SAYIN NEVZAT TARAKÇI’YA ZORUNLU BİR YANIT

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Sayın Tarakçı;

Xabzeden söz ediyorsunuz Xabzemizin gereği de yiğitliğin gereği de kişiyi, bulunduğu ortamda, ortam sanalsa, görebileceği sayfalarda eleştirmektir. Dedikodu yapmak hele sipere yatıp ateş etmek hiç değil. Eleştirdiğiniz kişiyi tanıma, eleştirdiğiniz yazıyı görmeden sizinle aynı dolmuşa binenler de xabzeden uzaklar. Xabze bilen yürekli Çerkes, toplulukta olmayan kişinin eleştirilmesine, hakkında karara varılmasına karşı çıkar

Dostlarım haber vermeseydi yazdıklarınızı da eleştirdiğiniz yazıyı görmeden size arka çıkanları da görmeyecektim.

Oysa eleştirinizi beğenmediğiniz yazıma yorum olarak ekleyebilirdiniz. Neyi eleştirdiğiniz anlaşılsın diye, -pişman olduğum için değil başka iki nedenden- kaldırdığım yazıyı yayınlayabilir, azından adımı verebilirdiniz.

Ama o zaman çarpıtmalarınız, ortaya çıkardı değil mi?
Ama yine de ben, “hoş görü abidesi” maskenizi çıkardığınız, gerçek yüzünüzün gösterdiğiniz için size çok müteşekkirim.
Gelelim yazınıza:

“BU “THAMADE” YE KİM DUR DİYECEK?
Bir büyüğümüzün, sosyal medyada torunu yaşındaki bir kızın kaleme aldığı yazıdan dolayı kızı insafsızca hırpalaması, ziyadesiyle üzdü beni.
Bilmem ki “thamade” konumundaki bir insan, gencecik bir kızımızı sosyal medyada bu denli nasıl azarlar, bu kadar nasıl hırpalar? Bu ilk değil, son da olmayacak!”

“Thamade” sözcüğünü tırnak içine almış olmanıza çok sevindim Destekçileriniz anlamadı ise de ben anladım. Ama bilesiniz ki hiç alınmadım. Çünkü hiçbir zaman hiçbir yere kendimi Thamade olarak tanıtmadım, tanıtmıyorum. Xabze bilen kişi, kendini bilen kişi, “ben Thamadeyim” demez. Xabzeye göre kişi, toplum layık görürse ve layık gördüğü sürece thamadedir. Günümüzde de Thamade diasporada kurumlarımızın başkanları Anavatanda da cumhuriyetlerimizin ve derneklerimizin başkanlarıdır.

Hitap edildiğinde itiraz ettiğim zamanlar da oldu. Dahası o uyarılarımdan birinde “Çerkesçe seslenmede ‘amca’, ‘dayı”, ‘hala’… gibi ünlemeler yoktur. Şhalaxhue Abu babamız yaşındadır en saygı duyduğumuz büyüğümüzdür. Hep “Abu” diye çağırırız, yeğenlerim beni adımla çağırır” demiştim. Gençler bilmeyebilir Çerkesler yaşlıya uzaktan seslenemezler. ʺКъыуаджэр нахъыжьщ-Seslenen, çağıran yaşlıdırʺ der Xabze. Onun için seslenme sözcükleri yoktur. Karşısında durur ve yüzüne karşı konuşursunuz. O da kendisine seslenildiğini anlar.

ʺAma siz de Thamadeliği yakıştırmadığınız birinin, Thamade olarak görülmesini hoş görebilmelisiniz. Sizin gibi duyarlı, ince eleyip sık dokuyan biri beni Thamade kabul edenleri alaya almamalı. Yapmanız gereken tırnak içinde de dışında da o sözcüğü değil adımı soyadımı yazmaktı.

Gelelim yazıyı yazanın torunum yaşında olmasına. Ben, topluma girip söz söyleme cesareti gösterebilen kişiyi takdir eder kendime eşit görürüm. Yani kendim gibi birini nasıl eleştiriyorsam onu da öyle eleştiririm.

