ÇERKES KIZI

Acemi Yazar

Ağustos ayının ilk haftasında Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Aşağıdemirci Köyü’nde Kavuşma Günü kutlanıyor. Eskiden yüzlerce hanesi olan bine yakın insanın yaşadığı bu köyden ilçeye, büyük şehirlere hatta yurtdışına göç edenler çoluk çocuk köyde toplanıyorlar. Akşam Çerkes düğünü yapılıyor. Gündüz Çerkes oyunları oynanıyor ve Çerkes yemekleri yeniyor.

Son yıllarda ise yeni evler yapılıyor köyde. İnsanlar kırk yıl önce yaptıklarının tersine bu kez şehirden kaçıp köye sığınıyorlar. Nedir onları köylerine döndüren şey? Bu televizyonun, cep telefonlarının dahi çekmediği, yaş ortalaması altmışları çoktan geçmiş, deresi kurumuş, yolu aşınmış, namazlarda bir saf cemaatin bile bir araya gelemediği bu köyü insanlar neden seviyor?

Küreselleşme! Son yıllarda gerekli gereksiz her yerde duyduğumuz bir tabir. Sınırların kalktığı, ekonomik olarak dünya milleti kavramını doğuran bir terim. Liberal düşünceye sahip biri olarak kaçınılmaz olduğunu düşündüğüm yine de sosyal anlamda, kültür anlamında bir bakteri gibi insanı öldürmeyen ama hasta eden bir terim. Serbest piyasa ekonomisi sonucu rekabette sınırların kalkması, ticaretin tüm dünya tabanına yayılması elbette sağlıklı olan. Yaşam standardı olarak mutlu, ferah, zengin insan tipi meydana getirecek sandığımız ama dünya milletini tek tip insan tek dil ve tek yerleşkeye indirgeyen hastalıklı bir yaşam sistemi.
Teorikte bir endüstri mühendisi olarak aldığımız onlarca ekonomi dersine göre her şey mükemmel olması gerek ama bir şeyler yanlış bir şeyler sorunlu.

Liberal ekonomide sorun şu; insan diye bir kavram yok. Müşteri var. Talep eden var arz eden var. Talep edene bir şeyler arz etmek için her yol mubah. Hatta yeni anlayışa göre talep yoksa talep yarat ve arz et. İnsanoğlu bir platform oyunundaki bonuslar gibi. Kenarlardan toplanıp sepete atılacak bonuslar. Ama burada da bir sorun var. Talep yoksa yarat anlayışına göre bunu yapmak için insanoğlunun düşünmesini engellemek onu sadece arzuları ve nefsine uşak edip sadece tüketmesini, psikolojisini bozup alışverişten zevk almasını sağlamak gerekiyor. Bunun en kolay yolu ise sahte balonlara helyum doldurup göklere çıkarmak. Dünyanın en anlamsız mesleklerini (sporculuk, mankenlik, şarkıcılık), üretime en az katkısı olanları 1 numara yapmak insanları numaralandırmak ve 1 numaraya ulaşacakları hissine kapılmalarını sağlamak. Sahte dinler, sahte felsefelerle dinsizliği, felsefesizliği pompalamak. Ve ürünleri farklılaştırırken, tüketicide tektipleştirmeyi sağlamak adına, kültürleri, kimlikleri, milletleri toplumları yutmak tüketmek.

Benim babaannem bir Çerkes. Türkçe’yi evlendikten sonra geldiği dedemin köyünde öğrenmiş. Ama sadece kelime yığınları oluşturmaktan öteye gidemeyen bir konuşması var. Torunuyla anlaşamayacak kadar az biliyor Türkçe’yi. Babam ise hem Türkçe hem Çerkesce’yi konuşabiliyor. Ben ise ancak anlayabiliyorum anadilimi. Benden sonraki nesil ise büyük ihtimalle sadece dünya vatandaşı olacak Çerkeslik kavramını bile unutacaklar.
İşte bu eriyişin asimilasyonun farkına vardı Çerkesler. Klasik tabirle kültür mozaiğindeki yerlerini kavradılar. Diğer parçalar kopsa da tek tek, onlar kopmamaya karar verdiler. Artık Çerkes çocukları oyunlarını öğreniyor. Eğer bir Çerkes düğününde bulunmadıysanız asla bilemezsiniz bir Çerkes oyunundaki güzellikleri. Her figürü ayrı bir zarafet ayrı bir felsefe içeren kurgusuyla sahnelenmesiyle tam bir tiyatro tadında, folklardan çok öte bir yaşam tarzını asla anlayamazsınız. İşte bu kenetlenme adına bir araya geliyorlar yazları sadece bir hafta sonu da olsa. En azından oğulları kızları ne olduklarını biliyorlar.

