Yazan: M. Yılmaz Avcı
Yayına Hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz
[TÜRKÇE- LAZCA]
Öyle zamanlarda öyle şeyler olur ki, asla unutulmaz. Burada anlatacağım olay başımdan geçtiğinde dört-beş yaşlarında var veya yoktum. Avluda kendi kendime oyun oynarken, yengem çıkageldi. Biraz bana takıldıktan sonra eve girip annemin yanında oturdu. Evin kapısı açık olduğu için içerdeki konuşmalar dışardan da duyuluyor ve bazıları da anlaşılıyordu. Bir müddet sonra amcam da geldi ve avlunun etrafını çeviren çepere yaslandı. Bir yandan bana bakıyor, bir yandan da köpeği çağırıyordu. Neden sonra bana dönüp:
-Hey, sen orda ne yapıyorsun? Çamurda ne yuvarlanıp duruyorsun! Diye sordu:
-Oynuyorum… Sinek yüzdürüyorum.
Bizim konuşmamız içeriden duyulunca, yengem beni çağırdı. Koşarak yanlarına girince bana:
-Hey, kim geldi! Kimle konuşuyordun? Diye sordu.
O zaman bir an için şaşırdım. Benim amcam, yengemin nesi oluyordu! Cevap veremediğim için yüreğim sıkıştı. Benim şaşkınlığımı görünce yengem daha da üsteledi.
-Çocuk, kimin geldiğini neden söylemiyorsun? Yoksa tanımıyor musun?
-Hee.. Tanıyorum…
Yine sustuğumu görünce sıkıştırdı:
-Yoksa avluya inek mi girdi?
-A-ah! Baban geldi.
Bir anda ağzımdan dökülen bu kelimelerden sonra annem ve yengem beni şöyle bir süzdükten sonra makaraları koyuverdiler. Ben çok utandığımdan dışarıya kaçarken yengem yine lafını yetiştirdi:
-Babama söyle de buraya gelsin!
Dışarıya çıkınca amcam da beni yakaladı. Bakınca onun da güldüğünü gördüm. Belli ki o da her şeyi duymuştu.
-Seni çağırıyorlar! Deyip uzaklaşırken amcam:
-Kim çağırıyor? Diye yetiştirdi.
Haydaa… Amcam yengemin babası ise yengem amcamın nesi olurdu! İyice şaşırınca, o da sıkıştırmaya başladı:
-Yahu, kim çağırıyor? Niye söylemiyorsun?
Kaçacak yol bulamayınca attım.
-Annen! Diye cevap verdim.
O zaman amcamın gülmesiyle dünya yıkılıyor sandım. Gözyaşı dökerek ağlamayı ben ilk defa onda gördüm. O günü nasıl unutabilirim.
Konu çocukluktan açılınca, çocuklukta dimağda yer alan bazı olaylar asla unutulmaz. Öyle ki onları ömür boyu anar dururuz.
Yeni evimiz, eski evimizden 15-20 metre kadar mesafede, köye girişteki şose yolun üzerinde ve bodrumla beraber üç kat olarak inşa edilmiş ilk tuğla evdi. Bu evi babam sekiz çocuk için sekiz odalı yapmıştı bunların beş adedi giriş katında, üç tanesi de üst katta idi. Bunların dışında, gelip geçen yolcuların geceyi geçirebilmeleri için bodrumda da bir oda düzenlemişti. Biz bu evi, hemen alt tarafında bulunan dededen kalma iki katlı kagir-ahşap karışımı olarak inşa edilmiş evimizi yıktıktan sonra 1949 yılında inşa etmiştik. O zamanlar ben henüz on yaşlarında idim ve hafriyattan doğramacılığa, hatta ormandan kestiğimiz keresteyi halatlarla sürükleyip eve götürmeye, hatta hatta ortaokul çağlarında iken babamlar tarafından ormanda kesilip yüksek iskelelere yerleştirilen kestane tomruklarını Müşir ile beraber büyük hızarla biçmeye kadar her çeşit işte çalışmıştım.
Köyde alışılagelmiş diğer evlerde ise gündüz yaşamının geçirildiği “mutfak” kısmının zemini sıkıştırılmış toprak, tavanı ise ateşten çıkan dumanın rahatça çıkabilmesi için açık olurdu. Çatının bir yanından diğer yanına uzatılıp “ongore” adı verilen büyük bir kiriş, çatı yükünü tek başına taşıyacak mukavemette kalın ceviz ağaçlarından teşkil edilirdi.
