Ufuk Tavkul
Global Yorum İnternet Dergisi
Karadeniz ile Hazar denizi arasında doğu-batı paralelinde uzanan ve yüksekliği orta kısımlarında beş bin metreyi aşan sıradağlar günümüzde Kafkaslar adıyla tanınmaktadır. Orta çağ İslam gezginlerinin seyahatnamelerinde ve çeşitli eski Türk kaynaklarında Kafkasya ya da Kafkaslar adına rastlanmaz. Rus Çarı I. Petro döneminde Petersburg’da kurulan İmparatorluk Bilimler Akademisinin bilim adamları Kafkasya adını ilk defa kullanmışlardır. Kafkasya adına ancak 1856 yılından itibaren Türk kaynaklarında rastlanır. (Kırzıoğlu 1993 : XVII)
Bugün siyasi, coğrafi, etnik ya da kültürel sınırlar açısından ele alındığında, karşımıza birbirinden farklı sınırlara sahip birkaç Kafkasya tanımı çıkmaktadır. Coğrafyacılar Kafkasya’yı kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölmüşler. Bölgenin tarihi, etnik, sosyolojik yapısını derinlemesine bilmeyen siyaset bilimcileri de bu bölünmeyi kabul ederek Kuzey Kafkasya – Güney Kafkasya isimlerini literatüre sokmuşlardır. Bu tarife göre Kuzey Kafkasya denildiğinde, bugün Rusya Federasyonu sınırları içinde kalan sözde özerk Adige, Karaçay-Çerkesya, Kabardey-Balkarya, Kuzey Osetya, Çeçenistan, İnguşetya ve Dağıstan Cumhuriyetleri akla gelmektedir. Güney Kafkasya ise Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Cumhuriyetleri ile Abhaz, Acara, Dağlık Karabağ, Nahçıvan Özerk Cumhuriyetleri ve Güney Osetya bölgesinden oluşmaktadır.
Ancak masa başında uydurulmuş olan Kuzey Kafkasya- Güney Kafkasya isimleri o bölgenin tarihi, etnik, sosyolojik ve kültürel gerçeklerine uymaktadır. Bilimsel açıdan gerçekte tek bir Kafkasya vardır, o da bugün pek çok çevre tarafından Kuzey Kafkasya olarak adlandırılan bölgedir. Fakat bu sınırlandırma da eksik kalmaktadır, çünkü bugün siyasi açıdan Kafkasya’nın bir parçasıdır ve tarih itibariyle de Kafkasya’ya dahildir. Güney Kafkasya tabiri ise tamamen uydurmadır. Bu bölgenin İngilizlerin Transcaucasus, Osmanlı ve Arapların “Mavera-i Kafkasya” adları Güney Kafkasya değil, Kafkas Ötesi anlamındadır (Tavkul 1997: 11).
Dolayısıyla Kafkasya “Kafkans Hakları” adı verilen Adige, Abhaz-Abazin, Karadey, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halklarının yaşadığı etnik ve kültürel coğrafyanın adıdır. Kafkas halkları yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada benzer tarihi, etnik ve sosyo-kültürel şartlar altında birbirinden etkilenmişler ve birbirleriyle karışarak akraba topluluklar haline gelirken ortak bir Kafkas kültürü etrafında birleşmişlerdir. Bu bakımdan, Kafkasya halkları toplumsal yapı ve kültür açısından Kafkas ötesi milletlerinden oldukça farklı özellikler taşımaktadırlar. Tarihi, etnik ve sosyo-kültürel sınırlar açısından ele aldığımızda bu bölgeyi Kuzey Kafkasya-Güney Kafkasya biçiminde değil, Kafkasya – Kafka ötesi biçiminde tanımlamak ve değerlendirmek doğru olacaktır.
Jeopolitik yönden Kafkasya’nın coğrafi konumu Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının arasına girmiş olan ve beş bin kilometre uzunluğunda bulunan Akdeniz, Ege Denizi-Marmara ve Boğazlar-Karadeniz ve Azak denizi gibi birbirine bağlı iç vasıtasıyla da Orta Asya’ya bağlanmış bir konumdadır. (Berkok 1958: 11)
Kafkasya’nın coğrafi konumu etnolojik oluşumları ve gelişmelere, tarihin akışına çok etkili olmuştur. Tarih boyunca önemini her devirde koruyan Kafkasya jeostratejik önemini günümüzde de devam ettirmektedir.
Kafkasya halklarının sosyo-kültürel yapıları Kafkasya’yı tarih boyunca dışardan etkileyen çeşitli kavim ve medeniyetlerle yakından ilişkilidir. Kafkasya’ya kuzeyden gelen Kimmer ve İskit gibi proto-Türk kavimleri ile Hun, Bulgar, Alan, Hazar, Kıpçak gibi Türk kavimleri, Karadeniz yoluyla batıdan gelen eski Yunan, Roma Bizans, Ceneviz ticaret kolonileri, Anadolu ve Ön Asya’dan gelen çeşitli medeniyetler Kafkas halklarının kültürleri ile birleşerek günümüzdeki Kafkas etnik ve toplumsal yapısını şekillendirmişler, Kafkas kültürünün meydana gelmesinde önemli rol oynamışlardır. (Tavkul 1997: 140)
Coğrafi faktörler Kafkasya’daki toplumsal oluşumları bir dereceye kadar etkilemiş ve sarp dağlar, derin vadiler ve geniş düzlüklerle bölünmüş geniş bir coğrafi sahada birbirlerinden farklı pek çok etnik grup ortaya çıkmıştır. Farklı diller konuşan bu etnik gruplar arasındaki ayrılık coğrafi şartların de etkisiyle gittikçe daha belirgin bir hal almış ve Kafkasya’da çeşitli dil ve lehçe grupları etrafında birleşmiş bir çok etnik grup ya da halk meydana gelmiştir. Sosyal, siyasi, ekonomik sebeplere dayalı toplumsal hareketlilik Kafkasya halkları arasında etnik yönden bir karışıma yol açarken kültürlerin de birbirine karışmasına ve zamanla birbirine benzer sosyo-kültürel yapıların oluşmasına sebep olmuştur.
Neticede Karadeniz’den Hazar denizine kadar Kafkasya’daki farklı ırklar ve etnik gruplar birbirleriyle kaynaşırken, ortak hayat felsefesi, benzer adet ve gelenekler ortak tarih ve bağımsızlık şuuru, ortak giyim-kuşam ve folklordan oluşan “Kafkas kültürü” etrafında birleşmişlerdir. (Tavkul 1997a: 167)
Abhaz, Adige, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halklarının etnik ve toplumsal yapılarının analizini yapmadan, Kafkasya’nın sosyolojik gerçeklerini idrak etmeden, Kafkas halklarını tanımak, aralarındaki etnik çatışmaların sebebini anlamak ve Kafkasya konusunda politikalar üretmek imkansızdır.
Rusya Federasyonunun güney kısmında yer alan Kafkasya coğrafi açıdan bir Avrupa ülkesidir. Kafkas sıradağları Kafkasya’yı Kafkas ötesinden ayırırken Avrupa sınırının da güneydoğu bölümünü oluşturmaktadır.
Karadeniz’den Hazar denizine doğru Kafkasya’da yer alan özerk cumhuriyetlerin etnik ve demografik yapılarını şöyle sıralayabilriz:
Adige Özerk Cumhuriyeti
7.600 km2’lik bir sahayı işgal eden Adige Özerk Cumhuriyetinin başkenti Maykop şehridir. Cumhuriyet nüfusunun % 70’ini Ruslar, %23’ünü Adigeler meydana getirir. Adigelerin 1989 yılındaki nüfusları 124 bin kişidir.
Karaçay-Çerkesya Özerk Cumhuriyeti
14.100 km2’lik bölgeyi kaplayan Karaçay-Çerkesya Özerk Cumhuriyetinin başkenti Çerkes şehridir. Cumhuriyet sınırları içinde Karaçaylılar, Kabardeyler, Besleneyler, Abazalar, Nogaylar, Ruslar, Osetler ve Ukrayna Kazakları yaşamaktadırlar.
Bölge nüfusunun % 40’ını Ruslar ve Kazaklar % 35’ini Karaçaylılar, %10’unu Kabardey ve Besleneyler, % 6’sını Abazalar, % 3’ünü Nogaylar oluşturmaktadırlar. 1989 nüfus sayımına göre Karaçaylılar 156 bin, Kabardey ve Besleneyler 50 bin Abazalar 33 bin kişidir.
Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyeti:
12.470 km2 bir sahada yer alan cumhuriyetin başkenti Nalçik şehri. Cumhuriyet nüfusunun % 45’ini Kabardeyler, % 37’sini Ruslar, %10’unu Malkarlılar oluşturmaktadır. 1989 nüfus sayımına göre Kabardeyler 394 bin, Malkarlılar 88 bin kişidir.
Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti
Alanya adını alan cumhuriyetin yüz ölçümü 8.000 km2”dir. Başkenti Vladikavkaz şehri olan cumhuriyetin nüfusunun % 48’i Oset, %39’u Rus, %13’ü Kumuk, İnguş ve Gürcülerden oluşmaktadır. Osetlerin 1989 nüfusu 600 bin kişidir.
Çeçen Cumhuriyeti
İçkerya adını alan cumhuriyetin başkenti Grozni (Coharkala) şehridir. Yaklaşık 13 bin km2’lik yüzölçümü olan cumhuriyetin nüfus yapısı Çeçen- Rus savaşı sebebiyle tam olarak tesbit edilememeiştir. Çeçenlerin 1989 yılı nüfusları 1 milyon kişidir.
İnguş Özerk Cumhuriyeti
Başkenti Nasran olan cumhuriyet 6 bin km2’lik bir bölgeyi kaplamaktadır. 1989 yılı nüfus sayımına göre İnguşlar 237 bin kişidir.
Dağıstan Özerk Cumhuriyeti
Başkenti Mahaçkala olan Dağıstan’da pek çok etnik grup bir arada yaşamaktadır. 1989 yılı nüfus sayımına göre Dağıstan halklarını Avarlar 604 bin, Lezgiler 466 bin, Dargılar 365 bin, Kumuklar 282 bin, Laklar 118 bin, Tabasaranlar 98 bin, Rutullar 20 bin, Tsahurlar 20 bin, Agullar 19 bin kişidir.
Bugün Rusya Federasyonunda yer alan Kafkasyalı milletlerin toplam nüfusu beş milyonu, sahip oldukları toprakların yüzölçümü 300 bin km2’yi bulmaktadır.
BİRLEŞİK KAFKASYA CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞU
Çarlık rejiminin sonunu hazırlayan Şubat 1917 ihtilali Kafkasyalılara bağımsızlık fırsatını vermişti. Rusya’nın çözülmeye başladığını gören Kafkasyalılar 8 Mart 1917’de Terekkale (Vladikavkaz) meydana getirdiler. Bu teşekkülün öncülüyle bütün Kafkasya’dan gelen 500 temsilcinin katılımıyla 3-7 Mayıs 1917 tarihleri arasında Birinci Genel Kuzey Kafkasya Kongresi toplandı. Kongrede dil bakımından aralarında farklar bulunan Kuzey Kafkas halklarının gelenek, görenek ve hayat felsefesi yönünden bir millet halinde birleşip kaynaştıkları vurgulandı. Andi şehrinde 18 Eylül 1917’de toplanan ikinci kongreye katılan 1500 temsilci Kuzey Kafkasya Cumhuriyetinin anayasasının temel ilkelerinin belirledi.
Ekim 1917 ihtilaliyle Bolşevikler Rusya’da iktidarı ele geçirince Kuzey Kafkasya Geçici Hükümeti Rusya’dan ayrılarak bağımsız bir devlet kurduğunu duyurdu. Kafkasya’nın bağımsız bir politika izlemesi bölgedeki Rus, Kazak ve Ukraynalıları rahatsız etmiş ve bölgenin birliğini parçalamak için harekete geçmişlerdi. Kafkasya birliğinin parçalanma tehlikesi üzerine, Ruslara karşı ittifak imkanlarını araştırmak ve Maverayı Kafkas (Kafkas Ötesi) Konfederasyonunun durumunu anlamak, aynız zamanda da Kafkasya’nın bağımsız devlet olmasını sağlayıp bu konuda Türkiye’den yardım istemek üzere bir heyet 1918 nisanında Trabzon’a geldi. Kafkasyalılar en muhtaç oldukları maddi yardımı Türkiye’den bekliyorlardı.
Karadeniz iskelelerinden yardım almaları mümkün olmadığı için, Kafkasyalılar Türkiye’nin kendilerine yapacağı silah ve cephane yardımının Mavera-yı Kafkas Konfederasyonu ile anlaştıktan sonra kara ve demiryolu vasıtasıyla yapabileceğini belirtmişlerdi. Bu itibarla Osmanlı devletinin Kafkasya’ya yardım etmek istemesi yetmiyor, Kafkasya ile Kafkas ötesi arasında barış ve dostluğu sağlayıcı bir rol üstlenmesi de gerekiyordu.
Kafkasya heyeti ile Enver Paşa görüşmek üzere Batum’a gitti. Heyetin tekliflerini kendi siyasetine uygun bulan Enver Paşa onları İstanbul’a getirerek hükümetin diğer üyeleriyle görüşmelerini sağladı. Böylece Osmanlı siyasi ve askeri çevrelerinde Kafkasya meselesi bir anda ön plana çıktı. Basında da heyetin faaliyetleri hakkında olumlu yazılar yazılmaya ve Kafkasya’nın Türkiye için taşıdığı önemi belirten yorumlar çıkmaya başladı.
Kafkasyalılar 11 Mayıs 1918’de Birleşik Kafkasya Cumhuriyetini kurduklarını ilan ettiler ve bunu Osmanlı devleti ile diğer ülkelere birer nota ile duyurdular. Osmanlı devleti yeni devleti hemen tanıdı. Enver Paşa da her türlü yardımın yapılacağı resmen taahüt etti. Birleşik Kafkasya Cumhuriyetinin İstanbul nüfuz ve hakimiyeti Kafkasya’ya yayılmış bulunuyordu.
Kafkasya’nın kaybı Lenin’in deyimiyle hayat kaynağına giden yolların elden çıkması demekti. Rusya’nın hayat kaynağı ise Bakü petrolleriydi.
