Sezai Babakuş
24.06.2010
Gunda Demiröz’ün Abhazya Cumhuriyeti Geriye Dönüş Devlet Komitesi Başkanı Anzor Mukba’ya açık mektubu, Abhazya’da artık mızrağın çuvala sığmadığını ortaya koyuyor. Gunda, çeşitli internet mecralarında yayınlanan mektubunda, (rahmetli) babası Mümtaz Demiröz’ün Sohum’da parasını ödeyerek satın aldığı evin bizzat Anzor Mukba tarafından (kardeşi için) gaspedildiğini yazıyor. İç acıtan bir mektup, can sıkan bir gerçek…
Kimse başkasının malını-mülkünü gaspetme hakkına sahip değildir. Hele hele, görevi diasporadan Abhazya’ya geri dönüşü sağlamak ve dönüşçülerin haklarını korumak olan bir kurumun başındaki kişinin, yetki gücünü de kullanarak bunu yapması kabul edilemez, affedilemez. Bir de bunu kendisine güvenen, dostluğunu paylaşan birisine karşı yapıyorsa, adını siz koyun…
Öncelikle şunu belirteyim, mektupta bahsedilen süreçlerin tamamının şahidiyim ve Gunda’nın yazdıklarının kelimesi kelimesine doğruluğunu beyan ediyorum. Yanısıra, benzer bir mağduriyeti yaşamama rağmen bu meselenin uluorta konuşulmasına gönlüm razı olmadığı için, “kol kırılsın yen içinde kalsın” diyenlerdendim. Zira bu gibi olumsuzlukların zaten bir türlü ileri hamle yapamayan diaspora-Abhazya ilişkilerini daha da zayıflatacağını düşünmüşümdür. Bu, tozu kilimin altına süpürmek demekti. Öyle görülüyor ki toz artık kilimin altına sığmıyor…
Mümtaz’la, Abhazya’da savaş öncesinden başlayan kader birliğimiz savaş sırasında ve sonrasında öldüğü güne kadar devam etti. 1993 başında (henüz savaş devam ederken) Geriye Dönüş Devlet Komitesi kuruldu. Başkanlığına Nugzar Aşba, yardımcılığına da Mümtaz Demiröz atandı. Komite’nin kuruluş amacı, savaş sırasında diasporadan gelenlerle ilgilenmek, özellikle savaş sonrasında Abhazya’ya geri dönüşü hızlandırmak, gelenlerin yerleşimine destek vermekti. Savaş bitince (30 Eylül 1993) Sohum’a geçtik. Komite’ye Sohum ve çevresinde, Gudauta’da, Gagra’da ve Pitsunda’da dönüşçüleri yerleştirmek üzere evler tahsis edilmişti. Tahmin edildiği üzere gelişler hızlanmış, Mümtaz büyük bir sevinçle gelenlerin yerleştirilmesi için koşturuyordu.
Kendisi de ben de geriye dönenlerdendik ve normalde bize de yer verilmesi gerekiyordu. Ancak o kadar dürüst ve hassas biriydi ki, “Biz bu yolla yer edinmeyelim, satılık yerler varmış, gücümüzün yettiği birer yer alalım” demişti. Hak vermiştim. Ben, Çeçenlerin ‘zanyata’layıp satışa çıkardığı evlerden birini, Mümtaz da Abhazya’dan taşınmak isteyen bir Ermeni kadının evini, o günün koşullarında hatırı sayılan paralar ödeyerek aldık. Belediye’de gerekli devir işlemlerini yaptırdık, kayıtlı-kuyutlu evlere sahip olduk. Mümtaz’ın evi tadilat istiyordu, benim ev ise hemen oturmaya uygundu ve kısa sürede Türkiye’den gelenlerin kendilerine yer buluncaya kadar kaldığı komünal bir ev oldu. Mümtaz, Meral, Ayten, Yusuf, Özcan, Hakan, Erkan ve daha pekçok kişinin sığınağıydı. Mümtaz eşini (Handan) ve kızını (Gunda) Abhazya’ya getirmeyi planlıyordu, o yüzden evi yaşanacak hale getirmek için sıkı bir tadilata başlamıştı. Aylarca uğraştı, nihayet 1994 sonunda ev adam olmuştu.
Mümtaz’ın evi Sohum Botanik Parkı’nın yukarısında, Abhazya Biyolojik Araştırma Enstitüsü’nün hemen karşısındaydı. Bu enstitüde deney için çok sayıda maymun barınıyordu ve on metre uzaktan Mümtaz’a komşuluk ediyorlardı. Mümtaz her defasında maymunları gösterip, “Ben sadece anavatana değil, en eski atalarımın yanına döndüm” diye espri yapardı.
Savaş sonrasının başıbozuk ortamı ve geçim için gerekli ekonomik olanakların olmayışı yüzünden Mümtaz ailesini Abhazya’ya getirme planını sürekli erteliyordu. Ortalığın yatışmasını ve geçim imkanlarının oluşmasını beklerken ortam daha da kötüleşti. Herkes silahlıydı ve kontrolsüzdü. Kimsenin can ve mal güvenliği yoktu. Soygunlar, insan kaçırmalar, öldürmeler arttıkça arttı. Diasporadan gelenlere yönelik peş peşe saldırılar oldu; soyulan ve darp edilenler derken öldürülenler eklendi. Şiddet ortamı ve düzensizlik bizi yormuştu. Mümtaz ilk kalp krizini o sıralarda atlattı, yoğun bakımda hayata tutundu.