Bazı evlerin girişi yine iki taraftan verilirdi. Bir taraf bahçeye, diğer taraf ta, genelde sadece ön kısmı açık olan ğociye açılırdı. O devirlerde soba diye bir şey bilmezdik. Günlük yaşamın geçtiği “mutfak” adı verilen salonun bir tarafındaki şöminede bir yandan yemek kazanları kaynarken bizler de önünde ısınmaya çalışırdık. Tabii ki bütün muhabbetler o şöminenin önünde geçer, masallar orada anlatılırdı. Şöminesiz evlerde ise, bu ateş mutfağın ortaya yakın bir bölümünde yakılır ki buraya “okrebule” denirdi. Kazanlar ise tavanı olmayan mutfaktaki bu ateşin üstüne çatıdan indirilip “keremuli” adı verilen zincirlere asılarak kaynatılırdı. Yanan odunların yan taraflarına, “omtinale”, plekinin yaslandığı taşa “okitze”, ateş yakılan yerin ön kısımlarına “oxorşkaguri”, mutfağa girişte güğümlerle batmani dediğimiz çok büyük küplerin konduğu ve el-yüz yıkanan yere “Otzkare”, tabakların konduğu rafa “otzude”, kaşıkların konduğu yere “Okizale”, duvara raptedilen raflara “tereği”, tavana kadar yüksekliği olup içine yiyeceklerin konduğu dolaba “taro”, un ve mısırın konduğu ve taronun alt bölümünde yer alan dolaba ise “kharo” adı verilmektedir.
Havanın kararmasından yatağa girinceye kadar geçen zaman dilimi bu mutfakta yaşanırdı. Mısırın ve fındığın koçanlarından ayrılması için yapılan harman imeceleri de doğal olarak burada yapılırdı ki bu imeceler bir düğün havasında geçerdi.
Eski evlerin dış duvarları kâgir–karkas denilen çeşitte, yani ahşap dikme ve payandaların arasına taş dolgu ile yapılırdı. Evin diğer bölümlerindeki döşeme ve bölmeler ise kestane tahtasından yapılırdı. Ev yıkıldıktan sonra bile çok dayanıklı olan bu tahtaları yeni yapılacak evlerde de kullanmak mümkündü. Bu evlerin arka tarafına “jimoka”, bulaşık sularının döküldüğü giriş kısmındaki saçak altına ise “oçotura” denmektedir.
Bu evlerde bütün odalara girişler mutfaktan doğru yapılır. Bu odalar, kullanılış amaçlarına göre çeşitli isimler almaktadır:
Didi oda: Evin büyüğüne yani umçaneye ait odadır.
Çita oda: Genelde misafirlere tahsis edilir.
Gverdiş oda: Yeni evli çiftlerin odasıdır.
Şkaş oda: Girişin hemen yan tarafında ama kapısı mutfağa açılan odadır.
Yaziş oda: Bu odanın kapısı da direkt salona (Mutfağa) açılır.
Tudeni oda: Yolda kalan yolcuların, geceyi geçirebilmeleri için bodrumda yapılan odadır.
Khayati: Balkon veya teras gibi yerlere veya araç ve gereçlerin muhafaza edildiği odaya denir.
Çeçme: Tuvalet, daima evin dışında bitişik veya müstakil olarak inşa edilip Foseptik çukuru kazılarak ve genelde tahtadan inşa edilip dışardan “kvantsa” adı verilen testilerle getirilen su yardımıyla taharet işi görülür.
Tabiidir ki, bugünkü yaşam tarzında elektrik ve suyun evlere girdiği bir dönemde artık ne böyle bir ev inşaatı şekli ve ne de öyle bir yaşam tarzını bulmak oldukça zordur. Zira köyümüzdeki yeni evimizi ilk defa tuğla ile bizim inşa ettiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. İlk zamanlar, harç yapımında kullandığımız kumu sahilden eve kadar torbalarla sırtımızda taşımış, sonradan babam bu görevi Kemalpaşa’dan kiraladığı katırlara vermişti. Bugün ise artık villa inşaatlarına doğru gidilmekte olup eski yaşam kültürü de yoklara karışmış durumdadır.
.Yeni evimizde, eski evimizin çatısından aldığımız alaturka (oyuk) kiremitleri kullandığımız için Müşirle beraber onları yerleştirirken zayi olmaması için küçücük parçaları da üst üste koyardık. O kadar ki bazen eğim tersine bile olurdu. Tabii ki bu durum, ilk yağmurda çatının akmasına neden olduğu gibi evin içinde kullanılan tüm tavan, döşeme ve hatta tarabaların bile çürümesine neden olmuştu. Zira bizim yeni evimizin yıkılmasının tek nedeni bu olmuştu.
Köyde var olduğu ileri sürülen cinlerle ilgili olaylar çoğu zaman ya değirmenlerin veya menfezlerin özellikle mansap taraflarındaki ürkütücü karanlık çukurlarında vuku bulurdu. Bu hikâyeler o kadar çoktu ki, bazı kişilerin cinlerle beraber yaşadıkları bile anlatılırdı. Bu cin hikâyeleri içimize öylesine işlemişti ki, geceleri özellikle karanlıkta yalnız başımıza evden dışarıya çıkmaya korkardık. O bakımdan, cinlerin ışıktan korktukları düşüncesiyle, “pakla” dediğimiz ve 1950’li yıllarda ismi “Demokrat” olarak değiştirilen, içine gazyağı doldurulmuş şişelerin ağzındaki bez parçasını tutuşturmak suretiyle elde ettiğimiz en pratik aydınlatma araçlarını elimize almadan geceleyin sokağa çıkamazdık.
