OSMANLI İMPARATORLUĞU VE GAYRİMÜSLİMLER

Mehmet Cenapsu

Selçuklular Anadolu’ya gelen Kayı Türkleri’ni Bizans sınırına yerleştirmişlerdi. İşte böyle ortaya çıkan Osmanlı Beyliği bu avantajı iyi kullanarak kısa sürede büyük bir devlet haline geldi. Bizans topraklarındaki siyasi dini ve ekonomik baskılarından bunalan azınlıklar bir kurtuluş yolu arıyorlardı. Bu yıllarda Bilecik Yarhisar İnegöl ve Köprühisar bölgeleri Osmanlı yönetimindeydi. Buralardaki azınlıkların temel hak ve özgürlüklerine herhangi bir müdahalede bulunulmuyor; azınlıklar dinlerini ve geleneklerini özgürce yaşayabiliyorlardı. Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde yaşayanlara gösterdiği şefkatli tavır kısa zamanda etrafta duyuldu. İşte bu durum birçok şehrin hiçbir direnç göstermeden Osmanlı idaresine geçmelerine yol açtı.

Örneğin Bursa’nın fethi bu şekilde oldu. Civar yerleşim merkezlerindeki adil ve merhametli idareden etkilenen Rumlar Bursa’nın fethi sırasında Osmanlı akıncılarına karşı koymadılar. Orhan Gazi’nin “neden teslim oldunuz?” sorusuna Bursa Rumları’nın verdiği cevap bu gerçeğin dile getirilişiydi:
“Senin baban nice zamandır Bursa’nın köylerini zaptedip kendine bağladı onlar rahat ve emniyet içinde yaşarlarmış. Biz de onların rahatlığına heves ettik.”

Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden Dimitri Kantemir’in Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi adlı eserinde İznik’in Osmanlı yönetimine geçişiyle ilgili şu ifadelere yer verilir:
“İznik şehri ahalisi kendisine (Orhan Gazi’ye) elçiler gönderir ve hayatlarının bağışlanması ve İstanbul’a gitmeleri için izin verilmesi isteğinde bulunurlar. Orhan Bey de beklenilmeyen bir yüce gönüllülükte bulunarak salt sağ-salim gitmelerine izin vermekle kalmaz beraberlerinde götürebilecekleri kadar mal ve eşyalarını da almalarına müsaade eder. Orhan Bey’in bu merhametli davranışı karşısında duygulanan İznik halkı malikane ve evlerinde özgür kalmayışı ve gönüllü olarak Osmanlı Devleti’ne haraç vermeyi yeğlerler… Orhan Bey’in uyruğuna karşı olan bu yüce gönüllülüğü ve insanlığının ünü bütün komşu ülkelere yıldırım hızıyla yayılıverir. O kadar ki içlerinden birçoğu kuşatma korkusundan kaçan salt İznikliler değil Türk kuvvetlerinin henüz erişemediği öteki kent ahalisi de yığın halinde İznik’e gelmeye başlarlar. Bunun sonucu İznik’in nüfusu bir yıldan az bir zaman içinde İstanbul’la yarışacak kadar çoğalır.”

TÜRK -İSLAM ADALETİ RUMELİ TOPRAKLARINDA

Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde yaşayanlara gösterdiği şefkatli tavır kısa zamanda etrafta duyuldu. İşte bu durum birçok şehrin hiçbir direnç göstermeden Osmanlı idaresine geçmelerine yol açtı.

Türklerin Anadolu’da hakimiyeti ele almalarının öncesinde Anadolu’da yaşanan toplumsal bunalımın benzeri Rumeli’de de yaşanıyordu. Halk yönetime karşı toplumsal bir patlamanın eşiğine gelmişti. Ortodoks ve Katolikler arasında mezhep çatışmaları sürerken Bogomil mezhebine bağlı olan Boşnaklar iki mezhebin baskısı altında eziliyorlardı.

