önünde bulundurarak politika üretme, yol ve yöntem önerme, karşılaştığı sorunları tarif etme/ulusal çıkarları temelinde değerlendirme yeteneği kazanmaktır bilinç. Özet tarif isterseniz: Kişinin olayları kendi milletinin menfaatlerine göre değerlendirmesidir. Bu bilincin nasıl yaratılacağı ise bilinmeyen bir şey değildir. Kendi değerlerine sahip çıkarak, Kendi halkının sorunlarına çözüm arayarak, Kendi toplumsal bünyesi içerisindeki hastalıkları tedavi ederek, Hayatın gerçeklerini kendi halkının gözü ile görerek, Kendi ulusal çıkarlarının farkında olarak,

Yukarıda saydığım ve çok daha fazla uzatılabilecek olan üç dört maddenin nasıl anlaşılacağında düğümlenmektedir her şey. Bizim için asıl sorun burada başlamaktadır. “Kendi değerlerine sahip çıkmak”... Bu ifadeyi sizin şikayetçi olduğunuz “kültürel sosyal faaliyetler” şeklinde anlayabileceğimiz gibi, çok daha ileri bir adım olan “tamamlanamamış uluslaşma sürecinin devam ettirilmesi” şeklinde de anlayabiliriz. Eğer ilk tarifteki gibi anlıyorsanız ona uygun faaliyet içerisinde olursunuz. İkinci tarifteki gibi anlıyorsanız ona uygun. Yol ve yöntem konusunda yapabileceğiniz tek şey cemiyetinizin bireylerine ikinci seçenekteki bakış açısını kazandırmaya çalışmaktır. Bu da kendi kültürünü,kendi tarihini,kendi değerler bütününü tanıtarak olur,orada kendi halkının üzerinde yaşadığı bir vatan olduğunu fark ettirerek olur. O vatandan kopup bu topraklara savrulmuş oradaki bütünün bir parçası olduğunu kafasına işleyerek olur,oradaki bütün ile ilişki kurmasını sağlayarak,kendisini oradaki var olanda buldurarak olur. Eğer ağırlıklı kesim bu anlayışa kavuşur,olaylara bu perspektiften bakılmaya başlanırsa, zaten hepimizin şikayetçi olduğu umursamazlık kendiliğinden kalkacaktır ortadan. Ciddi manada varlığını sürdürme sorunu olan bir toplumun bireyleri kültürel sosyal faaliyetlerle bu sorunu çözemeyeceklerini kendiliğinden göreceklerdir. O zaman,yolumuzu uzatanlar, yürüyüşümüzü engelleyenler birer birer tasfiye edileceklerdir kendiliğinden. Sorunu doğru tarif ettiğimizde, çözümü de doğru tarif etmeye başlayacağız. *

'Önce bilinçlenme, sonra mücadele' 'Bilinç mücadelenin içerisinde oluşur' Burada da bir nüans farkı var sayın Lhepserıko, mücadelenin aldığı biçim bilinci oluşturursa bu gün şikayetçi olduğunuz durum çıkar ortaya. Bilinç mücadeleyi oluşturursa ancak doğru hedefe ulaşma şansınız vardır. Bilinç algılamadır,olayları yorumlamadır, sorunu ve çözümü doğru tarif etme yetisidir. O nedenle bilinç ile oluşmuş,yönünü bulmuş bir mücadele tercih edilir. Çok fazla teorik detaylara girmek istemiyorum aslında. Yaşam önümüzde duruyor,bize düşen ise onu doğru tarif etmektir sadece. Bu arada; Halkımızın daha güzel ve estetik deyimleri vardır sayın Lhepserıko, Zips uzefe psıhxuer um-ğauf|ey (suyunu içtiğin dereyi kirletme) der bir sözümüz. Beslendiğiniz kaynağı kurutmayın şeklinde anlamakta bir sakınca var mı?

Sayın Lhepserıko, Uzunca bir tartışma/yazışma yaptık. Bu yazışmalar daha da uzayabilir ve günlerce devam edebilir, çünkü tartışılacak, konuşulacak pek çok sorunumuz var. Fakat buradaki konu başlığının dışına taşmamak adına şimdilik daha fazla detaylandırmadan bitirmekte yarar görüyorum. Sizinle bu güzel diyalogu sürdürmekten hoşnut olduğumu belirterek teşekkür etmek isterim. DÇB, konusunda da elbette söylenecek şeyler var. Dönüşü kimlerin istemeyeceği, ne için istemeyeceği konusunda da. Fakat bu tür konuların istismara açık ve amacından saptırılmaya müsait olması nedeni ile pek fazla bir verim alınabileceğini sanmıyorum. Diğer bölümleri de izliyor, okuyorum elbette.

Saygılarımla.
 

Harun Hajukua
27.01.2006

Değerli büyüğüm Necdet Hatam,

Ben İsviçre’de yaşayan bir Adige genciyim. 2000’de gezi amaçlı Adige Cumhuriyeti’ne gelebilmiştim, ancak işim dolayısı ile bir buçuk hafta kalabildim ve tabi ki bu kısa sürede oradaki durumu net göremedim. Ancak, Krasnodar’dan Adigey Cumhuriyeti’nin sınırından giriş yaparken ‘’Welcome to Adigean Land’’ yazısını okuyunca inanılmaz duygulandım. Bu duygu kelimelerle tarif edilemez ama tarif etmeye çalışayım. Hiç abartmıyorum, fakat bu duyguyu taşımayanlar bunu anlayamaz. Boğazım tıkandı mutluluğun verdiği bir hazla gözlerim doldu. Sanki ölmüştüm ve Cennet’ten içeri giriyordum. Hemen tüm tanıdıklara İsviçre’deki ve Türkiye’deki Türk olsun Çerkes olsun cepten mesaj attım. ''Adigelerin vatanından tüm dostlara selamlar''.

