Ali İhsan Aksamaz
Çeviriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz
CİVCİV – ǮİP̆İLİ
Civciv, otlamak için küçük bahçeye gitti. Orada geziniyor, otluyordu. Bir elma ağacının altında otluyorken, ağaçtan bir yaprak düşüp Civciv’in kuyruğuna dokundu. Civciv, çok korktu. Oradan kaçıp annesine gitti.
— Anne, anne! – Civciv seslendi.
— Ne var, evlâdım, ne oldu sana böyle?
— Anne, gök yarıldı. Bir parçası da kuyruğuma düştü, kaçalım anne!
Hemen oradan kaçtılar. Çok yol gittiler. Bir Ördeğe rastladılar.
— Ördek Kardeş, nereye gidiyorsun böyle? -Tavuk sordu.
— Evime gidiyorum.
— Oralarda gök yarıldı. Civciv’im söyledi.
–Civciv, evlâdım, sana kim söyledi?
— Ben kendi gözlerimle gördüm, göğün bir parçası da kuyruğuma düştü.
Üçü birden yola koyuldular. Biraz gidince bir Kaz’a rastladılar.
— Kaz Kardeş, sen nereye gidiyorsun böyle? – Ördek sordu.
— Evime.
— Oralarda gök yarıldı da sen nasıl gidiyorsun?
— Sana kim söyledi?
— Bana Tavuk Kardeş söyledi.
— Tavuk Kardeş, sana kim söyledi? – Kaz sordu.
— Bana evlâdım, Civciv’im söyledi.
— Civciv, evlâdım, sana kim söyledi?
— Ben kendi gözlerimle gördüm, göğün bir parçası da kuyruğuma düştü.
Kaz da Civciv’e inandı. Şimdi dördü birden yolda gidiyor. Giderlerken giderlerken yolda bir Çakal’a rastladılar.
— Çakal Kardeş, nereye gidiyorsun böyle? – Kaz sordu.
— Evime.
— Hayır, hayır, oralarda gök yarıldı! Sakın gitme! – Kaz, Çakal’a böyle dedi.
— Sen nereden biliyorsun?
— Bana Ördek Kardeş söyledi.
— Ördek Kardeş, sen nereden biliyorsun? – Çakal sordu.
— Bana Tavuk Kardeş söyledi.
— Tavuk Kardeş, sen nereden biliyorsun?
— Bana Civciv’im, evlâdım söyledi.
— Evlâdım, Civciv, sen nereden biliyorsun?
— Ben kendi gözlerimle gördüm, göğün bir parçası da kuyruğuma düştü.
Kurnaz Çakal onlara şöyle dedi:
“Siz hiç dert etmeyin! Benim çok iyi bir mağaram var. Oraya gidelim. Orada bize bir şey olmaz.”
Kurnaz Çakal’ın bu sözleri hepsinin de çok hoşuna gitti. Yola koyuldular. Mağaraya girdiler… Mağaraya girdikten sonra Kurnaz Çakal hepsini afiyetle bir güzel yedi.
Onların başına bütün bunlar küçük bir Civciv’in aklı yüzünden geldi.
+
ǮİP̆İLİ
Ǯip̆ili getasuleşa idu ocuşeni. Gulun, cums. Ar uşkurişi ncaş tude ort̆uşi, but̆k̆a melu do Ǯip̆ilişi k̆udelis gyat̆u. Aşkurinu Ǯip̆ilis, imt̆u do nana muşişa komextu.
— Nana, nana! – ucoxoms Ǯip̆ilik.
— Mu noren, mu gağodu?
— Nana, ʒa gont̆roxu do ar finç̆a k̆udelis gemat̆u, bimt̆at, nana!
İgzales. Dido didi gzas ides do ar Bibi konages.
— Bibi, so ulur? -Kotumek k̆itxu.
— Oxorişa mebulur.
— Hek ʒa gont̆roxu. Ǯip̆ilik miǯu.
–Ǯip̆ili, si mik giǯu?
— Ma toli çkimite bžiri, ʒaşi ar finç̆a k̆udelis gemat̆u.
Sumi-xolok gza dokaçes. Ar mʒika idesşi, Ğorğoci konages.
— Ğorğoci, si so ulur? – Bibik k̆itxu.
— Oxorişa.
— Hek ʒa gont̆roxu do muç̆o ulur?
— Si mik giǯu?
— Kotumek miǯu.
— Kotume, si mik giǯu? – K̆itxu Ğorğocik.
— Ǯip̆ilik miǯu.
— Ǯip̆ili, si mik giǯu?
— Ma toli çkimite bžiri, ʒaşi ar finç̆a ma k̆udelis gemat̆u.
Ğorğocis daceru do haǯi oxto-xolo ti nulunan. İdesşi, mk̆yapu konages.
— Mk̆yapu, so ulur? – Ğorğocik k̆itxu.
— Oxorişa.
— Var, var, hek ʒa gont̆roxu, mo ulur! – Uǯu Mk̆yapus Ğorğocik.
— Si mu giçkin?
— Bibik miǯu.
— Bibi, si mu giçkin? – Mk̆yapuk k̆itxu.
— Kotumek miǯu.
— Kotume, si mu giçkin?
— Ǯip̆ilik miǯu.
— Ǯip̆ili, si mu giçkin?
— Ma toli çkimite bžiri, uci çkimite bogni, ʒaşi ar finç̆ati k̆udelis gemat̆u.
— Ma k̆ayi mağara miğun, Mk̆yapuk mutepes uǯumers, hek bidat mutu var mağodenan.