“Çok kötü bir alışkanlık bu!
Peki, hakarete uğrayan bu kızımıza kim sahip çıkacak?
Yoksa kızımız, “Bana yakışan susmak, Sn. Thamadeye yakışan hakaret etmek!” diyerek topluma küsüp köşesine mi çekilecek? Bu kadar aşağılamadan sonra sus pus olup oturmak “xabze” nın gereği olmasa gerek.”

Bana göre, temelden yanlış olan işte sizin bu yaklaşımınız. Yazı yazabilen, eleştirilere de katlanabilmeli. Gençliğimizde biz öyle yaptık. Kendimizi, hiçbir zaman korunacak, sahip çıkılacak çocuklar olarak görmedik. Başkaları da bizi öyle görmedi. Görmeye kalkan olsaydı hakaret kabul ederdik. Yani bana göre kızımıza hakaret eden onu kendisi ile eşit düzeyde gören ben değilim. Ona korunacak çocuk gibi davranan siz ve sizin dolmuşunuza binenelerdir. Biz Dönemin Dönüşçü gençleri, Anavatana mektup yazmamıza, anadilde okuyup yazmamıza, kurslar açmamıza, alfabeler yayınlamamıza, İlk günlerden beri var olan, Çerkes Teavün Cemiyeti kadrolarının kristalize ettiği Dönüşü, konuşmamıza karşı olan yaşlıları derneklerimizin çok büyük çoğunluğundan temizledik.

Çerkeslerin özgün ve tek politikası Dönüş’ü savunduk. Zaten başka Çerkes politikası dün de yoktu bugün de yok. Açık ya da gizli ya da Dönüş karşıtlığının Çerkes politikası olamayacağını hep vurguladık.

İlla hakaret diyorsanız eğer, kızımıza hakaret edilmedi. Yazısına seçtiği, “Kayıp Bir Yurdun Hatırası: 21 Mayıs” başlığı ile anavatanı yok sayarak, diasporada yaşayanları “esas çocuk” sayarak anavatana ve anavatan bekçilerine hakaret eden kızımızın kendisidir. Paylaşmadığınız yazım da bu hakaretlere yanıttı.

Hem siz neden yazıyı başlıksız yayınladınız. Genelde cımbızla çekilen cümleler, sözcükler yazılır konuşulurken siz cımbızla çekip başlığı yok ettiniz. Bulunduğu ülkede adları okunmayanların, Cumhuriyetlerimizi ve cumhuriyetleri kuran anavatan bekçilerini kayıp saymasını ne yaman bir çelişki olduğu, fark edilir diye mi korktunuz.

“SUSMAK ya da KONUŞMAK
Biliyorum, bu tür durumlarda kolay olan susmak, ilgilenmemek ya da olup biteni izlemek. Zor olan, sorgulamak, doğru bildiklerini ifade etmek. Yaşanan bu olayda vicdanım “Kim susarsa sussun, lütfen sen susma!” diyor.
Şimdi ben de vicdanımın tercümesini yapıyorum.”

Vallahi de billahi de susulsun istemiyorum. Susulsun isteyenin iki gözü kör olsun. Tam tersi 30 yıldan fazladır en büyük yakınmam konuşulmamasıdır. Bakın defalarca sorduğum bir türlü cevaplanmayan, ama cevabı ulusal mücadelenin anahtarı olacak bir sorum var.

“Gelecek kurgunuz nedir? Çerkesler nerede ne nasıl dilini kültürünü koruyarak geleceğe kalabilir?”

Evet dernek yönetimlerinde görev alan, yazan çizen, konferanslarda eşit vatandaşlıktan söz eden, yani ulusal sorunumuzla ilgileniyor gibi yapıp da bu soruyu yanıtlamayanların “riyakar” olduklarını, yani yalancı olduklarını yazdım defalarca. Şimdi de yazıyorum. “Gelecek kurgusu olmadan, hedef olmadan ulusal mücadele verilebilir” diyebileceklerin de tek hücreli en küçük canlı amip kadar aklı olmadığını düşünürüm.

