SOVYET LAZLARI HALK ÖNDERİ İSKENDER TZİTAŞİ VE SOLUN EZBERİNİ BOZAN MEKTUPLARI

Ali İhsan Aksamaz

Roma/ Bizans İmparatorluğu döneminde kullanılan “Λαζοί , Laz/i” terimi, bugünkü “Лази, ლაზი , Laz/i” ve “маргали, მარგალი, “Margal/i” halkını ifade etmek için kullanılıyordu. Roma/ Bizanslıların “Λαζοί, Laz/i” dedikleri halka, bugün kendileri ve/ya komşuları “Laz/i,   Margal/i, Megrel/i, Mi(n)grel, Agrwa” diyor. Roma, Pers, Bizans, Arap, Osmanlı ve Rusya gibi imparatorlukların Kafkasya ve Doğu Karadeniz bölgelerinde etkili olmalarıyla başlayan süreçlerde “Lazlar/ Lazepe”, “Megreller/ Margalepe” ikiye bölündü, birbirlerinden uzaklaştı ve kendi mecralarında bugüne kadar varlıklarını sürdürdüler.

Günümüzde Gürcistan ve Abhazya sınırları içinde yaşayan bu halkın bir bölümü çeşitli kaynaklarda “Margali, Megreli, Agrwa, Migrel/i, Mingrel/i, Megrelian, Mingrelian,” adlarıyla anılıyorlar. Önce Osmanlı Ülkesi, günümüzde ise Türkiye ve Gürcistan sınırları içinde yaşayan bu halkın diğer bölümü “Laz/i, Ç̆ani, Laz/ian” adlarıyla anılıyor. Birbirlerinden yüzyıllarca ayrı düşmüş olan bu halkın Hıristiyan kalanları süreç içinde “Margal/i/ Megrel/i”, Müslümanlığı seçenleri ise, “Laz/i” adıyla özdeşleşti. Roma/ Bizans İmparatorluğu’nun vasalı olan devletlerine Batılılar “ლაზიკა/ Lazik̆a”, kendileri ve komşuları ise “ეგრისი/ Egrisi” diyor.

ლაზური დო მარგალური/ Lazca ve Megrelce,   günümüzde “ზანური ნენა/ Zanuri Nena/ Zan Dili”   ya da “კოლხური ნენა/ K̆olxuri Nena/ Kolh Dili”nin lehçeleri olarak bilinir. Lazca ve Megrelce, “Güney Kafkasya Dil Ailesi” ya da “ქართველური ნენაფე/ Kartveluri Nenape/ Kartvelian Languages/ Kartvelgil Dilleri” içinde sınıflandırılıyor.          Megreller günümüzde, yerlisi oldukları Gürcistan’da “სამეგრელო/ სამარგალო/ Samargalo/ Samegrelo/ Megrelya” bölgesinde ve Abhazya’da “გალი/ სამურზაყანო/ Gali/ Samurzakano”da topluca yaşıyor. Lazlar ise yerlisi oldukları, Osmanlı dönemindeki adlandırmayla “Lazistan Sancağı”nda, bugünkü adlandırmayla Rize ve Artvin sınırları içinde kalan bölgede toplu olarak yaşıyor. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki sınır bugünkü şeklini 1921’de aldı. Bu sınırla, Müslüman Lazlar da ikiye bölünmüş oldu. Bazı Laz köyleri, აჭარაშ ავტონომიური რესპუბლიკა”/ Acaristan Özerk Cumhuriyeti sınırları içinde kaldı. Bu sınır, daha sonraki yıllarda NATO ile Varşova Paktlarının da sınırlarından biri oldu. Lazlar, bunun dışında Türkiye’nin batısındaki “93 Harbi muhacir köyleri”nde de toplu olarak yaşıyor. Lazlar, günümüzde Türkiye, Gürcistan’a bağlı Acaristan Özerk Cumhuriyeti dışında, az sayıda da olsa Abhazya,  Rusya Federasyonu ve Orta Asya’da da yaşıyor. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de, yine az sayıda da olsa Megrel ve Lazın yaşadığını biliyoruz.

1920’li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’deki Laz kimliği yok sayıldı. 1930’lu yılların ikinci yarısından sonra da Sovyetler Birliği’ndeki Laz /Megrel kimliği yok sayıldı. Bu sebeple de Türkiye dışındaki hem Lazlar hem de Megreller bugün “kültürel otonomi”ye sahip değil; çok kısa bir dönemde sahip oldukları “kültürel otonomi” de ellerinden alındı. Eski Sovyetler Birliği topraklarında günümüzde “Megrelce/ Lazca anadili öğretimi” veya “Megrelce/ Lazca eğitim” veren kurumlar bulunmamaktadır. Lazca günümüzde yalnızca Türkiye’de Devlet okullarında “seçmeli ders” olarak okutulabiliyor.İkinci Dünya Savaşı öncesi- sonrası yıllarının ve “Soğuk Savaş Yılları”nın resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri Laz kimliğini törpülemekle meşguldü. Yerli ve yabancı eserler, hep bu resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerini yansıttı: “Laz diye bir halk yok; Lazca diye bir dil yok.”

1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Sovyetler Birliği çözülme sürecine girdi. Sovyet yönetimi, bir zamanlar desteklediği, ancak kısa bir süre sonra yok saydığı “Laz Kimliği”nin farkına 1980’lerde tekrar varmaya başladı. Batılı bazı ülkelerde de bazı araştırmacılar, yine bu yıllardan itibaren Lazların varlığını keşfetti. Sovyetler Birliği, Batılı ülkeler ve Türkiye tarafından konjoktürel duruma feda edilen Laz kimliği yeniden gündeme gelmeye başladı. 1980’lerdeki bütün konjonktürel gelişmeler adeta bir işaret ve başlangıç oldu; akademik özlü araştırmalar başladı. Wolfgang Feurstein, 1980’lerin başında Batı Almanya’da yaşayan birkaç Laz gencinin de katılmasıyla “Kaçkar Çalışma Grubu”nu oluşturur; Arhavili öğretmen Fahri Kahraman ile birlikte geliştirdikleri söylenen “Laz Alfabesi” de bu yıllarda son şeklini alır.

Akademik amaçlı “Feurestein/ Kahraman Alfabesi”, genel kabul görür ve bugüne kadar kullanılır. Aslında Latin alfabesine dayanan bu alfabe, Sovyetler Birliği’nde Laz kimliğinin tanındığı dönemde, Laz Okulları Direktörü İskender Tzitaşi adıyla da bilinen “Laz Alfabesi”nden çok az farklılıklar taşır. Konunun en ilginç yanı; Sovyetler Birliği Lazlarının 1930’lu yılların sonlarına kadar kullandıkları alfabe ve Lazca ders kitapları hakkında, “Kaçkar Çalışma Grubu”nun başta yeterince bilgi ve belgesinin bulunmamasıdır. Bu da, Lazları hedef alan resmî ideoloji ve tarih tezlerinin ne kadar etkili ve yasaklayıcı olduğunu göstermektedir. “Kaçkar Çalışma Grubu”, 1984’te yayınladığı “Parpali” adlı teksir yayını ile bu “Laz Alfabesi”ni duyurur. 1991’de Osman T̆amt̆ruli adıyla “ნანანენა/ Nananena/ Anadili” adlı bir ders kitabı; 1992’de ise “ლაზური ამბარეფე/ Lazuri Ambarepe/ Lazca Haberler” adlı teksir bir dergi de aynı çalışma grubu tarafından yayınlanır. Kuşkusuz, Batı Almanya’da Wolfgang Feurestein’ın inisiyatifi ile başlayan bu akademik çalışmalar Türkiye’deki Lazlara da bir şekilde ulaşır; ilgi uyandırır. Akademik bu çalışmalar, okumuş- yazmış bazı Lazlar arasında korku ve endişelere de yol açar. Bu korku ve endişeler; Lazlara yönelik resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin hâlâ ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.