Belki bu duyguyu çok hacı olmayı isteyip de yıllar sonra Arabistan’a giden hacılar yaşamış olabilir. Kafkasya’ya dönüşü savunanlara engel olanlara, onların önünü tıkamaya çalışanlara bir kaç sorum olacak. Kafkasya’ya ticaret yapmaya giden Türklere, Kürtlere niye kimse bir şey demiyor da bir Çerkes anavatanına dönmeyi arzuladığında ve bunu çevresindeki insanlarla paylaştığında bu yanlış bir düşünce olarak algılanıyor. Sen dönmek istemiyorsan ve bulunduğum yerde ben mücadelemi sürdürürüm diyorsan amenna ve saddakna. Sana kim engel oluyor ki? Neyi savunuyorsun? Sana Türkiye’de dernek açma, faaliyet gösterme, mücadele etme diyen yok ki! Niçin geri dönüş fikrini baltalamaya gayret ediyorsun? Amacın ne? Aynı Çerkes Almanya’ya, Amerika’ya iş amacıyla gidip yerleşiyor, oradan bir yabancıyla evleniyor, derken çoluk çocuğa karışıyor, o çocuklar büyüyor ve onlarda yabancılarla evlenip yok olup gidiyorlar ama kimsenin Amerika’ya, Almanya’ya ya da başka bir yere gidip yerleşip orayı mesken tutan Çerkes’e bir şey demiyor, sorgulamıyor.

Yani Çerkes Kafkasya’ya gitmesinde, nereye giderse gitsin! Bu düşünce Adige milletine yapılan ihanettir, eğer bilinçli yapılıyorsa. Yok eğer kulaktan dolma yapılıyorsa gaflet ve dalalettir! Bu nasıl bir mantıktır? Kimse, kimseyi silah zoruyla götürmüyor ki! Sen kal. Senin gibi düşünenlerde kalsın ve mücadeleniz saygı görsün. Tabi ki lobiye de ihtiyaç var. Lakin ‘’kimse Kafkasya’ya gitmesin’’ demek dediğim gibi; ya gaflettir ya da İHANETTİR! Çerkeslerin bir kısmının da olsa dönmesini sağlayacak çalışmalara da köstek olmayalım Allah aşkına. Lütfen.

Allah aşkına diyorum! Bütün Adigeler Türkiye’den başka bir ülkeye yerleşmeyecek diye bir kural mı var! Avrupa’ya, Amerika’ya gidenlerde yanlış yapıyorlar o zaman, öyle ya Türkiye’yi bırakıp nereye gidiyorsun? Peki Almanya’ya yerleşmiş ve artık biz Almanya’nın bir parçasıyız Türkiye’ye dönmeyeceğiz diyen 1 buçuk milyon Türk’te vatan haini mi? Kimse bana onlar geri dönecek demesin Çünkü şu andaki yeni jenerasyonun çoğu Türkçe dahi bilmiyor. Dönüş fikrini başka işleri yokmuş gibi baltalamaya çalışanlar binlerce Ermeni’nin, Kürt’ün Kuzey Kafkasya’ya akın ettiğini, yerleşmeye çalıştığını, hatta Adige Cumhuriyeti’nde bir Kürt köyünün şu anda Kürt diliyle eğitim yapmaya bile başladığını bilmiyor mu?

Kimse herkesi Nuh’un gemisi gibi bir gemiye tıkıp Kafkasya’ya götürelim dediği yok. Fakat cumhuriyetlerimizdeki nüfusu lehimize çevirmek bizim kutsal görevimiz olmalı, hatta bu konuda aklıma uç fikirler bile geliyor. Mesela Kafkasya’da evlenmeyi teşvik edici yardım mahiyetinde ve her çocuk yapan Adige ailelerine yardım ve teşvik amaçlı bir kereye mahsusta olsa belli miktarda ekonomik yardım yapılması gibi. Şimdi bana soranlar olacak; ‘’İsviçre’de rahatın yerinde tabi, konuşuyorsun’’ falan. Şunu söyleyeyim. Vatandan ayrı geçen her geçen günüm benim için sadece zindan. Burada çoğunuzun yaşamadığı dünya zevklerini tattım ya da söyle söyleyeyim; çoğu Çerkes’in tek gaye edindiği rahat ve lüksü gördüm. Fakat bunları amaç edinmenin ne kadar boş olduğunu da anladım. Atalarımın yurduna dönmek hayatımdaki tek gayem. Benim derdim; oraya geldiğimde nasıl faydalı olabilirim. Zira Kafkasya’da havayla yaşanmıyor. Küçükte olsa ticaret yapmak, bunun için sermayeyi toparlamak ve tabi ki doğru insanlarla diyalogda bulunmak. Sayın büyüğüm, siz kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz. Şunu bilin ki; arkanızda fikirlerinizin samimiyetine ve mantıklılığına inanmış büyük bir gençlik kitlesi var ve bu kitle büyüyor. Ben kendi bölgemden 1000’den fazla genç getirebilirim. Fakat buna büyüklerimizin maddi destek olması gerekiyor. Artık nasıl dönülürü tartışalım.

Saygılarımla.


A.ypşaşe
28.01.2006

Maf sayın Harun,

Çok güzel duygularla içten anlatmışsınız anavatan ziyaretinizi, harika duygularınızı bize de aktarmanız paylaşmanız çok güzel. Dönüş fikrini baltalamaya çalışan ya da garipseyenler konusunda da yerden göğe kadar haklısınız. Sanırım bunun izahı ancak şöyle yapılabilir: Bir insan olarak düşünün tek bir birey onun hayattaki duruşu nerede, ne yapar, ne durumda yaşar ve bu yaşadıkları ona ne katkı sağlar? O ne katar bunlara. Alışverişi nasıldır, çevreyle yapısı kişiliği en önemlisi şartları nedir? Onun her şeyinde etkili olan hayatın, ona sunduğu ya da eksik bıraktığı şartları açarsak sosyal ve ekonomik şartlar sizin sözünü ettiğiniz garipseyen veya ‘’aman o nasıl fikir’’ diye dehşete kapılan, yani ürken korkan kısım o an bulunduğu konuma tırnaklarıyla zorlayarak gelmiştir.

Mekan değiştirdiğinde şu an sürdüğü tatlı hayatı yitireceğinden korkan ya da burası, orası fark eder mi diyecek kadar anavatanının olduğundan ve oraya dönmenin onun için çok da önemli olmadığı kısım ya da kesim diyelim. Aslında insanların alıştığı yerden kopması, çevresinden koparılması tabi ki zor hatta birçokları için mümkün olmayan, asla olmaz, denilen bir durum ve belirli bir yaşı geçmiş insanlar için bazen tasavvur dahi edilemeyecek şey. Ev değil, mahalle, semt değil, şehir değil, ülke değiştirmekten söz ediyoruz. Bu herkes için her şey için söz konusu insan hayatında. Bütün bu saydıklarımızı her şeyi göz önüne alarak bakarsak durum böyle. Ancak işte ''insan isterse diye'' bir cümle geliyor hemen aklımıza. İstemek, evet bir şeyin olmasını istemek lazım. İnanmak lazım. Bunu bütün kalbinle istemek diyebiliriz, artı inanmak. Başaracağına bakın gördünüz mü bunlarda çok basit kaldı hem de çok basit. Evet atalarımızın bin bir zahmetle, çileyle geldiği o yolları geri göze almak için hiç hesapsız, gözü kara, yürekten bağlı, yürek demişken çok cesur, çok yürekli ve aşık olmak lazım. Aşık memleketine vatanına, öz vatanına, anavatanına, insanına aşk duymak sevgi duymak lazım. Bizi bekleyenin sadece toprak değil, yürekler olduğunu görecek gönül gözü lazım. En önemlisi bu aşk ile harekete geçmek için; amiyane tabirle, mangal gibi yürek lazım. Dönüş sürecinde bu yürekliliği gösterenlere bunu vefa borcu bilenlere ne mutlu. Saygıyla eğiliyorum önlerinde.