İri-xolos k̆ayi daǯones do ides. Mağaras komeşiles… Komeşileşk̆ule Mk̆yapuk iri-xolo oç̆k̆omu.
Hentepes na ağodes mteli ar Ǯip̆iliş nosite.
BILDIRCIN İLE İBİBİK – OT̆RİK̆E DO ƷANA
Bir zamanlar Bıldırcın ile İbibik birbirlerine şöyle dedi:
“Kardeş olalım, aynı evde yaşayalım.”
Bıldırcın:
“Yuvamızı, eğrelti otlarının arasında yapalım. Kuru otları da yuvamızın etrafına yayarız. Böylece hem üşümeyiz hem de kimsenin gözüne çarpmayız. Oradan daha iyi bir yeri bulamayız.”
İbibik:
“Yok, olmaz! Bizi orada yılanlar yer. Hem yılanlar yemese bile, insanlar bizi ateşe verir. Ben orada asla yaşayamam.”
–Kardeşcağızım, hiç korkmayasın! Oranın yılanları da, insanları da beni çok iyi tanırlar. Hiç kimse bize kötülük yapmayı düşünmez, -dedi Bıldırcın.
–Sen ne diyorsun, Kardeşcağızım?! İnsanlar ve yılanlar kötülükten başka hiç bir şey yapamaz. Ben onlardan iyilik bekleyemem. Şöyle yapalım: Yuvamızı deniz kıyısında kuralım! Deniz kıyısında iyi bir meşe ağacı biliyorum. Öyle sağlam, öyle kuvvetli ki, kimse bize orada bir şey yapamaz. Yuvamızı o ağacın üzerinde yapalım. Yaşayabildiğimiz kadar orada yaşayalım!
Bıldırcın, İbibiğin bu söylediklerini hiç beğenmedi:
“Hayır, Kardeşcağızım; Rüzgâr, Denizi kaldırıp o ağacı da götürdüğü zaman, ya biz nereye gideceğiz o zaman?! Sen gel, benim dediğim gibi yapalım!”
— Kardeşcağızım, ben senin bu kadar da korkak olduğunu hiç bilmiyordum. Ben hiçbir şeyden korkmam. İstersen, ben o denizi bile kurutabilirim. Gel, benim dediğim gibi yapalım! O kadar da pısırık olma! -Dedi İbibik.
Uzunca bir süre Bıldırcın ile İbibik birbirlerini ikna edemediler.
Biri: “Böyle yapalım!”; diğeri: “Yok, böyle yapalım!” Dedi.
Her ne dendiyse, dendi; her ne olduysa, oldu. Birbirlerine girdiler, birbirlerini yiyip durdular. Sonunda da her biri istediği yere gitti.
Bıldırcın gidip eğrelti otlarının içine daldı. Yuvasını orada yaptı. Sonra da evlendi. Çoluk çocuğa karıştı. Artık başka bir şeye ihtiyacı yoktu. Ne var ki bir gün avcılar köpekleriyle gelip zavallı bıldırcını yuvasından kaçırdı. Kaçmaya alışkın olacaksın ki, kaçabilesin. Bıldırcın, eğrelti otlarının arasında yaşaya yaşaya zamanla uçmayı da unuttu. Uçmaya çalıştı ama avcılar tüfeklerini ateşleyip onu öldürdü.
Bıldırcın için Lazların şöyle bir sözü var:
“Bütün denizi aştım,
köprü yok;
bıldırcın öldürdüm,
kuş gibi değil!”
Şimdi de İbibiğin başına gelenleri görelim. İbibik gidip o söylediği ağacın üzerine yuvasını yaptı. Orada mutlu yaşıyordu. Bıldırcın’ın başına gelenleri duyunca kahkahayla gülmekten az kalsın ölüyordu. Bıldırcını avcıların öldürmesi de İbibiğin pek hoşuna gitti. Hemen kendisini övmeye başladı:
“Ben bu aklımla bu âlemde kral olmazsam, olmaz!”
Tanrı, onun bu sözlerini duydu; kızdı. Hemen Yağmur ile Rüzgârı çağırdı.
Rüzgâr, Denizi kabarttı. Dolu ile Yağmur, İbibiğin yuvasını bastı. Üstelik Gök de gürlüyordu. İbibik sanki bir işe yarayacakmış gibi hemen yere uzandı. Bacakları havaya kaldırdı. Bunu gören eşi sordu:
“Be adam, sen delirdin mi?! Bu havada dışarıda öyle ne yapıyorsun?!”
İbibik hemen lâf yetiştirdi:
“Güzelim, sen de hepten akılsız mısın? Görmüyor musun? Gök yıkılıyor. Ben de ayaklarımla göğü yerinde tutuyorum!”
Gel gör ki İbibik ayaklarıyla göğü tutamadı! Deniz, o ağacı da devirip çok uzaklara götürdü. İşte o zaman İbibik kaçacak yer aradı. Uçmak istedi, uçamadı. Tüyleri ıslanmıştı. Küçücük İbibik de böylece denizin payına düştü. Deniz, onu da hemen yutuverdi.
“Uçmak istiyordu İbibik,
uçamadı, ıslanmıştı.
Büyüktü yüreği,
küçücük olduğunu bir türlü akıl edemiyordu.”
Bıldırcın ile İbibiğin hayatları işte böyle sonlanıyor. Bıldırcın, ölümü eğrelti otlarının arasında, İbibik, ölümü suda buluyor.