Osmanlıların Balkanlar’da ilerleyişinin kolay gerçekleşmesi ise şüphesiz tebaasına gösterdiği merhamet ve adalet ile yakından ilgilidir:
“13. yüzyılın sonlarında ve 14. yüzyılın başlarında Bizans şehirleri ekonomik ve siyasal bakımdan parçalanmıştı. Rakip hükümdarlar ve savaşçı asilzadelerin idaresinde sosyal ve dini kavgalarla yıpranmış olan Balkan Yarımadası istilaya elverişli idi. Türkler ülkeyi ele geçirince toprağı yoksul köylülere dağıttıkları için halk onları kurtarıcı gibi karşıladı. Büyük toprak sahiplerini ortadan kaldıran Türkler Balkanlar’da derebeyliğe son verip küçük çiftçilere geniş imkanlar tanıdılar. Toprağa kavuşan köylü Türk idaresini memnuniyetle kabul edip sadakatle bağlandı. Hem Katolik hem de Yunan Ortodoksların zulmüne uğramış olan Bogomil mezhebinden birçok kişi Türklere bir kurtarıcı gözü ile baktılar.”

BALKAN MİLLETİNİN GERÇEK KORUYUCULARI: TÜRKLER

Balkan milletleri bugün varlıklarını sürdürüyorlarsa; bunun tek nedeni Osmanlı Devleti’nin onları zorla Türkleştirme ve Müslümanlaştırma siyaseti izlememesidir. Romanya eski Adliye Nazırlarından Constantin Dissescu Romenlerin Türklere duydukları hisleri şöyle dile getirmiştir:
“Kim ne derse desin biz Romenler bugünkü mevcudiyetimizi Türklerin ulvi cenabına borçluyuz. İdareleri altına aldıkları milletlere karşı hakiki bir şefkat mürüvvet ve müsamahakarlık ile muamele onların dillerine milli ve dini müesseselerine müsaade etmemiş olsaydılar onların yerine biz herhangi bir komşu milletin tahakkümü altına girmiş bulunsaydık bu anda yeryüzünde bir tek Romen kalmazdı.”

Balkanlar’da Bizans ve derebeylerine tepki olarak Osmanlı yönetimi altına kendi i4stekleriyle giren Bulgar halkı Türklerin Balkanlar’a girişini sevinçle karşılayan milletler arasındaydı:
“Bulgaristan Türklerin idaresine geçtikten sonra Bulgarların sesleri bir daha çıkmadı. Çünkü halk Bulgar kralları idaresinde görmedikleri rahatı huzuru ve sükunu Türk idaresinde bulmuşlardı.”

Yunan milletinin başka toplumlar içinde kaybolup gitmemesinde Türklerin rolü tarihçi Nikos Bees tarafından şöyle ifade edilir:
“Türk hakimiyeti devrinde Mora’da Yunanlılığın bekasına hizmet eden amiller (etkenler) arasında Osmanlıların bahşetmiş olduğu siyasi haklar büyük rol oynamıştır.”

Yüzyıllar boyunca Arnavutlar Elenler ve Slavlarla sürekli bir mücadele içinde olmuşlardır. Arnavutların yok olmaktan kurtulmasının iki temel nedeni vardır: Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da adil bir düzen kurması ve Arnavutların Müslümanlığı kabul etmeleri.

Profesör Tayyip Gökbilgin’in şu yorumu aslında konuyu çok güzel özetlemektedir:

“Batı dünyasının hiçbir yerinde ayrı bir dine hatta bir mezhebe tahammül edemeyen ve yaşatmayan sistem Osmanlı Devleti’nde de mevcut olsaydı bugün ne Sırp ne Bulgar ne de Yunan vs. ismine rastlanmazdı. Tarihin muhtelif devirlerinde isimlerini bırakarak kendileri kaybolan veya başka milletler içinde eriyen kavimler gibi olurlardı.”

BOŞNAKLAR VE TÜRKLER

Balkanlar’da yaşayan Boşnaklar Bogomil mezhebine bağlıydılar. Bu mezhep Hıristiyanlığın dejenere olmuş unsurlarının çoğunu reddediyordu. Bu durum Katolik ve Ortodoksların büyük tepkisine neden oluyordu. Türklerin Balkanlar’a gelmeleri büyük zulüm gören Boşnaklar için bir umut ışığı oldu. Bogomil mezhebine mensup olan Boşnaklar Türklerin Balkanlar’a hakim olmasıyla birlikte Katolik ve Ortodokslarla eşit haklara sahip duruma geldiler.