1937’den beri kapalı olan Sarp Sınır Kapısı, Özal Hükümeti döneminde, 31 Ağustos 1988’de yeniden açıldı

1990’lı yıllarla birlikte Lazlar, kimlikleri açısından resmî ideoloji ve tarih tezlerinin yoğun etkisine rağmen, olumlu gelişmeler yaşarlar. “Kaçkar Çalışma Grubu”nun akademik yayınları Türkiye’de fazla yankı bulmaz. Ancak önemlidir. 1937 yılından başlayarak 31 Ağustos 1988 tarihine kadar kapalı kalan ve Lazları Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında ikiye bölen ve birbirinden habersiz kılan Sarp Sınır Kapısı’nın yeniden açılması Laz Kimliği açısından önemli bir gelişmedir. Bir diğer gelişme ise, 1964’te Sovyetler Birliği’nde, Tiflis’te, “Lazeti” adıyla Gürcüce yayınlanan bir kitabın ancak 1992’de “Lazlar’ın Tarihi” adıyla İstanbul’da yayınlanmasıdır. Kitabın yazarları, Sovyetler Birliği tarafındaki Sarpi Köyünden iki Lazdır: Muhammed Vanilişi ve Ali Tandilava. Bursa- İnegöl’de yaşayan Gürcü/ Çveneburi kökenli emekli bir polis memuru olan Hayri Hayrioğlu bu kitabı özet olarak Türkçe’ye çevirir. Kitap, Laz dili ve kimliğinin Sovyetler Birliği tarafından reddedildiği döneme ait resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin ağır izlerini taşır. Hayri Hayrioğlu’nun, çevirisine Sovyetler Birliği’nin Lazlara yönelik resmîi ideolojî ve resmî tezlerini aynen aktarmasının yanı sıra kendi kaygılarını da yansıtması kitabın resmî bütünlüğü içinde bile çelişkilere yol açar. Kitap, Sovyetler Birliği’nin o yıllara ait Lazlara yönelik resmî tezlerini aktarıyor ve özetle adeta şöyle diyor: “Lazlar Laz değildir; Gürcüdür. Lazca diye bir dil yoktur; Lazca Gürcüce’nin lehçesidir.”

“Lazlar’ın Tarihi” adlı kitap, sıradan Lazları adeta kışkırtır. Lazlar, Gürcü kökenli olmadıklarını; Lazcanın Gürcüce olmadığını inatla araştırmak ve ispatlamak çabasına girişirler. Aslında Laz aydınları, 1960’lı yıllarda da bir şekilde kimliklerinin peşine düşmüşlerdi; yazmışlardı. Şehzat Ayartepe bunlar arasında (şimdilik) adı duyulanlardandı. Lazlar aydınları, Gürcü kökenli olmadıklarının ispatlamaya çalışırken, Türk kökenli olmadıklarının da farkına varırlar.

Özetle; Hayri Hayrioğlu’nun çeviri bu kitabının çelişkileri, “Kaçkar Çalışma Grubu”nun akademik yayınları ve Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasının etkileri, Türkiye’de ister istemez İstanbul merkezli küçük bir Laz aydını kitlesinin oluşmasına yol açar. Sovyetler Birliği’nin 1991 sonunda yıkılmasıyla esen “özgürlük rüzgârları” etkisini göstermeye başlar. Lazların tarihsel olarak yaşadıkları ve yerlisi oldukları bölgede bazı Laz aydınları bir arayışa girer; kültürel çalışmalar yaparlar. Bütün bu gelişmeler İstanbul’da yerleşmiş; köyleri, kasabaları ile bağlantıları çoktan kesilmiş Laz aydınlarını bile etkiler. İstanbul’da bir Laz Vakfı veya bir enstitü oluşturmak isterler. Gel gör ki, objetif ve subjektif olumsuzluklardan ve gelen çeşitli baskı ve saldırılar sebebiyle başarısız olurlar.

1993 Haziran’ında İstanbul’daki Laz aydınları arasında yeniden bir hareketlilik başlar. Toplantılar yapılır. Sonuçta; bir yayın organı çıkarmadan kimlik mücadelesi verilemeyeceği görüşü ağır basar. Kasım 1993’de “Ogni Kültür Dergisi” yayınlanır.

Belirttiğim gibi, Laz kimliği, Türkiye’de 1920’li yılların ikinci yarısından itibaren, Sovyetler Birliği’nde ise 1930’lu yılların ikinci yarısında itibaren yok sayıldı. Bütün bunlar hem Türkiye’deki hem de Sovyetler Birliği’ndeki günümüz Lazlarının kolektif hafızalarında ciddî kültürel travmalara ve unutkanlıklara yol açtı. “Soğuk Savaş” yılları bitene, Sovyetler Birliği yıkılana kadar Türkiye’deki ve Sovyetler Birliği’ndeki resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri işlevlerini lâyıkıyla yerine getirdi. İnkâr ve asimilasyon politikaları Laz kimliğine yönelik olarak da aralıksız çalıştı. Yazılı kaynaklar ve eğitim- öğretim kurumları görevlerini yerine getirdi: Lazlar “Türkiye’de Türk kökenli,” “Gürcistan’da ise Gürcü kökenli” idi. “Lazca”, “Türkiye’de Türkçe’nin Doğu Karadeniz şivesi”, “Gürcistan’da ise Gürcüce’nin yirmi kadar önemsiz şivesinden yalnızca bir tanesi” idi. Lazlar, Lazca, Laz kimliği her iki ülkede de inkâr edilmiş, yok sayılarak asimile edilmeye çalışılmıştı. Böyle olunca da, Türkiye’de Lazlara ve Laz diline ilişkin eserlere ulaşmak imkânsızdı. Oysa; bu konuda sayısız Osmanlıca eser; meselâ Şemseddin Sâmî, “Kamusu’l-A’lam” adlı eserinde “Lazca, Lazlar ve Lazistan” hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Osmanlı’nın, Laz kimliğiyle büyük bir sorunu yoktu. Türkiye’de de 1920’lerin ikinci yarısına kadar Laz kimliği bir tehdit olarak algılanmamıştı. Keza, Sovyetler Birliği Lazlarının, 1930’lu yılların ikinci yarısına kadar Lazca Anadil Mektepleri vardı. Üstelik bu mektepler Lazca anadili sertifikaları bile veriyordu; Lazca gazete, Lazca tiyatroları da vardı.


“Ogni Dergisi, sırtını hiçbir yere dayamadı”

1990’lı yıllara gelindiğinde hem Türkiye hem de Sovyetler Birliği Lazları kimliklerini büyük ölçüde kaybetmişti. Laz kimliğinin tamamen kaybolup gitmesini içlerine sindiremeyen İstanbul merkezli bir avuç aydın “bir şeyler yapmalı” diyerek kolları sıvar ve “Ogni Kültür Dergisi”ni yayınlamaya başlar. Bu iş gerçekten de çok zordur. Türkiye’de, Sovyetler Birliği’nde bir zamanlar yayınlanmış Laz kimliğine, diline, tarihine ve kültürüne ait eserlere ulaşmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü her iki ülkedeki resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri Laz kimliğini yok sayıyordu. Hem Osmanlı Ülkesi’nde hem de Sovyetler Birliği’nde Laz kimliğinin düşman olarak görülmediği yıllarda yayınlanmış yazılı kaynaklara ulaşmak 1990’lı yıllarda çok zordu, imkânsızdı. Ayrıca Osmanlıca bilmeyi, Rusça bilmeyi gerektiriyordu. Ancak öncelikle akılda tutulması gereken, Laz kimliğinin özgün bir kimlik olduğunun bilinmesiydi. İşte “Ogni Kültür Dergisi”, bu  şartlarda, ama inançlı bir duruşla işbaşı yaptı; sırtını hiçbir yere dayamadı, kendisini kullandırtmadı. “Ogni Kültür Dergisi”ni çıkaranlar şunu çok iyi biliyordu: “Lazlar vardır, Laz kimliği vardır, Laz kimliği ancak Lazca ile yaşar. Laz kimliğini yok sayan içte, dışta her çeşit resmî ideolojiye karşı kalemle mücadele edilmelidir.”

Laz kimliği, “Ogni Kültür Dergisi” ile ortaya çıkmadığı gibi, Laz kimlik mücadelesi de “Ogni Kültür Dergisi” ile başlamadı. Laz kimlik mücadelesi, Laz dilini okullu- kitaplı bir dil haline getirme çabaları, Laz dilini kurumsal hüviyete sahip bir duruma getirme çalışmaları (şimdilik bilindiği kadarıyla) 20. yüzyılın başlarında Hopalı Faik Efendi ile başlamıştır. Yaşadıkları her iki ülkede de Lazların, Laz dilinin, Laz kimliğinin yok sayılması, ne yazık ki Hopalı Faik Efendi hakkında da sağlıklı ve ayrıntılı bilgilere ulaşmamızı (şimdilik) engelliyor.

