ÇERKESLER KİMİN ASKERİ?

YEMUZ Nevzat Tarakçı

Ülkede “Kim, kimin askeri?” tartışması sürüp giderken bu başlık aklıma geliverdi.
Osmanlının enkazından yaratılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kurucu unsur olarak var gücüyle yeni oluşuma destek olan, Ürdün‘de başkent Amman‘ı kuran, neredeyse ülkedeki tüm önemli pozisyonlarda bulunan, Suriye ve Libya‘da orduda üst rütbelerde önemli görevler üstlenen hatta Mısır’ın kurucu unsurlarından biri olan Çerkesler, kimin askeri?

PRENS ALİ’NİN ATLI YÜRÜYÜŞÜNÜN YILDÖNÜMÜ (9 Eylül 1998)
Hatırlarsınız, Ürdün kraliyet ailesi üyesi Prens Ali Bin Hüseyin, Çerkesleri ve Çerkes kültürünü dünyaya tanıtmak amacıyla 9 Eylül 1998 tarihinde Ürdün’den Kafkasya’ya doğru atlı yürüyüş için yola çıkmıştı.
Prens Ali ve Çerkes atlılar, çok sayıda Çerkesin bulunduğu Türkiye’de yoğun ilgi görmüştü. Reyhanlı üzerinden Türkiye’ye giren ekip, Osmaniye, Maraş, Göksun, Pınarbaşı, Kayseri, Sivas, Şarkışla, Tokat, Turhal, Erbaa ve Samsun üzerinden yürüyüşlerinin Türkiye kısmını tamamlayarak 25 Eylül Cuma günü feribotla Kafkasya’ya geçti.
Böylece, acılarla dolu katliam niteliğindeki bu göç, bu sürgün beyaz atlı prensin yürüyüşüyle tekrar hatırlanmış oldu.

ATLI YÜRÜYÜŞÜN AMACI
Atlı yürüyüşün amacının, Ürdün dahil 45 farklı ülkede dağınık bir şekilde yaşayan Çerkeslerin güzel kültürünü tüm dünyaya tanıtmak ve farkındalık oluşturmak olduğunu belirten Prens Ali, siyasi amaçları olmadığını özellikle vurguladı.
Prens Ali, Çerkeslerin anayurdu olan Kafkasya’yı da birkaç kez ziyaret etmiş adeta Çerkeslerin beyaz atlı “Küçük Prens”i olmuştu.
Bu vesileyle bu unutulmaz programın yıldönümünde emeği geçenleri kutlamak isterim.

“ÇERKESLERİN KENDİLERİ İÇİN BİRŞEYLER YAPMA ZAMANI GELMEDİ Mİ?”
Prens Ali’nin bu gezi sırasında Maraş’ta sarf ettiği şu sözler çok dikkatimi çekmişti:
“Çerkesler, bugüne kadar hep başkaları için çalıştı, kendileri için bir şeyler yapmanın zamanı gelmedi mi?” Bu söz çok düşündürmüştü beni.
Peki neden yok olma eşiğindeki Çerkesler kendi dertlerinden çok başka dertlerle uğraşır?
Neden yok oluşa, tükenişe güle oynaya hem de övüne övüne gider?
Savaşlar ve sürgünlerle yok olmanın eşiğinden dönmüş bir toplum küllerinden doğabilir mi?
Eğer “İğneyi kaybolduğu yerde aramak lazım.” Diye bir söz varsa ve eğer “İnsan, düştüğü yerden kalkar!” sözü de doğruysa biz yanlış yoldayız.
Eğer bu yol yanlışsa bu halk küllerinden doğamaz, demektir.

ÇERKESLER KENDİ KİMLİK ve KÜLTÜRLERİNİN ASKERİ OLMALIYDI
Çerkesler ne Rusya’nın ne Osmanlı’nın ne de Ürdün’ün askeridir!
Çerkesler, kimlik ve kültürlerinin askeri olmalıydı!
Çerkesler, başkalarını düşündükleri, onları koruyup kolladıkları kadar kendi tarih, kültür ve benliklerini korumalı ve geleceklerini kurgulamalı.
Eğer çoktan iş işten geçmediyse!

