“Ölülerin
Şarabı” romanı ile 2003 Adigey Devlet Edebiyat Ödülü’nü alan
şair ve yazar Nalbiy Kuyok ile “Adige Mak” gazetesinden
Seauh Gosnago’nun yaptığı söyleşi:
Gasnago: Uzun yıllar şiir yazmakta iken 5-6 yıl önce
birden düzyazıya geçtin ve “Hırçın Dağ” isimli enteresan
romanını yazdın. Bu sürükleyici, etkileyici ve ilginç bir
roman. Okuduğumda uzun zaman etkisinden kurtulamadım ve
okurlarının da kitaptan ilgiyle söz ettiklerini çokça duydum.
Ama bu kitabını ödüle aday göstermedin…
Kuyok:
Bu soru
birçok kişi tarafından soruldu, halen de soruluyor. Bu
kitabımı daha çok beğenenler de var ama eleştirmenler
“Ölülerin Şarabı”na büyük değer verdiler. Ben de edebi olarak
bu kitabımın daha iyi olduğuna inanıyorum. Gerçi
eleştirmenlerin görüşü ile okurların görüşünün çakışmadığı da
çokça görülüyor. Bana sorulacak olursa son kitabımın bazı
yönlerden daha başarılı olduğunu kabul ediyorum. Bir başka
yönden ise “Hırçın Dağ” daha başarılı. İki kitabımı yan yana
koyup değer biçemem ama yukarıda da belirttiğim gibi son
kitabımın edebi yönden belirli bir yüksekliğe eriştiğini
sanıyorum.
“Hırçın Dağ” romanımı aday göstermememin bir nedeni var. Beş
altı yıl önce görev yapmakta olan ödül komisyonundan hoşnut
değildim. Şimdiki komisyonda kendim bulunduğum için daha iyi
demiyorum ama önceki komisyonda doğru bulmadığım birçok
uygulamalar vardı. Örnegin: Bir ödül vermek gerekiyorsa Yunus
Cuyako’nun “Demir Kurdun Öyküsü” ne verilmesi gerekirdi zira
bu büyük bir çalışmadır. Ama bugüne kadar ödül alamadı. Yusuf
Tlevusten’in klasik olmuş bir çok kitabi vardır ama “Demir
Kurt”un önüne geçip ödül alan kitabı yazarın en iyi
eserlerinden biri değildir. Bu durumda komisyon ya serbestçe
karar veremiyordu veya komisyondakiler edebiyattan yeterince
anlamıyorlardı.
Amacım Tlevusten’in eserini küçük düşürmek değildir, onun
benim erişemeyeceğim romanları vardır ama tekrar ediyorum o
zaman aday gösterdiği kitabı ödüle layık değildi.
Hiçbir yazar ödül düşünerek yazmaz. Böyle bir düşünceyle de
hiçbir zaman yazmadım.” Hırçın Dağ” isimli kitabım o zamanki
kitapların içinde ön sıralardaydı ama bu sebeplerden dolayı
aday göstermedim. Hatır için layık olmayanlara ödül
verilmesini kabullenemiyordum. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih
ettim.
Gasnago: Eserinle kendini amaçladığın hedeflere ulaşmış
kabul ediyor musun?
Kuyok:
Herkes kendi
kapasitesine göre yazıyor, yaşamı gözlemliyor, anlıyor.
Edebiyatta gerçek olan ortaya çıkmış olan yazıdır yoksa “buna
göre yapmak, söylemek gerekir” demenin bir yararı yoktur.
Bunları söylememin nedenini açıklayım. Adigelerin tarihleri
ile ilgili kitaplarda hoşuma gitmeyen, kabullenemediğim şeyler
var. Bu kitaplarda, Adigelerin büyük düşünemedikleri, yaşamı
felsefi olarak algılayamadıkları, sıradan insanlar oldukları,
evlenmek-boşanmak, masal anlatmak, dedikodu yapmak,
çekememezlik gütmekten başka bir şey bilmediklerini
söyleyenler var.
Bence bu doğru değildir. Daha önceden de söylediğim olmuştur.
