HER AİDİYETİNİN HAKKINI SAVUNMAK

Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu

Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu; ezilen ulustan (Kürt ulusunun haklarından), hakları gasp edilmiş bütün ulusal azınlıklardan (Çerkeslerin, Lazların, Gürcülerin, Çeçenlerin, Pontus’lu Rumların, Çingenelerin, Arapların, Asurilerin, Ermenilerin, Boşnakların, Arnavutların, İbranilerin dil kültür ve eğitim haklarından) baskı, zülüm ve asimilasyon politikalarına tabi tutulan dinsel inançların mensuplarından (Alevilik, Ezidilik, Bektaşiliğin inanç ve kültür aidiyeti ile yasal güvencelere kavuşmasından), ataerkil toplum sürecinin eşitsizliğe sürüklediği cinsiyet olan kadından, tahrip riski altındaki doğal çevreden, baraj ve inşaat alanına dönüştürülmek istenen tarihi yapı ve sit alanlarından yanadır.

Grubumuz; sınıfsal, etnik, dinsel ayrım olmaksızın, gerici resmi ideoloji olan Kemalizm ve ittihatçılıktan; “milliyetçi olan dincilikten” kesin kopuş sağlamış her devrimcinin grubu olduğu gibi, demokrat sıfatını benimseyen her meslektaşımızın da grubudur. Grubumuz; bütün aidiyetlerin haklarına red, inkar, imha ve tepki üzerinden yaklaşan Kemalizm ve ittihatçılığı, devlet içersinde örgütlü olan kontrgerillacılık (Ergenekonculuk) ile darbeciliği ret ettiği gibi; milliyetçi dinciliği de ret eder. Grubumuz, mevcut devletin egemenlik sistemini ve bu sistemden kesin kopuş içerisinde bulunmayan siyasi eğilimleri gerici saymakta,istisnasız bütün halkların özgürlüğünden yana tutum alırken,sadece egemenlik sistemini karşısına almaktadır.

Özgürlük; sadece bizim özgürlüğümüz değildir, ötekileştirilen her kesin özgürlüğüdür, başkalarının özgürlüğüdür. Özgürlük ve kardeşlik hukuku; her aidiyetin (her kesin) özgürlüğünü, hep birlikte talep etmekle gerçekleştirilecek bir değerdir. Grubumuz çeşitli alt grup ve bireylerden oluşmakla birlikte,her hangi bir aidiyetin kendi denetimi altına alabileceği bir yapı değildir, ezilen ve hakları gasp edilen bütün aidiyetlerin beraberce yönetimde ortaklaşması kültürünü ilke edinmektedir.

Grubumuz; aynı şekilde resmi ideolojiden ve statükodan kesin kopuş sağlamış gerçek Türk devimci ve demokratların grubudur. Bu çerçevede sınıfsal, etnik veya dinsel inançları nedeni ile ötekileştirilmiş her aidiyetin sorunlarının sözcülüğünü üstlenerek; bütün siyasi, sosyal ve hukuksal haklarının kanuni güvenceye kavuşturulması için mücadele etmeyi esas alıyoruz.İdeolojik-politik görüşü ile aidiyeti ne olursa olsun, Grubumuzun her bireyi açısından programımız (manifestomuz); bir anlamda anayasamızdır,birleştiğimiz ve çalışmada esas aldığımız ortak paydayı oluşturmaktadır.

Grubumuz, baromuz bünyesindeki diğer bütün grupların tersine; devleti yönetenlerin iki eli arasındaki iktidar mücadelesinin bir eklentisi ve birleşeni durumuna gelerek gerici statüko ile birleşmek yerine, bağımsız ve özgür seçenek olmayı, mevcut statükoyu red ederek, dönüşümüne katkı yapmayı esas almaktadır.Baromuzun bünyesindeki diğer bütün grupların,andığımız aidiyetlerin sorunlarının çözümünü program ve bildirilerine konu etmedikleri aşikardır.

Çağdaş Avukatlar Grubu adını kullananların da son sekiz yıllık program ve bildirileri incelendiğinde; sadece yönetimdeki AKP’ye eleştiri götürmekle kendilerini sınırlamış oldukları, buna karşın Kemalizm’e-İttihatçılığa-Cuntacılığa(darbeciliğe)-Ordu vesayetine ise hiçbir eleştiri götürmedikleri, öte yandan sorunlarına çözüm önerdiğimiz ulus, ulusal azınlık ve dinsel azınlıkların hiçbir haklarına değinmedikleri, bu yolla var olan statükonun örtük bir parçasına dönüştükleri, Kemalizm’e (devletin resmi ideolojisine) kayma neticesinde de ilkesel temsiliyeti ve ayrılmalar soncunda da fiziki temsiliyeti taşıyamayan bir grupçuğa dönüştükleri aşikardır.

Gurubumuz hangi sınıfa ve kökene tabi olursa olsun; ötekileştirilen her kesin haklarının hukuksal güvenceye kavuşturulması ortak paydasında (demokrat paydasında) birleşen, ancak payları farklı olabilen bütün avukatların grubudur. Gurubumuz, bütün aidiyetlerin özgürlüklerinin yasal güvenceye (düzenlemeye) kavuşmasından yana mücadele ettiğinden devrimcidir ve gerçek kardeşlik hukukunu esas almaktadır. Grubumuz; ideolojik akımların koalisyonu veya mücadele ve hakimiyet alanı olmayı red eder. Bir meslek kuruluşunun zemininde bulunan grubumuz; sürekli çatışarak ortak demokratik mücadele zeminlerini işlevsiz hale getiren ve daraltan ideolojik fraksiyonların bir koalisyonu olmayacağı gibi, ideolojik-politik çizgilerin üstünlük sağlama ve kendisini var etme alanlarının da bu tür birlik yapıları (birlikte kurulan yapılar) değil, siyasal partiler yanında ilgili partilerin paralel kurumları olabileceğine vurgu yapmaktadır.