Ayrıca gelecek kurgusu yoksa da konuşulsun, herkes eteğindeki taşları döksün dilerim. Örneğin siz niye bu kadar beklediniz yazık değil mi kendinize. Bu kadar kir pasla yaşanır mı? Az daha sağlığınızdan olacaktınız. Hem, konuşulursa ancak, kim olduğu bilinir değil mi ? Ancak o zaman anlaşılmaz mı kimin söylediklerini, yazdıklarını gerçekleştirme çabası içinde olduğu?

Bu da kimlerin “dönemlik Çerkes”, kimlerin “tatlı su Çerkesi” olduğunu, kimlerin güvenilir, kimlerin de güvenilmez olduğunun anlaşılmasının ilk adımı değil midir, nereye varılmak istendiğinin dile getirilmesi.

En acımasız eleştiri de kabulümüz. Ancak bu konuda da kesin kural cımbızla çekecek olsanız da söylediklerimi, yazdıklarımı temel almalısınız. Şu benim yaptığım gibi alıntı yapıp alıntıları yorumlamalısınız ki aklı başında olanlar nasıl bir çarpıtma ile karşı karşıya olduklarını fark etsinler.

“YETER ARTIK, VALLAHİ YETER!
Ey thamade, kültürel duyarlılıkları için tebrik edilmesi gereken gençleri aşağılama huyunuzdan vazgeçin lütfen!
Türkiye’de yaşayan, gücünün yettiği kadarıyla halkı, dili, kültürü için gayret sarf eden kişilerin şevkini kırmaya, onları küstürmeye bir son verin! Yoksa bu gidiş, üzgünüm sizi bir nefret objesi haline getirecek!”

Eleştirildiği için mukaddes davasından vaz geçebilecek olanlara siz genç mi diyorsunuz? Çevrenizi bakmıyor musunuz hiç? Gençlerin İnançları uğruna nelere katlandığını görmüyor musunuz? Yazdığı yazının bile eleştirilemeyeceği, el bebek gül bebek ulusal mücadele, nerede ne zaman görülmüş? Hem biz daha önce de koca koca adamların ayaklarına kadar gittiği gençler de görmedik mi? Toplantılarını yaşamadık mı? Sonuç bildirileri ile Anavatana vizyon öneren Gençlik Kurultayları yaşamadık mı? Bu gençleri de sıcağı sıcağına eleştirmedik mi? Bu çok önemli gençler de iki üç yılda toz olmadı mı? Kendileri yeni uyandığı için bizleri yeniden uyanmaya çağıran gençler değil mi şimdilerde de anavatanı, anavatan bekçilerini küçümseyenler. O gençlerden “hayır yine buradayız” diyenler varsa eğer, alınan kararları ve hangilerini gerçekleştirdiklerini önümüze koysunlar biz de kutlayalım onları.

Ayrıca sizce genç demek, her türlü hatayı yapabilir demek mi?

Sayın Tarakçı, yazılarımı okuyordunuz bir zamanlar, anımsayabilirsiniz. Bir yazımda “biz döneminde bu gençlerin dedeleri ile mücadele ettik, sonra babları ile… Şimdi kendileri ile tartışıyoruz Allah sağlık verirse onların çocukları ile de tartışacağız” demiştim.

Evet biz Çerkeslerin “tek özgün politikası “ Dönüşü hep savunacağız, karşı olanlar da -siz dahil- şimdiye kadar üretmediğiniz gibi karşı olacak bir politika üretemeyeceksiniz. Tek ortak paydanız da Dönüş karşıtlığı olacak, daha öncekilerin olduğu gibi.

“NEREDESİN EY ÜSLUP?
Anlayamıyorum, bu nasıl bir ruh hali, bu nasıl bir ego… Pes doğrusu!
Ey thamade, bu ruh haliyle, bu sivri üslupla meramınızı anlatamaz, halka katkı sağlayamazsınız.
Gençleri yüreklendirmek varken gencecik gençlerin yüreğine, bileğine basmayı kendinize nasıl yakıştırıyorsunuz? Bu zorbalığı marifet sanan, topyekûn halkı, özellikle gençleri karşısına alır.
Demek ki itilen, kakılan, değersizleştirilen gençlerin kültür ve kimliklerinden niçin uzaklaştığını anlamak zor değilmiş!”