OT̆RİK̆E DO ƷANA
Arte ot̆rik̆e do ʒanak:
“Cumalepe dobivat do ar oxoris pskidatya”, tkves.
Ot̆rik̆ek uǯu ʒanas:
“Moxti, limxanapunas oxori-çkuni dop̆k̆odat do moşkva tipi kogobubğat; t̆ubuti mavanoren do mitisti tolis va nat̆en. Hamuşen k̆ai yeri sotiksani va mažirenanya”.
Ʒanak:
“Var, hek ǯiǯilapek omipxornan; ǯiǯilapek va mç̆k̆omes-na-ti, k̆oçepek daçxuris komemçaman. Ma hek var maskedinenya”.
–Cumak̆a, mo gaşkuynet̆as! Hekoni ǯiǯilapek do k̆oçepekti miçinoman, mitis çkunde p̆at̆obaş oxenu va mangonenya, -tku ot̆rik̆ek.
–Si mu zop̆on, Cuma- çkimi, k̆oçi do ǯiǯilas p̆at̆obaş met̆a mutu va axenenan, ma hemtepeşen k̆aoba va maçven. Moxti, haşo dop̆at: Obğe- çkuni zuğa- p̆icis kok̆obdvat! Zuğa- p̆icis ar k̆ay mç̆k̆oniş nca komiçkin. Heya heşo k̆ap̆et̆i do heşo menceloni ren-ki, mitis çkunde mutu va axenen. He ncas jin dop̆k̆odat oxori- çkuni do pskidat na maskedinenanşakis!
Ot̆rik̆es va moǯondu ʒanaşi notkvamepe do uǯu:
“Var, cumak̆a, ixik zuğa koyoselu do he nca mendoğapu- na, çku mu p̆aten, so bidaten? Moxti do ma na ptkvistey dop̆at!
–Cuma- çkimi, si hak̆onay mşkurinace na t̆i, va miçkit̆u. Ma mitişen va maşkurinen, ginon- na, zuğati momaçodinen. Ma na ptkvistey p̆at, tutula va rt̆aya!- uǯu ʒanak.
Dido oras pence ǯk̆es ot̆rik̆e do ʒanak.
Arik: “Haşo patya!” Majurak: “Var, haşo p̆atya!”
Muntxa itku, ditku, muntva ivu, divu. Hamtepe dolibaxes- doliç̆k̆omes do igzales mintxas na unt̆u yerişa.
Ot̆rik̆e idu do limxanapunas meşilu, dok̆odu obğe, ok̆ule diçilu, berepe domralu. Skidala- muşis mutu va uk̆oremt̆u. Ar ndğa k̆oçepe coğorepeten moxtes do omt̆ines zavali ot̆rik̆es. Ama omt̆inuşeti gegaperi t̆are-ki, gamt̆inasen. Limxanapunas na skidut̆u, ot̆rik̆es oputxu goç̆k̆ondu do: “epputxare”-şa, ot̆k̆çes do doyles. Hemuşeni Lazepes hamk̆ata tkvala uğunan:
“Mteli zuğa g/moyli,
xinci va ren;
ot̆rik̆e doyli, k̆inçi va ren!”
Haǯi çkva ʒanaşi domiskides. Ʒanati idu do uçkit̆us ncas jin obğe komodgu do skidut̆u k̆aobaten do xelinaperi. Ot̆rik̆eşi ambai ognuşi, t̆ua žiʒaten doğuru. Heşo k̆ay daǯonu ot̆rik̆e na iles, heşo moǯondu ti- muşi- ki ti- muşiş omʒku do oxvamu kogyoç̆k̆u:
“Ma çkimi ğnositen do menceliten k̆irali va bivi-na, va iven!”
Nenape- muşi Ğormotik kognu do koducoxu mç̆ima do ixis.İxik zuğa moselu, xorşak̆ali do mç̆ima ʒanaş obğes koyabažgu, nʒa xonʒut̆u. Ʒanakti, “Muntxa boreya”, do moyktu, t̆rik̆epe kodomtinu emtumani. Oxorca muşik:
“Ç̆e k̆oçi şa dideliiya hamk̆ata t̆aronis!”
Ʒanak:
“ Kale bozo, mtel uğnose re! Va žiromi, nʒa geykten do ma bokaçamya!”
Ama ʒanas nʒa va dakaçu. Zuğak gyoktu he nca do mendiğu. Ʒanak omtinuş gza goru. “Epputxareya”-şa, va yaputxinu, mtel şu t̆u. Ç̆uç̆ut̆a ʒana zuğas anç̆u.
“Ʒanas omt̆inu unt̆u,
va yaputxinu, şu t̆u.
Guri didi uğut̆u,
ç̆ut̆a na t̆u, va şunt̆u.”
Haşo içoden ot̆rik̆e doʒanaş skidala. Ot̆rik̆ek limxanapunas, ʒanak ǯk̆ais žiroms ğura- muşi.
[Kaynak kitap: Guram K̆art̆ozia, (Kaynak kişi: Memet̆ K̆azancioğli, Tbilisi, 9. II. 1968) “Lazuri T̆ekst̆ebi (-1)”, Gamomʒemloba “Meʒniereba”, Sak. SSR Meʒn. Ak̆ademiis St̆amba, Tbilisi, 1972 (Gürcü Alfabesinden Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 1997)]
BAYKUŞ İLE ADAM – OLOLİ DO K̆OÇİ
Bir Adam, Baykuşu yakalamış. Kafese kapatmış. İyi bakıyor, hiçbir şeyini eksik etmiyormuş. Gel gör ki Baykuş bu duruma hiç memnun değilmiş. Böylece dört uzun yıl geçmiş.