Saygılarımla, hoşçakalın, yürekli kalın.

 

Hudij
12.02.2006

Ben şu anda Moskova’ya yakın bir bölgedeyim. 6 aydır burada gördüklerim yaşadıklarım dönüş hakkında bana yeterince bilgi verdi. Ayrıca bana kimse dönüş hakkında bir şeyler empoze etmeye kalkmasın. Benim gördüklerim bana yeterince bilgi verdi, Çeçen ve Asetinlerle tanıştım. Bunları kimseyi zan altında bırakmak için yazmadım. Arkadaşlarla sonuçta tanıştık duyduklarım ve gördüklerimden sonra ben bu arkadaşlara Çerkes olduğumu söyleyemedim. Yani Türkiye’deyken sanki buralarda yaşayanlar hayalimdeki gibi tam manasıyla asimle olmamış insanlarmış gibi geliyordu. İnanın bizden çok daha kötü durumdalar, ha Maykop ve diğer bölgeler nasıldır bilemem. Benim gördüğüm Ruslardan hiçte farkları kalmamış. Ben sandım ki tanışınca evlerine davet ederler, aileleriyle tanıştırırlar. Ben bunları bekledim ama olmadı.

Sonuçta benim güzel vatanım var. Ben bir şekilde buraya (Türkiye’ye) gelmişiz ve bu ülke için kan dökmüşüz. Bu benim için her şeyden önemlidir. Ayrıca Türkiye’de de kimse bu vatanı benden çok sevdiğini iddia etmesin, benim için birinci şart; olmazsa olmaz Müslümancım ve gereğine bakarım. Sonra kimliğim gelir öncelikle çocuklarımız ve torunlarımızdan çok insan olarak yaşamamızın hesabını vereceğimize inanıyorum.

Size duyduğum bir olayı da aktarayım: Arkadaşlardan yurdumuza merak edip gelmişler ve tavsiye edilen otele yerleşmişler, bir gün odalarına malum şahıslar ziyarete geliyorlar eşyalarını karıştırıyorlar, tabi konuşulan dil aynı olunca bizimkiler odaya giriyorlar siz de mi Çerkessiniz, dediklerinde, burada herkes Çerkes cevabı yanında tartaklamışlar. Ayrıca eşyalarından bir kısmını gasp etmişler. Bizim düşündüğümüz gibi kimse burada. Ooo kardeşlerimiz gelmiş hoş gelmişler, demiyor ya da onlar yanlış insanlara rastladılar Şu anda şantiyedeyim yazım için özür dilerim.

Zamanım kısıtlı hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

Hatice Ünal
14.02.2006

Maf! Sayın Hudij;

Sadece size değil, sizin gibi düşünüp, Kafkasya’yı dedelerinin bıraktığı halde bulacağını düşünen herkese sormak isterim; sizleri orada 'zamanın durduğuna' inandıran şey nedir? Kafkasya’nın tek bir özelliği vardır bizler için ve bu yeterli de olmalıdır: Orası VATAN'dır. Öyle olaylar yazmışsınız ki, sanki başka hiçbir ülkede olmaz bunlar. İnsanlar başka ülkelerde kaçırılmaz, başka ülkelerde mafya yoktur, insan öldürülmez, herkes kendi gelenekleriyle yaşar vs. O topraklarda insanlar bir terminolojiyle yetiştirildi, her şeyin devlete ait olduğu, kendisinin sadece bir üretici olduğu ve ne üretirse üretsin sahip olabileceğinin 70 Ruble maaş ve bir oda vs. den ibaret olduğu beynine nakşedilerek yetiştirildi. Sonra bir gecede 'biz artık demokratik rejimdeyiz, ne istersen sahip olabilirsin ama paran varsa' denildi bu insanlara. 50 Dolar’ı olan dönümlerce arazilere sahip oldu. Parası olmayansa her ne olursa olsun bulmaya çalıştı. Hiç pazarlarda görmediniz mi, kapısının tokmağına kadar sokup, ayakkabısının bağına kadar çözüp satanları? Ve sonra bunlarda yetmedi, uluslararası mafya daldı oralara, aynen Kolombiya gibi, Türkiye vs gibi.. Bizlerse Türkiye’den Kuzey’e bakıp bakıp iç çektik. Vatan şiirleri okuduk. Bulduğumuz kitapları elden ele gezdirdik. Baktık olmuyor, evlilikler yaptık, standartları koruduk ve gelenekleri de koruduğumuzu düşündük. Ürdün’dekiler de öyle, İsrail’dekiler vs.de. Ancak herkes bir araya geldiğinde ortaya kültür farklılıkları çıktı. Koruduğunu sananlarında koruyamadığı fark edildi. Bu kez gözler yine Kuzey’e çevrildi ki, 'temel kültür' bulunsun. Iyi de; zaman, niye sadece orası için 'durmuş' olsun ki?
 

Kafkas
14.02.2006

Sayın Hudij,

Nerde yaşamak istediğiniz sizin tercihiniz. ''Empoze etme düşüncesi'' ben öyle bir konunun işlendiğine hiç rastlamadım bunu nereden çıkardınız? Bizde anavatanımıza gittik, gezdik, gördük. Bahsettiğiniz olumsuzluklar Türkiye'de yaşanmıyor mu? İstanbul'da millet sokağa çıkmaya korkuyor. Bizler üç beş kişi değiliz bir milletiz. Sizin anlayamadığınız burası. Tabi ki her yerde olduğu gibi bizlerin arasından da olumsuz insanlar çıkacak. Anavatanımızı kötüleme eğiliminiz (Maykop'a gitmediğinizi de söylemenize rağmen) anlaşılır gibi değil.

