BÜLENT JANE’YE ÖZGÜRLÜK… KAHROLSUN FAŞİST BİLMEMNEY ÜLKESİ

Bülent Jane
Maykop, 27 Mayıs  2025

Bu yazıyı son günlerdeki vatandaki gözaltı ile kıyas anlamında yazıyorum. Bir iki dostum akrabam dışında kimseyle paylaşmamıştım. Sevgili Türkiyenizi görün diye yazıyorum.

Geçen Novorossisk Türkiye Elçiliği’nde bir işim vardı, başvurmama rağmen uzun süre cevabını alamamıştım. Orada çalışan Adiğe bir kardeşimiz var, beni telefonla aradı ; “İşin maalesef olmuyor 45 sene önceki sakıncalılığın yüzünden” dedi….

Hoppala…

Türkiyeye giriş çıkışlarımda gümrükte hep ya ek kimlik sorarlar ve/veya kısa bir süre daha uzun tutulurum…. Önemsemezdim.

ODTÜ’den Ege Üniversitesi’ne transfer yaptım ve12 Eylül 1980’de Ege Üniversitesi’nde öğrenciyim. Tabi İzmir KKD aktif üyesiyim, Dönüşçüyüm. Nihat Bidanuk, ben, rahmetli Sedat Hatam, rahmetli Arıkbaşılı Kadir birlikte, İzmir Bornova’da bekar evimiz vardı. Thamatemiz Nihat Bidanuk’tu. İsmini sayamıyacağım yığınla kardeşimiz de o evden geldi geçti.

Bir gece ansızın alındım. 1. Şube (yani Siyasi Şube), siyasileri toplamayı gece yarısı yapardı. Şube 6. kattaydı. 6. kata gelmeden gözlerim bağlandı. “Dizçök lan, sürün lan tünelden geçiyorsun” tekmeler yumruklar, ana avrat küfürler…

Neyse beni koridorda başka birine kelepçelediler. Gözbağımın altından çıplak ayaklarını gördüm, şişmişti, yer yer kan ve irin akıyordu. Daha sonra nezarethanede öğrendim, ismi Mustafa’ydı, PKK lıydı. Mustafa muhtemelen işkenceden yeni çıkmıştı. Kafama yaslandı kendinden geçti ve kafama kustu.

Önümüzden elektrik aletini ayaklarıyla sürüyerek geçirirlerdi. Elektrodu penisinin deliğine sokarlar, elle çevirerek akım verirler, yani deliği yakarlar. Yara olur, yapışır, işemek zorundasın, kan işersin. Korkunç bir acıdır.

İşkencecilerden biri kulağıma yaklaştı; “Fuat Oktay’ı da aldık, kusturduk sen de hazırlan!”. Fuat Oktay da derneğimiz üyesiydi, suçu da Dönüş sempatizanı olmasıydı. Yakınımda Fuat abinin sesini duydum. Koşturuyorlardı yani elleri yukarda bir yere bağlı koşuyordu. Demek ki falakadan geçmişti. Kan oturmasın diye falaka sonrası yerinde koştururlardı. Her taraftan canhıraş feryatlar geliyordu. Yani sevgili Türkiyemiz medenice sorguluyordu.

Neden mi herkesi birbirine kelepçeliyorlardı? Pencereden 6. kattan atlamasınlar diye. Çok haberler çıkardı; merdivenden düştü öldü, sabun kalıbına bastı, kafasını vurdu öldü diye. Gerçekten de o ortamda istediğin intihar etmekti, 6. kattan atlamaktı.

“Şimdi uluslararası bir sorgulama yapacağım, Çerkesmiş hah… Bülent Jane’yi getirin”i duydum. Mustafa’yla kelepçelerimi çözdüler, iki işkenceci koltuk altlarımdan yüklenerek beni işkencehaneye sürüklediler.

Siyasiler arasında hep konuşulurdu, işkencecileri görmeye çalışın derlerdi. İşkenceciler çakal gibi korkaktılar. Az işkenceci öldürülmedi o yıllarda… Gözbağımın altına pamuk koymalarına rağmen, gözümü kırparak pamuğu oynatmaya çalıştım. Odada 4 kişi vardı. Biri ana sorgucu diğerleri sıradan işkenceciydi, falakacı, elektrikçi vs… Sorgucuydu önemli olan. 40 yaşlarında yapılı açık tenli biriydi. Daha sonra askeri nezarethanede siyasilerle yaptığımız değerlendirmede onun isminin Tahir olduğunu, Kürt ……. melezi olduğunu öğrendim. (Noktalar Kafkasyalı bir halktır.) Nezarethanede siyasi tutukluların içinde birkaç Çerkes vardı nokta kimliğini onlardan öğrendim.

Çırılçıplak soydular işkence başladı. Bana göre en ağırı falakaydı. Ayaklarını demir bir taşıyıcıya sokarlar, İki kişi kaldırır, başaşağısındır, üçüncüsü bütün gücüyle vurur. Demir çubukla vurduklarını, kemiklerinin kırıldığını sanırsın. Fasıl bittikten sonra kanın ayaklara oturmaması için, ayağa kalkıp yerinde koşmam gerekiyordu. Kaldırdıklarında inanamadım , tabanım yusyuvarlak olmuştu. Koştum, kan bileklerimden yukarıya yürüyordu. Daha sonra Tahir’in karşısına sürüklediler. Daktiloyla yazılmış kağıtlar vardı. Meğerse ben işkence görürken, benim ağzımla ifadem kaleme alınmış. “İmzala lan!” dedi. “Okumadan imzalamam” dedim. Ana avrat küfürle kağıtları burnuma dürttü.