Adige halkı yeryüzünün büyük ve derin düşünebilen halklarından
biriydi. Nart mitolojisi buna örnektir. Dünyada mitoloji
sahibi olan 12-13 halk vardır. Mitoloji sahibi olmanın anlamı
halkın o devirde dünyada mevcut olan en derin ve en büyük
düşüncelere vakıf olduğudur. Nart destanlarının 3-4 bın yıl
önce oluştuğunu söyleyenlere varsa da bazı şarkıların 40-50-80
bin yıllık olduklarını söyleyenler de vardır. Onların içinde
dünyanın oluşumu üzerine anlatımlar vardır. Buna göre
onbinlerce yıl önce yeryüzünde mevcut olan akıl ve düşünceye
Adigeler vakıf olmuşlardır. Bu nedenle Nart destanlarını
oluşturabilmişlerdir. Karaçay-Çerkesk’te yayınlanan “Bitki
İsimleri” kitabında 1500 bitkinin adı mevcuttur. Bunların
bazılarını eleyecek olsak bile sağlam olarak 1000 isim
kalmaktadır. Bin adet bitkiye isim bulmak basit bir iş
değildir.Yeryüzündeki birçok halk bunu başaramamıştır.
Dili ele alıp yeryüzündeki en çok sesli dilleri sayacak
olursak bunların biri de Adigece’dir. Bilimadamları Adige
dilinde 100’u aşkın ses bulunduğunu belirtiyorlar. Bu durumda
yeryüzünde mevcut olan her sesi Adigece ile telaffuz etmek
mümkün olmaktadır. Dilimizle anlatılamayacak hiçbir şey
yoktur. Son yıllarda bazı yönleri yeterince kapsamadığını
söyleyerek dilimizi gereği gibi çalıştırmadığımız bir
gerçektir. İmkanlarımızın yeterli olmayışı bir yana Adigece
yeryüzünün en güçlü dillerinden biridir.
Bu kadar
birikimi olan bir halkın sadece çekememezlik ve dedikodu
yaparak yaşıyor olması mümkün değildir. Biz su anda eğer
yazarsak, bilimadamıysak, felsefeciysek bu gerçekleri
anlayarak, şu anda pek iyi bir durumda değilsek bile
geçmisteki başarılarımızı anlatmamız gerekir. Bakarsınız Adige
ulusu 200-300-500 yıl sonra yeniden dirilebilir.
Tekrar
kitabıma dönecek olursak Adigelerin donanımlı insanlar
olduklarını, zamanında bir çok şeylere ulaşabildiklerini ve
bir çok şeyi de elde etme isteği içinde bulunduklarını,
yiğitlik ve insanlık sahibi olduklarını göstermek istedim.
Çekememezlik de vardı ama akıl ve iyilik çoğunluktaydı.
Kitabımda günümüzde gözle görüp anlayabildiğimiz maddelerin
dışında sujeler vardır, mistik sujeler vardır. Yaşamdan biraz
kopuk gibi olanlar vardır. Örneğin: Lasin gide gide Fenes’le
karşılaşır. Fenes orman içinde meşe ağacı altında durmaktadır.
Meşe ağacına uzanıp armut koparıp yer, daha sonra elma ve erik
koparır meşeden. Böyle bir şeyin olması mümkün değildir ama
konusunca Lasin’i buna inandırır. İnsan gerçekten isterse
aradığı her şeyi bulunduğu mekanda bulabilir. Bazıları
“Milyarım olsaydı neler yapmazdım” der ama bin Ruble'si olanın
yaptığından fazlasını yapmaları olanaksızdır.Yapılacak olanın
parayla ilintili olmadığı açıktır. İnsan varlıklı da varlıksız
da olsa insan olarak varolmaya devam etmektedir.
Matrix dedikleri yeni bir bilim doğdu ki tüm insanların bir
iplikle birbirine bağlı olarak varolduklarını söylüyor. Bu
düşünceyi sona kadar götürürsek tanrıya ulaşırız. Tanrı her
şeyi görür demeleri bundan olsa gerek. Akşam olup ayrı bir eve
kapanıyorsak da yine dünyaya bağımlıyız. Bunu anlayabilen
insanlar vardır. Ben bunu Adigelerin çok eski yıllarda
anladıklarına inanıyorum. Bir atasözümüz vardır “Ev öküzüne
vurunca, dağ öküzünün boynuzu sallanır” diye. Bu da dünyadaki
her şeyin birbirine bağımlı olduğunun Adigelerce çok eskiden
anlaşılmış olduğunu gösterir. Adigelerin bu tür düşüncelere
sahip olduklarını, büyük işler düşündüklerini kitabımda
göstermeye çalıştım.
