Celal Üster
Cumhuriyet/Kitap
On altı yıldır her hafta yazıyorum Yeryüzü Kitaplığı’nı. Başından beri izleyenler bilirler: Yeryüzü Kitaplığı, Yeni Yüzyıl gazetesinde tam sayfa olarak başladı, sonra Yeni Binyıl gazetesinin Binyıl Kitap adlı ekinde sürdürdü varlığını. Ardından, uzun yıllar Radikal Kitap’ta konuşlandı; geçen yılın nisanında yeniden Cumhuriyet’te çalışmaya başlamamla birlikte Cumhuriyet Kitap’a taşındı. Diyeceğim, on altı yıldır her hafta, ‘Bu kez hangi kitabı yazayım?’ sorusunu soruyorum kendime.
Kuşkusuz, okur olarak, çevirmen olarak, yayıncı olarak, çok daha uzun bir zamandır kitaplar arasında yaşıyorum. Ama yine de gittikçe artan sayıda kitabın yayımlandığı bir ortamda, her hafta, hangi kitaptan söz edeceğinize karar vermek bir bakıma hiç de kolay değil. Gerçi temel ölçütünüz kendi beğeninizse, kendi okurluğunuzdan ödün vermezseniz, o kadar da zor gelmeyebilir.
Kimi kez sizi alıp götüren bir romanda, kimi zaman ilk kez aslından eksiksiz çevrilmiş bir klasikte, kimileyin yepyeni bir yaklaşım, bambaşka bir bakış açısı getiren bir incelemede, bazen iftiralarda bulunmaktan çok itiraflarda bulunan bir anı kitabında karar kılabilirsiniz. Kimi zaman da yayın dünyasının yerel sularından uzaklaşabilir, henüz dilimize aktarılmamış ilginç bir yapıta yönelebilirsiniz.
Yergili ve alaycı
Ama kırk yılda bir de okurlarınızın hoşgörüsüne sığınarak, kendi hazırladığınız bir kitabın satırları arasında gezinebilirsiniz belki de. Aslında, bu hafta, geçenlerde yayımlanan Sözün Özü’ndeki alıntılar denizine dalmayı seçmemin nedeni, çok farklı yazarlar ve düşünürlerin ‘kitap’ ve ‘okumak’ gibi kavramlara getirdikleri yergili, alaycı, düşündürücü, şaşırtıcı yaklaşımları Yeryüzü Kitaplığı’na taşımak, giderek eski çağlardan günümüze ustaların bu konularda söylediklerini size aktarmak istemem.
Deliliğe Övgü’nün yazarı Erasmus, kitabı, yaşamının onsuz edilemez öğelerinden biri olarak görmüş: ‘Elime biraz para geçti mi kitap alırım; geriye kalanla da yiyecek ve giyecek. İngiliz devlet adamı ve filozof Sir Francis Bacon, değişik niteliklerdeki kitapları yemeklerle kıyaslayarak değerlendiriyordu anlaşılan, Bacon’ın gözünde kitap okumakla yemek yemek arasında yakın bir bağ vardı demek: ‘Tadına bakılacak kitaplar vardır, bir lokmada yutulacak kitaplar vardır, bir de iyice çiğnenip sindirilmesi gereken kitaplar vardır.’
Bir dönemin Fransız felsefesinin unutulmaz adları Descartes ve Voltaire ise, kitap ile insan arasında yakınlık kurmuşlar daha çok. Matematikçi, bilim insanı ve filozof Descartes, ‘Bütün o güzel kitapları okumak, geçmiş yüzyılların en has insanlarıyla sohbet etmeye benzer,’ demiş. Aydınlanma çağının öncülerinden Voltaire de, ‘Kitaplar da insanlar gibidir. Pek azı önemli bir rol oynar, geri kalanı çoğunluğun arasında kaybolur gider,’ demekten alamamış kendini.
