ÇOCUK, İÇİNDEKİ FIRTINAYA YÖN VERDİĞİNDE BÜYÜR

Ayşe Nart

Çocuklar dünyaya yalnızca melek kanatlarıyla gelmezler. Onlar, içlerinde siyahın ve beyazın, kaosun ve düzenin, sevginin ve öfkenin aynı anda var olduğu güçlü bir fırtınayla doğarlar. Bu fırtına, onların içsel dünyasının temelidir. Büyümek ise, bu fırtınanın tam ortasında yön bulmaya çalışmaktır. Ama biz yetişkinler, çoğu zaman yalnızca beyazı görmek isteriz. Sessiz, uyumlu, kurallara sadık çocukları severiz. Oysa unuturuz: çocuk, içindeki karanlığı tanımadan aydınlığa ulaşamaz.

Finli nörolog Matti Bergström, çocuk beyninin iki temel güç tarafından yönetildiğini söyler: kaos ve düzen, yani siyah ve beyaz. Bu iki güç, çocuk büyürken sürekli çarpışır. Bizim “sorun” sandığımız davranışlar, aslında bu çarpışmanın doğal ürünüdür. Çünkü çocuk yalnızca mutlu anıların değil, aynı zamanda içsel fırtınaların da çocuğudur. Her duygu –ister öfke, ister kıskançlık, isterse saldırganlık olsun– bir bağırış, bir çağrıdır. İçeride bir şeyler çözülmeyi, anlaşılmayı, dile gelmeyi bekliyordur.

Benim yıllar içinde kazandığım deneyimler de bunu doğruluyor. Spastik engelli bireylerden ruhsal bozukluklar yaşayan yetişkinlere kadar, farklı yaş ve koşullarda pek çok insanla çalıştım. Ama en keskin aynayı çocuklar tuttu bana. Onların öfkesine, hırçınlığına, suskunluklarına, kıskançlıklarına tanık oldum. Ve zamanla gördüm ki, “kötü” diye yaftaladığımız davranışlar aslında bir yardım çağrısıydı. Çocuk bağırmasa da, içi konuşuyordu. Biz yetişkinlere düşen, o sessiz dili anlamaktı.

Çocuk, içindeki siyah ve beyaz taraflardan yalnızca biriyle var olamaz. Her iki yönünü de tanımalı, anlamalı ve bu iki uç arasında bir denge kurabilmelidir. Çünkü bastırılan her karanlık, zamanı geldiğinde daha güçlü bir şekilde geri döner. Bu yüzden çocukların içsel çatışmalarında yalnız bırakılmamaları gerekir. Onlara yol gösterecek bir rehbere, bir yetişkine ihtiyaçları vardır. Biri onların yanında durmalı, dinlemeli, duygularını ifade etmeleri için güvenli bir alan açmalı. Çünkü içlerindeki o çalkantıyı anlamlandırmak ve dengede kalmak, sandığımızdan çok daha zordur.

Bir çocuk başka bir çocuğun lego kulesini tekmelediğinde, biz genellikle yalnızca bir yıkımı görürüz. Hemen cezaya, düzene yöneliriz. Oysa bu davranış, dışlanmışlık hissinin, anlaşılmamanın ya da içsel karmaşanın bir dışavurumu olabilir. Bu yüzden cezalandırmak yerine, o davranışın ardındaki duyguyu görmeye çalışmalıyız. Konuşmalı, anlamalı, yüzleşmeliyiz. Çünkü çocukların siyah tarafı, bastırıldığında değil; ifade edildiğinde, duyulduğunda iyileşir.

Zor çocuklar, güçlü eğitimciler yaratır. Aynı zamanda daha bilinçli ebeveynler… Çünkü o çocuklar, yetişkinlerin konfor alanını yerle bir eder. Ezber cevaplar işe yaramaz. Onlar sabır, yaratıcılık ve gerçek bir yüzleşme ister. Bir çocuğun karanlığına eşlik eden yetişkin, kendi karanlığından da geçmek zorunda kalır. Ve belki de bu yüzden, gerçek eğitim yalnızca çocuğa değil, yetişkine de aittir.

Eğer biz, çocukların içindeki kaosu kabullenmeyi öğrenemezsek; onların yaratıcı ruhunu, özgün düşünme biçimlerini ve duygusal derinliklerini bastırmış oluruz. Düzenli ama ruhsuz, steril ama gelişmeyen bireyler yetiştiririz. Oysa insan, içindeki siyah ve beyazın çatışmasından doğar. Ve bu çatışmayı bastırmak değil, anlamlandırmak gerekir.

Çocukluk, yalnızca sevimli anılardan, başarı tablolarından, süslenmiş duvarlardan ibaret değildir. Çocukluk, aynı zamanda gözyaşının, hayal kırıklığının, öfkenin, kırılganlığın da alanıdır. Ve bir çocuk, ancak içindeki bu fırtınayı tanıdığında, onunla konuşabildiğinde, ona yön verebildiğinde büyür.

Unutmayalım: Çocuk, içindeki fırtına dindiğinde değil; o fırtınaya yön vermeyi öğrendiğinde büyür.