Tıghujjqo
22.12.2005
Sayın Psıne
Dönüşün bir başka
önemli misyonu ise anayurt kültürünün diasporaya,
diaspora kültürünün anayurda ulaşmasını sağlayacak
faaliyetler olmalı, her iki tarafta yaşayan
insanlar birbirinin yaşantısı hakkında doğru
bilgilendirilmelidir. (Besmele ile içki içiyorlar,
din nedir bilmiyorlar, hepsi Ruslaşmışlar vs. gibi
oradan buraya pompalanan demoralize edici bilgiler
engellenmeli, aynı şekilde buradan oraya giden
insanların da o toplumun değer yargıları üzerine
ahkam kesmemeleri gerektiği iyice anlatılmalıdır.)
Yukarıda yazdıklarınıza katılmakla beraber nasıl,
diye sorsam sizi kırmış olur muyum?
Saygılar.
Lhepserko Tarık
22.12.2005
Sayın Yıldız,
Hakikatten
de sözün bittiği yere geldik. Bakalım dönüş sorunu;
masaya yatırılıp, tartışılıp yeniden el ele tutulup
harekete geçilecek mi? Evet, haklısınız; bu aşamada
görevli, yetkili kurumların ne söyleyeceklerini
görmek gerekir. Benim için konu kapanmıştır. Bu
güzel sohbet için içtenlikle teşekkür ediyorum
size.
Sayın Sebatnik,
Yanılıyorsun ama
bunu kanıtlama olanağım yok. Onun için fazla bir
şey söylemek istemiyorum.
Saygılarımla.
Psıne
23.12.2005
Sayın Dığujko,
Bu konu benim en
dertli olduğum konu, aslında sayfalarca yazabilirim
size, fakat kısa kısa ipuçları vermeye çalışayım.
Aradan geçen zaman içerisinde iki toplum arasında
doğal olarak bir farklılaşma meydana geldi. Bugün o
farklılığı minimize etmek ve birbirimize güç
vererek parçalanmış kültürümüzü birleştirmek
zorundayız. Anayurtta 80 yıldır gelişen dinamik bir
kültür var, biz ise bir tarihte oradan
getirdiğimizi olduğu şekli ile muhafaza edegelmişiz.
Şimdi bizim geleneksel kabile mantığımız ile
onların sürece paralel gelişmiş toplum yapısının
aynı olmasını bekleyebilir miyiz? Yaşayan tüm
nesilleri komünizm içerisinde yetişmiş bir cemiyete
"onlar din nedir bilmiyorlar, namaz kılmıyorlar,
sofralarından içki eksik olmuyor, kadınlar çok
serbest hareket ediyorlar vs. vs" diyerek
yargılamaya kalkarsak yakışık alır mı? Gezip,
dolaşıp geldikten sonra orası şöyle yoksul, böyle
tehlikeli, evleri de küçücük, doğru dürüst iş, güç
yok mafya var, vs vs dersek bu dürüstlükle, halkına
sevgi ile bağdaşır mı? Farklı olduğumuz her konuda
onları kendimize uydurmaya çalışırsak, gelip burada
bire bin katarak her şeyi kötü gösterirsek bunda iyiniyet aranabilir mi? Kaldı ki, külliyen olumsuz
olsa dahi orası bizim vatanımız, reddedip sırtımızı
dönebilir miyiz?
Ben her yanlışa da gözümüzü kapatıp kabul edelim
demiyorum ama bunlar zaman içerisinde kendiliğinden
ortadan kalkacak sorunlardır. Bu tür farklılıkların
nedenlerinin usulü ile cemiyete anlatılması başka
şey, moral bozucu propaganda şeklinde yayılması
başka şey. Bunlar insanların moralini bozmadı mı,
gözlerini yıldırmadı mı, heyecanlarını sıfırlamadı
mı?
Saygılarımla.
TseyVolkan
23.12.2005
Merhaba,
Bu bölümde sorularıyla
ve yanıt arayışlarıyla bizlere farklı yerlerden
bakabilme olanağı sağlayan tüm katılımcılara çok
teşekkür ederim. Bu örnek söyleşiden dolayı tüm
içtenliğimle kutlarım. Bu tür iletişimleri görmek,
halklarımıza olan güvenimizi, umudumuzu
tazelemekte.
Sevgilerimle, saygılarımla.
Burcu Erdoğan
23.12.2005
Önemli olan anavatana
dönmek değil, olduğun yerde anavatanını
yaşatabilmek Afrika, Antarktika fark etmez. Çerkes
her yerde Çerkes'dir. Yeter ki yüreği güçlü olsun.
Değerlerini her yerde yaşatır.
Necdet Hatam
24.12.2005
Sayın Erdoğan,
Yıllardır
anlatamadığımız şey bu işte. Size katılıyorum.
Dünyanın herhangi bir yerinde anavatanı
yaşatabilecek kadar yüreği güçlü olanların
anavatana dönmesine gerçekten gerek yok. Bizim
çağrımız bizler gibi yüreği güçsüzlere, Afrika'da,
Antarktika'da anavatanını yaşatamayacak kadar
güçsüz olanlara. Anavatanda olmaz, halkı ile
birlikte olmazsa dilini yaşatamayacağını sananlara.
Bir kültürün bir başına yaşatılamayacağı yanlış
kanısına kapılanlara...
.
Tıghujjqo
24.12.2005
Sayın Psıne teşekkürler, Konuyu getirdiğiniz bağlam
çok önemli. Bütün yazdıklarınıza katılıyorum. Bu
kadar olur tekrar teşekkürler.
Teşekkürler.
Lhepserko Tarık
25.12.2005
Sayın Yıldız,
Size soru
sormak ve sizden cevap almak hoşuma gitti doğrusu.
:-) Size iki sorum daha olacak. Bu sayfanın sunduğu
olanaklar çerçevesinde cevaplarsanız sevinirim.
Birincisi, anavatana dönenlerin veya anavatanla
ilgilenenlerin yaklaşımlarıyla ilgili. Sizin de bir
biçimiyle eleştirdiğiniz bir yaklaşım. Özetlemek
gerekirse: "Anavatana, oradaki insanlarımıza,
onların yaşam biçimine yönelik dozu aşan
eleştirilerin yapılması, hatta oradaki
insanlarımızın buradan yargılanmaya kalkılması gibi
bir durum var. Anavatana dönmek yerine, kendi
politikalarımızı oraya taşıyoruz" demiştiniz. Yine
aynı günlerde Kaf-Fed'in internette yayınladığı bir
yazı var. Sayın İbrahim Yağan'ın Nalçik olaylarını
değerlendirdiği yazı. Sayın Yağan "oraya giden
insanlarımızın gezilmeye değer yörelerimizi
gezip-gördüklerini, yiyip-içtiklerini ama
gördükleri birçok olumsuzluğa gözlerini
kapadıklarını, bunların olumlu-yapıcı bir tarzda
eleştirilmesi gerektiğini" söylüyor.
Son birkaç
gündür Konsey'in ve Vakıf’ın yayınlarına,
yazılarına göz atıyorum. Onlar da anavatan ile
kendi açılarından bir bağ kurmaya çalışıyorlar.
Kendi çizdikleri çerçevede ama yapıyorlar bir
şeyler işte. Heyetler gidip geliyor, konferanslar
düzenleniyor, uluslararası ilişkiler kurulmaya
çalışılıyor vs. Herhalde dönüş ile ilgili
çalışmalara, RF ile ilişkilere "zarar" veren
faaliyetler derken bunları -da-
kastediyorsunuz. Yoksa yanılıyor muyum? Ancak, şimdi
ortada söyle bir sorun var (Sayın Hatam’da bu
haftaki köşe yazısında bu tür söylemlerin İsrail,
Suriye ve Ürdün'den ziyade Türkiye'de gündemde
olduğunu vurgulamış). Aslında biz Türkiye'de
hakikaten çok "Türkiyelileşmiş"iz. Yani asimile
olmuşuz. (Bu arada asimile olmayı dili veya kültürü
unutma anlamında kullanmadığımı belirteyim. Bir
insan bunları çok iyi bilerek de asimile olabilir.
Kendi ulusuna hizmet etmeyerek, başka ulusların
veya ülkelerin çıkarlarını kendi halkının veya
ülkesinin çıkarlarından, bilerek veya bilmeyerek,
daha önde tutarak...) Dolayısıyla ulusal bilinç daha
çok "aydınların" arasında şu veya bu oranda
tutunabilmiş.
Bunlarsa biraz başka bir açıdan "Türkiyelileşen",
daha politize insanlar. Durum böyle olunca,
anavatanımızla şu veya bu biçimde ilgilenen
insanların bu faaliyetlerine inançlarının,
düşüncelerinin yön vermesi doğal değil mi? Bu
insanları anavatan veya ulusal sorunlar söz konusu
olduğunda düşüncelerinden veya inançlarından
soyundurabilmek mümkün mü? Değilse ve hele sayın Yağan'ın insanlarımızı anavatanla öyle yüzeysel
değil daha ciddi ilgilenmeye çağırması söz konusu
iken, olası kimi zararları engellemek veya en aza
indirmek için, daha başka önlemlerin alınması
gerekmez mi?
Anavatana Türkiyeli Çerkeslerin bu
durumunu daha iyi anlatmak, Türkiye'de daha yoğun
bir eğitim ve propaganda ağı kurmak ve hatta
Konsey'i ve Vakıf gibi örgütlenmeleri bizimle daha
sıkı işbirliğine zorlamak gibi...
İkincisi; dönüşün
duraklamasında veya yavaşlamasında bu gibi
faaliyetlerin veya olumsuz propagandanın etkisini
biraz abartmıyor musunuz acaba? Öyle ya, çevremizde
yıllardır haklarında olmadık yalanlar söylenen,
karalamalar yapılan ama yine de yıkılamayan hatta
sarsılamayan örgütlenmeler var. Bu, aslında gerçek
sorunun tespiti anlamında önemli. Yani kendi
kendime soruyorum, hiçbir olumsuz propaganda
olmasaydı dahi dönüş yine de ivme kaybetmeyecek
miydi? Sayın Atcı, Size de bir sorum var: Mümkünse,
yine bu sitenin elverdiği sınırlar çerçevesinde,
Federasyonun Dönüş Komisyonu'nun çalışmaları
konusunda biraz bilgi vermeniz mümkün mü? Şimdiye
kadar neler yapıldı mesela veya önümüzdeki dönemde
neler yapılması planlanıyor? Bir başka sorum da
herkese:
Sayın Hatam "Türkiyelilik Çemberini Kırmak"tan söz etti. Aslında bunun çok önemli
olduğunu düşünüyorum ve soruyorum: Siz ne
anlıyorsunuz Türkiyeli olmaktan? Nasıl bir
çemberdir bu çember ve nasıl kırılır? Sevgili a-e,
Özellikle sizin bu konudaki deneyimleriniz nasıl
oldu? Elbette durumlarımız epey farklı ama sizin de
bir diasporanız vardı/var. Sizin insanlarınız da
yaşadıkları ülkelerde şu veya bu "çemberin"
içindeydiler veya kimisi hala içerisindeler. Sizin
deneyimleriniz, karşılaştığınız zorluklar neler,
bunları nasıl aştınız/aşıyorsunuz?
Herkese şimdiden
teşekkürler ve saygılar.
Bülent Atcı
26.12.2005
Sayın LEPSERKO,
Dönüş
Komisyonu'nun geçtiğimiz dönem çalışmaları hakkında
en geniş bilgiyi ŞAMİL JANE'DEN alabilirsiniz. Size
sevindirici bir haber; bu haftaki KAF-FED YK
toplantısında Dönüş Komisyonu'muzun çalışması
sonucu bir ilimizden, beş aile dönüş kararı
aldıklarını ve içlerinden iki temsilci
seçtiklerini, o temsilcilerin gözlemci olarak
anavatana göndereceklerini, gözlem raporundan sonra
beş aile kesin dönüş yapacaklarını bildiren bir
dilekçe geldi. Bizde o iki temsilciyi finanse
edeceğimizi memnuniyetle karar aldık. Değerli
arkadaşlar kurumlarımızı daha aktif hale getirmek
için talepte bulunmalıyız. Komitelerde görev
almalıyız. Düşünce ve taleplerimizi yazılı olarak
ilgili kurum veya komisyonlarımıza yazılı ileterek
yardımcı olmalıyız. KAF-FED ve komisyonlar ile
ilgili geniş bilgi KAF-FED web sitesinde en kısa
zamanda yayınlanacaktır.
Wuzınsheke
Psıne
26.12.2005
Sayın Tarık Lhepserıko,
Bilgisayarımda bir sorun nedeni ile oldukça
gecikmeli bir cevap oldu, kusuruma bakmayın. Siz
sordukça ben de cevaben şahsi görüşümü yazıyorum.
Aslında bu konuda en doyurucu cevabı sayın HATAM'dan alabilirsiniz ama muhtemelen resmi sıfatı
onu sınırlıyor olabilir. O nedenle siz yine benim
kişisel kanaatlerimle idare edeceksiniz artık. :)
Siz de takdir edersiniz ki, eleştiri ile
olumsuz propaganda arasındaki çizgi çok incedir.
