KITIJ Cemil Biçer
Öğrencilik yıllarımdan bu yana siyasetin öznesi olmaya hevesliyim.
1980 öncesine dayalı lise ve üniversite yıllarımda, masum öğrenci dernekleri içinde yürüttüğüm politika heveslerimi İstanbul varoşlarında, kimsesiz viran duvarlara kan kırmızı boyalarla sol/sosyalist sloganlar yazarak, otobüs duraklarına ve iş hanlarının içine afiş ve pul yapıştırarak tatmin etmeye çalıştım.
İlerleyen yıllarda bu siyaset merakım öyle bir tutku hâline dönüştü ki bir müddet sonra bu çalışmalar, içimde gittikçe büyüyen politika tutkumu tatmin etmeye yetmemeye başladı.
Gecekondu mahallelerine taşınıp örgütsel çalışmaları yarı illegal hâle getirdim. Ev toplantılarında Marksizm’in teorik öğretilerini ezberlemek için yapılan eğitim faaliyetleri…
Sendikal çalışmalar, grev örgütlenmeleri, grev gözcülüğü, sözcülüğü derken sonrasında üniversite yılları…
Ankara Üniversitesi DTCF’de başlayan öğrencilik yıllarım, fakültenin faşist işgal altında oluşu, aylarca sadece okulun girişindeki Farabi Salonu’nda kümelenip bir avuç devrimci Anadolu genciyle birlikte omuz omuza milim milim, metre metre kavgayla, direnişle faşist işgali kırma mücadelemiz…
Kızılay Meydanı’nda her akşam yaptığımız korsan miting müdavimliği…
Zafer Yeraltı Çarşısı’ndaki çay ocağında, kan kırmızı çay-sigara eşliğinde öncü savaşının somut koşulları konusunda Kesintisiz I-II’den alıntılarla süslediğimiz vura vura tartışmalar…
Ankara sosyetesinin allı morlu giyinen rengârenk çocukları, devrimcilik oynarlardı gölgemizde…
Kavaklıdere mukimi devrimci Ankaralılar için
Zafer Çarşısı’nda mevzi alır,
“Strangers in the Night”
sloganını atardınız akşamüstü korsan mitinglerde.
Önemserdik sizi…
Küba’dan ithal Che gibiydiniz…
Ankara’nın ayazı meşhurdur,
Boynunuzda
Kan kırmızı kaşkollar olurdu,
Kıskanırdık…
Muhtemelen,
Evleriniz kaloriferliydi sizin…
Ve…
Her eylem sonrası
Konur Sokak’taki Aspava meyhanesinde
Arjantin birası içip eylem üzerine kritik yapardınız,
Kıskanırdık sizi…
Ya siz polistiniz…
Ya da,
Polis sizden korkardı…
Zahir,
Hep bizi “cop”lardı öldüresiye.
Ele avuca sığmayan
Körpe kodaman mahdumlarıydınız,
Güzel kokardı teniniz…
Ama…
Korkaktınız.
Biz bilirdik ki…
Tavşan korktuğu için kaçmaz,
Kaçtığı için korkar.
Şiirler yazardık adlarınıza ithafen…
İçinde yer aldığımız siyasal örgütlenmenin “devrimci ahlak” konusundaki titizliğine rağmen kanımızda birikmiş testosteron hormonlarımıza söz geçiremezdik.
Kavaklıdere ve Çankaya birahanelerinin en zula masalarında, tuzlu fıstık ve patates kızartması eşliğinde Arjantin birası içip acemi öpüşmelerimiz olurdu. Es kaza yakalanırsak “özeleştirimiz” ezberimizdeydi.
Tek bir yolumuz var sanırdık, oturup kalkıp haykırırdık:
“Tek yol devrim!” naralarıyla…
Canımız sıkıldığında fakülte kantininde faşist öğrencilerin bölümünü basıp ölesiye kavga ederdik.
Gözaltılar, kısa ve uzun süreli hapislikler kıdemden sayılırdı. Cepheden dönmüş yaralı gazi misali kostaklanırdık. Kehribar ağızlığa taktığımız sigaranın birini yakıp ötekini söndürürdük.
Mahpus girişinde sıfır numara tıraş edilmiş saçlarımız cazibemizi perçinlerdi, sırma saçlı sempatizanlar gözaltından imrenerek bakarlardı, müthiş bir onur duyardık bundan.
Arkeoloji ve tiyatro kürsüsünün kızları çok güzel olurdu. Çoğu da üst gelir grubu kızlarıydı. Siyasal bir angajmanı olmayan apolitik kızlardı ama çok güzellerdi. Biz onlara “ot” derdik. Yakışıklılığımızı ve cazibemizi test etmek için zaman zaman bu kürsü koridorlarında piyasa yapardık.
Demokratik ve özerk üniversite haklarımız çerçevesinde boykotlar yapardık. Önceleri gün aşırı, akabinde her gün, gittikçe her saate dönüşen cinayetler… Kahpece öldürülen yoldaşlarımız için gözyaşlarımızı içimize akıtırdık. Muhteşem cenaze törenleri düzenlerdik.
“Ali’ler ölmez!”
“Ahmet’lerin kanı yerde kalmaz!”
sloganlarını haykırırdık.
Banliyö tren istasyonlarında, üyesi olduğumuz siyasal örgütün dergilerini satan stajyer militanlara belimizde Sürmene yapımı 7.65 çaplı çakaralmaz tabancalarla korumalık yapardık.
Manisa’da zeytinciler, Ordu’da fındıkçılar, Aydın’da pamukçular miting yapardı. Biz mobilize müfrezeler hâlinde yayılırdık Anadolu’nun dört bir yanına. Köylümüzle “omuz omuza” olmaktı amacımız…
İlk büyük darbeyi 1977 1 Mayıs mitinginde, Taksim Parkı’nda yedik. “Kahpece vurdular” demiyorum, kahpeliğin bile bir namusu, bir raconu vardır…
Taksim Meydanı’ndaki tüm yüksek binaların çatısına pusu kurmuş derin devlet katilleri, uzun namlulu otomatik silahlarla kalleşçe kurşun yağdırdılar üstümüze, hedef gözetmeksizin. 34 yoldaşımız olay yerinde can verdi, yüzlercesi yaralandı. Sağ kürek kemiğimden yaralanmışım, Kazancı Yokuşu’ndan kucaklarında kaçırdılar yoldaşlarım.
“Sözlükler, gaziliği ‘inandığın bir davada yurt için ölmek’ olarak tanımlıyor” diyorlar…
Biz bu vatanın bağımsızlık mücadelesini veriyorduk. “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!” sloganını bağırıyordum, sağ kürek kemiğime o kahpe kurşun saplanırken.
Eğer gazilik ile örtüşüyorsa bu tanım, ben de gazi sayılırım…