“Ogni Kültür Dergisi”; yayın çizgisiyle, Laz kimliğini ve dilini yok sayan ve asimile etmeye çalışan resmî ideoloji ve tarih tezlerine karşı bir mücadeleyi esas aldı. Lazların bir tarihi, bir dili, bir kültürü olduğuna sürekli olarak vurgu yaptı. Ciddî makalelerle çizgisini destekledi. Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında Laz kimliğine yönelik olumlu yaklaşımları ve o dönemin örneklerini okuyucusuna aktardı. Sovyetler Birliği’ndeki Lazca Anadil Mektepleri önemliydi. Bugün de Lazca Anadil Mektepleri olabilirdi. “Ogni Kültür Dergisi”, bu anlamlı mesajları vermeye çalıştı. Altmışlı, yetmişli yıllarda Türkiye’de Laz dili, tarihi vb. konularda yazanlar, bir şeyler yapmaya çalışan Laz aydınları kuşkusuz vardı. Ancak onların bu çabaları bireysel ve cılız kaldı; kolektif çabalar görülemedi. “Ogni Kültür Dergisi”, hem tutarlı bir çizgiye sahip olması hem de her anlamda kolektif bir çabayla yayınlanması ve dağıtılması sebebiyle, Lazların kimlik mücadelesinde çok önemli bir yere sahip. “ Ogni Kültür Dergisi”ni, kimlik mücadelesine inanan “çeşitli yaş ve duruşlardan bir kuşak” yayınlamıştır. Böyle olunca da, bu “ilk kuşak” içinde bazı sıkıntılar yaşanmış ve “Ogni Kültür Dergisi” ancak altı sayı yayınlanabilmiştir.

“Ogni Kültür Dergisi”nin işleyişine, içeriğine, sürekliliğine ilişkin yöneltilebilecek haklı eleştiri ve özeleştirilerimiz kuşkusuz var. Gel gör ki, sağlam çizgi ve duruşuyla bir sonraki kuşaklara kimlik mücadelesinde önemli bir miras bıraktığına hiç kimsenin kuşku yok.

Yüzyılı aşan bir süredir Laz aydınlarının bir Lazca ve Laz kimliği mücadelesi var.
Efendişi Faik,  Laz Edebiyatı ve onunla da Laz kimliği mücadelesinin ilk önderi sayılır. Ancak şimdilik onun hayatına ilişkin fazla bir şey bilemiyoruz. Efendişi Faik’in adını ilk olarak Nikolay Marr’dan duyuyoruz. Farklı kaynaklar da Efendişi Faik hakkında bize bilgi veriyor. Osman T̆amt̆ruli’nin kitabında şöyle yazıyor: “Efendişi Faik, Lazca ilk kitabı çıkaran Laz’dı. Lazca yazdığı için Sultan Abdülhamid onu yakaladı ve hapishaneye attı. Yazdıklarının hepsini yaktılar, kayboldular. Hapishaneden çıktıktan sonra Faik yine başladı ve Lazca yazıyordu. Lazların düşmanları Faik’i öldürdüler.”
Искандер Циташи Теймуразович/ ისქენდერ წითაში/ İskender Ǯitaşi/ Tzitaşi İskender, Lazca anadili okullarının direktörüydü. Lazca gazete “მჭითა მურუნცხი/ Mç̆ita Murunʒxi/ Kızıl Yıldız”ın (1929’da), Lazca anadili okullarında okutulan ალბონი/ Alfabe’nin (1935’te) ve “ოკითხუშენი სუფარა/ Ok̆itxuşeni Supara/ Okuma Kitabı”nın (1937) yayınlamasına Abhazya/ Sohum’da önderlik etti. Yine belirtmeliyim; Sovyet İktidarı’nın ilk yıllarında, Acaristan ve Abhazya’daki Lazların Anadili okulları vardı. O zaman Lazca gazeteleri, Lazca tiyatroları ve Lazca kitapları vardı. Sovyet İktidarı, Laz çocukları kendi anadillerini okuma -yazmayı öğrensinler diye onlara destek oluyordu. Ancak Laz dilinin düşmanları İskender’i de öldürdüler, Laz Halk önderlerini sürdüler.

Şimdi bana anlatılanlara dönüyorum: Sovyetler Birliği’ndeyiz, Acaristan Özerk Cumhuriyetindeki Laz köylerinde, Abhazya’daki Laz köylerindeyiz.

Laz çocuklar sınıfa girmişler. Ellerinde kitapları; açmış okuyorlar. Sovyet Hükümetinin imkânları fazla değil. Aynı sınıfta farklı sınıf öğrenci birlikte ders görüyor. Küçüklerin sıralarının üzerinde “Alboni” , konuştukları dilin nasıl yazıldığını kavramaya çalışıyorlar. Bazıları “Ok̆itxuşeni Supara”dan Sovyet yurttaşlığına ilişkin konuyu çalışıyor. Bazıları da “ოხესაფუში სუფარა”/ “Oxesapuşi Supara”dan aritmetik problemlerini çözmeye çabalıyor. Koskoca bir sınıf. Çarlık zamanında da kullanılıyormuş. Tavanı oldukça yüksek. Kapı gıcırtıyla açılıyor. Önde öğretmen hemen yanında İskender Tzitaşi sınıfa giriyor. İlerliyorlar. Kürsünün yanında duruyorlar. Laz okulları direktörü İskender Tzitaşi, bir süprizleri olduğunu söylüyor küçüklere: “Birazdan Abhazya devlet başkanı, yoldaş Nestor Lakoba gelecek! Sizinle görüşecek!”


Çağdaş Yazılı Laz Edebiyatı Sohum’da yaratıldı; İlk Laz okulları Abhazya’da açıldı

Çocuklar heyecanlı. Okuldan diplomalarını alacakları günü iple çekiyorlar. Bir yandan Rusça öğreniyorlar diğer yandan da anadillerini yazmayı ve anadillerinde yayınlanmış kitapları okumayı öğreniyorlar. Nestor Lakoba yoldaş kapıdan içeri giriyor. Bir alkış fırtınası kopuyor. Bütün yüzlerde tebessüm. Lazca derslerini veren öğretmen ve İskender Tzitaşi ile sevgiyle kucaklaştı. Yoldaş Nestor Lakoba, Sovyet Ülkesinin genç yurttaşlarını Rusça ve Lazca selamlıyor.

Bir kez daha belirteyim: Sovyetler Birliği Lazları, Abhazya ve Acaristan Lazları 1930’lu yılların ikinci yarısına kadar anadil okullarında anadili dersleri görüyorlardı. Lazca gazeteleri vardı. Lazca tiyatroları vardı. Oralarda bir yerde, genç Muhammed Vanilişi’yi görüyoruz şimdi. Sınırı geçmeye hazırlanıyor. Koltuğunun altında bir paket. İçinde Lazca yayınlanan “Mç̆ita Murunʒxi/ Kızıl Yıldız” adlı gazeteler var. Sınırdan gizlice Türkiye’ye geçecek ve gazeteyi Laz yoldaşlarına ulaştıracak. Orada hatırı sayılır sayıda partili Laz yoldaşı var. Onlara gazeteleri ulaştıracak. Onlar da başkalarına. Onlardan aldığı raporları partiye ulaştıracak.

Parti yönetimi içindeki sen- ben, aydın kariyerizmi kavgası su yüzüne çıktı. Laz okulları direktörü İskender Tzitaşi, daha sonra tasfiye edilen aydınlar içerisindeydi. Sırf tasfiye edilenlerin iyi şeyler yapmadıklarını göstermek için, onların yaptıkları işler de ortadan kaldırıldı. Laz okulları işte bu sebeple kapatıldı. Partili Laz aydınları tasfiye edildi. Kimileri sürüldü.

Abhazya Lazları, İskender Tzitaşi’yi günümüzde bile hatırlıyor; ხასან ჰელიმიში/ Hasan Helimişi’nin tamamlayamadığı tablosunu da; Nestor ve Sariya Lakoba’nın yarım kalan tablosunu da.


Laz ressam Hasan Helimişi’nin 1938’de Sibirya’ya sürülmesine sebep olan yarım kalmış tablo:
Nestor ve Sariya Lakoba

“İskender Tzitaşi Paneli”ni geçtiğimiz 14 Nisan 2013 Pazar günü gerçekleştirdik. Panelin konuşmacılarından biri İrfan Ç. Aleksiva, diğeri de bendim. Panel, Kadıköy Aka-der’in çalışma gurubu “Lazuri Mektebi” tarafından düzenlendi. Salon, panel için düzenlenmişti; sandalyeler, panelistlerin konuşma yerleri, pano, slayt gösterisi ve atıştırmalık kurabiyeler… Bu tür panel ve toplantılara haset edenler ve rahatsız olanlar hep izleyici sayısını merak ederler. Bence bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan bu panelin bir ilk olması ve İskender Tzitaşi’nin ilk defa bu boyutta insanlara tanıtılmak istenmesi. Konuya bu açıdan bakmak gerekiyor.