Benim kastettiğim şey; eleştiri olarak
tanımlanamayacak, planlı programlı ve organize
propagandadır. Şöyle bir düşünün; buradan
anayurduna dönmesi beklenen bir büyük kitle varken
ve bu cemiyet ilk kez ciddi şekilde dönüş konusunu
gündemine almışken, karşı taraf dönüş için gücü
oranında imkanlarını tahsis etmiş,
parlamentolarında yasalar çıkartmışken, başlatılan
karalama kampanyalarının altında, sorumsuzluk ve
anlayışsızlık yoksa ne vardır?
Aralıksız Kafkasya
aleyhine yayınlar yapmanın, aralıksız o toprakları
cehennem gibi yansıtmanın, aralıksız oradaki
huzursuzluk nedenlerini kaşımanın, çelişkileri
derinleştirmenin iyi niyetli bir açıklaması
olabilir mi? Halkınızın dönmesi beklenen ülkelerin
yönetimlerine aralıksız küfretmenin, o iktidarları
devireceğini kendi anlayışına uygun idareler
kuracağını bağıra bağıra (üstelik hiçbir şey
yapamayacağını bile bile) propaganda etmenin özel
bir maksadı olabilir mi? Bana söyleyebilir misiniz,
Kafkasya üzerine politika yapan, Kafkasya’da
yaşayan birisinin buraya getirilmesi ve televizyon
televizyon, dernek dernek gezdirilerek propaganda
yaptırılması hangi iyi niyetle bağdaştırılabilir?
Buradan Kafkasya'nın hangi sorunu çözülebilir?
Acaba amaç Kafkasya'da partner arayanlara bir sunum
yapmak mıydı dersiniz?
Bunun gibi yüzlercesini
sayabiliriz sayın Lhepserıko. Yinede biz olaya
iyimser gözle bakalım. Bütün bunları, bir kesim
farklı düşünen aydınımızın, kendi örgütlülükleri
vasıtasıyla mensubu oldukları halkın sorunlarına
getirdikleri eleştiriler olarak alalım. Peki
söyleyebilir misiniz; önünde tarihinin en kritik
dönemeci olan, parçalarını bir araya getirme,
yeniden millet olma şansını yakalamış bir halkın,
tam da bu noktada iken umudunu şevkini heyecanını
paramparça etmemek gerekmez mi? Böylesine hassas
bir konuda sorumlu davranmak gerekmez mi? Cevabınız
evet ise; bu sorumluluğu göstermeyenlerin iyi
niyetlerinden şüphe etmek gerekmez mi ? Yok eğer
iyi niyetli, fakat bu konuda hatalı olduklarını
söylüyorsanız, böylesi bir hassasiyetin farkında
olmayanların halka politika dikte etmeleri sizce
doğru mudur? Sayın İbrahim Yağan kendi
söyleyemediklerini buradan gidenlerin söylemesini
istiyor olabilir.
Buradan on günlük turistik vize
ile gezmeye gitmiş insanların orada devrim
yapmalarını mı bekliyor acaba?
Bizim kurumlarımızın
oradaki politikaya müdahil olmasını bekleyenler,
diasporanın gücünü oralardaki yönetimlere karşı bir
baskı unsuru olarak kullanmak isteyenlerdir. Bu
yöntem her durumda bu ters teper ve hataların
sonuçlarına da tüm cemiyet katlanır. Vatandaşlık
yasalarının güçleştirilmesi gibi, dönüş yasalarının
federal yasalarla çeliştiği öne sürülerek
kaldırılması gibi, çifte vatandaşlık kanununun söz
konusu bile edilmemesi gibi, vize, gümrük, pasaport
işlemlerinde ve her türlü ticari faaliyetlerde
işlerin güçleştirilmesi gibi... O nedenle bizim
kurumlarımız buradan oraya politika dayatamazlar.
Dayatmamalıdırlar.
Bizim kurumlarımızın, aydınlarımızın asli görevi
bağlarımızı güçlendirmek, aramızdaki çelişkileri
sorunları sıkıntıları minimize etmeye çalışmaktır.
Mümkün olduğunca insanımızın dönebilmesine imkan
hazırlamaktır bence. Konsey’in, Vakıf'ın heyetler
gönderdiğinden bahsediyorsunuz. Hazır heyetlerini
gönderirlerken federasyonun söylemesini istedikleri
şeyleri kendileri orada dillendirsinler de bir
görelim.
İkinci sorunuz için: Ben dönüşün
olumsuz propaganda nedeni ile durduğunu, dibe
vurduğunu söylemiyorum. Dönüş düşüncesinin
başarısız olmasının pek çok farklı nedeni var
tabii. Bunlardan birisi olan olumsuz propagandanın,
dönüş düşüncesine inancı zedelediğini anavatana
ilgiyi azalttığını, dönüşü kurtuluş olarak
görenlerin sayısını azalttığını, geleceğini orada
planlayan insanların umudunu kırdığını, Hazar'dan
Karadeniz’e gibi imkansız düşlerin peşine taktığını
söyledim. Olumsuz propaganda, sorunları aklıselim
ile ele almayı önlüyor sayın Lhepserıko, arada
güven oluşmasını önlüyor. El ele tutuşmasını, bir
bütün olmasını beklediğiniz iki kesimin arasında
güvensizlik oluşmasından daha büyük bir darbe de
olamaz zaten. Bu konu başka yerlerde de tartışıldı.
Dönüş dediğiniz şey politik ve stratejik açıdan
Türkiye’nin aleyhinedir, Rusya'nın aleyhinedir,
komşumuz olan diğer halkların aleyhinedir. Bu kadar
muhalifi olan bir hareketin gerçekleşmemesi için
bizim insanlarımızın ekstra çabasına gerek yok
zaten. Güç ile gerçekleşmesi imkansız politikalar
ile akıldışı önermeler ile başarıya ulaşmanın
imkanı olmadığına göre, en azından olabilir
imkanları tepmeyelim.
İnsanların inançları
olur, insanların politik görüşleri olur, insanların
farklı düşünceleri ve algılayış biçimleri olur. O
insanlar ki, kendi anayurtlarında demografik bir
tehdit, kültürel bir tehdit, politik bir tehdit ile
karşı karşıya kalmadan yaşayabilecek güce
sahiplerse; kısacası o toplumun geleceği risk
altında değilse, bireylerinin mücadele için
istedikleri sorunu öne alma hakları vardır. Bizim
yok böyle bir lüksümüz. Eğer bu hakikat orta yerde
dururken millet olma meselesinin önüne başka başka
öncelikler konuluyorsa bu inanç olsun, bu politik
görüş olsun, bu kişisel menfaat olsun, her ne
olursa olsun yanlıştır bence. Şuna samimiyetle
inanıyorum ben: Bir Çerkes'in Green Peace üyesi
olma lüksü yoktur.
Saygılarımla.
Guğoj Sami
27.12.2005
Sayın E.Yıldız,
Dönüş ve
K.Kafkasya ile ilgili yazılarınızı ilgiyle takip
ediyorum. Sanırım bu konuda diğer katılımcılarda
aynı ilgiyle yazılarınızı takip ediyorlardır.
Anavatanla ilgili tespitleriniz mükemmel, dönüş ile
ilgili görüşleriniz mükemmel. Aynen katılıyorum.
Eşimin Abhazyalı olması ve akrabalık ilişkilerimden
dolayı zaman zaman kısa aralıklarla da olsa gidip
geliyorum. Bahsettiğiniz olumsuz propagandaları hem
de orada yapanlar maalesef oluyor. Görüşlerinize
her zaman ihtiyacımız var.
Başarılı çalışmalar.
Maf
Nıbjeuğxer
Lhepserko T.
27.12.2005
Merhaba Sayın Yıldız,
Yazdığım yazıyı ve sorduğum soruları gönderdikten
sonra tekrar okuduğumda, içimden "inşallah
anlamıştır" demiştim ama yanıt umduğumdan da güzel.
Teşekkürler. Bir nokta var ki, biraz daha açarsanız
sevinirim. "Dönüş dediğiniz şey politik ve
stratejik açıdan Türkiye'nin aleyhinedir, Rusya’nın
aleyhinedir, komşumuz olan diğer halkların
aleyhinedir" demişsiniz. Bu konuyu biraz daha açar
mısınız? Dönüş Hareketi, neden bu ülkelerin ve
komşu halkların aleyhinedir? Kimdir bu halklar? Bir
başka sorum; Konsey, dönüşe karşı mi? Niye karşı?
Bir başka sorum da, sayın Hatam’ın "Türkiyelilik
çemberini kırmak gerekir" sözünü siz nasıl
anlıyorsunuz? Bir Çerkes’in Greeen Peace üyesi olma
lüksü yoktur, deyişinizi bu çerçevede ele almak
mümkün mü?
Sayın Atcı,
Dönüş
Komisyonu’nun kendi bütçesi var mı? Dönecek
ailelere ben de karınca kararınca destek olmak
istesem bunu nereye ulaştırmam gerekir? Daha
kitlesel dönüşlerin gerçekleşmesi umudu ve
istemiyle,
Sevgiler, saygılar.
Bülent Atcı
27.12.2005
Sayın Lepserıko Tarık,
Öncelikle ilginize teşekkür ederim. Dönüş ile
ilgili bütçe benim mali komisyonda olmam nedeni ile
benimle ilgili olduğu için size cevap verebilirim.
KAF-FED'in gelirlerinin bir kısmını Dönüş
Komisyonu'na bir fon olarak ayrılması kararını
aldık. Size ulaşabileceğim tel veya mail adresinizi
verirseniz katılım konusunda yardımcı olurum.
Teşekkürler.
Psıne
27.12.2005
Sayın Lhepserıko,
Ben dönüşün
ciddi manada bir hareket haline gelmesinin bir
önceki mesajımda saydığım unsurlardan hiç birisinin
menfaatine olmadığını düşünüyorum. Eğer dönüş
hareketi bir başarı kazanır, anayurdumuzda asli
belirleyici unsur haline gelirsek bu;
a) Rusya için
kontrolü güçleşmiş bir ortak demektir en basit
manası ile.
b) Türkiye için, o bölgede kendi
kontrolünde oluşturmak istediği yapının tehlikeye
girmesi yanı sıra bölgedeki Türki halkların da
menfaatine olmayan bir oluşum demektir.
c)
Anayurtta güçlü yönetimlerin varlığı diaspora da
kalanların da güçlenmesini sağlar. Bu Türkiye için asimile edilmesi güçleşmiş etnik unsur demektir.
Rusya için, bölge ile ilgilenen dış etkilere de
açık tehdit unsuru demektir. Son aşamada; iyi
organize olmuş böylesi bir örgütlenme, her iki ülke
için ciddi manada uluslararası lobi ve baskı unsuru
demektir. Hiç kimse uzun vadede başına dert olacak
böylesi bir yapının oluşmasına bilerek katkı
sağlamaz. En yumuşak ifade ile böyledir.
“Bir
başka sorum; Konsey, dönüşe karşı mi? Niye karşı?“
diyorsunuz. “Niye karşı?” sorunuzdan dönüşün
konseye karşı olduğunu düşündüğünüz sonucu çıkıyor
zaten, dolayısıyla bana tekrar sormanızın bir
anlamı kalmıyor. Fakat ben konseyin dönüşe taraf
olduğunu, savunduğunu, bu yönde çalışmaları
olduğunu hiç duymadım, hiç bir yerde okumadım,
dolayısıyla ben de karşı olduklarını düşünüyorum.
Öte yandan son dönemde konseyin de görüşlerinde bir
yumuşama, değişme olması ihtimali uzak değil. Fakat
yine de kendilerinin ne söylediklerine, ne
yaptıklarına bakmak gerek, özellikle de son
gelişmelerden sonra.
Benim şahsi fikrimce,
konseyin politikalarına bakarak Türkiye’nin
Kafkasya politikasını görebilirsiniz.
Sayın Hatam’ın “Türkiyelilik çemberini kırmak” sözünden
şunu anlıyorum: İlelebet Türkiye'de yaşayıp
Kafkasyalı gibi davranamazsınız. Bizler kendimizi
gerçekten Adige gibi hissediyorsak önceliklerimizin
en başına Kafkasya oturmalıdır, Kafkasya’nın
sorunları oturmalıdır. Politikalarımız
söylemlerimiz, eylemlerimiz örtüşmeli ve halkımızın
gerçeğine uygun olmalıdır. En öz ifade ile iki
aidiyetin arasında bocalayarak, gidip gelerek
yıllarımızı kaybedemeyiz.
Ben sayın Hatam’ın
sözlerinden bunu anlıyorum kısaca ifade edersem, bu
mana da bütün söylediklerine de katılıyorum.
Çemberi kırmak gerektiğinde herkes hemfikir zaten.
Biz asıl çemberin kırılamama nedenlerine kafa
yoralım, çemberin nasıl kırılacağı üzerine kafa
yoralım.
Saygılarımla.
