KÖKLERİNDEN KOPANLAR DEĞİL, KÖKLERİNİ KURANLAR: SOY AĞACINA KARŞI BİREYİN KURUCU GÜCÜ

Ayşe Nart
20/7/2025

“Soyumuz yürüyecek” diyorlar. Bu cümle, birçok insana çocuk sahibi olma nedeni olarak sunuluyor. Kimileri, çocuklarını sadece bir soyun devamı olarak görüyor; sanki o çocuklar bir ağacın gövdesine eklenmiş yeni dallarmış gibi. Hangi ailenin çocuğu olduğu, hangi atanın kanını taşıdığı, hangi geçmişe ait olduğu bir tür aidiyet göstergesi sayılıyor. Bu düşünce biçimi, bireyin kimliğini kendi çabasından değil, atalarından aldığı mirastan ibaret sanıyor.

Oysa bana göre soy, çizilen bir ağacın dallarında değil, bireyin kendi emeğiyle kurduğu hayatta başlar. Soy, bir devamlılık değil; bir başlangıç noktasıdır. Her birey, kendi soyunu kendi eliyle kurar. Doğduğu aile değildir onu tanımlayan, kurduğu ailedir. Bu bakış açısı geleneksel olanı tersine çevirir, çünkü bana göre soy, geçmişin taşıdığı bir yük değil, bireyin geleceğe kurduğu bilinçli bir yapıdır.

Soy Ağacı: Geçmişin Övüncü mü, Taşınan Yük mü?

Soy ağacı kavramı toplumda genellikle gururla anılır. Hangi padişahın torunu olduğu, hangi aşiretten geldiği ya da kimin soyundan türediği bir kimlik biçimi olarak öne sürülür. Ancak bu yaklaşım, bireyin öznel emeğini görmezden gelir. İnsan, sırf bir aileden doğduğu için değerli ya da anlamlı değildir. Birey, kendi iradesiyle, kendi tercihiyle, kurduğu hayatla anlam kazanır.

Soy ağacını kutsamak, bireyi kendisi olmaktan alıkoyar. Geçmişin doğrularıyla övünmeyi, bugünün sorumluluğunu almaktan kolay bulan bir rahatlık üretir. Oysa her birey, geçmişten gelen zincirleri sorgulama ve gerekirse koparma hakkına sahiptir. Çünkü soy dediğimiz şey, sadece biyolojik bir devamlılık değil; kültürel, ahlaki ve sosyal bir tercihtir aynı zamanda. Bu tercih, kimi zaman bir ayrışma, kimi zaman bir kopuş gerektirir.

Geçmişin her zaman yüceltilmesi gerektiği fikrine de katılmıyorum. Çünkü her soyda acılar, kopuşlar, eksiklikler ve hatta utançlar vardır. Birçoğunuzun ataları, susturulmuş kadınlar, yoksullaştırılmış köylüler, bastırılmış azınlıklardır. Bunların bazılarıyla gurur duyabilirsiniz; ama bazılarını taşımak zorunda değilsiniz. Bir birey, kendi içinden gelen ahlaki süzgeçle neyi taşıyacağına, neyi dışarıda bırakacağına karar verebilmelidir.

Bireyin Soyu: Kurulan Bir Yuva, İnşa Edilen Bir Kimlik

Ben soyun sadece bir biyoloji ya da tarih olmadığını söylüyorum. Asıl soy, bireyin kendi inşa ettiği hayatta ortaya çıkar. O inşa, yalnızca çocuk doğurmakla olmaz. Bir yuvayı nasıl kurduğun, çocuklarına ne aktardığın, nasıl bir çevre ve değer sistemi yarattığınla olur. Bu nedenle soy, genetik zincirlerden değil, bireyin etik ve düşünsel emeğinden doğar.

Her insan kendi mevsimlerinden geçer. Kimi zaman hasta olur, kimi zaman parlar. Bu iniş çıkışlar, bireyin karakterini şekillendirir. Kurduğu dostluklar, yaptığı seçimler, verdiği emekle kök salar insan. Bu kökler, geçmişin izinden değil, bugünün ve geleceğin iradesinden doğar.

Bugün bir birey, doğduğu ailenin değerlerini kabul etmeyebilir. Sınıfsal konumunu, inancını, yaşama biçimini, hatta adını bile değiştirebilir. Tüm bunlar onun yeni bir soy kurduğunu gösterir. Ve bu yeni soy, çok daha sahici, çok daha derin olabilir. Çünkü kişi, kendi emeğiyle, kendi tercihiyle şekillendirdiği bu yeni yapının kurucusudur.

Soyu Sürdürmek Değil, Soyu Başlatmak

Birçok kişi çocuk yapmayı “soyu sürdürmek” gerekçesiyle açıklar. Oysa ben bu fikri baştan reddediyorum. Çocuk, bir “devam” olarak değil, yeni bir başlangıç olarak görülmelidir. Ve bu başlangıç, ebeveynin değerleriyle, yaşama biçimiyle, ilişkileriyle şekillenir. Yani bir çocuk doğurmak, sadece bir hayat getirmek değil; yeni bir soy başlatmaktır. Temiz, arınmış, bireyin kendi süzgecinden geçirilmiş bir değer sistemiyle…

Her birey, evladına temiz bir zemin bırakmalıdır. Bu zemin, kendisine ait olmalı; atalarından ezberlenmemiş, sorgulanarak kurulmuş olmalıdır. Aksi halde çocuk yalnızca bir devam unsuru olur, bir yeniden üretim. Oysa ben çocukları da birey olarak görmekten yanayım. Onlar yeni tohumlardır, eski dalların uzantısı değil.

Geçmişi Taşımak mı, Onu Geriye Bırakmak mı?

Kimi insanlar geçmişlerini büyük bir sadakatle taşırlar. Hangi aşiretten geldiklerini, büyük dedelerinin savaşlarını, annelerinin mutfağını… Bunlar elbette değerlidir. Ama sadakat, körlüğe dönüştüğünde zararlıdır. Ataları kutsallaştırmak, onları mutlak doğru saymak, bugünü anlamaktan ve dönüştürmekten uzaklaştırır.

Ben ataları unutalım demiyorum. Ama onların bize bıraktığı her şeyi kabul etmek zorunda da değiliz. Gerekirse geçmişin bazı yüklerini yere bırakmalı, bazı kökleri kesip yeni topraklarda yeniden filizlenmeliyiz. Bu bir ihanetse, bu ihanete hakkımız var. Çünkü birey olmak, bu hakkı kullanabilme cesaretiyle mümkündür.

Sonuç Yerine: Bireyin Soyu, Bireyin İradesidir

Benim için soy, sadece kimden doğduğun değil, neye dönüştüğündür. Hangi değerleri taşıdığın, neleri seçtiğin, neleri elediğindir. Köklerini seçebilirsin. Hatta kendin yeni kökler yaratabilirsin. Bu seni daha az değerli yapmaz, aksine daha çok insan yapar.

Soy, başımıza yazılmış bir kader değildir. Yazılabilir, değiştirilebilir, silinebilir, yeniden kurulabilir. Tıpkı hayat gibi. Tıpkı birey gibi.

Bana göre gerçek soy, kendi emeğimizle kurduğumuz, kendi mevsimlerimizden geçerek yeşerttiğimiz, çürük olanı ayıklayıp sağlıklı olanı çoğalttığımız bir yapıdır. O yüzden bana soy ağacını değil, bireyin kendi elleriyle ektiği bir tohumu sorun. Soy oradadır. Ve kimlik dediğimiz şey de ancak oradan başlar.