İskender Tzitaşi, Laz kimlik mücadelesinin Sovyetler Birliği’ndeki önderiydi, Sovyet Devlet adamıydı. Yalnızca siyasî bir önder değil; aynı zamanda yayıncı ve eğitimciydi. Panelin ana başlığı: “İskender Tzitaşi’den Günümüze Lazca Anadili Eğitimi” idi. Panel, üç bölümden oluştu. İlk bölümde, “Laz Kimlik Mücadelesinde İskender Tzitaşi’nin Önemi” ve “İskender Tzitaşi ve 1929- 1938 Süreci” başlıklarıyla sunumlar yapıldı. Bu bölümdeki ilk sunumu ben, diğer sunumu İrfan Ç. Aleksiva yaptı. Burada kendi sunumumdan uzun uzun aktarmalarda bulunmayacağım. Zira sunumumu dayandırdığım yazılı metni tüm panel konuşmalarıyla birlikte sesli olarak youtube/ piralipiralishi piralishi ve yusufbulut.com’da yayınlandı. Yine de kısaca belirtmem gerekirse; sunumumda esas olarak, Laz Kimlik Mücadelesi’nde Hopalı Faik Efendi ve esas olarak da İskender Tzitaşi’nin önemine, mücadelesine ve Laz kimliği adına kazanımlara dikkat çektim. İskender Tzitaşi’nin, Laz aydınlarının henüz önemine varamadıklarını, onun çizgisine henüz ulaşamadıklarını, bunun için de Laz kimlik mücadelesinin yirmi yıldır güdük kaldığını belirttim. İskender Tzitaşi, çizgisinde mücadele perspektifinin hâkim olamamasının da, Laz aydınlarının bugünkü yapı ve durumlarını ortaya çıkardığını ekledim. Bu bölümde üzerinde durduğum bir nokta da, bugüne kadar İskender Tzitaşi’nin Türkiye’de tanıtılması ve Laz aydınlarına örnek olması konusundaki kişisel çabalarım oldu. İskender Tzitaşi’nin 1935 tarihli “Alboni/ Alfabe” adlı ders kitabını 1994’te İstanbul’da nasıl yeniden tıpkıbasım olarak kendi imkânlarımla yayınlattığımı belirttim. “İskender Tzitaşi Kimdi? Neden Öldürüldü?” başlıklı makalemi ( o günkü bilgi ve değerlendirmelerimle) 2001’de yazdığımı ve “Yeni Kafkasya Gazetesi”nde yayınlattığımı da duyurdum. Aslına bakarsanız, bu bireysel çabalarımı belirtmekten son derece sıkıldım; utandım. Ancak belirtmek zorundaydım. Belirttiğim bir başka konu da; Laz aydınlarının tarih ve mücadele geçmiş ve bilincinden yoksun olarak ancak bu kadarını yapabildiklerini vurgulamak oldu.

Aslına bakarsanız, bu panelde benim İskender Tzitaşi’ye ilişkin söylediklerimin çok önemli olduğunu düşünmüyorum. O gün orada söylediklerimi yıllardır söylüyor, yazıyorum. Onunla ilgili çok bir şey söylemedim. Yıllardır olduğu gibi, o gün de  bir halk önderi olarak İskender Tzitaşi’nin, çizgisinin, mücadelesinin günümüz Laz aydınlarına örnek olması konusunu dillendirdim. Aslında o panelde en önemli konu; İskender Tzitaşi’nin kimliği, ailesi, ilişkileri, yaptıklarıydı. Bütün bunlar hakkında da en sağlıklı bilgi ve yaklaşımları, somut bilgi ve belgelere dayanarak araştırmacı- yazar İrfan Ç. Aleksiva, bir bilim adamı ciddiyetiyle bizlere ulaştırdı. İrfan Ç. Aleksiva’nın sunumu önemliydi. Sovyet Lazları Halk önderi İskender Tzitaşi hakkındaki sis perdesinin dağılmasına yardımcı oldu. Bir dedektif maharet ve titizliğiyle çalıştı ve bizleri aydınlattı. Gelecekteki Laz kimlik mücadelesinin önünü de ideolojik olarak açmış oldu. İrfan Ç. Aleksiva. İskender  Tzitaşi’ye ilişkin olarak benim yıllardır dillendirmeye çalıştığım konuları da aklamış; konuya ilişkin verdiğim bilgilerin de doğruluğunu teyit etmiş oldu.

Panelin ikinci bölümü, “Günümüzde Laz Kimlik Mücadelesi ve Lazca Anadili Öğretimi” idi. Bu başlık altında yine İrfan Ç. Aleksiva ve ben konuştum; güncele ilişkin fikirlerimizi beyan ettik. Bu bölümde esas olarak, Ak Parti Hükümetinin kısıtlı da olsa, “anadili öğretimi” alanında attığı adımlar ve bunların Lazcaya yansıması konusu üzerinde duruldu. Ben esas olarak, 2012- 2013 yılında devlet okullarında Lazca anadil derslerinin verilemediğini, bunun esas sebebinin de Laz aydınlarının müfredat hazırlamamış, M.E. B. Talim ve Terbiye Kurulu’na sunamamış ve takipçisi de olamamalarından kaynaklandığın vurguladım. Hasan Uzunhasanoğlu’nun çabalarına dikkat çektim. Anadil derslerinin açılacağı yerler olarak hep aklımıza Lazların yaşadıkları Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki yerleşim birimlerinin geldiğini, oysa 93 Muhaciri Lazların yaşadıkları yörelerdeki okullarda da, hatta İstanbul gibi büyük şehirlerde de anadil sınıflarının açılabileceğine vurgu yaptım. Bütün bunların da Laz aydınlarının kolektif bilinç ve çabalarıyla gerçekleşebileceğini belirttim.

İrfan Ç. Aleksiva da, bu öğretim döneminde Lazca anadil sınıflarının açılamasının müfredat eksikliğinden kaynaklandığını, önümüzdeki 2013- 2014 eğitim ve öğretim yılında Laz aydınlarının müfredatı hazırlayıp ilgili resmî kurumlara sunduktan sonra artık Lazca anadili dersleri sınıflarının açılması konusunda bir engelin kalmayacağını belirtti. Bu konuyla bağlantılı olarak Hasan Uzunhasanoğlu’nun, Arhavi ve Fındıklı’da Lazca anadili sınıfları açılması için harcadığı çabaları dile getirdi. Kimi velilerin okul müdürlüklerine verdikleri dilekçelerden ve okul müdürlüklerinin de onlara verdikleri cevaplarından örnekleri slayt eşliğinde bizlere aktardı. Okul müdürlükleri velilere yazılı cevaplarında şöyle diyorlar: “Lazca Anadili öğretimi müfredatı bize bakanlıktan ulaşmadı.”

İrfan Ç. Aleksiva, Lazca konusunda Rize RTE Üniversite’sine verdikleri dilekçe ve aldıkları cevaptan da bahsetti. O, bu konuya vurgu yaparken, içim cız etti. Laz aydınlarının kolektif  hareket etmemeleri, hep Lazcanın ciddiye alınmamasına sebep oluyordu.  İrfan Ç. Aleksiva, bu vb. konularda slayt eşliğinde bilgi ve belgelerini bizlerle paylaştı.

Moderatörümüz, “Lazuri Mektebi”den Pınar Bayraktar idi. Pınar Bayraktar, benim Lazca derslerimden de başarılı öğrencilerimden biri. Bunu belirtmeliyim. Açık söylemeliyim; panelin rotasında seyretmesi için büyük bir diplomasi örneği sergiledi. Bölüm öncelerinde yaptığı önemli açıklamalarla, dinleyicilerin ön bilgiyle konuyu izlemelerine yardımcı oldu. Son derece zarifti ve nezaket gösterdi. Aynı şekilde izleyicilerimiz de son derece nezaket gösterdiler. Bizleri nezaketle dinlediler. O kadar süre bizi sıkılmadan, ancak büyük bir ilgiyle izlediler. İlk iki bölümden sonra kısa bir ara verildi. Ayaküstü sohbetler yapıldı. Kanepeler atıştırıldı. Yeni tanışıklıklar gerçekleşti. Her şey güzel ve doğaldı.