Ben meğerse neymişim. Bölücü uluslararası örgütler, uluslararası faaliyetler vs.. “Bu ne yaw, biz sadece vatanımıza dönmek istiyoruz” dedim. “Döneceksen s…tir git, ne milletin kafasını çeliyon” dedi. Yumruk tekme küfür, yine sürüklediler biryere, yine birine kelepçelediler. Yanımdaki Mustafa’mıydı kimdi hissedecek halim yoktu. Kendimden geçmişim, belki bende yanımdakinin üstüne kustum.

Gece gündüz mefhumu yoktu. Bazan canhıraş feryatlar durulurdu. Onun gece olduğunu tahmin ederdik. Bazan millet “su su” diye inleyince “ağzınızı açın o……pu çocukları” deyip ortak kaptan ağzımıza dayarlardı. Artık içerdik salya kusmuk kan karışımı suyu. Arada ağzımıza dayarlardı tatlımsı hamurumsu bir şeyi. Yerdik hayatta kalmak için. Onlar da bizi öldürmek istemiyordu, o zaman başarısız işkenceci kategorisine girecekti… “O…..pu çocuğu” gibi artı hitabetler eklenince işkenceci artı siyasi faşistti. Sadece “lan” varsa sıradan işkenceciydi.

Yine kelepçelerimin çözüldüğünü hissetim. Yine iki kişi beni sürükledi. Sesinden anladığım kadarıyla yine Tahir di. Yine çırılçıplak soydular. Bu defa sadece falakaydı. Fakat morarmış etin üzerine vurulan darbeler korkunçtu. Falakadan sonra “İmzalamazsan seni s…eceğiz, i….ne olacaksın!’’ gibi psikolojik baskıları da eklediler . Neyse Tahir ifadeyi yumuşatmıştı. Yeni sıfatım; Marksist Leninist Çerkes Milliyetçisiydi. Örgüt değil, benim yasa dışı inancım vardı.

Neyse uzatmıyayım. gözlerimizi açtılar (yaklaşık 10 gün gözlerim bağlıydı), birkaç metrekareye yaklaşık 20 kişiyi tıktılar. Penceresiz demir kapılı bir odaydı. Ayakta bile zor sığıyorduk. Ordan bizi Narlıdere Askeri nezarethanesine askeri araçla sevkettiler. Yaklaşık 50 kişi büyük bir odada, ranzalı bir odadaydık. Orada özgürlüğün çok göreceli bir kavram olduğunu hissettim. O yüz metrekarelik odada kendimi özgür hissettim.

Askerler yaralarımızı sardılar. Benim ikiside aynı yerden tabanımda başparmağımın altında etim yarılmıştı. Neyse… Hepimiz topallıyorduk.Tuvalete asker nezaretinde gidiyorduk. Asker ihtiyacı olanın elinden tutuyordu. PKK’lı Mustafa’yı orda tanıdım. En ağır işkenceyi o görmüştü. Tabanları iyice yarılmış, kan ve iltihap akıyordu. Tuvalete taşıyarak götürüyorlardı. Gözleri buz gibiydi. Herhalde serbes kalsa, dağa çıkıp, önüne gelen Türk’ü keserdi.

Savcının karşısına çıkarıldım. “İyi destekçin var” dedi. “Senih Özay senin için geldi” dedi. Denizlili Adiğelerden Abdzakh HAPAPKH Senih Özay ünlü, siyasilerin davalarını korkmadan alan, mert bir avukattı. Daha sonra öğrendim; Senih abi savcının odasına gelmiş ve iki bileğini birleştirerek “Tutuklayın beni savcı bey” demiş. Savcı “Ne yapıyorsunuz Senih bey?” deyince, Senih abi de “Bülent Jane’yle aramızda bir fark yok, neden o içerde ben dışardayım?”

Uzatmayayım, Senih abinin gayretleri, savcının hanımının Lezgi olması benim tutuklanmama gerek olmadığını getirdi.

Ömür boyu taşıyacağım sakıncalılığım vardı. Devlet işletmelerine giremedim. Askerlikte eğer kurada kısa dönem erliğim çıkmasaydı 18 ay er olarak yapacaktım. 1985’te davetiyem çıkıp Vatana dönmeye hazırlandıgımda, yurt dışı çıkış yasağım olduğunu öğrendim. O dönem gelebilseydim belki de Sovyetler döneminde binlerce kişinin kolay vatandaşlık almasına önayak olabilirdim.

Mahkeme kararıyla ve bazı Thameteler sayesinde pasaport hakkını 1989’da aldım. Fakat sınır kapılarında hala yasağım sürüyordu.

Büyük adam, hemşerim, mert ve güzel insan (toprağı yumuşak olsun) Yahya Gış sayesinde Sarp sınır kapısındaki yasağım kaldırıldı. 1990 Ekim’de Vatanım Adiğey’e döndüm.

45 sene sonrada sakıncalılığımın hala sürdüğünü öğrendim.

İşte bu, 22 yaşındaki bir Çerkes aktivistinin sevgili Türkiye’nizdeki gözaltı hikayesi. Gezi Parkı olaylarındakiler herhalde hala içerdeler.

“Kahrolsun” derken objektif olun. Veya benim Vatana 6 sene geç gelişimin ve bugüne kadar devam eden sakıncalılığımin davamıza zarar verebileceğini düşünerek “Bülent Jane’ye Özgürlük” sloganını da atmak daha tarafsızca olmazmı? (Şaka)

Tarafsız, objektif ve sorumlu olmamız gerekir.

Sevgiler.