İngilizlerin yergi ustası Jonathan Swift de, Descartes ve Voltaire gibi, kitapları insanlara benzetmiş, ama bu konuda onlardan daha acımasız: ‘Kitaplar da, onları yazan insanlar gibi, dünyaya bir tek yoldan gelirler, ama binlerce yoldan çıkıp giderler bu dünyadan ve bir daha da geri dönmezler.’ Özdeyişleri Fransız Devrimi sırasında dilden dile dolaşan Nicolas Chamfort da acımasızlıkta Swift’ten aşağı kalmıyor: ‘Birçok kitabın başarısında en büyük pay, yazarın düşüncelerinin sıradanlığı ile okurun düşüncelerinin sıradanlığı arasındaki uyumdadır.’
Tuhaf bir nesne
18. yüzyılın Alman fizikçi ve yergi yazarı Georg Lichtenberg, kitaplardan çok insanlara yöneltiyor eleştiri oklarını: ‘Dünyada kitaplardan daha tuhaf bir nesne zor bulunur. Onları anlamayan insanlar tarafından basılırlar; onları anlamayan insanlar tarafından satılırlar; onları anlamayan insanlar tarafından satın alınır, okunur ve eleştirilirler; dahası, onları anlamayan insanlar tarafından yazılırlar.’ Fransız simgeci şiirinin ustalarından Paul Valery’ye gelince, o, kitapla insan arasında bambaşka bir benzerlik yakalamış: ‘Kitaplarla insanların düşmanları aynıdır: yangın, rutubet, hayvanlar ve zaman; bir de kendi içindekiler.’
Klasikler, birbiri ardı sıra yayımlayan yüzlerce, binlerce yeni kitap arasında okurların zaman zaman kaçıp sığınma gereksinimi duydukları limanlar değil midir? 19. yüzyıl İngiliz şairi Samuel Rogers’ın önerisi de bu doğrultuda: ‘Yeni bir kitap yayımlandığı zaman, eski bir kitap okuyun.’ Varoluşçuluğu da, Freudcu psiklojiyi de derinden etkilemiş olan Alman filozof Schopenhauer’e göre, kitapların uygarlığın gelişiminde büyük payı var: ‘Kitaplar olmasaydı uygarlığın gelişmesi olanaksız olurdu. Kitaplar değişimin motorları, dünyaya açılan pencerelerdir. Şairin dediği gibi, ‘Zaman denizinin fenerleridir.’ Zihnin dostları, öğretmenleri, büyücüleri, haznedarlarıdırlar. Kitaplar basılı insanlıktır.’
Eskilerden biraz daha yakınlara gelirsek, bazı eleştirmenlerce 1930’ların İngilizce yazan en büyük ozanı olarak kabul edilen W. H. Auden da belli ki İngiliz yergi sanatından fazlasıyla payını almış; o da kitaba mizahla yaklaşmadan edememiş: ‘Bazı kitaplar hiç hak etmedikleri halde unutulur; ama hiç hak etmediği halde hatırlanan kitap yoktur.’
Kimi edebiyatçılar ise ‘kitap yakmak’tan daha kötü suçlar da olduğu kanısında. Örneğin, ünlü Fahrenheit 451’in yazarı Ray Bradbury, ‘Bir kültürü yok etmeniz için kitapları yakmanız gerekmez,’ diyor. ‘Okunmalarını önleyin, yeter.’ 1987’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen şair Joseph Brodsky, kitap okumamayı daha büyük bir suç olarak görüyor: ‘Kitap yakmaktan daha kötü suçlar da vardır. Bunlardan biri de kitap okumamaktır.’ Fransız siyaset kuramcısı ve felsefecisi Montesquieu, 18. yüzyıldan sanki doğruluyor Brodsky’yi: ‘Bugüne kadar, bir saatlik okumayla dinmeyen hiçbir üzüntüm kalmadı.’
Evet, okumak, ama nasıl okumak? Fransız bilim insanı ve düşünür Blaise Pascal’a güvenebilir miyiz: ‘Çok hızlı ya da çok yavaş okuduğumuz zaman hiçbir şey anlamayız.’ Woody Allen’e bakılırsa, güvenebiliriz. O da kendi deneyiminden yola çıkmış: ‘Hızlı okuma kursuna gittikten sonra ‘Savaş ve Barış’ı yirmi dakika okudum. Olay Rusya’da geçiyor.’