İşte böyle bir Çerkes düğününe gidelim sizinle. Bir ağustos akşamı köy meydanında kızlar ve erkekler bir çember oluşturulmuş, akordeon ve eski zaman baterisi tahtalara sopalara vurularak müzik yapılıyor. Ortada bir kız ve erkek, kız bir kuğu gibi süzülüyor, erkek hep peşinde onu etkileyebilmek için figürler yapıyor. Ayaklarında ayakkabı yok oğlanın, saman üzerinde çorapları, parmakları parçalanırcasına oynuyor. Bir hipnotize halinde herkes. Eğlence gece yarılarına kadar sürüyor. Ya sonra, kızlar ve erkekler köy odasında toplanıyorlar. Burada başlayan muhabbet köyün içinde bir geziyle sürüyor. Her erkeğin bir kaşeni var. Ondan sorumlu oluyor. Hala kadınlarımızın kara çarşaflara hapsedildiği ülkemizde Çerkesler gece yarısından sonra kızlı erkekli yürüyüş yapıyor. Sabaha karşı dağılıyorlar evlerine. O köyden olmayanlar bir kızın evine misafir oluyor. Kız açıyor onlara yataklarını karınlarını doyuruyor ve kızın evinde yatıyor. Anne baba biliyor kimin kimle arkadaş olduğunu. Sakın Çerkesleri dinsiz imansız sanmayın ertesi gün gelecek yıl yine bir araya gelmek için dualar ediliyor, Kuran’lar okunuyor. Aradaki ince çizgiyi yakalamış Çerkesler. kimse gençleri sıkmıyor gençler de ebeveyn korkusu yüzünden değil, sağlam karakterleri sayesinde sınırı biliyor ve aşmıyorlar.

Halam son kişi bizim ailede Çerkes tavuğu, şipsi yapan. Hiç şipsi yemediyseniz gerçekten yaşamadınız demektir. Çerkes tavuğu öyle büyük süpermarketlerde satılan mezeler gibi değil aslında. Bir de halüj var. Ekmek arası soğan ve peynir denebilir ona. Belki bir nevi sandviç. Ama hangi sandviç tutar onun yerini. Ve yine o da en fazla on on beş yıl sonra sahip çıkılmazsa tarih olacak.Ama çok şükür ki Çerkesler farkında her şeyin. Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olmayı ne kadar benimsedilerse de bir o kadar koruyorlar kendilerini.

Ben kimi halkların Allah tarafından ayrı yaratıldığını düşünürüm. Çerkesler de şüphesiz böyle. Genleri güzel belki onların. Hiç bir Çerkes kızı veya Çerkes genciyle tanışmadıysanız anlamazsınız dediklerimi. Eğer evli bir erkekseniz, veya yanınızda sevgiliniz varsa sakın bir Çerkes köyüne gitmeyin derim ben. İstemediğiniz sonuçlara gebe kalırsınız. Bir arkadaşımı götürmüştüm bundan yıllar önce köyüme. Alelade bir köy, ortalıkta tezek kokuları inekler, koyunlar bekliyordu. İlk şokunu köye girer girmez yaşadı. Çerkes köylerinde tek çamur, tek pislik olmaz yollarda. Duvarları özenle badanalanmış, içerileri tertemiz evlerde otururlar. Hatta karma köylerde Çerkes mahalleleri ile diğer köylülerin mahalleleri bile ayırt edilir. Sokaklara hayran kaldıktan sonra asıl büyük şoku Çerkes kızlarını görünce yaşamıştı arkadaşım. Bembeyaz tenleri, uzun boyları, cennet hurilerinin dünyadaki nisa taifesine yansımasıdır onlar. Sadece görünüş değil iyi bir eş ve yoldaştırlar. Her ne kadar Peyami Safa Canan romanında bir Çerkes kızının fettanlıklarını anlatıyorsa da, platonik aşkı temsil eder Çerkes kızları benim gözümde.

Ben bir Adige’yim yani genel tabirle bir Çerkes. Belki yanlı yazdım bu yazımı. Ama asıl özü şudur yazdıklarımın;

Herkesin barkotlanacağı günler yaklaşıyor. Sadece seri numaralarımız olacak yıllar sonra.

Herkes tek tipleşiyor.En sevdiğim yazarın deyişiyle insanlar yıllardır klonlanıyor. Bunun adına da estetik cerrahi deniyor.

Ve en sevdiğim şarkıcının deyimiyle insanlar bir üçgene kısılıyorlar. Sex, drugs ve rock&roll. Sonu ise kaos ve hüsran.

Bizim önümüze bir yemek sunuluyor ve sorgulamadan yiyoruz onu içindeki siyanürü bilmeden.

Gayrisafi milli hasıla oluyor tek değer ölçümüz. Para kazanmak adına her yol mubah kalıyor. Ortaçağda sadece rahiplerin sattığı cennetin anahtarını artık önüne gelen pazarlıyor.

Ve maalesef hayat bir geneleve dönüyor, orospuluk kaçınılmaz oluyor.

Bu yazının amacı buydu işte. Azıcık sorgulamak yaşam tarzımızı yoksa Çerkes kızı bahane…