Yorulmuştuk, sinir sistemimiz iflas etmişti. Nihayetinde, bir süreliğine Abhazya’yı terketmenin iyi olacağına karar verdik. Mümtaz evini ‘güvendiği dostu’ Anzor Mukba’ya, ben de evimi ‘kendisine yer buluncaya kadar oturması koşuluyla’ Erkan Kutarba’ya teslim edip, 16 Ocak 1996’da Abhazya’dan ayrıldık. Amacımız yaralarımızı sarmak, dibe vuran ekonomik durumumuzu düzeltip ve bir-iki yıl içinde Abhazya’ya dönerek yeniden başlamaktı…
İstanbul’da bir süre kendimizi toparlamış daha sonra tanıdıklarımızın yönlendirmesiyle iş peşinde Moskova’ya gitmiştik. Mümtaz bir ekmek fabrikasına ortak olmuştu, ben de hem bir televizyon kanalının temsilciliğini yürütüyordum hem birileriyle ortak tekstil ticareti yapıyordum. Abhazya’da bizimle hemen hemen aynı süreçleri yaşamış ve aynı gerekçelerle Moskova’ya sürüklenmiş yakın dostumuz Birgül’le (Şahin) de yollarımız yeniden kesişmişti. Velhasıl Moskova’da ‘üç kafadar’dık ve buradan Abhazya’daki gelişmeleri günübirlik izleyebiliyorduk. Döneceğimiz günlerin umuduyla zaman akıp gitti. Ve Mümtaz, 3 Ağustos 1998 günü ikinci kalp krizine yenik düştü. Ben dişimi sıktım. 6 ay sonra Birgül de beyin kanamasına yenik düştü. Uğursuz Moskova! 14 Ağustos 1999 depremi pekçok akrabama ölüm-yıkım getirmişken, bana Moskova’dan canımı kurtarma fırsatı verdi.
İstanbul’a döndüğümde Handan ve Gunda, ‘Abhazya’daki evi Mümtaz’ın adını yaşatacak şekilde değerlendirmek istiyoruz, acaba anavatana geri dönenler için geçici konaklama evi olarak kullanılabilir mi ya da bir sivil toplu kuruluşunun çalışmalarına verilebilir mi’ arayışındaydı. Öğrendik ki ev zaten ‘tahsis’ (!) edilmiş. Mümtaz’ın, ‘evimi korur’ diye güvenip teslim ettiği zat, evi kendine tahsis etmiş. Söz yerindeyse, ganimeti kapmış… Bunu öğrenince, kendi evimin akıbetini merak ettim, ‘emanete hıyanet’ orda da kendini göstermiş, benim ev de habersizce el değiştirmişti. Bizim evleri gaspedenlerin biri Geriye Dönüş Devlet Komitesi’nin başkanıdır, diğeri ise yardımcısı. Ellerindeki yetkiyi kullanarak resmi evrakları da kılıfına uydurmuşlar. Ne ala!
Benimki neyse de, Mümtaz’ın evi ile ilgili gelişmeler gerçekten tam bir fiyasko. Zira, olayı bilen Parlamento Başkanı Nugzar Aşuba ile Dünya Abhaz Kongresi Başkan Yardımcısı Genady Alamia’nın ısrarlı çabaları bile işe yaramadı. Devlet Başkanı Sergey Bagapş’ın, Başbakan Sergey Şamba’nın olaydan haberdar olmaları dahi sonucu değiştirmedi. Gaspeden, yalan-dolan gerekçelerle evi elinde tutmayı sürdürüyor.
Gunda’nın mektubundan sonra, benzeri pekçok vakanın yaşandığı ortaya çıktı. Çorap söküğü gibi. Sadece Abhazya’da değil, kuzeydeki cumhuriyetlerimizde de Türkiye’den gidenlerin benzer şikayetlerinin çokça olduğu anlaşıldı. Kim bilir daha neler öğreneceğiz. Kayıtlara geçmiş son vaka, dönüşçülere toplu konut yapmak üzere Kaf-Fed’e verilen arsanın el değiştirmesidir. Kısa süre önce projeyi hazırlayıp Abhazya’ya giden Kaf-Fed yöneticileri, kendilerine verilen arsanın Anzor Mukba tarafından başkalarına tahsis (!) edildiğini öğrendiler. Neyse ki, durumdan haberdar olan Sohum Belediye Başkanı Kaf-Fed’in projesi için yeni bir arsa tahsisi için söz vermiş. Umarız akıbeti öncekine benzemez.
Talan ve ganimet kültürü (eğer Kafkasya’yı önceden esir almamışsa) büyük ölçüde Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte başbelası oldu. Kurulu sistem yıkıldığında her yerde ‘kapanın elinde kaldığı’ bir talan başlamıştı. Hala devam ediyor. Kafkasya’da da böyle oldu. Hala oluyor. Abhazya’da bunun katmerlendiği ekstra bir süreç yaşandı; 1992-93’deki savaş… Savaş, talan ve ganimet kültürünü pekiştirdi, neredeyse meşrulaştırdı. Savaştan sonra elinde silah olanların bazıları ganimet kapıyordu, sonra elinde yetki olanların bazıları talana başladı. (Rahmetli) Kurucu Başkan V. Ardzınba, ganimet kavgalarını değerlendirirken, ‘herkes büyük bir parça yutmak için yarışıyor ama boğazlarına takılacağını düşünmüyorlar, görmüyorlar’ diyordu. Boğazına takılanlar oldu. Ama aç gözlülüğün sınırı yok. Sonu da…
Velhasıl,
Abhazya’da maalesef savaş travması sürüyor; ganimet alışkanlığına bağlı kara düzen devam ediyor. Umarız Abhazya kendini bu kemirgenlerden kurtarır ve hukuk devleti olmayı başarır.