CC Notu: Değerli Nevzat Bey, daha önceden bu makalesini bize yollamıştı, ricamızı kırmamış yayınlamamak konusundaki isteğimizi yerine getirmişti. Yalnız bu gün Thamade Necdet Hatam’ın bu konuya ilişkin gönderdiği makale nedeniyle Nevzat beyin makakesini tarafsızlık prensiplerimiz nedeniyle yayınlıyoruz…
YEMUZ Nevzat Tarakçı
Bir büyüğümüzün, torunu yaşındaki bir kızı, bir kültürel yazıdaki duygu ve düşüncelerinden dolayı insafsızca hırpalaması çok üzdü beni.
Bilmem ki thamade konumundaki bir insan, gencecik bir kızımızı sosyal medyada bu denli nasıl azarlar, bu kadar nasıl hırpalar?
Bu ilk değil, son da olmayacak, bir alışkanlık oldu bu!
Peki, hakarete uğrayan bu kızımıza kim sahip çıkacak?
Yoksa kızımız, “Bana yakışan susmak, thamadeye yakışan hakaret etmek!” diyerek köşesine mi çekilecek?
Bu kadar hakareti yiyip sus pus olup oturmak xabzenin gereği olamaz değil mi?
YETER ARTIK, BU HUYUNUZDAN VAZGEÇİN!
Yeter artık, kültürel duyarlılıkları için tebrik edilmesi gereken gençleri aşağılama huyunuzdan vazgeçin lütfen!
Bıktık artık! Merak ediyorum, olaydan haberdar olan halkımız, genç kızımıza sahip çıkacak mı?
NEREDESİN EY ÜSLUP
Ey thamade, bu ne hal, bu ne üslup?
Neden torununuz yaşındaki bu kültür sevdalısı gencecik kızı bu kadar hırpalarsınız?
Bu kız, sadece duygu ve düşüncelerini aktarmış yazısında. İfadelerinde yanlış da eksik de olabilir.
“Kızım, burada bu yanlış, şurada bu eksik!” demek yerine, neden bir genç kızı kültüründen soğutacak thamade kavramına küstürecek hâle getiriyorsunuz?
Bu nasıl bir ruh hali, bu nasıl bir ego?
Pes doğrusu!
Ey thamade, siz, hangi ara bu kadar asabi bir kişiliğe dönüştünüz?
Sizin kırıp dökmediğiniz insan kalmadı sanki!
Siz ya bağcıyı dövüyorsunuz ya da herkesi kör, âlemi sersem sanıyorsunuz!
“KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR”
Bu nasıl bir üslup, bu nasıl bir ego, yoksa kalbiniz, gönlünüz buz mu tuttu sizin?
Meğerse kırmadan dökmeden sağlam, güzel bir üslupla eleştirmek; eksikleri gidermek, yanlışları düzeltmek ne büyük bir erdemmiş!
Büyükler, eskimeyen ifadeyle: “Üslubu beyan, aynıyla insan!” diye boşuna söylememişler.
Sakın unutmayın, “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır!”
BU HALKA BÜYÜK ZARAR VERİYORSUNUZ!
Kanaatimce bu tutum ve davranışınızla siz, bu kültüre, bu topluma fayda değil büyük zarar veriyorsunuz!
Her kalem oynatan, özellikle gençler bu thamademiz tarafından sırayla linç ediliyor, bizde ses yok, seyrediyoruz. Sonra “Gençler nerede?” diyoruz. “Thamde için her şey meşru!” anlaşılan.
Allah aşkına sabah akşam Türkiye’deki Çerkes toplumuyla dalga geçmekten, top yekûn suçlamaktan, durmadan dinlenmeden kişi ve kurumlara hakaret etmekten usanmadınız mı?
Bu kadar da olmaz, bu eleştiride iyi niyet aranmaz, yeter artık!
AH KEŞKE!
Ah keşke, ruhumuzu başkalarının başarı, yetenek, erdem ve güzelliklerini kabule alıştırsak!
Ah keşke eleştiriyi, karşımızdakini yakmak, yıkmak amacıyla değil; ona yol göstermek, moral ve ilham vermek amacıyla yapabilsek!
Ah keşke her şeyin en iyisini ben bilirim, anlayışından vaz geçebilsek.
Yıkıcı eleştirilerin gerisinde bir yığın kırılmış, yıkılmış kalp, hüzün, düşmanlık, pişmanlık kalıyor.
***
(İnsafsızca eleştirilen yerden yere vurulan kızımızın yazısı…)
Nemide DEMUKAN
161 yıl önce, biz Kafkasya’nın otokton halkları sürgüne uğrayarak anavatanlarımızdan dört bir yana savrulduk. 21 Mayıs 1864 bizler için akıllarımıza, yüreklerimize kazınan kara bir tarih…
Bu kara günde sadece toprak değil, anılar da geride bırakıldı.
Binlerce yıllık bir yurdun hatıraları, annelerin dualarında, babaların son bir bakışlarında kalmış ve Karadeniz’in hırçın sularına gömülmüş. Karadeniz’i bilen bilir; soğuk ve zalimdir, Karadeniz yine Karadenizliğini yapmış binlerce canı kendine saklamış, sağ kalanlar ise vatansız kalmış, hasret kaplamış içlerini. Bu hasret öyle bir yük olmuş ki içlerine yüzyıllarca devam etmiş. Nesilden nesile Kafkasya’nın o heybetli dağları, köylerinin güzelliği, vadilerinde yankılanan doğasının sesi, nehrinin güzelliği anlatılmış da anlatılmış… Savaştan sonra o heybetli dağlar sessizliğe bürünmüş, vadilerden sessiz çığlıklar yükselmiş, köyler harap olmuş; taş üstünde taş kalmamış… Her şey bir başkalaşmış.
Adeta Xeuk, bu sürgüne karşı çıkmış; binlerce yıllık sahiplerinin sürgününe içten içe ağlamış da durmuş. Ve beklemeye başlamış; senelerce, sabırla beklemiş. Ne zaman bir Çerkes ayak bassa, heyecanlanmış; evladına yıllar sonra yeniden kavuşan bir anne gibi coşmuş. Gelenlere çok iyi bakmış; tüm güzelliğini, tüm sıcaklığını göstermiş büyük bir hevesle. Rivayete göre Adıge Xeuk, hâlâ beklermiş esas çocuklarını. “Vatanınıza dönün,” dermiş her esintide.
Belki de Ğuçe Zamudin, Kafkasya’nın bu çağrısına kulak vererek diasporaya seslenmiştir. Kim bilir? Ama bilinen bir şey var: Kafkasya hâlâ orada; dağlar hâlâ sessizce bekler, dereler hâlâ fısıldar. Ve bir gün, özlemle yeniden kucaklaşmanın hayalini kurar.
Ve bugün, 21 Mayıs’ta, dünyanın neresinde olursak olalım, atalarımızın yaşadığı bu büyük acıyı unutmuyoruz.
Bugün, Adıge Xeuk’un çağrısı gibi bir çağrı da bizim içimizden yükseliyor: “Unutma! Kökenini, köyünü, dilini ve kimliğini unutma…”
Ve bir gün, belki de yeniden buluşacağız, yitip gitmiş köylerimizde, dualarımızda ve özlemlerimizde.
Çünkü biz, unutmadık…
Ve asla unutmayacağız…