MEĞER BİZ NE UYANIKMIŞIZ!

EUTYKH Adnan Cankılıç

29 Mart 2009 yerel seçimlerinin çok önemli bir özelliğimizi ortaya çıkardığını bilmem fark ettiniz mi?

Meğer biz ne çok uyanıkmışız da haberimiz yokmuş.

Nerden mi çıktı?

Anlatayım.

Şahit olduğumuz üzere bu seçimlerde Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Arnavut’uyla, Boşnak’ıyla, Arap’ıyla bütün Türkiye halkları siyasi parti liderlerinin ve belediye başkan adaylarının düzenlediği mitinglere sular seller gibi aktı.

Türkiye seçim tarihi böyle “katılımlı” bir seçim görmedi!

Pekiyi bunca insan alanlara sular seller gibi aktı da ne yaptı?

Ne yapacak?

Bütün bu etnik unsurlardan oluşan cümle halk miting alanlarını tıka basa doldurup liderlerini ve başkan adaylarını ayaları patlayıncaya kadar sloganlar eşliğinde alkışladı;

“Şak şak şak; baş-kan sen bi-zim her şe-yi-miz-sin…”

“Şak şak şak; Tür-ki-ye se-nin-le gu-rur du-yu-yor…“

“Şak şak şak; en bü-yük baş-kan bi-zim baş-kan…”

“Şak şak şak; baş-kan ge-le-cek dert-ler bi-te-cek…”

Sloganlar attı ve kendini parçaladı, başkanlarından hiçbir şeyini esirgemediğini, partili olmanın, siyaset yapmanın, katılımcı olmanın nasıl bir şey olduğunu gösterdi.

Pekiyi biz ne yaptık?

Derneklerimiz ve federasyonumuzla, bütün parti liderlerine yazı gönderip onlara dernek salonlarını açtığımızı; gelip kendilerini tanıtmalarını istedik.

Bunu yaparken dernek yöneticilerimiz, bizim halkımızın diğerleri gibi miting alanlarında adayların ayaklarına kadar gidip alkışlar tutacak, nümayişler yapacak, ayalarını patlatacak, icabında başka partililerle kavgalara girip sefil olacak kadar “ayağa düşmediğini” düşünmüş olmalılar. Onları sağdaki ve soldakilerle ayağımıza kadar getirip bizlere kendilerini tanıtmalarını sağlamak istediler. Sağ olsunlar.

“Hizmeti ayağa getirme” diye işte ben buna derim. Böyle tanıtmak gerekirdi bunları, başka türlüsü bize göre değildi, yakışmazdı bize!

Öyle ya bu politikacıları halkımız hiç tanımıyordu. Her gece TV kanallarında, haberlerde, haber programlarında biri birini düzeysizce eleştiren, “eşek” imalarında bulunan, “maganda” suçlamaları yapan onlar değildi. Halkımız onları bu yönleriyle tanımıyordu da bir de biz tanıtalımdı. Yoksa tanıtım eksik kalırdı da maazallah biz Çerkeslerin başına bir felaket gelirdi.

Tabii ki Kadir Topbaş gibi oyu bol, tuzu kuru, kurt politikacılar bu davete tenezzül edip icabet etmediler. “Bizim sizin tanıtımınıza ihtiyacımız yok, zaten her gün metrobüsler, metrolar, tüneller açarak kendimizi yeterince tanıtıyoruz” demeye getirdiler.

Şaban Dişli, Dengir Mir Mehmet Fırat, Melih Gökçek, Kadir Topbaş gibi politikacıları, tabiri caizse “dosya manyağına” çeviren, yolsuzluk dosyalarını kılıç gibi kullanma yeteneği sayesinde bu “haramiler”in alayını saf dışı bırakan Kemal Kılıçdaroğlu ve DSP’nin adayı yılların tiyatrocusu, büyük usta Levent Kırca kendilerini yeterince tanıtamadıklarını düşünmüş olacaklar ki; bu davete olumlu yanıt verdiler.

Bağlarbaşı derneğinde kendilerini tanıtmaya geldiler, arz- endam ettiler! (Böylece Levent Kırca’nın kameralar olmadığı zaman argoda ne kadar sınır tanımaz olduğuna da şahit olduk.)

Geldiler gelmesine de biz bu adaylara ne yaptık?

Sağ gösterip sol vurduk. Onlara kendini tanıtma fırsatı dahi vermeden, evvel davranıp önce biz kendimizi tanıttık. Tabiri caizse onları katakulliye getirdik, tufaya düşürdük, faka bastırdık.

Ne yaptık?

Dayadık şiiri,

Dayadık ‘tleperuş’u,

Dayadık Yistanbılakvue’yi.

Kemal Kılıçdaroğlu nasıl rakiplerini ”dosya manyağına” çevirdiyse; biz de onu ”şiir manyağına”, ”tleperuş manyağına”, ”Yistanbılakvue manyağına” çevirdik.

Sonra da yamçımızı ve kalpağımızı giydirip mutlu olmasını sağladık.

O da bu konuyla ilgili sorulan soruya bir basın açıklamasında: ”Bağlarbaşı Kafkas Kültür Derneği’nde Çerkeslerin tleperuş diye adlandırdıkları bir yürüyüş tarzı gördüm ki; çok etkilendim, artık ben seçim gezilerimde İstanbul’un dağını, bayırını, çamurunu bu delikli ayakkabılarımla bu tarz gezeceğim. Büyük atak yapacağımdan eminim, artık Topbaş Efendi arkamdan nal toplasın. Hele bir müzik dinledim adı: Yistanbılakvue, seçim müziğimiz bundan sonra Yistanbılakvue olacak” diye cevaplamış ve “Yistanbılakvue ile İstanbul’u mutlaka alırız” diye de eklemiş.

Yalnız biz adama büyük bir ayıp ettik şöyle ki; koskoca Kılıçdaroğlu’na ufacık bir Çerkes kamasını layık gördük. Avucunda kayboldu garibin. Zaten ayakkabıları da delikti. Bu kadar kahır ona çok gelir demedik, bu kadarını taşıyamaz diye düşünmedik. (Şaka bir yana; ben yanarım da o kamaya yanarım. Haybeye gitti güzelim kama!)

İşin garibi o bu durumdan çok hoşnuttu, Çerkesleri çok sevdiğini üniversite yıllarında birçok Çerkes arkadaşı olduğunu, hatta o yıllarda Kafkas Dansı bile yaptığını söyledi.

Bu işler Ankara’da nasıldı bilmiyorum ama İstanbul’da; işte bu minvalde yürüdü.

Bütün bu tanıtımlar, olağanüstü çabalar, boşa gitmez, başarılı olur da bir gün iktidara gelebilir miyiz! Ne dersiniz?