İNCİ TANELERİN DİLBER’E

KITIJ Cemil Biçer

Mavi siyaha boyanmış saçları,
derin yüz çizgileri,
ve kıpkırmızı rujuyla karşımızda oturuyor kadın…
Bir senfonik şarkı gibi hayatını anlatıyordu.
Ne anlattığından çok ellerine bakıyorum.
Eller, çorak bir arazi gibi,
kupkuru ve morarmış damarların kıyısında,
delik deşik bir ten,
bir deri, birkaç örselenmiş kemik…
Derin bir iç çekti,
“artist şampanyası” dolu kadehini kaldırdı,
bana doğru baktı.
Kadehlerimizi kaldırdık.
İşte o anda Dilber’in gözleri değdi gözlerime.
Zindan karası gözlerinde gördüğüm gemiyi yıllar sonra bile unutamadım.
Şimdi siz bunu bir şair abartması olarak okuyacaksınız…
Fakat inanın öyle değil.
Nihavent bir şarkı söylüyordu pavyon şarkıcısı,
o anda sanki koskoca bir gemi,
o bambaşka mavi gözlerin sularına gömüldü…

Aşkın nihavent makamıdır ayrılık –
“Mahpusluk zor zanâattır”,
Hele ki dışarıda bekleyenlerin varsa..!
Nazım Hikmet, uzun mahpusluk yıllarında canını dişine katıp, saçını süpürge edip krallar gibi bakan Piraye Hanım’a aşkını ve gönül borcunu ifade etmek için yazdığı şiirin girizgâhıdır aşağıdaki dizeler…

“Senin adını /
kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım /
malum ya, bulunduğum yerde /
ne sapı sedefli bir çakı var,
ne de başı bulutlarda bir çınar /
belki avluda bir ağaç bulunur ama /
gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak …”
-N. Hikmet Ran-

Aradan yıllar geçer, Nazım hapisten çıkar ve bir şekilde İstanbul Boğazı’ndan Odessa’ya giden Sovyet gemisine binip Moskova’ya hicret eder…

1963 Haziran’ında Moskova’da öldü Nazım
ihanet-i kalpten,
yani…
yürek enfarktüsünden…
Nazım’ın saat kayışında;
Vera yazıyordu…
O gün aşk öldü.

Bu naçizâne şiir de bizden Nazım ustaya armağan olsun…

Ve sen…!
Nazım usta,
büyük şair…!
Sen,
kartal kanatlı mülteci,
bir çift yeşil göz,
saçları saman sarısı,
bir dilber-i ahu uğruna,
geride sadece mahzun bir vatan değil,
sana, Bursa mahpusunda don, fanila, sigara
getirebilmek için mum ışığında,
gecekondu mukimi yoksul kadınlara elbise diken
kalbi paramparça,
bir ana bıraktın…
bir ana,
bir sevgili,
bir yaralı güvercin.

Zagreb radyosunda,
Lili Marleen şarkı söylüyordu.
Sen Varna limanında boğaza doğru dümen kıran
şileplere hasret şiirleri yüklüyordun,
Vera’nın minicik elleri avucunda
yavru bir serçe gibi titriyordu…

“Beni bekleme kaptan,
seyir defterini başkası yazsın…”
çok yorgunum…
çok yorgun…
çok…” diyordun.

Ve biz hep senden öğrendik
kavgayı,
şiiri,
aşkı
ve…
senin kol saatindeki oportünizmi
bir korsan feneri gibi kayalıklarda parçaladı
gemilerimizi,
Senin kol saatindeki oportünist ihanet,
Nazım Hikmet,
büyük şair,
Kavgamızın,
mavi gözlü mini minnacık devi,
kağıttan kaplanı…
Mayakovski kendini niçin öldürdü,
bunu en iyi bilen sensin.