Semra Ademey
28.12.2005
Maf,
Bu gün dünyanın
neresinde olursa olsun azınlıkta olan bir halkın
varlığını koruması mümkün değil. Nesilden nesile
çözülecek ve sonunda kaybolacak. Bu gün babam
Çerkes'miş diyen eğitimli insanlar var. Komik değil
mi? Maalesef bunu diyen çözülmekle kalmamış un ufak
olmuş demektir. Yine Çerkeslik ile ilgili iki laf
ettiğinizde “aman canım Çerkeslik mi kalmış?” diyen
var.
Şimdi bu soruyu sorana ne anlatılır. Çerkeslik
evdeki şeker, un, tuz gibi bir şey onun için. Git
de yenisini al deme şansı var mı? Şahsen ben tek
kelime dahi konuşmaya değer görmem ve konuşmam.
Bunlardan yola çıkarak ben bir Adige'yim ve neslimi
devam ettirmek Adige kalmak istiyorum diyebilmek
için tek yol var oda dönüş. Ben bir vatandaş olarak
nasıl olur, ne şekilde olur, Türkiye, Rusya, Kuzey
Kafkasya üçgeninde neler yapılabilir bilemem. İşin
sorumluları o noktada gerekli olanları ben ve benim
gibi düşünenler için zaten yapar. Benim için yani
vatandaş için önemli olan şey aynı düşünceyi
taşıyabilen diğer vatandaşlar ile yola
çıkabilmektir. Ben anavatana giderim orada çok daha
derin bir şekilde xhabze beklediğim için değil,
anavatanım olduğu için giderim. İşin özü bu.
Diasporada Çerkes olarak yaşadık ve çevre
kültürlerden etkilendik tıpkı Kafkasya’nın da
etkilendiği gibi. Ben bunları bilerek giderim.
Diaspora Çerkesliğini Kafkasya da yaratmak için
değil, Kafkasya’da ki şartlara uyarak, saygı
duyarak yaşamak için giderim. Ben Kafkasya’ya
giderim “törenlerde kadeh kaldırıyorlar “demek için
değil, bende onlarla birlikte kadeh kaldırmak için
giderim. Ben Kafkasya’ya giderim rahatça ekmek
elden su gölden yaşamak için değil, emek vererek
üretime katkıda bulunabilmek için giderim... Kısaca
gelecekte Kafkasya’da da her şeyi kaybedebilirim.
Dili, kültürü, aklınıza gelen her şeyi ama
kaybetmeyeceğim ve sürekliliğini sağlayabileceğim
bir şeyim olacak oda benim ırkıma ait bir vatanım.
Eğer bu noktayı algılayabiliyorsam birçok şeyi
zaten aşmışım demektir.
Maxu Nıbjoghuxer
a-e
28.12.2005
Selamlar Sayın Lhepserko,
Bana
sorduğunuz sorulara cevap vermeyi düşünüyorum fakat
diğer taraftan da son yazılanları konu başlığına
uyan raya oturmuş olan tartışmaların verimliliğini
konunun başka bir tarafa kayarak düşürmek
istemiyorum. Bildiğiniz gibi Ermeni fobisi başta
olmak üzere bir çok fobi ülkemizde henüz aşılmış
değildir ve burada Ermenilerin ve Kürtlerin
propagandalarını yapıyorum diye mimlenmek sonucunda
hedef olmak düşüncesi beni ürkütmese de
düşündürüyor. Yine bir kaç arkadaşımızın bilinçsiz
söylemleriyle siteye zarar vermemek adına yeni
gerilimlere mahal vermemek adına yazamıyorum. Yazmak
istediğim bir çok konuda ve yavaş yavaş sitenize
olan bağımlılığımı her gün dozajını düşürerek
azaltmaya çalışıyorum ve sitenize olan
bağımlılığımdan kurtulmaya ve halkınız dahil
halklara karşı olan ilgimi kendimde tüketmeye
çabaladığım bir dönemdeyim.
Sorularınızı
cevaplamadığım için hoş görünüze sığınır beni
anlayışla karşılamanızı umarım.
Saygılar.
Lhepserko T.
29.12.2005
Selamlar,
Sayın Atcı, En
kısa zamanda size ulaşacağım. Çalışmalarınızda
başarılar. Sayın Ademey, o kadar yalın, o kadar
sevecen yazıyorsunuz ki, sizi bu sayfada daha sık
görmek yalnız beni değil tüm katılımcıları
sevindirecektir herhalde. Dilinize sağlık! Sevgili
a.e, Benim göremediğim bir noktayı gömüşsünüz.
Aslında haklısınız. Süreç içerisinde kimi
olumsuzlukları aşacağımızdan eminim. Aramızda
olmana ve kalmana sevindiğimi bilmeni isterim...
Sayın Yıldız,
Sondan başlayayım: Türkiyelilik
çemberi neden kırılamıyor? Uzatmamak için
başlıklarla değinmek istiyorum. Akış içerisinde ayrıntılandırılabilir. Kırılamıyor çünkü:
İdeolojik-politik net bir çizgimiz yok ya her kafadan bir ses
çıkıyor ya da bir kafadan her yöne çekilebilecek
sözler. Bu genel çizginin belirlenmesiyle bitmiyor
iş. Bir de günlük gelişmelerin izlenip, bunların
bizim açımızdan yorumlanmaları gerekir. Bu
yapılmıyor. Bilgi akışı-çıkısı tek merkezden değil.
Bunu yapacak organlarımız ya yok ya da güçsüz.
Kendi özgücümüze güvenmiyoruz. Neyin ne olduğunu
açık açık söylemiyoruz. Lafı eveleyip-geveliyoruz.
Herkesi memnun etmeye çalışıyoruz. Sonuçta hiç
birine de yaranamıyoruz. Doğrudan, cepheden tavır
alamıyoruz...Gelecek tepkilerden çekiniyoruz.
Halbuki bunu yaptığımızdaki kazancımız, tepkileri
kat kat aşacak olumluluklar kazandıracak bize ama
bunu göremiyoruz.
Sadece bu siteye bakın. Kafalar
karmakarışık. Ne sağcısı doğru düzgün sağcı, ne
solcusu doğru düzgün solcu (kimse üzerine alınmasın
lütfen). Biri "Çerkes’im ama Türk’üm elhamdülilah"
diyor. "Çerkes’im ama vatanım Türkiye", "Türkiye
bize kucak açtı, ona minnet borcumuz var", "Türk
değiliz ama azınlık da değiliz; bu ülkenin asli
unsurlarındanız"... Hatta bizi temsil yetkisi olan
büyüklerimiz bile benzeri çelişkili açıklamalar
yapıyorlar. Bu yolla Türkiyelilik çemberini kırmak
mümkün mü?
Bir büyüğümüz sormuştu:" Hani ulusal
davamız için cezaevinde yatan bir insanımız var mı"
diye. Biz hep böyle herkesle iyi geçinme derdine
düşersek, tavırlarımıza hep bu kaygı yön verirse,
haklarımız için açık mücadele içerisine girmez de
demokrasi mücadelesi verenlerin bir adım gerisinde
yürümeyi kendimize ilke edinirsek bizi niye
cezaevine atsınlar? Delirmiş mi bunlar? Teorik
netlik sağlanmadıkça, pratik adımlar atılmadıkça
kırılmaz bu çember diye düşünüyorum. Öyle "O
kitapta yazılmış, bu ansiklopedide ayrıntılar var,
okuyun görün" dememeliyiz. Var mı dünyada yalnız
kitabı anlatımlarla başarıya ulaşmış bir hareket?
Niye yapıyor başkaları bu kadar gösteriyi, eylemi?
Yasadışı olma, cezaevine girme sevdalısı mi bunlar?
Bizi cezaevine atacaklarsa da söyleyebilmeliyiz
doğrularımızı: Çerkes’iz. Türkiye'ye kendi
isteğimizle gelmedik. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşıyız ama Türk değiliz. Bir azınlık
milliyetiz ve azınlık milliyet olarak uluslararası
anlaşmalarla tanınan haklarımız var, bunları
istiyorúz. Asimile olmayacağız! Dilimizi öğrenmek
ve öğretmek istiyoruz. İsmimizi taşımak... Türkiye
ne anavatanımızdır ne de ata vatanımız. Bizi
yalnızca kendi çıkarları için Çarlık Rusya’sı ile
pis bir anlaşma yaparak vatanımızdan çıkarmış, dört
bir yana dağıtmış, en insani haklarımızı bile
bizden esirgemiş, asimile etmiştir/etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Türk, Kürt, Arap, Çerkes vs.
halkların devleti değil; Türk ulusunun bir avuç
egemeninin devletidir. Başka hiçbir ulusun kendi
ulusal kimliğiyle yaşama veya devlette yer alma
şansı yoktur. "Şu veya bu milletvekili, asker veya
bürokrat da Çerkes veya Laz değil mi" diyerek
yapılan aldatmacalara kanmayın. Bunların hiçbirinin
kökenleriyle bağları kalmamıştır. Türkleşmiştir
bunlar. Eğer özlerine sahip çıksaydılar, buralara
gelemezlerdi zaten. Türkiye'nin hiçbir
örgütlenmesinde, sağcı da olsalar solcu da, yer
almamalıyız. Ne Green Peace'inde, ne Hayvanları
Koruma Örgütü'nde. Kendi kurumlarımızı oluşturmalı,
kendi önceliklerimizi kendimiz belirlemeliyiz.
Birileriyle dostluk-ittifak kuracaksak, buna da
kendimiz karar vereceğiz. İsterlerse bizi bu
düşüncelerimizden dolayı cezaevine atsınlar.
Direneceğiz, direnmeliyiz. İçimize kapanmalı,
içimize sineni içimizden atmalıyız. Fazla içice
geçmişiz içinde yaşadığımız toplumla, farkımız
kalmamış neredeyse. Onları, onların bizi
sevdiğinden daha çok sevmişiz. Onlar için onlardan
daha çok ölmüşüz.
Ayrışmalıyız... Ölen ölür kalan
sağlar bizimdir! Bunca yıldır burada yaşıyoruz,
tırnakla et gibi olmuşuz vs. diyenlerimize de
aldanmamalıyız. Onlar kendilerine vicdan muhasebesi
yaptıracak kimse kalmasın istiyorlar. Isterlerse
bize ilkel desinler, milliyetçi desinler. Ki, zaten
ezilen ulusların milliyetçiliği mubahtır!
Anavatanımız Kuzey Kafkasya’dadır. Anavatanımıza
dil uzatanın dilini, el uzatanın elini
engellemeliyiz. Bizi ilgilendiren her konuda
duyarlılık göstermeliyiz ve mümkün olan her
yöntemle var olduğumuzu, taraf olduğumuzu
hissettirmeliyiz... Yok olmak üzereyiz. Bunu
durdurabilmenin, geleceğimizi garanti altına
alabilmemizin tek yolunun anavatana dönüşten
geçtiğini anlatabilmeliyiz insanlara. Dönmeliler
veya dönenlere yardımcı olmalılar. Ki, dönenler
kalanların da geleceklerinin garantisi
olacaklardır. Ya örgütlerimiz bunları açık açık
söyleyebilmeli ya da bunları açık açık söyleyecek
örgütleri yaratmalıyız. Türkiyelilik çemberini
kırabilmenin bilmem başka yolu var mı?
Saygılarımla
Not: Aslında Dönüş Hareketinin çevre ülkelerin ve
halkların lehine mi, aleyhine mi olduğu sorunu
benim için daha önemliydi. Hatta sayın Hatam, sizin
söylediğinizin tam tersini söylediği için bu konuyu
daha da açmak istiyordum ama yazı çok uzamasın diye
bunu gelecek sefere bırakıyorum. Sormak istediğim
çok şey var bu konuda...
Psıne
29.12.2005
Sayın Lhepserıko,
Mesajınızda
belirttiğiniz görüşlerinize genel manada katılmakla
birlikte bazılarını anlamada/yorumlamada nüans
farklarımız olduğunu belirtmek isterim. Kısaca
şunları söylemek isterim: Bize gereken ideolojik
çizgi değildir sayın Lhepserıko, Bize gereken
ULUSAL BİLİNÇ'tir. Eğer bir ulusun mensubu olma
bilinci bizde oluşmuş, bu bilincin bize yüklediği
sorumluluk hissi gelişmişse mücadelenin hedefi
sapmaz, önceliği değişmez. Çünkü aidiyetimiz
konusunda tereddütlerimiz yanılsamalarımız olmadığı
sürece, politik /ideolojik anlamda hangi yönden
gelirsek gelelim aynı noktaya çıkarız.
Solcu
olalım, sağcı olalım, şeriatçı olalım ne olursak
olalım, ulus olma mücadelesinin önüne bir başka
öncelik koymadığımız sürece hedefimizi doğru tespit
ederiz. Bu bölümü genişçe açmak istiyorum:
Sözgelimi sol siyasetin halkların kardeşliği tanımı
doğru ve güzel bir yaklaşımdır. Fakat kendi halkı
yok olan bir kişi kalkıp bu politik tavır
içerisinde başka halkların mücadelelerinin
hamiliğine soyunamaz. Bu, kendi evi yanan adamın üç
mahalle aşağıdaki yangına su yetiştirmesi gibi bir
şeydir. Sözgelimi İslam inanışını politik
yorumlarla hayata geçirmeye çalışan bir kişi ümmet
mantığı ile hepimiz din kardeşiyiz, Tanrı katında
eşitiz, farklılık takva iledir, İslam hakim
olduğunda bu sorunlar çözülür vb. söylemlerle kendi
kültürünün yok oluşuna çanak tutamaz.