Evimizin önünde uzanan “Okepe”nin etrafını Karvati, P’apilati, Bozlobiya, İsiyati, Mtzipurzeni, Qomurzeni vb. birçok ormanlık alanlar çevirir. Bu ormanlık alanlar kesif bir bitki örtüsü ile bir nevi boğuşur durur. Onca çeşit ve renkler içindeki bu ormanı seyretmek insana gerçekten büyük haz verir. Oysa o ağaçların her biri sadece Allah tarafından yaratılabilen bir sanat şaheseri idiler.
Çok eski tarihlerde Karvati taraflarında bir göçük meydana geldiği ve bizim evlerin bulunduğu kısımlara kadar bu heyelanın devam ettiği anlatılırdı ama bu konu biz çocukları hiç ilgilendirmezdi. Karvati’de yer alıp “Montratseli/ Göçük” adı verilen bu büyük göçük yerine Okepe’den bakıldığında, bembeyaz görünüşü ile bir heyula gibi dimdik ayakta duran “Kvakhçe/ Beyaz Kaya” göze çarpar ki bu taş, bence göçüğün orada meydana geldiğinin göstergesi olsa gerek.
Bana göre, bir başka kanıtla da bizzat kendim karşı karşıya kaldım. Yeni evimizi yaptıktan sonra çevre düzenlemesi sırasında yerde gözüme takılan 20- 25 cm. kadar çaplı bir delik ilgimi çektiği için elime aldığım bir fasulye sırığını oraya soktum. Sırık hiçbir tepkiyle karşılaşmayınca da ucunu bıraktım. Sırık bir anda kaybolup gitti. Sonra bir sırık daha aldım o da kayıp gitti. Bir üçüncüyü aldım, o da gitti gider. İşte o zaman anlatılan göçük rivayetinin doğru olabileceği ve bizim evin alt taraflarında büyük bir boşluk bulunduğunu anlamaya başladım. Her neyse…
Köyde inek de olmalı, tavuk da olmalı, köpek de… Elbette köyde sütle yumurtaya para verip şehir hayatı yaşamak olmaz. Ama inek de cins olmalı ki inekliği belli olsun.
Karvati, ayıların cirit attığı ormanlık alandır. Oradaki ayılara tarlalarımızdaki mısırlarımız yetmediğinden ineklerimizi de ikram(!) ederdik. Sonra da büyüklerimiz , “ruca” adı verilen ağızdan dolma tüfekler ve ay baltalarla ayı avına koşarlardı. Tabii her zaman ve her işte olduğu gibi bu işin öncülüğünü de Abdülkadir Amca çekerdi. Abdülkadir Amca, babamın halasının oğlu olup köyde kendini kabul ettirmiş, her işin üstesinden gelen veya öyle olduğu varsayılan aspirin gibi bir adam idi. O kendisine öyle bir hava vermişti ki, bilinmeyen her şey ondan sorulur, dertlere deva için ona başvurulurdu. Köyümüzde bir de Mecit dayımız vardı ki, çok hoşsohbet ve çok müthiş bir ozandı. Kimi görse, neyi duysa anında bir dörtlük uydurup milleti şaşkına çevirirdi. Bir gün beraber otururken karşı taraftan Abdülkadir amcanın geldiğini görünce hemencecik:
“Akşam yemekten sonra yan odaya girer.
Tekniker ekerim mühendis çıkar.”
Diye taşı gediğine koymak suretiyle onun devamlı olarak aşama kaydetmesini o anda ironik bir tavırla ortaya koymuştu. Abdülkadir Amca askerlikte sağlık memurluğu yaptığı için kendini doktor yerine de koyuyordu. Biz de her derdimizde, hatta dişimiz ağırınca bile ona koşardık. Elindeki paslı bir kerpetenle, çürük dişimin yerine yanındaki iki tane sağlam dişimi birden çekişini, keza topuğumda biriken irini boşaltmak için deriyi bir iğne ile geçtikten sonra üstünü bir jiletle kesmek suretiyle irini boşaltıp beni tedavi edişini hiç unutamam. Her işte ön saflarda yer alışını avcılıkta da gösterir, bir anda gençleri yanına toplayıp ayının peşine düşerdi. Tabii ki vurduğu ayının postu her zaman için onun olurdu. Ava giderken, birinci Cihan Harbinde bir binbaşının babama hediye ettiği Osmanlı mavzerini alıp onunla avlanırdı. Ağızdan dolma tüfeği, “ruca”sı olanlar ise genelde kendi kapsüllerini ve saçmalarını kendileri yaparlardı. Kapsül yapmak için haç şeklinde kesilen teneke parçasına kibritin ecza kısmı yerleştirilerek, saçma ise eldeki kurşun parçaları ince plak şekline getirildikten sonra bıçakla kesilerek elde edilirdi. Sonuçta, mutlaka bir ayı öldürülüp köye indirilirdi.
