Çerkezyan: ‘CANIMIZI ALDILAR, MALIMIZI YAĞMA ETTİLER’

Yüksel Genç – Talip Kaynar
SavaşKarşıtları.com, 07 Eylül 2006

“Buradaki büyük hanların hepsinin sahibi Ermeni idi. Sultan Ahmet’teki emniyet bile handı daha önce ve o da gayrimüslimlerin elindeydi. Sansaryan diyorlar, ama aslında Sanatsaryan’dır. Herkes ganimete kondu.”

Başta Rumlar olmak üzere Gayrimüslimlere yönelik İstanbul’da 6-7 Eylül 1955 tarihinde başlatılan saldırıların üzerinden 51 yıl geçti. Kıbrıs’ta Rum-Türk çatışmasının bahane edildiği ve Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberiyle provokasyonun yaratıldığı olaylar da 16 Rum, bir Ermeni yaşamını yitirirken, 32 kişi ağır yaralandı, 4348 işyeri, 110 otel, 23 okul, 21 fabrika, 73 kilise ve mezarlık ile 1000’e yakın ev tahrip edildi. Devletin açıkladığı ekonomik zarar ise 69,5 milyon. Eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, ‘6-7 Eylül olayları Özel Harp Dairesi işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı’ dediği olayları yaşayanlar o günlerin acı izlerini hala atlatamadı. 1915’te Ermenilere uygulanan tehcir sonrası 1916’da Halep’de doğan ve 6-7 Eylül olayları sırasında dükkanı tahrip edilen Sarkis Çerkezyan ile, bugün, Paris Üniversitesi’nde Kimya hocası olan Garbis Çelik, olaylar sırasında yaşadıklarını anlattı. Çerkesyan, 6-7 Eylül olaylarından gayrimüslimlerin canlarının ve mallarının yağma edildiğine dikkat çekerken, 1955’te 7 yaşında olan Garbis Çelik ise, ilk aşkı Elenya’yı bu olaylar esnasında yitirdiğini söyledi.

6-7 Eylül olaylarını yaşadınız, bize o gün yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?

O zaman daha genç yaşlardaydım, bir oğlum kundakta ve Yedikule’de oturuyorduk. O yıllarda Yedikule Rumların yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. Ben iyi hatırlıyorum, Genç Ağaç Caddesi’nde oturuyordum ve Kumkapı’da marangoz dükkanım vardı. 6 Eylül günü olaylar çıkınca kaçarak eve gittim. Dükkanın üzerinde de Demokrat Parti vardı. Samatya Karakolu’nun üstünde üstleri başları parçalanmış, kendilerini karakola atmış Rum kadınlar gördüm. Neyse eve gittik. Aslında olaylar başlamadan önce de olabileceğine dair işaretler vardı. İstanbul Ekspres gazetesi, Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldı diye bir haber yayınladı. Ama bunlar tertiplenmiş provokasyonlardı. Hepsi halkı tahrik etmek içindi. Yedikule’deki eve yeni taşınmıştım. Rahmetli annem ‘nedir bu ya, yine bunlar kudurdu’ gibi laflar etti. Farkında değildi. Sandalyeyi attım kapının önüne oturdum ve her şeyimi hesaplamışım. Çevredekiler benim Ermeni olduğumu da bilmiyorlar. Ev sahibi de Ermeni ama onlar da yazlığa gitmişlerdi. Alt katta oturuyoruz, yeni evliyiz. Olaylar başlayınca her tarafı kırdılar, döktüler, bilmem ne yaptılar…. Bir yağma, bir talan ve oradaki Rum kilisesini ateşe verdiler, kıvılcımlar bizim evin üstüne geliyor… Bir kaos… Ben yeni taşındığım için komşular beni tanımıyor.

Kapının önüne sandalyeyi attım, anneme sen başına bir Müslüman kadını gibi türban bağla ve hanıma da sen çocuğu al yukarı kata çık dedim. Kapının önünde oturdum. Böyle gruplar halinde ellerinde Türk bayrakları ile geliyorlar. Türk bayrakları ellerinde olanlar önde, peşinde ise yağmacılar gidiyor. Rumlar tarafından bir karşılık olmadı. Evlere girdiklerinde, evler tarumar oluyordu. Canlarımızı ve mallarımızı yağma ediyorlardı.

