KITIJ Cemil Biçer
Çırılçıplaktık, kimimiz ıslak betonda sereserpe uzanmış yatıyor, kimimiz tahta sandalyeye bağlı işkence sırasını bekliyordu.
Gözlerimiz sıkıca bağlanmıştı.
Neredeydik?..
Suçumuz neydi?..
Bizi öldürürler miydi?..
Gözümdeki bandın lime lime olmuş bir aralığından bulunduğumuz yeri görebiliyordum. Söylesem, “Sizi görüyorum,” diye geçiriyorum içimden.
“Aferin lan, delikanlı adammışsın,” derler mi?..
Yoksa, “Vay amk ibnesi, her şeyi gördün,” deyip öldürüp atarlar mı bir çöp kuytuluğuna?..
Filistin askısında olan kara yağız delikanlının baygın bedenini ıslak beton üzerine fırlatıp attılar.
Tahta iskemlede bağlı olan sarışın çocuğu göbekli bir polis çözdü.
Eşofmanlı polis, “Onu bana bırakın, şu köfte ekmeğimi yiyeyim ben s…cem onu,” diye kahkaha attı.
Köşedeki manyetolu telefon kablosunun bir ucunu sarışın çocuğun cinsel organına, diğer ucunu ayak parmağına bağladılar.
Korkudan küçülmüş çükünü sündürdü eşofmanlı olan. “Ulan buna cereyan verirsek kopar gider; kedi siki kadar bir şey zaten,” diye sırıttı.
Sarışın, mavi gözlü bir çocuktum. Antik Yunan heykelleri gibi kusursuz, atletik bir vücudum vardı. Bir tiyatro oyunu oynarcasına mağrur ve vakur duruyordum; ellerim ayaklarım duvardaki paslı demir halkalara bağlı olarak.
İşkencehanenin hemen dışındaki küçük odada telefon çaldı. Köfte ekmeğinin kalan kısmını ağzına tıkıp koşarcasına dışarıya seğirtti eşofmanlı polis:
“Canım kızım, prensesim, ben de seni özledim yavrum…”
Sesindeki şefkat ve özlem babamı hatırlattı bana. Gözlerimden sıcak damlalar süzüldü yanaklarıma. Ağladığımı görmesinler diye aklıma komik şeyler getirmeye çalışıyorum. Gözyaşlarımı görürlerse, “Çözüldü lan bu ibne, bunu koyun tezgâha,” derler korkusunu yaşıyorum.
Telefonda konuştuğu kızı olmalı. Özlemiş kızını… Babalar kızlarını çok sever.
Birden içim ısındı işkencecime. “Bu adamda insanlığa dair ölmemiş bir şeyler var, canımızı yakmaz,” diye geçiriyorum içimden.
Dişlerinin çürüklerine sıkışmış köfte parçalarını kürdanla karıştırarak giriyor içeriye. Ağzına biriken köfte kırıntılarını boğazındaki balgamla harmanlayıp tükürüyor yerde yatan çocuğa doğru…
Bir baba bu… Güzel bir kız çocuğunun babası…
Acır bize, bizim de bir babanın ciğerparesi olduğumuzu hisseder, diye geçiriyorum içimden.
Duvardaki paslı halkalara bağlı “Apollon” heykeli gibi onurlu bir duruş sergiliyorum.
Aniden cinsel organıma elindeki sıcak çayı döküyor:
“Amk kodumun komünisti! Senin yüzünden kızımı bile doyasıya sevemiyorum. Bülbül gibi öttüreceğim seni!” diye hönkürüp bütün gücüyle çeviriyor manyetoyu…
Babalar kızlarını sever…
Çocuklar, babalarının ciğerpareleridir…