O
Cumartesi, sabahın erken saatlerinde Yıldız’dan geçen 124 hat
nolu Leyland marka belediye otobüsü, 3 kişiden oluşan heyeti
Suadiye’ye gelin almaya götürüyordu. Merzey
heyecanını bastıracak esprilerle O’na ve Jançat’e sataşıyor,
Jançat ise otobüsün arkasındaki sahanlıkta, sarsıntılardan kendini
koruyacak tutamaklara yapışmış altta kalmayacak esprilerle cevap
veriyordu. Üçü’ de elden geldiğince temiz giyinmişlerdi fakat
dışarıdan bakanların Suadiye’ye gelin almaya giden bir heyet
olduğuna inanmaları biraz zordu. O ve Jançat hiç olmasa beyaz
gömlek giymişlerdi, damadın gömleği acı kahverengiydi ve eli ayağı
düzgün bir ceket alacak parası daha uzun süre olmayacaktı.
Feryal, Laz milletinden İbo’nun 56 model Chevrolet’ini bir gelin
arabası olarak reddetmişti. Reddinin sebebi Chevrolet’in modeli
değil, bir gelin alma ve nikâh töreninde gerekli ve gelenek olmuş
ne varsa her şeyi reddetmiş olmasıyla ilgiliydi. Beşiktaş evlenme
dairesinde olacak nikâh törenine ailesinden ve akrabalarından
kimsenin gelmesini istememişti ve çağırmadığı insanlar arasında
eski kolej arkadaşları da vardı. Merzey ile aralarında bu konuda
bir tartışma olup olmadığı bilinmiyordu ama onunda işine gelmiş
gibi görünüyordu durum. Yaşlı annesini Bursa’dan ve yoksul
akrabalarını çeşitli yerlerden buraya getirmek probleminden
kurtarıyordu onu.
Feryal’in derdini anlamak mümkün değildi ve ailesini hüzünlere
boğan, imamlıktan atılmış, mesleği belirsiz, tahsili yarım doğru
dürüst bir işi hiçbir zaman olmayacak bir yoksulla evlenmeye
kalkmak gibi aldığı bu radikal karar zaten yeterince üzücüydü.
Birde her türlü törenin onlara ve akrabalara yasaklanıyor olması
kimse için anlaşılır gelmiyordu. İki tarafın ailesi kendileri
anlasalar dahi, başkalarına bir türlü izah edemeyecekleri bu
alışılmadık reddin üzüntüsü içinde kahroluyor, artık yüz yüze
konuşamadıkları kızlarına, yeğen kuzen kim varsa araya koyup dilek
ve tehditlerini iletiyor bir netice alamıyorlardı. Ne nikâha
gelmelerini istiyordu, ne çeyiz ne para yardımı, nede bir şey. Her
şeyi kendileri becereceklerdi. Saygı duyduğunu düşündükleri Hâkim
büyük kuzeni, çok sevdiği akraba ve arkadaşları araya giriyordu
ama nafile.
Bu olabilecek en sade yoksul tören ve kurulan yeni süfli evin, sol
ideoloji ile açıklanması mümkün görünmüyordu kimseye. O’nunla
aralarının serin olduğu dönemlerdi ve çok bir şey söyleyip
azarlayamadılar birbirlerini yoksa muhtemel ki sıkı tartışmalara
girerler ve yeni bir küskünlük yaratmanın tadını çıkartırlardı
kuşkusuz. O ve birkaç kişinin hissettiği şeyler vardı ama bunları
belki de hiç bir zaman hiçbir şekilde konuşmayacaklardı. Gerçi
Feryal ve Merzey’in her konudaki açık ve herkesi eleştirmekten
çekinmeyen hali, esas meselenin ortaya dökülmesine engel olamazdı
ama gün o gün değildi.
