HÜSEYİN AKIN KARDEŞİME AÇIK MEKTUP

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Hüseyin kardeşim anavatanı gördün, anavatanda film çektin, kimi yetkilileri, bakanları ile tanıştın. Benim gibi yıllardan beri burada olanlardan daha çok ve daha uzun süreler, döneminde başkanımız ŞEWMEN Hazret ile görüşmeler yaptın.

Biz de görüştük. Konularımızı da az kazımadık. Hani, “AP Çay partileri Günleri’nin” çok önemli sorunların görüşüldüğü, uygulanacak görüşmelerin yapıldığı yalan haberlerin yapıldığı yayılan, AP çay partileri günleri idi. Biraz birbirimiz anladığımızı sanıyorum.  Hariçten gazel okuyanlara karşı yaklaşımımı çok açık anlattığımdan eminim.

“Marje” girişimi içinde olmana da şaşmadım diyemem. Ama bir hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyemem. Yaşamadım çünkü çok uzun zamandan beri şerbetliyim. Hiç kimsede hayal kırıklığı yaşamamak üzere eğittim kendimi.

Ama, şaştığım daha doğrusu yadırgadığım şey, Adığey’i görmüş olduğun, yıllardır Avrupa’da yaşadığın halde “Türkiyeli Çerkes Çemberini” kıramamış olman. Bilerek ya da bilmeyerek anavatanı hiçe sayan, anavatan karşıtı kişilere katılmış olman.

Bana verdiğin yanıta gelince. Öncekilerin yaptığı gibi sende çalıyı dolanır gibi dolandın ana meseleyi. Ana konuya hiç gelmedin. Okumamış olanların, neyi eleştirdiğimi daha iyi anlamaları için sorularımı ve yanıtını da bütünü ile alıyorum buraya. “Marje”yi görünce açıklarsın diye şu soruları sormuştum:

“Merhaba Hüseyin. Platform hakkında bilgi versen. Ne olduğu, nelerle uğraşacağı uluslar arsı platformda neleri savunacağı. Ticaret ile ilgili ise Marje adının yapılacak işi akla getirip getirmediği, savunma işinin ticari anlaşmazlıklarla mı sınırlı olduğu gibi.

Yayınlandı da ben kaçırdıysam lütfen bir daha paylaşmanız ya da logo ile birlikte sürekli yayında kalması. Hani neyi kutlayacağımızı bilsek diyorum… Geçen ki telefon konuşmamızda hiç söz etmemen de ticaretle işim olmadığını bildiğin için olsa gerek diyorum.”

Ve yanıtın:

Necdet Abi,

Dünya yeni konjonktüründe, kendi taşlarını yeniden dizerken, Çerkeslerin adı hâlâ boşlukta yankılanıyor. Tarih ise her zamanki gibi suskun ama uyarıcıdır:

Bazı anlar vardır, onları ıskalayan sadece bir fırsatı değil, bir bütün kaderi elinden kaçırır. Bizim müdahalemiz de işte böyle bir anın tam ortasında doğuyor.

Marje, dar bir ticaret unvanı değildir. Onu rakamlarla, defterlerle açıklamak beyhudedir. Marje, gözün ufukta gördüğü çizgi gibidir: İnsan orada gökle yerin birleştiğini sanır, hâlbuki gördüğü kendi bakışının sınırıdır. Marje, işte o sınırın ötesine geçmeye çağırır.

Bu çağrı, bizi yıllardır kendi aramızda taşıdığımız eski etiketlerden de azade kılar.

Başkalarının bayraklarının gölgesinde, onların dillerinden ödünç aldığımız kimliklerle yaşamak yerine, gök kubbenin altında kendi nefesimizi bulma iradesidir.

Çünkü Marje, Çerkeslerin yaşadığı bütün coğrafyaları, bütün yaşam alanlarını ve yönetim biçimlerini tanıyan, onları tek bir ortak paydaya çağıran bir çizgi çalışmasıdır.