Bir seferinde, beli kırılan bir ayıyı halatlarla Okepe’ye indirmişlerdi. Ayı, sürüklenirken halatı defalarca dişleri ile kestiği için köyden ikinci bir halat götürmüşlerdi. Ayı Okepe’ye getirildikten sonra ise, millet etrafını sarmış, köpekler dalaşıp dururlarken kadınlar da ellerindeki fasulye sırıklarını dürterek ineklerinin hesabını sormuşlardı. O sırada ayının pençelerini yüzüne kapayıp bir insan gibi ağlayışını hiç unutamam. Buna rağmen, hemen teşkil edilen mahkeme heyetinin vermiş olduğu bir kararla, şose kenarındaki bizim kara yemişlerden birinde idam edilerek cezasını tamamlamıştı.
Bu arada, ormanda ayılarla karşılaşınca gecenin köründe patika yollardan yuvarlana yuvarlana köye indiğimiz günlerimiz de olmuştu. Ama ormanlar yalnız ayıların malı değildi. Geceleri bilhassa çakal ve baykuşlarla, Okepe’deki kurbağalar ve bahçelerdeki çekirgeler türlü çığlıklarıyla varlıklarını belli etmeye çalışırlarken, bunlara bir de çeşit çeşit kuşların cıvıltısı ve derenin şırıltısı eklenir, ortaya çıkan bu armonik cümbüş içinde, mutlaka sabah uykusundan feragat etmek zorunda kalırdık.
Köyümüzde bir de Hüseyin vardı ki, Azlağa denince ilk akla gelen kişi o idi. Hüseyin, doğuştan sakattı. Göğsünün bir tarafı öne doğru, diğer tarafı ise arkaya doğru çıkıntılı idi. Tabii bu kadarla bitmiyor, üst dudağı yarık, başı kel ve yarım akıllı bir garipti. Gençliğinde, evde yakaladığı bir kedinin bacaklarını ayırmış ve kazanda onu pişirdikten sonra tavşan niyetiyle yemeye ve ana-babasına ikram etmeye kalkışmıştı. Yalnız üst düğmesi kapalı bir pantolon ve yine göğsü açık bir gömlek dışında bir şey giymez, yalın ayak- başı kabak bir tarzda yağmur çamur dinlemeden, sabahleyin önüne kattıkları iki inekle beraber kendine has türküsünü “Limani dotaneen, muşeni ren, muşeni?/ Liman aydınlanmış, nedendir, neden?” diye bağıra bağıra okuyarak Okepe’ye gelirdi. Beni gördüğünde, “Munii, ar ohuma komomçi!/ Münir, ban bir okuma ver!” Diyerek benden okuyacak bir şeyler ister, ben de yol kenarlarına atılmış gazete parçalarından uzatırdım. Hüseyin onu ters tuttuktan sonra gözünü ufka diker ve “Ataturk,” “İsmet İnoni” diye yüksek söylenirdi. Daha sonrasında ise inekler otlarken Hüseyin de yol kenarındaki kızılağacın altında iki taşın üstüne konmuş olan bir kalasın üstüne oturup akşamın olmasını beklerdi. Tabii bizim en önemli eğlence kaynağımız da Hüseyin ile dalga geçmekti. Hava karardığında ise bu sefer, inekler otlamayı kesip Hüseyin’i önlerine katar ve onu eve götürürlerdi. Sabahleyin, Hüseyin’in sesi ile uyanır ve kalkma zamanı geldiğini anlardık. Ne var ki Hüseyin’in her gördüğü erkeğe “Munii” diye hitap etmesinin nedenini hiçbir zaman anlayamadım. Kısacası, Hüseyin’in adı Azlağa ile beraber anılırdı. O, Azlağa için bir sembol idi. Bu nedenle onun adını burada çok kısa da olsa rahmetle anmadan geçemedim.