Merzey’i seçerken verdiği kararın ne gibi sonuçları olacağını
belki baştan bilmiyordu, belki biliyordu veya belki de geçen zaman
içinde farkına varmıştı. Aileler arasındaki kültürel ve hiç olmasa
geçmişteki varidat farkı muhtemel ki onu da rahatsız etmişti ve
aileler arasında bir ilişki olsun istemiyordu. Belki de farkında
olamadığı şey evlilikte akrabalığın sadece bir kişiyle sınırlı
olmasının mümkün olamadığıydı ve evlilik denilen şeyin bir ailenin
diğer bir aile ile akraba oluyor olması. O her şeyi bilmekte büyük
iddia sahibi gençlik bu binlerce yıllık meseleyi ya bilmiyordu
veya bir devrimle onu da değiştirmek istiyordu kim bilir. O gün
geleneklerden bahsederek onların karşısına çıkmak baştan
reddedilmeyi göze almakla mümkündü ve arkadaşlarından kimse
çıkmadı karşılarına. Bu içine düşülen konuda elbette adil olmak
düşerdi Feryal’e ve o da adaleti kendi ailesini de defterden silip
sanki önemsizleştirerek sağlamaya çalışıyordu. Eh o kadarda adildi
elbet.
Jançat, ailenin diğer damat adayıydı ama onda aileler açısından
bir sorun yoktu. Ankara’da yaşayan geçimini sağlayabilen bir
ailesi ve Çerkesler içinde cömertliğiyle ünlü bir amcası vardı.
Amca’nın başkanlığında geleneklere uygun bir şekilde İstanbul’a
gelen ailesi ile aileler tanışmış ve söz kesmişlerdi. Oğlan ile
kız hemen aynı dönemlerde okulu bitirip biri mimar diğeri
iktisatçı olacaktı ve eski geleneklerin sorgulayacağı herhangi bir
kusur söz konusu değildi. Bağdat Caddesinde indiler ve yürüyerek
eve kadar yürüyerek gittiler. Geniş girişte karşılandıkları andan
itibaren evi bilen damat adayları arkalara bir yerlere kaçıp
kaybolmuş, O’nu salona itekleyivermişlerdi. O, hiçbir zaman
zihninden silip atamayacağı, sıkıntı içinde geçmiş o bir saatin
sonunda çıkıp Jançat’ı azarlamış, iki taksi tutması talimatını
vermişti. Feryal’e de sorma demişti istemiyorsa otobüsle
gelsin.
Salonun uzak bir köşesinde Anneanne, bir yaşlı kadın ve Feryal’in
babası oturuyordu. Feryal’in babası ayağa kalkıp karşıladı onu,
diğerleri de doğrulmaya çalıştılar. Kadınların elini öptükten
sonra işaret edilen yere ilişti. Yaşlı kadınlardan birisi damat
bumu dedi, Baba kurtardı. Bu arkadaşları dedi ikisinin de
arkadaşı. Ha öylemi dedi, anneanne ‘’gel bakiyim buraya, bu nasıl
adet bu dedi bu ne kepazelik, benim en kıymetli torunumun nikâh
töreninden beni, annesini, babasını mahrum etmek. Ben dedi oğluma
dört gün dört gece düğün yaptım. Dört gün dört gece düğün yaptığı
oğlunun ilerde başına ne dertler açacağının hiç farkında olmadan
tesadüfen bulduğu muhatabı azarlamaya girişti. Baba, derin hüznünü
bir kenara bırakıp, onu anneannenin şerrinden korumaya çalışmış
üst üste yaptığı birkaç müdahalenin sonunda onu susturmayı
başarmıştı ama bu sefer salonda bulunan herkes için sıkıntılı
sessiz bir bekleyiş başlamıştı.
Kader değil de nedir bu diye düşündü. Her şeye sıfırdan
başlayacakları yoksul bir hayat yahut öyle istediklerini
sanıyorlar. Uğraşıp ettiğim şeylerin bir kıymeti harbiyesi kaldı
mı şimdi. Zengin birisi olsun diye bir derdim olmadı hiçbir zaman.