Grubumuz, uluslar arası sözleşmeler çerçevesinde; ulusların kendi kaderini tayin hakkını istisnasız her ulus için savunurken, bütün ulusal azınlıkların etnik aidiyetlerinin, dillerinin, kültürlerinin ve ana dilde eğitim haklarının gerekli yasal güvencelere kavuşmasından ve çoğunlukta bulundukları yerleşim birilerinin kendi dilerindeki orijin isimleri ile adlandırılmasından yanadır. Bu temelde Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu, Kürt Ulusal Sorunu’nun,^sadece eşitliği sağlayabilme niteliğindeki seçeneklerin sorulabileceği ve sadece yerli halkın katılabileceği bir referandum ile demokratik barışçıl çerçevede çözülmesinden yanadır. Grubumuz; Çerkeslerin, Gürcülerin, Çeçenlerin, Lazların, Arapların, İbranilerin, Ermenilerin, Asurilerin (Süryani, Keldani, Nasturi), Mehelmilerin, Pontus’lu Rumların, Çingenelerin, Arnavutların, Boşnakların birer ulusal azınlık aidiyeti olarak kimliklerinin, dil ve kültürlerinin,anadillerinde eğitim haklarının Anayasal ve yasal güvencelere kavuşması için mücadele eder.

Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu, ”Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganını sahte bulmaktadır. Kemalist Devlet’in laik olmaya başlaması için; Anayasal bir teşkilat olarak düzenlenen Diyanet Teşkilatı’nın kaldırılması ya da devlet yapısının dışına bırakılması, din adamlarının maaşlarının toplumun ortak vergileri üzerinden verilmesi uygulamasının terk edilmesi, devletin resmi-yasal dinin bulunmaması ve devlet teşkilatının bütün dinlere eşit mesafede konumlandırılması zorunludur. Kemalist devletin laik niteliğini kazanabilmesi için, okullarda zorunlu din derslerinin müfredattan çıkartılması, ötekileştirilen inançlara asimilasyon, baskı ve yaftalama politikalarından vazgeçilmesi, Alevi, Ezidi ve Bektaşi inançlarının kanuni güvenceler ile tanınması, nüfus cüzdanı türü kimliklerden din hanesinin tümden çıkartılması ya da kim hangi dine mensup ise tabi olduğu inancının yazılması, Müslüman olmayan tüm inanç mensuplarının köylerine cami yapılması uygulamasının terk edilmesi, cemevleri ve quplerin ibadethane olarak kabul edilmeleri zorunludur.

Laiklik; Batı’nın giyiniş (tüketim) kalıplarının dayatılması biçimselliği değildir, üniformalı ve tek tip giyinişin esas olduğu güvenlik alanı hariç olmak üzere; istem halinde diğer mesleklerdeki her kamu görevlisinin türban giyme hakkı olmalıdır. Devletin din adamı yetiştirme yükümlülüğü olmamalıdır. Ancak İmam Hatipler ve meslek liseleri olduğu sürece, eğitimde ayrı katsayı uygulaması eşitlik ilkesine aykırı olduğundan, hukuksuzdur. Yüksek Askeri Şura kararlarında keyfiliği önleyebilmek, hak arama hürriyetini ve adil yargılama hakkını peşinen ortadan kaldırtmamak için, bütün Şura kararlarının yargı denetimine tabi olması zorunludur.

Atıfta bulunduğumuz hiçbir aidiyet ve grubun özgürlükleri diğer biri ile çelişmemekte, karşı karşıya gelmemektedir.İstisnasız her aidiyetin varlık ve özgürlüğü; devletin resmi ideolojisi olan İttihatçı-Kemalizm ve statükoculuğu ile çelişki içindedir. Bu nedenle grup üyelerimizin farklı payları olsa dadevlettin gerici retçi inkarcı Kemalist statükoculuğuna karşı her aidiyetin özgürlüğünü hep birlikte savunmak paydasın da ortaklaşmayı esas alıyoruz.İttihatçı-Kemalist çizgi bütün sorunların kaynağıdır,devletin resmi ideolojisi olmamalıdır. Bu çerçevede İttihatçı-Kemalist kanun mevzuatı da değiştirilmeli,kaldırılmalıdır.Kanunlar;devletin resmi ideolojisinin yaptırıma kavuşturulmuş bir formundan(biçiminden) başkaca bir şey değildir. Kemalist devletin köhne kanun mevzuatı içinde çözüm aramaya koşullanmış birey;kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın gericidir, hiçbir toplumsal soruna çözüm üretmez ve hukukçu sıfatını da kazanamaz.

Grubumuz 19.yüzyıldaki egemenlerin değer saydığı “kanunilik” ilkesi yerine, dünyanın hukuksal anlamda geldiği en gelişmiş değerleri daha da ileriye taşıyarak, toplumsal özgürlük alanını genişletme mücadelesi çerçevesinde dinamik olarak gelişebilen“evrensel hukukun üstünlüğü” değerini esas almaktadır. Devletin ideolojisinin yansıması olan kanunların (kanunilik ilkesi) çerçevesinde; avukatların “kanun adamı” ve Baroların da “devlet kurumu” durumuna düşürülmesini ret eden grubumuz; “hukuk adamı” olmayı ve meslek örgütü olan Barolarımızın da bağımsız “hukuk kurumu” olmasını en önemli değer saymaktadır. Grubumuz, bu değere ulaşabilmenin ön koşulunu; öncelik ile ötekileştirilen her aidiyetin hukukuna sahip çıkmak şeklinde ortaya koymaktadır.