Eğer bizim eve girerlerse cebime silah koymuşum, kaç kişi gelirse vuracağım. Ama ona fırsat vermemek için elimden geleni de yapıyorum. Neyse üç kişi geldi, birisi sarkık bıyıklıydı, gözlerinde insani bir ışıltı kalmamıştı. Bizim evin önünde bir şeyler konuşuyorlar ve Gayrimüslimlerin evlerini gösteriyorlardı. Anladım bizim evi de hedefe alıyorlar. Gidip birisinin omzuna elimi koydum; bu evin sahibi Ermeni’dir ve şu an yok, yazlıktadır, aşağıda da ben oturuyorum, bir yanlışlık olmasın dedim. Sen kimsin diye soramadılar.

Yağmacıların bazıları gelip kapının önünde oturdu. Annem de kahve pişirdi. Derken gece saat bir. Köşe başında düdük sesi geldi. Bunlar korktular ve başladılar kaçışmaya. Birisi de şaşırdı bizim eve girmeye çalışırken engel olunca şaşırdı, hem kahve veriyor hem de evine almıyor diye. Biraz sonra bir yüzbaşı geldi üç tane askerle birlikte. Ben de elimde kahve fincanı ile bekliyorum. ‘Delikanlı sizi tebrik ederim, kahvenin tadını çıkaracak günü ve saati iyi seçmişsiniz, her Türk sizin gibi olmalı ama kahvenizi içerde için, artık ordu bu işe müdahale etti’ dedi. Neyse biz eve girdik. Ve o gün kendi kendime dedim ki, şimdi şu saatlerde dünyada öyle ülkeler varki, ufacık çocuklar başlarına yastıkları koymuşlar mışıl mışıl uyuyorlardır, hiçbir korkuları olmadan. Öyle bir ülkenin hasretini çektim. Yani o günkü duygularımı söylüyordum. Neyse sabah oldu, karşıdan bir adam, ‘delikanlı seni tebrik ederim, uyanıkmışsın’ dedi, sonra öğrendim ki polismiş o.

Sizin marangoz dükkanınıza da zarar vermişler miydi?

Tabii ki zarar verdiler. Olaylardan sonraki sabah Kumkapı’daki dükkanıma gittiğimde kepengin söküldüğünü gördüm. İki dükkan aşağıda Karadenizli Mehmet isminde bir kişi vardı, daha önce beraber hep kahve içerdik. O gelmiş bizim dükkanın kepengini kırmış, dükkanın karşısında duran muhtar müdahale edince yarım kalmış işi, tahribat yapmış yani. Dükkanın önünde otururken gençten bir kadın geldi, ‘Bizim evde tahribat var, gidip bakalım’ dedi. Marangozuz ya kalktık gittik. Evin parmaklıklarını bile yıkmışlar. En yukarı katta Rumların ibadet yeri olarak kullandığı bir yer var. O odadaki her şeyi kırıp dökmüşler ve odanın ortasına koyup bir de üstüne yapmışlar, korkunç bir şey. Biz dükkanda otururken o Karadenizli Mehmet, buradan geçiyordu. Yanıma gelen kadın, ‘işte bu adam geldi gardırobu açıp annemin zihniyet eşyasını aldı, şu bacağındaki pantolon da kocamınki’ dedi. Bu Laz Mehmet yakında bir camii var, her gün gelir orda 5 vakit namaz kılardı ve biz bir daha onunla konuşmadık. Ama haber gönderdim ona, böyle bir olay olursa aynısını ben ona yapacağım diye. Tevfik bey diye bir kişi vardı, o da üstümüzdeki Demokrat Parti’dendi. Hep gelip beraber nargile içerdik. Ama olaylar sırasında mahallenin orta yerinde halkı galeyana getirdi.

Peki sizce bu olaylara sebebiyet veren etken neydi?

6-7 Eylül devlet tarafından düzenlenmiş bir provokasyondu. Kıbrıs bağımsız bir cumhuriyetti ve Makaryos reisicumhurdu. O zaman Yunanlar Kıbrıs’ta daha da hakim olmak istediler. Orada İngilizlerin deniz üssü vardı onları atmak istediler. Her gün olaylar oluyordu. İngilizler bu sorundan kurtulmak için Menderes’i o dönem Londra’ya çağırdılar. Londra’da Türkiye’ye yeşil ışık yakıldı ve böylelikle Türkler Kıbrıs’a girdiler. İngilizler kendilerini Yunanlardan kurtarmak için Türk-Rum çatışmasını çıkardı.

Peki olaylarda daha çok mal kaybı oldu. Neden mallara yönelmişlerdi?