Sözgelimi
bizler bu vatanda hepimiz biriz, farklılığımızı
ifade eder öne çıkartırsak bölünürüz, atalarımız
birlikte mücadele ettiler, hepimiz kardeşiz, Türk
hepimizin adıdır vb. safsatalarla kendi farklı
kimliğinin yok oluşuna hizmet edemez. Ulusal
bilinci ve aidiyet duygusu gelişmiş bireyler, bu
safların hangisinde olurlarsa olsunlar, kendi
kimliklerinin yok olduğu gerçeğini, kendi
vatanlarının nüfus sorunu olduğu gerçeğini
kendilerinin sürgün bir halkın bireyi olduğu
gerçeğini ikinci plana atmazlar. Atamazlar. Sizin
ifadenizle “ben Çerkes’im ama Türküm elhamdülillah”
diyen kişinin sorunu ulusal bilinç eksikliğidir.
Eğer cemiyetinizi oluşturan bireylerin kahir
ekseriyeti bu tip bocalamalar içerisindeyse ,
ulusal bilinç oluşturmak sizin ele almanız gereken
öncelikli sorunların başında olmalıdır. Eğer
cemiyetiniz ulusal manada bir bilinç seviyesine
ulaşmamışsa bu söylediğiniz tuhaf durumlar yaşanır,
böylesi zaaflarınız olduğunu göre keskin çatışmalar
yaratmak bir şey kazandırmaz, aksine daha fazla
örselenmenize yol açar. “Doğrudan, cepheden tavır
almak” diyorsunuz. “Teorik netlik sağlamak”
diyorsunuz. Teorik anlamda net olmayı şöyle
anlıyorum ben: Biz Çerkesiz. Üzerinde azınlık
durumuna düştüğümüz bir vatana sahibiz. Sürülmüş ve
günden güne yok olan, çoğunluğu başka ülkelerde
sığıntı gibi yaşayan bir halka mensubuz. ...
Bu iki
maddelik tanımlamanın sizi kapsadığını
düşünüyorsanız, size yüklediği görevlerin de
farkında olmalısınız. Nedir bu görevler ? Üzerinde
azınlık durumuna düştüğümüz vatana sahip çıkmak, bu
sorunun çözümüne katkı sağlamak. Sürülmüş bir halk
olarak yaşadığınız topraklardan anayurdunuza geri
dönmek, dönemiyorsanız dönebilecek insanlara,
dönüşün hayata geçmesine katkı sağlamak,
vatanınızda ayakta kalabilmek için üzerinize düşeni
yapmaya çalışmak. Yok olan kültürünüze ve
kimliğinize sahip çıkmak, bunun sorumluluğunu
omuzlarında hissetmek. Kendisini yukarıdaki iki
madde ile yapılan tarife ait hisseden ve bu
aidiyetin getirdiği sorumlulukların farkında olan
bireyleriniz çoğunlukta olduğunda doğrudan cephe
alır, doğrudan mücadeleye girişirsiniz.
Cemiyetinizde bu bilinç yokken kendi öz gücüne
güvenerek doğrudan cephe almak, cephe açmak ancak
örselenmenize yol açar. Kaldı ki, kültürel
haklarınızı talep etmekten öte, doğrudan cephe
açabileceğiniz bir mücadele alanınız da yoktur bu
topraklar üzerinde.
“Biz Türk değiliz ama
azınlık da değiliz” “Sistem bizi asimile etmeye
çalışıyorsa da halk ile uzun yıllardır aynı kaderi
paylaşıyoruz, bizim bu halk ile sorunumuz yok”,
“Bizler mensubu olduğumuz kültürü yaşamak ve
yaşatmak istiyoruz, bu bizim doğal hakkımızdır” Bu
ifadeler doğru söylemlerdir bana göre. Bizler bu
topraklara sizin de belirttiğiniz gibi pis bir
işbirliği sonucu getirildik. Bu topraklara can
döktük, kan döktük ve dolayısıyla da bu ülkeyi
kuran unsurlardan birisiyiz. Bu tarif bizi
diğerlerinden ayrı kılmaz, ayrılık anlamına gelmez
veya burada kök salmamız gerektiği anlamına da
gelmez. Sadece bize demokratik haklarımızı talep
etmede güç verir, haklılık verir, bu haklar da
varlığımızı biraz daha uzun sürdürebilmemizi sağlar
. O nedenle bu haklarımızı mutlaka talep etmemiz ve
geliştirmemiz gerekir, çünkü dönüş hareketinin tüm
diasporayı Kafkasya’ya taşıyacağını düşünmek saflık
olur. Dolayısıyla da buradaki haklarımızı talep
etmek ve geliştirmek bizim için hayati önem taşır…
Ayrıca dönüş demek burada 150 yıllık tarihimizi
ve haklarımızı silip atmak demek değildir. Fakat
bizim çizgimiz şurada çok net olmalıdır. Hiçbir
sorunumuz anayurdumuzun sorunundan öncelikli ve
önemli olamaz. Biz kendimizi doğru tanımladığımız
ve bu tanımlamanın üzerimize yüklediği
sorumlulukların farkında olduğumuz sürece, sizin
söylediğiniz şekilde kendi içine kapanmayı tüm
mücadele alanlarından çekilmeyi gerektirecek bir
durum yoktur. Bilinç ve aidiyetimiz konusundaki
bocalamalarımızı çözdüğümüzde, zaten mücadelenin
çizgisi her birey için kendiliğinden netleşecektir
. Diasporada yok olduğumuz gerçeğini, anayurdumuzun
nüfus sorunu olduğu gerçeğini, dolayısıyla bunun
çözümü olarak dönüşün zorunlu olduğu gerçeğini
tartışmaya bile gerek görmeyecektir hiç kimse.
Bütün iş bireylerin yapabilecekleri oranda bu
sorunların çözümüne katkı sağlamalarına kalacaktır.
Saygılarımla.
Not: Dönüşün kimin
lehine, kimin aleyhine olduğu yaşanan ilk süreç ile
kendini gösterdi zaten sayın Lhepserıko. Resmi
hüviyeti olan insanların bu konuda "şunun lehine,
şunun aleyhine" diyebileceğini sanmıyorum. Fakat
dediğim gibi bu -lehine aleyhine- meselesi DÇB için
yürütülen kampanyadan tutun, Kafkasya’ya din
ağırlıklı yapılar örgütlemeye, bazı komşu halkların
huzursuzluklarına ve bazı cumhuriyetler için özel
yürütülen yıpratma kampanyalarına kadar uzar gider
bu konu. Fakat burada tartışılabileceğini
sanmıyorum.
Lhepserko Tarık
30.12.2005
Sayın Yıldız,
İki nokta
var; daha doğrusu biri biriyle ilintili iki cümle
var yazınızda. "Eğer bir ulusun mensubu olma
bilinci bizde oluşmuş, bu bilincin bize yüklediği
sorumluluk hissi gelişmişse...", "Eğer cemiyetiniz
ulusal manada bir bilinç seviyesine ulaşmamışsa..."
diye vurguladığınız, ama tüm yazınıza hakim olan
ifade. Aslında benim de söylemeye çalıştığım, ulus
olma kriterlerini taşımadığımız. Henüz
anavatandayken başlayan uluslaşma sürecimiz, sürgün
ile kesintiye uğramış. Bunun sonucunda anavatanda
kalanlarımız başka, diasporadakiler başka bir
gelişim seyri izlemiş.
Evet bir ulusun mensubu olma
bilinci bizde yok ama bu bilinç kendiliğinden
oluşmaz ki! Hele hele biz eğer tam manasıyla bir
ulusal topluluk değilsek? Tüm söylediklerim aslında
bir ulusal bilinç yaratabilmek için neler
yapılmalıya örnekler: Kendini tanımlama, farklı
olduğunun farkına varma, çıkarlarını belirleme ve
bu çerçevede harekete geçme... Bu süreç bir
bilinçlenme süreci, insanlarımızın nereye ait
olmaları gerektiğine, bunun farkına varmalarına
yarayacak bir süreç. Doğrudan cephe açmaktan kastim
böyle net olabilmek, evelemeden gevelemeden
konuşmak. Dahası sizin söylediklerinizden, bu
ulusal bilincin nasıl oluşturulacağına yönelik
cevap bulamıyorum. "Önce bilinçlenme sonra
mücadele" gibi bir anlam çıkıyor ki (yanılıyorsam
düzeltirsiniz), ben insanların mücadele ederek,
pratiğin içerisinde bilinçlenebileceklerine
inanıyorum. Keza sosyal kültürel faaliyetlerle de
bir ulusal bilincin yaratılmasının, ortak bir
ruhsal şekillenmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Böyle bir yöntem şimdiye kadar ki, bütün
öğrendiklerimle çelişiyor.
Öyle ya, ekonomik
ilişkiler, politik ilişkileri, politik ilişkiler de
sosyal ve kültürel ilişkileri belirler diyor
felsefe. Eğer politik ilişkileri belirleyebilecek
bir açılım getiremezsek bir çekim merkezi haline de
gelemeyiz herhalde. Böyle kalırsa da insanlarımızda
ne "aidiyet" duygusu gelişir ne de bir ulusal
bilinç. Bu duygunun, bu bilincin olmadığı yerde de
ne dönüş gerçekleşir ne de demokratik haklar için
mücadele. Sosyal kültürel faaliyetler yıllardır
yapılıyor ama bunlarla bir adım ileri gidilebiyor
mu? Bilinçlenme sağlanıyor mu? Nerede hata
yapıyoruz diye düşünmek yerine "insanlarımız
duyarsız, sorunlarına sahip çıkmıyorlar" diyor,
insanlarımızı suçluyoruz. Affedersiniz ama
Anadolu’da bir deyiş var: "Ne yaptın ki avucuma, ne
süreyim yüzüne" diye. Bizimki biraz buna benziyor.
Ne verdik ki ne istiyoruz? Bir soruyla özetleyeyim
isterseniz yazımı ve bitireyim: Türkiyelilik
çemberinin de kırılması anlamına gelecek bu ulusal
bilinçlenme veya "aidiyet" duygusunun gelişmesi
sizce hangi teorik ve pratik süreçlerden geçilerek
sağlanabilir? Ben bir önceki yazımda aslında buna
yanıt aramaya çalışmıştım...
"Lehte-aleyhte" sorusunu, aslında DÇB ile ilgili
tartışmanın olduğu sayfada yazılan bir cümle
sonrasında sorabilme cesareti bulmuştum. Bu sorunun
aslında çok önemli olduğundan eminim ama siz bunun
yerinin burası olmadığını söylüyorsanız, saygı
duyar konuyu da kapatırım. (Diğer sayfalara
bakıyorsunuzdur eminim. Tartışmaların altında yatan
aslında bu soru ve inanın bunu zaten herkes
tartışıyor. Umarım sorumlu insanlarımız da
tartışıyordur...)
Psıne
31.12.2005
Sayın Lhepserıko,
Tartışmanın
kendimizi tekrara dönüşmesini istemem, fakat bir
kez daha ifade etmek istiyorum ki, önceki yazıda
vurgu yaptığım “ulusal bilinç eksikliği” bizim
sorunlarımızın temelinde yatan nedendir. Zaten siz
de doğrudan cephe açmak ifadenizi açarken aynı
sorunu tespit ediyorsunuz. Bu manada tarif
ettiğiniz “doğrudan cephe açma”ya hiçbir itirazım
olamayacağını ve tamamına katıldığımı da belirtmek
isterim. Ben sorunu cephe büyütme, perspektif
genişletme olarak almış, dolayısıyla da
insanlarımızı başka mücadelelere kaptırma
tehlikesine dikkat çekmek istemiştim. Ulusal bilinç
eksikliğimiz konusunda anlaştığımıza göre bu kısmı geçiyorum.
Ben sizin sorunuza cevap vermeye
çalışayım: Ulusal bilinç veya aidiyet nasıl
sağlanır ? Öncelikle aidiyet ile ulusal bilinç aynı
şeyler değildir benim anladığıma göre. Aidiyet
kendisini bir halka / ulusa mensup hissetmek, ‘ben
buraya mensubum’ diyebilmektir en basit tanımı ile.