Sayın Hatice Ünal,

Görüşlerinize katılıyorum. Daha önceleri yazdığınız yorumlarınızda okudum hepsi de harika. CC'de iki Hatice Ünal mı var?

 

Dzıbe Osman
15.02.2006

Umarım sözümde durabilmişimdir.

Değerli hemşehrilerim,

Sizlere kısaca atayurdu ziyaret eden diğer hemşehrilerimizden farklı olarak gözlerimle gördüğüm ve çok hoşuma giden diğer bazı sosyal ve kentsel gerçeklerden de bahsetmek isterim. Ancak bu cümleleri kurarken Vatan, Millet Sakarya” edebiyatı da yapmadığımı ve yapmayacağımı da acizane belirtmek isterim.

Ben bu seyahatim boyunca, içerisinde 20 bin öğrencinin yaşadığı, yaklaşık nüfusu 130 bin ile 150 bin arasında olan Adigey Cumhuriyeti başkenti Mıyékhupe (mıyé=elma, meyve khuape=köşe, köşesi... Meyve köşesi) şehrinde 20.12.2005 ve 31.01.2006 tarihleri arasında kaldım. Maalesef sigara kullanan bir hemşehriniz olarak bu seyahatimi yapmadan önce, hayatımda bu kadar sigara içmekten utanç duyacağımı inanın hiç hesaplamamıştım. Niye derseniz; Mıyékhuape’de yaşayan Rus ve Adige kökenli vatandaşlar içerisinde sigara kullananlar, gerçekten 2. sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar.

Aslında yerel yönetim tarafından alınmış herhangi bir cezai muamele yok bu konuda ya da ben rastlamadım. Ancak katıldığım her toplantı veya muhabbet ortamında sigara içmek için izin isteyen kişinin şahsımın olması beni ziyadesiyle rahatsız etti. Aile ortamı yaşayan yetişkinler kesinlikle evlerinin içinde sigara içmiyorlar, hele çocuklarının yanında asla. Sigara içmek isteyen bir vatandaş apartmanda yaşıyorsa nadiren merdiven boşluğunda, genelliklede apartmanın dışında sigara içiyor. İnanmayacaksınız ama evin içinde sigara içme alışkanlığı sergileyenler maalesef biz Türkiye diasporasından giden geri dönüşçü veya turistlerden başkası değil. Henüz bu medeni davranışı sergileyemeyen, üzerlerinde “Burada sigara içmenin cezası .... YTL’dir” diye boy-boy tabela ve afişlerin asıldığı Türkiye diasporasındaki halimizin yorumunu sizlere bırakıyorum.

Dolayısıyla bu konuda anavatanda yaşayan kardeşlerimiz şikayetçiler bilmenizi isterim...

Yollar, sokaklar ve caddelerin standardı belki de hayatınız boyunca hiç görmediğiniz türden. Kısaca bir sokağı tarif edecek olursam: (Yalnız altını çizmek istiyorum cadde değil sadece sokağı) Kaldırımların genişliği yolun hem sağında hem de solunda olmak üzere yaklaşık dört metre olup, her dört metrede birde yetişkin ağaçlar mevcuttur. Araçların gittiği asfalt yolun genişliği ise en az yedi-sekiz metre genişliğindedir. Dediğim gibi bu tarif ettiğim sokaktır haaa, cadde ile karıştırmayın... Sonra belki yine şaşıracaksınız ama öyle Türkiye’de alıştığımız türden yılan gibi yamuk-yumuk hiçbir sokak ve cadde görmedim. Hepsi sanki bir cetvelle çizilmiş gibi iki kilometre uzağı da görebilecek şekilde dümdüzdü. Herhalde bu da Mıyékhuape’nin Konya gibi düz ama Çukurova gibi verimli arazi yapısından kaynaklanmaktaydı. Toplu yerleşim alanlarındaki evler ve apartmanlar ise eski olmasına rağmen (tahmini 25-30 yıllık) yeni jenerasyon evler ve villalarda yok değil. Genelde dairelerin mimari yapısı uzaktan kumandalı bir kent planlaması gereği hep aynı, bir odalı evler, iki odalı ve üç odalı evler, mutfak-banyo-tuvalet standart. Tek katlı yer evlerinin çoğu bahçe içersinde yer almakta, dört bloklu her bloğu 32 dairelik her toplu yerleşim sitesinin ortasında o yerleşim birimine ait araç parkı ve çocuk parkı alanları standart olarak bulunmaktadır. Üç odası bulunan Türkiye standartlarında olmasa bile oturulabilir bir evin aylık kirası Kominalne denilen elektrik, sıcak-soğuk su, doğalgaz ücretleriyle bebarer 160 – 200 $ arasındadır. Satın almak istediğinizde ise yeri ve durumuna göre üç odalı bir ev fiyatı 30-40 bin dolarlardan başlamaktadır.

Bunun yanı sıra arsa fiyatı hariç 50 bin dolardan başlayan fiyatlarla muhteşem villa yapanlarda vardır, ben böylesi şatovari evleri de ilk defa Kafkasya'da gördüm.

Bir de geri dönüşçüler ve yerliler tarafından “daha 10 yıl öncesine kadar en güzel evi 10-15 bin dolara satın alabilirdin” cümlesini duyunca insan gerçekten kahroluyor. Evlerde ısınma sorunu iki şekilde çözülmektedir; biri şehir şebekesinden gelen sıcak su ile diğeri ise kat kaloriferi ya da kombisiyle. Şehrin belirli yerlerinde o yerleşim birimine bağlı alanlara doğalgaz ile ısıtılan sıcak suyu pompalayan istasyonlar bulunmaktadır. Bunları tuğladan örülmüş yüksek bacalarından hemen tanırsınız. Dolayısıyla evlerde soğuk suyun yanı sıra sıcak su da vardır ve hem de elinizi altında tutamayacağınız kadar sıcaklıktadır, bu sıcak su. Yalnız oraya yerleşmek isteyen aileler veya kişiler için bir önerim; yanlarında Türkiye’de alıştığımız taharet musluklu klozet götürmeleridir. Orada satılmıyor mu demeyin ben Mıyékhupe’de görmediysem de Krasnodar'da hani uçaktan indiğim Mıyékhupe'ye bir saat uzaklıktaki büyükşehirde satıldığını duydum ama pratik çözümlerde üretilemez değil bu konuda. Kısaca alıştığımız kültüre ait tuvalet sadece Türkiye’den oraya gidip yerleşmiş yatırımcı ruhlu hemşehrilerimizin işyerlerinde ve bir de şehir merkezindeki camide var. Bu arada Rusya Federasyonu istihbarat teşkilatı FSB’nin binasının tam karşısında açılmış Mc Donald’s türü bir restaurantta da bu hizmetin verildiğini belirtmek isterim. Kardeşim bu kadar da detay olur mu demeyin bana, çektiğimi bir ben bir Allah bilir. Hatta beni misafir eden Mıyékhuapeli arkadaşlardan biri, bazı geri dönüşçülerin bu tuvalet konusunu devlet sorunu haline getirip yerleşmekten vazgeçtiklerini bile söyledi. Siz siz olun bunun maliyeti montajı ile beraber 50 YTL'yi geçmez.