Ben marangoz olduğum için Karaköy’de Reşat bey diye birisinin kundura mağazasını yaptım. Mağazanın ismi de Newyork’tu. O olayın ertesi günü gittim baktım, Reşat Bey’in dükkanının ortasına ayakkabıların hepsini ortaya yığmışlar ve kutulardaki tüm ayakkabıları çıkarmışlar, bütün eski lastik ayakkabılar ise duruyor. Yenilerini giymişler geriye kalan çiftlerin de birer tekini kesmişler. Bazıları böyle bir fırsat bekliyorlardı. İstiklal Caddesi’ndeki İngiliz kumaşlarını arabaların arkasına bağladılar ve yırttılar. Hükümet provokasyon yaptı. Halkın içinde bu işi yapacak gönüllü çok. Yeter ki yeşil ışık yakılsın, şimdi bile yapanlar olur. 1964’te 120 bin Rum buradan çıkarıldı. Aslında o İttihatçıların eski gelenekleri bunlar. İsmet İnönü de, Celal Bayar da İttihatçıydı. Türkiye’de ittihat mantığı hala devam ediyor.

Olaylar olduğu zaman kendinizi o zaman bu ülkede yabancı hissettiniz mi?

Tabii. Atalarım bu topraklarda yıllarca yaşadılar ve kendi ülkemizde bize yabancasınız diye muamele yapıldı. Şu ülkede bırak devlet dairesinde herhangi bir memuriyet ya da milletvekili olmayı, çöpçü bile yapmadılar. Demek ki biz yabancıyız yani. 1973’te benim Sovyet vatandaşlığım geldi. Ermenistan’a gidecektim, her şeyim de hazırdı. Ama bizim hanım itiraz etti, akrabaları buradaydı ve biz de gitmedik.

6-7 Eylül olaylarına gelene kadar başka olaylar da yaşadınız değil mi?

Amcam 1909’daki Adana olaylarında öldürüldü. Tehcirden dolayı gittiğim Suriye’nin Halep kentinde doğdum. 1916’da orada kendi ülkemden uzakta yani. Ablam da tehcir sırasında kucakta gitmiş.

Olaylardan sonra varlık vergisi yürürlüğe kondu. Neden bu vergi çıkarıldı?

Hıristiyanların elindeki ticareti almak içindi. Buradaki büyük hanların hepsinin sahibi Ermeni idi. Sultan Ahmet’teki emniyet bile handı daha önce ve o da gayrimüslimlerin elindeydi. Sansaryan diyorlar, ama aslında Sanatsaryan’dır. Herkes ganimete kondu.

Olaylardan sonra Rumlar kendi haklarını isteyebildiler mi? Bu olaylar Türkiye’de neye yol açtı?

Devlet olaylardan sonra Rumlara tazminat ödedi. 4 milyon gibi bir para verdiler. Yığınca Rum aile vardı burada çoğu gitti. Gitmeyenleri de kendileri sürdü. Türkiye’de ne kaybedecek ki. Bunların hattı hesabı yok. Onların bıraktığı malın mülkün üstüne kondular. Atatürk’ün zamanında Meclis’te bir Rum, bir Ermeni, bir de Yahudi olurdu göstermelik olarak. O da kalktı şimdi.

Geriye dönüp baktığınız zaman şu an neler hissediyorsunuz?

Biz bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş bir ailenin çocuğuyuz. ABD’ye gittim 87’de rahmetli bizimkiyle. Bir pazar günü bizi bir pikniğe götürdüler. Piknikte insanlar eğleniyorlardı ve bizim de İstanbul’dan geldiğimiz duyuldu. Türkiye’den geldiğimiz duyulunca yaşlı yaşlı insanlar sandalyelerini çekip yanımıza oturdular. Memleket hasreti duyuyorlar. Soruyorlardı, ‘şu soyadında insanı gördün mü, duydun mu’ diye, çünkü herkes yakınlarını kaybetmiş ve her tarafa dağılmışlar. Kimi biz Urfa’dan, kimi de İstanbul’dan ayrıldık diyor. Buram buram memleket hasreti… O insanların hasreti… İnsan doğup büyüdüğü yeri unutamıyor. Ama insanlar kendi keyfinden gitmemişler, terk ettirmişler. ABD’de Ermeni Villyam Saruhan diye bir yazar vardı. Bitlisli ama kendisi Amerika’da doğmuş. Adnan Menderes zamanı İstanbul’a geldi ve akrabalarından duyduğu memleketine gitti. Orda karşıladılar. Oradakilere sordu bizim Saruhanların evi nerdeydi diye. Yıkık bir duvar gösterdiler. Gitti o duvardan düşen bir taşı aldı, onu sevdi. Ve o taşı da beraberinde götürdü. Türkiye’nin nasıl bir toplum olduğunu siz de yaşayarak görüyorsunuz.