Adı üzerinde bir histir; önce aile, sonraki aşamada
ise cemiyet bu duyguyu güçlendirir veya zayıf
kılar. Bilinç ise bu duygudan temellenen bakış
açısının; hayatı yorumlamasıdır. Yani somut
koşulları göz önünde bulundurarak politika üretme,
yol ve yöntem önerme, karşılaştığı sorunları tarif
etme/ulusal çıkarları temelinde değerlendirme
yeteneği kazanmaktır bilinç. Özet tarif isterseniz:
Kişinin olayları kendi milletinin menfaatlerine
göre değerlendirmesidir. Bu bilincin nasıl
yaratılacağı ise bilinmeyen bir şey değildir. Kendi
değerlerine sahip çıkarak, Kendi halkının
sorunlarına çözüm arayarak, Kendi toplumsal bünyesi
içerisindeki hastalıkları tedavi ederek, Hayatın
gerçeklerini kendi halkının gözü ile görerek, Kendi
ulusal çıkarlarının farkında olarak,
Yukarıda
saydığım ve çok daha fazla uzatılabilecek olan üç
dört maddenin nasıl anlaşılacağında
düğümlenmektedir her şey. Bizim için asıl sorun
burada başlamaktadır. “Kendi değerlerine sahip
çıkmak”... Bu ifadeyi sizin şikayetçi olduğunuz
“kültürel sosyal faaliyetler” şeklinde
anlayabileceğimiz gibi, çok daha ileri bir adım
olan “tamamlanamamış uluslaşma sürecinin devam
ettirilmesi” şeklinde de anlayabiliriz. Eğer ilk
tarifteki gibi anlıyorsanız ona uygun faaliyet
içerisinde olursunuz. İkinci tarifteki gibi
anlıyorsanız ona uygun. Yol ve yöntem konusunda
yapabileceğiniz tek şey cemiyetinizin bireylerine
ikinci seçenekteki bakış açısını kazandırmaya
çalışmaktır. Bu da kendi kültürünü,kendi
tarihini,kendi değerler bütününü tanıtarak
olur,orada kendi halkının üzerinde yaşadığı bir
vatan olduğunu fark ettirerek olur. O vatandan
kopup bu topraklara savrulmuş oradaki bütünün bir
parçası olduğunu kafasına işleyerek olur,oradaki
bütün ile ilişki kurmasını sağlayarak,kendisini
oradaki var olanda buldurarak olur. Eğer ağırlıklı
kesim bu anlayışa kavuşur,olaylara bu perspektiften
bakılmaya başlanırsa, zaten hepimizin şikayetçi
olduğu umursamazlık kendiliğinden kalkacaktır
ortadan. Ciddi manada varlığını sürdürme sorunu
olan bir toplumun bireyleri kültürel sosyal
faaliyetlerle bu sorunu çözemeyeceklerini
kendiliğinden göreceklerdir. O zaman,yolumuzu
uzatanlar, yürüyüşümüzü engelleyenler birer birer
tasfiye edileceklerdir kendiliğinden. Sorunu doğru
tarif ettiğimizde, çözümü de doğru tarif etmeye
başlayacağız. *
'Önce bilinçlenme, sonra
mücadele' 'Bilinç mücadelenin içerisinde oluşur'
Burada da bir nüans farkı var sayın Lhepserıko,
mücadelenin aldığı biçim bilinci oluşturursa bu gün
şikayetçi olduğunuz durum çıkar ortaya. Bilinç
mücadeleyi oluşturursa ancak doğru hedefe ulaşma
şansınız vardır. Bilinç algılamadır,olayları
yorumlamadır, sorunu ve çözümü doğru tarif etme
yetisidir. O nedenle bilinç ile oluşmuş,yönünü
bulmuş bir mücadele tercih edilir. Çok fazla teorik
detaylara girmek istemiyorum aslında. Yaşam
önümüzde duruyor,bize düşen ise onu doğru tarif
etmektir sadece. Bu arada; Halkımızın daha güzel ve
estetik deyimleri vardır sayın Lhepserıko, Zips
uzefe psıhxuer um-ğauf|ey (suyunu içtiğin dereyi
kirletme) der bir sözümüz. Beslendiğiniz kaynağı
kurutmayın şeklinde anlamakta bir sakınca var mı?
Sayın Lhepserıko, Uzunca bir tartışma/yazışma
yaptık. Bu yazışmalar daha da uzayabilir ve
günlerce devam edebilir, çünkü tartışılacak,
konuşulacak pek çok sorunumuz var. Fakat buradaki
konu başlığının dışına taşmamak adına şimdilik daha
fazla detaylandırmadan bitirmekte yarar görüyorum.
Sizinle bu güzel diyalogu sürdürmekten hoşnut
olduğumu belirterek teşekkür etmek isterim. DÇB,
konusunda da elbette söylenecek şeyler var. Dönüşü
kimlerin istemeyeceği, ne için istemeyeceği
konusunda da. Fakat bu tür konuların istismara açık
ve amacından saptırılmaya müsait olması nedeni ile
pek fazla bir verim alınabileceğini sanmıyorum.
Diğer bölümleri de izliyor, okuyorum elbette.
Saygılarımla.
Harun Hajukua
27.01.2006
Değerli büyüğüm Necdet
Hatam,
Ben İsviçre’de yaşayan bir Adige genciyim.
2000’de gezi amaçlı Adige Cumhuriyeti’ne
gelebilmiştim, ancak işim dolayısı ile bir buçuk
hafta kalabildim ve tabi ki bu kısa sürede oradaki
durumu net göremedim. Ancak, Krasnodar’dan Adigey
Cumhuriyeti’nin sınırından giriş yaparken ‘’Welcome
to Adigean Land’’ yazısını okuyunca inanılmaz
duygulandım. Bu duygu kelimelerle tarif edilemez
ama tarif etmeye çalışayım. Hiç abartmıyorum, fakat
bu duyguyu taşımayanlar bunu anlayamaz. Boğazım
tıkandı mutluluğun verdiği bir hazla gözlerim
doldu. Sanki ölmüştüm ve Cennet’ten içeri
giriyordum. Hemen tüm tanıdıklara İsviçre’deki ve
Türkiye’deki Türk olsun Çerkes olsun cepten mesaj
attım. ''Adigelerin vatanından tüm dostlara
selamlar''.
Belki bu duyguyu çok hacı olmayı
isteyip de yıllar sonra Arabistan’a giden hacılar
yaşamış olabilir. Kafkasya’ya dönüşü savunanlara
engel olanlara, onların önünü tıkamaya çalışanlara
bir kaç sorum olacak. Kafkasya’ya ticaret yapmaya
giden Türklere, Kürtlere niye kimse bir şey demiyor
da bir Çerkes anavatanına dönmeyi arzuladığında ve
bunu çevresindeki insanlarla paylaştığında bu
yanlış bir düşünce olarak algılanıyor. Sen dönmek
istemiyorsan ve bulunduğum yerde ben mücadelemi
sürdürürüm diyorsan amenna ve saddakna. Sana kim
engel oluyor ki? Neyi savunuyorsun? Sana Türkiye’de
dernek açma, faaliyet gösterme, mücadele etme diyen
yok ki! Niçin geri dönüş fikrini baltalamaya gayret
ediyorsun? Amacın ne? Aynı Çerkes Almanya’ya,
Amerika’ya iş amacıyla gidip yerleşiyor, oradan bir
yabancıyla evleniyor, derken çoluk çocuğa
karışıyor, o çocuklar büyüyor ve onlarda
yabancılarla evlenip yok olup gidiyorlar ama
kimsenin Amerika’ya, Almanya’ya ya da başka bir
yere gidip yerleşip orayı mesken tutan Çerkes’e bir
şey demiyor, sorgulamıyor.
Yani Çerkes Kafkasya’ya
gitmesinde, nereye giderse gitsin! Bu düşünce Adige
milletine yapılan ihanettir, eğer bilinçli
yapılıyorsa. Yok eğer kulaktan dolma yapılıyorsa
gaflet ve dalalettir! Bu nasıl bir mantıktır?
Kimse, kimseyi silah zoruyla götürmüyor ki! Sen
kal. Senin gibi düşünenlerde kalsın ve mücadeleniz
saygı görsün. Tabi ki lobiye de ihtiyaç var. Lakin
‘’kimse Kafkasya’ya gitmesin’’ demek dediğim gibi; ya gaflettir ya da
İHANETTİR! Çerkeslerin bir
kısmının da olsa dönmesini sağlayacak çalışmalara
da köstek olmayalım Allah aşkına. Lütfen.
Allah
aşkına diyorum! Bütün Adigeler Türkiye’den başka
bir ülkeye yerleşmeyecek diye bir kural mı var!
Avrupa’ya, Amerika’ya gidenlerde yanlış yapıyorlar
o zaman, öyle ya Türkiye’yi bırakıp nereye
gidiyorsun? Peki Almanya’ya yerleşmiş ve artık biz
Almanya’nın bir parçasıyız Türkiye’ye dönmeyeceğiz
diyen 1 buçuk milyon Türk’te vatan haini mi? Kimse
bana onlar geri dönecek demesin Çünkü şu andaki
yeni jenerasyonun çoğu Türkçe dahi bilmiyor. Dönüş
fikrini başka işleri yokmuş gibi baltalamaya
çalışanlar binlerce Ermeni’nin, Kürt’ün Kuzey
Kafkasya’ya akın ettiğini, yerleşmeye çalıştığını,
hatta Adige Cumhuriyeti’nde bir Kürt köyünün şu
anda Kürt diliyle eğitim yapmaya bile başladığını
bilmiyor mu?
Kimse herkesi Nuh’un gemisi gibi bir
gemiye tıkıp Kafkasya’ya götürelim dediği yok.
Fakat cumhuriyetlerimizdeki nüfusu lehimize
çevirmek bizim kutsal görevimiz olmalı, hatta bu
konuda aklıma uç fikirler bile geliyor. Mesela
Kafkasya’da evlenmeyi teşvik edici yardım
mahiyetinde ve her çocuk yapan Adige ailelerine
yardım ve teşvik amaçlı bir kereye mahsusta olsa
belli miktarda ekonomik yardım yapılması gibi.
Şimdi bana soranlar olacak; ‘’İsviçre’de rahatın
yerinde tabi, konuşuyorsun’’ falan. Şunu
söyleyeyim. Vatandan ayrı geçen her geçen günüm
benim için sadece zindan. Burada çoğunuzun
yaşamadığı dünya zevklerini tattım ya da söyle
söyleyeyim; çoğu Çerkes’in tek gaye edindiği rahat
ve lüksü gördüm. Fakat bunları amaç edinmenin ne
kadar boş olduğunu da anladım. Atalarımın yurduna
dönmek hayatımdaki tek gayem. Benim derdim; oraya
geldiğimde nasıl faydalı olabilirim. Zira
Kafkasya’da havayla yaşanmıyor. Küçükte olsa
ticaret yapmak, bunun için sermayeyi toparlamak ve
tabi ki doğru insanlarla diyalogda bulunmak. Sayın
büyüğüm, siz kimseye hesap vermek zorunda
değilsiniz. Şunu bilin ki; arkanızda fikirlerinizin
samimiyetine ve mantıklılığına inanmış büyük bir
gençlik kitlesi var ve bu kitle büyüyor. Ben kendi
bölgemden 1000’den fazla genç getirebilirim. Fakat
buna büyüklerimizin maddi destek olması gerekiyor.
Artık nasıl dönülürü tartışalım.
Saygılarımla.
A.ypşaşe
28.01.2006
Maf sayın Harun,
Çok güzel
duygularla içten anlatmışsınız anavatan
ziyaretinizi, harika duygularınızı bize de
aktarmanız paylaşmanız çok güzel. Dönüş fikrini
baltalamaya çalışan ya da garipseyenler konusunda
da yerden göğe kadar haklısınız. Sanırım bunun
izahı ancak şöyle yapılabilir: Bir insan olarak
düşünün tek bir birey onun hayattaki duruşu nerede,
ne yapar, ne durumda yaşar ve bu yaşadıkları ona ne
katkı sağlar? O ne katar bunlara. Alışverişi
nasıldır, çevreyle yapısı kişiliği en önemlisi
şartları nedir? Onun her şeyinde etkili olan
hayatın, ona sunduğu ya da eksik bıraktığı şartları
açarsak sosyal ve ekonomik şartlar sizin sözünü
ettiğiniz garipseyen veya ‘’aman o nasıl fikir’’
diye dehşete kapılan, yani ürken korkan kısım o an
bulunduğu konuma tırnaklarıyla zorlayarak
gelmiştir.
Mekan değiştirdiğinde şu an sürdüğü
tatlı hayatı yitireceğinden korkan ya da burası,
orası fark eder mi diyecek kadar anavatanının
olduğundan ve oraya dönmenin onun için çok da
önemli olmadığı kısım ya da kesim diyelim. Aslında
insanların alıştığı yerden kopması, çevresinden
koparılması tabi ki zor hatta birçokları için
mümkün olmayan, asla olmaz, denilen bir durum ve
belirli bir yaşı geçmiş insanlar için bazen
tasavvur dahi edilemeyecek şey. Ev değil, mahalle,
semt değil, şehir değil, ülke değiştirmekten söz
ediyoruz. Bu herkes için her şey için söz konusu
insan hayatında. Bütün bu saydıklarımızı her şeyi
göz önüne alarak bakarsak durum böyle. Ancak işte
''insan isterse diye'' bir cümle geliyor hemen
aklımıza. İstemek, evet bir şeyin olmasını istemek
lazım. İnanmak lazım. Bunu bütün kalbinle istemek
diyebiliriz, artı inanmak. Başaracağına bakın
gördünüz mü bunlarda çok basit kaldı hem de çok
basit. Evet atalarımızın bin bir zahmetle, çileyle
geldiği o yolları geri göze almak için hiç
hesapsız, gözü kara, yürekten bağlı, yürek demişken
çok cesur, çok yürekli ve aşık olmak lazım. Aşık
memleketine vatanına, öz vatanına, anavatanına,
insanına aşk duymak sevgi duymak lazım. Bizi
bekleyenin sadece toprak değil, yürekler olduğunu
görecek gönül gözü lazım. En önemlisi bu aşk ile
harekete geçmek için; amiyane tabirle, mangal gibi
yürek lazım. Dönüş sürecinde bu yürekliliği
gösterenlere bunu vefa borcu bilenlere ne mutlu.