Ve bu çizgi, yalnızca düşüncede değil, ticaretin soğuk dünyasında da bir ses olmayı hedefler. Çünkü ekonomik varlık, çoğu zaman varoluşun en güçlü ilanıdır.

Kutladığımız şey, bir sonuç değil, tam da bu başlangıçtır. Logo da tamamlanmış bir işin mührü değil; uzun bir yürüyüşün işaret taşıdır.

Kervan hazırlanmaktadır. Yük altın değil, tuz değil; yük bir iddiadır, yük bir müdahaledir. Ve yola çıktığında, neyi kutladığımızı hep birlikte bileceğiz.

Senin yılların tecrübesi ve bilgin, hepimiz için bir pusuladır.

Maykop’ta beni yakından tanıdığın günlerden gördüğün gibi, hedefe yürürken tereddüt etmediğimi de bilirsin.

Ayrıca, Bugün sorduğun soruların çoğunu ben de başkalarından bekledim; fakat kimse derinine inmedi. Senin farkın da burada…

Saygıyla,

Hüseyin

Hüseyin kardeşim, “hariçten gazel okuyanlara karşı, çoğu kişinin çok sert bulduğu yaklaşımımı biliyorsun. Ama bu kez yanıtındaki “Senin yılların tecrübesi ve bilgin, hepimiz için bir pusuladır” cümlesini samimi buldum, önemsedim ve “pusula” olmayı deneyeyim dedim.

Ama öncesinde, Çerkes’in bilimsel karşılığının “Adığe” olduğunu anımsatayım dedim. Azından anavatandaki anlayışın böyle olduğunu, kardeş halklardan hiçbirinin kendisini “Çerkes” olarak tanımlamadığını, Adığey’de olduğun günlerde sen de defalarca yaşamışsındır.

Ve yazının ilk cümlesi:

“Dünya yeni konjonktüründe, kendi taşlarını yeniden dizerken, Çerkeslerin adı hâlâ boşlukta yankılanıyor.”

A Hüseyin kardeşim, cümleye nasıl bir anlam verdiğinizi tam anlayamadım. Çerkeslerin, bir boşlukta olduğunu düşünüyorsanız eğer çok yanlış. Çünkü biz anavatan Çerkesleri, küresel güç Rusya Federasyonu üyesi cumhuriyetlerimizle, boşlukta olmadığımızın bilincindeyiz.  Dilimiz okullarda okutuluyor. Şiir yazıyor, beste yapıyor şarkılarımızı söylüyoruz. Bayrağımız Rusya Federasyonu bayrağı ile birlikte Devlet Bayrağı. Federasyonumuz Yugoslavya Çerkesleri örneğinde olduğu gibi, hükümet kararı ile diaspora Çerkeslerini anavatana getiriyor. Yeni bir yerleşke de kuruluyor. Çünkü Rusya Federasyonu, Dünya ülkelerine dağlı Çerkesleri ülkedaşı sayıyor. 1999 da kabul edilen “Dış ülkelerdeki ülkedaşlara özgü. Diaspora örgütlerine bir türlü önemsetemediğimiz- yasa hala yürürlükte…  Rusya Federasyonu vatandaşı olarak ülkenin bütün imkanlarından yararlanıyoruz. Çocuklarımız başkent Moskova’da öğrenim görüyor, iş bulup çalışıyorlar. Kimi çocuklarımız da ninelerimizin “Bıtırbıf” dediği Petersburg’dalar.

“Tarih ise her zamanki gibi suskun ama uyarıcıdır” sözüne gelince; tarih, sahiplerinden bağımsız değildir. Diaspora Çerkesleri suskun ise eğer, ne yapsın tarih, dahası Mevla ne yapsın?

Bakın bu suskunluğu yıllarca önce daha “Birinci Açılım Yıllarında nasıl dile getirmişim.