Rusya’nın tehditlerine aldırmayan Türkiye 8 Haziran 1918’de Batum’da Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti murahhasları ile bir dostluk anlaşması imzaladı. Bu anlaşma gereğince Türk hükümeti Birleşik Kafkasya Cumhuriyetine askeri yardımında bulunmayı ve dış tehlikelerden korumayı üzerine almıştı.
Kafkasya’nın Rus işgaline uğraması üzerine Türk hükümeti Dağıstan üzerinden Kafkasya’ya askeri birlikler gönderdi. Doğu Kafkasya’yı hakimiyet altına alan Türk hükümeti Dağıstan üzerinden Kafkasya’ya askeri birlikler gönderdi. Doğu Kafkasya’yı terk eden Türk ordusunun Anadolu’nun kurtuluş savaşına girişmesiyle Kafkasyalılar Rusya’ya karşı mücadelelerinde yalnız kaldılar (Saydam 1995: 11)
11 Mayıs 1918’de kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti Sovyetler tarafından ortadan kaldırdıktan sonra, Sovyet hükümeti Kafkasya’da oluşturduğu özerk cumhuriyet ve bölge sınırlarını, bölge halklarını işbirliğine ve aralarındaki anlaşmazlıkları gidermeye yöneltecek biçimde değil, merkezin kontrolünü kolaylaştıracak şekilde değiştirip bozarak çizdi. Böylece Kafkasya halkları arasındaki rekabet ve uyuşmazlık daima körüklendi. (Henze 1994 : 70)
KAFKASYA’DA ETNİK ÇATIŞMALAR
Etnik Çatışmaların Sosyal ve Siyasi Nedenleri
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte beliren özgürlük ortamı ve buna bağlı olarak gelişen bağımsızlık hareketleri Kafkasya’da yaşayan çeşitli etnik gruplar arasındaki çatışmaları da su yüzüne çıkardı. Ancak Kafkasya konusunda uzman olmayanlar ve bölgenin kendine özgü sosyolojik yapısını bilmeyenler bu etnik çatışmaların sebebini anlamakta ve yorumlamakta zorluk çektiler.
Dünya üzerindeki en eski yerleşim bölgelerinden biri olması ve dünyadaki diğer topluluklarla ilişkisi olmayan dilleri konuşan halkların yaşamasından dolayı Kafkasya görünüşte son derece heterojen bir etnik ve sosyal yapıya sahiptir. Komünizmin çöküşüyle ortaya çıkan ortam Kafkasyalıların tarihlerine ve kültürlerine yeniden sahip çıkmalarına ve geçmişlerini keşfetmelerine imkan sağladı. Ancak her etnik grubun ayrı bir dili, kökeni ve geçmişinin olması, bu etnik gruplar arasında çatışmalara sebep oldu.
Kafkasya’daki etnik çatışmaların en büyük sebebi Çarlık Rusya’sının Kafkasya’da uyguladığı “böl yönet” politikasının Sovyetler Birliği tarafından da aynı şekilde uygulanmasıdır. 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra Kafkas halklarını sun’i bir biçimde bölen ve aralarına sınırlar koyan Sovyet hükümeti Kafkas halkları arasındaki etnik çatışmaların baş provokatörüdür. Bugün de Rusya Federasyonunun ortaya çıkan özgürlük ortamı ve genel asayişsizlik de Kafkas halkları arasındaki milliyetçi hareketleri güçlendirmiş ve etnik çatışmaların kızışmasına sebep olmuştur.
Karşılaştırma yapmak gerekirse, Kafkasya’nın etnik karışıklığı ilk bakışta Balkanlara ve Afganistan’a benzemektedir. Ancak gerçekte Kafkasya bu bölgelerden son derece daha karışık bir etnik sosyal yapıya sahiptir. Halkları ve dilleri sınıflandırmak için kullanılan kriterlere göre Kafkasya’da her biri farklı dil ya da diyalekte sahip elli kadar etnik grup gösterilebilir.
Etnik bilinç bütün Kafkasya’da çok güçlüdür ve her etnik grubun kendi ana diline bağlılık oranının yüksekliği ortak bir özelliktir. Sovyet sistemi istemeyerek etnik bilinci teşvik etmiştir. Sistemin çöküşü bu bilinci daha da artırmıştır. Gelecek konusunda endişe duyan bazı etnik gruplar kendi aralarında dayanışma yoluna girmişlerdir.
Bölgenin temel olarak tabiat yönünden çok zengin olması ve ciddi nüfus baskısının bulunmaması sayesinde açlık ve aşırı yoksulluk tehlikesi eski Sovyetler Birliği’nin diğer pek çok bölgesine nazaran Kafkasya’da daha azdır. Ancak aşırı merkeziyetçi Sovyet ekonomik sistemi mahalli makamların ekonomilerini makul şekilde yönetmelerine engel olduğu için her yerde hayat standardı ve kalitesinde bir düşüş olmuştur. Sanayinin gelişmesinde mahalli ihtiyaçların karşılanmasına dikkat edilmemiştir. Böylece etnik çekişmelerinde mahalli ihtiyaçların karşılanmasına dikkat edilmemiştir. Böylece etnik çekişmelerin savaşa dönüştüğü bölgede enerji, gıda, ilaç gibi zaruri ihtiyaçlar karşılanamaz hale gelmiş, neticede bu çöküntülere ve yokluklara sebep olan gerginlikler daha da artmış ve sürekli hale gelmiştir.
Kafkas ötesi ülkelerinden Gürcistan’da tarihi ve etnik açıdan Kafkas halklarına dahil olan Abhaz ve Oset halkları yaşamaktadır. Gürcistan Abhazya ve Güney Osetya’da etnik çatışma ve etnik problemlere karşı karşıyadır. Yine Kafkas Ötesi ülkelerden Azerbaycan’ın kuzey bölgelerinde tarihi ve etnik açıdan Kafkas halklarına mensup Lezgi Avar ve Tsahur halkları yaşamaktadır. Azerbaycan ile İnguşlar arasında, Karaçay-Malkarlılar ile Çerkesler ve Rus Kazakları arasında, Kumuklar ile Lezgiler ve Avarlar arasında etnik çatışma ve gerilim yaşanmaktadır. Bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan ise Rusya Federasyonu ile savaş sonrası gerginliğini yaşamaktadır.
Abhazya Problemi ve Abhaz-Gürcü Etnik Çatışması
Yunanca ve Latincede İberya, İverya, Arapçada Curya, Kurc, Avrupa’da Georgia, Rusçada Gruzya, Türkçe ve Farsçada Gürcistan adıyla tanınan ülkeye Gürcüler kendi dillerinde Sakartvelo adını verirler (Takvul 1992 : 34)
Gürcistan yaklaşık 69 bin 700 km2”lik bir alanı kaplamaktadır. Bunun 8 bin 600 km2 ‘si Abhazya, 2 bin 800 km2’si Acara, 3.800 km2 Güney Osetya’ya aittir. 5 milyon 300 bin kişilik nüfusun % 69’u Gürcü, % 8.5’i Rus, % 9.7’si Ermeni, %4.6’sı Azerbaycan Türkü, % 1.7’si Abhaz ve %1’i Osetlerden oluşmaktadır.
Gürcistan krallığının 1801 yılında Rus Çarlığının himayesini kabul ederek Rusya’ya ilhak edilmesine rağmen Abhazya’nın büyük bir kısmı 1864 yılına kadar bağımsızlığını korumuştu. Bu yıllarda Batı Kafkasya’yı Rus Çarlığının saldırılarına karşı savunan “Çerkes Milli Meclisi”ni oluşturanlar arasında Abhazlar da önemli bir yere sahiptirler.
1864 yılında Batı Kafkasya’dan Osmanlı İmparatorluğuna sürülen Kafkas halklarının arasında 100 bin Abhaz da yer alıyordu. Bu dönemde Abhazya’nın Ahçıpsı, Aybga, Abjoka gibi yöreleri boşaltılmıştı.
Gürcistan’ın kuzeybatısında, Karadeniz sahillerinde yer alan Abhazya’da 1870’li yıllarda nüfusun büyük çoğunluğu Abhazlardan oluşuyordu. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra bölgenin nüfus yapısı değişmeye başladı. Osmanlı-Rus savaşı sonrasında 32 bin Abhaz Kafkasya’yı terk ederek Osmanlı topraklarına sığındı. Müslüman Abhazların Türkiye’ye göç etmelerinden sonra topraksız Gürcü köylüleri Batı Gürcistan’dan Abhazya’ya göç ederek yerleştiler. Bu göçler sonunda 1897 yılında Abhazya nüfusunun yüzde 55.3’ü Abhazlardan oluşurken yüzde 24.4’ü Gürcülerden meydana geliyordu.
Kitle halinde yapılan bütün göç ve sürgünlere rağmen 1917’de Çarlık Rusya’sı yıkıldığında Abhazlar kendi ülkelerinde nisbi bir çoğunluğa sahip bulunuyorlardı.
Abhazlar 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra kuzeyde yaşayan Kafkasya halkları ile bütünleşme çalışmalarına girdiler. 1 Mayıs 1917’de Terekkale şehrinde toplanan Kuzey Kafkasya Halkları Kurultayına Abhazya delegeleri de katıldılar. 11 Mayıs 1918’de kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’nin devlet sınırları Abhazya’yı da kapsıyordu ve bu cumhuriyetlerin bayrağındaki yedi yıldızdan biri Abhazya halkını simgeliyordu.
Çarlığın yıkılması ve Bolşevik ihtilalini takiben 26 Mayıs 1918’de Gürcistan bağımsız bir devlet kurarak Almanların himayesine sığındı. Fakat 1918’de Almanların I. Dünya Savaşında yenilmesi üzerine İngilizler Gürcistan’ı işgal ettiler. Müttefikler 1920’de Gürcistan’ın bağımsızlığını tanıdılar. Ancak Gürcistan Milletler Cemiyetine dahil edilmedi. 25 Şubat 1921’de Sovyet Kızıl Ordusu Gürcistan’ı işgal ederek Tiflis’te Sovyet rejimini kurdu.
Kafkas Ötesinde Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan oluşan Transkafkasya Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti 1922’de kuruldu. Aynı yıl Abhazya’ya birlik cumhuriyeti statüsü verildi, ancak 1930 yılında Abhazya’nın statüsü Gürcistan içinde bir özerk cumhuriyet statüsüne indirildi. Güney Osetya da 1922 yılında özerk bölge statüsü ile Gürcistan’a bağlandı.
5 Aralık 1936’da Gürcistan 15 Sovyet Cumhuriyetinden biri oldu. Sovyetlerin 1920-30 yılları arasındaki kolektifleşme hareketleri Abhazya’da sakin ve yumuşak bir ortamda geçmişti. Abhazya Gürcistan’a bağlandıktan sonra Gürcistan’ın da 15 Sovyet cumhuriyetinden biri haline gelmesiyle birlikte Abhazya’da sıkıntılı bir dönem başladı. 1937-1953 yılları arasında Abhazya’da Stalin-Beria ikilisinin baskı sistemi yerleştirildi. Yalnızca halk değil, Abhaz dili, eski coğrafi yer adları, alfabe, tarih ve kültür de değiştirilmeye başlandı.
1937-1953 yılları arasında Batı Gürcistan’dan Abhazya’ya kitle halinde göçler yaptırıldı. Abhazya’nın Oçamçira, Gudavta ve Gagra bölgelerinde Gürcüler çoğunluk haline getirildiler. Bu sun’i artış sonucunda 1939-1959 yılları arasında Abhazya’da Gürcü nüfusu 70 bin kişi artarken, Abhaz nüfusu sadece beş bin kişi çoğalmıştı. Ayrıca Abhazya’da hükümet, parti ve Sovyet organlarından hiçbir Abhaz bulunmuyordu.
1979 nüfus sayımına göre Abhazya’daki Abhazlar nüfusun yüzde 17.1’ini oluştururken, nüfusun yüzde 43.9’unu Gürcüler meydana getiriyordu.
Abhazya’da nüfusun etnik yapısına bağlı olarak Abhazca, Gürcüce ve Rusçanın resmi dil olması Abhazlar açısından problem yaratmaktaydı. 1979 sayımına göre Abhazların %75’ten fazlası Rusça ikinci dil olarak bildikleri halde, Gürcü dilini bilenlerin oranı % 1.4’ü aşmamaktaydı. Ülkedeki eğitim kurumlarının eğitim dilinin Gürcüce olması Abhaz öğrenciler için büyük bir engel oluşturmaktaydı. Abhazların büyük bölümü yüksek öğrenim için Rusya Federasyonu’ndaki üniversitelere gitmeye zorlanıyorlardı ve bu durum Abhaz halkı arasında bir huzursuzluk kaynağı oluşturuyordu.
1978 yılı başlarında Gürcistan ile Abhazya Özerk Cumhuriyeti arasında yeni eşitsizlikler doğuran bazı yasaların hazırlanması üzerine, Abhazya’nın önde gelen aydınlarından 130 kişi Sovyetler Birliği, Merkez Komitesine bir protesto mektubu sundular. Mektupta Gürcistan’ın Abhazya üzerinde asimilasyon politikası izlediği belirtiliyordu. Abhazya Parti Birinci Sekreteri V. Khintba’nın Gürcistan’la işbirlikçi bir anda ayaklandı. Bir gece içinde Gürcüce yazılmış bütün yol levhaları boyanarak kapatıldı. Bazı Gürcü anıtları tahrip edildi. Gudavta yöresinde 12 bin kişinin katıldığı büyük gösteriler düzenlendi. Bazı yerlerde Abhazların Gürcülere saldırdığı ve ölenlerin olduğu duyuldu. Abhaz halkının bu tepkisi karşısında Parti Birinci Sekreteri V. Khintba görevini bırakmak zorunda kaldı.
Olaylar sonunda Moskova’dan gönderilen Merkezi Politbüronun ilgili komitesi Abhazya’daki durumu inceleyerek Abhaz dil ve kültürünün ihmal edildiğini kabul etti. Moskova Abhazların Gürcistan’dan ayrılarak Rusya Federasyonuna bağlanma isteklerini ve Abhazya’da Gürcü dilinin resmi dil olarak kullanılmasının kaldırılması isteklerini reddetti.
1978 yılında Abhazların özerk cumhuriyetlerini Gürcistan SSCB’den ayırıp ayrı bir cumhuriyet olma istekleriyle başlayan Abhaz-Gürcü gerilimi Moskova’nın yanlış ya da kasıtlı politikası sebebiyle etnik çatışma ve iç savaşa dönüşürken, Abhazların Gürcistan’dan ayrılma isteklerini reddeden Moskova Abhazlara büyük ölçüde ekonomik, siyasi ve kültürel tavizler vermek zorunda kaldı.