Anlayamadığım şey ruh hali bu olan, egosu şişkin bir ihtiyarı bu kadar önemsemeniz. Neden bu kadar önemsersiniz beni? Zavallının teki deyip geçseniz a. Bakın ben 50 yıldır yazıyorum. Çok büyük çoğunluğu da eleştiri. Ama hiçbiri kişi olarak bana yapılan hakaretlerin yanıtı değil. Hiç karşılıksız bırakmadığım ve bırakmayacağım yazılar da sabi gibi görerek hakaret ettiğiniz kızınızın yaptıkları dahil, Anavatana, anavatan bekçilerine, öğündüğümüz değerleri üreten kardeşlerimize, Dönüş politikasına yapılan hakaretlerdir

“YAZIDAKİ İKİ KELİMEYİ CIMBIZLAYARAK ÖFKE SARMALINA GİRMİŞSİNİZ
Sevgili Nemide; teşbihler, teşhislerle zenginleştirilmiş, duygu dolu ifadelerle gayet güzel bir yazı yazmış ve yazı, ilgili federasyonun sosyal medya sayfasında yayınlanmış.
Yürekten akıp gelen samimi ifadelerle yazılmış bir metinde “Yitip gidenler” ve “esas çocuklar” sözcüklerini cımbızlayıp, bağlamından koparıp, onlarca zehirli ifadeyle senaryo yazmak da ayrı bir yetenek olsa gerek!
Bu yazıyı bin kişi okusa tek kişi sizin anladığınız gibi an-la-maz! “

“YAZIDAKİ İKİ KELİMEYİ CIMBIZLAYARAK …” diyerek çok ayıp ettiniz. Bu nasıl kocaman bir ÇARPITMA Sayın Tarakçı. Eleştirdiğiniz yazıyı yayımlamayan da kızımızın yazısını başlıksız yani eksik yayınlayan da sizsiniz. Eleştirdiğim yazının tamamını yayınlayan, her paragraf için kısa da olsa görüş belirten de benim. Gerçek bu iken sadece iki kelimeyi cımbızladığımı nasıl yazabilirsiniz?

Günümüz yaygın deyimi ile bu “algı operasyonunu” yaparken Allah korkusunu nereye bırakmıştınız? Sizin inancınıza göre “Gıybet ve iftira” haram değil mi yoksa. Ya da hakkımda yazdığınız bu yazıyı mutlaka göreceğim benim sayfamda değil de görmemem ihtimalinin daha fazla olduğu sayfanızda paylaşmanız “gıybet” tanımı kapsamında değil mi?

“Anavatan’da yitip gitmedi mi köylerimiz, yitip gitmedi mi değerlerimiz, canlarımız. “Esas çocuklar” derken kastedilenin “duyarlılık” olduğunu kim anlamaz? Bu kadar açık, bu kadar duru ifadelerin neyine itiraz ediyorsunuz?
Bu kadar net bir ifade için neden kırıp döküyor, yeri göğü inletiyorsunuz? Muhatabınız gencecik bir kız yahu?
Yapmayın Allah aşkına, yoksa sizin niyetiniz, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek mi?”

Diye, soruyorsunuz. Yitmediğini söyleyen mi var? Yitip bir daha kendine gelemeyen köylerimiz zoru görünce kaçan dedelerimizin boşalttığı yerler değil mi. Aynı kaçış değil mi anavatanın bugün de parçalı oluşunun nedeni. Şimdilerde anavatanda kalanların köyleri eskiden olduğundan daha sağlam olarak ayakta değil mi? Gençlerin asıl görmesi gereken, günümüz ve gelecek umudu değil mi? Eğitim oranlarının, tüm diaspora ülkelerinden daha yüksek olduğunu neden görmez gençlerimiz?

Peki bu “esas çocuklar” nasıl bir duyarlılıkmış? Ayrıca sizler bu duyarlığı, neden diasporadaki kayıplarınız için de göstermiyorsunuz? Bu kayıplar için de neden “unutmadık unutturmayacağız” hamasetini yapmıyorsunuz? Örneğin sizin soyadınız neden Yemuz değil de Tarakçı? Neden bu konuda duyarlı değilsiniz? Mahkeme kararına gerek olmadan değiştirilme hakkını neden kullanmadınız? Ölesiye anavatan hasreti çekenler ön koşulu olmadan uzatılan vatandaşlığı neden almadı?