Ah her devlet sorunumuz bunun gibi olsa... Bunun yanı sıra evlerde biriken çöpler genelde günün akşam saatlerinde bölgenize gelen çöp arabalarıyla alınmakta. Çöp konteyneri diye bir uygulama yok yani. Hem niye olsun ki? Her çöp arabası geldiğinde plastik poşetlerde biriktirdikleri çöplerini kendi elleriyle çöp arabasına atan bir medeni halkınız varsa, niye yönetim olarak onları da aynı Türkiye’deki konteynerlerin etrafında oluşan çöp dağlarına mahkum edesiniz ki?

Hazır yerel yönetimden konu açılmışken kaldığım süre boyunca hemen hemen her geri dönüşçünün evinde bulunan uydu anteni vasıtasıyla Türk medyasını da takip ettim. Türkiye kar içerisinde boğulurken, 10 bine yakın köy yolu kapanmışken Mıyékhuape’de hiç de öyle aman aman bir kar yoktu. Ayrıca hiçbir köy yolu da kapalı değildi. Ne kar sıkıntısı, ne doğalgaz vananızı kısarım derdi (!). Hatta ve hatta hiçbir araç lastiklerinde zincir kullanmıyordu bile. Araçların büyük bir çoğunluğunu oluşturan bronz çağı döneminden kalma Jiguli marka (bizdeki Hacı Murat, Murat 124 –Serçe) araçları da zincir kullanmayan araçlar kervanına dahildir. Her taraf Jiguli kaynamıyor tabi ki. Hayatta hiç görmediğiniz marka ve modelde, sağdan direksiyonlu özel araçlarda azımsanmayacak düzeyde. Araç ithalinde Türkiye’de olduğu gibi Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) diye bir uygulama olmadığından istediğiniz markayı Krasnodar’daki bayisinden satın alabiliyorsunuz. Lada Vega marka Türkiye’de satılan otomobillerin sıfır kilometresi yani yepisyenisi 10 bin dolar, her şey dahil.

Şehrin tam ortasında şehir camisi olduğundan bahsetmiştim. Yine şaşıracaksınız bu camiyi yaptıranda Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir Emir. Kendisinden Allah gani gani razı olsun. Mıyékhuape Camisi (Camiye yerel dilde Mescid denildiğini unutmayın...) modern mimarisi ile hemen dikkati çekmektedir. Orada kıldığım Cuma namazlarını inanın çok farklı bir huşu içerisinde geçirdim. İmam (Efendi) Cuma hutbesini Türkiye’de alıştığımız gibi 15 dakika içinde değil 1 saat içinde ancak bitirebiliyor. Diyeceksiniz ki, otururken ayaklarına kramp girmiyor mu? Hayır girmiyor, çünkü ayaklarımı uzatıp, sırtımı da duvar veya sütuna yaslayıp rahat rahat dinliyorum çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu herkes gibi. Ancak gerçek şu ki, hutbelerde söylenenleri çok az anlayabildim. Neden mi? Onu da izah edeyim. Çünkü imam efendi hutbeyi Rusça okuyord a ondan. Rusça konuştuğunun arkasından da Besleney lehçemizle olmak üzere Adigece çevirisini yapıyor. Kendisi ile tanışmamış olmama rağmen tahminen 30 yaşlarda ve Karaçay-Çerkessk’li ve Besleney olduğunu duydum. Sesi de, mahreci de maaşallah çok güzel. İmamın hutbeyi özellikle Besleney lehçemiz ile çevirisini yaparak sunması bir bakıma çok güzel, böylelikle belki de farkında olmadan Adige dilinin Batı lehçelerini kullanan Adigeyliler ile Doğu lehçelerini kullanan Karaçay-Çerkesskliler, Kabardey-Balkarlılar arasında bir köprü vazifesi de icra etmekte kendisi. Aslında hutbenin uzamasının başlıca nedeni de iki dilde okunmasından kaynaklanıyor. Bir diğer sebebi de bir işte çalışan cemaatin zaman konusunda ve işe yetişmeleri gerektiği konusunda imamı uyarmamasından kısa ve öz tutmasını istememelerinden kaynaklanıyor. Kaamet getirilip 2 rekat farz için safa durduğunuzda inanmayacaksınız ama kendinizi çok farklı bir coğrafyadaymış gibi hissediyorsunuz. Önümüzdeki safta Afrikalı siyahi renkli Müslüman kardeşlerimiz, bir tarafımızda inanışları gereği ayaklarını bizim ayaklarımıza bitişik tutan ve heybetli yapılarıyla ellerini yüreklerinin üstüne bağlayıp ta namaz kılan Çeçen kardeşlerimiz, bir tarafınızda gözlerinin çekikliğinden belli Orta Asyalı Müslüman kardeşlerimiz, diğer bir tarafta ise ellerini bağlamadan namaz kılan Müslüman kardeşlerimiz. Arap yarımadasından gelen Afrika kökenlilere göre daha açık tenli Arap öğrenciler, İsrail-Türkiye-Ürdün ve Suriye diasporasında gelen hemşehrilerimiz, yine ön saflarda takmış oldukları takkelerle kendilerini hemen belli eden Bosna Savaşı sonrası Yugoslavya diasporasından gelip te Mıyékhuape şehrine yakın bir köy olan Mafehable’ye yerleştirilmiş yaşlı thamade büyüklerimiz. Bu tasvir nereyi çağrıştırıyor size Allah aşkına? Namaz sonrası “Tham kabıli yéş’ “, “Allaham yéred” “Allah kabul etsin” temennilerinin birbirine sunulduğu seremoni. Kurban Bayramı’nda ise Cuma namazlarından farklı olarak Adigey Müftüsü Yémıc Nurbiy eşliğinde cami içerisinde Devlet Başkanı Hazret Şovmen’in vekil tayin ettiği parlamenterin, en üst rütbeli subayın, sivil toplum örgütü liderleri veya temsilcilerinin bayram kutlama dilekleri de okundu. İnanmayacaksınız Papaz efendilerde bu kutlamaya bizzat katıldılar. Kurban Bayramı öncesi yılbaşı kutlamaları ve şenlikleri de ilginçti. Yılbaşına bir hafta kala şehrin ve ticarethanelerin büyük bir kısmı süslenip püslendi. Bu yılbaşı kutlamaları da ne oluyor, yukarıdaki paragrafta anlattığın Cuma namazı izlenimlerinden sonra yakıştı mı diye sormayın bana. Sizler, Türkiye diasporası yaşayanları, çok mu yabancısınız yılbaşı kutlamalarına sanki. Hem nüfusunun %70’ni Rusların oluşturduğu bir Cumhuriyetten ne bekleyebilirsiniz. Allah’tan bu kutlamalar arasında öyle Taksim Meydanları’nda gördüğünüz türden zerre kadar bir taşkınlık olmadı, olmuyormuş da. Benim gördüğüm, yılbaşı kutlamalarının yapıldığı hafta içerisinde havai fişek fiyatlarının ucuz olmasından dolayı herkes alabildiğine bireysel havai fişek gösterisi yaptı. En güzeli ve şaşalısını da yerel yönetimin yaptığı oldu. Ayrıca bu hafta içersinde küçüklerin medeni cesaretlerini arttırmak amacıyla bazı yerlerde kurulan sahneler üzerinde onlara oyunlar oynatıldı, şarkılar söyletildi, ebeveynleri de sahne aşağısından onlara eşlik etti ve bunlar hiçbir resmi kuruluş tarafından değil tamamıyla bireysel çabalar gösteren eğitmenler tarafından gerçekleştirildi. Eğer böyle bir tarihte Mıyékuape’de bulunuyorsanız; hafta içinde kapı kapı dolaşarak sizlere Rusça tekerlemeler okuyup yeni yılınızı kutlayan Adige çocuklarına da harçlık vermeyi unutmayın. Tabii ki, sadece yılbaşında değil Ramazan ve Kurban Bayramları, Beraat, Regayip ve Kadir gecelerinde de uğradıkları taktirde harçlık vereceğinizi de hatırlatın lütfen. Bizim çocuklarımızın bilip te onların bilmediği daha birçok bayram var çünkü. İnsanların tek bayram olarak bildikleri yılbaşı kutlamaları öncesi tüm registirasyon işinizi mutlaka halledin. Zira benim pasaportumun işlemleri Kurban Bayramı tatili de araya girince 20 gün sürdü.

