KAFKASYA’NIN GERÇEK EVLATLARI VE MOSKOVA’NIN SADIK ÇOCUKLARI

Fahrettin Çiloğlu

Asur, eski çağlarda imparatorluk kurmuş ülkelerden biriydi. Asurlular, ele geçirdikleri yeni topraklarda, yerel halkın sonu gelmez direnişleriyle karşılaşıyorlardı. Bu aslında, çağlar boyunca bütün imparatorlukların karşılaştığı bir durumdu. Roma İmparatorluğu’ndan Moğol İmparatorluğu’na kadar, bütün imparatorluk topraklarında benzer ayaklanmalar patlak veriyordu. Ancak Asurlular, deneyimler sonucunda dikkat çekici bir keşifte bulunmuşlardı. Yeni ele geçirdikleri topraklarda direniş gösteren halkları topluca başka yerlere sürüyor ve yerleştiriyorlardı. İşgal atlındaki kendi topraklarında direniş gösteren bu halklar, sürüldükleri yerlerde tam tersi bir tutum sergiliyorlardı. Ayaklanmaları bir yana, Asur yönetimiyle işbirliği yapıyor, merkezi yönetime yardım bile ediyorlardı.

Son birkaç yüzyıldır Avrasya’nın Asur’u Rusya İmparatorluğu’ydu. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren ortak coğrafyada İran ve Osmanlı imparatorlukları gerilerken Rusya yeni topraklar elde ediyordu. Bu üç imparatorluğun ortak çekişme alanı Kafkasya’ydı. Kanlı savaşlar sonunda Osmanlı Devleti ve İran Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalırken, Rusya bölgeyi aşamalı olarak ele geçirmeye başladı. Rusların hiç acelesi yoktu, başkalarının topraklarında sürüyordu savaş ve yakıp yıkılan yerler kendi ülkeleri olmadığı gibi, ölen siviller de kendi insanları değildi. Sonunda amaçlarına ulaşacaklarını biliyorlardı. Geçen yıl Kabardey-Balkarya’nın başkenti Nalçik’te, Ruslara bu utanç verici tarihlerini unutturmak istercesine kutlanan yıldönümü, Çerkesya’nın Rusya’yla gönüllü birleşmesinin 450. yılı değil, bu kanlı savaşların başlangıç tarihiydi. Ne var ki, bu kanlı savaşların sonucunda topraklarından sürülmüş olan insanların Türkiye’deki torunlarından bile bu kutlamalara ciddi tepkiler gelmedi.

Rusya, Güney Kafkasya’ya görece daha geç tarihte girdi. Bu bölgeye girip yerleşmesinde, Ruslarla 1783’te anlaşma yapan Gürcü Kartli Krallığı’nın büyük payı oldu. Kral II. Erekle, Rusya’nın koruması altında, yüzyıllardır süren İran ve Osmanlı tehdidinden kurtulacağını var saymıştı. Ne var ki 1795’te İran şahı Ağa Muhammed Han Tiflis’e kadar ilerleyip kenti yakıp yıktığında Gürcüler yanıldıklarını gördüler. Ruslar, tamamen sessiz kalmışlardı bu kanlı yıkıma. Ardından Rusya, 1801’de bu Gürcü krallığına son verdi. Daha sonra Ruslar bu tarihi, Gürcülerin kendilerine gönüllü olarak katıldıkları tarih olarak yutturacaklar ve Gürcülerin kurtarıcısı rolünü üstleneceklerdi. Gürcistan’ın doğusunu ele geçiren Ruslar, ülkenin batısına doğru ilerleyip Osmanlı denetimi altındaki toprakları da aldılar. En son ele geçirdikleri bölgeler Abhazya ve Acara oldu. Gürcüler bu aldanmışlığın ardından pek çok ayaklanma düzenlediler ama bunlar nafile çabalardı. Çünkü Gürcü aristokratlar Rus aristokratlarla işbirliğini çoktan kabul etmişlerdi.

Kuzey Kafkasya’da Ruslar daha çetin bir direnişle karşılaştılar. Bu direnişin sembolü Dağıstanlı bir Avar olan Şeyh Şamil’di. Şeyh Şamil, otuz yılı aşkın bir savaştan sonra Ruslara teslim olmak zorunda kaldı. Kuzey Kafkas halklarının direnişi Şamil’den sonra da sürünce, Moskova çözümü bölge halklarının sürülmesinde buldu. Ruslar, Osmanlı Devleti’yle de anlaşmaya vararak Kuzey Kafkasya’nın direniş gösteren bütün halklarını tehcir ettiler. Bu, o kadar acımasız ve zalimce bir sürgündü ki günümüzde bunun bir soykırım olduğu bile savunuluyor. 1864 yılında gerçekleşen bu sürgüne, yaklaşık 15 yıl sonra Gürcistan’ın güneybatısında yaşayan Müslüman Gürcüler eklendi. Göç nedenleri karmaşık olsa da onlarınki tam bir tehcir sayılmazdı. Ancak bu göçmenlerin ortak kaderi, topraklarını terk edip Osmanlı ülkesine yerleşmek oldu. Üstelik pek çok bölgede yan yana veya iç içe yerleştiler. Kız alıp verdiler, akraba oldular, et ve tırnak misali…

