...................
...................

O HÜZÜNLÜ İSTANBUL    -9

Erhan Hapae

                         
...................
...................

Yurtsever kelimesine el koyup kendilerine yakıştıran Maocu gruplar Aydınlık hareketini dışlamış, kendi aralarında tartışıp duruyor, ortak bir platform oluşturmaya çalışıyorlardı. Birleşik cephe umudu ile insanlar, Kartal’dan Tepebaşı’na, sigara dumanı altındaki soğuk salonları dolduruyor, oradan oraya sürüklenip, aslında birbirlerini defterden silmek üzere yapıldığı sonradan anlaşılacak tartışmaları izlemek zorunda kalıyorlardı. Yinede eğlenceli durumlar çıkmıyor değildi, o kadar. Ortak düzenledikleri Tepebaşı’ndaki bir eğlence gecesinde saz şairleri içinden birisi, hemen o günlerde 3 üncü dünyacılar tarafından ortaya atılmış bir tartışmanın türküsünü yazıvermişti hemen.

- Oportünist oportünist dıngı dıngı dıngıdan Üç dünya teorisi, Oportünist dıngı dıngı dıngıdan

Yaydığı ağzıyla, neredeyse söylev gibi türküsüne başladığında bütün salon ayağa kalkmış, Kah-rol-sun / Üç Dün-ya Te-o-ri-si diye sloganlar atmış, yer yerinden oynamıştı. Müzik kalitesi bir yana, hiçbir kafiyeye uymayan sözleri ve hiç kimse için hiç bir şey ifade etmeyen anlamına bu tezahüratlar anlaşılır gibi değildi. Bütün bunlar olurken sahnede bu türküyü söyleyen Aşık Vicdani’nin fermuarı açıktı ve siyah pantolonu içinden çizgi gibi beyaz donu görünüyordu. Fark edenlerden birisi sahneye çıkıp kulağına durumu bütün seyircilerin önünde fısıldamış ve gülüşmelere neden olmuştu. Vicdani bir fısıldayana bir de dönüp seyirciye baktı, hiç bozuntuya vermemiş pozlarda fermuarını çekti.

- Ne yapalım kardaşlar, burjuvazi cırcırları adam gibi yapmıyor.

Büyük alkış aldı ve bu sefer burjuvaziye karşı sloganlar sıralandı peş peşe ve yine alkışlarla, bir türkü isteğinde bulundular şairden.

Alo alo Ankara
Moskova mıdır ora
Bizde satlık bir yurt var
Kim verecek çok para

Alo alo ararım
Bay Kartır'ı sorarım
Bizde satlık bir yurt var
Vaşington mu dur ora

Salonda herkes yine ayaktaydı ve o günlerin ünlü sloganı yeri göğü inletiyordu.

Ne Ameri-ka ne Rus-ya / Ba-ğım-sız De-mok-ra-tik Tür-ki-ye.

Vicdani’nin Partizanlı kardeşi Aşık Emekçi, ağabeyinden çok daha iyiydi sahnede. Güzel bir halk türküsüne uyarladığı içli sazıyla,

- Yaktı beni patron ağa devleti, diyordu hiç olmasa.

O ve arkadaşları durumun seyircisiydiler ve mutsuzluk suratlarından okunuyordu. Üstelik aynı geceye rica üzerine 6 çiftten oluşan bir Kafkas Halk Dansları Grubu götürmek zorunda kalmışlardı ve grup birazdan gösteriye çıkacaktı. Müzisyenler sahnede yerini alır almaz dansçılar, Kah-rol-sun Bur-ju-va Kül-tü-rü sloganları ve protestolarla karşılandı. Davet eden siyasi gurubun bir mahcubiyetle olsa gerek, slogan atanların üzerine yürümesiyle, salonda sandalyelerin uçuştuğu bir arbede başladı. Araya girenler ve sahneye fırlayanlar; iki dişi dökülmüş ve ağzı kan içinde kalmış bir partizan ve baygınlık geçiren bir kız orta sahneye serildiğinde önleyebildi kavgayı. Sahneye çıkanlar arasında o da vardı ve biraz ortalık sakinleşince mikrofondan.

- Bir şey daha var, dedi. Bu danslar burjuva olamaz, olsa olsa feodal kültürdür.

Şaşkın kalabalık feodalizm üzerine bir slogan üretemedi o an ama çeşitli guruplar içinden sataşmalar devam etti bir süre ancak, farklı garmon müziği ve rüzgar gibi sahneye fırlayan dansçıların gösterisiyle salon, bu sefer çılgın tezahüratlarla coştu, alkışlar ve ıslıklar arasında gösteriyi bitirip terk ettiler sahneyi. Terk ediş, o terk ediş, bir daha hiçbir zaman, devrimcilerin gösterilerine katılmayı aklının ucundan geçiren hiç kimse çıkmadı.



O, Çelej, Selo ve Merzey’den oluşan hücre, yeşil gözlü bacı için gerçek bir şansızlıktı. On yıl sonra yıkılıp telef olacak ve ülkeye her zaman ve her şeyde olduğu gibi çok geç ulaşmış bu sol ideolojinin, dört doğal sayılabilecek lider kişiliğine, sıradan sempatizanlara yapılabildiği gibi ezber öğretilmesi o kadar kolay bir şey değildi. Tabi korkaklıkla suçlamak gibi bir koz vardı ellerinde ve içten içe herkesi kemiren bir şeydi bu. Oysaki korkmak gayet insani bir durumdu ve akılla en ilgili olanı. Aslolan hayattır.