Peki sizce, savaşlarda, yollarda yok olan insanımız mı daha çok Osmanlı topraklarında yok olanların sayısı mı?

Ayrıca bunları da bugün yeniden dillendirmeye gerek olmadığını da defalarca yazdık. Dillendirenleri de eleştirdik. Sadece çelişkinizi vurgulamak için sözünü ediyoruz. Seçmeli sınıfları dolduramayanların, verilen hakları kullanmayanların, sloganlarla yürümeleri, geçmişi kurcalamaları da “riyakarlıktır” dedik.

Bir kez daha, yazınızla birlikte yazımı da paylaşsaydınız, siz anlamasanız da okurların bir bölümü anlardı neye itiraz ettiğimi?

“AMAÇ, HERKESİ KENDİNİZDEN SOĞUTMAKSA DOĞRU YOLDASINIZ!”

Bakın bu konuyu da daha önce yazdım. Adını hatırlayamadığım çok eleştirilen bir ABD başkan yardımcısı, “Amacım çok hayran kazanmak olsaydı politikacı değil TV sunucusu olurdum” demişti. İnandığımı söylemek, doğru bulduğumu söylemek herkesi benden soğutacaksa varsın soğutsun. Ama siz nasıl kendinizi herkesin kendisi gibi görebiliyorsunuz? bu nasıl bir ego… Pes doğrusu!

Çerkes dünyasında bir anket yapalım dilerseniz. Kim bilir bu ankette seven takdir edenler sizi şaşırtacak kadar çok çıkacaktır belki de.. Ama asıl olan yukarıda belirttiğim gibi kimimizin daha çok sevildiği olmasa gerek.

“Bu yazıda Sevgili Nemide’nin yanlışları, eksikleri de olabilirdi.
“Kızım, burada bu yanlış, şurada şu eksik!” demek yerine, neden bir genç kızı kültüründen, kimliğinden soğutacak thamade kavramına küstürecek hâle getiriyorsunuz?
Bu itici üslupla nereye? Amaç, özellikle gençleri anavatandan, dönüşten, dilden, kültürden soğutmaksa evet, siz doğru yoldasınız, devam edin!”

Nemide’lerin yanlışlarını düzeltmek, benim gibilerin cımbızla seçecekleri kelimeler yazmalarını engellemek, siz yanı başındaki koruyucu meleklerin görevi olsa gerek. Onu da benden beklemeseniz a. Yinelersem birilerinin yakıştırması ile ben gibi bir “Thamade”nin eleştirisi ile kalemi, ulusal mücadeleyi bırakacak gençliğimiz olsun istemiyorum ben. Bir eleştiriye tahammül edemeyen daha ciddi engeller karşısında nasıl direnebilecek. Bence siz koruyucu melek olacağınıza gençlere direnç aşılayın, diyorum ya “bizde olmayanı nasıl aşılayalım” dediğinizi de duyar gibi oluyorum. Var mı yoksa?

“NEDİR BU ASABİYET?
Ey thamade, siz, hangi ara bu kadar asabi bir kişiliğe dönüştünüz?
Anavatanı bilmem, Türkiye’de sizin kırıp dökmediğiniz kişi kalmadı galiba!
Yoksa siz, herkesi kör, âlemi sersem mi sanıyorsunuz!
Anlaşılan siz, “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır!” sözünü hiç duymadınız?”

Yine herkesin beni, sizin gözünüzle gördüğü sanısına kapıldınız. Yapmayın kendinizi bu kadar dev aynasında görmeyin lütfen. Ayrıca beni sevenler bana yeter. Benim için üzülmeyin siz. Dahası ben, anavatanı kayıp kendisini esas çocuk sananların ve bunu doğal karşılayanların benden soğumalarına da üzülmek bir yana sevinirim.

“KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR”
Öfke, hırs, haset, nefret… Bu nasıl bir ruh hali, bu nasıl bir üslup, bu nasıl bir ego?
Yoksa kalbiniz, gönlünüz buz mu tuttu sizin?
Meğerse kırmadan, dökmeden sağlam, güzel bir üslupla eleştirmek; eksikleri gidermek, yanlışları düzeltmek ne büyük bir erdemmiş!
Büyükler, eskimeyen ifadeyle: “Üslubu beyan, aynıyla insan!” diye boşuna söylememiş!”