Kürt ulusunun ataları porto Kürtler Mezopotamya’nın yerli halkıdır, tarım ve hayvancılık devrimi ile yerleşik yaşama geçiş sürecine öncülük etmişlerdir. Kimi tarihçilere göre Sümerlerin komşuları olan ve kimilerine göre de esasen ön Sümerler durumunda bulunan Huriler, Kürtlerin atalarıdır. Huri, Subari (Subaru), Guti, Mitani, Lulu, Hatti, Komagene, Med, Urartu, Luvi, Şaddadi, Mervani devletleri, bugünkü Kürtlerin ataları tarafından kurulmuş devletlerdir. Kürtler ile vatanları Kürdistan’ın adını barındıran ilk eserin ise, MÖ 332’de Büyük İskender in seferine katılan Kenefon’un yazmış olduğu Anabasis (Onbinlerin Geçişi) eseri olduğunu söylemek mümkündür. Kenefon söz konusu eserinde; Makedonya’dan, Hindistan sınırlarına kadar her alanı istila ettiklerini ve istila ettikleri alanlar içerisinde Kardukia (Kürdistan’ın Latince söylenişidir) da Kardukilerin (Kürtlerin) hakimiyetlerini kabul etmediklerini, vur kaç eylemleri ile düzen dışı savaş yürütmeye devam ettiklerini, bu nedenle de bir günlük yolu kayıplar vererek, bir haftada alabildiklerini belirtmektedir. Kürtler, Aryan halk grubunun büyük boylarını teşkil etmektedir. Arileri teşkil eden halklar ise; Kürtler, Farslar, Afganiler (Peştunlar), Hintler,Karaçiler (Çingeneler), Beluciler, Pakistaniler, Tacikler, Bengaliler ve Ermenilerdir. Kürtlerin ana dilleri olan Kürtçe; Hint Avrupa dil grubundadır. Kürtler anadilleri Kürtçe’nin; Kurmanci (Bahdinani, Şikaki), Zazaki (Hevremani, Dimili, Kirmanci), Lorani (Lori, Kelhori, Leki, Bextiyari) ve Sorani, lehçelerinde konuşmaktadır. Zerdeştilik (Zerdüştlük), tarihin ilk felsefesi olarak Batı felsefesinin kaynağı olduğu gibi, ilk tek tanrılı, peygamberli ve kitaplı (Zend Avesta) din durumundadır. Tarihin ilk bayramı olan Newroz; Zerdeşti Kürtlerin şölen ve bayramıdır. Zerdeştilerin Kutsal kitabı Zend Avesta, M.Ö. 7. yüzyılda Kürtçe’ nin Zazaki (Hevremani) lehçesinde yazılmıştır.

Azak Denizi kıyılarında şehir devletleri kuran Meotlar, ilk Proton Kafkasyalılardır. Çeşitli tarihsel dönemlerde Kafkas halk gruplarının kurduğu devletlerin sınırları, Trabzon şehrinin sınırlarına kadar dayanmıştı. Kafkas halk grupları; Gürcüler, Lazlar, Çeçenler, Lezgiler ve Çerkeslerden (Abhazlar ve Adigeler (Abzegh, Shapsugh, Bjedugh, Kabardey) oluşmaktadır. Kafkas halk gruplarının konuştuğu Çerkesce, Çeçence, Gürcüce, Lezgice, Kolkh dili (Lazca ve Mergelce diyalektleri ile) Yafted dil grubunda bulunmaktadır. MS 4-5 yüzyıllara kadar devam eden Kolhi (Kolheti) medeniyeti; Gürcülerin, Lazların Svanların ve Çerkes olan Abhazların ortak medeniyetidir. MÖ 5 yüzyılda devlet kuran Sindler ve Suchailler (Zugiler), Çerkeslerin atalarıdır. Lazların ve diğer Kafkas halklarının atalarının ise, MÖ 16. ve 17 yüzyılda Hitit kayıtlarında geçen Kolhiler olduğu kabul görmekle birlikte, Laz isminin ilk kullanılmış olduğu eser, MS 79 yılında Romalı müellif Pilinus’un, “Tabbi Tarih” adlı eseridir. Yunan ve Roma ile devamları olan Bizans tan farklı olarak, Helen durumunda olan Karadeniz’deki Pontus’lu Rum Devleti ve Rize ile Batum Sancaklarını içerisine alan Lazistan ile Çerkesya’nın bir bölümü, Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u Fetih etmesinden sonra, 1464 yılında Osmanlıların egemenliğine geçmeye başladı. Çerkesya’nın bir bölümü ile istilasını, İstanbul’un Fethi sırasında Osmanlılar adına Tatarların istilası sürecinden başlatmak da mümkündür. Pontus’lu Rumlar ve Kafkas halkları olan Lazlar, Çerkesler, Gürcüler dinsel açıdan tümden Hıristiyan iken, 15.yüzyıldaki bu işgal süreciyle birlikte Müslümanlaştırılmaya başlanmış ise de Rusya’nın egemenliğinde kalan Kafkas halk grupları ise, Hıristiyanlık dininde kalmaya devam etti. Karadeniz de Hemşinliler olarak bilinen ve anadillerini Hemşince şeklinde tanımlayanlar ise, asılında Ermenidir. Ermenice’ye, Hemşin’ce demelerinin sebebi; uğradıkları zulmün yarattığı dehşetengiz korkudur. Lazlar ise, bilinenin aksine, Karadeniz in önemli bir bölümünde (Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun, Gümüşhane vs) yoktur.

Lazlar, Karadeniz de sadece Artvin’e bağlı Arhavi ve Hopa ilçeleri ile Rize’nin Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin ve Fındıklı ilçelerinde yerleşik durumdadır. Lazların yaşadığı topraklarının önemli bir bölümü ise, hala Gürcistan’ın egemenlik alanı içersindedir, bu ülkenin egemenlik alanı içerisindeki Lazlar, Mergel adı ile isimlendirilmekte olup, Türkiye’deki gibi asimilasyonist politikalara tabi tutulmaktadırlar. Artvin, Ardahan’a ve Ardahan’da Karsa bağlı iken, önce Artvin ve daha sonra da Ardahan ayrıştırılarak il haline getirilmiştir. Karadeniz bölgesinin diğer yerleşim birimlerinde ise; Müslümanlığı kabul ederek asimilasyona uğramış Pontus’lu Rumlar ile Hıristiyanlığını ve Rumluğunu gizli şekilde yaşayan Pontus’lu Rumlar yaşamaktadır. Bunların yanında1924 yılında Selanik’ten nüfus mübadelesi çerçevesinde getirilerek, göçertilmiş olan Pontus’lu Rumların gayrimenkullarına yerleştirilebilmiş Sabataylar da vardır.