Köyde çok büyük yılanlar yaşardı. Bunların içinde siyah renkli olanlar zehirsiz olduğu için onlardan korkmazdık ama “kantkha” dediğimiz, boyları küçük ve rengarenk olan üçgen kafalı engereklerin zehirli olduğunu hepimiz bilirdik. Bu engerekler için bugün taa Avrupalardan köyümüze gelenler onları ülkelerine götürmek için illegal yollardan uğraş vermektedirler. Tabii biz bir yılan cinsi için Avrupalıların köyümüze geleceklerini bilemezdik. Bununla beraber bizim için yılan yılandı. Onun için de her nerede görsek onları vurarak kahramanlık (!) taslardık. Bir defasında Hopa’ya giderken Bucak Nahiyesi yakınlarında yaklaşık 30-40 cm. kadar boyda ve kafasına yakın bir yerinde iki adet bacağı bulunan bir yılan görmüş ve arkadaşlara anlatmış ama kimseyi inandıramamıştım. Bir başka zaman aynı yılandan köyümüzde de tekrar gördüğümde ise bir daha kimseye bahsetmemiştim. Gördüğüm yılan gerçekten iki bacaklıydı ama hiç kimsenin bilmediği bir şeyi başkalarına kabul ettirmek gerçekten çok zordu.
Gayet tabiidir ki yılanın olduğu yerde fare de olacak. Büyük fareleri yakalamak için kapan ve zehirli maddelerin yanı sıra çatı aralarında kullandığımız, “ragi” adı verilen tuzakları kullanarak onları canlı yakalardık ama onları öldürmeye sıra gelince, Müşir ile daima birbirimize pas atardık.
EY GİDİ BEROBA
Eşo orapes eşo şeepe iqvenki, p̆ot̆es varguiç̆k̆ondinen. Berobas tis namomixtu am dulyas memʒxvei do ment̆alei, gektei do goktei xilafi çkar mutu varuğun.
Sum- otxo ʒ̆anei vort̆i- varvort̆i, oput̆es çkimeburot vistert̆işi, yenge çkimi komoxtu. Ar ç̆it̆a komemak̆iduşk̆ule, oxorişa kamaxtu do nanas kiluxedu. Oxoriş nek̆na gonʒ̆k̆imei nart̆uşeni entepeşi sersepe gale ignapet̆u. Kimi nenapeti uxuiʒ̆onet̆u. Mʒika ora mik̆iluşi, cumaditi komoxtu do oput̆eş gomorgvas nagoloç̆k̆adun ğobeis kogolaxedu. Ar k̆ele man moʒ̆k̆ers, ark̆eleti coğoris ucoxop̆t̆u. Mundeşk̆ule:
-Bere! Sin ek mu ikip? T̆alaxis mot doloxe! Yado mk̆itxu.
-Man vister. Mç̆aci vonçvirap.
Çkini sersepe doloxendo ognesşi, Sefiye Dadik domicoxu. Nk̆ap̆inei oxorişa kamaptişiti, mk̆itxu:
-Bere, mi moxtu? Mik̆ala ğarğalap̆t̆i!
Em oras govişaşi. Cumadi çkimi dadis mu aqvet̆u! Mututen varmaçkinuşi, guris memandaru do mutu varmatku. Man namemandaru oxoʒ̆onuşi, dadikti memokaçu.
-Epçi, mi moxtu? Mot vatkumer! Varna variçinopi!
-Koo…Viçinop! Xolo dopstibişi, emukti xolo memokaçu.
-Bere, oput̆eşa puci amaxtui?
-A-ah! Babaskani moxtu.
Nana do dadik ar komendomʒ̆k̆edes do ok̆uleti mak̆arapes kuxuşkves. Man dido oncğori namaquşeni, gale vimt̆işi, yengek k̆ap̆ulaşen nena memiç̆işinu:
-Baba çkimis uʒ̆vi do ak komoxtas!
Gale gamaptişi, cumadik kelomokaçu. Mendap̆ʒ̆k̆edişi, emukti iri şei naognuşeni iziʒapt̆u.
-Sin gicoxopan! Ya vuʒ̆vi do mek̆avilişi, cumadik:
-Mik micoxops? Yado nena memiç̆işinu.
Haydaaa! Cumadi, dadişi baba renna, dadi cumadis mu aqven? K̆aixeşa nagovişaşi koxoʒ̆onuşi, emukti memokaçu.
-Epçi, mik micoxops, mot vamiʒ̆umer? Omt̆inuş gza varmažiruşi vistoli:
-Nana skanik!
Em oras, cumadişi ožiʒinuten kiyana kodilixu. Tolis çalamure gextimei ožiʒunu, ipti man ek mižirapun. Em ndğa muç̆o gomoç̆k̆ondun.
Edo beroba kogomaşinuşi, mʒika çkva berobaşen komevoqonat.
Ağani oxori çkini, mcveşi oxori dop̆ʒ̆k̆itşi, emuşen gamonoxtime piʒarepeti dovixmarit do emuşen 15-20 met̆ro k̆onai jilendo, k̆azonişi kinais bodrumik̆ala sum k̆at̆oni tuğulaten xvenei kyoi çkinişi iptinei oxori rt̆u. Am oxoris babaçkimik ovro bereşeni ovro oda uxveneet̆u. Entepeşi xut oda naamilen k̆atis uğut̆u do sum odati nç̆eris meşadgimuşeni, nç̆eri yendrak̆a- gendrak̆a mutxani doqveet̆u. Babak arçkva oda gzas nagyolumcas k̆oçepeşeni bodrumiş doloxe doʒ̆ipxeet̆u.