Abhazya’nın başkenti Sohum’da bulunan Pedagoji Enstitüsü 1979 yılında Abhaz Devlet Üniversitesine dönüştürülerek, Abhaz öğrencilere daha geniş eğitim imkanı tanındı. 500 öğretim görevlisinin yer aldığı üniversitede 1978 yılında 265 olan öğrenci sayısı, 1983 yılında 3.700’e çıktı.
1978 yılında Sohum’da Abhazca yerel televizyon yayınları başladı. Abhazca yayınların artırılmasına ve sanat-eğitim dallarında iki yeni Abhazca dergi yayımlanmasına karar verildi. Abhaz Devlet Halk Dansları Topluluğu ve Abhaz Devlet Tiyatrosu kuruldu.
1978 Abhaz direnişinin sonunda Abhazya’ya önemli miktarda ekonomik yatırımlar da yapıldı. Abhaz halkı için yeni istihdam alanları yaratıldı.
Abhazlar 1988 yılında 19. SSCB Komünist Partisi Birleşik Konferansında Abhazların Gürcülere karşı olan şikayetlerini açık bir mektup biçiminde sundular. Abhazların 19 Mart 1989’da, Abhazya’nın müstakil Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olması gerektiğini içeren ve 30 bin kişi tarafından imzalanan bir mektubu açıklamaları Gürcü kamuoyunu çok kızdırdı. 19 Nisan 1989’da Tiflis’te Gürcülerin yaptığı gösterilerde 19 silahsız Gürcü gösterici Sovyet askerleri tarafından öldürüldü.
1989 Temmuzunda Gürcülerin Abhaz Devlet Üniversinin Gürcü bölümünü Tiflis Devlet Üniversitesinin bir bölümü yapmaya kalkışmalarıyla iki hafta süren ve 22 kişinin ölümüyle sonuçlanan etnik çatışmalara patlak verdi.
25-26 Ağustos 1989’da Adige Özwerk Bölgesi, Karaçay-Çerkesya Özerk Bölgesi, Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyeti, Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti ve Abhazya Özerk Cumhuriyetini temsil eden bilim adamı, yönetici ve sanatçılar Sohum’da bir araya gelerek Birinci Kafkas Dağlı Halkları Kongresini topladılar ve Kafkas Dağlı Halkları Birliğini oluşturdular. Kongre “Sovyetler Birliği Komünist Partisinin milliyetler politikasındaki programın günümüz şartlarında, özerk cumhuriyetlerde ve bölgelerde yaşayan halkların çıkarlarını ve yasal halklarını bütünüyle sağlayamadığını” ilan etti.
Kafkasya Dağlı Halkları tarafından Sohum’dan 26 Ağustos 1989 tarihinde Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti’ne yapılan bir çağrıda “Gürcü halkını bir kaosa sürükleyen Gürcistan Parti Merkez Komitesi, Gürcistan Yüksek Sovyeti ve Bakanlar Kurulu şiddete protesto edilerek, Kafkas Dağlı Halkları Kongresinin Abhazya halkı ile tam bir dayanışma içinde olduğu ilan edildi. 1989 Ekim ayında Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyetinin başkenti Nalçik şehrinde yapılan mitingde de Abhaz halkına destek verildi. Gürcü ve Abhaz halkları arasında barış ve sağduyunun hakim olması dileğinde bulunuldu.
Abhazya Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu 25 Ağustos 1990 günü yaptığı bir oturumda, hazır tutulan 72 milletvekilinden 70’inin oyu ile Abhazya’nın Gürcistan’dan ayrılarak tam bağımsız bir cumhuriyet olduğunu ve 1921 yılında Gürcistan’a bağlanmadan önceki statü içinde SSCB’nin bir üyesi olarak kalacağını ilan etti. Ancak bu ilan Gürcü Yüksek Sovyeti tarafından derhal yürüklükten kaldırıldı. Aralık 1990’da Abhaz Yüksek Sovyeti Vladislav Ardzinba’yı başkan seçti. Aynı oturumda Abhazya’nın Gürcistan’dan kopmasını sağlayacak yasalar çıkarıldı. 1991 yılında yapılan seçimlerin ardından Abhaz Parlementosu 1992 yılı başlarında çalışmaya başladı. 23 Temmuz 1992’de Abhaz Yüksek Sovyeti Abhazya’nın Gürcistan’ın bir parçası olduğunu kabul eden 1978 Anayasasını yürüklükten kaldırarak, Abhazya’nın SSCB’nin ayrı bir cumhuriyeti olduğunu kabul eden 1925 Anayasasını yürürlüğe koydu.
1992 Ağustos ayında devrik Gürcistan Devlet Başkanı Z. Gamsahurdiya taraftarlarınca kaçırılan Gürcü güvenlik subaylarını bulmak için Şevardnadze tarafından gönderilen Gürcistan muhafız birliklerine Abhazya İçişleri Bakanlığı askerlerinin ateş açmasıyla başlayan etnik çatışmalarda elliye yakın insan öldürüldü. Abhazya parlamentosu Gürcü askerlerinin Abhazya’ya girmesini bir işgal olarak değerlendirerek bunu kınadı. 14 Ağustos 1992’de Abhaz ve Gürcü yetkililer arasında ateşkes anlaşması imzalandı ve Gürcü askerler 17 ağustosta başkent Sohum’dan çekildiler. Ancak 18 ağustosda Gürcü Milli Muhafız Birliği tekrar Sohum’a girdi ve Abhaz parlamento binasını top ateşine tuttu. Bu hareket Abhazya’nın Gürcistan’dan bağımsızlığı hareketini başlatan Arzinba’yı istifaya zorlamaya yönelik bir tehditti. Bu olayların sonrasında Abhazya İçişleri Bakanı Abhazya parlamentosunun dağıtıldığını, yerini sekiz kişilik askeri konseyin aldığını ilan etti.
Bu olayların hemen ardından başlayan Abhaz-Gürcü savaşında, Abhazya’nın tarihi ve kültürel açıdan Gürcistan’ın değil, Kafkasya’nın bir parçası olduğunu savunan Kafkasya halklarından Çeçenler, Karaçaylılar ve Çerkesler Abhazya’nın yanında yer aldılar ve gönderildikleri illegal silahlı birliklerle Abhazların yanında Gürcülere karşı savaştılar.
Abhazya meselesinde arabuluculuk sorumluluğu Birleşmiş Milletlere düştü. Birleşmiş Milletler Gürcülerin yenilgisinden önce 1993 yazında bölgeye bir gözlemci heyet göndermişti. BM destekli Abhaz, Gürcü ve Rus temsilciler arasındaki görüşmeler 1994 nisanında Gürcü sığınmacıların Abhazya’daki topraklarına geri dönmesiyle ilgili bir anlaşmanın imzalanmasına yol açtı. Ancak Abhaz tarafı bir Rus barış gücünün dönme sürecini gözlemlemesine rağmen anlaşmanın uygulanmasını sistematik olarak geciktirdi.
21 Aralık 1994’te Abhazya’nın Rusya sınırı Rus hükümetinin emriyle kapatıldı. Çeçenistan olaylarını bahane eden Rusya Abhazya’nın Kodor vadisinde Çeçen silahlı güçlerinin üsleri olduğunu iddia etmişti. Rusya buna dayanarak Abhazya’ya ambargo uygulamaya başladı.
Rusya’nın uyguladığı ekonomik ambargo başta olmak üzere Abhazya’da seyahat özgürlüğü dahil bütün hayati konularda ülkenin dış dünya ile bağlantısı kesildi. Başlangıçta bu ambargonun Çeçenistan savaşı sebebiyle geçici olarak ve sınırlardan sızmaları önlemek amacıyla konulduğu Rusya tarafından açıklandığı halde, Çeçenistan savaşının bitmiş olmasına rağmen Abhazya üzerindeki ambargo kaldırılmadı.
Abhaz bunalımına siyasi bir çözümle ilgili görüşmeler Abhazya ve Gürcistan arasında çıkmaza girdi. Hem Birleşmiş Milletler hem de Rusya’nın baskısı altında olan Abhazya 1995 baharında bağımsız egemen devlet olma talebinden vazgeçti. Abhazlar Abhazya ve Gürcistan’ın eşit statüde olacağı bir konfederasyon için ısrar ederek bölgeye özerk bir statü verme arzusundazydılar.
1992-1993 yılları arasındaki Abhaz-Gürcü savaşı Rusya Savunma Bakanı Graçev’in onayladığı Rus askeri müdahalesiyle şiddetlenmişti. Rusya’nın bu girişimi Gürcistan’ı zayıflatmayı, bölgede Türk ve batılı nüfuzu azaltmayı ve petrol rezervlerine katılımı kontrol etmeye yönelikti. Rusya’nın planları Abhazya’daki limanları koruyarak ve Gürcistan’ın petrol ihraç ettiği Poti, Supsa ve Batum limanlarına yaklaşarak en iyi şekilde uygulandı.
1996 yılı Ocak ayında Gürcistan ve Rusya arasında Azerbaycan petrolünü Abhazya üzerinden Novorossisk’e taşıyacak bir boru hattının inşası ile ilgili gizli görüşmeler yapıldı. Moskova bu boru hattında iş birliğine karşılık Gürcistan’ın bunu kabule Abhazya’dan çekmekle tehdit etti ve Gürcistan’a Abhazya’da etnik çatışma ve ayrılıkçı şiddetin yeniden başlayabileceğini gösterdi.
28 Mart 1997’de Moskova’da Birleşik Devletler Topluluğuna mensup ülke başkanlarının katılımıyla yapılan bir toplantıda Abhazya’ya uygulanan ambargonun bütün yönleriyle devam etmesine karar verildi. Aynı toplantıda alınan bir başka kararla Gürcistan ve Abhazya arasındaki güvenlik bölgesinin İngur ırmağından Galidza ırmağına kadar genişletilmesine ve Barış Gücü askerlerinin bu sahada görev yapmalarına karar verilerek Barış Gücü askerleri Abhazya topraklarına doğru 15 kilometre daha kaydırıldı.
Abhazya parlamentosu bu kararı reddederek değişikliğin kabul edilmeyeceğini bildirdi. Abhazya’nın tepkisine karşılık Rusya 14-15 Nisan 1997 tarihinde Rusya’nın Rostov santralinden Abhazya’ya gelen telefon bağlantılarını kesti ve Abhazya’nın dış dünya ile haberleşmesini engelledi.
Bu arada Abhaz ve Gürcü silahlı güçleri arasındaki çatışmalar da zaman zaman şiddetlendi ve bölgedeki etnik ve siyasi problemin çözümünü gittikçe zora soktu. Nisan 1998’de dört Abhaz polis görevlisinin Gürcüler tarafından öldürülmesi Abhaz-Gürcü gerginliği artırdı. Abhazya polislerinin Abhazya’da gizli faaliyetlerde bulunan Gürcü Tetri Legioni örgütü tarafından öldürüldüğünü ileri sürdü, ancak bu iddia Gürcü hükümeti tarafından reddedildi.
Abhaz-Gürcü savaşı bölgedeki etnik grupların nüfuslarında önemli değişmelere yol açtı. 1992 yılı başlarında Abhazya’da 245 bin Gürcü yaşamaktaydı. Savaş bölgelerinden Gürcistan’a kaçmak zorunda kalan Gürcülerin Abhazya’dan ayrılmalarıyla, 1997 yılı başlarında Abhazya’daki Gürcü nüfusu 44 bine düştü. Aynı tarihler arasında Abhazya’daki Abhaz nüfusu da 95 binden 54 bine inmişti. Ancak Gürcülerin Abhazya’yı terketmesiyle, Abhazya’da daha önce % 8 civarında olan Abhaz nüfusu %37’ye çıktı.
Abhazya meselesi Rusya ve Gürcistan’ın ortak çıkarları doğrultusunda yeni gelişmelere her an açık beklemektedir ve yakın gelecekte bir çözüme kavuşma şansı görülmektedir.
Güney Osetya Problemi ve Oset-Gürcü Etnik Çatışması
Orta Kafkaslarda, Kafkas dağlarının kuzey ve güney yamaçlarında yaşamakta olan Osetler Hint-Avrupa ırkına mensup İran kökenli bir Kafkas halkıdır. Bugün Kuzey Osetya Osetya-Güney Osetya şeklinde sun’i bir sınırla ikiye bölünmüş olan Osetya’nın kuzey bölümü Rusya Federasyonuna bağlı iken, güney bölümü Gürcistan sınırları içinde kalır.
Gürcü tarihçiler Güney Osetya ile zoraki birliği 19. yüzyıl ortalarında bölgenin Rusya tarafından istila edilmesiyle başlamıştı. Kafkas-Rus savaşlarının başında 10 bin kişilik bir nüfusa sahip bulunan bölgede Çarlık Rusya’sı Güney Osetya halkının idaresine Gürcü feodallerinin eline bırakmıştı. Rusya Güney Osetya topraklarını da Gürcü feodallerinin mülkü olarak ilan etmişti.
Osetlerin Gürcülere düşmanlığı 1917 Sovyet ihtilali sonrasındaki siyasi gelişmelere kadar uzanır. 1917 Bolşevik devriminden sonra Gürcistan’da iktidarı elinde bulunduran Menşevik Gürcü yönetimi zamanında, Güney Osetya zorla Gürcistan’a ilhak edilmeye çalışıldı ve ağır baskılara uğratıldı. 1917-1920 döneminde Osetler Sovyet Rusya’yı destekliyorlardı ve Osetlerin ayaklanmaları Gürcistan Sosyal Demokratik Hükümeti tarafından bastırılıyordu.
Gürcistan’da Sovyet rejiminin kurulmasından sonra da Oset halkının Çarlık Rusyası dönemindeki ikiye bölünmüş durumu devam ettirildi. Güney Osetya 20 Nisan 1992’de özerk bölge statüsüyle Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlandı.
Oset-Gürcü ilişkilerindeki kriz dönemi ve Güney Osetya’nın statüsü ile ilgili, mücadeleler 1989 yılı baharında başladı. Tshinvali Pedagoji Enstitüsü Öğretim üyesi ve Ademon Nıhas adlı Güney Osetya Halk Cephesi örgütünün lideri Alan Çoçıyev Abhazya bölge gazetesinde yayımlanan bir mektubunda Osetlerin Gürcistan’dan ayrılmak ve birlik cumhuriyeti statüsü kazanmak için başlattıkları mücadeleyi Abhazya halkının desteklemesini istedi.