Adam hazırlanmış.
Baykuş sormuş:
–Nereye gidiyorsun?
–Şehre gidiyorum. İşlerim var.
–Yolunun üzerindeki ormanda arkadaşlarım var. Sağ olduğumu, kafeste tutulduğumu söyle.
Yola koyulmuş.
Şehre giden yol gerçekten de ormandan geçiyormuş. Bir ağacın dalına tünemiş Baykuşu görmüş. Şöyle demiş:
–Arkadaşın artık evimde yaşıyor. Kafeste tutuyorum. Durumu da çok iyi.
Bunu duyan Baykuş ağaçtan aşağıya kendisini bırakmış. Hızla yere inince de hareketsiz öylece uzanmış. Adam, hemen yanına gitmiş. Dokunmuş, sarsmış ama boşuna! Baykuş ölü gibi yerde öylece yatıyormuş. Baykuşu bırakıp yoluna gitmiş.
Şehirde işlerini bitirip eve dönmüş. Baykuşa, olanları anlatmış.
Bir süre sonra Baykuş, kafesin bir köşesine ölmüş gibi uzanmış. Bunu gören Adam, hemen kafesin kapısını açmış. Baykuşu dışarı çıkartmış. Ayılmasını beklemiş. Ne var ki Baykuş canlanacağa hiç benzemiyormuş. Artık öldüğüne kesin kanaat getirmiş. Götürüp uzakça bir yere atmış. Adam gittikten sonra Baykuş, ormana doğru kanat çırpmış.
OLOLİ DO K̆OÇİ
Ar k̆oçik ololi koç̆opu do mskva k̆afesi duxvenu, homoluxunu do k̆ai oǯk̆et̆u. Otxo ǯana mek̆ilu. K̆oçik mutu eksiği va uxvenupt̆u, hama ololi xolo razis va t̆u.
Ar ndğas k̆oçik sotxani oxtimu hodilingonu. Ololik kožiu do k̆itxu:
–So nuluya?
–Şeerişa, – uǯu k̆oçik.
Ololik uǯu:
–Gzas germa na megagas, çkimi akardaşepe yenanya. Uǯvi-ki: Saği voe do k̆afesis molapxe.
K̆oçi igzalu. Şeerişi gza, mtiniti, germas mik̆ilap̆t̆u. K̆oçik ar alçaği ncaş qas gexunei ololi kožiu do uǯu:
–Skani akardaşi çkimik̆ala yen, k̆afesis miqoun do dido k̆ai ren.
Aya ololik na şignu, ncaşen melu. K̆oçi mextu, oxonk̆anu, hama ololi ğurelistei žit̆u. K̆oçik naşku do gzas kogedgitu.
Oxorişa na mextu, k̆oçik muşi oxois na uqount̆u ia ololis, mteli-şei duǯu, muç̆o na iqustei. Aya ololikti ğuelistei ar kyoşes kilinciru. K̆oçik manişa xolo gonǯk̆u k̆afesiş nek̆na, kagamiqonu ololi, dido vaxtis unt̆u ki, şui muğat̆u, hama ololi osağuşis va nungapt̆u. Mindiğu k̆oçik do mendra met̆k̆oçu. Ololi disağu do germaşa doputxu.
[Kaynak kitap: Tea K̆alandia, (Kaynak kişi: Mamula Osmanis Že Tandilava (1931 doğumlu, Sarp Köyü/ Zurab Tandilavas “Lazuri Zğap̆rebis mixedevit), “Lazuri T̆ekst̆ebi”,Gamomʒemloba Art̆anuci/ K̆olxuri seria-5, Tbilisi, 2008, (Gürcü Alfabesinden Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 2014)]
KEDİ İLE KÖPEK – K̆AT̆U DO COĞOİ
Köpek, Kediye her zaman düşmandır. Neden biliyor musunuz? Hemen söyleyeyim.
Bir zamanlar Kedi ile Köpek çok iyi arkadaşlarmış. Bir gün Köpek şöyle demiş:
–Soğukta başım çok üşüyor. Bana bir başlık örüver.
Kedi, hiç kulak asmamış. Örmemiş. Bu durum Köpeğin pek fenasına gitmiş. Kediyi kovalamış.
Kedi hemen bir ağaca tırmanmış. Oradan Köpeğe bakıyormuş.
Köpek yalvarmış:
–Ne olur, ağaca tırmanmayı bana da öğret! Öğretirsen, şimdiye kadar bana ettiklerini affederim.
Kedi:
– Ya, ben de bu işi tam da böyle zamanlar için düşünüyordum!
Bu sözler Köpeğin pek fenasına gitmiş. Kediye havlamaya başlamış. Ne var ki hiçbir şey yapamamış. İşte bundan sonra da Kediye hep düşman olmuş.
K̆AT̆U DO COĞOİ
Coğoi K̆at̆uşa dido duşmani ren. Muşeni giçkini? Moo dogiʒ̆va.
K̆at̆u do Coğoi ar vaxtis dido k̆ai manebrape t̆es. Ar dğas Coğoik K̆at̆us uʒ̆u, megeem, ki tis zade qini maqu edo ar p̆ap̆axi domişviya. K̆at̆uk va nusiminu do Coğois p̆ap̆axi va uşveen. Amuşeni Coğois p̆at̆i aʒ̆oneen, gui muxteen do K̆at̆us gyatxozeen.
