Çetaw Nuran Kızılırmak
Kafdağı Dergisi, Şubat 1988, s. 2
“Bilinçle donanarak toplumun sağlıklı dokusunu yeniden örecek kuşağa,attığımız her ileri adımda payı olan, kişiliğimizde gitzel ve olumlu ne varsa kendilerine borçlu olduğumuz, annelerimizin emeğine ve tanımlanamaz özverisine saygıyla…“
İnsan özgür doğar; en özgür olduğu tarihsel dönem kimsenin bir başkası üzerinde doğal bir yetkesinin olmadığı, egemenliğin doğa yasalarında olduğu dönemdir. Kendi bilincine vardığı gün özgürlüğüne de bilinçle sarılmış, bir yandan doğayı insanlaştırırken bir yandan da doğanın gücünü karakter edinerek onunla bütünleşmiş ve direnen, boyun eğmeyen bir yapıya ulaşmıştır.
Doğaya egemen olan insan kendi yasalarını koyarak toplum düzenine geçiş yolunu açmış, oysa uygarlığa doğru açtığı bu yol yer yer kendisini zincire vuran süreci de başlatmıştır. Bu süreç ilkel topluluk yaşamında tam bir eşitlik içinde toplumda aktif bir yaratıcılıkla yerini alan, omuz omuza çalışan-üreten kadın ve erkeğin yollarını açmıştır. Önceleri paylaşılırken bu yeni dönemde azınlığın mülkiyetine geçerek, mülksüz bir sınıfı yaşamak için işgücünü satmaya zorlayan üretim araçlarının gelişimiyle, kadının anatomik yapısı çalışma-üretme alanı konusunda belirleyici olmuş ve onu üretim sürecinden uzaklaştırmıştır. Kadının tarihsel yenilgisi ile sonuçlanan bu zincirleme anaerkil ailenin yerine ataerkil aileyi getirmiştir. Bu olay bir dönüm noktasıdır.
Kadın ve erkek özgürlüklerini ilk kez birlikte yitirmişlerdir, özel mülkiyetin doğuşu ile. İkinci yarayı ise kadın kendi anatomisinden almış, sınıfsal ezilmişliğinin üzerine bir de ataerkil birikimi koymuştur. Anaerkilliği ataerkilliğe dönüştüren gücün kaynağı ise sınıfsaldır, kadının ezilmişliği tümüyle sınıfsaldır.
Toplumun özgür ve eşit haklı bir üyesi iken bu niteliğini yitirmesinin nedeni, cinsler arasındaki ayrım olmamıştır. Örneğin, köleci toplumda köle kadın ile köle erkek ayrımı yoktu, her ikisinin de emeği sömürülmüş, her ikisi de özgürlüğünü yitirmiştir. Bu anlamda eşit oldukları bile söylenebilir. İşgücünün metalaştığı kapitalist toplumda emeğini ucuza sattığı için yine erkekle birlikte kapitalin sömürdüğü insandır ve yine sömürü bazında eşittirler.
Dünya kadınlarının özgürleşme yolunda devinim içinde olmaları kıvanç verici kuşkusuz. İnsan olmak adına onurlu bir yol. Ancak insanlığın tarihsel gelişimi doğru yorumlanmalı, baş çelişki doğru saptanmalıdır. Kadın ve erkek toplumun birbirinden yalıtlanamayan-soyutlanamayan üyeleridir, birini özgürlüğe götürecek savaşımda diğeri hedef alınmamalı. Bu tür oluşumlarda nitel bir sapma her zaman olasıdır.
Neredeyse nüfusun yarısı gibi büyük bir potansiyeli asıl sorundan uzaklaştırarak yanlış hedefe kanalize etmek toplumsal bir sorumsuzluktur ayrıca. Özel bir analiz aramak gerekmez, kadın kurtuluş hareketlerinin üretim süreçlerinin kökten değişimini gerektiren bir dizi talebi olmalıdır.
Sonuçta, kadının ve erkeğin özgürlüğünün limitini belirleyen sınıfsal kökenidir. Çünkü insan ait olduğu sınıf kadar özgürdür. Kadının özgürleşmesi toplumun, sınıfının ve kadınlığının bilincine varmasıyla; üretime katılarak emeğinin karşılığını bağımsızca değerlendirmesiyle; diyalektik düşünceyi aklına ve yüreğine sindirmesiyle eşanlamlıdır. Eşitlik ve özgürlük gibi insanın başat sorunlarının çözümlenmesinin önkoşuludur bu. ‘ Kadının özgürleşmesi, insanın özgürleşmesi olayının bir boyutudur. .’Özgürlüğünden vazgeçen insan, insan olma niteliğinden vazgeçiyor demektir. Ulusların karakteri her bir üyesinin eşit haklı ve özgür yaradılışlı oluşu ile belirlenir. Tarihi yazan ve geleceği kuracak olan da bu karakterdir.
78 yıl öncesinin 8 Mart’ında bir grup bilinçli ve yürekli işçi kadın, savaşarak hak ettikleri bu günü dünya kadınlarına armağan ettiler. Onlar, grevde çıkan yangında öldüler ama “hiç yaşamamış gibi” değil.
Anılarına saygıyla.