Man em orapes 9-10 ʒ̆anei vort̆i mara dixaş ontxoruşen, oxerxu do oqazuşakis iri dulyas oxovuktut̆i. Germas namoktan ç̆uburiş ncaepeşi kyutuğepe xalat̆epeten oxorişa otiru do varnati namok̆vatan svas didi xizarepeten oxerxu, mteli Muşiri do çkimi dulyape rt̆es. Dulyaşen omt̆inu stei ar luksi varti gomaşinet̆es.
Oxoris ndğalenei skidala namik̆ulun do ogyare nauʒ̆umelan didi salonişi tude xvala ok̆ont̆k̆abei let̆a iqvet̆u. Jinti mk̆oma cidaxi gamaxtasten piʒari varmotumet̆es. Edo onʒxones ark̆eleşen majuranişa ongore nauʒ̆umelan ç̆uburişi varna k̆ak̆alişi ar kyutuği kogondumert̆es ki nç̆eişi mteli monk̆anoba emuk tiyupt̆u.
Kimi oxorişa amuluş nek̆na (çkini mcveşi oxoris nart̆u stei) jur k̆elendoti meçapt̆es. Ar k̆elendo ğocişa, majura k̆elendoti ont̆uleşa gamilet̆u. Em orapes soba yado mutu variçkinet̆u. Kimi oxorepe piʒarişi nart̆uşeni ixi ark̆elendo amit̆u majura k̆elendoti gamit̆u. Ağani oxori çkinisti şomine miğut̆es do k̆eremulis goʒ̆ak̆idei k̆ardalapes luqu-lobiya igibet̆aşi çkinti goʒ̆avuxedut̆it do vit̆ibint̆in. Mk̆oma mişa mextasnati emus, “Mk̆oma mt̆k̆orinaceşa ulun.” Ya vuʒ̆umert̆it do daçxiris k̆ap̆ula mevuktapt̆it. Limcişk̆ule skidala ek mik̆ilapt̆u.
Kimi oxorepesti daçxiri ogyareşi oşkenaşi xolos kodigzet̆u. Nç̆eris nagoʒ̆obun k̆eremulisti k̆ardalape koguʒ̆ik̆idet̆u. Oxormance nit̆u do mçxurişi varnati mtutiş posti ek kelorçapt̆u do mk̆oma mebareli ek lirt̆u. P̆arametepeti ek itkvet̆u. Onciruşakis skidala ek mik̆ilapt̆u.
Daçxiri oxorişi oxorşkaguris igzet̆u. Daçxirişi gomorgvas omt̆inale, k̆iʒi nanidven kvas ok̆iʒe, ogyareşa naamilen do batmani coxoni ʒ̆k̆arişi didi kyupepe do k̆uk̆umape naeladgin do xe nunk̆u naibonen yeris oʒ̆k̆are, sağanepe nagilidven tereğis oʒ̆ude, k̆izi k̆op̆a nagilidven yeris ok̆izale, k̆idas meç̆k̆adei naren piʒarepes tereği, oç̆k̆omalepe namulidven do naişinaxen piʒariş dolabis taro, taroş tude mkveri do lazut̆i nadilibğen yeristi xaro coxont̆u. Lazut̆i do mtxirişi oʒxunuş noderepeti ek ixvenet̆u do em noderepe muç̆o ç̆anda stei iqvet̆u.
Mcveşi oxorepe, kva do ncaten oxoşirşolei ik̆idet̆u. Yani ʒ̆oxle dişkape kododginapt̆es, yançarmape kogubažgupt̆es do ok̆uleti entepeşi oşkenas kvaepe dosvarupt̆es. Odapeşi darabape do iri yeri ç̆uburişi piʒariten ixvenet̆u. Em piʒarepes p̆ot̆es mutu navarağodet̆uşeni ar oxorişen noʒ̆k̆ime piʒarepe ağani oxorepesti ixmaret̆u. Edo sabuʒxeli, k̆vata do kroste stei şeepe nanožin oxorepeşi k̆ap̆ulas jimok̆a, angiş gonoçxe ʒ̆k̆ari nadiben oxorişi ʒ̆oxleni yeristi oçot̆ura coxons.
Oxoris naren odapesti, muşeni ixmarenna, eşo coxope gyožit̆es:
Didi oda: Oxoriş didi naren k̆oçi, yani umçaneşi oda ren.
Ç̆it̆a oda: Musafiepeşeni şinaxei oda ren.
Gverdiş oda: Ağani çilei çili- kimociş oda ren.
Şkaş oda: Oxorişa naamilen do nek̆na muşi ogyareşa naguinʒ̆k̆en oda ren.