Ama bizim eski kuşağın çektikleri ile aynı şartlarda mı
başlamalıydı hayat. Jançat gibi eğitimi mesleği denk birisi
olsaydı ne itiraz edecektim ve itiraz ettiğim şeyler oldu da ne
oldu sanki ve bu ne talihsizlik. Kabardey bile değil üstelik
Abaza. Üsküdar Amerikan Kolejini bitirmiş yakında Doktor olacak
kızın kimle evlendi diye sorduklarında, İmam damadı ben kime nasıl
izah edeceğim şimdi. Hadi ben geçiştiririm bir şekilde, ömrümün
geri kalanı için yeterince hüznüm var ben onunla oyalanır dururum
ve ne kadar kaldı ki ömrüm. Peki, o nasıl yapıp ta ömür boyu kime
izah edip duracak. Etmek zorunda kalacak çünkü insanlar sorar,
bıkmadan usanmadan sorar. Bu her şeyi bilen cahil kafasıyla şimdi
farkında olmadığı şey, başına nasıl belalar açacak ilerde ve
ezilip saklayıp kemirmeyecek mi yüreğini? Tanrım yinede
iyiliklerini esirgeme ondan ve tanrım çekeceğim ne çok çile
varmış. Şu karşımda oturan çocuğu korumaya çalışıyorum kayınvalide
den ve şu anda yüreğime inmediğine şükretmeleri gerekirken, bana
verdiğin şu göreve bak.
Sessizliğin içinden Feryal’in annesi O’na seslenmiş, içeri çağırıp
canını kurtarmıştı.
Tesadüf o ki, Feryal’in istediğine yakın araçlardı çağrılan iki
taksi. Taksi bulamayan Jançat, biri 52 model Desoto ve diğeri
Creysler iki dolmuş cevirmiş kapıda bekliyordu. Yinede şans geline
yardımcı olmuş, tam istediği gibi olmasa da kamu sayılacak iki
araçla gitmişlerdi nikâha. O Feryal’in, Jançat ise
Merzey’in nikâh şahidi oldular ve bütün direnişlere rağmen elli
kişiyi aşkın arkadaş gurubu nikâh törenine geldi ve esas şamata
akşama dernekte olacaktı.
Kuşha Sami’nin garmonu ve Lakay’ın kemanı ve Ömer’in mandolininden
oluşan müzik grubuna sırayla Beşgür de dâhil birkaç kişi davul
çalarak eşlik ediyordu. Müzik gurubu bütün gece çaldıkları Çerkes
müziklerinin sonunda, dönemin popüler şarkılarının ve sol
türkülerin korolar halinde söylenmesine eşlik etmiş, ter içinde
kalmıştı. Napolyon yaşlı ve tecrübeli bir thamadeyi aratmayacak
bir ustalıkla, içinde eski tanrılara ait dua ve dilekleri de
içeren bir khaho yapmıştı. Yaptığı bu eski khahonun içine
yerleştirilmiş Rosa Lüxemburg’tan alıntılar yinede birkaç kişinin
gözünden kaçmamış ‘’hoop oda nerden çıktı’’ sataşmalarına
fırsat vermeden ve engellemeleri durup arada cevaplar yetiştirerek
bitirebilmeyi başarmıştı zar zor.
‘’Güzel
kız kardeşlerim, değerli kardeşlerim. Bu gün bizim için mutlu bir
gün. Bu gün beraber ekmek yediğimiz birlikte su içtiğimiz çok
değerli iki arkadaşımızın yeni bir hayata atıldığı bir gün.
Adigelerde her yeni bir evlilik ve her yeni doğan bebek tanrının
insanlığa yeni bir armağanı olarak kabul edilir. Tanrı bu gece bu
yeni armağanı sunuyor bize, dua etmemiz gerekir. Bir Abaza’ya
gelin vermiş olmak biraz biz kaberdeyleri üzmüyor değil tabi ama
bu bizim ilk kusurumuz da sayılmaz, biliyorsunuz Çar’a vermiştik
ve Osmanlı sarayına da. Merzey kardeşim bu verdiğim örneklere
bakıp böbürlenmesin sakın. Sıradan mujiklerede kız verdik biz.
Diğer yandan, babam duymasın ama Abazaları kendimizden ayırdığımız
da yok.’’
‘’Ayrılıkçı provokatör’’ diye bağırıp sataşanlara gülümseyerek
baktı sadece, cevap vermeye değer görmedi.