K̆at̆u cas kextu ekolen Coğois oʒ̆k̆ert̆u.
-Ar caşa yextimu kodomogui mu iqven! Aşo oxveʒ̆inu kogyoç̆k̆u Coğoik K̆at̆us. Moguina, k̆atta şei gixat̆iupya.
-Aya man amk̆ata vaxtişeni şevinaxepya,- uʒ̆u K̆at̆uk Coğois.
Coğois p̆at̆i gui komuxtu do kogyoç̆k̆u K̆at̆us olalus, hama mutu var axvenu. Amuşk̆ule Coğoi K̆at̆uşa duşmani ren.
[Ʒiala Narak̆iže, “Lazuri T̆ekst̆ebi ”, Gamomʒemloba “Batumis Şota Rustavelis Saxelmʒ̆ipo Universit̆et̆i, Batumi, 2015 (Gürcü Alfabesinden Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 2020)]
KİRPİ – BUŽGİ
Dana, Kirpiyi görmüş:
— Seni yiyeceğim!
Dananın, kendisini yiyemeyeceğini Kirpi meğerse hiç bilmiyormuş. Çok korkmuş. Hemen yumak gibi olmuş.
[Hele bir dene…]
Akılsız Dana, kuyruğunu dikmiş. Kirpiyi kapmaya çalışmış. Vurmak da istiyormuş. Ön ayaklarını açmış. Kirpiyi yalamaya başlamış. Yalamış, yalamış…
— Oy, oy, oy!
Dananın dili çok acımış. Böğürmeye başlamış. Sonra da yakınlardaki İneğe koşup şöyle demiş:
— Kirpi, dilimi ısırdı!
İnek, başını şöyle bir kaldırıp bakmış. Yine otlamaya devam etmiş.
Kirpi, yuvarlanarak hemen mağarasına gitmiş. Eşine şöyle demiş:
— Ben bugün çok büyük bir hayvanı yendim. Belki de Arslandı!
O günden sonra Kirpinin ne kadar cesur olduğu kulaktan kulağa dört bir yana yayılmış.
BUŽGİ
Gyenik Bužgi kožiru do zop̆ons:
— Ma si gç̆k̆omare!
Gyenis Bužgi na var aç̆k̆omen Bužgis var uçkit̆u, aşkurinu, murgisteri divu do dopurtinu.
[Hele ʒadi…]
Uğnose Gyeni k̆udeli muşi jin keǯazdu, eǯank̆ap̆inus kogyoç̆k̆u, geçamuti unt̆u, ok̆ule ǯoxleni k̆uçxepe kogontxu do Bužgis nolosku, nolosku…
— Oy, oy, oy!
Gyenik dimğoru do Pucişa unk̆ap̆u.
— Bužgik nenas gemak̆ibinuya! -Gyenik Pucis uǯu.
Pucik ti eǯazdu, osimadute Gyenis oǯk̆edu do xolo cums.
Bužgik k̆ap̆ineri mağara muşişa geingrinu do uǯumers oxorca muşis:
— Ma didi ar avis gebocgini, bekiti arslani t̆u!
Hemuş-k̆ule Bužgi guroni na renşi iri k̆ele ambayi goxtu.
[Kaynak kitap: Ǯitaşi İskenderi, M. Vanişi, S. Koseşi, “Ok̆itxuşeni Supara/ Majurani fila” , Abazistanişi Devletiş gamamşkumale, Sohum, 1937, Gürcistan SSC., SSCB, (1937 Latin Alfabesinden 1984 Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 1997)]
CESUR TAVŞAN – GURONİ MƷKVİT̆URA
Tavşan, ormanda doğmuş. Her şeyden korkuyormuş. Nerede bir dal kırılsa, nerede bir kuş uçsa, nerede ağaçtan bir parça kar düşse, Tavşanın yüreği ağzına geliyormuş. Bir gün korkmuş. İki gün korkmuş. Bir hafta korkmuş. Bir yıl korkmuş. Büyüyünce o korkusu artık geçmiş:
–Ben hiçbir şeyden korkmam!
Bu sözleri bütün ormanda yankılanmış:
— Ne olursa olsun, ben hiç korkmam!
— Şaşkın Tavşan, Kurttan da korkmuyor musun?!
— Kurttan da korkmuyorum. Ne Tilkiden, ne Ayıdan, hiç kimseden korkmuyorum!
Sonra bağırmış:
–Neden fazla konuşayım ki?! Hele, Kurt elime bir düşsün, bir lokmada yerim!
[Hele, ne gülünç bir Tavşan! Ne kadar da akılsız!]
Diğer Tavşanlar, “Kurt, Kurt” diye bağrışıp eğleniyorlarmış.
Kurt birden ortaya çıkmış. Meğerse o sırada ormanda geziniyormuş.
Karnı açıkmış:
–Ah, bir Tavşan olsa da yesem!
Tavşanlar, yakın bir yerlerde eğleniyorlarmış. Kurt, Tavşanların kendi adını da andıklarını duymuş. Durmuş. Dinlemiş. Şöyle bir havayı koklamış. Tavşanlar oynaşıyorlarmış. Yavaş yavaş yaklaşmış. Kurt, kendisiyle alay ettiklerini iyice anlamış. En çok da şaşkın, uzun kulaklı, kısa kuyruklu Tavşan, kendisiyle alay ediyormuş.
Kurt içinden şöyle geçirmiş:
–E, kardeş, bekle hele, seni yiyeceğim!
Kurt, önce kendisiyle çok övünen o Tavşanı yakalamak istiyormuş.