Karadeniz’in birkaç ilçesinde yerleşik olarak Çerkesler de vardır. Karadeniz’in bazı ilçelerinde yerleşik olan Lazlar dışında Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında gerçekleşen 93 harbinde (1877-1878) Kafkasya’dan kaçan bir grup Laz ise, Akçakoca, Karamürsel, Sapanca, Yalova ve Sakarya’nın kırsal kesimlerine yerleştirilmiştir. 1814 ile 1834 yılları arasında Lazlar defalarca ayaklandılarsa da hareketleri başarısızlığa uğradılar. Rusya’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren Çerkeslerin 1864’te yenilmesinden itibaren, Çerkeslerin Müslüman olan bölümü Osmanlı’ya sürülürken, Osmanlı İmparatorluğu da Hıristiyan halklarından bir bölümünü Rusya’ya sürdüğünden, iki devlet arasında en kaba şekli ile din esası üzerinden nüfus mübadelesi yapılmış oldu. 1964’te Osmanlı’nın egemenlik alanına Yeşilköy antlaşması ile sürülen Çerkesler, çoğunlukla bir şerit şeklinde Türk ile Kürt nüfusunun sınır noktalarına dağıtıldı. Çerkes Ethem, Mustafa Kemal ve diğer Kemalistler gibi İttihat ı Terakki’nin bir üyesi olmakla birlikte, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ile işbirliği içinde olmadığından, Kemalistlerle girdiği iktidar mücadelesini de kaybetmiştir. Birinci dünya savaşı sürecinde Alman generallerinin komutası altında İngiliz ve Fransızlara karşı işbirliği içinde savaşan Talat Paşa ve Enver Paşa tasfiye edilirken ve Çerkes Ethem’in önü kapatılırken, M. Kemal’in önü açılmıştır. Çerkes Ethem’in hain olarak damgalanmasını haklı gösteren bir olgu bulunmadığı gibi,adının önüne etnik aidiyeti eklenerek damgalanması, bütün Çerkesler açısından hukuksuz bir baskı ile şaibe üretimine yol açmaktadır. Genel anlamda bütün Kafkas halklarının (Çerkeslerin, Lazların, Gürcülerin, Çeçenlerin) ulusal azınlık oldukları yasal çerçevede kabul edilmeli,dilleri,kültürleri anadillerinde eğitim hakları yasal güvenceye kavuşturulmalı ve kendirlerine dayatılan asimilasyonist politikalar terk edilmelidir.

Karaci, Romen, Mıtrıp, Elekçi, Çingan, Poşa, Abdal, Cono, Kıpti, Gevende, Şopar, Orum, Haymantos, Dom, Şıhbızınlı, Teber, Aşık, Arabacı, Luri, Luli, Lom gibi pek çok isimle adlandırılan Çingeneler, Aryan halk gruplarındandır ve ana dilleri de Hint Avrupa dil grubu içerisinde bulunmaktadır. Çingeneler, dünyanın bütün kıtalarında ve pek çok ülkeye yayılmış şekilde bulunmakta olup, her yerde en alttakileri oluşturmaktadırlar. Tarih boyunca Kalderaşlar (Lovariler, Boyhalar, Luriler, Çurailer), Gianderler ve Manuşlar (Valsikanlar, Pimotesiler, Gayikanlar) şeklinde üç temel kola bölünerek adlandırılmış oldukları anlaşılmaktadır. Çingenelerin dünyaya bu şekilde yayılışı nedeniyle ana vatanları hakkındaki en yaygın tarih teorisi; Gazneli Mahmut un Sindh ve Penjap ı işgali sırasında 500 bin Karaçi’yi (Çingene’yi) esir alarak köleleştirdiği ve bunların köle olarak satılması üzerine de dünyaya yayılmış olduklarıdır. Çingeneler, Hindistan’ın Pencap-Sind (Pakistan-Karaçi) nehir havzasından (o dönemde Pakistan ve Afganistan’ın da içerisinde bulunduğu bölgedir) alınarak; Kürdistan, İran ve Anadolu üzerinden götürülmüş oldukları ileri sürülmektedir. Gerek Bizans döneminde, gerek Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında İstanbul’daki Çingeneler, “kipti” olarak adlandırılmıştır. Osmanlı döneminde, Rumeli topraklarında bulunan Çingeneler ayrı yönetim durumundaydı ve Çingene sancağında kendi kendilerini yönetmekteydiler. Çingenelerin ulusal dini Romenipen olsa da Hıristiyan, Müslüman ve Bektaşi olan Çingeneler de bulunmaktadır. Çingenelerin, bahçe tarımı yapan anaerkil bir toplum durumunda iken, çoban kabilleri tarafından göçebe zanaatçı durumuna sokulmuş olmaları da ihtimal dahilindedir. Anaerkil ve barışçıl toplumsal yapıları nedeni ile savaşlara katılmayı red ettiklerinden, ganimete ve toprağa da sahip olmamışlardır ve bu nedenle de en alttakiler olarak yaşamışlardır. Kadını kişiliksizleştiren ataerkil topluluklar, Çingeneleri kendi topluluklarının sınırda yaşamaya zorlamış görünmektedirler. Çingenelerin,diğer temel bir özelliği de göçebe zanaatçı olmalarıdır. Çingeneler, Nazi Almanya’sında Yahudiler ile birlikte soykırım süreciden geçirilmiş bir halktır. Çingeneler, Türkiye de hala eşit kabul edilmemekte ve sürekli aşağılanmaktadır. Çingeneler, bir mahalle veya şehirden kovulurken, diğer bir şehir ve mahallede ise yerleşebilmelerine olanak tanınmadığını güncel olaylar nedeni ile biliyoruz. İnsanoğullunun kendi türünden olanlara yaptığı haksızlıklar içerisinde, herhalde en ağırı Çingenelere yapılanıdır. Yetmiş iki buçuk milletin “buçuğu” şeklinde nitelendirilerek, aşağılanmak istenen Çingenelere yönelen ırkçı gericilik kabul edilemez. Çingeneler, insanlığın eşit ve değerli bir parçasıdır, maruz bırakıldıkları aşağılanma, baskı ve haksızlıklara son verilmelidir. Çingeneler bir ulusal azınlık olarak kabul edilmeli, dilleri, kültürleri ve kendi dillerinde eğitim hakları kanuni güvencelere kavuşturulmalı, maruz bırakıldıkları asimilasyon politikaları terk edilmelidir.