ÇERKESLERİN KANIYLA SULANMIŞ BİR VATAN
Türkiye, Kafkaslardan gelen Çerkeslerin ikinci vatanı oldu.
Bu, asla üvey bir vatan değil, Çerkeslerin kanını, canını verdiği ikinci bir vatandı.
Ama ne yazık ki Millî Mücadeleye gönülden destek olmuş, bu uğurda binlerce şehit vermiş bir halk, ulus devlet yaratma projesi içinde, yani bir “eritme kazanında” buldu kendisini.

RAUF ORBAY, B. SAMİ KANDUK YOK, ÇERKES ETHEM ve ANZAVUR AHMET VAR
“21 Mayıs 1864 tarihinde o zamanki, Osmanlı Topraklarına büyük kitleler halinde göç etmek zorunda bırakılan Çerkesler, Türkiye’yi yeni bir vatan kabul ettiler. Hal Böyleyken Türk kurtuluş savaşı tarihinde Çerkesler daha çok Çerkes Ethem’in adıyla tanınmaktadır. Çerkes Toplumuna yapılan en büyük haksızlıklardan biri, bu toplumun Anzavur Ahmet ve Çerkes Ethem’le özdeşleştirilmesidir. Kurtuluş savaşı sırasında bu iki insan dışındaki başka Çerkeslerin yok sayılmasıdır. Halbuki, Kurtuluş Savaşında başlangıçtan sonuna kadar önemli görevler ifa eden yüzden fazla Çerkes kökenli üst görevlerde insan bulunmaktadır. Mustafa Kemal’in yakın silah arkadaşlarının medfun olduğu 61 kişilik Ankara Devlet Şeref Mezarlığında 9 Çerkes’in mezarının bulunması bunun en açık delilidir.
Diğer bir örnekse Amasya Mülâkatı, Çerkes General Cahit Toydemir’in evinde yapılmıştır. İstanbul Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı Çerkes Salih Karzeg Paşa, Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa, Çerkes Rauf Orbay ve Çerkes Bekir Sami Paşa katılır. Bütün bunlar, Millî Mücadeleye Çerkesler’in verdiği desteği göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Yine Sivas Kongresine katılan Heyet-i Temsiliyeden yedi kişiden dördünün (Rauf Orbay, BekirSami Kunduk, Hakkı Behçi, Ömer Mümtaz Tambi) Çerkes kökenli oldukları dikkate alındığında, Millî Mücadelenin başlangıcından itibaren Çerkesler’in Mustafa Kemal’e ne denli destek verdikleri ortaya çıkar.”

BU GERÇEK UNUTULMAMALI
Türkiye’nin asli kurucu unsuru olduğunun bilincinde olan Çerkesler, Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı topraklarına göç etmiştir ve hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde bütün vatandaşlar gibi askere gitmiş, vergi vermiş ve benzer sıkıntıları yaşamışlardır. Buna rağmen kimlik, kültür adına yaşananlar tarihe mal olmuştur.
Şu bir gerçektir ki Çerkesler, kimlikleriyle ilgili taleplerinde çekingen davranmaktadır.
Çünkü böylesi talepler azınlık talebi gibi, emperyalist ülkelerin maşası olmak gibi kodlanmıştır.
Sonuç olarak Çerkes halkının artık kendisi olması, kendi politikalarını geliştirmesi ve kendi örgütlülüğünü oluşturması gerektiği apaçık ortada.
Eğer Çerkesler, kendi kaderini kendisi tayin eden bir halk olmak istiyorsa her şeyden önce gereği gibi örgütlenmeli.
Kendi kurumları olmayan bir halkın kendi politikalarını yürütebilmesi mümkün değildir.

GELECEK İYİ KURGULANMALI
Kimi Çerkesler, “Şimdiye kadar hep başkalarına hizmet ettik, kullanıldık!” diyerek kahrolurken kimileri de bunu “Biz, birlikte yaşadığımız halklara, içinde yaşadığımız ülkeye hep sadık olduk!” diyerek övünür.
Oysa kayıtsız şartsız kör sadakatin faturası ortada.
Biz ne yazık ki “eski” nin kalıntılarıyız ve içimizdeki “eski” bizi hep geriye çekmek istiyor.
Bu halk, bu kronik algı girdabından mutlaka çıkmalı, aklın ışığında gelecek iyi kurgulanmalı.
Geleceğimizin temsilcileri gençler daha fazla önemsenmeli, gençlerin önü açılmalı.
Bizim geride bırakacağımız en büyük miras bu olacaktır!