Ara başlığı kendiniz için kullandığınızı sanıyorum. Dilerseniz sizin bu yazınızla güya eleştirdiğiniz yazımı bir karşılaştırın, Değerli Okurlar da karşılaştırsın ve saydığınız sıfatların hangi yazının yazarına daha uygun düştüğünü de bir düşünün bakalım.

Ayrıca benim arada bir doktor olduğumu da anımsamanızı öneririm. Bence bu yazınız , Ruhun savunma mekanizmalarından biri olan “Yansıtma” nın tipik bir örneği. Biliyorsunuzdur yansıtma, “kişinin kendisinde var olan eksiklikleri, hataları, kusurları veya bilinç dışı istekleri başkalarında görmesi, başka kişilere atfetmesidir” Yani kişi, kendisinde olan beğenilmeyen özelliklerini başkasının özellikleri imiş gibi anlatır, yazar ve inanır. Okurlardan ricam yazınızı bu gözle irdelemeleri.

“BU HALKA BÜYÜK ZARAR VERİYORSUNUZ!
Kanaatimce siz, bu tutumunuzla bu kültüre, bu topluma büyük zarar veriyorsunuz!
Her kalem oynatan, özellikle gençler her defasında sizden linç yemek durumunda kalmamalı!
Dil, tarih ve kültür konusunda paylaşım yapan kim varsa adeta bir “kültür baronu” edasıyla en uç en zehirli ifadelerle herkesi sırayla linç etme çabanız hiç hoş olmadığı gibi asla kabul edilebilir de değil!
Daha da kötüsü; siz, genç, yetişkin demeden kırıp dökerken bizim sessiz, tepkisiz kalmamız, bu yıkımı seyretmemiz. Sonra da “Gençler nerede?” diye haykırmamız!”

Neyse ki bu kez “egonuza” yenilmediniz. Halka zarar verdiğim görüşün kendi kanaatiniz olduğunu eklediniz.

“HERKESİ SUÇLAMA HUYU NE KÖTÜ HUYDUR!
Allah aşkına sabah akşam Türkiye’deki Çerkes toplumuyla dalga geçmekten, onları aşağılamaktan top yekûn suçlamaktan, durmadan dinlenmeden kişilere hakaret etmekten, kurumları yerden yere vurmaktan, dilinize pelesenk ettiğiniz “Siz Türkiye’de bir hiçsiniz!” nakaratından usanmadınız mı?
Bu kadar da olmaz, bu eleştiride iyi niyet aranmaz, yeter artık!”

Türkiye’deki yazılarımdan, Türkiyeli Çerkeslerin hepsini bir tuttuğum anlamına gelen örnek bir cümle verseydiniz keşke. Beni izleyenler kimleri küçümsediğimi, kimleri riyakar gördüğümü vesaire çok iyi bilirler. Dilerseniz bunlar için ayrı bir program yapalım. Ama daha önemlisini bir kez daha vurguluyayım: Bu kadar güzel sıfatı yakıştırdığınız birini neden bu kadar önemsersiniz?. Pek akıllıca olmasa gerek bu yaptığınız.

“AH KEŞKE!
Ah keşke, ruhumuzu başkalarının başarı, yetenek, erdem ve güzelliklerini kabule alıştırsak!
Ah keşke eleştiriyi, karşımızdakini yakmak, yıkmak amacıyla değil; ona yol göstermek, moral ve ilham vermek amacıyla yapabilsek!
Ah keşke her şeyin en iyisini ben bilirim, anlayışından vaz geçebilsek.
Niye mi, çünkü yıkıcı eleştirilerin gerisinde bir yığın kırılmış, yıkılmış kalp, hüzün, düşmanlık, pişmanlık kalıyor da ondan!
Not: Bu yazı, ilgili şahsın “Facebook” ta paylaştığı yazı üzerine yazıldı. Üzerine konuştuğumuz yazı, daha sonra ilgili şahsın sayfasından kaldırıldı.”