Pasaportsuz hiçbir yere adım atamıyorsunuz, aksi taktirde tatiliniz ya da günleriniz sadece yakın çevrenizde geçer. Aslında bende bir ara acaba dedim, olur ya; her ne kadar geçici ikametgah için Over denilen ofise başvurmadıysam da yeni yılın yüzü-suyu hürmetine al sana oturumda, vatandaşlıkta diyecekler diye düşünmedim değil. Öyle ya yoksa niye tutsunlar sadece bir gün içinde yapacakları registirasyon için pasaportu mu? Over diye anılan pasaport registirasyon işlemlerinin yapıldığı ofisin, Perşembe-Cuma günü registirasyon için çalışmadığını, Çarşamba öğleden sonra verilen bir pasaportun ancak Pazartesi günü geri alınabileceğini böylelikle öğrenmiş de oldum. Siz siz olun registirasyon öncesi pasaportunuzu daha Over ofise teslim etmeden bir GSM sim kartı alın 100 Rubleye, 500 Rublelikte kontür yüklettiniz mi size epey bir süre yeter sanırım. Yalnız şunu da unutmayın; Türkiye’den herhangi bir GSM hattı ile ister bu yeni aldığınız numaradan ister cep telefonunuzdan çıkartmadığınız Türkiye’de kullandığınız hatta ait numaradan sizi aradıklarında hem arayana hem de size para yazmaktadır. Dolayısıyla en uygun olanı yeni aldığınız Rus GSM numarasını Türkiye’den arayacakların sabit bir telefondan aramalarıdır. Türkiye’ye geri döndüğünüzde benim gibi şaşa kalmayın gelen Turkcell faturasına sonra. Yeni numaranızı da yeni GSM hattınızdan sms mesaj yöntemiyle Türkiye’deki sevdiklerinize bildirin, konuşmaktan daha hesaplı. Bazı ortamlarda merakım üzre şu soruyu sordum, yaşlısına ve gencine de: “Türkiye de ne kadar Çerkes var dersiniz” diye. İnanın hani bazımızın en az 2 milyon kişiyiz, bazımızın da olur mu ya, 8 milyondan az değiliz dediği Türkiye diasporası için tahminler 200 binden yukarı çıkmadı. Ne çelişki değil mi? İki milyon dediğimde gözleri yaşaran mı ararsın, şaka yapıyorsun diye gülen mi ya da şaşkınlıktan küçük dilini yutacak olanı mı... Özellikle bu sayıyı duyduklarında şaşıran küçük çocuklara “söyleyin bakalım şimdi, Adigey’den daha çok Adige’nin yaşadığı Türkiye topraklarımıdır anavatanımız, yoksa burası mı” diye tekrar sorduğumda; yok, hayır, ilk şaşkınlıklarını atmış vaziyette bu soruma verdikleri cevapta kesin ve kararlılık hakimdi: Burası !... Öyle ya adı üstünde değil mi zaten Adigey Adigelerin, Türkiye de Türklerin vatanı, doğru söze ne denir? Afferim. Adıgey’e yerleşecekler için; sakın eşya falan götürmeyin çünkü burdan oraya ev eşyası götürmek rezilliğin son perdesi. Dolayısıyla eşya götürme yollarına girmeden, direk size oradaki eşya fiyatlarına ilişkin aklımda kaldığı kadarıyla rakamlar sunacağım: Yatak Odası: 18.000 Ruble 632 $ 853,00 YTL
Oturma grubu: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
TV,Ant, Receiver: 9.000 Ruble 315 $ 426,00 YTL
2 Katlı Ranza: 12.000 Ruble 421 $ 568,00 YTL
Çocuk çekmecesi 3.000 Ruble 105 $ 142,00 YTL
Buzdolabı: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
Çamaşır Mak: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
Fırın: 6.000 Ruble 210 $ 284,00 YTL
Mikrodalga fırın: 2.000 Ruble 75 $ 95,00 YTL
Ütü: 1.000 Ruble 38 $ 48,00 YTL
Mutfak eşyası: 10.000 Ruble 350 $ 475,00 YTL
Masası-sandalye: 6.000 Ruble 210 $ 284,00 YTL
TOPLAM: 112.000 Ruble 3.934 $ 5.305,00 YTL

