ÇERKES TARİHİ

Mithat Çelen

İnsan ırkının 300 bin yıl önce ortaya çıktığı ülke, hemen tüm dünya dillerinde yer alan, ulaşılmaz, afsunlu, gizemli, atlas renkli, düşler, mutluluklar ve büyük acıların yaşandığı ülke; Çerkes boylarının kutsal ata yurdu; doğudan batıya, kuzeyden güneye, binlerce yıldır toplumların, uygarlıkların geçtiği tarih kavimler kapısı… Kafkasya, değişik etnik kökenli toplumların bir arada barındığı bir bölgedir. İnsan ırkinin üç yüz bin yıl önce Kuzeybatı Kafkasya’da ortaya çıktığı savının detaylarına inince, Kuzeybatı Kafkasya’da türeyen insan soyunun öncelikle yakın çevreye, Transkafkasya’ya, kuzey-doğuya ve güney-batıya yayıldıkları görülmektedir. Bu savları bir dereceye kadar doğrulayan bulgular ve kanıtlar vardır. Nitekim, şimdi Krasnodar toprakları içerisinde, Karadeniz kıyıları boyunca çok sayıda palaeolitik yerleşim alanları bulunmuştur. Bunlara ilk yerleşen insanların avcı ve besin toplayıcısı oldukları anlaşılmaktadır.İnsanoğlunun besin toplayıcı olan ekonomik yapısından, üretim ekonomisine, hayvancılık ve tarıma geçişine kadar binlerce yıl geçmiştir. Bu dönemde üretim araçlarının halen taş ve kemikten yapılmış olmasına karşın, güçlü bir anaerkil toplum düzeninin de olduğunu biliyoruz. Anaerkil toplum düzeni sürecinin başlangıcında metal henüz bilinmemektedir. Yüzlerce yıl sonra metalle tanışan insanoğlu, ilk olarak bakir ve tuncu kullanmaya başlamıştır. Ancak altın, daha çok dekoratif amaçlarla ve takı eşyası üretiminde kullanılmıştır.

Kuzeybatı Kafkasya erken metal çağına M.Ö. 3 bin yıllarında, başka deyişle, günümüzden 5 bin yıl önce ulaşmıştır. Bu dönem yaklaşık olarak, mezar alanları üzerinde mezar tümseklerinin ortaya çıktığı döneme rastlamaktadır. Arkeologlar, bu dönemde bu bölgede yaşayan insanları ilginç bir sınıflamaya tabi tutmuşlardır: Kaya mezar – Katakomp mezar toplumları ve ahşap mezar kabileleri gibi. Başka bir sınıflama yaşanan topraklara ve bölgelere yapılmaktadır. Maykop (Miyekuape) veya Kuzey Kafkasya boyları sınıflamasının olduğu gibi.

Anılan mezar örnekleri Krasnodar’da ve özellikle Adigey Cumhuriyeti başkenti olan Maykop’taki müzede sergilenmektedir. Bu maket mezarlarda, mezarların açıldığı andaki durumları, ölülerin gömülüş biçimleri, mezardan çıkan eşyaların özellikleri detaylı bir biçimde belirtilmektedir. Bu mezarları bırakan insanların genelde uğraş alanı hayvancılıktır. Ancak, toprağı işlemeyi de bir ek iş olarak yaptıkları anlaşılmaktadır.

Kuzeybatı Kafkasya’nın dağlık bölgelerinde ve Karadeniz kıyılarında ortaya çıkan Dolmen kültürü, adini alışılmadık neolitik oda mezarlar ya da kayalarda oyulmuş mezarlardan almıştır. Kuzeybatı Kafkasya dolmalarının geçmişi, M.Ö. 2.binin ortalarından son çeyreğine kadar olan döneme rastlamaktadır. Bu mezarlar, Kuban nehrinin sağ yakasında yer alan bozkır hattındaki kuyu-mezar kültürü topluluklarına ait mezar tepeleri ile yaşıttır. Orada ölüler üzerleri kereste ile kapatılan çukurlara gömülürdü. Bu mezarlar genellikle eşya bakımından çağdışı olan diğer mezarlara göre fakir olmalarına karşın, ölünün kimi zaman dört tekerlekli bir araba ile gömüldüğü de olurdu. Bu mezarlarda altın küpeler dışında metal eşyaya çok az rastlanmıştır.