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ruslar, Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıllarında Kafkasya’yı bir bakıma yeniden işgal ettiler. Kızıl Ordu’yu yollayarak, üç Güney Kafkasya cumhuriyeti Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlığına son verdiler. Kuzey Kafkasya’yı daha çok parçalara ayırdılar. Güneyde Ermenistan’ı tek parça cumhuriyet olarak bırakırken, Gürcistan ve Azerbaycan’da devlet içinde devletler kurdular. Sovyet yönetimine karşı da kanlı direnişler oldu, ancak bu bölgedeki “Moskova’nın Sadık Çocukları” Rusya ile işbirliğine çoktan girmişlerdi. Stalin, Beria ve Orconikidze üçlüsü, Gürcü olmalarına karşın yeni bir Rus imparatorluğu olan Sovyetler Birliği’nin kuruluşunu da üstlenmişlerdi.

Osmanlı ülkesine göç ettirilmiş olanlar, Kafkasya’daki bütün bu gelişmelerin dışında kaldılar. Osmanlı ülkesine sığınmış Kafkas göçmenleri ve onların çocukları için Ruslar, işbirliği yapacakları kişiler değil ancak nefretin ifritleri olabilirdi. Daha sonraki zamanlarda, sonraki kuşaklar arasında ise Sovyet sosyalizmine yakınlık duyanlar, Rusları ifrit olarak görmekten uzaklaştılar. Üçüncü ve dördüncü kuşaklar, bu tehcirin, zoraki göçün nasıl bir acı olduğunu bilmiyorlardı. Çünkü birinci ve ikinci kuşak Kafkasyalılar, çocuklarını bu acı geçmişten korumak istemişler, onlara tarihsel geçmişi tam olarak aktarmamışlardı.

Geçen yüzyılın son çeyreğine girdiğimizde Sovyetler Birliği çoktan dağılma sinyalleri vermeye başlamıştı. Bunu muhtemelen en iyi Ruslar biliyordu ve senaryoları da önceden hazırdı. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde yaşanan olaylar, Sovyet sisteminin aslında Çarlık sonrası yeni Rus İmparatorluğu’ndan başka bir şey olmadığını gösteriyordu. Rusların ele geçirdiği topraklar içinde her zaman en çok stratejik önem atfedilen yer Kafkasya’ydı. Sovyet imparatorluğunun dağılma sinyalleri verdiği sırada en büyük karışıklıklar, en kanlı savaşlar da bu bölgede çıkarıldı. Rusların “kardeş haklarının”, onlar istediğinde nasıl “düşman halklara” dönüştüğünü en çok bu bölgede gördük. Azerileri Ermenilerle, Abhazları ve Osetleri Gürcülerle, Osetleri İnguşlarla savaşa sürükleyen hiç kuşkusuz Moskova yönetimiydi. Çeçenlerle savaştıracak başka birilerini bulamayınca Ruslar, doğrudan kendi ordularını yolladılar. Sonra Çeçenleri birbirine kırdırmanın yolunu da buldular. Eğer varlıklarını tehdit sayarlarsa Rusların, Karaçaylar ile Çerkesleri, Balkarlar ile Kabardeyleri de savaşa tutuşturacaklarından hiç kuşkunuz olmasın. Eski imparatorluk topraklarını elinde tutma amacıyla Moskova’nın Kafkasya’da birbirine kırdırdığı halkların, Rusları değil de birbirilerini düşman gibi görmeleri şaşırtıcı olmasa gerek. Çünkü Rusların başarısı, birbirine kırdırdığı halklardan birinin diğerine karşı koruyucusu kimliğine de bürünebilmeleridir.

