...................
...................

O HÜZÜNLÜ İSTANBUL    -13

Erhan Hapae

                         
...................
...................

O Cumartesi, sabahın erken saatlerinde Yıldız’dan geçen 124 hat nolu Leyland marka belediye otobüsü, 3 kişiden oluşan heyeti Suadiye’ye gelin almaya götürüyordu. Merzey heyecanını bastıracak esprilerle O’na ve Jançat’e sataşıyor, Jançat ise otobüsün arkasındaki sahanlıkta, sarsıntılardan kendini koruyacak tutamaklara yapışmış altta kalmayacak esprilerle cevap veriyordu. Üçü’ de elden geldiğince temiz giyinmişlerdi fakat dışarıdan bakanların Suadiye’ye gelin almaya giden bir heyet olduğuna inanmaları biraz zordu. O ve Jançat hiç olmasa beyaz gömlek giymişlerdi, damadın gömleği acı kahverengiydi ve eli ayağı düzgün bir ceket alacak parası daha uzun süre olmayacaktı.

Feryal, Laz milletinden İbo’nun 56 model Chevrolet’ini bir gelin arabası olarak reddetmişti. Reddinin sebebi Chevrolet’in modeli değil, bir gelin alma ve nikâh töreninde gerekli ve gelenek olmuş ne varsa her şeyi reddetmiş olmasıyla ilgiliydi. Beşiktaş evlenme dairesinde olacak nikâh törenine ailesinden ve akrabalarından kimsenin gelmesini istememişti ve çağırmadığı insanlar arasında eski kolej arkadaşları da vardı. Merzey ile aralarında bu konuda bir tartışma olup olmadığı bilinmiyordu ama onunda işine gelmiş gibi görünüyordu durum. Yaşlı annesini Bursa’dan ve yoksul akrabalarını çeşitli yerlerden buraya getirmek probleminden kurtarıyordu onu.

Feryal’in derdini anlamak mümkün değildi ve ailesini hüzünlere boğan, imamlıktan atılmış, mesleği belirsiz, tahsili yarım doğru dürüst bir işi hiçbir zaman olmayacak bir yoksulla evlenmeye kalkmak gibi aldığı bu radikal karar zaten yeterince üzücüydü. Birde her türlü törenin onlara ve akrabalara yasaklanıyor olması kimse için anlaşılır gelmiyordu. İki tarafın ailesi kendileri anlasalar dahi, başkalarına bir türlü izah edemeyecekleri bu alışılmadık reddin üzüntüsü içinde kahroluyor, artık yüz yüze konuşamadıkları kızlarına, yeğen kuzen kim varsa araya koyup dilek ve tehditlerini iletiyor bir netice alamıyorlardı. Ne nikâha gelmelerini istiyordu, ne çeyiz ne para yardımı, nede bir şey. Her şeyi kendileri becereceklerdi. Saygı duyduğunu düşündükleri Hâkim büyük kuzeni, çok sevdiği akraba ve arkadaşları araya giriyordu ama nafile.

Bu olabilecek en sade yoksul tören ve kurulan yeni süfli evin, sol ideoloji ile açıklanması mümkün görünmüyordu kimseye. O’nunla aralarının serin olduğu dönemlerdi ve çok bir şey söyleyip azarlayamadılar birbirlerini yoksa muhtemel ki sıkı tartışmalara girerler ve yeni bir küskünlük yaratmanın tadını çıkartırlardı kuşkusuz. O ve birkaç kişinin hissettiği şeyler vardı ama bunları belki de hiç bir zaman hiçbir şekilde konuşmayacaklardı. Gerçi Feryal ve Merzey’in her konudaki açık ve herkesi eleştirmekten çekinmeyen hali, esas meselenin ortaya dökülmesine engel olamazdı ama gün o gün değildi.