Üçüncü bölüm soru ve cevaplar ile önerilere ayrılmıştı. Bunu sonra ele alacağım. Dinleyicilerden biri; benim Hasan Helimişi hakkında, İsmail Avcı’nın 2000 yılında “Mjora Dergisi”nde yazdıklarıyla ilgili söylediklerim konusunda önemli bir açıklamada bulundu. Bu dinleyicinin söylediklerini önemsiyorum. Bu dinleyici, şimdi aktaracağım bilgiyi Karşıki Sarp’tan bir Lazın kendisine söylediğini belirtti. Aslında Karşıki Sarplılardan bir Lazın, Hasan Helimişi’ye ilişkin bazı bilgi ve belgeleri 1993 yılında İstanbul’dan bir Laz aydınına verdiğini söyledi. Aynı şeyi Cemal Vanilişi de 2006’da, Karşıki Sarpi’de bana söylemişti. 1993’te Laz aydınlarına ulaştırılsın diye kendisine verilen bazı bilgi ve belgeleri yalnızca kendisine saklayan ve hâlâ gün yüzüne çıkarmayan bu Laz aydını kim?! Bakalım daha neler duyacağız?!

Önce de belirttiğim gibi, bu panelin en önemli bölümü, İrfan Ç. Aleksiva’nın, İskender Tzitaşi’nin ailesi, kimliği, ilişkileri ve mücadelesi hakkında söyledikleridir. İskender Tzitaşi önemlidir. Önemlidir çünkü Laz kimlik mücadelesinin 1993’de değil günümüzden yaklaşık yüz yılı aşkın bir süre önce başladığını bizlere duyurdu. İskender Tzitaşi, mücadele yoldaşlarıyla beraber Laz kimliğinin yaşaması için, kolektif kolhozlar oluşturulması, Lazca anadili okulları açılması, Lazca ders kitapları yayınlanması, Lazca gazeteler çıkartılması, Lazca tiyatro eserleri çıkartılması konusunda mücadele etmiş ve başarılı olmuştur. İskender Tzitaşi, bu yönüyle önemlidir. İskender Tzitaşi, Laz kimlik mücadelesinde tutarlı bir çizgiye sahipti. Günümüz Laz aydınları, bu çizginin henüz farkına varamadıkları ve gereğini yapamadıkları için İskender Tzitaşi hâlâ önemlidir. Çünkü Laz aydınları yapmadıklarıyla, İskender Tzitaşi’nin çizgi ve mücadelesini hâlâ anlayamamışlardır.

Bu kısa girişten sonra, panelde tuttuğum notlarımdan ve ses kayıdından da faydalanarak İrfan Ç. Aleksiva’nın İskender Tzitaşi hakkında verdiği bilgilere geçebilirim; tırnak içinde aktarıyorum. Araştırmacı- yazar İrfan Ç. Aleksiva, konuşmasına Wolfgang Feurstein’e teşekkür etmekle başladı. Türkiye’deki Laz aydınlarının, onun çabaları sayesinde İskender Tzitaşi ve Hasan Helimişi’den haberdar olduklarını söyledi. İrfan Ç Aleksiva, İskender Tzitaşi’nin Stalin’e ve Giorgi Dimitrov’a yazdığı Rusça mektupları, Türkçe’ye tercüme eden Eren Mühürcü’ye de minnettarlığını belirtti. Wolfgang Feurstein’ın da bu panele katılan herkese de selâm söylediğini duyurdu.


Sovyetler Birliği’nden üç ünlü Laz: İskender Tzitaşi (1904- 1938), Hasan Helimişi (1907- 1975) , Muhammed Vanilişi (1909- 1997)

Araştırmacı- yazar İrfan Ç. Aleksiva’nın anlattıkları şöyle:

“İki yıl kadar önce, İskender Tzitaşi’nin bir matematik kitabı olduğunu öğrendik. Bu kitabın peşine düşünce de elimize İskender Tzitaşi hakkında bazı bilgi ve belgeler gelmeye başladı. İskender Tzitaşi hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Bu hiç bir şey içerisine her şey dâhildi; adı, doğum yeri, ne olduğu, neden bu işleri girdiği, nasıl öldüğü. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorduk.

İskender Tzitaşi’nin ismi, resmî kaynaklarda “Tzitaşi İskenderi/ İskender Tzitaşi” şeklinde kullanılıyor. Babasının adı Teymur ya da Teymuraz. Rus belgelerinde, arşivlerinde adı  “İskender Tzitaşi Teymurazoviç” diye geçiyor. Ne var ki, Gürcistan’daki Muhammed Vanlıoğlu; Vanilişi ve Vanidze gibi soyadları da kullanmış olan bir kişi, İskender Tzitaşi’nin Rus olduğunu söylüyor. Ki bu kişi 1929’da “Mç̆ita Murunʒ̆i/ Kızıl Yıldız” adlı gazeteyi İskender Tzitaşi ile birlikte çıkarttı. Bu kişi, İskender Tzitaşi’nin Rus olduğunu ve adının da Aleksandr Svetskov olduğunu söylüyordu. Rus ajanı olduğunu, Gürcistan’daki Lazları, ‘Gürcü Ulusu’ndan ayırmak için çalışan bir Rus ajanı olduğunu söylüyordu. Bunları çocuklarına anlatıyordu. Çocukları da bunları bizlere anlatıyor. Bütün iddiaları ortaya atmalarının sebebi, İskender Tzitaşi’yi itibarsızlaştırmak. Ancak İskender Tzitaşi, Arnold Çikobava’nın 1929’da yayınlanan “Lazca Metinler” adlı kitabında İskender Tsitaişvili diye geçiyor. Tsitiaşvili soyadı, Gürcistan’ın  Guria/ Ozurgeti bölgesindeki bir köyde kullanılan bir soyadı. Sadece orada kullanılıyor. Buradan hareketle İskender Tzitaşi’nin Guriali olduğu da düşünülebilir.

İskender Tzitaşi’nin etnik kimliğine ait üç görüş var. İlki, Rus olduğu iddiasıydı. İkincisi Gurialı olduğu iddiasıdır. Üçüncüsüne ise birazdan geleceğiz. Babasının adı Teymuraz ya da Teymur. Teymur, bizim “demir” diye bildiğimiz kelimedir. Azerbaycan Türkçe’sinde Teymur olur. İran’da da kullanılıyor. Gürcistan’da ise Teymur ve Teymuraz şeklinde kullanılır. Bu isim İslâm Medeniyeti kaynaklı bir isim olduğu için, Hıristiyan Ortodoks Rus geleneğinde Teymuraz adı kullanılmaz. Buradan hareketle, İskender Tziaşi’nin babasının Rus olmadığını söyleyebiliriz. Resmî kaynaklarda, İskender Tzitaşi’nin doğum yeri olarak “Rize/Fındıklı/ Türkiye” diye yazıyor. Tutuklandığı evrak üzerinde “01. O1. 1904’de Fındıklı’da doğmuştur”  kaydı bulunmaktadır. Bu yüzden, İskender Tzitaşi’nin Türkiyeli bir Laz olduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen annesi Rus idi. İskender Tzitaşi, çok iyi Rusça da biliyordu. İskender Tzitaşi’nin söylediğine göre, Gürcistan Lazlarından ancak yirmi tanesi Gürcüce biliyordu. 1925’lere kadar o bölgede “lingua franca” olarak Osmanlıca, Türkçe konuşuluyordu. Çünkü çok etnikli bir bölgeydi. Rumlar, Ermeniler ve diğerleri vardı. Ve hepsi ortak anlaşma dili olarak, “lingua franca” Türkçe’yi konuşuyorlardı.

İskender Tzitaşi’nin eğitimi ve akademik kariyeri hakkında da daha çok şifahî bilgiler var. Okul arkadaşları Yosef Megrelidze, Akaki Şanidze, Aleksandr Vront̆i, ki bunların hepsi Gürcistan’da tanınmış Gürcü dilbilimcileridir. Bunlardan Yosef Megrelidze ile Leningrad’da altı ay aynı evi paylaşmışlar. Fakat Yosef Megrelidze, İskender Tzitaşi hakkında tek kelime bile etmekten imtina etmiştir. Bu konuda böyle bir baskı vardı ki, bu adam öldüğünde seksen yaşlarındaydı. İskender Tzitaşi, Moskova’da “Doğu Dilleri”nde okudu.  Leningrad’ta da çalıştı. Nikolay Maar, Sovyetler’in ilk döneminde, 1945’lere kadar  dilbilim alanında yön veren kişiydi.  Nikolay Maar, Lazca üzerinde de çalışmıştı. İskender Tzitaşi, Nikolay Maar’ın öğrencilerinden biriydi. 1934’te Tiflis Üniversitesi’nde “Kafkas Dilleri Kürsüsü” açılmış ve orada Lazca uzmanı olarak görev yapmış. 1934’de Nikolay Marr ölüyor ve 1936’da Nikolay Marr adına bir enstütü kuruluyor. İskender Tzitaşi, bu enstitünün üyelerinden biri. Mahkeme tutanağına göre; “tutuklanmadan önce, (1938) SSCB Bilimler Akademisi Azerbaycan şubesi başkanıydı.