Bunun son örneğini, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya girmesini önlemek için bölgeyi savaş alanına çevirmesi gerektiğini bilen Rusların Abhazya’daki senaryosudur. Abhazya’da yaşayanlara Rus pasaportu verip onları sözümona koruması gereken kişiler haline dönüştüren Rusya, benzeri senaryoları 19. yüzyılda Osmanlılara karşı Balkanlar’da uygulamıştı. Balkanlardaki Ortodokslarla aynı dinden oldukları gerekçesiyle Ruslar, bu halkları Osmanlılara karşı korumayı vazifesi edinmişlerdi. Balkanlardaki bütün kanlı savaşları bu koruma maskesi altında başlatmışlardı. Daha birkaç gün önce Gürcülerin Abhazlara saldırı hazırlığı içinde olduğunu ileri sürerek, Abhazya’daki vatandaşlarını koruma bahanesiyle bölgeye yeni ağır silahlar ve askerler gönderen Rusya’nın yeni bir savaş başlatmasını Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’in araya girerek ve Rus meslektaşıyla konuşarak önlediğini artık bütün dünya biliyor. Batılı bütün devletler, nereye varacağı kestirilemeyen bu savaşı engelleme çabası içindeyken, “Moskova’nın Sadık Çocukları”, Sohumi’de Putin’e teşekkür mitingi düzenliyorlardı. Abhazya’nın doğu kesiminde yaşayan ve Rus pasaportu taşımayan Gürcülere karşı da mitinge katılmadıkları için terör estiriyorlardı.

Abhazya’da bu kanlı senaryonun tezgahlanmaya çalışıldığı günlerde Türkiye’de ve pek çok Batı ülkesinde yaşayan Gürcüler, Rusya temsilcilikleri önünde protesto ve savaş karşıtı gösteriler düzenlediler.

Ardından Türkiye’de yaşayan bazı Kuzey Kafkasya kökenliler, bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka, Gürcistan’ın askeri yığınak yaptığını ve savaş başlatacağını ilan edip Gürcistan temsilciklerinin önünde gösteri yapmaya soyundular.

Ne ilginç rastlantı ki aynı gün, 15 Mayıs 2008 günü, Abhazya’da Gürcülere etnik temizlik uygulandığını kabul eden ve bölgeden göç ettirilen kişilerin etnik kimliğine bakılmaksızın evlerine dönmesi gerektiğini belirten Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı çıkageldi.

Sohumi’deki “Moskova’nın Sadık Çocukları” ve Moskova’nın kendisi bu karara aynı tepkiyi verdiler. Göç ettirilen kişilerin geri dönmesinin yeni bir silahlı çatışmanın nedeni olacağını açıkladılar. Bu tepki, Abhazya’da işlenen insanlık suçunun üstünü örtme ve göç ettirilen insanların mülklerini üstüne oturma amacını da ortaya sermiş bulunuyor. Daha da ilginç olanı, 1915 tehcirinin soykırım olduğunu savunan ve bütün dünyaya bunu kabul etmesi çağrısı yapan Ermenistan, 15 Mayıs’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, Gürcülerin Abhazya’dan tehcirinin etnik temizlik olmadığı yönünde oy kullandı ve Rusya’ya destek verdi. Rusya’nın Gürcistan’a karşı askeri eylemlerine, topraklarının bir bölümünün ilhak etme girişimlerine sürekli sessiz kalan veya hedef şaşırtıcı açıklamalar yapan Tiflis’teki “Moskova’nın Sadık Çocukları” da bu insanlık suçunun dolaylı ortakları sayılmalıdır.

Geçen yıl Nalçik’te Rusya ile gönüllü birleşmenin 450. yılını kutlayanlar; Sohumi’de Putin’e teşekkür mitingi düzenleyenler; kendileri bu adı vermese de Türkiye’de Rusya’ya destek gösterileri yapanlar; ataları da Rusların tehcirine maruz kaldığı halde Abhazya’da Ruslarla birlikte Gürcülere etnik temizlik (tehcir) uygulayanlar ve buna Türkiye’den destek verenler, yukarıda sözünü ettiğim Asur örneğini katbekat geride bırakmış bulunuyorlar. Türkiye’de yaşayan ve atalarının Rusların tehcirinin veya soykırımının kurbanı olduğunu bilen Kuzey Kafkasya kökenlilere çağrıda bulunuyorum. Bir avuç bile olsanız, Ruslarla gönüllü birleşme senaryosunun yalan olduğunu yüksek sesle söylemenizin, Putin’e teşekkür mitingi düzenlemenin utanç verici olduğunu açıklamanızın, Türkiye’de Rusya’ya destek gösterileri düzenlemenin atalarınızın ruhunu inciteceğini söylemenizin zamanı gelmiş de geçmiştir. Kafkasya’daki sorun, Gürcüler ile Abhazlar, Gürcüler ile Osetler, Osetler ile İnguşlar, Balkarlar ile Kabardeyler, Karaçaylar ile Çerkesler, Azeriler ile Ermeniler arasındaki sorun değildir. Kafkasya’daki asıl sorun, Rusya ile Kafkas halkları arasındadır. Öte yandan bu sorun, “Kafkasya’nın Gerçek Evlatları” ile “Moskova’nın Sadık Çocukları” arasındaki sorundur.