Merzey’i seçerken verdiği kararın ne gibi sonuçları olacağını belki baştan bilmiyordu, belki biliyordu veya belki de geçen zaman içinde farkına varmıştı. Aileler arasındaki kültürel ve hiç olmasa geçmişteki varidat farkı muhtemel ki onu da rahatsız etmişti ve aileler arasında bir ilişki olsun istemiyordu. Belki de farkında olamadığı şey evlilikte akrabalığın sadece bir kişiyle sınırlı olmasının mümkün olamadığıydı ve evlilik denilen şeyin bir ailenin diğer bir aile ile akraba oluyor olması. O her şeyi bilmekte büyük iddia sahibi gençlik bu binlerce yıllık meseleyi ya bilmiyordu veya bir devrimle onu da değiştirmek istiyordu kim bilir.  O gün geleneklerden bahsederek onların karşısına çıkmak baştan reddedilmeyi göze almakla mümkündü ve arkadaşlarından kimse çıkmadı karşılarına. Bu içine düşülen konuda elbette adil olmak düşerdi Feryal’e ve o da adaleti kendi ailesini de defterden silip sanki önemsizleştirerek sağlamaya çalışıyordu. Eh o kadarda adildi elbet.

Jançat, ailenin diğer damat adayıydı ama onda aileler açısından bir sorun yoktu. Ankara’da yaşayan geçimini sağlayabilen bir ailesi ve Çerkesler içinde cömertliğiyle ünlü bir amcası vardı. Amca’nın başkanlığında geleneklere uygun bir şekilde İstanbul’a gelen ailesi ile aileler tanışmış ve söz kesmişlerdi. Oğlan ile kız hemen aynı dönemlerde okulu bitirip biri mimar diğeri iktisatçı olacaktı ve eski geleneklerin sorgulayacağı herhangi bir kusur söz konusu değildi. Bağdat Caddesinde indiler ve yürüyerek eve kadar yürüyerek gittiler. Geniş girişte karşılandıkları andan itibaren evi bilen damat adayları arkalara bir yerlere kaçıp kaybolmuş, O’nu salona itekleyivermişlerdi. O, hiçbir zaman zihninden silip atamayacağı, sıkıntı içinde geçmiş o bir saatin sonunda çıkıp Jançat’ı azarlamış, iki taksi tutması talimatını vermişti. Feryal’e de sorma demişti istemiyorsa otobüsle gelsin.

Salonun uzak bir köşesinde Anneanne, bir yaşlı kadın ve Feryal’in babası oturuyordu. Feryal’in babası ayağa kalkıp karşıladı onu, diğerleri de doğrulmaya çalıştılar. Kadınların elini öptükten sonra işaret edilen yere ilişti. Yaşlı kadınlardan birisi damat bumu dedi, Baba kurtardı. Bu arkadaşları dedi ikisinin de arkadaşı. Ha öylemi dedi, anneanne ‘’gel bakiyim buraya, bu nasıl adet bu dedi bu ne kepazelik, benim en kıymetli torunumun nikâh töreninden beni, annesini, babasını mahrum etmek. Ben dedi oğluma dört gün dört gece düğün yaptım. Dört gün dört gece düğün yaptığı oğlunun ilerde başına ne dertler açacağının hiç farkında olmadan tesadüfen bulduğu muhatabı azarlamaya girişti. Baba, derin hüznünü bir kenara bırakıp, onu anneannenin şerrinden korumaya çalışmış üst üste yaptığı birkaç müdahalenin sonunda onu susturmayı başarmıştı ama bu sefer salonda bulunan herkes için sıkıntılı sessiz bir bekleyiş başlamıştı.