Bunlardan başka bir amacım daha vardı ki, o da dunyayı ve
yaşamı böylesine anlayabilmiş olan bu halkın bugün neden
yokoluşa sürüklenmekte olduğudur. Gerileye gerileye dünyaya
dağılmış bir durumda kalmıştır. Adigelerin böyle bir felakete
maruz kalmalarının sebebi nedir? İşin bu kadar kötü sona
gitmesi nedendir?
Gasnago: Soru mu soruyorsunuz yoksa cevabını mı
vereceksiniz?
Kuyok:
Soru
soruyorum. Zira bunun cevabını bulmak güçtür. Bir cevap
bulduğunu zannederken altından bir soru daha çıkmaktadır. Bu
da cevaba ulaşamadığını gösteriyor. Tanrı her şeye kadirdir
denmesi de bundan olsa gerektir.
Gasnago: Kitabında Hatkoyes sülalesinden sözediyorsun…
Kuyok:
Evet böyle
bir sülaleden sözediyorum ama gerçekte Hatkoyes diye bir
sülale duymadım. Bu sülalenin bin yıllık öyküsünü gözlemledim.
Gasnago: Eleştirmenlerin kitabına büyük değer
verdiklerini biliyorum.
Kuyok:
Kitabım
üzerine çok şey yazıldı. Kiril Ankudinov Moskova’da eleştiri
yazdı. “Literaturnaya Adigeya”da büyük bir eleştiri çıktı.
Perenuko Kutas kitabım üzerine defalarca makale yazdı. Huvaj
Nuriyet kitabın Adigece el yazmasını okuyunca “Adige Mak”ta üç
sayfalık eleştiri yazdı. Eleştirmen Sasa Kazbek de kitabımı
beğenmiştir. Bunlar da kitabımın eleştirmenlerden olumlu not
aldığını göstermektedir.
Gasnago: Bugünlerde ne ile meşgulsünüz?
Kuyok:
Tiyatro için
yazmış olduğum piyes hakkında rejisörün eleştirilerini dikkate
alarak yeniden düzeltiyorum. Yeni bir roman yazmayı
düşünüyorum, o da Adigeleri anlatacak. Yaşamın sonuna gelmiş
ve yaşayıp yaşamayacağı sorgulanan Adige'nin kendi öz
eleştirisini yapması üzerine olacaktır. Kitapta biraz
mistisizm olacaktır. Ben yazarken “mistik yazacağım” diye işe
başlamıyorum. Yazdıklarımı gerçekten gördüğüme inanarak
yazıyorum. Yaşamda gerçekleşme olanağı olmayan şeyler
kitabımda yer alacaktır ama bugün olmaz gibi görünen şeyin
yarın olabildiğini zaman bize göstermektedir. Bizim
gördüğümüzü sandıklarımız yalnızca aklımızla
kavrayabildiklerimizdir. Ancak akıl ile kavrayamadığımız halde
gördüklerimiz ne olacak?
Bu nedenledir ki olmayacakmış gibi bir şey gördüğünüzde
delirdiğinizi veya kendinizde olmadığınızı sanmanız doğru
olmaz.
Gasnago: Ödül moralini etkiledi mi?
Kuyok:
Doğru
söylemek gerekirse sevindim. Bir çok insan beni kutladı. Bu da
eserimin insanlarca anlaşıldığını gösteriyor ve kendime olan
güveni artırıyor. Yazarların çoğu “doğru bir işle mi
uğraşıyorum” diye düşünür. Sanatsallığın ve iyinin sınırı
olmadığı için sürekli düşünürsün “iyi mi kötü mü yazıyorum”
diye. Bu nedenle ödül bir parça kendine olan güveni artırıyor.
Gasnago: Aldığınız ödül para olarak ne kadar sorabilir
miyim?
Kuyok:
Olduğu gibi
yazabilirsin. Cumhuriyetin adını taşıyan ödülün miktarı 30 bin
Ruble'dir. Bana verildiği için söylemiyorum ama kime verilirse
verilsin ayıbıma gidiyor. Sadakadan farkı yoktur. Bunu
başarılı bir öğrenciye versen olabilir ama yıllarını yazmaya
vermiş bir yazarın en iyi eseri için vermek uygun değildir.
Buna rağmen yukarıda da söylediğim gibi çalışmanın önemsenmiş
olması cesareti artırmaktadır. |