Karadeniz’deki Pontuslu Rumlar, akrabaları olan Makedon, Yunan, Bizans ve Romalılardan farklı olarak Helen’dir, ataları da Miletlilerdir. Miletliler MÖ 2000 yıllarında Girit, Mora ve Yunanistan’da hakimiyet kurdularsa da Dorların saldırısı ve köleleştirme ihtimali karşısında; önce Ege ye ve MÖ 100 yılında da Doğu Karadeniz’e gelerek, Pont krallığını kurdular. Pontuslu Rumlar, Roma İmparatorluğu’nun, Bizans İmparatorluğu’nun ve 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi fetih etmesi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girdilerse de 20 yüzyılın başına kadar ulusal ve dinsel varlıklarını devam ettirdiler. 1915 ile 1924 yılları arasında 1 milyon civarındandaki Pontuslu Rum, Rusya, Yunanistan ve Lübnan’a göçertildi. Karadeniz’de kendilerini saklayarak ya da din ve dil değiştirerek kalabilen Pontuslu Rumlar ise ya asimilasyonu yaşayıp Türkleşmiş ya da gizliden dini ve milli aidiyetini yaşayıp sürdürebilmektedir. Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun, Gümüşhane’deki nüfusun önemli bir bölümü zora dayalı asimilasyon çerçevesinde Türkleştirilmiş Pontus’lu Rumlar ile hala etnik ve dini kimliğini gizili olarak yaşayan Pontus’lu Rumlardan oluşmaktadır.

Huri ve Urartuları ataları kabul eden Ermenilerin (Armen) tarihteki adlarına öncelikle MÖ 625’te (kimi tarihçilere göre MÖ 612’de) kurulan Medya İmparatorluğu döneminde bir boy rastlanabilmektedir. Ermeniler de Kürtler gibi Ari halk gurubunun mensubudur ve Hıristiyanlığı kabul etmeden önceki tarihsel süreçte (MS 4 yüzyıl öncesinde) Zerdeşti (Zerdüştlük) dinine inanmaktaydılar. Bizans İmparatoru Konstantin’nin bütün dünyayı Hıristiyanlaştırma hedefi çerçevesinde Serhat bölgesini fetih etmesi ile birlikte, Ermeniler Hıristiyanlığı kabul etmeye başlayarak, diğer Aryan halk gruplarından ayrı bir ulus olma sürecine girdi.

Araplar ve İbraniler (Yahudiler) ile birlikte Sami halk grubunu oluşturan Asuriler; Hz. İsa’nın Tanrı mı, Tanrı’nın oğlu mu, peygamber mi tartışması üzerinden gerçekleşen ayrışma üzerinden; Süryani, Keldani, Nesturi, Maruni isimleri altında alt gruplara ayrıldı. M.Ö. 1500 yıllarında Arabistan coğrafyasından güney Mezopotamya’ya ve daha sonrada kuzey Mezopotamya’ya yayılan Asuriler, Pontus’lu Rumlar ve Ermenilerin tersine Lozan’da dahi bir ulusal azınlık olarak kabul görmemişlerdir. Asuriler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Çingeneler, Gürcüler, Araplar, İbranilerin (Yahudiler) tersine Lozan’da azınlık kabul edilen Ermeniler ile Rumların ise, söz konusu antlaşmadan kaynaklanan haklarının dahi tam olarak uygulanabildiğinden bahsedilemez. Asurilerin Süryani koluna mensup olan Mehelmiler, 1919’te Mardin Nusaybin Midyat ve Savur arasındaki alanda Kürt Ezidi, Ermeni ve Kürt Müslüman olanlarla birlikte yaşamaktayken, İttihatçıların tek din, tek millet, tek dil, tek kültür siyaseti çerçevesinde zorla Müslümanlaştırılanlardır Mehelmiler, Kürt nüfusu içinde yaşamaktan dolayı Kürtçe konuşmakta ise de (Hatta Kürtleşmiş olanları bulunmakla birlikte), Kürt, Arap yada Türk değillerdir. Adı geçen bütün etnik kökenlerin aidiyetleri, dilleri, kültürleri ve eğitim hakları yasal güvenceye kavuşturulmalı, dini inançlarını özgürce yaşama olanakları sağlanmalıdır. Her aidiyetin demografik açıdan yerleşik bulunduğu yerleşim birimlerindeki eski isimlerinin (orijin isimlerinin) ivedilikle iade edilmesi için yasal düzenleme yapılmalıdır.

Başta Osmanlılık ilkesini (Osmanlı’nın Birliği Çizgisini) savunan İttihattı Terakki, Balkanların kayıp edilmesi ile birlikte, İslamlık ilkesini (İslam Birliği çizgisini) savunmaya başladı. Ancak daha sonra Arabistan’ın da elden çıkması üzerine; Türklük-Türkçülük eksenli ırkçı çizgiyi esas almaya başladı. İttihadı Terakki Partisi, emperyalist bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesinden, diğer ulus, ulusal azınlık ve dinlerin reddiyesi, inkarı ve imhası temelinde devlet çarkı üzerinden totaliter-ırkçı bir devlet-ulus modelini kurmaya yöneldi. Kemalizm, İttihatçılığın kendisi ve devamıdır. Kemalizm kavramı altından devam eden tek millet, tek dil, tek kültür, tek din bu inkarcı, retçi, imhacı anlayışın diğer bir ifadesidir. 1915’te İttihadı Terakki hükümetinin kararı ile bir buçuk milyon üzerinde Ermeni, Pontuslu Rum, Asuri (Süryani, Keldani, Nesturi) ve Kürt Ezidisi göçertilirken, bir buçuk milyondan fazla bir nüfusları da toplu imha sürecinden geçirildi. Çok büyük ölçüde judaik ve masonik olan İttihadı Terakki partisinde Sebatayaların örgütlü olmaları ve 4.Mehmet döneminden itibaren etnik ve dini aidiyetlerini gizlemeden, açıkça ve baskıya uğramaksızın yaşama olanaklarının ortadan kaldırılmış olması sebebi ile, toplu imha sürecine maruz kalmamışlarsa da diğer gayri Müslimlerin göçertilmesi, toplu imha ve zora dayalı asimilasyona maruz bırakılması karşısında söz konusu süreci gayrimüslimlerin toplu imhası şeklinde adlandırmak daha doğrudur.