M.Ö. 3 binde Kuban nehrinin güneyinde Maykop kültürü doğup gelişmiştir. Bu kültür, giderek etkilerini doğuda Dağıstan’a batıda Novorosissk ve Taman topraklarına kadar hissettirmiştir. Bu kültürün en parlak döneminde demir dışındaki tüm metallerin işlendiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Maykop kültürü içerisinde çarklı çömlek tezgahının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Uygarlığın özellikleri yakın-doğu ve özellikle Mezopotamya uygarlığı havasını vermektedir. Bu denli erken bir dönemde çömlekçi çarkının bulunmasını, Mezopotamya uygarlığının etkisi olarak değerlendiren araştırmacılar da vardır. Ancak bu yaklaşım çok gerçekçi değildir. Maykop kültüründe ölüler çok zengin altın ve gümüş eşyalarla dolu mezarlara gömülmektedir. Bu mezar tepeleri içerisinde söz konusu kültüre adını veren Maykop Mezar Tepesi her yönü ile diğer mezar tepelerinden farklıdır.

Günümüzden 4 bin yıl önce, M.Ö. 2 binin ilk yarısında, antik Kuzey Kafkasya kültürünün ilk bulguları, Katakomp mezar kabilesinin kültürel ve tarihsel değerleri Kuban steplerine doğru yayılmıştır. Bu kültür diğer Kuzey Kafkasya kabileleri ile yakin bir ilişkiye girmiş ve bu ilişki sonucu kabileler giderek nehrin diğer yakasına sürülmüşlerdir. Bu yer değişikliği ile ilgili olarak bu bölgelere yabancı kabileler kendi ölü gömme yöntemlerini de getirmişlerdir. Bu kabilelerin ölülerini, altını açık bıraktıkları çukurun yan tarafına gömerek üzerlerini büyük bir toprak tepecik ile örttüklerini görmekteyiz. Bu döneme ait mezar bölgelerinde çok sayıda metal eşyaya rastlanmıştır. Son yıllarda bu bölgelerde ahşap mezar kültürüne ait ve geçmişi M.Ö. 2 bin yıllarının sonlarına uzanan mezarlar bulunmuştur. Kuzey Kafkasya’da kabile gelişiminin son aşaması olan Tunç çağı, burada bulunan metal işleme sahasının varlığı ile karakterize olmaktadır. Bakır cevherinin çıkarılıp eritildiği, alaşımlarından, özellikle tunçtan çeşitli eşyaların yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu dönemin sonu, demirin ortaya çıkışın tanığı ve yeni bir çağın habercisi olmuştur.

Kuzeybatı Kafkasya’da demir M.Ö. 8. yüzyıldan bu yana bilinmektedir. Engels’e göre demir cevherinin eritilerek demir elde edilmesi, “demir kılıç ile birlikte saban demiri ve balta demiri” dönemini başlatmıştır. Tarihte devrim yaratma işlevi üstlenen, tüm hammaddelerin sonuncusu ve en önemlisi olan demir insanlığın hizmetine bu çağlarda girmiştir. Demir geniş alanlarda tarım yapmayı ve ormanların temizlenerek tarıma elverişli hale getirilmesini sağlamıştır. Demir insanoğluna, taşın ve diğer metallerin hiçbirisinin dayanamayacağı sertlik ve keskinlikle araç ve gereçler bağışlamıştır. Demirin tarım araçları haline dönüşmesi, yavaş yavaş besin toplayıcı toplumdan hayvancılık ve tarıma dayalı topluma geçişi sağlamıştır. Bu geçiş erkek gücüne gereksinim duyduğu için toplumda erkeğin işlevinin ve saygınlığının artmasını da getirerek babaerkil toplum düzeninin de habercisi olmuştur.

Üretici güçlerin ve aletlerin gelişmesi hayvancılığı belli ölçüde önemsizleştirmiştir. Daha sonra bu yörelere yerleşenler, yerleşik düzene geçenler, kendi yasam biçimlerini, toprağı isleme yöntemlerini geliştirerek, toprağın sabanla işlendiği daha gelişmiş bir dönemi başlatmış, aynı zamanda sosyal değişimler de yaşanmıştır. Daha gelişmiş bir ekonomi, servetin belirli ailelerde toplanmasını ve zamanla bu ailelerin bir klan aristokrasisi çevresinde toplanarak topluluğun diğer kesimlerinin kendilerine bağlanması sonucunu getirmiştir. Bu dönemde ayrıca geniş kabile birliklerinin biçimlendiği, belirgin hale geldiği dönemdir.

Kabile birliklerinin biçimlendiği bu dönemde, bugünkü Çerkes boylarının ataları olan Meot, Sind, Zikhi, Kerket, Pses, Henioch, Zanig ve daha başka boylar bu tarihten başlayarak maddi ve kültürel gelişimlerini, daha başka bir deyimle etnik bütünleşmeyi tamamlamaya başlamıştır.