Evet “sayfa tatile giriyor” şakası ile Polemik konusu olabilecek iki yazımı kaldırmıştım. Birinci neden çok yoğun işlerimden dolayı yorumlara yeterince hızlı ve gerektiği gibi yanıt veremeyecek buna zaman ayıramayacaktım. İşlerimi de ayıp olmasın diye saymamıştım. Ama şimdi birkaçını sayayım:
Bir, RF Duma üyesi Sayın Zatulin’in sunduğu, (Tr. Millet vekili) Dönüş yasa taslağına yapacağımız önerilerin hazırlığı. Önerilere, DÇB’nin görevlendirdiği iki kişi, DÇB Başkan yardımcısı ve Adığey Adığe Xase Başkanı L’mışeque Ramazan ile birlikte çalışıyoruz.
İki, 12 Temmuz’da toplanacak Adığey Adığe Xase Danışma Kurulu hazırlığı.
üç 18-19 Temmuz’da Abhazya’da toplanacak DÇB Sovyeti (Başkanlar kurulu ve Yönetim Kurulu) hazırlığı.
Dört, Adığe Xase’nin büyük ozan yazarımız Meşbeş’e İshak’ın 95. Yaşı nedeni ile düzenleyeceği kutlamaı hazırlıkları.
Beş, çok değerli kardeşimiz Ferhatque Şıble’nin Türkiye’de yayımlanmış olan iki değerli kitabının anavatanda da yayımlama çabaları.

İkinci neden de samimiyetlerine inandığım iki arkadaşın çok üzüldüklerini görmem.

Ama şimdi “kaldırmamın yanlış olduğu uyarısında bulunan dostları haklı buluyor ve bu yanıtla birlikte yazımı da yeniden paylaşıyorum.


(İşte insafsızca eleştirilen, yerden yere vurulan Sevgili Nemide’nin yazısı)

“KAYIP BİR YURDUN HATIRASI”
Nemide DEMUKAN
https://kaffed.org/…/kayip-bir-yurdun-hatirasi-21…/

SUS SUSABİLİRSEN

Şu saçmalığa bakın bir. Bunu yazan gencimizin hiç mi Adığe tarihinden haberi yok. Haberi olanların hiçbiri mi denetlemez paylaşılan yazıları. Kaybolanın, kaybolmakta olanın anavatanı “kayıp yurt sayması” kendini bilmezlik, kendini dev aynasında görmek değil de nedir. Yüzleri anavatana dönük olanlar böyle düşünüyorlarsa vay halimize…
Kayıp Bir Yurdun Hatırası: 21 Mayıs / Nemide DEMUKAN Haziran 2, 2025578
Nemide DEMUKAN

Başlığın altını bir kez daha çizeyim:
“Kayıp Bir Yurdun Hatırası”

Neymiş kendileri ayakta, herkesçe biliniyorlar da RF üyesi cumhuriyetlerimiz ve cumhuriyetlerimizi kuranlar kayıp. Tarihi Adığe bayrağını RF Bayrağı ile birlikte devlet bayrağı olarak tescil ettirenler kayıp. Her biri tüm diasporanın yazdığından daha fazla roman, şiir, öykü yazan yazarlarımız kayıp. Nart efsanelerini derleyip yayınlayanlar, diasporadaki söylenceleri de derleyip yayınlayanlar da kayıp. Tüm diasporanın yapabildiğinden fazlasını yapabilen bestekarlarımız kayıp, uzatmayayım…

“161 yıl önce, biz Kafkasya’nın otokton halkları sürgüne uğrayarak anavatanlarımızdan dört bir yana savrulduk. 21 Mayıs 1864 bizler için akıllarımıza, yüreklerimize kazınan kara bir tarih…”
Osmanlı arşivlerinin, Türkiye’deki araştırmacıların dile getirdiği Osmanlı’nın hem savaştaki hem de vatanın terk edilmesindeki etkilerini ısrarla görmezden gelinmesi de mi, kendilerinin canlı anayurdun kayıp olmasından kaynaklanıyor.