Bosna-Hersek’in fethi ile birlikte Türklere yakınlık duyan Boşnaklar kitleler halinde İslam dinini kabul etmeye başladılar. 15. yüzyılın sonlarında Boşnakların tamamı Müslümanlığı kabul etmişti.

Boşnaklar Müslüman olduktan sonra Osmanlı yönetiminde önemli görevler aldılar. Osmanlı tarihindeki dokuz sadrazam çok sayıda komutan vali ve devlet adamı Boşnak asıllıydı.

Burada üzerinde durulması gereken tarihi bir gerçek daha vardır. O dönemde Katolikler tarafından ezilen Ortodoks Sırplar da Türklerin Balkan topraklarına adım atmasından rahatsızlık duymuyorlardı. Türklerin kendi inançlarını istedikleri gibi yaşamalarına izin vereceklerinden eminlerdi. Öyle de oldu. Türk adalet ve hoşgörüsü üç asır boyunca Sırp topraklarında hüküm sürdü. Sırplar Türk yönetiminden duydukları memnuniyeti onlarla birlikte savaşlara katılarak ve vergilerini ödeyerek gösterdiler.

TÜRKLERİN DİĞER MÜSLÜMAN MİLLETLERE YAPTIKLARI YARDIMLAR

İspanya’nın güneydoğusunda kurulan Endülüs Devleti uzun bir süre Müslümanların diğer halklarla birlikte huzur ve refah içinde yaşamalarına imkan sağlamış; İslam medeniyetinin Avrupa’da tanınmasına ve yayılmasına büyük katkıda bulunmuştu. Endülüs Müslümanları Hıristiyan saldırıları karşısında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Sultan II. Beyazıt’a elçi göndererek acil yardım talep ettiler. II. Beyazıt bu duruma kayıtsız kalmadı ve derhal Kemal Reis’i görevlendirdi. Kemal Reis komutasındaki askerler İspanya sahillerine çıkarma yaparak İspanya Kralına göz dağı verdiler. Ayrıca binlerce Müslüman Kuzey Afrika’daki güvenli topraklara taşındı ve İspanyolların zulmünden kurtarıldı.

16. yüzyılın başında Portekizlilerin Hint Denizi’nde boy göstermeleri nedeniyle buradaki bazı Müslüman devletler zor durumda kalmışlardı. Bunlardan birisi Gucurat Devleti’ydi. 1530 yılında Portekiz saldırıları üzerine Gucurat hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’dan yardım istedi. Bunun üzerine Hint Seferi’ne çıkılarak Portekizlilere karşı Gucurat Müslümanlarına askeri yardımda bulunuldu. Yine aynı bölgede yaşayan Ace Müslümanları da Portekiz tehdidine karşı İstanbul’dan yardım istediler Osmanlı Padişahını tanıdıklarını bildirdiler. Kanuni Ace Müslümanlarının bu isteğine de olumlu cevap vererek Lütfi Bey ve bir topçu birliğini bölgeye yardıma gönderdi. Bu tarihten itibaren Osmanlı sınırları resmi olarak olmasa da fiili olarak Güneydoğu Asya’ya kadar uzanmış oldu.

Doğu Afrika sahillerinde yaşayan zenci Müslümanlar 1584 yılında yine kurtarıcı olarak gördükleri Türklerden yardım istemişlerdi. Bu çağrıya gösterilen icabet Türklerin hamiyetperverliklerinin sayısız örneğinden birisi oldu. Ali Bey emrindeki Osmanlı birlikleri ile Aden’e hareket etti. Tüm Kenya sahillerini Müslüman azınlıklara karşı tehlike oluşturan unsurlardan temizledi:
“Osmanlı Türkleri bu ülkelerin imdadına tam zamanında koşmamış olsalardı buralar şüphesiz sömürgeci kahyalar tarafından istila edilmekle kalmayacak bu istila İslam dini için de en büyük bir darbe olacaktı. Bundan böyle İslamiyet’in Orta ve Batı Afrika’da yayılması şöyle dursun Kuzey Afrika’da bile (Endülüs Müslümanları misali) İslam varlığı büyük bir tehlikeye düşecekti. Belki de silinip gidecekti… Bugün sayıları milyonlarla ifade edilen Müslüman Afrikalıların nerede olursa olsun Osmanlı Türkleri’ne karşı büyük bir minnet borcu vardır.”

