Ayşe Nart
Pornografik sanatın yaygınlaşmasının birçok nedeni vardır. Bu yaygınlık, zamanla birbirini besleyen toplumsal oluşumların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Cinselliğin anlamı, insanlığın dönüşen ihtiyaçlarıyla birlikte biçim değiştirmiş; senmodern toplumun oluşumuyla beraber, erotizm yavaş yavaş bedenlerden nesnelere, nesnelerden dijital imgelere taşınmıştır. Bu dönüşüm, belirli bir iradeye değil, zamanın içinde şekillenen kolektif yönsüzlüğe aittir.
Bu olgu, cinselliğe aç toplumlardan çok, cinselliğe doymuş toplumlarda daha belirgin hale gelir. Bu toplumlarda erkeklerin fiziki cinselliğe ilgisinin azaldığı, hatta bazı araştırmalara göre spermlerinin öldüğü öne sürülmektedir. Bu iddialar tartışmalı olsa da, cinselliğin evrildiği gerçeği inkâr edilemez. Erotizm, bedenlerden nesnelere, eylemlerden imgeler dünyasına taşınmıştır.
Tüketim kültürü, cinsel çekiciliği ürünlerle, markalarla ve görsel medya ile bütünleştirerek erotizmi ticari bir nesneye dönüştürmüştür. Artık erotik olan beden değil, nesnedir. Bu dönüşüm, yalnızca pazarlama stratejilerinin değil, toplumsal cinsellik anlayışının da nasıl değiştiğinin açık göstergesidir.
Cinsellik ve erotizm artık doğal bedenlerden değil, onların filtrelendiği, şekillendirildiği, idealize edilmiş dijital imgelerden algılanmaktadır. Gerçek karşılaşmalar yerini görsellere, dijital suretlere bırakmış; erotizm, “hiçbir şey” haline gelmiştir. O artık bir ürünün, bir görselin ya da bir ikonun sahte dokusunda inşa edilmektedir.
Teknolojiyle birlikte yeni formlara bürünerek, her seferinde farklı bir yüzle karşımıza çıkan bu dönüşüm; cinselliği, erotizmi ve arzuyu gerçeklikten kopararak, görünüşe, yansımaya ve sonsuz simülasyonlara taşımaktadır. Bu sürekli değişen yapı, cinselliği artık bedenin değil, algının, imgelerin ve dijital arayüzlerin bir alanına hapsetmiştir. Arzu, nesnede değil; imajda, yansıyan suretlerde yeniden yaratılmakta, izlenmekte, tüketilmekte ve sonsuzca çoğaltılmaktadır.
Açlığın tokluğa dönüştüğü, sosyalleşmenin dijitalleştiği, bireyselliğin zirve yaptığı bu çağda, cinsellik bir sömürü alanına dönüşmüştür. Gerçek bedenin, gerçek arzunun, gerçek ölümün yerine, dijital dünya sahneye çıkmıştır:
Bedenleri filtreleyen, doğal olanı yok eden, yerçekimini küçümseyen, insanı yaşlandırmayan, öldürmeyen, ölüleri bile eve sokarak yaşatan… Hiç ölmeyenlerle sohbet ettiren… Geleneksel tanrılara karşı çıkarak kendisini tanrılaştıran dijital güç.
Bu dijital güç, erotizmi tüketilebilir bir nesneye dönüştürmüş; cinselliği pazarlanabilir bir simülasyona indirgemiştir. Artık beden değil, imaj arzulanır. Gerçek değil, yansıma istenir. Bu, yalnızca cinselliğin değil, insan olmanın da yeni bir evresidir.
Bu dönüşüm, bizi nereye götürecek?
Bedenin yerini nesne, arzunun yerini görüntü aldığında, insandan geriye ne kalacak?