‘’İnsanlık iyiliğin peşinde koşar durur, onun peşini bırakmaz.
Uğradığı ve uğrayacağı her türlü felakete rağmen şaşmaz bir
iradeyle peşinde olduğu tek şey daha iyi bir hayat, kendisi ve
diğerleri için. Tanrı bu yeni evliliği kendi gelecekleri için
mutlu kılsın ve biz Çerkeslerin geleceği için de bir umut ışığı
olsun’’
gibi kimsenin
hatırlamadığı şeyler söylemişti yarı Türkçe yarı Kabardeyce
ve Çerkesçe duasına geçmişti ‘’Tanrım, Tavuk gibi mırıldanan,
koyun gibi yumuşak huylu, köpek gibi doğurgan bir gelin olsun
……’’ noktasına geldiğinde kızlar tarafından protestolarla alaşağı
edilmeye çalışılmış, Napolyon ise kendini, katıldığımdan değil
diye savunmuş, siz istediniz diye ekleyip, Rosa’dan bir
iki cümle söylemeye girişmişti. Bu sefer erkeklerin protesto ve
sataşmalarına muhatap olmuş, ortalık curcunaya dönmüştü. Yinede
gürültünün içinden duyulan bütün devrimci yüreğimle
kutluyorum son cümlesi alkışlarla sahneden inmesini
sağlayacaktı.
Hayatı boyunca hiç oynamamış ve bildiği doğru dürüst tek bir şarkı
olmayan Merzey, bütün kızlarla ve sırayla hiç olmasa kafe oynamak
zorunda bırakılmıştı o gece ve elinden tutulup sürüklendiği koroda
kıpırdatmaya çalıştığı dudaklarıyla bir nevi playback yaparak
vaziyeti idare etmiş, herkesi güldürmüştü. Beyaz sade bir elbise
giymiş olan Feryal şaşkın bir sevimlilikle hiçte Çerkes gelinlere
benzeyen bir ağırbaşlılıkta durmuyor, dolaşıp durduğu masalarda
kendisine takılanlara altta kalmayan cevaplar verip kahkahalar
atıyor, geri kalan zamanını dans pistinde geçiriyordu.
O gece Zıbe de dâhil dans konusunda ne kadar beceriksiz varsa
çeçen oynamaya girişip ‘’kafe’’ye duruyor, olağanüstü
şaşkınlıkları, müzikle ilgisiz acemi yürüyüşleri, kızları ortada
bırakıp olmadık köşelerde debelenmeleri seyredenleri yerlere
yatırıyor, onların açığını güzel oyunu ile Dumenıj dolduruyordu.
Yinede Cimok’u sahneye çıkartma cesareti gösteren kimse çıkmadı.
Çelej’in ustalıkla yönettiği renkli karmaşayı, Lakay ve Beşgür’ün
bariton sesleri bastırıyor, Kuşha, her ikisinin ayrı ayrı solo
yapması için müziği kesip yavaşlatarak yol veriyor, ustalığının
tadını çıkartıyordu. İçki yoktu, bir arkadaş gurubunun üstlendiği
Pasta, kuruyemiş ve çerezi kızlar servis yapıyor, onları ise,
neredeyse on karış boyu çöp gibi vücudu ve on bir numara miyop
gözlükleri ile Fehmi, gerekli her türlü aksiliği yaparak
talimatlarla yönetiyordu. Karaköy yolcu iskelesinden bir Rus yolcu
gemisine sızarak pasaportsuz kaçıp zar zor ulaştığı Nalçik
şehrinde tam on iki yıl sonra karşılarına çıkana kadar, Fehmi’yle
o akşam son görüşmeleri olacağını bilen, bir Allahın kulu yoktu.
Yine otobüslere binip genç evlileri, kalabalık bir gurupla
Yıldız’daki eve götürüp bıraktıklarında saat sabahın üçüydü ve
O, İstanbul’a geldiğinden beri ilk defa, kendisine ait bir
odasının artık olmadığını o zaman anladı. Zıbe, bizde kalırsın
dedi bu gece, yarına Allah kerim. |