Çoçıyev’in mektubunun metni Gürcü gazetelerinde tekrar yayımlandı ve Gürcülerin büyük tepkisini çekti. Bunun üzerine 1989 yılı yazında Osetlerle Gürcüler arasında ilk etnik çatışmalar başladı.
1989 yılı Ağustos ayında Gürcü basınının Gürcü dilinin cumhuriyetteki tek resmi dil olması yolunda yayınlar durumu gerginleştirdi. Çünkü Oset nüfusunun yalnızca % 14’ü Gürcü dilini biliyordu. Oset Halk Cephesi bu durumu Kuzey ve Güney Osetya’nın birleşme isteğine karşı oluşturulan anti-demokratik bir hareket olarak nitelendirerek Moskova’dan yardım talebinde bulundu. Gürcüler Gürcistan’ın milli birliğine karşı bir hareket olarak gördükleri bu davranışa karşı çıktılar.
1989 yılı eylül sonlarında Gürcü askeri birlikleri Güney Osetya bölgesine girdiler ve silahlı çatışmalar başladı. 10 Kasım 1989’da Güney Osetya Bölge Sovyet’i ve Oset Halk Cephesi örgütü Gürcistan Yüksek Sovyetlerinden Güney Osetya Özerk Bölgesinin özerk cumhuriyet statüsüne yükseltilmesini istediler. Ancak Gürcü yetkililer Güney Osetya Bölge Parti Birinci Sekreterini görevden alarak bu istediği reddettiler.
Osetlerle Gürcüler arasındaki etnik silahlı çatışmalar 1990 yılının Ocak ayı boyunca devam etti. Güney Osetyalılar Kuzey Osetya ile birleşme isteklerinden vazgeçmediler. 1990 Haziranında Oset Halk Cephesi Ademon Nıhas örgütü Güney Osetya’nın başkenti Tshinvali’da büyük bir gösteri düzenlendi. Ağustos ayında Gürcistan Yüksek Sovyeti bir seçim kanununu kabul ederek Gürcistan’ın yalnızca bir bölgesinde faaliyet gösteren partilerin yakında yapılacak olan parlamento seçimlerine katılmalarını yasakladı. Bu sınırlama ile Oset Halk Cephesinin seçimlere katılması otomatik olarak engelleniyordu. Bunun üzerine Güney Osetya Bölgesi yönetimi bölgenin bağımsız bir Sovyet Demokratik Cumhuriyeti olduğunu ilan etti. Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti’ne başvurularak yeni cumhuriyetin Sovyet Federasyonunun bağımsız bir üyesi olarak kabul edilmesi istendi. Gürcistan Yüksek Sovyeti yeni oluşturulan Güney Osetya Cumhuriyetinin Gürcü aleyhtarı ve anayasaya aykırı olduğuna karar verdi. Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti de bu kararın Sovyetler Birliği ve Gürcistan anayasalarını ihlal ettiğini belirtti.
Osetlerin boykot ederek katılmadıkları Gürcistan Yüksek Sovyet seçimleri aşırı milliyetçi Yuvarlak Masa/Hür Gürcistan koalisyonunun başkanı Zviad Gamsahurdiya’nın zaferi ile sonuçlandı. Gamsahurdiya ilk konuşmasında Güney Osetya’nın ve Abhazya’nın özerkliklerini koruyacağını ve Gürcistan’dan ayrılmalarına karşı olduğunu bildirdi.
1990 yılı Aralık ayında Gürcistan, Güney Osetya ve Moskova resmi görevlilerinin görüşmelerini takiben bir uzlaşma komisyonu oluşturuldu. Fakat bu da gergin olan tansiyonu düşürmeye yetmedi. Osetlerin Gürcülere karşı silahlı saldırı ve gece baskınları devam etti. Bu olaylara karışan Osetler silahlı saldırılar sonrasında Kuzey Osetya’ya geçiyorlardı. Osetlerle Gürcüler arasındaki silahlı çatışmalarda 600’den fazla insan ölürken yüzlerce Oset ve Gürcü ailesi çatışma bölgesinden kaçtı.
7 Ocak 1991’de Gorbaçev Güney Osetya’nın bağımsızlık ilanını ve Gürcistan Parlamentosunun Güney Osetya’nın özerkliği kaldırma kararını kınayan resmi bir karar yayımlandı. Gorbaçev ayrıca üç gün içinde Gürcü askeri birliklerinin Güney Osetya’dan çekilmelerini istedi. Gürcistan parlamentosu Gorbaçev’in bu kararını Gürcistan’ın iç işlerine karışmak olarak kabul etti. Gamsahurdiya Gorbaçev’i Sovyet ordusunu Gürcistan’a sokmak için bir bahane yaratmaya çalışmakla suçladı. Gamsahurdiya “Osetler bize bu savaş vesilesiyle baskı yapan Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Gorbaçev’in ajanlarıdır” diyordu.
22-23 Ocak 1991’de Tshinvali’de meydana gelen şiddetli çarpışmalar sonrasında bin500 Gürcü milisi kenti işgal etti. 1991 yılının ilk günlerinde etnik çatışmalarda otuza yakın insanın ölmesinin ardından, 25 Ocakta Tass Ajansı Sovyet birliklerinin Tshinvali’de Gürcü ve Osetler arasında ateşkes sağladığını ve Gürcü askeri birliklerinin geri çekilmeye başladığını duyurdu. Tass aynı zamanda Güney Osetya çatışmaların olmasıyla Gürcistan Tshinvali şehrinin elektrik hatlarını kesti ve bu davranışla bölgedeki Gürcü nüfusa baskı yapan Güney Osetya’yı cezalandırmayı düşündü. Şehrin 65 bin kişilik nüfusundan 15 bini şehrinden göç etti. Osetler Kuzey Osetya’nın başkenti Vladikavkaz’a kaçanların sayısı 12 bin kişiye ulaşmıştı.
Güney Osetya Milli Cephesinin bir sözcüsü Gürcü-Oset çatışmasının ana sebebini “Gürcüler Sovyetler Birliğinden ayrılmak istiyorlar, biz ise istemiyoruz.” şeklinde açıklarken, Gürcüler ise Osetleri Gürcistan’ın tamamının Sovyetler tarafından askeri işgal için bahane olabilecek bir komünist beşinci kolu olarak görüyorlardı.
1992 yılında Rusya’da Yeltsin’in, Gürcistan’da Şevardnadze’nin iktidara gelmesinden sonra, 1992 haziran ayında Yeltsin ve Şevardnadze çatışma bölgesinden bütün askeri birliklerin çekilmesini ve ateşkesle birlikte bölgeye Gürcü Oset ve Ruslardan oluşan 1500 kişilik bir barış gücünün konuşlanmasını içeren anlaşmayı imzaladılar.
Aralık 1992’de AGİK durumu gözlemlemek için bölgeye kendi heyetini gönderdi. 1994
Mart ayında Güney Osetya’daki parlamento seçimleri radikal milliyetçi yönetimin yenilgisi ve Komünist Partisinin iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Yeni radikal yönetimin Kuzey Osetya ile birleşme ve Gürcistan’dan tam bağımsızlık istekleri baskı ile engellendi.
Güney Osetya Yüksek Konseyi Başkanı Ludvig Çibirov Gürcistan yönetimiyle uzlaşmaya karşıydı. Tamamen Moskova’dan gelen mali yardıma bağlı olan Güney Osetya’nın Gürcistan’la özerklik konusunda bir anlaşmaya varabilmesi Rusya’nın destekleyeceği önerilere bağlı görünmekteydi. Ancak 1995 yılında değiştirilen Gürcistan anayasasına göre Güney Osetya’nın özerk bölge statüsü kaldırıldı ve bölge Tshinvali ili adıyla doğrudan Tiflis’e bağlandı.
Gürcü-Oset etnik çatışmasının sonucunda binlerce Güney Osetyalı Kuzey Osetya’ya göç etti. Şehirlerde ve kırsal alanlarda göçmenlerin yerleştirilmedi büyük sosyo-ekonomik güçlükler ortaya çıkardığı gibi, yerleşik Kuzey Osetyalılar ile göçmen Güney Osetyalılar arasında cinayetlere kadar varan sürtüşmelere sebep oldu.
Gürcistan’daki Abhazya ve Güney Osetya etnik problemlerinin Rusya, Gürcistan ve Türkiye açısından farklı sonuçları vardır.
Rusya Azerbaycan petrolünün Gürcistan üzerinden batılı bir güzergahla gitmesini engellemeye çalışmaktadır. Moskova’nın Gürcistan’daki etnik çatışmaları ve iç çekişmeyi desteklemesi Rusya’nın Kafkasya ve Kafkas ötesindeki istikrarsızlığı devam ettirme isteğini göstermektedir. siyasi kargaşa Gürcistan’ı Avrasya petrolü için daha az çekici bir güzergah yapmaktadır.
Rusya Gürcistan’daki askeri ve siyasi varlığını tekrar güçlendirmek için, önce devlet başkanı Gamsahurdiya’ya karşı muhalefeti destekledi ve baskılar sonucunda Gamsahurdiya iktidardan uzaklaştırılarak yerine Şevardnadze getirildi. Yeni yönetimin de milli eğilimlerini sürdürmesi üzerine Güney Osetya, Abhazya ve Acara meselelerinin kışkırtılması ve desteklenmesiyle Gürcistan, Birleşik Devletler Topluluğuna girmek zorunda kalırken Rusya ile ortak bir askeri iş birliği anlaşması da imzalandı. Böylece Rusya eski SSCB’nin Türkiye sınırındaki askeri varlığını tekrar elde etti.
Güney Osetya’da etnik çatışma tehlikesi halen devam etmektedir. Güney Osetya Başbakan yardımcısı Valeri Hbulov’un 31 Mayıs 1998 tarihinde Kuzey Osetya sınırında öldürülmesi, terörizmin Güney Osetya’da hakim olduğunu göstermektedir.
Rusya, etnik çatışmalar ve ayrılıkçı hareketler karşısında dış dünyada zayıf ve güvensiz bir ülke görünümü çizecek olan Gürcistan’ın batılı petrol ve doğal gaz bırakarak, ayrılıkçı güçlere karşı Moskova’nın korunması kabul etmeye zorlamaktadır. Bu durumda Rusya Kafkas ötesinden Karadeniz limanlarına ulaşacak petrol ve doğal gaz boru hatları üzerinde hakimiyet ve kontrol sağlayabilecektir.
Kuzey Osetya Problemi ve Oset- İnguş Çatışması
Büyük çoğunluğu Hıristiyan olan Osetlerle Müslüman İnguşlar arasındaki etnik problem ve çatışmaların kökeni XIX. yüzyıla kadar uzanmaktadır. XIX. yüzyıl başlarında İnguşlar Terek ırmağının sağ tarafında yaşıyorlardı. Çarlık Rusyası 1810 yılında İnguşlara toprak mülkiyeti hakkı tanıdı ve Oset toprakları ile İnguş toprakları arasına sınır çizildi. Osetler ve İnguşlar 1860’lı yıllara kadar bu sınırın iki tarafında yaşadılar. Kafkas-Rus savaşları sırasında topraklarından göç ettirilen İnguşların yerlerine Rus Kazakları yerleştirildi. İnguşların bir bölümü Oset topraklarında kalırken bir bölümü de Çeçenlere komşu topraklarda kaldılar. İnguşlar topraklarını geri alabilmek için Rus Kazakları ile mücadeleye giriştiler.
Çarlık Rusya’sı 1917’de yıkıldıktan sonra Kafkasya’da kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti 1920 yılında bir karar alarak Çarlık döneminde Kazaklara verilen İnguş topraklarıhnı İnguşlara iade etti. Sovyet işgaline uğrayan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetinin ortadan kalkmasıyla Sovyetler tarafından Kafkasya’da sözde özerk cumhuriyetler kuruldu. 7 Temmuz 1925’de Rusya Federasyonuna bağlı Kuzey Osetya Özerk Bölgesi oluşturuldu. Bu bölge 5 Aralık 1936’da özerk cumhuriyet statüsüne yükseltildi. Bu arada Kuzey Osetya cumhuriyetinin başkenti Orconikidze şehri Osetler ve İnguşlar arasında bölündü. Terek ırmağının sol tarafı Osetlere verilirken Prigorodnıy Rayonu adı verilen Terek ırmağının sağ tarafı İnguşlara bırakıldı.
1944 yılında İnguşların topyekun Kafkasya’dan Orta Asya’ya sürgüne gönderilmeleri üzerine Prigorodnıy Rayon bölgesi Kuzey Osetya’ya bağlandı. İnguşlardan boşalan topraklara çoğunlukla Güney Osetya’dan getirilen Osetler yerleştirildi. Nüfusun kontrolsüz çoğalmasından endişe eden Kuzey Osetya hükümeti toplu göçleri engellemeye çalışıyordu. Cumhuriyet yöneticileri Güney Osetya’dan gelen göçmen gruplarını şehir banliyölerine, İnguşlardan boşalan topraklara yerleştiriyorlardı. İnguşlar 1957 yılında sürgünden Kafkasya’ya döndükten sonra Prigorodnıy Rayonunu Osetlerden geri alamadılar. Osetlerle İnguşlar arasında ilk etnik çatışmalar 1981 yılında çıktı. Fakat Sovyet hükümeti derhal bastırıldı. Ancak iki halk arasında etnik gerginlik giderek büyüdü.
5 Mart 1982’de Sovyetler Birliği hükümetinin 183 numaralı kararnamesi ile Kuzey Osetya kentlerinde ve banliyölerinde nüfusa kayıt işlemleri yasaklandı. 28 Eylül 1990 tarihinde Kuzey Osetya Yüksek Sovyeti tarafından kabul edilen bir kanun ile Kuzey Osetya topraklarında nüfus artışı geçici olarak durduruldu. Buna paralel olarak yeni nüfus kaydı, ev satın alma veya satma işlemleri donduruldu. Bu kanunla kırsal alanlarda yaşayan İnguşların kentlere ve banliyölere yerleşmeleri imkansız hale geldi. İnguşlar’ın bir kısmı her şeyi göze alarak banliyölere kayıtsız olarak yerleşmeye başladılar.
Ancak oy verme, medeni haklardan yararlanma, işe girme, emeklilik gibi pekçok vatandaşlık hakkından faydalanamadılar.
