BİR ÇERKES’İN DİASPORA ELEŞTİRİSİ

Ayşe Nart
24/05/2025

“Bu yazıyı kaleme almamın nedeni; bir Çerkes olarak kendi toplumumun diasporadaki tarihsel yönelimlerini, kültürel zayıflıklarını ve yüzleşilmemiş hakikatlerini eleştirel bir gözle değerlendirme çabasından dolayıdır.”

Çerkesler, 19. yüzyılda tarihin en kitlesel sürgünlerinden birine maruz kaldılar. Ancak bu büyük travma, kolektif bir hafızaya, kurumsallaşmış eğitime ya da kalkınmacı bir vizyona evrilmedi. Acı, bir anlatıya; göç ise nostaljik bir ağıta dönüştü. Onur ise zamanla, emeğin ve üretimin önüne geçen bir asalet mitine büründü. Bugün diaspora Çerkes toplumu kültürel olarak çözülüyor. Kimliğini korumaya çalışırken içsel bir çöküşü yaşıyor. Herkesin bildiği, ama kimsenin dile getirmediği bir çürüme hâli. Çünkü iç eleştiri, çoğu zaman ihanete eş tutuluyor. Oysa gerçeği söylemek, sadakatin değil, aidiyetin bir gereğidir.

Çerkesler tarih boyunca gittikleri her coğrafyada belli bir saygı gördüler. Bu saygı, hem fiziksel görünümleriyle hem de geleneksel yapılarındaki disiplinden kaynaklanıyordu. Suç oranlarının düşüklüğü, akraba evliliklerine kapalı olmaları, -çerkes örfü, yakın akrabalar arasında evliliği uygun görmez. Bu norm yalnızca biyolojik bir tedbir değil; akrabalık ağlarını genişleten, toplumsal barışı ve dışa açılan ilişkileri güçlendiren bir exogami ilkesidir. Korunması ve aktarılması gereken kıymetli bir mirastır- ve estetik algıları, “kültürel zarafet” olarak tanımlandı. Ne var ki bu zarafet zamanla üretimden uzak, temsile dayalı bir asalete dönüştü. Ve asaleti öven toplumlar, çoğu zaman emeği değersizleştirir.

Diasporada yaşayan Çerkesler, doğal olarak anadillerini yitirmekteler. Zira duygu ve düşünceyi en derin şekilde taşıyan şey, dildir. Türkiye’deki Çerkesler Anadolu kültürüyle iç içe geçerken, Arap ülkelerindeki Çerkesler Arap kültürel kodlarına asimile oldular. Geriye kalan, neredeyse yalnızca folklor oldu. Oysa bir kültür, yalnızca dansla değil; egitimle, edebiyatla, düşünceyle, müzikle ve sanatla yaşar. Bu unsurların yokluğu, kültürel hafızanın silinmesi anlamına gelir. Sermaye üretiminden uzak duran ve dini muhafazakârlığın içine kapanan diaspora Çerkesleri, toplumsal olarak ciddi bir gerileme yaşadı. Xabze, bir zamanlar ahlâkın ve toplumsal uyumun diliydi; özündeki esneklik ve dengeyle yaşama yön veriyordu. Ancak zamanla İslam kültürü içindeki katı yorumlar arasında eriyerek, yerini dogmatik kurallara ve sorgusuz itaate bıraktı. Böylece özgün değerlerini yitirip, bir gelenekten çok bir tabu sistemine dönüştü.

Burada ifade edilenler, Kafkasya’da yaşamaya devam eden Hristiyan Çerkesleri kapsamamaktadır. Zira otantik kültürel mirası halen yaşatan ve sürdürenler, esas olarak oradadır.

Bugün Çerkesler arasında çalışan bireylerin çoğu maaşlı: doktorlar, mühendisler, öğretmenler.. Ancak sermaye biriktiren, girişimci, risk alan bireylerin sayısı sınırlıdır. Bilgi, eğitim ve sosyal ağlarla güçlenen bir sermaye kültürü gelişmemiştir. Çerkes toplumu, onurdan gelir umarken; bazı toplumlar, tarihsel acılardan bilgi, dirayet ve gelecek inşa etmiştir. Acı, Her Zaman Yaratıcılığa Yol Açmaz; Çerkesler, 1864 sürgünüyle kitlesel bir ölüm ve dağılma süreci yaşadılar. Karadeniz kıyılarında yığılan cesetler, sürgün yollarında kaybedilen çocuklar ve Osmanlı topraklarında karşılaştıkları yoksulluk. Ancak bu travma, kurumsal bir hafıza üretmedi. Çünkü Çerkes kültürü yazılı değil, sözlüydü. Ve söz, unutmaya daha yakındır. Acılarını kutsallaştırmak yerine, suskunlukla örttüler.

Onur, Bazen Gelişimin Önünde Engel Olabiliyor; Çerkes toplumu için “onur”, kimliğin temelidir. Ancak bu onur anlayışı, çalışmayı ve emeği küçümseyen bir algıya dönüştüğünde, aristokratik ataleti besler. “Asil insan çalışmaz” düşüncesi, modern dünyanın üretken değerleriyle çelişir.

Geçmişle Övünmek, Bugünü İnşa Etmeye Yetmez; “Üstün ırk” fikri, pek çok halkta bir savunma mekanizmasıdır. Ancak yalnızca geçmişle övünmek, bugünü inşa etmez. “Asil kan” fikri, çoğu zaman konfor alanına dönüşür ve değişimi, dönüşümü erteletir.

Bu yazım bir eleştiri değil, bir çağrıdır. Gerçekler bazen acıtır. Ama yüzleşmeyen toplumlar kendini tekrar eder; kendini tekrar eden toplum ise zamanla silinir. Bu yazımın amacı yıkmak değil, düşünmeye ve yeniden inşa etmeye davet etmektir. Kendi aidiyetini sorgulamayan ve eleştiriyi kabul etmeyen hiçbir topluluk gelişemez; dogmanın içinde boğulur, zamanla çözülür. Bu yazıyı kaleme aldım çünkü, bu aidiyetin içinden yapılmış bir sorgulamadır. Ve yine ifade etmem gerekir ki, eleştiri yıkmak için değil; yeniden düşünmek ve dönüştürmek içindir. Geçmişe saygı, geleceği kurmanın önüne geçmemeli. Asalet, eğer üretmiyorsa, sadece nostaljidir.