Korku ile düşünce özgürlüğü birbirini kollayan ve birbirini tehdit eden iki şeydi ve ideolojinin tahammül edemeyeceği bir şey. Sorgusuz cesaret ve koşulsuz itaat, bunlar bunu istiyorlar galiba diye düşündü. Bu duygular zihninde gidip geliyor ve gereksiz yere korkak damgası yemekten daha da çok korkuyordu. Ayrıca bir Mayıs'taki beklenmeyen genel başarısızlık, Çerkeslere ait olabilecek talepler konusunda bir kıdemli tarafından kendisinden rica edilen ‘Şimdi bu konuları açma, siyasetimiz şovenistlikle suçlanır’ ifşası kafasını daha bir karıştırmıştı. Çok evrensel, insani doğru şeyler her konuşulduğunda ikide bir Çerkesleri ortaya attığı veya tartışmanın şirazesini bozacak zıpçıktılıklar yaptığı yoktu onun ama bu siyasette bulunmasının temel nedeni diğer daha az önemli nedenlerin yanında, esas olarak Çerkeslerin meselesi idi ve konuşulmaya değerdi. Ayrıca, siyaseti oluşturmuş bu ezik köylü topluluğunun ağzına, evrensel insani meseleler pekte yakışıyor sayılmazdı.

Bu yeni düzenlemenin tek iyi tarafı aylardan beri, kaldığı başka bir evden yanlarına sorgusuz sualsiz gelip yerleşen Murat’ın bilinmeyen bir bölgeye gönderilmiş olmasıydı. Beraber kaldıkları aylar boyunca aranan bir illegal intibaı uyandırmıştı ve sigara almak için bile evden dışarı burnunu uzatmaması, işyerinde sekiz saat çalışıp okulda beş saat geçiren ve yorgun argın eve gelmişlerden hizmet beklemesi ve onları geç saatlere kadar uyutmaması çekilir bir şey olmaktan çıkmıştı çoktan. Yinede onu çalıştığı yerden telefonla arayıp para istedi ve buluşmayı casus filmlerindeki esrarlı bir havaya bürümeyi becerdi ama olağanüstü bir acemilikle. Unkapanı köprüsünün tam ortasında buluşacaklardı. Köprünün kalabalık olduğunu duymuştu ama seçtiği köprü yanlış köprüydü ve köprü üzerinde geçen arabalar dışında in cin top oynuyordu. Beni takip ediyorlar hissini uyandıran bir şeyler mırıldandı, sen çabuk kaybol buradan. Takip edilselerdi avlanmaları işten bile değildi, zira tam orta noktadan ayrılıp iki yöne doğru uzaklaşıp bir otobüse binmeleri için hiç kimsenin olmadığı köprüde birer kilometre yürümeleri gerekecekti. Gitmiş olması çok şey değiştirmiş değildi ve gittiği yerde mutsuzdu. Diğerlerinin tahammüllü davranmasının bir nedeni Çerkeslere ait saygılı tahammül etme haliydi ve diğeri ise dediği gibi bir kaçak ise onu kollama içgüdüsü. Yoksa tartışmalar biraz berraklaştıkça, meselelere yaklaşımının pekte derin olmayan hali, yavaş yavaş su yüzüne çıkmıştı zaten.

Diğerleri ile daha az olan yakınlığı onunla çatışıp tartışma görevini yalnızca ona bırakıyor ve aralarındaki sürtüşme belki de bir daha düzelmeyecek bir ayrılık noktasına doğru götürüyordu onları. Yine çevrelerinden çok sevdikleri bir genç kızla flörtle çıkmaya başlayıp tekrar Yıldız’a uğrar hale geldiğinde, ne sokağa çıkma sıkıntısı kalmıştı geriye nede illegalite problemi. Bu durum ise onları, aldatılmış olma hissine sürüklemeye yetip artmıştı bile.



Faşizm ile sosyal-faşizmin eşdeğer bir şey olduğunu ve ikisinin de bizler ve halkımız için aynı derecede tehlikeli olduğunu söylediğinde sordu.

- Nereden bahsediyorsunuz dedi hangi ülkeden?
- Buradan dedi Bacı, Türkiye’den.
- Faşizmi anlarım da dedi o, Merzifonlu köylülerin sosyal-faşizmden çektiği nasıl bir sıkıntı olabilir?
- Farkı yok ki, dedi. Aynı şey, yani olgu olarak.

Daha fazla tartışmayı sürdürmedi. Diğerlerinin de kafaları almamıştı söylenenler ama çok müdahil olmadılar. Prag şehrinde deseydi anlaşılır bir şeydi ve o da durumu böyle anlıyordu zaten ama Behice Boran hanımefendinin bu halka nasıl yapıp da eziyet çektirdiğini anlayamadı bir türlü o gün ve bu günde. Ezberlenmiş şeyleri anlatıp duran bu güzel kadınla daha fazla didişmenin bir anlamı yoktu,

Siyaseti terk etti.

Yüzüne karşı hemen hiçbir şey söylenmeyecek olsa da, korkaklık ve fırsatçılık da dahil benzeri birçok şeyle suçlanacağını hissediyordu. Bütün bunları ve içine düşeceği yalnızlığı çokta hesap etmeden, ayrılma cesaretini göstermişti. Korkularından birini yenmişti en azından. Şimdi eski arkadaşlarının ilişki kurmaya çekindiği, yalnızlaşmış bağımsız bir hayat vardı önünde ve nasıl bir şey olacağını hiç kestiremediği.

 
1.Bölüm        2.Bölüm        3.Bölüm       4.Bölüm       5.Bölüm       6.Bölüm   
7.Bölüm        8.Bölüm        9.Bölüm         10.Bölüm        11.Bölüm
12.Bölüm       13.Bölüm       14.Bölüm