Dünyanın dört bir yanında mazlum halkların yardımına koşan Osmanlı İmparatorluğu Rus tehdidine karşı Kırım Tatarları’nın tek sığınağı olmuştu. Sıcak denizlere inmeye çalışan Rusların saldırıları nedeniyle yok olma tehlikesine maruz kalan Kırım Tatarları Osmanlı himayesine sığındılar. Bunun ardından Karadeniz adeta bir “Türk Gölü” haline geldi; üç yüzyıl boyunca da bu niteliğini korudu.

Kafkasya eski tarihlerde de birçok ırk ve dinden insanın yaşadığı bir bölgeydi. Kafkasya’daki Çerkeslerin yardımına koşan yine Osmanlı oldu. 19. yüzyılın ortalarında Rus zulmüne ve saldırılarına dayanamayarak bölgeyi terk etmek zorunda kalan Çerkes Müslümanlarına kapılarını sadece Osmanlı İmparatorluğu açtı. Bu yıllarda 1.5 milyon Çerkes Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerinde yerleştirildi.

OSMANLI TOPRAKLARINDAKİ YAHUDİLERİN DURUMLARI

Yahudiler ile Türkler arasındaki ilk ilişkiler Büyük Selçuklu Devleti döneminde kuruldu. O çağlarda Yahudiler Bizans’ın ekonomik ve dinsel baskılarından kaçarak kitleler halinde Türk topraklarına göç ettiler. Bundan sonra Türk topraklarındaki Yahudiler hemen her dönem dünyanın diğer yerlerindeki Yahudilere kıyasla daha iyi koşullarda yaşadılar.

Osmanlı Devleti kurulduğunda Bursa’da kalabalık bir Yahudi toplumu vardı. Bursa’nın fethinden sonra Yahudiler kendi dini liderleri tarafından yönetilme hakkına kavuştular.

Türklerin Balkanlar’a yerleşmeleri Yahudi azınlık tarafından memnuniyetle karşılandı. Türk adalet ve hoşgörüsünün namını duyan Balkan Yahudileri fetihlerin ardından Osmanlı topraklarına göç etmeye başladılar. Aynı dönemde Başhaham İshak Safetti Avrupa’daki Yahudilere Osmanlı topraklarına göç etmeleri yönünde çağrıda bile bulundu. Söz konusu davette Başhaham şu ifadelere yer veriyordu:

“Beni dinleyiniz: Museviler dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’de olduğu kadar rahat edemez… Bu memleket içinde kendi yaşamlarımızı daha rahat düşünür istediklerimizi yapabiliriz. Hayalinizden ne geçiyorsa bütün bunları Türklerin yanında yapabilirsiniz. Size kimse dokunmaz… Şimdi tembellik etmeyiniz rahat yere geliniz… Bundan başka bu memleketin faydaları ve halkının iyiliği Almanya’da bulunmaz.”

Osmanlı İmparatorluğu’nun adil yönetimi sayesinde üç dine ve muhtelif mezheplere mensup dilleri kültürleri ırkları birbirlerinden tamamen farklı milyonlarca insan asırlar boyunca hiçbir zulme maruz kalmadan huzur içinde yaşamışlardır.

Avrupa’dan Türk beldelerine en büyük Yahudi göçü 1492 yılında gerçekleşti. Endülüs Devleti yıkılınca korumasız kalan yüz binlerce Yahudi Osmanlı Padişahı Sultan II. Beyazıt’ın verdiği izinle Osmanlı yönetimindeki şehirlere yerleştiler. 1492 yılı Yahudi tarihi açısından bir dönüm noktası oldu.

Yahudilerin Türklere karşı duyduğu minnettarlık Yahudi yazar Avram Galanti tarafından özlü bir biçimde şöyle ifade edilir:
“Dünyanın hiçbir memleketinin Yahudileri Türkiye Yahudileri kadar himayıse görmemiştir. Yahudiler bunu biliyor ve Yahudi tarihi de bunu altın harflerle yazıyor.”

Yahudilerin kültürlerini ve dinlerini muhafaza etmesine izin verildiği Osmanlı topraklarında böylece Yahudi nüfusu hızla çoğaldı. 16. yüzyılın sonunda sadece İstanbul’da yaklaşık 150 bin Yahudi özgür bir şekilde yaşamaktaydı.