Rusya 26 Nisan 1991 tarihinde sürgün edilen Karaçay-Malkar, Çeçen-İnguş halklarının itibarının iade edilmesi hakkında bir kararname yayınladıysa da hayata geçirilemedi. Rusya Osetlerle İnguşlar arasında kanlı olayların çıkmasına adeta orta hazırladı.
İnguşlar 4 Haziran 1992 tarihinde Rusya Federasyonuna bağlı İnguşetya Cumhuriyetini kurduklarını ilan ettiler. Ancak yeni cumhuriyetin kesin sınırları belli değildi. Bu yüzden Osetlerle İnguşlar arasındaki etnik ve siyasi bunalım gittikçe derinleşti. İnguşlar Çeçenlere 27 Temmuz 1992’de Grozni’de bir toplantı düzenleyerek aralarındaki sınır konusunda uzlaşma sağladılar. Ancak İnguş-Oset sınırındaki belirsizlik etnik çatışma ve savaş tehlikesini körükledi. 1992 ilkbaharında yaklaşık 100 İnguş’un Osetler tarafından öldürülmesi büyük etnik sorun ve gerilime yol açmıştı. 1992 sonbaharında Osetler ile İnguşlar arasında çıkan etnik çatışmalarda 700 kişi öldü, bin 500 kişi yaralandı. Çatışmalar sebebiyle 70 bin İnguş Osetya’dan İnguş cumhuriyetine göç etmek zorunda kaldı. Rusya bu çatışmalara hemen müdahale etmedi. Çatışmaların kızışması üzerine bölgede Rusya yönetime el koydu. Osetler ile İnguşlar arasındaki etnik çatışmaya provoke ederek İnguşları destekleyen Rusya Osetlerin düşmanlığını kazandı. Oysa ki Osetler komşu Kafkas halklarının çok Rus yönetimine yatkın olduklarını kanıtlamışlardır. 19. yüzyıldaki Kafkas-Rus savaşlarında yer almayan Osetler 1917 yılında kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetine dahil olmuşlardır.
Rusya Kafkasya halklarının arasını bozmak ve kışkırtmak amacıyla bazı sosyal ve dini farklılıklar gündeme getirecek ve eski müttefiki Osetleri bölgesel kışkırtma mekanizması olarak kullanabilecektir. Günümüzde Kuzey Osetya Rusya Federasyonunun en sadık cumhuriyetlerinden biri olarak Rus ordusu için bölgede kalkan görevi yapmaktadır.
Çeçenistan Problemi
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girdiği 1991 yılı başlarında Çeçen Milli Kurultayının başlattığı bağımsızlık hareketi, mevcut komünit Çeçen hükümetinin istifasını istiyordu. Nihayet 6 Eylül 1991’de Çeçen Milli Kurultayının silahlı muhafızları bir darbe ile komünist yönetimi devirdiler ve parlamento feshedildi. Çeçen Milli Kurultayı İcra Heyeti Başkanı Cohar Dudayev 27 Ekim 1991’de yapılan seçimler sonucunda halkın % 85 oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Moskova hükümeti seçimi yasa dışı ilan etti ve Çeçen-İnguş Cumhuriyetinin doğrudan Moskova’ya bağlandığını bildirdi. Seçimlere katılmayan İnguşlar Rusya Federasyonuna bağlı kalmak istediklerini açıkladılar. Federasyon anlaşmasını imzalayan Çeçenler bağımsızlıklarını ilan ederek Rusya’dan ayrıldıklarını ve bağımsız Çeçen Cumhuriyetini kurdurduklarını bildirdiler.
Çeçenistan’ın Rusya ile Federasyon Anlaşması imzalamaması üzerine Rusya, Geçiş Sürecinin baskı yönetimlerini uygulamaya koydu. 7 Kasım 1991’de Çeçenistan’da olağanüstü hal uygulaması başlatan Rusya Çeçenlerin direnişi karşısında direnç kırmaya yönelik geniş çaplı bir ekonomik ambargo uygulamaya başladı.
Bölgesel destek arayışına giren Dudayev’in öncülüğünde Kafkasya’da yaşayan 16 etnik grup tarafından Kafkasya Dağlı Halklar Konfederasyonu kuruldu. Oset-İnguş, Abhaz-Gürcü meselelerinde çözüm arayışına giren teşkilat Çeçenistan’ı da Rusya karşısında destekledi.
Bağımsız Çeçen cumhuriyetine Rusya’nın asla göz yummayacağını bilen ve her an bir askeri Rus müdahalesini bekleyen Cohar Dudayev derhal bir ordu oluşturma çalışmalarına girdi. Silah ihtiyacını Ukrayna ve Baltık cumhuriyetlerinden sağlayan Dudayev, ordusunun savaş tecrübesini artırmak için askerlerini önce Azeri-Ermeni savaşında Karabağ’a, sonra Abhaz-Gürcü savaşında Abhazya’ya gönderdi. Bosna-Hersek’teki savaşlara da katılan Çeçen askerleri bu savaşlarda hafif silahlarla şehir içi çatışmaları ve gerilla harbinde büyük tecrübe kazandılar.
Dağıstan ve İnguş cumhuriyetlerinin sınırlarında yer alan yerleşim birimlerindeki okullar ve benzeri binalar hastahane haline getirldi. Rusya’nın bir müdahale ihtimaline karşı bütün hazırlıklarını üç yıl içinde tamamlayan Çeçenler Rusya’nın askeri harekatını beklemeye başladılar.
Dış ilişkilerde Türkiye’ye özel önem veren Cohar Dudayev ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye ve KKTC’ne yaptı.
Rusya Kafkasya’daki varlığını ve çıkarlarını doğrudan tehdit eden Çeçenistan’a yönelik politkaları 1993 yılının ikinci yarısından itibaren netleşti. 1991-1993 döneminde ekonomik ambargo ve muhaliflerin desteklenmesi gibi harici uygulamalarla yetinen Rusya, 1993 sonundan itibaren sertleşeceğinin ilk işaretlerini vermeye başladı.
1993 yılı sona ererken Rusya Dudayev’in muhalifleri ile ilişkilerini yoğunlaştırdı. Avtorhanov liderliğindeki muhalefetin güçlenmesi ve yönetimi tehdit edecek bir nitelik kazanması üzerine Dudayev 1993 nisan ayında parlamentoyu feshederek devlet başkanlığı rejimini kurdu. Bu karar Çeçenistan Anayasa Mahkemesi tarafından yasa dışı ve geçersiz olarak açıklandı. Din adamlarının da desteğini alan Dudayev Anayasa Mahkemesini lağvetti.
Muhalefet grupları 2 Ağustos 1994’te Geçiş Konseyi adı altında bir blok oluşturarak Dudayev’e karşı birlikte hareket etmeye başladılar. 2 Ağustos tarihini Dudayev yönetimine karşı silahlı mücadelenin başlangıcı olarak kabul eden Geçiş Konseyi, Rusların Aralık 1994’te Çeçenistan’a girmesiyle sahneden çekildi.
Muhalefet ve Rusya tarafından “Çeçenistan’daki demokratik güçlerce demokrasi ve insan hakları” adına girişildiği açıklanan, muhalefetin ilk saldırısı 26 Kasım 1994’te gerçekleştirildi. Dudayev’e bağlı kuvvetler tarafından bastırılan çatışmalarda, hükümet kuvvetlerinin muhalefet saflarında çatışmalara katılan 26 Rus askerini esir almaları Rusya’nın bölgedeki çatışmalara fiilen katıldığını belgeledi. Bu durum Yeltsin hükümetini siyasi bir açmaza sürükledi. Yeni şartlar Rusya’nın politikalarında değişikliğe sebep oldu. Olaylardan sonra gelişmeleri anayasal düzenin ihlali olarak nitelendirilen Yeltsin 29 Kasım 1994’te Çeçenistan’daki bütün silahlı grupların 48 saat içinde tasfiye edilmesini ve rehin alınan Rus askerlerinin derhal serbest bırakılmasını, aksi halde Rusya’nın bütün güçlerini Çeçenistan’da anayasal düzen ve barışı sağlamak için kullanacağını açıkladı.
Çatışmaların ve gelişmelerin Rusya’nın istediği gibi kompleks bir hal alması üzerine, Rusya Çeçenistan’daki taraflar arasında görüşmeler yapılması önerisinde bulundu ve çözüm arayışları için Rusya Milliyetler ve Bölgesel Sorunlar Başkan Yardımcısı V. Mikaliov başkanlığında bir komisyon kurdu. Komisyon Başkanı Mikaliov’un taraflara yaptığı görüşme çağrısı Rusya’nın asli politikasının ana hatlarını ortaya koymaktaydı. Mikaliov 4 Ararlık 1994 tarihli açıklamasında sorunun çözümü için temel şartın Çeçenistan’ın da diğer özerk cumhuriyetler gibi federasyon anlaşmasını imzalaması olduğunu, aksi takdirde Rusya’nın bölgede her türlü tedbiri alma hakkının doğacağını dile getirdi.
Rusya’nın esas amacı olan askeri müdahaleye gidiş sürecinde barışçı çözüm ve diyalog gayretlerinden doğal olarak herhangi bir sonuç alınamadı. Yeltsin’in 11 Aralık 1994 tarihli kararnamesiyle Rusya Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına bağlı askeri birlikler Çeçenistan’a girdi.
Rusya’nın Çeçenistan’a askeri müdahalesinin Çeçenlerin büyük direnişiyle karşılaması üzerine Yeltsin muhalifleri müdahaleye sert bir biçimde karşı çıktılar. İç politikada ciddi dalgalanmalar yaratan müdahalenin başladığı gün parlamentonun Duma kanadı Savunma Komitesi Başkanı S. Yuşevkov’un girişimleriyle bir protesto gösterisi düzenlendi. Liberallerden G. Yavlinski Yeltsin’in uzun bir Kafkas savaşına sebep olabileceğini açıkladı. Rusya’nın en büyük partisi Rusya’nın Tercihi Seçim Grubunun lideri Y. Gaydar kan dökülmesinin durdurulmasını istedi. Rusya Komünist Partisi Başkanı G. Zyuganov Yeltsin’i iktidar açlığı ile suçladı ve Çeçenistan’a müdahaleyi kınadı. Duma 14 aralıkta yaptığı toplantıda Yeltsin’in sorunun çözümünde güç kullanılmasını protesto eden bir kararı çoğunluğun oyu ile kabul etti.
Yeltsin karşıtı görüşler askeri yetkililer arasında da yayıldı. askeri kanadın tavırları operasyonun ikinci haftasından itibaren daha da yoğunlaştı. Rusya Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcısı General E. Vorobyev mücadeleyi mücadeleyi yönetmeyi reddederek istifa etti.
Operasyonun şiddetlenerek sürmesi üzerine, parlamento Yeltsin’i tekrar eleştirerek, çatışmalara derhal son verilerek barış görüşmelerine başlanmasını öngören bir kararı kabul etti. Yeltsin muhaliflerinden Rutskoy Yeltsin’in ikinci bir Kafkasya savaşı başlattığını ve kendi halkına karşı soy kırıma giriştiğini açıkladı.
Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesi karşısında Gürcistan ve Azerbaycan gibi kendi içlerinde ayrılıkçı sorunları olan cumhuriyetler Rusya’nın kararını desteklediler. Şevardnadze Rusya’nın Çeçenistan sorununu çözmemesinin bütün Avrupa kıtasında kargaşaya yol açacağını savunurken, Aliyev sorunun Rusya Federasyonunun bir iç meselesi olduğunu belirtmekte yetindi. Rusya Federasyonu içindeki özerk cumhuriyetler ve etnik gruplar Rusya’nın müdahalesini sert bir biçimde eleştirdiler. Kafkasya Dağlı Halkları Konfederasyonu 5 Ocak 1995’te yaptığı açıklma ile Rusya’nın Çeçenistan’a karşı saldırıları durmadığı takdirde bütün Kafkasyalıların Çeçenlerin yanında savaşa katılacaklarını açıkladı. BDT üyesi olan 12 ülke ise herhangi bir resmi açıklama yapmadı.
Cohar Dudayev’in 21 Nisan 1996 tarihinde bir roket saldırısı sonucu ölmesi, üzerine devlet başkanlığı görevini Zelimhan Yandarbiyev üstlendi. Liderler seviyesinde görüşmeyi kabul eden Yandarbiyev müdahaleden yaklaşık birbuçuk yıl sonra Rusya ile barış sürecini başlattı.
Çeçenistan’la barış görüşmelerini başlatan Yeltsin bu işle Çeçenistan özel temsilcisi ve güvenlik danışmanı Aleksandır Lebed’i görevlendirdi. A. Lebed başkanlığındaki Rusya heyeti ile Aslan Mashadov başkanlığındaki Çeçenistan heyeti arasında yapılan müzakerelerden sonra 30 Ağustos 1996 tarihinde anlaşma sağlandı. Buna göre Rusya Federasyonu ile Çeçenistan Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler uluslararası kurallar çerçevesinde 31 Aralık 1996’da imzaladığı 185 no’lu karar doğrultusunda Rus askerlerinin Çeçenistan’dan çekilmesi Rusya ve Çeçenistan’ın oluşturacağı bir komisyon tarafından denetlenecekti.
30 Ağustos 1996’da imzalanan barış anlaşmasıyla Rus askerleri Çeçenistan’ı boşalttılar ve Çeçenistan’da Aslan Mashadov başkanlığında Milli Geçici hükümet kuruldu. 27 Ocak 1997’de yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde Aslan Mashadov yüzde 60 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçildi.
Rusya’nın Çeçenistan’a Müdahalesinin Nedenleri
Rusya’nın Çeçenistan’ı işgal etmesinin temel amaçlarından birisi Bakü’den çıkıp Grozni üzerinden Tikhoretsk’e ulaşan boru hattını kontrol etmekti. Bu boru hattı Rusya’nın Karadeniz’deki limanı ve Kazak-Azeri boru hatları için bir terminel olması planlanan Novorossisk’te son bulmaktaydı. Güney Rusya’nın endüstri havzalarına enerji sağlayan boru hatlarının geçtiği staratejik bir bölge olmasının yanı sıra Çeçenistan çok önemli bir rafineri merkeziydi (Cordier 1996: 36). Grozni’de yıllık 12 milyon ton işleme kapasitesine sahip büyük bir rafineri vardı. Sovyet döneminde bu rafineri bütün Sovyetler Birliği’nin uçak yakıtı ihtiyacını karşılamaktaydı.
Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesinin ardında federasyonunun toprak bütünlüğünü koruma çabaları yatmaktaydı. Federasyon içindeki benzeri ayrılıkçı hareketleri bastırmak konusunda Moskova’nın kararlı tutumunu göstermek amacıyla Rusya’nın Çeçenistan’a askeri müdahalede bulunması şarttı.
Rusya’nın Çeçenistan’a müdahale nedenlerini şu başlıklar altında verebiliriz:
1- Çeçenistan bağımsızlığının Rusya içindeki diğer özerk cumhuriyet ve etnik gruplar için örnek oluşturması ve buna paralel olarak Rusya Federasyonunun dağılma sürecine girmesi.
2- Çeçenistan ve Dudayev yönetiminin tavır ve tutumlarının Rusya’nın ve Yeltsin’in ototrite ve prestijinin yıpratması sebebiyle, Rusya ve Rus halkının onurunun kurtarılması.
3- Yeltsin yönetiminin içeride yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasi başarısızlıkları toplumun ilgisini dışarı çekerek dağıtmak.
4- Bölgesel ve uluslararası alanda Kafkasya’nın Rusya’nın nüfuz alanı içinde olduğunu vurgulamak.
5- Türkiye’nin Kafkasya’da etkinliğini ve var olan etki alanını ortadan kaldırmak.
Rusya’nın Bakü petrolleri üzerindeki kontrolü için stratejik bir konumu olan Çeçenistan’a ilgisini artıran diğer bir faktör de, Rusya’nın ülkeden geçen boru hatları aracılığıyla Azerbaycan ve Kazakistan’ı kendi kontrolü altında tutmak arzusudur. Dolayısıyla bu şartlarda mesele sadece Çeçenistan’la sınırlı kalmayıp uluslararası bir nitelik kazanmaktır.
Çeçenistan Meselesi ve Türkiye
Azerbaycan ile batılı ülkeler ve Türkiye arasında imzalanan Bakü petrolleri ve petrol boru hattı projesindeki hızlı gelişmeler Rusya’yı bu dönemde Çeçenistan’a müdahaleye zorunlu bırakmıştır. Eylül 1993’teki Bakü petrolleri anlaşmasına uzun süre itiraz eden Rusya anlaşmanın petrol hissesi boyutunu kabul etmek zorunda kalırken, boru hattı güzergahındaki ısrarını sürdürmüştür. Türkiye Bakü-Ceyhan hattı üzerinde ısrarlı iken, Rusya Bakü-Novorossiski hattında direnmiştir. Dolayısıyla Kafkasya’daki çatışmalar Rusya ile Türkiye’nin uluslararası siyasi geleceğini de belirleyecek konuma ve öneme sahiptir.
Rusya Kafkasya ve Kafkas ötesinde varlığını kesinleştirecek bir proje olarak gördüğü Bakü petrollerinin dünya pazarlarına ulaşacağı güzergahın kendi topraklarından geçmesini istemektedir. Bu durumda Rusya bir yandan Azerbaycan’ı kontrolüne alırken, diğer taraftan dünya petrol piyasalarında ve dolayısıyla dünya siyasetinde daha aktif bir rol oynayabilecektir. Bakü-Ceyhan boru hattının gerçekleşmesiyle bölgesel ve uluslararası alanda ekonomik ve siyasi ağırlığı artacak olan Türkiye Rusya’yı endişelendirmektedir. Bakü-Ceyhan hattının gerçekleşmemesi için bir yandan kendi alternatifi olan Bakü-Novorossişski hattı üzerindeki sorunlu bölge Çeçenistan’ı ortadan kaldırmak isteyen Rusya, Türkiye’nin alternatif güzergahının batılı ülkeler tarafından kabul edilme şansını azaltmak için PKK’yı desteklemektedir.
Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesi ve sonraki gelişmeler Türkiye’yi meselenin tam ortasına sokmuştur. Türkiye’yi Çeçenistan meselesine katılmaya zorlayan başlıca sebepler şunlardır:
1- Türkiye’nin Kafkasya’ya ve Kafkas halklarına olan bölgesel, kültürel, etnik ve tarihi bağları.
2- Türkiye’deki Kafkas diasporasının varlığı ve devlet olarak Kafkas kökenli vatandaşlara karşı Türkiye’nin sorumluluğu
3- Radikal siyasi grupların meseleyi siyasi amaçları doğrultusunda istismar etmeleri
4- Kafkasya’da Rusya’nın ekonomik, siyasi ve askeri açılardan güçlenmesi ihtimalinin Türkiye’nin doğu sınırları güvenliği ve Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerini tehdit etmesi.
5- Bakü-Ceyhan hattının Rusya’nın bu girişimiyle geciktirilmesi ya da engellenmesi.
Türkiye için oldukça riskli ve stratejik bir konumu olan Çeçenistan meselesi karşısındaki yaklaşımların gerek iç, gerekse konumu itibariyle önemli sonuçları bulunmaktadır. Türkiye içinde Kafkas kökenli Türk vatandaşlarının ve belirgin bir güce sahip Kafkasya derneklerinin varlığı ile iç kamuoyundaki etnik ve dini radikal grupların hassasiyetleri, Çeçenistan’ın Rusya içindeki konumuyla güney-doğudaki ayrılıkçı Kürt hareketi arasında kurulmaya çalışılan paralellik Türkiye’nin iç dengelerindeki hassas noktaları oluştururken, Türkiye dışında ise Kafkasya bölgesindeki Türk Cumhuriyet ve topluluklar ile ilişkilerindeki coğrafi ve stratejik önemi ile Rusya’nın tekrara Kafkasya’da etkinlik kazanma ihtimali Türkiye’yi doğrudan etkileyen faktörler arasındadır.
Dağıstan’ın Etnik Problemleri
Etnik yapı açısından Kafkasya’nın en karmaşık bölgesi olan Dağıstan’da değişik dil ve lehçelerde konuşan otuzdan fazla etnik grup yaşamaktadır. Sovyetler Birliği döneminde bu etnik grupların sayısı konuştukları lehçelerin birleştirilmesiyle ona indirilmiştir. Dağıstan’daki bu on etnik grubun genel nüfusa oranları şu şekildedir:
Avar % 27.2, Dargı % 15. 6, Kumuk % 12.9, Lezgi % 11.3, Lak % 5.1, Tabasaran % 4.3, Nogay % 1.6, Rutul % 0.8, Agul % 0.8, Tsahur % 0.3
XX. yüzyıl başlarına kadar Dağıstan’da Kumuk Türkçesi hem popüler hem de ekonomik yönden çok önemli olduğu için Dağıstan halklarının ortak anlaşma dili olmuştur. Lezgi, Avar, Dargı halklarının yanı sıra yerli Ruslar bile 8-10 yaşlarındaki erkek çocuklarını Kumuk köylerindeki ailelere teslim ederek 2-3 yıl Kumuk Türkçesi olmuştu. 1918 yılında kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetinin resmi dili olarak Kumuk Türkçesi kabul edilmişti.
Tarih boyunca birlik ve beraberlik içinde oldukları gözlemlenen Dağıstan halkları Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte etnik çatışma tehlikesinin içine girmiştir. Etnik gruplar arasındaki gerilim sebebi ise Sovyetler Birliği döneminde Moskova’nın Dağıstan’da uyguladığı yanlış göç ve toprak politikasıdır.
Doğalgaz zenginliğine sahip olan Dağıstan Kafkasya’daki özerk cumhuriyetlere ve Güney Rusya’nın endüstri bölgelerine doğalgaz sağlamaktadır. Dağıstan’ın kaynaklarını kontrol altında tutma isteği ile kentli Rus yönetim kadrolarıyla yavaş yavaş ortaya çıkan rekabet yerli kadroları İslamiyet aracılığıyla kimliklerini pekiştirme yoluna itmiştir.
VIII. yüzyıldan itibaren İslamiyet’in güçlü bir biçimde kök saldığı Dağıstan’da günümüzde de Nakşibendi tarikatı üyelerinin etkin oldukları görülmektedir.
Dağıstan’da Müslümanların oranı yüzde 92, Hıristiyanlar yüzde 5, Yahudiler ise yüzde 3’tür. Müslüman nüfusun yüzde 97’si Sunni, yüzde 3’ü Şii’dir. Şiiler Azerbaycan’dan göç ederek Derbent şehrine yerleşen Azeriler ile Lezgilerin küçük bir kısmını oluşturan Miskince köyü ahalisinden meydana gelmektedir.
Ekilebilir toprakların azlığı ve siyasi gücün demografik büyüme ile birlikte etnik gruplar arasındaki eşit paylaşılmaması Dağıstan’da etnik hareketlenmeyi kışkırtmakta ve etnik grupların siyasi özerklik talep etmelerine sebep olmaktadır.
Dağıstan’ın güneyindeki dağlık bölgede yaşayan halkların Sovyet döneminde ekonomik ve sosyal sebeplerle Dağıstan’ın kuzeyindeki verimli ovalara göç ettirilmesi ovalarda yaşayan Kumuklarla dağlardan göç eden Avar, Dargı, Lezgiler arasında etnik problem ve çatışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
1944 yılında Orta Asya’ya sürülen Çeçenlerden, boşalan topraklara Mahaçkala civarındaki köylerde yaşayan 10 bin Kumuk zorla göç ettirdi. Kumukların kendi toprakları ise idari bir kararname uyarınca Gubin ilçesindeki Avarlara verildi.
1951 yılında Dağıstan ÖSSC ülke dahilinde göç ettirme ve nakil konusunda beş yıllık planı kabul etti. 1952-1957 yılları arasında dağlık bölgedeki 10 bin işletmenin kuzeyindeki ovalara yerleştirilmesi düşünüldü. Lezgi, Tabasaran, Rutul ve Agul halklarının bir kısmı Güney Dağıstan’da Kuzey Dağıstan’a göç ettirildiler.
1957 yılında Çeçen-İnguşların sürgün yerlerinden Kafkasya’ya dönmeleriyle birlikte Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyetinin yeniden kurulmasıyla, Dağıstan’a verilen 6 bölge Çeçen-İnguş’a iade edildi. Bunun üzerine güney Dağıstan’dan Avarların bir kısmı kuzeyde Kumukların yaşadığı Hasavyurt, Kızılyurt, Babayurt bölgelerine göç ettiler. Bu bölgeye aynı zamanda Dargı köyleri de göç etmişti. Sürgünden dönen Çeçenlerin bir kısmı ile birlikte Lak, Avar ve Dargılar da ovalık bölgedeki eski Kumuk köylerine yerleştiler. Böylece ovalar önceden tek etnik grup olan Kumukları barındırırken, karışık etnik grupların bir arada yaşadığı yerler halini aldı. etnik gruplar arasında yayla, su, otlak konularında çıkan anlaşmazlıklar etnik çatışmaya dönüşmeye başladı.
1960’lı yılların sonunda Güney Dağıstan’daki Lezgi, Avar, Dargı, Tabasaran gibi halklara mensup dağ köylüleri Dağıstan ovalarının ekolojik şartları gözardı edilerek Kumuk bölgesine yerleştirildiler. 1970’li yıllarda dağ köylülerinin ovalarda yerleşimi önceki yıllara göre nispeten düşük ölçüde devam etti. Dağıstan’da iç göç sebebiyle dağlar ıssızlaşırken ovalarda nüfus aşırı derecede arttı ve etnik gruplar arasında etnik problem ve çatışmalar baş göstermeye başladı.
1958-1988 yılları arasında dağ köylerinden ovalara göç edenlerin sayısının altı kat artması ovada yaşayan Kumuk ve Nogayların hayat kaynaklarında sıkıntı yarattı. Verimli topraklarda göçmen kasabalarının kurulması bu toprakların verimlilik oranını azalttı. İçme suyu probleminin artmasıyla birlikte, toprakların göçmenler tarafından düzensiz kullanımı sonucunda tuzluluk oranı ve erozyon arttı.
Sistemli bir şekilde devam ettirilen göç hareketleri neticesinde Dağıstan’ın başkenti Mahaçkal’da Avarların ve Dargıların çoğunlukta olması cumhuriyetin politik ve ekonomik yönetiminin de bu halkların mensuplarının ellerinde toplanmasına yol açmıştır. Dargı ve Avarların Kumuk arazilerini işgal etmeleri Kumuklarla Avarlar arasında etnik çatışma tehlikesine yol açmıştır. Bu olay aynı zamanda Avarlar ile Dargıların etno-politik birliğinin oluşmasını sağlamıştır. Laklar da bu etno-politik birliğin Dağıstan’da egemen bir politik birlik Lezgileri de sosyo-ekonomik baskı altına almıştır. Lezgilerle Avar-Dargı-Lak halkları arasında etnik çatışma tehlikesi vardır.
Dağıstan’da mevcut olan bütün sosyal-siyasi kurumlar arasında en öenmlisi Kumukların Tenglik örgütüdür. Tenglik örgütü Azerbaycan Halk Cephesi ile de ilişki içindedir. Tenglik’in başlıca politik amacı Dağıstan’ın Rusya içinde federal cumhuriyete çevrilmesi ve bu federasyon içinde belli sınırları olan Kumukistan ayartılmasıdır. Kumukların arazi bütünlüğünün elde edilmesi ve korunması için Tenglik Dağıstanı halkların eşit hukuklu federasyonu biçiminde kurmayı en geçerli çözüm yolu kabul etmektedir. Örgütün adının Tenglik olması da bu görüşü yansıtmaktadır.
Tenglik örgütü 24 Ağustos 1996 tarihinde Dağıstan’ın başkenti Mahaçkale’de 4. Kumuk Halk Hareketi Kurultayını düzenledi ve bu kurultayda şu kararlar alındı:
1- Kumuk Halk hareketi, bundan sonraki faaliyetlerinde, Dağıstan Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonunun devlet kurumlarının reorganizasyonun devamı dolayısıyla, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda hakların kendi kendini yönetmesi doğrultusunda Dağıstan ve Rusya Federasyonunun birliği prensibini bozmadan gerçekleştirmek, Kumuk ve diğer halkların kendi kaderini tayin etme hakkını savunan bütün parti, hareket ve toplum liderleriyle iş birliği yapmak gibi sorunların çözülmesine dikkat gösterecek.
2- Rusya Federasyonu hükümetinin “Türk Halklarını Kalkındırma” kararına ilişkin 1997 yılından 2010 yılına kadarki sürede, Kumuk halkının sosyo-ekonomik gelişmesi hakkında devlet desteği programının yürürlüğe girmesi için özel komisyon kurulacak.