İskender Tzitaşi, Komintern Başkanı Georgi Dimitrof’a da Abhazya ve Acaristan Lazlarının
siyasî, kültürel ve ekonomik durumlarını iletti ve destek aradı

İskender Tzitaşi, 1928 yılında diğer Lazlarla, ilgili çalışmalara dâhil olmuş; edebî Lazcayı yaratmış. İlk Lazca kitaplar, edebî eserler ona aittir. Laz Ulusal Özgürlükçü kadroların birçoğunu da o yetiştirmiş. Bu bilgileri Giorgi Dimitrof’a yazdığı mektuptan öğreniyoruz. İskender Tzitaşi’nin günümüze kalan birkaç eseri var. Bunlardan ilki, “Mç̆ita Murunʒxi/ Kızıl Yıldız” adlı Lazca gazete. Bu gazete, 7 Kasım 1929’da, Perşembe günü “Сухум”/ Sohum’da yayınlandı. Bu gazete, Komünist Parti Abhazya Bölgesel Komitesi’nin ve Merkezî Yürütme Kurulu’nun yayın organı olarak yayınlandı. Böylesi bir yasal dayanağa sahipti.  Bu  çalışmasında, İskender Tzitaşi’ye Abhazya Yönetimi Lideri Nestor Lakoba’nın büyük katkısı olduğunu düşünüyoruz. Şifahî olarak bu bilgileri ediniyoruz. Muhammed Vanilişi, 1960’larda yazdığı otobiyografisinde “Mç̆ita Murunʒxi” hakkında yorum yapıyor. Fakültede okuduğu yıllardan başlamak üzere merkezî komitenin yönlendirmesiyle sınır dışında illegal faaliyetler yapıyormuş. Sohum ise,  bu çalışmaların merkezini oluşturuyormuş. Muhammed Vanilişi, daha sonra parti üyesi olan Rıza Bibinoğlu, Helim Hazirişi, Ali Kurtoğlu, İskender Tzitaşi ve Abhazya Merkez Yönetim Kurulundan bir kişi ve adını hatırlamadığı bir kişi daha bu merkeze dâhilmiş. Sınır ötesi propaganda eğitmeni olarak seçilmiş. 1929- 1936 yılları arasında çalışma yürüterek “Mç̆ita Murunʒxi” adlı gazeteyi küçük boy olmak üzere sadece iki sayı çıkardıklarını iddia ediyor. Bu gazetenin yurtdışına dağıtımını sağladığını da öne sürüyor. Gazete, Türkçe alfabe ile yazıyordu. Çünkü Türkiyeli Lazların Gürcü dilini ve alfabesini bilmediklerini belirtiyor. Ve bu şekilde notlar düşüyor Muhammed Vanilişi. Muhammed Vanilişi, sadece iki sayı diyor. Aslında anlatım metninde 3 yazıyor, ancak daha sonra bunun üzerini çizip iki yazmış; düzeltmiş. El yazısıyla yazılmış bir metin bu. Aslında gazetenin kaç sayı çıktığı tartışılan bir mesele. Muhammed Vanilişi, “Mç̆ita Murunʒxi”yi propaganda için çıkardıklarını; “Lazca yaşasın” diye bir kaygılarını olmadığını anlatmak istiyor. Lâfı, “aman yanlış anlaşılmasın”, demeye getiriyor! Bu gazetenin Türkiye’ye girişi Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanıyor. 1938’de de Türk-Sovyet sınırı kapatılıyor. “Mç̆ita Murunʒxi”de kullanılan alfabenin işlevsel olmadığını gören İskender Tzitaşi 1930’da yeni bir alfabe oluşturuyor. Ve bu alfabeyle de Lazca ders kitaplarını yayınlıyor.

İskender Tzitaşi, bu çalışmalara başlayınca Tiflis yönetimi de boş durmuyor.  İskender Tzitaşi, bu Lazca  kitapları neden yazıyor?! Bu kitaplar ders kitabı. 1932- 1936 yılları arasında Abhazya, Sohum’da birkaç tane Laz okulu açılıyor. “Kızıl Lazistan” kolhozu oluşturuluyor, merkez olmak üzere. Yine Gürcistan Sarp’ında da okul açılıyor. Bu dönemde İskender Tzitaşi’nin çıkardığı; bildiğimiz, elimizde olan kitaplar şunlar: 1932 tarihli “Çquni Çhara”; 1933’de Lazca Matematik kitabını yayınlıyor; iki cilt olarak. Natia Popova’nın Rusça matematik kitabından çeviriyor bunu, birinci cilt birinci, ikinci cilt ikinci sınıflar için. 1935’te “Alboni”yi yayınlıyor. 1937’de “Ok̆itxuşeni Supara”yı yayınlıyor, “Okuma kitabı”, Hayat Bilgisi kitabı olarak. Bu kitap iki cilt. İlk cildi elimizde yok. İskender Tzitaşi, bunlardan başka “Sovyet Ansiklopedisi”nde “Laz Dili ” ve “Laz Edebiyatı” hakkında makaleler de yayınlıyor. Orada kendisinden de bahsediyor. İskender Tzitaşi; Jarov, Bezımensky, Gorky gibi yazarlardan Lazca’ya çevirileri olduğuna da vurgu yapıyor.

İskenderi Tzitaşi’yi daha iyi anlayabilmemiz için, okullar için yayınladığı Lazca ders kitaplarından başka, yazdığı mektuplara da bakmalıyız. İskender Tzitaşi, aktif bir komünist ve Sovyet yönetiminde tanıdıkları da var. Partili, komsomolluk yapmış. O dönemde Lazların yaşadıkları sıkıntılarla ilgili sürekli Sovyet kurumlarına mektuplar yazıyor.  Bu mektuplardan bir tanesi Stalin’e. Bir diğer mektubu da Komintern yürütme kurulundan Dimitrof’a. Beria’ya yazmış. Makharadze’ye ve diğer önde gelen kişi ve kurumlara Lazların siyasî, kültürel ve ekonomik durumları ve desteklenmelerine ilişkin mektuplar yazmış. Bu mektuplardan yalnızca iki tanesi henüz elimizde. Stalin’e yazdığı mektup, tam metin olarak, geçen yıl (2012) Laz Kültür Derneği’nden yayınlanan “Çquni Çhara” adlı kitabın içinde yayınlandı.   Bu mektubunda, aydınlanmacı kültürel çalışmalara ilişkin olarak önerilerde de bulunuyor. İlkokul sınırları içinde Lazca eğitimin sağlanması. Bunun için Abhazya ve Acaristan Halk Eğitim Merkezlerine Lazca eğitim için teklif gönderilmesi; okuma kulüpleri kurulması; Abhaz Devlet yayınlarından çıkacak eserler arasına Lazca ile ilgili edebî ve sanatsal çalışmaların da eklenmesi; anadil sorunları ve yazılmasına ilişkin konuların görüşülmesi; “Yeni Laz Alfabesi Birimi”nin tanınması; bunun için Abhazya ve Acaristan’daki ilgili kurumların gerekli araçların kullanıma açmaları konusundaki  taleplerini Stalin’e iletiyor.