Sebataylar; etnik köken anlamda İbrani ve dini açıdan Yahudi kökenlidir. 1492 yılında İspanya’daki Engizisyon mahkemelerinden kaçan Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğindeki Selanik şehrine yerleştirilmiş olmakla birlikte, zamanla imparatorluğun egemenliğindeki şehirlere de yayılarak yerleşmeye başladılar. Ancak Selanik, 1924 kadar da bir Sebatay şehri kaldı. 1629 yılında İzmir de doğan Sebatay Sevi hahamlık yaparken, 1648 yılında Yahudi din kitaplarını yeniden yorumlayarak vaazlar verdi ve kendisini Mesih (Mehdi) ilan etti. Taraftarları çoğalmaya başlayınca, resmi Yahudilik görüşünü temsil eden hahamlar tarafından, Osmanlı padişahı 4.Mehmet’e şikayet edildiğinden, Padişah tarafından kendisine sunulan “öldürülmek veya Müslüman” olmak seçeneklerinden; “Müslüman olma alternatifini” tercih ettiğini belirterek canını kurtardıysa da örtülü olarak inancını yaşamaya devam etti. Taraftarlarına da toplum içinde Müslüman gibi görünüp hareket etmelerini, buna karşın cemaatleri içersinde kendi inançlarını yaşamaya devam etmelerini salık verdi. Bunun üzerine Arnavutluk’un Ülgün kasabasına sürgüne gönderildi ve 1675 yılında bu kasabada vefat etti. Adlarını Sebatay Sevi’den alan Sebataylar, günümüzde de etnik ve dini kimliklerini saklamaya devam ettiklerinden, (yani kendi içlerinde Yahudi, dışarıda ise, “Müslüman Türk” olarak kendilerini tanıttıklarından) toplumda “dönme” denilerek ağılanmaktadırlar.

Aslında Sebatayların dönmeliği zorunluluklar altında ortaya çıkmış, bir mağduriyet sürecinin olgusu olmakla birlikte, İtthad-ı Terakki’nin kuruluşu sürecinden itibaren siyasi, askeri ve ekonomik sistemin temel noktalarına yerleşmek ve sürekli devleti belirleyebilmek açısından gerici bir tercihe dönüştüğü de aşikardır. Her şeye rağmen sadece Sebataylara dönme denilmiş olması da haksızlıktır. Çünkü etnik veya dini kimliği üzerinden kendilerini ortay koymayanlara dönme denilecekse; diğer etnik ve dini aidiyetlere tabi olmakla birlikte, kendilerini etnik açıdan Türk ve dini açıdan da Müslüman olarak nitelendirilenlerin bütünü dönmedir. Sebataylar, kendi kimliklerini ortaya koymalı, iki dinli, iki ruhlu, iki kişilikli yaşamayı kabul etmemelidirler. Sebatayların son beş on yıllık süreçte ikiye bölünmeye başladıklarını ve geçmişte bütününe yakını İttihatçı-Kemalist gericiliğin savunucuları durumunda iken, bir bölümünün bu çizgiden kopmaya başlaması ile birlikte, cemaatlerine özel olarak yüklenmenin gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Genel anlamda Yahudilik ve özelde de bir yorumu olmakla birlikte, resmi yorumun dışına taşması nedeni ile İsrail devletinin Yahudilik içersinde görmediği Sebataylık üzerindeki mahalle baskısı, kin ve aşağılama hukuksuzdur, önlenmelidir. Her aidiyet gibi genelde Yahudilerin ve özelde de Sebatayların aidiyetleri, dil, din ve kültürleri ile eğitim hakları yasal güvence altına alınmalıdır. Anti semitizim (Yahudi düşmanlığı) ırkçılık ve gericiliktir, kabul edilemez. Aynı şekilde Mısır’dan Fırat ırmağına kadar bütün toprakları Yahudi toprakları olarak algılayan Siyonizm de; daha büyük bir ırakçılık, gericiliktir. Siyonizim; felaket niteliğindeki çatışmalar ve acılar dışında hiçbir sonuç doğurmayacağı açık olan uydurmalara dayalı cehalet çizgisidir.

Semavi dinlerin dışında olup, Batini bir din olan Zerdeştiliğin devamı durumundaki Ezidilik, Kızılbaşlık (Alevilik), Kakailik (Yarisani-Ehli Hak), Dürzilik mensupları ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği sistematik ve periyodik toplu imhalardan anlaşılacağı gibi, (örneğin en ağır saldırıları gerçekleştiren Yavuz Sultan Selim ile Kuyucu Murat Paşa’nın toplu imha ve sürgünlerinden anlaşılacağı üzere) Hıristiyanlar gibi milleti mahkuma olarak dahi kabul görmemişlerdir. Cumhuriyet döneminde de “En hakiki mürşit ilimdir” denilerek, Alevilerdeki pir ve mürşitlik makamı üzerinden ayrı bir inanç olan Alevilik (Kızılbaşlık) ötekileştirildi. Tek din ve tek kültür çizgisi temelinde, Alevilerin kendi inançlarından kaçması için, bir taraftan inançları hakkında gerçekdışı aşağılayıcı uydurmalar yapılırken, diğer taraftan İslam’ın bir mezhebi olduğu propagandası yapılarak asimilasyon politikası derinleştirildi. Tekke, zaviye ve dergahlar kapatılırken, bakiyede sadece cami bırakıldı. Alevi, Ezidi ve Hıristiyan, Bektaşi köylerine cami yapma süreci başlatıldı. Daha önemlisi 1921 yılında Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki ordu, Sivas ve çevresi olarak tabir ettiğimiz Koçkiri de; 3 bin Kürt Alevi köyünü yakıp yıkarak, toplu imha sürecini uyguladı. 1937-1938’de ise Sakalı Nurettin’in torunu olan Abdullah Alpdoğan komutasındaki ordunun karadan, buna karşın M. Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in de havadan yaptığı bombardımanlar çerçevesinde, Dersim yöresinde 80 bin civarında Kürt Alevi toplu imha sürecinden gerçekleştirildi. 1924 de Diyanet Teşkilatı devlet teşkilatının içerisinde kuruldu. 1955 yılında ise, kontrgerillanın organize ettiği bir provokasyon sonucunda 6–7 Eylül saldırıları gerçekleştirilerek gayrimüslimlerin malları yağmalanarak, göçmeye zorlandılar. Kızılbaşların İslam içerisine çekilmesi ve asimilasyon sürecinin derinleştirilmesi için periyodik aralıklarla Malatya’da Kahramanmaraş’ta, Çorum’da Sivas’ta (Madımak’ta) ve Gazi’de toplu imha süreçleri uygulandı. Bu olaylar, Osmanlı döneminde Müslümanlara milleti hakime, gayrimüslimlere de milleti mahkuma denilerek kurulan ötekileştirme sistemi ile toplu imha çizgisinin devam ettirildiğini göstermektedir.