3- Kumuk Halk Hareketinin Milli Meclisine Rusya Federasyonu hükümetine yönelik özel bildiri hazırlama görevi verilecek ve zorla göç ettirilmiş Kumuk köylülerinin sorunlarının çözümü için 7 kişilik bir delegasyon Moskova’ya gönderilecek.
4- Rusya Federasyonu hükümetinden Tarkin, Kiyahulay ve Alburuken köylerinin yeniden kurulması istenecek ve bu köylerin sakinlerine “zorla göç ettirilmiş halk” statüsünün verilmesi sağlanacak.
5- Uluslarası Kumuk Üniversitesinin açılabilmesi için Rusya Federasyonundan mali destek istenecektir.
6- Dağıstan Cumhuriyetinin idari sınırları dışında, özellikle Çeçenistan ve Kuzey Osetya’da yaşamakta olan Kumukların problemlerini çözmek.
Azerbaycan’ın kuzeyinde Kafkasya ve dolayısıyla Dağıstan’a sınır olan bölgesinde de önemli oranda Dağıstanlı etnik nüfus yaşamaktadır. Sovyet döneminde Azerbaycan ile Dağıstan arasında kasıtlı olarak çizilen sınır Dağıstanlı etnik grupların Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içinde kalmalarına yol açmıştı. 1989 yılı nüfus sayımına göre Azerbaycan’da 171 bin Lezgi, 44 bin Avar, 10 bin Tat, 13 bin Tsahur yaşamaktaydı.
Azerbaycan’ın Dağıstan sınırındaki Rutul, Muharremkend, Kasımkend, Ahtı, Gusar ve Hacmaz şehirlerinde Lezgiler çoğunluktadır. Samur ırmağı Dağıstan Lezgileri ile Azerbaycan Lezgilerini ayrımaktadır. İki ayrı cumhuriyette yaşamakta olan Lezgiler kendi aralarında örgütlenmeye başlamışlardır. “Samr” örgütü Lezgilerin dil, örf ve adetlerini korumaya yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır.
Lezgilerin Sadval (Birlik) örgütü Dağıstan’ın en köktenci ve saldırgan örgütü olarak bilinmektedir. Azerbaycan’daki Lezgiler çoğunluktadır. Samur ırmağı Dağıstan Lezgileri ile Azerbaycan Lezgilerini ayırmaktadır. İki ayrı cumhuriyette yaşamakta olan Lezgiler kendi aralarında örgütlenmeye başlamışlardır. “Samr” örgütü Lezgilerin dil, örf ve adetlerini korumaya yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır.
Lezgilerin Sadval (Birlik) örgütü Dağıstan’ın en köktenci ve saldırgan örgütü olarak bilinmektedir. Azerbaycan’daki Lezgiler arasında etnik bölücülük ve ayrımcılık çabası içinde olan Sadval örgütünün amacı Dağıstan ve Azerbyacan’daki Lezgi topraklarını birleştirerek Büyük Lezgi devletini kurmaktır. Ancak Sadval’ın liderleri ilk aşamada Büyük Lezgi devletini Dağıstan’ın terkibine federasyon prensiplerine dayalı şekilde kurmak düşüncesindedir. Sadval örgütü bunun ardından Azerbaycan’dan toprak talebinde bulunarak Lezgi devletini kurmayı planlamaktadırlar.
Kuzey Azerbaycan’da karışıklık çıkartıp, Karabağ dışında ikinci bir cephe açma amacını taşıyan Ermeniler Sadval örgütüne maddi destek sağlayarak, bölgeye gönderdikleri ajanlar vasıtasıyla Azeriler Lezgilere karşı kışkırtıcı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Şezgi bölgesinde bildiri dağıtırken yakalanan bir Ermeni militanın elindeki bildiride Sunni-Şii ayrımının vurgulanması ve “Sunni Lezgilere ölüm” sloganı ile Azerilerin kışkırtılmak istenmesi, Kuzey Azerbaycan’da etnik gruplar arasında etnik çatışmaları başlatacak kıvılcımların dış güçler tarafından planlandığını göstermektedir.
Kafkasya’nın özellikle batı bölgelerine nazaran Dağıstan, etnik ve siyasi açıdan Rusların zayıf oldukları bir ülkedir. Dağıstan halklarının sahip oldukları güçlü etnik kimliklerinin yanında, bölgede hakim olan İslami tarikatlar Dağıstan halkları arasında İslami kimliğin de güçlenmesini sağlamış ve Ruslara karşı etnik ve siyasi direnişi hızlandırmıştır. Dağıstan’da Rus nüfusunun büyük bir hızla azaldığı gözlemlenmektedir. 1959 -1979 yılları arasında Dağıstan’daki Rus nüfusu 214 binden 190 bine düşmüştür. 1989- 1994 yılları arasında 13 bin 0 Rus’un Dağıstan’ı terkettiği görülmektedir.
Rusya Dağıstan’ın ikinci bir Çeçenistan’a dönüşmesini önlemek ve Lezgi faktöründen Azerbaycan’a karşı baskı vasıtası olarak faydalanmak amacıyla Dağıstan’daki etnik yapıya özel ilgi göstermektedir. Avar ve Dargı halklarını Çeçenlerin Rusya’ya karşı bağımsızlık mücadelesine katılabilecek başlıca potansiyel sosyal güç olarak değerlendirilen Rusya Avar ve Dargılar arasında güçlü milli-siyasi teşkilatların kurulmasını ve yayılmasını engellemeye çalışmaktadır. Rusya Avar ve Dargıların Dağıstan’ın siyasi yapısındaki hakim etnik unsurlar olmaya devam etmelerini arzulamaktadır. Bundan dolayı Moskova Kumukların ve Lezgilerin federasyon kurma düşüncesini gizli olarak desteklese de bu düşüncelerin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Çünkü Dağıstan’ın federe cumhuriyete dönüştürülmesi hakim etnik grup olan Avarların çıkarlarına uygun olmadığı için Avarlar arasında Rusya’ya karşı ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkması ihtimal dahilinde olacaktır.
Karaçay-Çerkesya Cumhuriyetinde Etnik Problemler
Orta Kafkaslar bölgesine yer alan Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti etnik yapı açısından karmaşık bir görünüm arz etmektedir. Bölgenin asli halklarından olan Karaçaylılar Elbruz dağından Laba ırmağının kaynak havzasına kadar uzanan ve sarp dağlarla, derin vadilerden oluşan bir sahada yaşamaktadır. Karaçaylıların arazisi Kafkas dağlarının eteklerindeki geniş ve yüksek platolara kadar yayılmaktadır. Bölgenin diğer asli halkları olan Kabardey ve Besleney Çerkesleri ile Abazalar ise Zelençuk vadisinin ovaya açıldığı kısımlar ile Kuban ırmağının düzlüğe ulaştığı bölgedeki köylerde yaşamaktadırlar. Dolayısıyla bölgenin güneyinde Kafkas dağları üzerindeki dağlık arazi Karaçay bölgesini oluştururken kuzeydeki düzlükler Çerkes- Abaza bölgesini meydana getirmektedir.
Bölgenin kuzeyindeki geniş düzlüklere XVIII. yüzyılda getirilip yerleştirilen Nogaylar, XIX. yüzyıl ortalarında Karaçaylıların dağlardan ovalara yayılmalarını engellemek ve bölgeyi Çarlık Rusya’sının kolonisi haline getirmek amacıyla düzlüklere yerleştirilen Ruslar ve Kazaklar, yine XIX. yüzyılda Osetya’dan kaçarak Karaçay bölgesine yerleşip köy kuran Osetler bölgeye sonradan yerleşen etnik grupları oluşturmaktadırlar.
1918 yılında kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetinde yer alan Karaçay-Malkarlılar bu cumhuriyetin Sovyetler tarafından yıkılmasından sonra ikiye ayrıldılar. Karaçaylılar 12 Ocak 1922’de kurulan Karaçay – Çerkes özerk bölgesi içinde yer alırken, Malkarlılar da 16 Ocak 1922’de kurulan Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyeti idaresi altına alındılar.
Bu iki cumhuriyetin kurulması sırasında Sovyetler “böl ve yönet” politikasını uygulamaya dikkat ettiler. Dil, tarih, kültür ve etnik köken açısından aynı halk olan Karaçay-Malkarlılar suni bir biçimde ikiye parçalandılar. Sovyetler aynı şekilde kendilerine Adige adını veren Çerkes halkını da üç ayrı özerk cumhuriyet ve bölgeye ayırarak onların da ileride birleşme tehlikesini önlemeyi planladı. Böylece Çerkeslerin iki kabilesi olan Kabardey ve Besleneyler Karaçay-Çerkesya özerk bölgesi idaresi altına alınırken, Karaçaylıların bir parçası olan Malkarlılar da Kabardeylerin büyük kısmı ile birleştirilerek kurulan Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyetine bağlandılar. 1926 yılında Karaçaylılara özerklik verilerek Kafkas dağları üzerinde Karaçay Özerk Bölgesi kuruldu.
1943 yılına kadar Sovyet rejimine karşı defalarca ayaklanan Karaçaylılar özellikle 1920-30’lu yıllarda kolektifleşme hareketine karşı çıkarak kurdukları çetelerle Sovyet ordusuna karşı aylarca Kafkas dağlarında silahlı mücadeleye giriştiler. Sovyetlerin kolektifleşme hareketleri Kafkasya’nın diğer bölgelerine göre Karaçay’da çok kanlı savaşlarla geçti. Karaçaylılar Sovyet rejimine karşı sürdürdükleri bu silahlı mücadeleler yüzünden Sovyet hükümeti ve özellikle Stalin tarafından “komünist rejimin amansız düşmanları” olarak nitelendiriyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas dağlarında ayaklanarak milli direnişe geçen birliklerini imha ederek Almanların yanında Sovyetlere karşı savaştılar. 1943 yılı yazında Almanların yenilerek Rusya’dan çekilmelerinin ardında 12 Ekim 1943 günü toplanan Sovyetler Birliği Yüksek Prezidyumu Karaçaylıları vatan haini ve düşman işbirlikçisi ilan ederek topyekun Kafkasya’dan Orta Asya ve Sibirya’ya sürülmelerini kararlaştırdı. 2 Kasım 1943 günü Karaçaylılar yediden yetmişe hayvan vagonlarına topyekun sürülen ilk halktılar. Onları 1944 yılında Malkarlıların, Çeçen-İnguşların, Kırım Tatarlarının ve Ahıskalıların sürgünü izledi.
Karaçaylılar sürgüne gönderildikten sonra toprakları Gürcüler ve Çerkesler arasında paylaştırıldı. Özerk bölge sınırları yeniden çizildi. Karaçaylıların bir daha asla Kafkasya’ya dönmeyecekleri düşünülerek yer adları bile değiştirildi.
14 yıl boyunca Kafkasya’dan uzakta sürgünde yaşayan Karaçay halkı Stalin’in ölümünden sonra 1957 yılında Kruşçev tarafından affedilerek vatanlarına geri dönmelerine izin verildi. Karaçay halkının bir kısmı Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’daki sürgün yerlerinde kalırken büyük çoğunluğu Kafkasya’ya geri döndü. Ancak bu geri dönüş çözülmesi güç sosyal, siyasi, ekonomik ve manevi durumları çok kötü şartlardaydı. Sürgün sonrasında Gürcü-Svanların ve Çerkeslerin talanına uğrayan eski Karaçay köylerinde tek bir sağlam ev bırakılmamıştı.
Sürgün öncesinde özerk bölge statüsünde olan Karaçay’ın özerkliği geri verilmedi ve 1922 yılında olduğu gibi Karaçay bölgesi Çerkes ve Abazalarla birleştirilerek yeniden Karaçay-Çerkesya özerk bölgesi kuruldu. Özerk bölgenin kurulmasıyla birlikte Karaçaylılar ile Çerkes-Abaza, Rus-Kazak etnik grupları arasında etnik ve siyasi problemler yeniden ortaya çıkmaya başladı.
Karaçay halkı sürgünden döndüğü halde Sovyet hükümeti tarafından itibari iade edilmemiş ve siyasi hakları geri verilmemişti. Sürgün sonrasında Karaçaylılar otuz yıl boyunca Sovyet resmi belgelerinde hala “vatan haini”, “haydut-çeteci” olarak tanımlanıyorlardı. Kimlik kartının ve pasaportunun milliyet hanesine “Karaçaylı” yazan bir kimsenin devlet kademelerinde yükselmesine imkan yoktu. Kendi özerk bölgesindeki hiçbir idari kadroya Karaçaylılar tayin edilmiyordu. 1982 yılında Bölge Parti Komitesi tarafından yayımlanan bir kitapta Karaçaylıların vatan haini oldukları vurgulanarak komünist rejime karşı olan düşmanlık ve sadakatsizlik anlatılıyor ve Çerkeslerle Rusların Karaçaylılara kaşr tavır almaları isteniyordu.
1976-1982 yılları arasında Karaçay-Çerkesya Özerk bölgesinde yayımlanan Rusça “Leninskoe Znamya” gazetesinde Karaçaylıların güvenilmez, rejime karşı, vatan haini bir halk oldukları konusunda birçok makale yazılarak bölgede yaşayan Çerkes, Abaza ve Rusların bütün Karaçay halkına karşı olumsuz tavır almaları sağlandı. Sovyet basını da Karaçaylıların rejim düşmanı ve vatan haini oldukları hakkında asılsız iddialar yayımlanarak bu propagandaya yardımcı oldu.
Karaçaylılar üzerlerine sürülen bu lekeyi temizlemek ve siyasi haklarını elde edebilmek amacıyla Azret Orus önderliğinde “Camagat” adı verilen siyasi örgütü kurdular. Camagat örgütünün çalışmaları sonucunda Sovyet resmi makamları 12 Ekim 1943 yılında Karaçaylıların sürgüne gönderilmeleri ilgili kararın hatalı olduğunu kabul ettiler ve Karaçaylılara atılan iftiraların haksız olduğunu Karaçay halkı sürgünden döndükten ancak 32 yıl sonra, 14 Kasım 1989 tarihinde açıkladılar.