Yaziş oda: Em odaşi nek̆nati xvala ogyareşa guinʒ̆k̆en.
Tudeni oda: Gzas nagyolumcas k̆oçepeşeni bodrumis naixvenen oda ren.
Xayati: Balk̆oni do terasi stei yerepes xirdi- burdi nadidven yeriş coxo ren.
Çeçme: Çeçme ya oxoris elak̆idei varnati oput̆es do ont̆ules goşadgei iqven.
Mcveşi oxorepes mcveşi ok̆ondrik̆ei k̆eremindepe gyotumert̆es do entepeti dido cidaxi naok̆ot̆ruxut̆uşeniti birtum nç̆eris gyomç̆ipt̆u do piʒariten xvenei darabape k̆ala doşemeti doxʒut̆u. Emuşeniti çkin birtum ok̆ot̆axei k̆eremindepeşi onʒ̆uranuşeni nç̆eris kogepxet̆it mara nagebdgat̆itpeti kak̆op̆t̆axupt̆it do kagevit̆it. Çkini ağani oxori eşo gyomç̆imuten dilixu. Emuşeni oxoris vargyomç̆imasunon.
Limcişk̆ule gomorgva ok̆omʒ̆k̆upat̆aşi, kyoi çkini dido oşkurinoni diqvet̆u do mʒ̆k̆upis şkurinaten oxorişen gale vargamamalet̆es. Muşeniki didilepe çkinik birtum ecinnepeşen ğarğalapt̆es do milletis naoğodapan p̆at̆onobapeşen çkinti k̆ai xeşa kodopşkurdeet̆it. Eşoki ecinnepe k̆ala çilei do kimocepe bile kort̆eenan. Ecinnişen moşletinuşeni gale gamavit̆atşi, illaki ya fenei varna pak̆la navuʒ̆umert̆it do coxomuşi demok̆ratişa naguiktu k̆azyaği dolobei p̆ot̆lik̆aşi jin menžgipei paç̆avraşen nagamulun te vixmart̆it. Edo aʒ̆i ecinnişi varptkvatşiti variqven:
Oxorişi gomorgva: Oxori çkiniş ʒ̆oxle nagolažin Ok̆epes ekole- akole; T̆ibauça, Xeşegza, K̆arvati, P̆ap̆ilati, Bozlobiya, İsiyati, Mʒ̆ipurženi, Qomurženi… stei mt̆k̆ape mudgin. Dido mcveşi orapes K̆arvati namont̆ruʒ̆uten ekolen nagextu dixa, çkini oxorepeşakis kagexteen. Murenki çkinstei berepeşeni iya muhimi vart̆u. Zaten varti vicert̆it mara Ok̆epeşen mont̆raʒelişk̆ele namindiʒ̆k̆edas k̆oçik ekonaşi ncaepunaş doloxe xçe-xçe naižiren muç̆o nʒas kimoloba naucoxops ar didi kva kožirops ki emuş coxo kvaxçe do emuşi ʒ̆oxleni dixati Mont̆raʒeli ren.
Oxori çkiniş ok̆iduş oras Muşiri k̆ala temeliş dixa gamavimert̆itşiti, dixas ar xut̆ula kobžirişi, ek ar xaşai kodolovuntxi. Murenki xaşai xes goʒ̆amistu do gamilu. Govişaşişi, arçkva xaşai komoviği eti gamiluşi, k̆uçxe çkiniş tude ar didi boşluği naren koxovoʒ̆oni. Nana- babas dovuʒ̆ivitina, entepekti quci varmomçes do em boşluğiti eşo kodoskidu.
K̆arvati, mtutepek cirit̆i naistomelan mt̆k̆a ren. Mtutepes qonapes navuxaçkat lazut̆epe vardubağut̆es do kimi oras pucepe çkinisti gvasincept̆es. Çkini didilepeti Ruca nauʒ̆umert̆es mekaeli tufeği do burç̆ulepeten emus gyatxozet̆es. Helbetteki k̆arta dulyas narenstei avcepesti Abduk̆adii cumadi goʒ̆vancğonet̆u. Muk dinana çkinişi bere rt̆u do babamuşi arçkva naiçiluşeni eya babamuşi k̆ala xet̆u do nanamuşi çkini k̆ala skidut̆u. Edo kyois k̆arta dulyaşeni dido k̆oçepek Abduk̆adii cumadis nosi guʒ̆umert̆u. Eşo ki k̆arta derdişi deva, aspiini stei k̆oçi rt̆u.
Kyois arçkva Mecidi (Akalin) cumadi miqonut̆es ki, dido didi mxatvari rt̆u. Ar k̆oçi nažiras do emedeni emus mengapua leksepe duʒ̆umert̆u. Ar ndğas gzaş kinais elapxet̆itşi, ekolendo k̆ele Abduk̆adii cumadi namulun kožiruşi emedeni:
“Axçamiş gyarişk̆ule yan odaşa kamulun,
T̆ek̆nik̆eri gevomp̆onap muhendisi gamulun.”