Günümüz de ise, Kürt yerleşim birimlerinde son yirmi yıllık bir süreçte, normal sivil yaşam içerensindeki Kürtlere yönelik olarak gerçekleştirilen öldürme, yaralama ve kundaklama eylemlerinin sayısı 125 bindir. Bu eylemlerin failleri olan İttihatçı-Kemalist kontrgerillacılar, diğer bir değişle Teşkilatı Mahsusa’nın çocukları ortaya çıkarılabilmiş ve yargı önüne çıkarılmış değildir. Ayrıca dört bin köy yakılıp yıkılmış ve dört milyon insan da zorla göçertilmiştir. 1908’de İttihadı Terakki’nin planlama, istihbarat ve gizli eylem dairesi olarak kurulan Teşkilatı Mahsusa, lokal adlar ve farklı isimler ile varlığını ortaya koymayı sürdürmekte, devlet adına imha pratiklerini gerçekleştirmeye de devam etmektedir. Devletin kontrgerilla birimleri bütün tetikçilerle birlikte ortaya çıkarılmalı, yargıya teslim edilmelidirler. AKP hükümetinin iradesizlikten, korkudan ya da en üst düzeyde görev yapmış devlet adamalarının faili meçhul olarak nitelendirilen olaylarda sorumluluğunun bulunmasından ve buna bağlı olarak devletin imajının tümden batabileceği kaygısından, yahut var olan hukuk dışı yapıyı (kontrgerillayı) ehilleştirip kendi denetiminde kullanabilmek isteğinden dahi olsa; bütün tetikçi ve planlamacıları ortaya çıkarmaması halinde, failler ile birlikte bütün olayların sorumlusuna dönüşeceği aşikardır. Toplu imha pratiklerine ya da mekan ve zamana yaydırılmış imha eylemlerine katılmış bireylerin isimleri; yerleşim birimlerinin, parkların, yolların, caddelerin adı olmaktan çıkarılmalıdır. Toplu imha süreçlerinin bütününe karşı durmanın ve mağdurlara saygının bir sembolü olması açısından; toplu imha anıtı yapılmalı ve müzesi kurulmalıdır. Çeşitli süreçlerde toplu imhaya maruz bırakılanlar ile sürülmüş olanlara ve çocuklarına vatandaşlık hakkı verilmelidir. Toplu imha süreçlerinin lokal düzeyde de olsa bir daha yaşanmaması ve tarihsel belleğimizin silinmemesi ile vicdanlarımızın da buharlaşmaması için, insanlık suçlarının bütününe karşıyız, eylem sahiplerinin de gücü ne olursa olsun karşıların da dururuz..

M.Ö. 3000 yıllarında (Birinci Zerdeşt Nebi Nuh döneminde), Kürtlerin ilk ulusal inancı güneş tapınmacı olan Mitra dinidir. M.Ö 2000 yıllarında bir Mitrai olan Hz. Halil İbrahim (Xelil Brahim (Halil İbrahim) – Huşeng) İkinci Zerdeşt olarak, Mitra’nın diğer değerlerini reddetmeksizin, sadece güneşin tanırının kendisi değil, ancak tanrının nuru olması nedeniyle kutsal olduğunu ortaya koyarak, tek tanrılı inanç olan Zerdeştilik dinini kuruluş sürecini başlattı. Tarihin ilk tek tanrılı dini olan Zerdeştilik, M.Ö 7. y.y.’da Urmiye’de doğan Spitima ya (3.Zerdeşt’e) tarihin ilk Kutsal Kitap olan Zend Avesta’nın gelmesi yanında Gatalar (beyit ve deyişler) şeklinde hırkalı pir ve dervişleri ile birlikte çalgılar eşliğinde vaazlar yaparak bu dinsel inancı reforme etmesiyle birlikte, Batini bir inanç durumunda bulunan Zerdeştilik; Med (Medya) İmparatorluğu’nun resmi dini haline geldi. Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq), Dürzilik, Şebekilik ve Bektaşilik gibi batini inançlar, Zerdeştiliğin bütün ritüellerini taşıyan birer yol olarak ortaya çıktı.

Bütün Batini inançlarda olduğu gibi Bektaşilikte de iç evliliğin zorunluluğuna dayanan kan esası üzerinden inanç aidiyeti geçerken, Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra, inanç mensubu anne babadan doğmuş olmaya dayanan kan esasına dayalı aidiyet ilkesi kaldırıldı. Bektaşiler, bu yanları ile diğer Batini inançların mensuplarından farklılaşmaya başladı. Bektaşi olan bir halife babasının diğer dinlerin mensuplarına el vermesine (icazet ermesine) dayanan ikrarlar ile geçişlere imkan sağlanmaya başlandı. Bu yolla Bektaşi olabilmek; bir halife babanın icazetine (el vermesine) ve başka bir dinsel inançtan gelen kişinin de inancın yoluna girmek için ikrar vermesine dayandırılmaya başlandığından, Alevilik yanında diğer Batini inançların tersine, gerek inanç ve gerekse kan ve milliyet esası bağlamında heterojen niteliğe kavuşmaya başladılar. Çünkü Bektaşiliğe diğer dinlerden geçmeye başlayanlar, daha önce tabi oldukları dinlerin bazı ritüellerini de kendileriyle birlikte taşıdıklarından, bu inanç Aleviliğin tersine heterojen halle gelmeye başladı. Bir süre sonra Bektaşilik Yeniçerilerin yoğun şekilde geçtikleri bir inanç haline gelmeye başladı ve bu Yeniçeriler in fetihçilik pratikleri çerçevesinde Alevilikten farklı olarak devletle birleşerek Balkanlara kadar yayıldı. Diğer batini inançlar (Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq), Durzilik) ise; hem milliyet bazında hem de dini inanç ve ritüeller bazında esasen homojendir.