Saygıyla eğiliyorum önlerinde.
Saygılarımla, hoşçakalın, yürekli kalın.
Hudij
12.02.2006
Ben şu anda Moskova’ya yakın bir
bölgedeyim. 6 aydır burada gördüklerim yaşadıklarım
dönüş hakkında bana yeterince bilgi verdi. Ayrıca
bana kimse dönüş hakkında bir şeyler empoze etmeye
kalkmasın. Benim gördüklerim bana yeterince bilgi
verdi, Çeçen ve Asetinlerle tanıştım. Bunları
kimseyi zan altında bırakmak için yazmadım.
Arkadaşlarla sonuçta tanıştık duyduklarım ve
gördüklerimden sonra ben bu arkadaşlara Çerkes
olduğumu söyleyemedim. Yani Türkiye’deyken sanki
buralarda yaşayanlar hayalimdeki gibi tam manasıyla
asimle olmamış insanlarmış gibi geliyordu. İnanın
bizden çok daha kötü durumdalar, ha Maykop ve diğer
bölgeler nasıldır bilemem. Benim gördüğüm Ruslardan
hiçte farkları kalmamış. Ben sandım ki tanışınca
evlerine davet ederler, aileleriyle tanıştırırlar.
Ben bunları bekledim ama olmadı.
Sonuçta benim
güzel vatanım var. Ben bir şekilde buraya
(Türkiye’ye) gelmişiz ve bu ülke için kan dökmüşüz.
Bu benim için her şeyden önemlidir. Ayrıca
Türkiye’de de kimse bu vatanı benden çok sevdiğini
iddia etmesin, benim için birinci şart; olmazsa
olmaz Müslümancım ve gereğine bakarım. Sonra
kimliğim gelir öncelikle çocuklarımız ve
torunlarımızdan çok insan olarak yaşamamızın
hesabını vereceğimize inanıyorum.
Size duyduğum bir
olayı da aktarayım: Arkadaşlardan yurdumuza merak
edip gelmişler ve tavsiye edilen otele
yerleşmişler, bir gün odalarına malum şahıslar
ziyarete geliyorlar eşyalarını karıştırıyorlar,
tabi konuşulan dil aynı olunca bizimkiler odaya
giriyorlar siz de mi Çerkessiniz, dediklerinde,
burada herkes Çerkes cevabı yanında tartaklamışlar.
Ayrıca eşyalarından bir kısmını gasp etmişler.
Bizim düşündüğümüz gibi kimse burada. Ooo
kardeşlerimiz gelmiş hoş gelmişler, demiyor ya da
onlar yanlış insanlara rastladılar Şu anda
şantiyedeyim yazım için özür dilerim.
Zamanım
kısıtlı hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hatice Ünal
14.02.2006
Maf! Sayın Hudij;
Sadece size
değil, sizin gibi düşünüp, Kafkasya’yı dedelerinin
bıraktığı halde bulacağını düşünen herkese sormak
isterim; sizleri orada 'zamanın durduğuna'
inandıran şey nedir? Kafkasya’nın tek bir özelliği
vardır bizler için ve bu yeterli de olmalıdır:
Orası VATAN'dır. Öyle olaylar yazmışsınız ki, sanki
başka hiçbir ülkede olmaz bunlar. İnsanlar başka
ülkelerde kaçırılmaz, başka ülkelerde mafya yoktur,
insan öldürülmez, herkes kendi gelenekleriyle yaşar
vs. O topraklarda insanlar bir terminolojiyle
yetiştirildi, her şeyin devlete ait olduğu,
kendisinin sadece bir üretici olduğu ve ne üretirse
üretsin sahip olabileceğinin 70 Ruble maaş ve bir
oda vs. den ibaret olduğu beynine nakşedilerek
yetiştirildi. Sonra bir gecede 'biz artık
demokratik rejimdeyiz, ne istersen sahip
olabilirsin ama paran varsa' denildi bu insanlara.
50 Dolar’ı olan dönümlerce arazilere sahip oldu.
Parası olmayansa her ne olursa olsun bulmaya
çalıştı. Hiç pazarlarda görmediniz mi, kapısının
tokmağına kadar sokup, ayakkabısının bağına kadar
çözüp satanları? Ve sonra bunlarda yetmedi,
uluslararası mafya daldı oralara, aynen Kolombiya
gibi, Türkiye vs gibi.. Bizlerse Türkiye’den
Kuzey’e bakıp bakıp iç çektik. Vatan şiirleri
okuduk. Bulduğumuz kitapları elden ele gezdirdik.
Baktık olmuyor, evlilikler yaptık, standartları
koruduk ve gelenekleri de koruduğumuzu düşündük.
Ürdün’dekiler de öyle, İsrail’dekiler vs.de. Ancak
herkes bir araya geldiğinde ortaya kültür
farklılıkları çıktı. Koruduğunu sananlarında
koruyamadığı fark edildi. Bu kez gözler yine
Kuzey’e çevrildi ki, 'temel kültür' bulunsun. Iyi
de; zaman, niye sadece orası için 'durmuş' olsun
ki?
Kafkas
14.02.2006
Sayın Hudij,
Nerde yaşamak
istediğiniz sizin tercihiniz. ''Empoze etme
düşüncesi'' ben öyle bir konunun işlendiğine hiç
rastlamadım bunu nereden çıkardınız? Bizde
anavatanımıza gittik, gezdik, gördük. Bahsettiğiniz
olumsuzluklar Türkiye'de yaşanmıyor mu? İstanbul'da
millet sokağa çıkmaya korkuyor. Bizler üç beş kişi
değiliz bir milletiz. Sizin anlayamadığınız burası.
Tabi ki her yerde olduğu gibi bizlerin arasından da
olumsuz insanlar çıkacak. Anavatanımızı kötüleme
eğiliminiz (Maykop'a gitmediğinizi de söylemenize
rağmen) anlaşılır gibi değil.
Sayın Hatice Ünal,
Görüşlerinize katılıyorum. Daha önceleri yazdığınız
yorumlarınızda okudum hepsi de harika. CC'de iki
Hatice Ünal mı var?
Dzıbe Osman
15.02.2006
Umarım sözümde
durabilmişimdir.
Değerli hemşehrilerim,
Sizlere kısaca atayurdu
ziyaret eden diğer hemşehrilerimizden farklı olarak
gözlerimle gördüğüm ve çok hoşuma giden diğer bazı
sosyal ve kentsel gerçeklerden de bahsetmek
isterim. Ancak bu cümleleri kurarken Vatan, Millet
Sakarya” edebiyatı da yapmadığımı ve
yapmayacağımı da acizane belirtmek isterim.
Ben bu
seyahatim boyunca, içerisinde 20 bin öğrencinin
yaşadığı, yaklaşık nüfusu 130 bin ile 150 bin
arasında olan Adigey Cumhuriyeti başkenti Mıyékhupe
(mıyé=elma, meyve khuape=köşe, köşesi... Meyve
köşesi) şehrinde 20.12.2005 ve 31.01.2006 tarihleri
arasında kaldım. Maalesef sigara kullanan bir
hemşehriniz olarak bu seyahatimi yapmadan önce,
hayatımda bu kadar sigara içmekten utanç duyacağımı
inanın hiç hesaplamamıştım. Niye derseniz;
Mıyékhuape’de yaşayan Rus ve Adige kökenli
vatandaşlar içerisinde sigara kullananlar,
gerçekten 2. sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar.
Aslında yerel yönetim tarafından alınmış herhangi
bir cezai muamele yok bu konuda ya da ben
rastlamadım. Ancak katıldığım her toplantı veya
muhabbet ortamında sigara içmek için izin isteyen
kişinin şahsımın olması beni ziyadesiyle rahatsız
etti. Aile ortamı yaşayan yetişkinler kesinlikle
evlerinin içinde sigara içmiyorlar, hele
çocuklarının yanında asla. Sigara içmek isteyen bir
vatandaş apartmanda yaşıyorsa nadiren merdiven
boşluğunda, genelliklede apartmanın dışında sigara
içiyor. İnanmayacaksınız ama evin içinde sigara
içme alışkanlığı sergileyenler maalesef biz Türkiye
diasporasından giden geri dönüşçü veya turistlerden
başkası değil. Henüz bu medeni davranışı
sergileyemeyen, üzerlerinde “Burada sigara içmenin
cezası .... YTL’dir” diye boy-boy tabela ve
afişlerin asıldığı Türkiye diasporasındaki
halimizin yorumunu sizlere bırakıyorum.
Dolayısıyla
bu konuda anavatanda yaşayan kardeşlerimiz
şikayetçiler bilmenizi isterim...
Yollar, sokaklar
ve caddelerin standardı belki de hayatınız boyunca
hiç görmediğiniz türden. Kısaca bir sokağı tarif
edecek olursam: (Yalnız altını çizmek istiyorum
cadde değil sadece sokağı) Kaldırımların genişliği
yolun hem sağında hem de solunda olmak üzere
yaklaşık dört metre olup, her dört metrede birde
yetişkin ağaçlar mevcuttur. Araçların gittiği
asfalt yolun genişliği ise en az yedi-sekiz metre
genişliğindedir. Dediğim gibi bu tarif ettiğim
sokaktır haaa, cadde ile karıştırmayın... Sonra
belki yine şaşıracaksınız ama öyle Türkiye’de
alıştığımız türden yılan gibi yamuk-yumuk hiçbir
sokak ve cadde görmedim. Hepsi sanki bir cetvelle
çizilmiş gibi iki kilometre uzağı da görebilecek
şekilde dümdüzdü. Herhalde bu da Mıyékhuape’nin
Konya gibi düz ama Çukurova gibi verimli arazi
yapısından kaynaklanmaktaydı. Toplu yerleşim
alanlarındaki evler ve apartmanlar ise eski
olmasına rağmen (tahmini 25-30 yıllık) yeni
jenerasyon evler ve villalarda yok değil. Genelde
dairelerin mimari yapısı uzaktan kumandalı bir kent
planlaması gereği hep aynı, bir odalı evler, iki
odalı ve üç odalı evler, mutfak-banyo-tuvalet
standart. Tek katlı yer evlerinin çoğu bahçe
içersinde yer almakta, dört bloklu her bloğu 32
dairelik her toplu yerleşim sitesinin ortasında o
yerleşim birimine ait araç parkı ve çocuk parkı
alanları standart olarak bulunmaktadır. Üç odası
bulunan Türkiye standartlarında olmasa bile
oturulabilir bir evin aylık kirası Kominalne
denilen elektrik, sıcak-soğuk su, doğalgaz
ücretleriyle bebarer 160 – 200 $ arasındadır.
Satın almak istediğinizde ise yeri ve durumuna göre
üç odalı bir ev fiyatı 30-40 bin dolarlardan
başlamaktadır.
Bunun yanı sıra arsa fiyatı hariç 50
bin dolardan başlayan fiyatlarla muhteşem villa
yapanlarda vardır, ben böylesi şatovari evleri de
ilk defa Kafkasya'da gördüm.
Bir de geri dönüşçüler
ve yerliler tarafından “daha 10 yıl öncesine kadar
en güzel evi 10-15 bin dolara satın alabilirdin”
cümlesini duyunca insan gerçekten kahroluyor.
Evlerde ısınma sorunu iki şekilde çözülmektedir;
biri şehir şebekesinden gelen sıcak su ile diğeri
ise kat kaloriferi ya da kombisiyle. Şehrin belirli
yerlerinde o yerleşim birimine bağlı alanlara
doğalgaz ile ısıtılan sıcak suyu pompalayan
istasyonlar bulunmaktadır. Bunları tuğladan örülmüş
yüksek bacalarından hemen tanırsınız. Dolayısıyla
evlerde soğuk suyun yanı sıra sıcak su da vardır ve
hem de elinizi altında tutamayacağınız kadar
sıcaklıktadır, bu sıcak su. Yalnız oraya yerleşmek
isteyen aileler veya kişiler için bir önerim;
yanlarında Türkiye’de alıştığımız taharet musluklu
klozet götürmeleridir. Orada satılmıyor mu demeyin
ben Mıyékhupe’de görmediysem de Krasnodar'da hani
uçaktan indiğim Mıyékhupe'ye bir saat uzaklıktaki
büyükşehirde satıldığını duydum ama pratik
çözümlerde üretilemez değil bu konuda. Kısaca
alıştığımız kültüre ait tuvalet sadece Türkiye’den
oraya gidip yerleşmiş yatırımcı ruhlu
hemşehrilerimizin işyerlerinde ve bir de şehir
merkezindeki camide var. Bu arada Rusya Federasyonu
istihbarat teşkilatı FSB’nin binasının tam
karşısında açılmış Mc Donald’s türü bir
restaurantta da bu hizmetin verildiğini belirtmek
isterim. Kardeşim bu kadar da detay olur mu demeyin
bana, çektiğimi bir ben bir Allah bilir. Hatta beni
misafir eden Mıyékhuapeli arkadaşlardan biri, bazı
geri dönüşçülerin bu tuvalet konusunu devlet sorunu
haline getirip yerleşmekten vazgeçtiklerini bile
söyledi. Siz siz olun bunun maliyeti montajı ile
beraber 50 YTL'yi geçmez.