İskender Tzitaşi’nin ikinci mektubu, Komintern Başkanı Georgi Dimitrof’a yazmış. Bu mektubu Ağustos 1937’de kaleme almış. Bu mektubu niye Dimotrof’a yazmış?! Bunun iki sebebi var. İlk sebep, Dimitrof’un Komintern’in başkanı olması ve dolayısıyla da dünyadaki bütün komünist partilerle temas içinde olması; TKF ile de temas içinde olması. Mektupta TKF’nin Laz sorununa dâhil olmasını isteyecek. Dimitrof’a bu mektubu yazmasının ikinci sebebi, Dimitrof’un,  ulusal sorunları;  “ırk, kabile ve dil guruplarından bağımsız” olarak çözülmesi gerektiği şeklindeki bir düşünceyi taşıdığı içindir. Dimitrof’un böyle bir söylemi var. Bunu neden vurguluyor?! Çünkü Gürcüler, Lazlar ile olan dil akrabalığı yüzünden Lazlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışıyorlar. İskender Tzitaşi, bu mektubunda Gürcü bilim adamlarının bu yaklaşımını eleştiriyor. Dimitrof, bu mektubu Gürcistan’daki yetkililere ulaştırıyor. Silsile yoluyla mektup Lavrenti Beria’ya Gürcistan KP lideri’ne ulaşıyor. Bu kişi, İskender Tzitaşi’nin ipini çeken adamdır! (Arşivdeki) bu mektubun üzerinde, “yazar casusluk suçuyla tutuklandı” ibaresi var. İskender Tzitaşi, bu mektubunda Gürcü milliyetçiliği ve Gürcü bilim adamlarını eleştiriyor. Gürcü dilbilimcilerin, Yazılı Laz edebiyatına karşı çıkışlarını eleştiriyor. Gürcü milliyetçilerin, Laz tarihine sahip çıktıklarını belirtiyor. “Yazılı Laz diline, Lazca eğitimine ve Laz okullarına karşı kampanya yürütüyorlar,” diyor bu mektupta. (İskender Tzitaşi’ye karşı) bu kampanyaları yürüten kişi Arnold Çikobava’dır. O dönemde, Lazlar nüfus kayıtlarında Gürcü olarak kaydedilmeye başlanmış. İskender Tzitaşi, buna karşı çıkıyor. Aralarında hiçbir Lazın bulunmadığı, ancak Laz okullarının geleceğine ilişkin bir toplantı Tiflis’te düzenleniyor. Tiflis’teki bu toplantının konusu, Latin alfabesine dayanan Laz alfabesinin ortadan kaldırılması; Lazlara Gürcücenin tanıtılması; ilkokul birinci sınıflarda Lazca öğretim verilmesi, ancak bunun Gürcü Alfabesi ile yapılması. Bütün bunlar, Gürcü politikacı, dilbilimci ve milliyetçilerinin inisiyatifi ile toplanan bu komisyonda konuşuluyor. Gürcistan’da yaşayan Laz çocukları, ilkokul birinci sınıflarda Lazca eğitim görsün, ama diğer sınıflarda Gürcüce olsun, diye bu komisyonda karar alınmasına rağmen, 1936’da Lazca eğitim tamamen bitmiş. Bütün bunları, İskender Tzitaşi, Giorgi Dimitrofa’a yazdığı mektubunda dile getiriyor. İskender Tzitaşi, Tiflis’te baskı altına alınır. Tiflis’in Sovyetler Birliği Lazlarının, okullarda Lazca eğitim almalarını engellemesi, Türkiye Lazlarının özgürleşmesini de sırtından hançerlemektir, diye de belirtiyor İskender Tzitaşi. İskender Tzitaşi, hem Gürcistan’da hem de Türkiye’de “ulusal bir Laz sorunu” olduğunu da tespit ediyor. Bu sorunun çözülmesine Türkiye’nin de TKF vasıtasıyla dâhil olmasını istiyor; Dimitrof’a da bunun için yazıyor. Bu konuda İskender Tzitaşi’nin bir takım tespit ve önerileri var. Hem TKF hem de diğerlerinin bu konulardan bihaber olduklarına vurgu yapar. Dimitrof’tan  Laz sorununun Komintern ve TKF nezdinde ve Gürcistan KP’de çözülmesini istiyor. Dimitrof, bu mektubu, Gürcistan KP’ye ulaştırıyor. Konuyu TKF’ye ulaştırıp ulaştırmadığını bilmiyoruz. Bu mektubun ekinde, “Lazistan’da Tarım Sorunu” ve “özgürleşme” başlıklı bir rapor da var. Bu rapor henüz Türkçeye çevrilmedi. İskender Tzitaşi, “Lazların ekonomik örgütlenmesi” alanında da çalıştı. “Kızıl Lazistan” adlı bir kolhozun da  kurulmasını da sağlamıştır. Abhazya’da iki kolhoz kurdu. Biri Bzıb’te, diğeri Skurça’daki “Kızıl Lazistan”. Bir kolhoz da Sarp’ta bulunuyordu.


Arnold Çikobava ile İskender Tzitaşi arasında akademik alanda kişisel rekabet vardı

İskender Tzitaşi, fikirleri sebebiyle 1937 yılında Gürcistan’ın “bütün bilim adamları”yla kavgalı durumdaydı. Aynı Enstitüde birlikte çalıştıkları Arnold Çikobava ile aralarında enstitünün başına geçme konusunda bir rekabet vardı. Arnold Çikobava da, Lazca üzerine çalışıyordu. Arnold Çikobava, Lazcanın Gürcücenin bir diyalekti olduğu tezini savunuyordu. İskender Tzitaşi ise, aynı zamanda Nikolay Maar’ın dil tezi yaklaşımını savunuyordu. Arnold Çikobava ise, Nikolay Maar’ın bu tezlerine karşıydı. Bu sebeple de İskender Tzitaşi ile Arnold Çikobava arasında bir çatışma daha vardı. İşte bu sebeplerden, Arnold Çikobava, İskender Tzitaşi’yi Lavrenti Beria’ya  jurnallemiş. Bu Arnold Çikobava’nın kendi evlâtlığından aldığım bir bilgidir.

1938’de yalnızca Laz alfabesi Gürcü alfabesine dönüştürülmedi; Abhaz Alfabesi de Gürcü alfabesine dönüştürüldü. 1938’de Gürcistan’da ve Sovyetler Birliği’nde bir şeyler değişti. İskender Tzitaşi, Abhazya’daki en önemli dostu Nestor Lakoba öldürülünce desteksiz kaldı. 10 Haziran 1938 tarihli, Stalin ve Molotov imzalı bir karar ile Gürcistan SSCB’deki  Yüksek Mahkeme Askerî Heyeti tarafından yargılanmaya tabi kişiler listesine alındı. Tutuklama kararı çıktı. Bu listenin 158. sırasında İskender Tzitaşi’nin ismi var. 21 Haziran 1938’de mahkemesi yapıldı. 22 Haziran 1938 Çarşamba günü vurularak idam edildi. Mezarı belli değil. Vurulanlar toplu mezarlarda defnediliyorlardı. Bu dönemde paralel olaylar var. Megrel İsaki Jvania, Troçkizm ile suçlanıyor ve o da idam ediliyor.


Latin Temelli Abhaz Alfabesi de Gürcü Temelli Alfabeye dönüştürüldü (Maitland Daily Mercury Gazetesi, 4 VII 1938)

İskender Tzitaşi’den sonra Laz önderliğini Gürcü milliyetçileri ele geçiriyor. Lazlar arasından da yandaş buluyorlar. Muhammed Vanilişi bunların en önde gelenidir. Bu adam, 1964’te Gürcü tezlerini dillendiren, “Lazlar’ın Tarihi” diye de Türkçe’ye çevrilen, “Lazeti ” diye bir kitap yazıyor, Ali Tandilava ile birlikte. O kitapta, “Lazların Gürcü boyu olduğu; Lazcanın  Gürcüce olduğu; Lazların ne kadar Gürcüceye hasret (!)  kaldığından bahseden bir kitap. İskender Tzitaşi’nin, Gürcistan’ın resmî tezine muhalif olması, ölümüne sebeptir. O dönem milyonlarca insan öldürüldü de, İskender Tzitaşi neden öldürüldü?! Beria’yı ve Gürcistan’daki kodamanları rahatsız etmiş bu adam. Hazır herkes gidiyorken! Onu da peşi sıra göndermişler!


Akademisyen Wolfgang Feurstein ve SB’nin çöküş döneminde Batı Almanya’da yayınlanan “Lazuri Alfabe” ve sonraki diğer yayınları

Gürcistan, İskender Tzitaşi’nin ölümünden sonra, onun yaptıklarının üstünü örtmeye, yaptıklarını saklamaya çalışmış. 1938’den 1990’lara kadar, Wolfgang Feurstein, İskender Tzitaşi’yi keşfedene kadar onun hakkında hiçbir bilgimiz yoktu. Kimse de bir şey söylemiyordu. Ancak Ǯate Baʒaşi’yi anmak lâzım. O,  İskender Tzitaşi’nin kitabı “Alboni”yi buldu. 1974’te, sanırım, tıpkıbasım olarak Moskova’da gizliden gizliye tekrar bastı. Tabii o zamanlar gençti. Şimdi biraz değişti!