“Önce bir tespit:

Sürgünden bu yana hiçbir diaspora ülkesinde, özellikle diaspora devlet uygulamalarına karşı Çerkes toplumsal hareketi olmamıştır. Hiçbir şekilde gasp edilen haklarını koruma girişiminde bulunmamışlardır. Örneğin, meşrutiyet döneminde kurduğumuz örgütler ve anadilde eğitim veren okullarımız cumhuriyetin ilk yıllarında kapatılmış sineye çekmişiz. Köyler sürülmüş karşı koymamışız. Dönem gelmiş dilimiz yasaklanmış “peki” demişiz. Kendimizi bildik bileli taşıdığımız soyadlarımızın Türkçeleri ile değiştirilmesini benimsemişiz. Cumhuriyet dönemindeki ilk derneğimizi ancak 1946’da Çerkes’i hiç anımsatmayan bir ad vererek “Dosteli Yardımlaşma Derneği adı ile açabilmişiz. Yıllardır Çerkes ile hain sözcüklerinin birlikte kullanılmasına kendimizi alıştırmışız. Demokratik açılım sürecinde bile iktidar partisinin söylemlerinin sınırını aşamamışız. Çerkesler adına Çerkes sözcüğünün bir kez bile geçmediği basın duyurusu yapmışız… Madalyonun yalnız bu yüzü görüldüğünde Çerkeslerin çok korkak, çok sünepe olduklarına hükmetmek hiç de Çerkeslere haksızlık olmayacaktır.”

Şimdi bu durumda olan diaspora, nasıl olur da bizi biz yapan çağdaş üretimlerin tama yakınını üreten anavatanı yok sayan, dahası anavatana karşı bir anlayışla şu cümleleri kurabilir?

“Çünkü Marje, Çerkeslerin yaşadığı bütün coğrafyaları, bütün yaşam alanlarını ve yönetim biçimlerini tanıyan, onları tek bir ortak paydaya çağıran bir çizgi çalışmasıdır.

Çok korkak çok sünepe olan Çerkeslerin hangü durumlarda cesur olduklarını da anlatmıştım o uzun yazıda. O bölümün bir paragrafı da şöyle:

“Politik olaylara katılmada alabildiğine cesur olabilenler, girişken olanlar ise aslında Çerkes olarak değil diaspora ülke halkının bir bireyi olarak hareket edenlerdir, Halkımız için bir gelecek kurgusu olmayanlardır, kendilerini diaspora ülke ve halklarının ayrılmaz bir parçası olarak benimseyenlerdir.”

Son otuz yılda. Daha doğrusu “Dünya Çerkes Birliği”nin kuruluşunda sonra “pıtrak” gibi çoğalan uluslararası  güya örgütlerin ölü doğumlarını izledikten sonra iki cümlelik değerlendirmeye şunu da ekliyorum.

“Uluslararası örgüt kurma konusunda alabildiğine hevesli olanlar, Rusya Federasyonu karşıtı küresel güçlerin çıkarına hareket edenlerdir.”

Ne demişti Mahir Kaynak: “Eylemi gerçekleştirenlerin etnik kimliği değil önemli olan. Görmemiz gereken sonucun hangü gücün yararına olacağıdır.”

Ancak bu örgütleri dert ettiğim sanılmasın. Böylesi durumlarda yıllardan beri hep, Rahmetli Özkan Uğurlu’nun o çok sevilen, çok tutulan fındık reklamı gelir aklıma. Fındık yemenin yararlarını bir güzel anlatır… çok kısa bir ara ve eklerdi   “Tabii Yersen”

İşte nasıl bir ambalaj ile ve kimler tarafından sunulursa sunulsun, halkımızın bu “çok yararlı fındığı” yemediğini gördüğüm, yemiyeceğinden de emin olduğum bu örgütleri hiç mi hiç dert etmiyorum.

Evet Hüseyin Kardeşim. Yazında belirttiğin gibi deneyimlerim ve bilgi birikimimle güvenilir bir pusula olabileceğime gerçekten inanıyrsan eğer, adı ne olursa olsun, Anavatan ile sağlıklı iletişimi, ilişkisi olmayan kişi ve örgütlerlerden hemen uzaklaşmalısın. Uzaktan bakanların bile farkedecekleri kadar da uzak durmalısın.

Kal sağlıcakla…

Daha iyi günlerde görüşmek dileği ile…