Ah her devlet sorunumuz
bunun gibi olsa... Bunun yanı sıra evlerde biriken
çöpler genelde günün akşam saatlerinde bölgenize
gelen çöp arabalarıyla alınmakta. Çöp konteyneri
diye bir uygulama yok yani. Hem niye olsun ki? Her
çöp arabası geldiğinde plastik poşetlerde
biriktirdikleri çöplerini kendi elleriyle çöp
arabasına atan bir medeni halkınız varsa, niye
yönetim olarak onları da aynı Türkiye’deki
konteynerlerin etrafında oluşan çöp dağlarına
mahkum edesiniz ki?
Hazır yerel yönetimden konu
açılmışken kaldığım süre boyunca hemen hemen her
geri dönüşçünün evinde bulunan uydu anteni
vasıtasıyla Türk medyasını da takip ettim. Türkiye
kar içerisinde boğulurken, 10 bine yakın köy yolu
kapanmışken Mıyékhuape’de hiç de öyle aman aman bir
kar yoktu. Ayrıca hiçbir köy yolu da kapalı değildi.
Ne kar sıkıntısı, ne doğalgaz vananızı kısarım
derdi (!). Hatta ve hatta hiçbir araç lastiklerinde
zincir kullanmıyordu bile. Araçların büyük bir
çoğunluğunu oluşturan bronz çağı döneminden kalma Jiguli marka (bizdeki Hacı Murat, Murat 124 –Serçe)
araçları da zincir kullanmayan araçlar kervanına
dahildir. Her taraf Jiguli kaynamıyor tabi ki.
Hayatta hiç görmediğiniz marka ve modelde, sağdan
direksiyonlu özel araçlarda azımsanmayacak düzeyde.
Araç ithalinde Türkiye’de olduğu gibi Özel Tüketim
Vergisi (ÖTV) diye bir uygulama olmadığından
istediğiniz markayı Krasnodar’daki bayisinden
satın alabiliyorsunuz. Lada Vega marka Türkiye’de
satılan otomobillerin sıfır kilometresi yani
yepisyenisi 10 bin dolar, her şey dahil.
Şehrin tam
ortasında şehir camisi olduğundan bahsetmiştim.
Yine şaşıracaksınız bu camiyi yaptıranda Birleşik
Arap Emirlikleri’nden bir Emir. Kendisinden Allah
gani gani razı olsun. Mıyékhuape Camisi (Camiye
yerel dilde Mescid denildiğini unutmayın...) modern
mimarisi ile hemen dikkati çekmektedir. Orada
kıldığım Cuma namazlarını inanın çok farklı bir
huşu içerisinde geçirdim. İmam (Efendi) Cuma
hutbesini Türkiye’de alıştığımız gibi 15 dakika
içinde değil 1 saat içinde ancak bitirebiliyor.
Diyeceksiniz ki, otururken ayaklarına kramp girmiyor
mu? Hayır girmiyor, çünkü ayaklarımı uzatıp,
sırtımı da duvar veya sütuna yaslayıp rahat rahat
dinliyorum çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu herkes
gibi. Ancak gerçek şu ki, hutbelerde söylenenleri
çok az anlayabildim. Neden mi? Onu da izah edeyim.
Çünkü imam efendi hutbeyi Rusça okuyord a ondan.
Rusça konuştuğunun arkasından da Besleney
lehçemizle olmak üzere Adigece çevirisini yapıyor.
Kendisi ile tanışmamış olmama rağmen tahminen 30
yaşlarda ve Karaçay-Çerkessk’li ve Besleney
olduğunu duydum. Sesi de, mahreci de maaşallah çok
güzel. İmamın hutbeyi özellikle Besleney lehçemiz
ile çevirisini yaparak sunması bir bakıma çok
güzel, böylelikle belki de farkında olmadan Adige
dilinin Batı lehçelerini kullanan Adigeyliler ile
Doğu lehçelerini kullanan Karaçay-Çerkesskliler,
Kabardey-Balkarlılar arasında bir köprü vazifesi de
icra etmekte kendisi. Aslında hutbenin uzamasının
başlıca nedeni de iki dilde okunmasından
kaynaklanıyor. Bir diğer sebebi de bir işte çalışan
cemaatin zaman konusunda ve işe yetişmeleri
gerektiği konusunda imamı uyarmamasından kısa ve öz
tutmasını istememelerinden kaynaklanıyor. Kaamet
getirilip 2 rekat farz için safa durduğunuzda
inanmayacaksınız ama kendinizi çok farklı bir
coğrafyadaymış gibi hissediyorsunuz. Önümüzdeki
safta Afrikalı siyahi renkli Müslüman
kardeşlerimiz, bir tarafımızda inanışları gereği
ayaklarını bizim ayaklarımıza bitişik tutan ve
heybetli yapılarıyla ellerini yüreklerinin üstüne
bağlayıp ta namaz kılan Çeçen kardeşlerimiz, bir
tarafınızda gözlerinin çekikliğinden belli Orta
Asyalı Müslüman kardeşlerimiz, diğer bir tarafta
ise ellerini bağlamadan namaz kılan Müslüman
kardeşlerimiz. Arap yarımadasından gelen Afrika
kökenlilere göre daha açık tenli Arap öğrenciler,
İsrail-Türkiye-Ürdün ve Suriye diasporasında gelen
hemşehrilerimiz, yine ön saflarda takmış oldukları
takkelerle kendilerini hemen belli eden Bosna
Savaşı sonrası Yugoslavya diasporasından gelip te
Mıyékhuape şehrine yakın bir köy olan Mafehable’ye
yerleştirilmiş yaşlı thamade büyüklerimiz. Bu
tasvir nereyi çağrıştırıyor size Allah aşkına?
Namaz sonrası “Tham kabıli yéş’ “, “Allaham yéred”
“Allah kabul etsin” temennilerinin birbirine
sunulduğu seremoni. Kurban Bayramı’nda ise Cuma
namazlarından farklı olarak Adigey Müftüsü Yémıc
Nurbiy eşliğinde cami içerisinde Devlet Başkanı
Hazret Şovmen’in vekil tayin ettiği parlamenterin,
en üst rütbeli subayın, sivil toplum örgütü
liderleri veya temsilcilerinin bayram kutlama
dilekleri de okundu. İnanmayacaksınız Papaz
efendilerde bu kutlamaya bizzat katıldılar. Kurban
Bayramı öncesi yılbaşı kutlamaları ve şenlikleri de
ilginçti. Yılbaşına bir hafta kala şehrin ve
ticarethanelerin büyük bir kısmı süslenip püslendi.
Bu yılbaşı kutlamaları da ne oluyor, yukarıdaki
paragrafta anlattığın Cuma namazı izlenimlerinden
sonra yakıştı mı diye sormayın bana. Sizler,
Türkiye diasporası yaşayanları, çok mu yabancısınız
yılbaşı kutlamalarına sanki. Hem nüfusunun %70’ni
Rusların oluşturduğu bir Cumhuriyetten ne
bekleyebilirsiniz. Allah’tan bu kutlamalar arasında
öyle Taksim Meydanları’nda gördüğünüz türden zerre
kadar bir taşkınlık olmadı, olmuyormuş da. Benim
gördüğüm, yılbaşı kutlamalarının yapıldığı hafta
içerisinde havai fişek fiyatlarının ucuz olmasından
dolayı herkes alabildiğine bireysel havai fişek
gösterisi yaptı. En güzeli ve şaşalısını da yerel
yönetimin yaptığı oldu. Ayrıca bu hafta içersinde
küçüklerin medeni cesaretlerini arttırmak amacıyla
bazı yerlerde kurulan sahneler üzerinde onlara
oyunlar oynatıldı, şarkılar söyletildi,
ebeveynleri de sahne aşağısından onlara eşlik etti
ve bunlar hiçbir resmi kuruluş tarafından değil
tamamıyla bireysel çabalar gösteren eğitmenler
tarafından gerçekleştirildi. Eğer böyle bir tarihte
Mıyékuape’de bulunuyorsanız; hafta içinde kapı kapı
dolaşarak sizlere Rusça tekerlemeler okuyup yeni
yılınızı kutlayan Adige çocuklarına da harçlık
vermeyi unutmayın. Tabii ki, sadece yılbaşında
değil Ramazan ve Kurban Bayramları, Beraat, Regayip
ve Kadir gecelerinde de uğradıkları taktirde
harçlık vereceğinizi de hatırlatın lütfen. Bizim
çocuklarımızın bilip te onların bilmediği daha
birçok bayram var çünkü. İnsanların tek bayram
olarak bildikleri yılbaşı kutlamaları öncesi tüm
registirasyon işinizi mutlaka halledin. Zira benim
pasaportumun işlemleri Kurban Bayramı tatili de
araya girince 20 gün sürdü.
Pasaportsuz hiçbir yere
adım atamıyorsunuz, aksi taktirde tatiliniz ya da
günleriniz sadece yakın çevrenizde geçer. Aslında
bende bir ara acaba dedim, olur ya; her ne kadar
geçici ikametgah için Over denilen ofise
başvurmadıysam da yeni yılın yüzü-suyu hürmetine al
sana oturumda, vatandaşlıkta diyecekler diye
düşünmedim değil. Öyle ya yoksa niye tutsunlar
sadece bir gün içinde yapacakları registirasyon
için pasaportu mu? Over diye anılan pasaport
registirasyon işlemlerinin yapıldığı ofisin,
Perşembe-Cuma günü registirasyon için
çalışmadığını, Çarşamba öğleden sonra verilen bir
pasaportun ancak Pazartesi günü geri
alınabileceğini böylelikle öğrenmiş de oldum. Siz
siz olun registirasyon öncesi pasaportunuzu daha
Over ofise teslim etmeden bir GSM sim kartı alın
100 Rubleye, 500 Rublelikte kontür yüklettiniz mi
size epey bir süre yeter sanırım. Yalnız şunu da
unutmayın; Türkiye’den herhangi bir GSM hattı ile
ister bu yeni aldığınız numaradan ister cep
telefonunuzdan çıkartmadığınız Türkiye’de
kullandığınız hatta ait numaradan sizi
aradıklarında hem arayana hem de size para
yazmaktadır. Dolayısıyla en uygun olanı yeni
aldığınız Rus GSM numarasını Türkiye’den
arayacakların sabit bir telefondan aramalarıdır.
Türkiye’ye geri döndüğünüzde benim gibi şaşa
kalmayın gelen Turkcell faturasına sonra. Yeni
numaranızı da yeni GSM hattınızdan sms mesaj
yöntemiyle Türkiye’deki sevdiklerinize bildirin,
konuşmaktan daha hesaplı. Bazı ortamlarda merakım
üzre şu soruyu sordum, yaşlısına ve gencine de:
“Türkiye de ne kadar Çerkes var dersiniz” diye.
İnanın hani bazımızın en az 2 milyon kişiyiz,
bazımızın da olur mu ya, 8 milyondan az değiliz
dediği Türkiye diasporası için tahminler 200 binden
yukarı çıkmadı. Ne çelişki değil mi? İki milyon
dediğimde gözleri yaşaran mı ararsın, şaka
yapıyorsun diye gülen mi ya da şaşkınlıktan küçük
dilini yutacak olanı mı... Özellikle bu sayıyı
duyduklarında şaşıran küçük çocuklara “söyleyin
bakalım şimdi, Adigey’den daha çok Adige’nin
yaşadığı Türkiye topraklarımıdır anavatanımız,
yoksa burası mı” diye tekrar sorduğumda; yok,
hayır, ilk şaşkınlıklarını atmış vaziyette bu
soruma verdikleri cevapta kesin ve kararlılık
hakimdi: Burası !... Öyle ya adı üstünde değil mi
zaten Adigey Adigelerin, Türkiye de Türklerin
vatanı, doğru söze ne denir? Afferim. Adıgey’e
yerleşecekler için; sakın eşya falan götürmeyin
çünkü burdan oraya ev eşyası götürmek rezilliğin
son perdesi. Dolayısıyla eşya götürme yollarına
girmeden, direk size oradaki eşya fiyatlarına
ilişkin aklımda kaldığı kadarıyla rakamlar
sunacağım: Yatak Odası: 18.000 Ruble 632 $ 853,00
YTL
Oturma grubu: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
TV,Ant, Receiver: 9.000 Ruble 315 $ 426,00 YTL
2
Katlı Ranza: 12.000 Ruble 421 $ 568,00 YTL
Çocuk
çekmecesi 3.000 Ruble 105 $ 142,00 YTL
Buzdolabı:
15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
Çamaşır Mak: 15.000
Ruble 526 $ 710,00 YTL
Fırın: 6.000 Ruble 210 $
284,00 YTL
Mikrodalga fırın: 2.000 Ruble 75 $ 95,00
YTL
Ütü: 1.000 Ruble 38 $ 48,00 YTL
Mutfak eşyası:
10.000 Ruble 350 $ 475,00 YTL
Masası-sandalye:
6.000 Ruble 210 $ 284,00 YTL
TOPLAM: 112.000 Ruble 3.934 $ 5.305,00 YTL
Yukarıdaki listede bulunmayan giysi gibi
malzemelerinizi tabi ki uçakla birlikte yanınızda
götüreceksiniz. Halı, perde gibi diğer bazı
malzemeleri yukarıdaki listeye fiyatlarını
bilmediğimden dolayı dahil edemedim. Türk
markalarıyla birlikte bu ihtiyaçlarınızı da
Mıyékhuape’den karşılamanız mümkündür. Yalnız bizim
kullandığımız çay demlikleri ve çay bardağı
takımlarını hiç göremedim, duyurulur.