“Bu kara günde sadece toprak değil, anılar da geride bırakıldı.
Binlerce yıllık bir yurdun hatıraları, annelerin dualarında, babaların son bir bakışlarında kalmış ve Karadeniz’in hırçın sularına gömülmüş. Karadeniz’i bilen bilir; soğuk ve zalimdir, Karadeniz yine Karadenizliğini yapmış binlerce canı kendine saklamış, sağ kalanlar ise vatansız kalmış, hasret kaplamış içlerini. Bu hasret öyle bir yük olmuş ki içlerine yüzyıllarca devam etmiş.”

Diyorsunuz gerçekten mi. İnanalım mı?

“Nesilden, nesle Kafkasya’nın o heybetli dağları, köylerinin güzelliği, vadilerinde yankılanan doğasının sesi, nehrinin güzelliği anlatılmış da anlatılmış…”

Kalabilen köylerin bugün çok daha güzel olduğunu zahmet edip gelenler görüyorlar.

“Savaştan sonra o heybetli dağlar sessizliğe bürünmüş, vadilerden sessiz çığlıklar yükselmiş, köyler harap olmuş; taş üstünde taş kalmamış… Her şey bir başkalaşmış.”

Ve anavatanda kalan azıcık vatansever küllerinden doğmuş. Dağlar da yukarıda belirttiğimiz gibi hiç susmamış

“Adeta Xeuk, bu sürgüne karşı çıkmış; binlerce yıllık sahiplerinin sürgününe içten içe ağlamış da durmuş.”

Büyük yalan. Ağlayıp durmadı yaşama sarıldı, dili ile kültürü ile yaşam mücadelesi verdi başarılı da oldu.

“Ve beklemeye başlamış; senelerce, sabırla beklemiş. Ne zaman bir Çerkes ayak bassa, heyecanlanmış; evladına yıllar sonra yeniden kavuşan bir anne gibi coşmuş. Gelenlere çok iyi bakmış; tüm güzelliğini, tüm sıcaklığını göstermiş büyük bir hevesle. Rivayete göre Adıge Xeuk, hâlâ beklermiş esas çocuklarını. “Vatanınıza dönün,” dermiş her esintide.”

Hele bu “esas çocuklar” … Anavatanı, dilini kültürünü koruyan, bütün dünyaya tanıtan, sporda, müzikte bilimde dünya çapında Çerkesler yetiştirenler SAHTE ÇOCUK, adını bile koruyamayanlar, İstanbul’da seçmeli Adığabze derslerine 10 öğrenci bulamayanlar ESAS ÇOCUK öyle mi?

“Belki de Ğuçe Zamudin, Kafkasya’nın bu çağrısına kulak vererek diasporaya seslenmiştir. Kim bilir?”

En doğru cümleler ama, güya anavatan hasreti çekenlerin, Anavatanın uzattığı eli hep havada bıraktığı eksik kalmış…

“Ama bilinen bir şey var: Kafkasya hâlâ orada; dağlar hâlâ sessizce bekler, dereler hâlâ fısıldar. Ve bir gün, özlemle yeniden kucaklaşmanın hayalini kurar.”

İnşallah anavatan sevginiz gerçekse o da olacak. Ama kavuşanlar bu kafada olanlar olmayacak.

“Ve bugün, 21 Mayıs’ta, dünyanın neresinde olursak olalım, atalarımızın yaşadığı bu büyük acıyı unutmuyoruz.
“Bugün, Adıge Xeuk’un çağrısı gibi bir çağrı da bizim içimizden yükseliyor: “Unutma! Kökenini, köyünü, dilini ve kimliğini unutma…
“Ve bir gün, belki de yeniden buluşacağız, yitip gitmiş köylerimizde, dualarımızda ve özlemlerimizde.”

Sakın ola, sakın ola gelmeyin bu kafayla….

“Çünkü biz, unutmadık…
Ve asla unutmayacağız…”

Haydi öyle olsun…

Son söz lütfen kendinize gelin söylediğiniz, yazdığınız her sözcüğü öncesinde tartın, bir kez bir kez daha tartın. En iyisi Adığe atasözüne göre davranın:
Zplhıhi t’ıs, guıpşısi psalhe.

Yani, oturmazdan önce bakın/ Konuşmazdan önce düşün.