İskender Tzitaşi, “Türkiye ajanlığı suçlaması”yla öldürüldü ama komünizme ve Sovyetlere son derece bağlı bir insandı. Fakat Gürcüler halen O’nun bir Rus ajanı olduğunu söylüyorlar. Onu itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Bunu özellikle de Muhammed Vanilişi yapıyor.”

Kadıköy Aka-der’deki paneli düzenlemekle ne kadar isabetli davranıldığını anladım. Keşke çok daha önce böyle bir panel düzenlenebilseydi. Açık söylemeliyim; o panelde Mehmet Ali Barış Beşli de, İsmail Avcı da, Ahmet Hulusi Kırım da olmalıydı.

Kuşkusuz İskender Tzitaşi konusu burada bitmiyor; yeni başlıyor. Eğer Laz aydınları, Laz dili ve kimliğini yaşatmak gibi bir mücadele yolunu seçerlerse, İskender Tzitaşi gerçeğini ortaya çıkarma ve çizgisini de sahiplenme istekleri, onları daha da ileri bir noktaya götürecek. Bunun için de kolektif bir algı, kolektif bir duruş ve kolektif bir mücadeleye ihtiyaç var.

Burada bir tekrarlamada bulunmak istiyorum: “Tiflis; Gürcistan’daki, Türkiye’deki ve Abhazya’daki Laz kimliğini Gürcü kimliğine yamamak istiyor; Lazcanın dil olarak sayılmasını engellemeye çalışıyor. Bütün manevraların sebebi bu. Tiflis, kendi resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerine uygun olarak Türkiye’de de kafaları karıştırmak ve adam devşirmek için ölmüş insanları bile kullanmaktan çekinmiyor.

Tiflis, Lazlar ve Lazca konusunda ciddî ise, İskender Tzitaşi’nin mezarını bulsun ve bütün itibarını iade etsin. İskender Tzitaşi’yi Gonio’da yapılacak bir anıt mezarda büyük bir törenle tekrar toprağa versin. Adını taşıyan bütün kitapları yeniden yayınlasın. Adı, Batum’da bir caddeye verilsin. Adını taşıyan bir koro kurulsun. İskender Tzitaşi Enstitüsü tesis edilsin. Tedavüldeki posta pulu ve banknotlarda İskender Tzitaşi’nin fotoğrafına yer verilsin.

İskender Tzitaşi’nin adı geçince akla hemen gelen bir kent var: Sohum. İskender Tzitaşi’nin adını taşıyan ilk Lazca ders kitapları bu kentte yayınlanmıştır. “Mç̆ita Muruʒxi/ Kızıl Yıldız” adlı Lazca gazete bu kentte yayınlanmıştır. Yine İskender Tzitaşi’nin önderlik ettiği “Mç̆ita Lazistan/ Kızıl Lazistan” adlı kolhoz, Abhazya’da teşkil edilmişti. İlk Laz okulları Abhazya’da açılmıştı.

Abhazya Parlamentosu’nun 15 Ekim 1997 tarihinde yaptığı toplantıya değinmeden geçmeyeceğim. Bu tarihte Abhazyalı Lazların da durumları gündeme gelmişti. Lazların da haksız yere suçlandıkları belirtilmiş ve suçlandıkları konularda itibarlarının iade edilmesi istenmişti. Sonra ne oldu?! Bilmiyoruz. Bugün Sohum’deki siyasi otorite de Laz Halk Önderi İskender Tzitaşi hakkında girişimlerde bulunmalı. İskender Tzitaşi’nin adı Sohumi’de bir caddeye verilmeli. İskender Tzitaşi adına bir Laz halk şarkıları korosu kurulmalı. Ayrıca İskender Tzitaşi adına bir heykel Sohum’da bir meydana dikilmeli. (Abhazya Parlamentosu’nun açıklamalarını, Apsadgıl Derneği’nin yayın organı “Abazamyüa’nın 2 (3) no’lu sayısında okumuştum. Danışma Kurulu’nda bulunduğum “Kafkasya Yazıları”na, bu yazının yayınlanmasını teklif ettim; kabul edildi ve yayınlandı. Konunun ayrıntısını merak ederler, “Kafkasya Yazıları”nın 6. sayısına bakabilirler.)

İskender Tzitaşi’yi ve kendisine her zaman yardımcı olan yoldaşı Nestor Lakoba’yı saygıyla anıyorum.

+

(Pangea- Halklar Dersliği’nde, 5 XII 2013 Perşembe günü, saat 20: 00-22: 00’da verdiğim derste faydalandığım metindir. Bu metindeki ifade bozukluklarını düzelttim. Konuyla ilgili, sonradan yayınlanmış çalışmaları da “önerilen okumalar” bölümüne ekledim.)

+

(Önerilen okumalar: “Abhazya Parlamentosu’nun Açıklaması”, Kafkasya Yazıları, sayı 6, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999; Ədalət Tahirzadə, Ercan Kara, İbrahim Bayrakoğlu (Çevirenler), “Chitaşi’nin Kendi Kaleminden Biyografisi”, Ogni Dergisi, Sayı 7, Laz Kültür Derneği Yayını, İstanbul, 2017;   Ahmet Mican Zehiroğlu, “Antik Çağlarda Karadeniz”, Chiviyazilari Yayınevi, İstanbul, 2000; Ali İhsan Aksamaz, “Laz Kimlik Mücadelesinde İskender Tzitaşi’nin Önemi”, 14 IV 2013, yusufbulut.com/ sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Birinci Basamak Lazca Dersleri Kursunu Tamamladık”, 12 V 2013, yusufbulut.com/ sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Arnold Çikobava, İrfan Ç. Aleksive (Hazırlayan”, “Lazuri Tekstepe/ Lazca Metinler- 1”, Laz Kültür Derneği Yayını, İstanbul, 2012; Gerg Amıcba, Hayri Ersoy (Çeviren) , “Ortaçağ’da Abhazlar, Lazlar”, Nart Yayıncılık, İstanbul, 1993; Givi G. Karçava: “ Kâzım, kültür derimi yapan bir insandı!”, 6 V 2012, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; Hasan Uzunhasanoğlu: “Lazca, bir dialekt (ağız, şive) değil, bir dildir!”, 21 VIII 2019, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; İldiko Beller- Hann (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Doğu Karadeniz’de Efsane, Tarih, Kültür”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999; İrfan Ç. Aleksiva, “Yeni Bilgiler Işığında İskender Chitaşi, Ogni Dergisi, Sayı 7, Laz Kültür Derneği Yayını, İstanbul, 2017; İrfan Çağatay Aleksiva, “Abhazyada Bolşevik Lazların Gerilla Birliği: Laz Timi”, Jineps Gazetesi, 1 II 2020; İrfan Ç. Aleksiva, “İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan”, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2020; İsmail Avcı Bucaklişi, “Laz Alfabesinin Gerçek Mimarı”, Jineps Gazetesi, 1 IV 2017; İsmail Avcı Bucaklişi, “Japon İşi Laz Alfabesi”, Jineps Gazetesi, 1 V 2017; Muhammed Vanilişi, Ali Tandilava, Hayri Hayrioğlu (Çeviren), “Lazlar’ın Tarihi”, Ant Yayınları, İstanbul, 1992; Mustafa Saadet: “Başıboş hayvanlar sınırı ihlâl ediyordu!”, 15 XII 2018, circassiancenter.com.tr; Nilüfer Devrişova, “Kırgızistan’da Yaşayan Sürgün Lazlar”, Bizim Ahıska Dergisi, Sayı 22, Ankara, 2011/ ahiska.org.tr; Önder Acar: “Oçamçire’deki Laz Okulu’nda da öğrenim görmüş anneannem!”, 11 X 2019, circassiancenter.com/ gurcuhaber.com; Parna- Beka Çilaşvili, “Türkiye’de Gürcüler ve Lazlar, iki dergi ve iki önder…”, 11 IX 2019,tetripiala. wordpress.com; Selma Koçiva: “Son aktif yıllarımı Laz Edebiyatına vermek istiyorum!” 24 II 2021”, sonhaber.ch, circassiancenter.com.tr; gurcuhaber.com; Şemseddin Sami, Fahrettin Çiloğlu (Çevri yazı ), “Kâmüs- ul Âlâm’da Lazlar ve Lazistan”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 2, İstanbul, 1994; Wolfgang Feurstein, İbrahim Dipşov (Çeviren), “Laz Halk İnancında Germak̆oçi”, Kafkasya Yazıları, sayı 2, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1997; Yılmaz Erdoğan: “Bizimkiler Sohum’a yerleşmiş!”, 22 XI 2018, circassiancenter.com.tr)