Listeye dahil
edilemeyen ihtiyaçların fiyatları da hemen hemen
Türkiye fiyatları kadar olsa gerek diye
düşünüyorum. Uçakta her yolcu için 20 kg yük hakkı
bulunmaktadır, 20 kg üzeri yük ise kg başına 2
$’dan hesaplanmaktadır. Ayrıca yok illa da ben bu
kadar para harcayamam diyorsanız, evimin eşyasını
götürmem gerek diyorsanız o zaman siz Mıyékhuape’de
yaşayan ve işi bu olan Tırcı Ahmet ile görüşmeli ve
sizin gibi 2-3 aile daha bulmalısınız. Bu arada
eşyalar TIR'da, sizde güvertede, bir taraftan
geleceğinize ilişkin planlar yapmayı bir taraftan da
Karadeniz'in kara sularına bakıp bundan yıllar önce
atalarınızın tam tersi istikamette yaptığı o
amansız yolculuklara inat, siz de gemiyle anavatana
gitmek istiyorsanız oda bir alternatif. Bunun için
TIR'cı Ahmet ve Samsun’daki gemi acenteleriyle
görüşmeli varsa RoRo (TIR götüren büyük gemi) sefer
tarihlerini iyi öğrenmelisiniz.
Evet sevgili hemşehrilerim, Kafkasya seyahatime ilişkin bu
bilgileri sizlerle unutmadan paylaşayım istedim.
Umarım işinize yarar ve size bu gözlemlerim yeni
ufuklar açar. Şimdi hemen şunu soracaksınız
biliyorum. “Iyi güzelde biz oraya gittiğimizde ne
iş yapacağız ne yiyeceğiz?'' En iyi bildiğiniz işi
yapacaksınız ve rızkınızı yiyeceksiniz. Ancak illa
da iş ortamından da bahset diyorsanız durum şu:
Ticari hayat Rusya’nın her yerinde olduğu gibi
Mıyékhuape’de de yavaş yavaş gelişmektedir. İnşaat
Sektörü içerisinde yer alan tüm işler bu
topraklarda da revaçtadır. Şehrin merkezinde Center
(merkez) pazarı ve Çeremuşka mahallesinde de
Çeremuşka pazarı bulunmaktadır. Pasaport Over
Ofisi'de bu Çeremuşka Pazarı kenarındadır. Halk tüm
periyodik ihtiyaçlarının %90’nını buralardan
yapmaktadır. Temel gıda malzemeleri ucuz olmakla
birlikte, çoğu gıda malzemesi ithaldir. Et bile bu
pazarlarda açıkta kilosu 3-5 $’dan satılmaktadır.
Ancak geri dönüşçüler genelde helal kesim et
aradıklarından güvenilir kimselerin kestiklerini
tercih etmektedirler. Gerçi et fiyatı ucuz ama hiç
kasap görmedim orada ve etlerde öyle bizim
alıştığımız türden biftek, antrikot, pirzola, dana
rosto, kuzu gerdan, kuşbaşı diye satılmıyor, bu tür
şeyleri ya bilmiyorlar ya da gerek mi duymuyorlar
anlamadım. Giysi konusunda maşallah her şey var
ve ucuzda. Bunun yanı sıra bizim ağız tadımıza
hitap edecek bol sebze yemekleri yapan lokantalarda
yok. İnsanımızın tüm ticari konulara yönelik
sektörel bilgiyi bizzat yerinde tespit etmesinde
fayda vardır görüşündeyim. Evet değerli
hemşehrilerim işte sizlere sıcak anavatan
havadisleri. Karar sizin. Önceden de söylediğim
gibi bu yazıyı hazırlarken size “Vatan, millet
Sakarya” edebiyatı yapmayacağımı belirtmiştim.
M. Özkan
15.02.2006
Merhaba Osman Bey,
Ellerinize
sağlık. Altını çizerek okudum.
Teşekkürler.
Sigusipse
15.02.2006
Dzıbe Osman,
Elinize, kolunuza,
dilinize sağlık. Büyük keyifler alarak okudum.
Nihayet bu şekilde canım Kafkasya'mdan haberlerde
almak kısmet oldu. Yazıyı nasıl okuduğumu dahi
anlayamadan sayfa sonuna geldim. Tekrar
teşekkürler. Sayın CC sizden bir ricam olacak. Bu
yazı arada kaybolmasın ve lütfen değerli
katılımcılar okusun. O yüzden bir sakıncası yok ise
ana sayfada bir link yapın. Bu yazı her kişi
tarafından dikkatle okunsun.
Saygılarımla.
Dzıbe Osman
15.02.2006
Kıymetli hemşehrilerim,
Seyahatime yönelik yazdıklarıma göstermiş olduğunuz
ilgi ve teveccühünüz beni ziyadesi ile memnun etti.
Ama şunu bilmenizi isterim ki, oraya en azından
turist olarak gitmekte sizi ziyadesiyle memnun
edecektir. Aslında bu yazıyı hazırladığım dosya
anavatana geri dönüşü düşünen veya turist olarak
gitmek isteyenlerin faydalanacağı prosedür
adımlarını ve maliyetleri de içermektedir. Fakat
forum sayfasına bu bilgileri copy-paste edebilme
şansım maalesef yoktur. Hazırladığım bu dosyayı
edinmek isteyenler lütfen aşağıdaki e-mail
adreslerime isteklerini bildirsinler:
dzibeosman@gmail.com
osmantopal1864@hotmail.com
Saygılarımla.
Guğoj Sami
15.02.2006
Değerli kardeşim Osman,
Mıyekuape'yi
ve yaşantıyı o kadar güzel özetlemişsin ki, tebrikler
sana. Ben de bildiğin gibi Kobli M.Abinle 1992'den
beri gidip geliyorum, izinlerimi Kafkasya'da
geçiriyorum. Anavatanını gidip gelip gereksiz
eleştiren bir çok kişi gördüm.
Yıllardır anlattık
anlamadılar, bay lümpenler. O yüzden bu yazın çok
güzel oldu.
CC yöneticileri dikkate alıp baş
sayfada bir kaç resim takviyesiyle yayınlarlarsa
okuyanı çok olur ve bazı gereksiz konuşmaları da
önler. Gereksiz eleştirilere şöyle diyorum "AYNAYA
BAKAN KENDİNİ GÖRÜR".
Maf, sigoş lhape.
Dzıbe Osman
16.02.2006
Teşekkür ederim Sami ağabey.
Şunu bilmeni isterim ki, sene 1992'de seni gezdirip
gösterdikleri anavatan topraklarında maalesef başka
milletlerin çocukları aşık atıyor. O yerleri inan
seni ve senle yaşadıklarını yadederek bana da
gösterdiler. Ben artık dayanamadım Sami ağabey.
Çocuklarıma da bana gösterdikleri gibi
göstermesinler diye ailece gidiyoruz sevgili
ağabeyim.
Artık senelik izinlerinde ziyadesiyle görüşmek
dileğiyle,
Saygılar ağabey.
Guğoj Sami
16.02.2006
Sevgili kardeşim, bu haberinle
bir kez daha beni mutlu ettin. Yolunuz açık olsun,
inşallah anavatanda görüşmek dileğiyle, ailene ve
tanıdıklara selamlarımla...
J.W. 16.02.2006 Adige lhap'ew Dzıbe Osman, Tham
ghogu mafe wereghaj, wilheghuni, wızfayeri, wigu
yilhıri khıbdereghaxhu. Yigho khassıme ga tixeku
daxem tışıze'uç'ejın. Tham 'ome agir dıghaseçen be!
Wopsaw!
Sigusipse
16.02.2006
Sayın Dzıbe,
Şansınız bol,
yolunuz açık olsun. Ben bizzat gidecekmişim gibi
sevinç duydum. Kıskanmadım desem de yalan olur.
Allah yolunuzu her zaman açık etsin. O kadar mutlu
oldum ki kelimeler bulmakta zorlanıyorum. Darısı
bizim başımıza... Bu arada sevgili eşinize de
bizzat teşekkürlerimi sunuyorum.
Saygılarımla.
A.ypşaşe
17.02.2006
Maf Sayın Osman,
Buradaki herkes
gibi bende anlattıklarınızla çok mutlu oldum. Bu
güzel cesaretli yürek için ve bunu bizimle
paylaştığınız için çok ama çok teşekkürler. Buradan
da sevgi ve selamlarımızı iletin. Onlara
söylemenizi istediğim bir şey daha var ki,
(atlarımıza, kamalarımıza, kalpaklarımıza, o çok
suçlandığımız evliliklerimize rağmen) onları
oraları unutmadığımızı unutamadığımızı ve hala
mızıka kokusuyla çarpan yüreklerimizin olduğunu ve
eğer kabul ederlerse bir gün bizimde orada olmak
istediğimizi söyleyin lütfen.
Saygılarımla hoşçakalın ''Ğogümaf''.
Azmi Berberoğlu
25.02.2006
Selamlar,
Bu konudaki
tartışmanın, bu sütunlarda başlamasından bu yana
neredeyse 20 ay geçmiş. Bu zaman diliminde yaşanan
olaylara ve gelişmelere baktığımızda, ATAVATANA
DÖNMENİN çok ciddi biçimde düşünülmesi gerekliliği
konusunda büyük çoğunluğun pek bir tereddüdünün
kalmadığını değerlendiriyorum. İstanbul’daki
SINAGOG baskınından sonra, zamanın İsrail başbakanı
Ariel ŞARON; Yahudiler için en emniyetli ve
Yaşanılacak yer İSRAIL'dir demişti. Başarılı bir
dönüş işleminin gerçekleşebilmesi için gerek
ADİGEY'de gerekse ABHAZYA'da, DÖNÜŞÇÜLER için somut
projeler üretilmesi zorunlu hale gelmiştir diye
düşünüyorum. Son zamanlarda Anavatan ve Diaspora
arasındaki iletişimsizlikten yakınmalar artmaya
başladı, yapılacak başarılı DÖNÜŞ kampanyaları
(sayılar SINIRLI tutulabilir)yeni dönüşçüleri
Tetik’leyecektir. Kafkaslar üzerinde oynanan
oyunlar ve gündeme alınan yeni senaryolar,
Diasporada yaşayanlara konum ve stratejilerini
yeniden gözden geçirmeleri gereğini dayatıyor diye
düşünüyorum.
Saygılarımla.
Beyaz Atlar [Abhaz]
26.02.2006
Tüm yazıları okumak
gibi bir fırsatım olmadı, ancak genel tema "diaspora'ya
dönmek için gereken şartlar oluşmadı"
çerçevesinde... Herkes üzülüyor ve bir şeyler
yapmak istiyor değil mi? "Değerli büyüklerim bu
konuya bir el atın, şununla ilgilenin" falan
filan... Burada yazılanları okudukça kendimi daha
çok bir tiyatro sahnesinin ön koltuğun da oturur
hissediyorum... Fikirlerimi ben de sizler gibi
beyan etmek isterdim, ancak sizleri küçümsediğimden
değil, yanlış yönlere temayül etmeniz endişesiyle
vazgeçiyorum. Dileğim istediğiniz gibi
yaşamanızdır.
Azmi Berberoğlu
02.03.2006
Sayın ABHAZ kardeşim,
Bana
kalırsa siz; vardığınız yargıyı yeniden gözden
geçirme şansına sahipsiniz, ricam en azından bu
başlık altındaki yazıları okuyup, sonra yapacağınız
değerlendirmeleri bizimle paylaşmanızdır.
Esen
kalın.
Ali Taş
08.04.2006
İstediğin yerde yaşamak hakkın,
kalmak isteyebilirsin hayırlı uğurlu olsun. Dönmek
isteyenin orada nasıl yaşayacağı onun sorunu, seni
niye üzüyor? İşte orası biraz düşündürüyor? Oraya
gitme duygusu gitmese bile orayla bağını koparmaz
ilişkiler çoğalır. Yoksa bundan mı korkuyorsun? Bu
duyguyu taşıyanlara gölge etme yeter istediğin
yerde yaşa sevgili kardeşim.
Bütün mesele dönmek
veya dönmemek değil. |