Tavşanlar henüz hiç hiçbir şeyin farkında değillermiş. Şakalaşıp eğleniyorlarmış. Çok da neşelilermiş. Eğlenceleri bitince o Kibirli Tavşan bir ağacın dibine zıplamış. Arka ayaklarının üzerine oturmuş. Diğer Tavşanlara şöyle demiş:
— Dinleyin, korkaklar! Hem dinleyin hem de iyi bakın! Şimdi size bir şey göstereceğim… Ben… Ben…
İşte tam da o anda Tavşan, Kurdu görmüş. Kibirli Tavşanın dili damağı kurumuş…
Diğer Tavşanlar hâlâ Kurdun farkına varamamış.
Kibirli Tavşan korkudan nefes bile alamıyormuş.
İşte ondan sonra hiç duyulmadık bir şey olmuş. Kibirli Tavşan, bir hamleyle yükseklere zıplamış. Sonra korkuyla Kurdun alnının çatısına düşüvermiş. Oradan da Kurdun sırtına yuvarlanmış. Havada bir de takla atmış. Sonra öyle bir fırlamış ki, derisinin sıyrıldığını sanmış.
Tavşan çok koşmuş. Güçten düşene kadar koşmuş. Kurdun hâlâ kendisini kovaladığını sanıyormuş:
–Vay, şimdi beni dişleriyle kapacak!
Sesi de kısılmış. Gözlerini kapatmış. Yabani otların içine düşüp yuvarlanmış. Orada da öylece kalmış.
Kurt, kendisine çarpanın Tavşan olduğunu hiç anlamamış. Avcıların kendisine kurşun attığını sanıyormuş. Kurt ta korkuyla hâlâ başka bir yöne doğru koşuyormuş. Bir yandan koşuyor diğer yandan da kendi kendine söyleniyormuş:
–Aman, ormanda başka Tavşan mı yok?! Zaten o Tavşan kudurmuş gibiydi!
Kurt hâlâ koşuyormuş…
GURONİ MƷKVİT̆URA
Mʒkvit̆ura germas dibadu do mtelişe aşkurinet̆u. T̆k̆vaʒun soti t̆ot̆i, yeputxun k̆inçi, ncas
mtviri na melas, Mʒkvit̆uras şkurnate gurik ubangals. Ar dğas aşkurinet̆u Mʒkvit̆uras, jur dğas
aşkurinet̆u, ar dolonis aşkurinet̆u, ar ǯanas aşkurinet̆u. Edo ok̆ule didi divuşi, emedeni şkurna mek̆ulu.
— Mutuşe var maşkurinen! -Haşo dotku mteli germas sersi kogondginu.
— Çkar var maşkurinen, mutxa ginon t̆as!
— Ç̆e toli gula, Mgerişeti var gaşkurineni?
— Mgerişeti var maşkurinen, varti Melişe, varti Mtutişe, mitişe var maşkurinenya!
— Dido mot bisinapa! -Uramt̆u Mʒkvit̆urak. Mgeri keǯamilas na, aşvacis obimxors.
[Hele, mu ožiʒinoni Mʒkvit̆ura! Mu nosi- tutxu ren!]
Mgerişeni uraman Mʒkvit̆urapek, Mgeriti emedeni keçkindu. Gulut̆u muk, goxtu mteli germas muşi Mgeris dulyaşeni, amşkorinu do guris komek̆ulu ki:
Ar soti Mʒkvit̆ura op̆ç̆k̆omat̆ik̆o. Niucams ki, sontxa xolos Mʒkvit̆urapek uraman do heya brest̆i Mgeri şinaman! Kododgitu Mgeri, kodişuru do tamo-tamo mexolapus kogyoç̆k̆u. Konaxolu Mgerik naisternan Mʒkvit̆urapes. Niucams muç̆oşi hentepek hemus nožiʒaman, edo mtelişe dido toli- gula, uci gunže, k̆udeli mk̆ule, ti muşi naomskvams Mʒkvit̆urak nožiʒams.
“E, cuma, diyondi, si gç̆k̆omare”, bresti Mgerik isimadams do “Namu Mʒkvit̆urak muşi guroni ovapumu omskvanamsya” oǯk̆omilus kogyoç̆k̆u. Mutu var žiraman Mʒkvit̆urapek do daha dido ixelaman. Hemute diçodu ki, ti-mamskvanu Mʒkvit̆ura kap̆is yeʒxont̆u, uk̆açxeneri k̆uçxete kodoxedu do otkus kogyoç̆k̆u:
— Niucit tkva, maşkurinalepe! Niucit do ma moǯk̆edit. Ehe haǯi goǯiraten ar şei… Ma… Ma…
Hem oras ti-mamskvanuşi nena mitam konaç̆abu. Mʒkvit̆urak Mgeri kožirudoren. Çkvapek var žiramt̆es, ama muk žiromt̆u do şuri var aşvanet̆u. Ok̆ule navar ignapen şei divu.
Ti-mamskvanu Mʒkvit̆urak jin keʒxont̆u do şkurnate Mgerişi mçire k̆vas komelu. Muk
bultisteri mgerişi k̆ap̆ulas kogongrinu, arçkva havas geiktu do ok̆ule heşo oxut̆k̆vaʒu ki, muşi t̆k̆ebis gamaxtimu na unt̆usteri, haşo aǯonet̆u. Dido darçu Mʒkvit̆ura, mencelis meluşakis t̆arik̆amt̆u. Hemus heşo aǯonet̆u ki, Mgeri hemus notxozun do ehe haǯi k̆ibirepete gyak̆nasen.