Kader değil de nedir bu diye düşündü. Her şeye sıfırdan başlayacakları yoksul bir hayat yahut öyle istediklerini sanıyorlar. Uğraşıp ettiğim şeylerin bir kıymeti harbiyesi kaldı mı şimdi. Zengin birisi olsun diye bir derdim olmadı hiçbir zaman. Ama bizim eski kuşağın çektikleri ile aynı şartlarda mı başlamalıydı hayat. Jançat gibi eğitimi mesleği denk birisi olsaydı ne itiraz edecektim ve itiraz ettiğim şeyler oldu da ne oldu sanki ve bu ne talihsizlik. Kabardey bile değil üstelik Abaza. Üsküdar Amerikan Kolejini bitirmiş yakında Doktor olacak kızın kimle evlendi diye sorduklarında, İmam damadı ben kime nasıl izah edeceğim şimdi. Hadi ben geçiştiririm bir şekilde, ömrümün geri kalanı için yeterince hüznüm var ben onunla oyalanır dururum ve ne kadar kaldı ki ömrüm. Peki, o nasıl yapıp ta ömür boyu kime izah edip duracak. Etmek zorunda kalacak çünkü insanlar sorar, bıkmadan usanmadan sorar. Bu her şeyi bilen cahil kafasıyla şimdi farkında olmadığı şey, başına nasıl belalar açacak ilerde ve ezilip saklayıp kemirmeyecek mi yüreğini? Tanrım yinede iyiliklerini esirgeme ondan ve tanrım çekeceğim ne çok çile varmış. Şu karşımda oturan çocuğu korumaya çalışıyorum kayınvalide den ve şu anda yüreğime inmediğine şükretmeleri gerekirken, bana verdiğin şu göreve bak.

Sessizliğin içinden Feryal’in annesi O’na seslenmiş, içeri çağırıp canını kurtarmıştı.

Tesadüf o ki, Feryal’in istediğine yakın araçlardı çağrılan iki taksi. Taksi bulamayan Jançat, biri 52 model Desoto ve diğeri Creysler iki dolmuş cevirmiş kapıda bekliyordu. Yinede şans geline yardımcı olmuş, tam istediği gibi olmasa da kamu sayılacak iki araçla gitmişlerdi nikâha. O Feryal’in, Jançat ise Merzey’in nikâh şahidi oldular ve bütün direnişlere rağmen elli kişiyi aşkın arkadaş gurubu nikâh törenine geldi ve esas şamata akşama dernekte olacaktı.

Kuşha Sami’nin garmonu ve Lakay’ın kemanı ve Ömer’in mandolininden oluşan müzik grubuna sırayla Beşgür de dâhil birkaç kişi davul çalarak eşlik ediyordu.  Müzik gurubu bütün gece çaldıkları Çerkes müziklerinin sonunda, dönemin popüler şarkılarının ve sol türkülerin korolar halinde söylenmesine eşlik etmiş, ter içinde kalmıştı. Napolyon yaşlı ve tecrübeli bir thamadeyi aratmayacak bir ustalıkla, içinde eski tanrılara ait dua ve dilekleri de içeren bir khaho yapmıştı. Yaptığı bu eski khahonun içine yerleştirilmiş Rosa Lüxemburg’tan alıntılar yinede birkaç kişinin gözünden kaçmamış ‘’hoop oda nerden çıktı’’ sataşmalarına fırsat vermeden ve engellemeleri durup arada cevaplar yetiştirerek bitirebilmeyi başarmıştı zar zor.


‘’Güzel kız kardeşlerim, değerli kardeşlerim. Bu gün bizim için mutlu bir gün. Bu gün beraber ekmek yediğimiz birlikte su içtiğimiz çok değerli iki arkadaşımızın yeni bir hayata atıldığı bir gün. Adigelerde her yeni bir evlilik ve her yeni doğan bebek tanrının insanlığa yeni bir armağanı olarak kabul edilir. Tanrı bu gece bu yeni armağanı sunuyor bize, dua etmemiz gerekir.  Bir Abaza’ya gelin vermiş olmak biraz biz kaberdeyleri üzmüyor değil tabi ama bu bizim ilk kusurumuz da sayılmaz, biliyorsunuz Çar’a vermiştik ve Osmanlı sarayına da. Merzey kardeşim bu verdiğim örneklere bakıp böbürlenmesin sakın. Sıradan mujiklerede kız verdik biz. Diğer yandan, babam duymasın ama Abazaları kendimizden ayırdığımız da yok.’’

‘’Ayrılıkçı provokatör’’ diye bağırıp sataşanlara gülümseyerek baktı sadece, cevap vermeye değer görmedi.