Yukarıdaki listede bulunmayan giysi gibi malzemelerinizi tabi ki uçakla birlikte yanınızda götüreceksiniz. Halı, perde gibi diğer bazı malzemeleri yukarıdaki listeye fiyatlarını bilmediğimden dolayı dahil edemedim. Türk markalarıyla birlikte bu ihtiyaçlarınızı da Mıyékhuape’den karşılamanız mümkündür. Yalnız bizim kullandığımız çay demlikleri ve çay bardağı takımlarını hiç göremedim, duyurulur.

Listeye dahil edilemeyen ihtiyaçların fiyatları da hemen hemen Türkiye fiyatları kadar olsa gerek diye düşünüyorum. Uçakta her yolcu için 20 kg yük hakkı bulunmaktadır, 20 kg üzeri yük ise kg başına 2 $’dan hesaplanmaktadır. Ayrıca yok illa da ben bu kadar para harcayamam diyorsanız, evimin eşyasını götürmem gerek diyorsanız o zaman siz Mıyékhuape’de yaşayan ve işi bu olan Tırcı Ahmet ile görüşmeli ve sizin gibi 2-3 aile daha bulmalısınız. Bu arada eşyalar TIR'da, sizde güvertede, bir taraftan geleceğinize ilişkin planlar yapmayı bir taraftan da Karadeniz'in kara sularına bakıp bundan yıllar önce atalarınızın tam tersi istikamette yaptığı o amansız yolculuklara inat, siz de gemiyle anavatana gitmek istiyorsanız oda bir alternatif. Bunun için TIR'cı Ahmet ve Samsun’daki gemi acenteleriyle görüşmeli varsa RoRo (TIR götüren büyük gemi) sefer tarihlerini iyi öğrenmelisiniz.

Evet sevgili hemşehrilerim, Kafkasya seyahatime ilişkin bu bilgileri sizlerle unutmadan paylaşayım istedim. Umarım işinize yarar ve size bu gözlemlerim yeni ufuklar açar. Şimdi hemen şunu soracaksınız biliyorum. “Iyi güzelde biz oraya gittiğimizde ne iş yapacağız ne yiyeceğiz?'' En iyi bildiğiniz işi yapacaksınız ve rızkınızı yiyeceksiniz. Ancak illa da iş ortamından da bahset diyorsanız durum şu: Ticari hayat Rusya’nın her yerinde olduğu gibi Mıyékhuape’de de yavaş yavaş gelişmektedir. İnşaat Sektörü içerisinde yer alan tüm işler bu topraklarda da revaçtadır. Şehrin merkezinde Center (merkez) pazarı ve Çeremuşka mahallesinde de Çeremuşka pazarı bulunmaktadır. Pasaport Over Ofisi'de bu Çeremuşka Pazarı kenarındadır. Halk tüm periyodik ihtiyaçlarının %90’nını buralardan yapmaktadır. Temel gıda malzemeleri ucuz olmakla birlikte, çoğu gıda malzemesi ithaldir. Et bile bu pazarlarda açıkta kilosu 3-5 $’dan satılmaktadır. Ancak geri dönüşçüler genelde helal kesim et aradıklarından güvenilir kimselerin kestiklerini tercih etmektedirler. Gerçi et fiyatı ucuz ama hiç kasap görmedim orada ve etlerde öyle bizim alıştığımız türden biftek, antrikot, pirzola, dana rosto, kuzu gerdan, kuşbaşı diye satılmıyor, bu tür şeyleri ya bilmiyorlar ya da gerek mi duymuyorlar anlamadım. Giysi konusunda maşallah her şey var ve ucuzda. Bunun yanı sıra bizim ağız tadımıza hitap edecek bol sebze yemekleri yapan lokantalarda yok. İnsanımızın tüm ticari konulara yönelik sektörel bilgiyi bizzat yerinde tespit etmesinde fayda vardır görüşündeyim. Evet değerli hemşehrilerim işte sizlere sıcak anavatan havadisleri. Karar sizin. Önceden de söylediğim gibi bu yazıyı hazırlarken size “Vatan, millet Sakarya” edebiyatı yapmayacağımı belirtmiştim.
 

M. Özkan
15.02.2006

Merhaba Osman Bey,

Ellerinize sağlık. Altını çizerek okudum.

Teşekkürler.
 

Sigusipse
15.02.2006

Dzıbe Osman,

Elinize, kolunuza, dilinize sağlık. Büyük keyifler alarak okudum. Nihayet bu şekilde canım Kafkasya'mdan haberlerde almak kısmet oldu. Yazıyı nasıl okuduğumu dahi anlayamadan sayfa sonuna geldim. Tekrar teşekkürler. Sayın CC sizden bir ricam olacak. Bu yazı arada kaybolmasın ve lütfen değerli katılımcılar okusun. O yüzden bir sakıncası yok ise ana sayfada bir link yapın. Bu yazı her kişi tarafından dikkatle okunsun.

Saygılarımla.
 

Dzıbe Osman
15.02.2006

Kıymetli hemşehrilerim,

Seyahatime yönelik yazdıklarıma göstermiş olduğunuz ilgi ve teveccühünüz beni ziyadesi ile memnun etti. Ama şunu bilmenizi isterim ki, oraya en azından turist olarak gitmekte sizi ziyadesiyle memnun edecektir. Aslında bu yazıyı hazırladığım dosya anavatana geri dönüşü düşünen veya turist olarak gitmek isteyenlerin faydalanacağı prosedür adımlarını ve maliyetleri de içermektedir. Fakat forum sayfasına bu bilgileri copy-paste edebilme şansım maalesef yoktur. Hazırladığım bu dosyayı edinmek isteyenler lütfen aşağıdaki e-mail adreslerime isteklerini bildirsinler: dzibeosman@gmail.com  osmantopal1864@hotmail.com

Saygılarımla.
 