Bugünkü Kuzey Kafkasya’nın otokton halkı olan Çerkes boyları, kimilerinin savunduğu gibi Sami ırkından olmayıp, Orta Doğu’dan kuzeye göç etmemiştir. Tarihin hiçbir çağında sıcak denizlerden, sıcak iklimlerden kuzeye, daha soğuk bölgelere hiç bir göçe rastlanmaz. Başka bir deyişle, İslam dininin etkisi ile Kavm-i Necip olarak anılmaya başlanan Arap halkı ile ya da Sami ırkı ile Kuzey Kafkasya boylarının hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.

Doğu’dan kaynaklanan kimi stilize motiflerin ya da eşyaların benzeşimine dayanak olarak gösteren Çerkeslerin kökenini Orta Asya steplerine ve Turan illerinde arayanlar da yanılgıya düşmektedirler. Çerkesler Kuzey Kafkasya topraklarında etnik konsolidasyonlarını tamamlayan otokton topluluklardır.

Eski Kuzey Kafkasya halkları ve kabilelerinin adlarının bugün bilinmesini, komşuları tarafında bırakılan yazılı anıtlara borçluyuz. Bu yazılı belgelerde adi geçen boylar; Kimmer, Iskit, Sarmat, Tauri, Sind, Meot, Kerket, Zikhi, Henioch, Zanig, Pses, Psil ve Kolchi’dir. M.Ç. 1. yüzyılda ve Hıristiyanlık döneminin ilk yıllarında Kuzey Kafkasya nüfusunu Meotlar ile diğer Kuzey Kafkasyalı dağlı kabileler oluşturmaktaydı. Meotlar Azak Denizi’nin doğu kıyıları, Kuban nehrinin alt ve orta havzalarında yaşıyordu. Nehrin sağ yakasında kalan toprakları, bugünkü Tamizbekskaya yerleşim bölgesine kadar uzanıyordu. Meotların çağdışı olan Antik Grekler (Yunanlar) M.Ö. 6. yüzyılda ilk kez Meotlardan söz etmektedirler. Öte yandan Meotların M.Ö. 8. ve 7. yüzyılın ilk yarısı arasındaki dönemde, kökü Tunç Çağı’na kadar uzanan bir kültüre sekil verdikleri gerçeği de arkeolojik bulgulardan anlaşılmaktadır.

“Meot” sözcüğü birçok küçük kabileyi kapsayan kolektif bir isimdir. Hıristiyanlığın başlangıç döneminde yaşamış olan eski Grek coğrafyacısı Strabo, “Meotların, Sind, Dandari, Toreates, Ayres, Arreches, Torpotes, Obicliakenes, Doskhi ve diğer birçok kabileden oluştuğunu” yazar. Yalnızca antik edebiyat kaynaklarında değil, bu konuyu işleyen Bosphor Krallığı topraklarından çıkartılan taş tabletlerde de Azak Denizi’nin güney kıyıları ve Kuban havzası antik kabilelerinin isimleri açıklanmaktadır. Bu isimler Meot kabilelerini oluşturan ve Bosphor Krallığı’nın da unsurları olan Sind, Dandari, Toreatesi Pses ve Sarmat kabileleridir. Bu topluluklar daha kuzeylerde, Don ve Volga ırmakları arasındaki, daha önce Meotlara ait olan toprakları işgal etmiş görünmektedir (özellikler Sarmatlar). Don ve Kuban nehirleri arasında doğal bir sınırın bulunmaması ve Sarmatların göçebe bir topluluk olması nedeniyle, bu topluluğu bazen kuzeyde bazen güneyde, Kuban Havzası’nda girebilmekteyiz.

Bugünkü Çerkeslerin ataları olan ve M.Ö. 1000 yıllarının ilk yarısında etnik konsolidasyon (pekişme) sürecini tamamlamış olan Kuban bozkırının bu sahipleri incelendiğinde, devamlı bir yer değişiminin yaşandığı görülmektedir. Örneğin İskitlerin, bu bozkırda yaşayan kabileleri geride bırakarak, bozkırı geçtikleri ve Kafkas Dağları’ndaki geçitlerime aşıp Transkafkasya’ya (bugünkü Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan toprakları) gittikleri, bu yöreleri yağmaladıkları, M.Ö. 6. yüzyılın başlarında ise tersine bir akın başlatarak eski topraklarına döndükleri bilinmektedir. Bu yörede sürekli İskit yerleşimi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu bölgede bulunan kalıntılarda İskit yapıtı pek azdır.