‘’İnsanlık iyiliğin peşinde koşar durur, onun peşini bırakmaz. Uğradığı ve uğrayacağı her türlü felakete rağmen şaşmaz bir iradeyle peşinde olduğu tek şey daha iyi bir hayat, kendisi ve diğerleri için. Tanrı bu yeni evliliği kendi gelecekleri için mutlu kılsın ve biz Çerkeslerin geleceği için de bir umut ışığı olsun’’
gibi kimsenin hatırlamadığı şeyler söylemişti yarı Türkçe yarı Kabardeyce ve Çerkesçe duasına geçmişti ‘’Tanrım, Tavuk gibi mırıldanan, koyun gibi yumuşak huylu, köpek gibi doğurgan bir gelin olsun ……’’ noktasına geldiğinde kızlar tarafından protestolarla alaşağı edilmeye çalışılmış, Napolyon ise kendini, katıldığımdan değil diye savunmuş, siz istediniz diye ekleyip, Rosa’dan bir iki cümle söylemeye girişmişti. Bu sefer erkeklerin protesto ve sataşmalarına muhatap olmuş, ortalık curcunaya dönmüştü. Yinede gürültünün içinden duyulan bütün devrimci yüreğimle kutluyorum son cümlesi alkışlarla sahneden inmesini sağlayacaktı.

Hayatı boyunca hiç oynamamış ve bildiği doğru dürüst tek bir şarkı olmayan Merzey, bütün kızlarla ve sırayla hiç olmasa kafe oynamak zorunda bırakılmıştı o gece ve elinden tutulup sürüklendiği koroda kıpırdatmaya çalıştığı dudaklarıyla bir nevi playback yaparak vaziyeti idare etmiş, herkesi güldürmüştü. Beyaz sade bir elbise giymiş olan Feryal şaşkın bir sevimlilikle hiçte Çerkes gelinlere benzeyen bir ağırbaşlılıkta durmuyor, dolaşıp durduğu masalarda kendisine takılanlara altta kalmayan cevaplar verip kahkahalar atıyor, geri kalan zamanını dans pistinde geçiriyordu.

O gece Zıbe de dâhil dans konusunda ne kadar beceriksiz varsa çeçen oynamaya girişip ‘’kafe’’ye duruyor, olağanüstü şaşkınlıkları, müzikle ilgisiz acemi yürüyüşleri, kızları ortada bırakıp olmadık köşelerde debelenmeleri seyredenleri yerlere yatırıyor, onların açığını güzel oyunu ile Dumenıj dolduruyordu. Yinede Cimok’u sahneye çıkartma cesareti gösteren kimse çıkmadı. Çelej’in ustalıkla yönettiği renkli karmaşayı, Lakay ve Beşgür’ün bariton sesleri bastırıyor, Kuşha, her ikisinin ayrı ayrı solo yapması için müziği kesip yavaşlatarak yol veriyor, ustalığının tadını çıkartıyordu. İçki yoktu, bir arkadaş gurubunun üstlendiği Pasta, kuruyemiş ve çerezi kızlar servis yapıyor, onları ise, neredeyse on karış boyu çöp gibi vücudu ve on bir numara miyop gözlükleri ile Fehmi, gerekli her türlü aksiliği yaparak talimatlarla yönetiyordu. Karaköy yolcu iskelesinden bir Rus yolcu gemisine sızarak pasaportsuz kaçıp zar zor ulaştığı Nalçik şehrinde tam on iki yıl sonra karşılarına çıkana kadar, Fehmi’yle o akşam son görüşmeleri olacağını bilen, bir Allahın kulu yoktu.

Yine otobüslere binip genç evlileri, kalabalık bir gurupla Yıldız’daki eve götürüp bıraktıklarında saat sabahın üçüydü ve O, İstanbul’a geldiğinden beri ilk defa, kendisine ait bir odasının artık olmadığını o zaman anladı. Zıbe, bizde kalırsın dedi bu gece, yarına Allah kerim.

 
1.Bölüm        2.Bölüm        3.Bölüm       4.Bölüm       5.Bölüm       6.Bölüm   
7.Bölüm        8.Bölüm        9.Bölüm         10.Bölüm        11.Bölüm
12.Bölüm       13.Bölüm       14.Bölüm