Okumanın zamanı
Oyun yazarı ve politikacı Sir Richard Steele, nasıl okuyacağımızdan çok ne için okuyacağımızın üstünde dururken, okuma uğraşının özüne ışık tutuyor: ‘Beden için egzersiz yapmak neyse, zihin de okumak odur. Ama sırf sağlığımızı korumak için yaptığımız egzersiz nasıl sıkıcı ve usandırıcı olursa, sırf daha erdemli ve bilge olmak için okumak da bıktırıcı ve iç karartıcı olabilir.’ 19. yüzyılın ABD’li şairi Longfellow, okumanın zamanı konusunda duyarlı: ‘Kitap yazmanın uygun saatleri olduğu gibi, kitap okumanın da uygun saatleri vardır.’ Lolita’nın yazarı Vladimir Nabokov ise, kendince okumanın zamanını vermiş: ‘Yatmadan önce iyi bir şey okuyacağını bilmek, en hoş duygulardan biridir.’ Üç yıl önce Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Doris Lessing de Nabokov’a katılır gibi: ‘Yatak, okumak, düşünmek ve hiçbir şey yapmamak için en iyi yerdir.’
Anlaşılan, okudukça hayatı da çoğalıyor insanı. ABD’li yazar Louise L’Amour demiş ki: ‘Genellikle insanın yaşayacak tek bir hayatı olduğu söylenir. Ne kadar saçma. Okuyan insan için yaşanabilecek hayatların sınırı yoktur; roman, yaşamöyküsü ve tarih insana her zaman sonsuz sayıda hayat sunar.’ Sophie’nin Seçimi’nin yazarı William Styron da aynı görüşte: ‘Büyük bir kitap birçok deneyimle donatır insanı. Bitirdiğinizde biraz yorgun düşersiniz. Okurken birçok hayat yaşamışsınızdır.’
Kitaplar ve kitapları okumak konusunda farklı çağlardan, farklı yazarlar ve düşünürler kimi kez benzeşen, kimi kez hiç benzeşmeyen bakışlar, görüşler. Kuşkusuz, hepimiz çok farklı kitaplardan haz alabilir, dahası aynı kitaplara çok farklı biçimlerde yaklaşabiliriz. Ama sanırım, 13. yüzyılın İtalyan ilahiyatçısı Aquinolu Tommaso’nun bir sözünü aklımızın ucundan eksik etmemeli: ‘Tek kitaplı insandan kork!’
27 Mayıs 2010bi: ‘Yatak, okumak, düşünmek ve hiçbir şey yapmamak için en iyi yerdir.’
Anlaşılan, okudukça hayatı da çoğalıyor insanı. ABD’li yazar Louise L’Amour demiş ki: ‘Genellikle insanın yaşayacak tek bir hayatı olduğu söylenir. Ne kadar saçma. Okuyan insan için yaşanabilecek hayatların sınırı yoktur; roman, yaşamöyküsü ve tarih insana her zaman sonsuz sayıda hayat sunar.’ Sophie’nin Seçimi’nin yazarı William Styron da aynı görüşte: ‘Büyük bir kitap birçok deneyimle donatır insanı. Bitirdiğinizde biraz yorgun düşersiniz. Okurken birçok hayat yaşamışsınızdır.’
Kitaplar ve kitapları okumak konusunda farklı çağlardan, farklı yazarlar ve düşünürler kimi kez benzeşen, kimi kez hiç benzeşmeyen bakışlar, görüşler. Kuşkusuz, hepimiz çok farklı kitaplardan haz alabilir, dahası aynı kitaplara çok farklı biçimlerde yaklaşabiliriz. Ama sanırım, 13. yüzyılın İtalyan ilahiyatçısı Aquinolu Tommaso’nun bir sözünü aklımızın ucundan eksik etmemeli: ‘Tek kitaplı insandan kork!’