Zerdeştilikte var olan Mir (Poştnişin), Veli, Pir, derviş, mürit tabakalaşma ve hiyerarşisine dayalı kast sistemini kabul etmek, semah, cem, Aralık ayında üç günlük oruç sonrasında bayram yapmak, 21 Mart’ta Newroz bayramını kutlamak, Hıdırellez şöleni yapmak, mehdi inancını taşımak, saz, kaval, kemençe, tef gibi çalgılar eşliğinde dini beyit ve deyişler söyleyerek müzikli dini ayin yapmak, ibadethane ve hukuki sorunların çözüm yeri olan Cem de gönül de tanrıyı tasarlayarak trans hali yaşamak, bu çalgıların ibadet aracı olması nedeniyle kutsal kabul etmek, Cem de Homa şerbetini içmek, dünya-ahret kardeşini (musahip) seçmek, doğanın canlı olduğunu kabul etmek, kanlı kurban geleneğinden uzak durmak, ruhun ölmezliği ve göçüne (devri don) inanmak, yeni doğan çocuk için tören yaparak isim vermek, 15 yaşında Pir önünde ikrar getirerek yola girmek, niyazda bulunmak, büyük veli ve pirlerin mezarlarını ziyaretgah kabul etmek, tanrının nuru kabul edilmesi sebebiyle güneşi ve dört temel unsur olan ateşi, toprağı, suyu havayı kutsal saymak, tanrının ruh olarak insanın içersine yansıdığına inanmak ve bu nedenle insanı kutsal sayarak, yaşama insan merkezli bakmak, kadını erkeğe eşit görmek, inanç mensubunun başka bir dinin mensubuyla evlenmesi halinde aforoz etmek, büyük velileriyle peygamberler arasına bir fark koymamak,büyük velilerinin mezar ve makamını ziyaretgah kabul etmek, Zerdeştin doğruluk, dürüstlük, temizlik, iyilik ve iyi davranış sözlerinde özetlediği ahlakı esas almak, başka inançlara karşı hoşgörülü olmak; Manilik, Mazdekilik, Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Tahtacılık, Ezidilik, Cercerilik, Kakailik (Yarısani-Ehli Heq), Durzilik, Şebekilik ve Bektaşilik gibi bütün batini inançlarda birer ritüel olarak devam etmektedir.

Bu batini inançların bütünün doğuş yeri; Kürt yerleşim birimleridir. Bu Batini inançların bütünü Kürtlerin yaratımıdır ve Kürt ulusal inançlarıdır. Üç semavi din ise, Kürt yerleşim birimlerine sonradan ve dışarıdan gelerek giriş yapmıştır. Tahtacılık, Aleviliğin lokal bir yorumu iken, Cercerilik ise, Ezidiliğin lokal bir yorumudur. Cerceriler, Şeyh (Pir) Adi’nin Araplara karşı yürüttüğü savaşta yenilmesinden sonra kendilerine sığındığını ve diyanetlerine dışarıdan giremeyeceğini söyleyerek ayrılmış olan Ezidilerdir. Zerdeştilik ve birer yolu olan bu inançlar; bir felsefe olduğu kadar, bir kültür ve dinsel inanç durumundadır. Bu batini inançların ortaya çıkış süreci; tarihsel kaynakları anlamında semavi dinlerden önce olduğundan ve Semavi dinlerle (Yahudilik Hıristiyanlık, İslam) ortak ritüelleri bulunmadığından; Manilik, Mazdekilik, Kızılbaşlık, Tahtacılık, Ezidilik, Kakailik, Şebeklik ve Dürziliğin; İslam yanında diğer Semavi dinlerle bir ilişkisi bulunmamaktadır. Eğer ille de bir ilişki aranacaksa, Batini bir din olup tarihin ilk tek tanrılı,peygamberli ve kutsal kitaplı inancı olan Zerdüştiliğin (Zerdeştiliğin) ve bunun birer lokal yorumu ve yolu durumundaki Mazdikilik, Alevilik, Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq) Şebekilik, Dürziliğin bazı kurum ve ritüellerinin söz konusu üç Semavi din tarafından aynen ya da başka yorumlayışlar ile alınmış olduğunu söyleyebiliriz. Maniliğin yaratıcısı olan Mani de bir Zerdeşti’dir, ancak bu din ve felsefeyi yaşadığı çağa göre bazı yanları ile yeniden yorumlayarak, Mani dinini kurmuştur.Bu Batini inançların bütününde bugünkü bilimsel sosyalizm nitelinde olmasa da bölüşümcülük açısından sosyalizan bir yan vardır. M.S. 4 yüzyılda Sasani İmparatorluğu hanedanın dayattığı ağır zülüm ve yoksulluk karşısında bir Zerdeşti olan Mazdik’in;”Yarin yanağından gayri her şeyin mutlak eşit bölüşümünü savunarak halk kitlelerinin ayaklanmasına önderlik ettiği ve egemenlerin kendisini gözden düşürmek için, kadınlar da bölüşmeyi önerdiği konusunda dezerformansiyonlar da bulundukları anlaşılmaktadır.Çinlilerden alınan bir büyücülük tekniği olan ve bugün dahi Moğolistan bozkırlarında rastlanmakta olan Şamanizm’in de din tarihçilerinin ortaya koyduğu gibi; Alevilik ve söz konusu diğer batini inançlarla bir ilişkisi bulunmamaktadır. Zerdeştilik dini ile bu dinin birer yorumu,yolu ve devamı olan Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Tahtacılık, Ezidilik,Cercerilik, Kakailik (Yarısani-Ehli heq) Şebekilik, Durzilik inançlarının mensupları farklı dini aidiyetleri kültür ve felsefeleri sebebi ile sürekli toplu imhalara maruz kaldıklarından, korunabilmek ve inançlarını yaşamak açısından kendilerini topraktan (tarımdan) ve ticaretten kopararak en ulaşılmaz dağlık alanlara sığınmak durumunda kalmışlardır. Bu batini inançlar üzerindeki baskı ve saldırılara son verilmelidir. Tarih boyunca maruz bırakıldıkları ağır zulümler nedeniyle mensuplarından özür dilenmelidir.Dini aidiyetleri, kültür ve yaşam felsefeleri yasal güvence altına alınmalı, asimlasyonist politikalar ile yaftalamalar terk edilmelidir.