Uk̆açxendo, dilamsu guri meç̆usi Mʒkvit̆ura, toli kok̆odu do mt̆k̆as, tude keǯicinu.
Hem oras Mgeri majura k̆elesa unk̆ap̆ut̆u.
Mʒkvit̆ura hemus komeluşk̆ule, hemus daǯonu ki, mitxak k̆urşumi ot̆k̆oçu.
Mgeriti imt̆u. “Çkva Mʒkvit̆ura germas dido ren, ižiren heyati mutxa lasaronisteri t̆uya” do
unk̆ap̆un.
[Kaynak kitap: Ǯitaşi İskenderi, M. Vanişi, S. Koseşi, “Ok̆itxuşeni Supara/ Majurani fila” , Abazistanişi Devletiş gamamşkumale, Sohum, 1937, Gürcistan SSC., SSCB (1937 Latin Alfabesinden 1984 Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye tercüme: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 1997)]
AYI – MTUTİ
Kış kapıya dayanmış.
Ayı, büyük Meşe Ağacının alt taraflarında kendisine bir in arıyormuş. Soğuklar başladıktan sonra beğendiği yere gitmiş. İnine girmiş. Bir güzelce yerleşmiş. İninden çıkmayı artık hiç istemiyormuş.
İnin deliğini önce kuru dal ve yapraklar, sonra da kar örtmüş. Orada bir in olduğu artık hiç anlaşılmıyormuş. İnin etrafında yüksek ağaçlar da varmış. Zaten hiç kimse de bu uzak yere uğramıyormuş. Artık buralara ne aç bir kurt ne de bir karga geliyormuş.
Ayı, İlkbahara kadar uykuya yatmış.
İlkbaharın ilk sıcaklarıyla birlikte zayıf tüyleri diken diken olmuş bir hâlde artık ininden çıkmış. Bütün kış boyunca yiyeceksiz ve susuz kalmış. Geçen Yaz ve Sonbahardan vücudunda kalan yağla ancak ayakta durabiliyormuş.
Ayı artık ininde uyumuyormuş. Hep karnı aç ve üzgün etrafta geziniyormuş. Yiyebileceği çilek yokmuş. Yiyebileceği bitkilerin tatlı sürgünleri yokmuş. Yaban arılarının kovanları yokmuş. Ayının yiyebileceği hiçbir şey yokmuş.
Bundan sonra Ayının yiyecek araması gerekiyormuş.
Böyle aç ve üzgün gezinen Ayının önüne İnek, Koyun veya insan bile çıksa, belâsını bulurmuş.
MTUTİ
İnuva kododgitu.
Ar didi ç̆k̆oniş tude Mtutik dogoru ti muşişeni mağara. İni komoxtuş-k̆ule igzalu Mtuti hemus k̆ayi na aǯonet̆u svaşa do komeşaxtu mağaraşa, k̆ayi xeşa dibargu do gamaxtimu guris çkar var uğut̆u.
Mağaraşi ğorma jindole xomula t̆ot̆epe, pavrepe ok̆uleti mtviri komoitu do çkar var ižiret̆u, hek mağara na t̆u. Gomorgvas dgirt̆es mağali ncalepe do miti var mulut̆u ham mendrani svaşa. Varti Mgeri mşkorineri varti K̆vari.
Haşo Purkinaşakis cans Mtuti. Purkinaşi t̆uǯanobak̆ala gamulun mağara muşis, puskila toma bužgineri, muç̆osi ginon, ama muk inuva morgvali ugyareli, uǯk̆areli mek̆olapu, xvala muk na ok̆obğu monç̆inora do stvelis yağite skidut̆u.
Bazi iven ki, namutxani Mtuti var meşacans mağaras. Gulun muk mşkorineri do guri-
moxtimeri. K̆andğu va ren, loʒa pesoti va ren, mt̆k̆ori but̆k̆apeşi topuriti va ren. Çkva oç̆k̆omale ogoru unon.
Hasteri guri- moxtimeri na gulun Mtutis Puci, mçxuri vana k̆oçi keǯulas na, bela dogorums.
[Kaynak kitap: Ǯitaşi İskenderi, M. Vanişi, S. Koseşi, “Ok̆itxuşeni Supara/ Majurani fila” , Abazistanişi Devletiş gamamşkumale, Sohum, 1937, Gürcistan SSC., SSCB (1937 Latin Alfabesinden 1984 Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 1997)]
ÇAKALIN MASALI – MK̆YAPUŞİ MESELİ
Bir zamanlar Ayı ile Kurt Karşılaşmış. Bir süre havadan sudan konuşmuşlar. Onlar konuşurken bir Çakal nefes nefese yanlarına gelmiş:
–Efendicağızlarım, ormanımızda biri geziniyor. Ne var ki öyle bizim buralardaki hiç kimseye benzemiyor. Etine buduna dolgun bir hayvan. Eğer onu avlarsak, nereden bakarsanız, o hayvanın eti ormanımızın bütün hayvanlarına bir ay yeter. Gel gör ki, alnında iki sivri boynuzu var. Boynuzlarını taktı mı, koca bir ağaç bile ot gibi devrilir.
Ayı kızmış:
–Bu ormanda, beni yenecek kim var ki, bu yeni gelen beni yenecek?!
— Efendicağızım, o gerçekten de çok güçlü. Hoş, sen benden daha iyi bilirsin; güç ancak akılla yenilir. İzin verin, ben önce gideyim. Yeni gelen o hayvanı bir güzel tanıyayım, bir deneyeyim. Sonra nasıl avlayacağımızı size söylerim.