Öte yandan Antik Yunan kolonileri (Phanugoria kenti) yaklaşık 2 bin 500 yıl önce Sindlerin saldırısı ve işgali ile Taman yarımadasından çekilmiştir. Kuban bölgesinde ve Azak Denizi’nin doğu kıyısında yaşayan Meotlarla çağdaş Yunan kolonilerinin içerisinde en gelişmiş olanı şüphesiz Phanugoria site devletiydi. Bu kentin yerleşim yeri bugünkü Seneggo kasabası yakınlarında bulunmaktadır. Bölgedeki diğer Grek kolonileri, Cepi ve Hermonacca’dir. Bu kolonilerin gelişimleri, kırsal sınırları birleşmiş, ayrı birer bağımsız devlet statüsünde ve M.Ö. 6. ve 4. yüzyıllardaki Grek uygarlığının sosyo-politik yapısını belirleyen “polis”ler seklinde oluşmuştur. Kerç ve Taman yarımadasındaki bu site devletlerin tarihsel gelişimi, giderek Panticapeum’un başkent olduğu Bosphor İmparatorluğu ile birleşme sonucunu getirmiştir. Bu imparatorluk köleci bir devletti; hükümdarları devamlı doğu ve güneye inme ağırlıklı bir politika izlemişlerdir. Bu politikanın sonucu olarak Aşağı Kuban bölgesinde yaşayan Meotlarin Sind koluna ait topraklar işgal edilmiştir. Daha sonra diğer Meot boyları da bu krallığın sınırları içerisine girmiştir. Zamanla bütün bu kabileler imparatorluk sınırları içerisinde birbirlerine bağlandıkları gibi, kültürel olarak da belirli bir yere kadar kaynaşmışlardır.

Yukarıda da belirtildiği gibi bu tür göçler, yer değiştirmeler uzun yıllar sürmüştür. Örneğin Strabon’a göre bir Sarmat kabilesi olan Sirakisler, M.Ö. 2. yüzyılda Kuban bölgesine gizlice sızarak Kafkas Dağları’nın güneyine kadar inmişlerdir. Güçlü göçebe kabilelerden oluşan Sarmatların yaşam biçimi, üstün tarım yaşamı ve yöntemleri bilen Meotların etkisiyle değişmiştir. Strabo Sirakisleri tanımlarken, “kimi grupların çadırda yaşayıp toprağı sürdüklerini” anlatmaktadır. Bu tür kültürel değişim, Kuzey Kafkasya’da yerleşik tarım nüfusunun artmasına neden olmuştur. M.Ö. 1. yüzyılın sonlarına doğru Sarmat sızmaları arttığı için bölgede güçlü bir “Sarmatlaşma” olayı görülmektedir. Ancak kültürel yasamda bir değişme olmamıştır. Sarmat çoğunluğuna karşın Meot kültürü, dil ve geleneksel, yaşam tarzını sürdürerek genişlemiş, yeni gelenleri kendi kültürü içinde asimile etmiştir. Sayıca daha az olan Meot kültürü bu gücünü M.S. 3. yüzyıla kadar sürdürmüş, bu yüzyılda Alan saldırısına uğraması topraklarından (Kuban nehrinin sağ yakasından) sürülmüşlerdir. Yeni gelen Alanlar da aslında Sarmat kökenliydi. Sarmat kabilelerinin bir kolu olan Alanların farklılığı İran dili konuşmalarıydı. İran dili konuşan Sarmat kabilelerinden, yani Alanlardan söz eden kaynaklara M.S. 1. yüzyıla ait belgeler arasında rastlamaktayız. Alanlar doğu Kuban bölgesine 1. ve 2. yüzyıl arasında gelmişlerdir. Diğer kabilelerle yakin bağlar kuran alanlar, Daryal Geçidi ve Hazar Kapısı yolu ile Transkafkasya ve Asya’ya geçmişlerdir.

M.S. 3. yüzyılda Alanlarla Sarmat boyları birleşerek Alan-Sarmat kabile birliğini oluşturmuşlardır. Giderek güçlenen Alan baskısına dayanamayan yerli kabileler Kuban’in sol yakasına geçip akraba oldukları diğer Meot kabilelerine sığınmıştır. Böylece daha az verimli olan topraklara salt güvenlik nedeniyle yerleşmişlerdir. Bu kabileler Kuban’in sol yakasındaki orman-bozkır alanlarına, Kuban ırmağının taşkın bataklıklar ile kaplı ova ve ağaçlık bölgelerine yerleşmiştir.

Alan-Sarmat kabile birliği uzun süre yaşamadı, M.S. 375′de Asya’dan Batı’ya yürüyüşe geçen Hun dalgaları, Kuban bozkırını aşarak Taman’a doğru ilerlerken, arkalarında harabe, yangın, açlık ve ölüm bırakarak Alan-Sarmat kabile birliğinin yıkılmasına neden olmuştur. Yağmalanıp yıkılan, güçsüz bırakılan Kuban’in sağ yakası bundan böyle göçebe boylarının yerleşim yeri olmaya başlamıştır. Meotlar ve akrabaları olan Zikhiler etnik anlamda pekişmelerini tamamlayarak bugünkü Çerkes toplumunun ataları olarak tarih sahnesinde güçlenmeye başlamıştır.