KİMLİK, KÜLTÜR VE ASİMİLASYON: DOĞAL OLANIN POLİTİKLEŞTİRİLMESİ

Ayşe Nart

Etnik kimlikler üzerine yürütülen tartışmalar çoğu zaman, kimliğin sabit, değişmez ve doğuştan gelen bir gerçeklik olduğu varsayımına dayanır. Oysa kimlik, sabit değil, tarihsel ve kültürel bağlamla biçimlenen, toplumsal ilişkiler içinde sürekli dönüşen bir yapıdır. Bu nedenle “asimilasyon” kavramını değerlendirirken, yalnızca kültürel kayıpları değil; aynı zamanda dönüşümün doğasını, adaptasyon süreçlerini ve bireysel kimlik inşasını da ele almak gerekir.

Günümüzde asimilasyon, genellikle bir “kayıp” ya da “kimliğe ihanet” olarak algılanır. Ancak bu tanım eksiktir. Asimilasyon, özellikle diaspora koşullarında yaşayan bireyler için kaçınılmaz bir süreçtir. İnsan, içine doğduğu kültürü olduğu gibi koruyamaz; bulunduğu çevrenin diliyle düşünür, değerleriyle karşılaşır ve zamanla onlarla etkileşime girer. Bu, baskıyla değil, çoğu zaman doğallıkla gelişir. Bu noktada asimilasyon ile kimlik inkârı (accommodation) arasındaki farkı doğru kurmak gerekir: Asimilasyon bir evrimdir; accommodation (kimlik inkârı) ise bir kopuştur.

Kimliğin sistematik olarak bastırılması, yasaklanması ya da değersizleştirilmesi ise bambaşka bir alana, politik şiddetin alanına girer. Devlet politikaları, resmi tarih anlatıları ve ideolojik araçlar yoluyla kimliklerin silinmesi, onları kültürel bir ifadeden çıkarıp siyasi kontrolün nesnesi haline getirir. Bu durumda asimilasyon artık doğal bir değişim değil; bilinçli bir dönüştürme çabasıdır.

Bir başka sorunlu alan ise nostaljik aidiyet kurgularıdır. Diaspora topluluklarında sıkça karşılaşılan “ana vatana dönüş” arzusu, duygusal bir çağrı kadar, çoğu zaman tarihsel gerçeklikle uyumsuz bir özlem biçimi olarak ortaya çıkar. Dilini bilmediğimiz, yaşam pratiğini tanımadığımız, sosyolojik yapısını içselleştirmediğimiz bir coğrafyaya “geri dönmek”, sanıldığı kadar basit bir kimlik restorasyonu değildir. Aidiyet, yalnızca coğrafi değil, psikolojik ve kültürel bir inşa sürecidir.

Bu bağlamda, diaspora koşullarında yaşayan bireyler için bugün en önemli konulardan biri, Xabze ahlakının yeniden yaşanabilir hale getirilmesidir. Xabze, yalnızca töresel bir gelenek değil; insan ilişkilerini düzenleyen, toplumsal saygıyı ve sınırı öğreten bir etik sistemdir. Üstelik bu etik sistem öğretilemez; sadece yaşanarak aktarılabilir.

Bir sosyal pedagog olarak gözlemim şu yönde:
Xabze, davranış biçimleri üzerinden içselleştirilen bir ahlaki ritimdi. Özellikle kadına, yaşlıya ve topluma karşı nasıl davranılması gerektiği ezberletilmeden, deneyim yoluyla öğrenilirdi. Ancak bu yapı, zamanla  Islam kültürünün normlarıyla örtüşmeye, daha doğrusu bu normların altında erimeye başladı. Xabze’nin içten gelen ahlaki yönü, dinî kurallarla çerçevelenerek yeniden tanımlandı ve böylece asli özgünlüğünü kaybetti.

Bugün Xabze’nin genç kuşaklar nezdinde ritüel bir forma indirgenmesi, onu toplumsal işlevinden koparıyor. Oysa Xabze’nin yeniden canlanması, sadece bir kültürel restorasyon değil; diaspora toplumlarının etik ve ahlaki sürekliliğini sağlama çabasıdır. Bu, nostaljik değil, yaşamsal bir ihtiyaçtır.

Kimlik, artık ne “korunması gereken kutsal bir miras” ne de “terk edilmesi gereken bir yük”tür. O, insanın yaşarken biçim verdiği, bazen yitirdiği, bazen yeniden kurduğu akışkan bir benlik biçimidir. Etnik kimlikler bu benliğin sadece bir katmanı; ama asıl mesele, insanın kendilik deneyimini nasıl taşıdığıdır.

Her birey, kendini bir dilin, bir geleneğin ya da bir toprağın içine doğmuş bulur. Ama kimlik, yalnızca bir verili kader değil; aynı zamanda bir seçim alanıdır. İnsan, yalnızca nereden geldiğiyle değil, neyi seçtiğiyle, neyi sürdürdüğüyle, neyi dönüştürdüğüyle tanımlanır.

Ve belki de asıl mesele şudur:
Geçmişi kutsallaştırmadan, geleceği inkâr etmeden, kendimizi tek bir aidiyetin içine hapsetmeden yaşayabilmek. Çünkü kimlik, bir duvar değil, bir kapıdır. İçeriye açılırsa kök olur, dışarıya açılırsa yol olur. İnsan, ne tamamen geçmişin ürünü, ne de sadece bulunduğu yerin suretidir. İnsan, iki zaman arasında yürüyen bir varlıktır.
Ve bu yürüyüşte tek sabit olan, sürekli değişen benliğidir.