Guğoj Sami
15.02.2006

Değerli kardeşim Osman,

Mıyekuape'yi ve yaşantıyı o kadar güzel özetlemişsin ki, tebrikler sana. Ben de bildiğin gibi Kobli M.Abinle 1992'den beri gidip geliyorum, izinlerimi Kafkasya'da geçiriyorum. Anavatanını gidip gelip gereksiz eleştiren bir çok kişi gördüm.

Yıllardır anlattık anlamadılar, bay lümpenler. O yüzden bu yazın çok güzel oldu.

CC yöneticileri dikkate alıp baş sayfada bir kaç resim takviyesiyle yayınlarlarsa okuyanı çok olur ve bazı gereksiz konuşmaları da önler. Gereksiz eleştirilere şöyle diyorum "AYNAYA BAKAN KENDİNİ GÖRÜR".

Maf, sigoş lhape.

 

Dzıbe Osman
16.02.2006

Teşekkür ederim Sami ağabey. Şunu bilmeni isterim ki, sene 1992'de seni gezdirip gösterdikleri anavatan topraklarında maalesef başka milletlerin çocukları aşık atıyor. O yerleri inan seni ve senle yaşadıklarını yadederek bana da gösterdiler. Ben artık dayanamadım Sami ağabey. Çocuklarıma da bana gösterdikleri gibi göstermesinler diye ailece gidiyoruz sevgili ağabeyim. Artık senelik izinlerinde ziyadesiyle görüşmek dileğiyle,

Saygılar ağabey.
 

Guğoj Sami
16.02.2006

Sevgili kardeşim, bu haberinle bir kez daha beni mutlu ettin. Yolunuz açık olsun, inşallah anavatanda görüşmek dileğiyle, ailene ve tanıdıklara selamlarımla...

J.W. 16.02.2006 Adige lhap'ew Dzıbe Osman, Tham ghogu mafe wereghaj, wilheghuni, wızfayeri, wigu yilhıri khıbdereghaxhu. Yigho khassıme ga tixeku daxem tışıze'uç'ejın. Tham 'ome agir dıghaseçen be! Wopsaw!
 

Sigusipse
16.02.2006

Sayın Dzıbe,

Şansınız bol, yolunuz açık olsun. Ben bizzat gidecekmişim gibi sevinç duydum. Kıskanmadım desem de yalan olur. Allah yolunuzu her zaman açık etsin. O kadar mutlu oldum ki kelimeler bulmakta zorlanıyorum. Darısı bizim başımıza... Bu arada sevgili eşinize de bizzat teşekkürlerimi sunuyorum.

Saygılarımla.
 

A.ypşaşe
17.02.2006

Maf Sayın Osman,

Buradaki herkes gibi bende anlattıklarınızla çok mutlu oldum. Bu güzel cesaretli yürek için ve bunu bizimle paylaştığınız için çok ama çok teşekkürler. Buradan da sevgi ve selamlarımızı iletin. Onlara söylemenizi istediğim bir şey daha var ki, (atlarımıza, kamalarımıza, kalpaklarımıza, o çok suçlandığımız evliliklerimize rağmen) onları oraları unutmadığımızı unutamadığımızı ve hala mızıka kokusuyla çarpan yüreklerimizin olduğunu ve eğer kabul ederlerse bir gün bizimde orada olmak istediğimizi söyleyin lütfen.

Saygılarımla hoşçakalın ''Ğogümaf''.

 

Azmi Berberoğlu
25.02.2006

Selamlar,

Bu konudaki tartışmanın, bu sütunlarda başlamasından bu yana neredeyse 20 ay geçmiş. Bu zaman diliminde yaşanan olaylara ve gelişmelere baktığımızda, ATAVATANA DÖNMENİN çok ciddi biçimde düşünülmesi gerekliliği konusunda büyük çoğunluğun pek bir tereddüdünün kalmadığını değerlendiriyorum. İstanbul’daki SINAGOG baskınından sonra, zamanın İsrail başbakanı Ariel ŞARON; Yahudiler için en emniyetli ve Yaşanılacak yer İSRAIL'dir demişti. Başarılı bir dönüş işleminin gerçekleşebilmesi için gerek ADİGEY'de gerekse ABHAZYA'da, DÖNÜŞÇÜLER için somut projeler üretilmesi zorunlu hale gelmiştir diye düşünüyorum. Son zamanlarda Anavatan ve Diaspora arasındaki iletişimsizlikten yakınmalar artmaya başladı, yapılacak başarılı DÖNÜŞ kampanyaları (sayılar SINIRLI tutulabilir)yeni dönüşçüleri Tetik’leyecektir. Kafkaslar üzerinde oynanan oyunlar ve gündeme alınan yeni senaryolar, Diasporada yaşayanlara konum ve stratejilerini yeniden gözden geçirmeleri gereğini dayatıyor diye düşünüyorum.

Saygılarımla
.
 

Beyaz Atlar [Abhaz]
26.02.2006

Tüm yazıları okumak gibi bir fırsatım olmadı, ancak genel tema "diaspora'ya dönmek için gereken şartlar oluşmadı" çerçevesinde... Herkes üzülüyor ve bir şeyler yapmak istiyor değil mi? "Değerli büyüklerim bu konuya bir el atın, şununla ilgilenin" falan filan... Burada yazılanları okudukça kendimi daha çok bir tiyatro sahnesinin ön koltuğun da oturur hissediyorum... Fikirlerimi ben de sizler gibi beyan etmek isterdim, ancak sizleri küçümsediğimden değil, yanlış yönlere temayül etmeniz endişesiyle vazgeçiyorum. Dileğim istediğiniz gibi yaşamanızdır.
 

Azmi Berberoğlu
02.03.2006

Sayın ABHAZ kardeşim,

Bana kalırsa siz; vardığınız yargıyı yeniden gözden geçirme şansına sahipsiniz, ricam en azından bu başlık altındaki yazıları okuyup, sonra yapacağınız değerlendirmeleri bizimle paylaşmanızdır.

Esen kalın
.
 

Ali Taş
08.04.2006

İstediğin yerde yaşamak hakkın, kalmak isteyebilirsin hayırlı uğurlu olsun. Dönmek isteyenin orada nasıl yaşayacağı onun sorunu, seni niye üzüyor? İşte orası biraz düşündürüyor? Oraya gitme duygusu gitmese bile orayla bağını koparmaz ilişkiler çoğalır. Yoksa bundan mı korkuyorsun? Bu duyguyu taşıyanlara gölge etme yeter istediğin yerde yaşa sevgili kardeşim.

Bütün mesele dönmek veya dönmemek değil.

 
sayfa  1    2    3    4    5    6    7    8    9    10    11    12