Yado mik̆ucoxu. Emukti birtum çkinape muşiten çkin gomşaşupt̆es. Abduk̆adii cumadik askerobas sağluk-memuroba naqveenşeni, timuşi t̆oxtoi açkinet̆u do çkinti iri derdepeşeni emuşa vunk̆ap̆ut̆it. Cangei ar k̆ibiriş kerbedini kelokaçut̆u do xʒapei k̆ibiriş ekoleni jur sağlami k̆ibiri birden nayemiʒ̆k̆u ndğati p̆ot̆es vargomoç̆k̆ondun. Murenki dido derdepesti dermani maqvet̆es. Žabuni k̆oçi ʒ̆oxle emuşa unk̆ap̆ut̆u. Eya mtutis gyatxozet̆aşiti, gencepek̆ala it̆u do naqvilas mtutişi postiti birtum emuşi iqvet̆u.
Kyois naskidun k̆oçis illaki coğoriti aqvasunon, puci do kotumeti aqvasunon. Kyois upuceli ocaği var iqven. Murenki puci birtum puci narenşeni emus dido mt̆eri uqonun do eya mtutikti imxors do k̆oçikti.
Kyoi çkinis ar Xuseni skidut̆u ki Azlağaşi coxo mik̆ilaşi, en ʒ̆oxle iya guişinet̆u. Xuseni sak̆at̆i dibadeet̆u. Gurp̆ici ar k̆ele gamantxei, majura k̆eleti meşantxei uğut̆u. Helbet mteli ek̆onai çkamu ren. Jini çarbi eşak̆vatei, tişi gverditi k̆ep̆a nauğun, gverdi nosoni garibi k̆oçi rt̆u. Berobas, naç̆opu ar k̆at̆u kok̆obriʒ̆uşk̆ule, mʒkvit̆ura dobgiba yado k̆ardalaten daçxiris kogedgu yado iğarğalet̆u. Xvala jini sedefi ok̆ombinei ar şavali do ar porçaş met̆i mutu vardolokunt̆u k̆uçxe t̆et̆eli, ti k̆abaxi mtviris mç̆imas naguʒ̆incğonas jur puci k̆ala, “Limani dotaneen, muşeni ren muşeni?” Yado bieli-bieli ok̆epeşa komulut̆u. Man namžirat̆u do “Munii, andğa mu ndğa ren?” Yado mk̆itxupt̆u. Ok̆uleti “A ohuma komomçi!” yado ok̆itxuşi, mutupe mak̆vant̆u. Manti k̆azonis elat̆k̆omilei k̆azeta- mazetapeşen mutupe komepçapt̆i. Xusenik ti iya goktei kodikaçept̆u do tolepe rak̆anis konok̆idaşk̆ule, “Ataturk, İsmet İnoni..” Yado istomert̆u. Ok̆ule it̆u do Ok̆epeşi gzaş kinais nagedgin mtxomuş tude nagonžin k̆alasişi golaxunonis kogelaxedut̆u do t̆aroniş ok̆omʒ̆k̆upinu çumert̆u. Edo limcişiti pucepek ocu kanaşkumert̆es do Xuseni oxorişa mindiqonop̆t̆es.
Çkin k̆arta ç̆umanis Xusenişi obiruş sersiten gop̆k̆uʒxut̆it. Emuş coxo Azlağa k̆ala isa işinet̆u. Emuşeniti a- jur nena utkumale varmaxvenu. Trangik raxmet̆epe meças.
ʒ̆iʒ̆ilape: Kyois dido ç̆eşidi do dido didi ʒ̆iʒ̆ilape skidut̆es. Entepeşen uça peroni narenanpes ğuržuli varuğut̆u do entepeşen varmaşkurinet̆es mara “k̆antxa” navuʒ̆umert 50- 60 sant̆imi ginžonobas naren ç̆erel- ç̆uruli ʒ̆iʒ̆ilape dido ğuržuloni rt̆es. Murenki ʒ̆iʒ̆ilak bile varelaçaşa, k̆oçis mutu varoğodaps, mara çkinişeni ʒ̆iʒ̆ila ʒ̆iʒ̆ila ren do nabžirat̆it yeristi ti mevuzapt̆it. Toli çkiniş ʒ̆oxle mjvabu nagyaşkumert̆espe bžirat̆itşi, bergiten ok̆omʒalupt̆it do mjvabupe korbaşen kamoşaviqonopt̆it.
ʒ̆iʒ̆ila naren svas helbet mtugiti iqven. Mtugi do (muxuxi) xuxulişi oç̆opuşeni en cidaxi gza ragi miğut̆es. Çkin entepe op̆ç̆opupt̆it mara oxreʒkinuşa sira moxtaşi, Muşiri k̆ala artikartis pasi mepçapt̆it