Azret Orus liderliğindeki Camagat örgütü bununla yetinmedi ve Karaçay’ın Çerkes ve Ruslardan ayrılarak müstakil özerk cumhuriyet olması yolunda bir mücadele başlattı. Karaçay Halk Temsilciler Meclisinin 17 Kasım 1990’da düzenlediği kongrede Karaçay Cumhuriyeti ilan edildi. Ancak bu karar Sovyet hükümeti tarafından resmen kabul edilmedi. Karaçaylıların bağımsızlık ilan etmeleri yalnızca bölgede yaşayan Çerkes ve Abazalar arasında değil, Rus ve Ukrayna Kazakları arasında da gerginlik yarattı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Rusya Federasyonu sınırları içinde kalan Karaçay-Çerkesya Özerk Bölgesine Özerk Cumhuriyet statüsü verilmesi de Karaçaylıların bağımsızlık isteklerini yatıştırmadı.
1992 Ağustos ayı içinde Karaçay Halk Meclisi toplanarak Rusya’dan bağımsızlık kararı aldı. Bağımsız Karaçay Cumhuriyetinin meclisini kurma çalışmalarını başlatan Karaçaylılara ilk destek Çeçen Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Cohar Dudayev’den geldi. Karaçay’a gelerek Karaçayevks şehrinde halk meclisinin toplantısında bir konuşma yapan Dudayev, Çeçenlerin her zaman Karaçaylıların yanında olduklarını bildirdi.
1993 yılından itibaren Karaçay bölgesinde yer alan Rus köylerinin ahalisi köylerini terk ederek Rusya’ya göç etmeye başladılar. Boşalan köylere dağlık bölgelerdeki köylerde yaşayan Karaçaylılar yerleştiler ve birkaç yıl içinde Karaçay nüfusu Kafkas dağlarından Çerkessk şehri sınırlarına kadar uzanan bölgeye yayıldı. Doğal nüfus artışları Çerkes ve Abazalardan fazla olan Karaçaylılar bölgenin nüfus oranlarını da kendi lehlerine çevirmeye başladılar. Örneğin 1979-1989 yılları arasında Abaza nüfusu yüzde 14.6, Çerkes nüfusu yüzde 12.7 artarken Karaçay nüfusu yaklaşık yüzde 20 artışa sahipti. 1989 sonrası bu durumun Karaçaylıların lehine artarak devam ettiği gözlemlenmiştir.
1991 yılında kurulan Dünya Çerkes Birliği adlı teşkilatın Adige, Karaçay-Çerkesya ve Kabardey-Balkarya Cumhuriyetlerinde yaşamakta olan Çerkeslerin tek cumhuriyet ve ortak sınırlar içinde toplanarak Kabardey’den Karadeniz’e kadar uzanan bölgede Adige devleti kurma çalışmalarına girişmesi Karaçaylılar ile Çerkesler arasındaki etnik gerilimi artırdı.
Dünya Çerkes Birliği adlı teşkilatın merkezi Çerkeslerin yüzde on nüfusa sahip olduğu Karaçay-Çerkesya Özerk Cumhuriyetin başkenti Çerkessk’e taşınarak buradaki Çerkeslere Adige ve Kabardey-Balkarya Cumhuriyetlerinde yaşamakta olan Çerkesler tarafından destek verilirken, Abazaların da Çerkeslerle kaynaşması amaçlandı.
Karaçay-Çerkesya Özerk Cumhuriyetinde Karaçaylılar ile Çerkes-Abaza-Rus-Kazak etnik grupları arasında henüz silahlı etnik çatışma yaşanmamakla birlikte, etnik gerilimin ileride bir çatışmaya sebep olması sürpriz olmayacaktır.
Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyetinde Etnik Problemler
Tarih, kültür, etnik köken ve dil açısından Karaçaylıların bir parçası olan Malkarlılar Sovyet döneminde Karaçaylılardan ayrılarak suni ve uydurma bir etnik isim olan Balkar adıyla Kabardey-Balkarya Özerk Cumhuriyetine bağlandılar. 8 Mart 1944’te Karaçaylılar ve Çeçen-İnguşlar gibi Kafkasya’dan sürülen Malkarlılar 1957 yılından itibaren Kafkasya’ya dönerek eski topraklarına yerleştiler. Sürgün sonrasında birçok köyleri ve dağlardaki yaylaları Kabardeylere verilen Malkarlılar bu toprakları geri alamadılar. 1991 yılında kurulan bir komisyon Kabardeyler ile Malkarlılar arasındaki toprak meselesini çözmek için çeşitli çalışmalar yaptılar. Bu komisyonunun başkanı olan Ruslar Boziyev Malkarlılara ait olan toprakların tespit edilerek geri verilmesi gerektiğini bildirdi. Ancak komisyonun bu kararı Kabardeyler tarafından kabul edilmedi.
Kabardeylerle Malkarlılar arasındaki etnik gerilimi alevlendiren bir başka konu da Kabardey-Balkarya Cumhuriyetine bir cumhurbaşkanı seçilmesi meselesiydi. Malkarlıların bu seçime karşı çıkmasına rağmen Kabardeyler 16 Kasım 1991’de bir kongre düzenleyerek cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir oldu-bittiye getirmek istediler. Bu gelişmeler sonucunda 17 Kasım 1991’de toplanan Malkar Halk Temsilcileri Kongresi Kabardeylerden ayrılarak Müstakil ve Bağımsız Malkar Cumhuriyetinin kurulduğunu ilan ettiler.
Cumhuriyetlerinin sınırlarını 1944 yılında sürgüne gönderilmeden önceki sınırlar olarak ilan eden Malkarlılar Kabardeylerin büyük tepkisi ile karşılaştılar. Kabardey 10 Ocak 1992 tarihinde Kabardey-Balkarya Cumhuriyetinin başkenti Nalçik şehrinde Büyük Kurultay adıyla bir kurultay düzenlediler. Bu kurultayda Kabardey’den ayrılarak müstakil ve bağımsız bir cumhuriyet kurduklarını ilan eden Malkarlılara bir karış dahi toprak verilmemesi kararlaştırıldı. Kabardey Cumhuriyetinin kurulduğunun ilan edildiği kurultayda Kabardey’den Karadeniz’e kadar bütün Çerkeslerin ve Abhaz-Abazaların bir arada hareket edecekleri vurgulanırken Malkarlıların 1863 yılında sahip oldukları sınırlara geri çekilmeleri gerektiği bildirildi.
Kabardeyler Malkar topraklarının yalnızca Kafkas dağları üzerinde bulunduğuü, kuzeydeki verimli düzlüklerin ise kendilerine ait olduğunu ileri sürüyorlardı. Malkarlıların sahip oldukları toprakların sınırlarının 1863 yılında Çarlık Rusya’sı döneminde tespit edildiğini iddia eden Kabardeyler, Malkarlıların düzlüklerdeki köylerini terk ederek Kafkas dağları üzerindeki topraklarına çekilmelerini istediler. Bu duruma bir çözüm bulmak için Moskova’dan bölgeye gelen bir komisyonun Malkarlıları haklı bulması sonucunda Kabardey Cumhuriyeti Meclis Başkanı Yuri Kalmukov, Malkarlıların dağlara çekilmemeleri durumunda iki halk arasında bir savaşın çıkacağını açıkladı. 1992 Temmuz ayında, sürgün dönüşünde Kabardey toprakları içine kurulmuş olan Cangı Malkar adlı köy 500 kadar silahlı Kabardey tarafından basıldı ve kanlı olaylar meydana geldi. Rus güvenlik güçleri çatışmayı zor önlediler. Bu arada ağustos ayında özel bir ordu kurduklarını ilan eden Kabardeyler bölgedeki gerginliği yine artırdılar. Özel ordularını Malkar köyleri arasındaki bir bölgeye yerleştirileceğini açıklayan Kabardeylere karşılık Malkarlıların bağımsızlık örgütü “Töre” bunu bir savaş sebebi sayacaklarını ilan etti.
Kabardey-Balkarya Cumhuriyetinin nüfusunun %45’ini meydana getiren Kabardeyler, nüfusun % 10’unu oluşturan Malkarlıların sahip oldukları toprakların cumhuriyet yüzölçümünün yaklaşık yarısını oluşturmasını kabul edememektedirler. Ancak Malkar topraklarının büyük bölümü sarp kayalar ve buzullarla kaplı Kafkas dağlarından oluşmaktadır. Malkarlıların dağ eteklerindeki köylerini terk ederek sarp dağlık araziye yerleştirilmeleri sonucunda ekonomik durumu zaten çok zayıf olan bu halk iyice açlık ve yoksulluğa mahkum edilecektir.
Bugün Kabardey-Balkarya Cumhuriyetinde eşit statüye sahip oldukları iddia edilen Kabardey ve Malkar halkları arasında tam bir eşitsizlik söz konusudur. Kabardey-Balkarya Cumhuriyetinin yüzde 45’ini oluşturan Kabardeyler Kabardey-Balkarya meclisinin yüzde 70’ine sahiptiler ve kendi halklarının lehindeki her türlü karar ve kanunu kolayca çıkartmaktadırlar. Cumhuriyetteki otuz bakanlıktan yalnızca dördü Malkarlıların elindedir. İçişleri Bakanlığı ve buna bağlı polis-asker teşkilatı tamamen Kabardeylerden seçilmiştir. Cumhuriyetin önemli devlet teşkilatlarının tamamı Kabardeylerin elinde ve kontrolü altındadır. Malkarlılar arasında işsizlik kazançları 2 ile 7 Amerikan doları arasındadır. Malkarlılar sürgüne gönderilmeden önce, 1944 yılı başlarında 92 köye sahipken, sürgün sonrasında ancak 30’a yakın köy kurabilmişlerdir. Eski Malkar köyleri terkedilmiş ve harabeye dönmüştür.
Malkarlılar Kabardey’den Karadeniz’e kadar Çerkes devleti kurma ideali peşinde olan Kabardeylerin diğer Çerkeslerle siyasi, kültürel ve etnik birlik kurmaları karşısında Karaçaylılar ile siyasi etnik birliği oluşturma çalışmalarına girdiler. Bu arada Kabardeylerin baskısı karşısında Çeçenlerin desteğini yanlarında buldular. Bölgelerinin doğusundaki bazı toprakların Osetler tarafından işgal edilmesi üzerine Osetlerle çatışan Malkarlıların yardımına İnguşların koşması Karaçay-Malkarlılar ile Çeçen-İnguşlar arasındaki dayanışmayı güçlendirdi.
Malkar Töre teşkilatının çalışmalarından rahatsız olan Kabardey yönetimi 1996 yılında teşkilatı kapattı ve yöneticilerini tutukladı.
Kabardey-Balkarya Cumhuriyetinde yaşamakta olan iki bin civarındaki Ahıska Türkü de Kabardeylerin ağır siyasi, ekonomik ve etnik baskısı altında yaşamaktadır. Sovyet hükümeti tarafından verilen topraklar ya da bu topraklarda yetiştirdikleri ürünler zorla Kabardeyler tarafından ellerinden alınmaktadır. Bugün Ahıska Türkleri zaten çaresiz durumunda olan Malkar Türklerinin himayesine sığınmaktan başka çıkar yol bulunmamaktadır. Kabardey-Balkarya Cumhuriyetindeki etnik ve siyasi gerilimin yakın gelecekte çözüme kavuşması zor görünmektedir.
Kafkasya ve Türkiye
Türkiye dünyanın dikkatini Kafkasya üzerine çekmede ve Avrupa devletlerinin Kafkasya’ya yardım etmelerini sağlamada özel bir sorumluluğa sahiptir. Türkiye Kafkasya ülkelerine yardım edebilecek bir kapasiteye ve bu işte geniş çıkara sahip olmanın getirdiği bilinçle Kafkasya’da ikinci derece politikalar oynamamalı ve Rusya yüzünden sorumluluklarından vazgeçilmemelidir. Rusya ile sahip olduğu 500 yıllık komşuluk tecrübesiyle Türkiye, Amerika ve Avrupa’yı Kafkasya’ya yönlendirmede önderlik yapmalıdır.
Kafkasya ve Kafkas ötesinde yer alan devlet ve devlet olmayı arzulayan özerk cumhuriyetlerin hiç biri tamamen demokratik yapıda ve istikrar içinde değildir. Bölgedeki devlet ve özerk cumhuriyetler kendi askeri güçleri üzerinde siyasi kontrol ve otorite sağlayamamaktadırlar. Örneğin Çeçenistan’da meydana gelen terörist girişimler ve adam kaçırma olayları devlet başkanı Aslan Mashadov’un diğer silahlı gruplar üzerinde henüz kontrol sağlayamadığını göstermektedir. Kafkasya’da büyük devletleri de içine çekebilecek bir savaşa sebep olabilecek tehlikeli denetim dışı gruplar vardır. Silahlı kuvvetler üzerinde etkili kontrolün olmaması bölgesel etnik çatışmaların yayaılmasına imkan vermektedir.
Rusya Kafkasya’daki eski nüfuzuna kavuşmak için istikrardan değil, tam aksine istikrarsızlıktan ve etnik çatışmalardan medet ummaktadır. Rusya hükümetinin etnik ilişkilerinden sorumlu komitesinin başkanı, Başbakan Yardımcısı Sergey Şahray’ın 1993 yılı başlarında verdiği bir demeçte “Rusyanın toprağı olan Kafkasya’da silahın gücünü göstereceklerini” açıklaması Rusya’nın Kafkasya politikasına ışık tutmaktadır. Rusya’nın Kafkasya’daki etnik çatışmalarda tarafsız arabulucu olamayacağını belirten Şahray’ın “Biz burada uzlaşma arayışı içinde değil, düzen arayışı içindeyiz” şeklinde ifadesi Rusya’nın Kafkasya’ya müdahale için etnik çatışmalardan ve istikrarsızlıktan yararlanmayı planladığı göstermektedir.
Moskova’nın istikrarsızlık yaratma ve şiddet kullanarak nüfuz elde etme politikası karşısında Türkiye’nin Kafkasya konusunda yeni jeopolitik ve jeostratejik politikalar belirlemesi gerekmektedir. Türkiye Kafkasya halklarını her yönüyle yakından tanımak ve aralarındaki etnik, tarihi, sosyo-kültürel ilişki ve akrabalıkları ayrıntılı bir biçimde analiz ederek değerlendirmek zorundadır. Bu bakımdan Türkiye’nin Kafkasya konusunda masa başı araştırmacılarına değil, bölgeyi her yönüyle gerçekten tanıyan ve etnik, sosyo- kültürel yapısını değerlendirebilen gerçek “bölge uzmanları”na ihtiyacı vardır.