Çakal, böyle söyleyip gitmiş. Sonra da o hayvana yavaş yavaş yaklaşmış.
Çakalın gördüğü meğerse bir Öküzmüş.
Öküz bir köşede otluyormuş. Biraz ötesindeki bir ağacın altında da bir çoban oturuyormuş. Üstelik elinde de bir tüfek varmış.
Çakal, Ayı ile Kurdun bulunduğu yere koşarak gelmiş:
–Efendilerim, o hayvan gerçekten de tam bir hayvan. Ne var ki siz onu şöyle bir vuruşta haklayabilirsiniz. Ben şimdi oraya gideyim. Siz de hemen arkamdan gelip etine buduna dolgun o hayvanı haklayın.
Çakal, Öküzü bekleyen çobana şöyle bir görünüp kaçmaya başlamış. Çoban hemen yerinden fırlayıp Çakalı kovalamaya başlamış. Çakal, hep o bildiğimiz Çakal! Çoban ne yaptıysa bir türlü Çakalı haklayamamış.
Tam da o sırada Ayı ile Kurt, Öküzün bulunduğu yere gelmişler. Öküzü haklamışlar. Tam da yemeye başlayacaklarmış ki Çoban dönmüş. Ayı ile Kurdu görünce tüfeğini kaldırmış. Her ikisini de vurmuş. Derilerini yüzüp gitmiş. Çakalın istediği de tam buymuş! Gidip diğer Çakalları da çağırmış. Hem Öküzün hem de Ayı ile Kurdun etlerini bir saatin içinde yiyip kaçmışlar. Çoban gelince etlerini bulamamış. Çok kızmış. O kızgınlıkla birkaç Ayıyı daha öldürüp evine dönmüş.
Çakalın masalı işte böyle. Gördüğünüz gibi, bir Çakal tek başına Öküzü, Ayı ile Kurdu aklıyla haklamış. Akıl, kurşundan daha etkili, öyle değil mi?!
MK̆YAPUŞİ MESELİ
Arte mtuti do mgeri kok̆ages, mʒika nip̆aamites k̆atuk k̆udel na va gyonǯams şerepeşi. Hem oras şuri dololaperi ar mk̆yapu komoxtu do uǯu hamtepes:
“Efendepe- çkimi, girma- çkunis ar mintxa gulun, ama hakoni mitiksanis va nugams, na renstey xorʒi ren. Heya dop̆ilat- na, girma- çkuniş xorʒi mç̆k̆omupes ar tutas dubağunan. Ama heşo lasiyei jur k̆ama uçans k̆vas jin- ki, na eluğasen, nca tipistey geykten.”
Mtutik:
“Girma- çkinis ma na mocginasen miti reni ki, moxtimeri mitxanik mocginasya!” do guri komuxtu, ama mk̆yapuk:
“Efendi, heya mtiniti dido menceloni ren. Si xoş kogiçkin, menceli ğnositen na icginen. Ma bida do hemuk̆ala dobiçinoba, dopʒada do ok̆ule çkva muç̆o p̆p̆ilaten, dogiǯumetya”,- tku do igzalu.
İdu do konaxolu. Na žiru, haya t̆u: Xocik mcums, mʒika hekole ncas tude k̆oçi xen do t̆ufeği xes okaçun.
Mk̆yapu t̆aik̆eri mendaxtu mtuti do mgeri na t̆es yerişe do uǯu:
“Xayvani mtiniti xayvani ren! Si, efendi- çkimi, geçamaten dogaylen heya. Ma haǯi bida do ç̆ut̆a çkvatişkule tkvati moxtit do doylit he xorʒi- met̆iya!”, -uǯu do goyktu xoci na t̆u yerişa.
Xoci na çumet̆u k̆oçis kogyavalu du omt̆inus meçu. K̆oçiti yuk̆apu do geç̆işu hamus, ama mk̆yapu xoş mk̆yapu ren! Va aylu mututen.
Hem oras mtuti do mgeri komoxtes xoci na t̆u yerişa. Xoci doyles do oç̆k̆omus gyoç̆k̆amt̆esşi, k̆oçiti goyktu. Mtuti do mgeri žiruşi, eǯazdu t̆ufeği do juriti doylu. T̆k̆ebi kogoǯk̆u do igzalu.
Mk̆yapus na unt̆uti heya t̆u! Ducoxu çkva mk̆yapupes do ar saat̆is doloxe na t̆u xorʒepe oç̆k̆omes do imt̆es. K̆oçi moxtuşi, xorʒi va žiru. Guy na muxtuten idu do a- jur çkva mtuti doylu do igzalu oxoy- muşişa.
Hamk̆ata ren mk̆yapuşi meseli. Na žiromtsteri, ar mk̆yapuk xoci, mtuti do mgeriti ğnosi- muşiten doylu. Ğnosik k̆urşumişen k̆ai iloms.
[Kaynak kitap: Guram K̆art̆ozia, (Kaynak kişi: MemnuneTosunoğli- K̆azancioğli/ Kaydeden: Memet̆ K̆azancioğli, Soxumi, 9. VIII. 1968), “Lazuri T̆ekst̆ebi (-1)”, Gamomʒemloba “Meʒniereba”, Sak. SSR Meʒn. Ak̆ademiis St̆amba, Tbilisi, 1972 (Gürcü Alfabesinden Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye çeviri: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 1997)]