Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam
Kafalarında “Türkiyeli Çerkes Çemberi” olanların cephesinde acaba değişen bir şey var mı? Yoksa bu 21 mayıs ta “Sürgünümsülerin yasımısı toplantısı” mı olacak? MNH – 10 Mayıs 2024
27.05.2007
Sayın Hatko Schamis’in CC sitesindeki köşesinde ”Örgüt ve Örgütlenme” üzerine olacak yazıların ilkini artık okudunuz. Bu konuda yazacakları bir somutlaşsın -ki daha kuramsaldayız- halkımızın özeline bir gelinsin, elbette bizlerin de bu konuda söyleyeceklerimiz olacaktır. Ancak yazının, muhtemelen izleyecek diğer yazıların da en önemli cümlesi olduğunu düşündüğüm en son cümlesine, bütün kalbimle katıldığımın altını çizeyim.
“Bu arada tüm halkımıza 21 Mayıs Soykırım ve Sürgünü Anma Günü’nün, Anavatana Dönüş Günü’ne dönüşmesi dileğimi iletiyorum.”
Okuyanlar bu cümle ile yazıda anlatılanlar arasında bağlantı kurdu mu bilmiyorum ya da Sayın Şchamis; “tüm anlatacaklarımın ruhu bu cümledir” mi demek istedi, belki yazacak biz de anlayacağız.
Bense, 21 Mayıs Soykırım ve Sürgünü Anma Günü’nün, Anavatana Dönüş Günü’ne dönüşmesi düşüncesinin, amansız bir tutsağıyım. Yıllardır hemen her platformda da savunurum… Kimileyin çok yakın arkadaşlarımı da kızdıracak biçimde dile getiririm bu görüşümü… Sürgün’ün 140. yılında sanal ortamda yayınladığım “Sürgünümsülerin Yasımsı Toplantıları” da bunun bir örneği…
Sürgün’ün 141. yılında DÇB yönetim kurulu toplantımızı Kaf-Fed ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirmiş, sürgün anma etkinliklerine de katılmıştık. İstanbul’da konuştuğumuz kimi “sürgünümsüler” yazıyı okuduklarını ve bana hak verdiklerini söylediklerinde, sessizliklerine daha bir şaşmıştım. Zira sanalda yazı hiç yankı bulmamıştı. Etkinliklerin içeriği ise, benim düşlediğim içerikten yine çok uzaktı…
Maykop’a döndükten sonra, yazıyı yayınlamak istedikleri iletisini aldığım sonrası Nart Dergisi yönetimine şöyle yanıt vermiştim:
“Merhabalar,
Sanırım “eskiler”, “yeniler”de kalmıştık. Nazlanmak hele önemsediğim konularda nazlanmak, hiç düşünemeyeceğim şey. Öyle bir konuma düşmüş olmaktan korkuyorum. Son yazdıklarım konusunda özellikle kitapçık (Biz Çerkesler) konusunda da pek bir şey yazmadınız. “Sorumlusu ben değilim, sorumlu olan yanıtlasın” havası ile sanırım. Ancak sizin de görüşünüz eleştirileriniz yok mu?
(…)
Dönüşün önünü tıkayanların Kaf-Fed dışındaki, yani Kaf-Fed karşısında kurulmuş kurdurulmuş dernek ve vakıflar olduğu yine bizimkilerce yaygınlaştırılan çok büyük bir yanlış. Dönüşün önünü tıkayan Kaf-Fed’in değişen paradigmasıdır. Sahada mücadele etmesi gerektiği takıma değil de tribünlere oynama paradigmasıdır. Bunu yeni söylemiyorum. Tek çatı altında tüm dernekleri toplamak hevesi ile yola çıkıldığında da söyledim yazdım. Dinleyen olmadı.
Şimdi düşülen gülünç duruma bakın: Abazalarla Karaçayları aynı etnik halktan sayacağız. Çerkes sayacağız. (Biz Çerkesler) Ama bütün dünya da Abazalar ile Karaçaylar arasındaki sorunu etnik sorun olarak konuşacak. Yani tüm dünyanın önünde gülünç duruma düşülecek. Birliktelik bilime, tarihe, günümüze ters şeyler söyleyerek sağlanamaz. Her birimin kendisinin olduğu, kendi olabileceği birliktelikler ancak gerçekçi olur.
Şu halklar Çerkes değil demek bir aklı evvelin yazdığı gibi onları küçümsemek değildir. Aksine bu dayatmayı, sözünü ettiğimiz halklar küçümseme olarak alacaklardır diye düşünüyorum.
(…)
Düşündüğünüz bölüm için çok uzun olmaz derseniz yazıyı aşağıdaki gibi kurguladım.
“sürgünümsü”lerin
“yasımsı” etkinlikleri!
Ankara’daki Kuzey Kafkas Kültür Derneği 23 Aralık 1987’de Aslan Arı başkanlığında yaptığı toplantıda, 1989’da “Sürgün’nün 125. yılı kültür haftası” gerçekleştirme kararı almış ilk çağrı için de beni görevlendirmişti. Çağrımız da şuydu:
“Sayın ……
Bilindiği gibi 1989 Çerkeslerin anavatanlarından koparılış sürecinin hızlandığı, büyüdüğü 1864’ün 125. yılı. 123 yıl önce dedelerimiz, Karadeniz’in iki yakasına dökülmüştü. Köhne gemilerdeydi. Osmanlı topraklarına yerleştiriliyorlardı yokluk, yoksunluk içerisinde.
Yokluğa, yoksunluğa, amansız yol koşullarına, hastalığa kıtlığa dayanabilenlerin, kimi yerlerde sıtmadan artakalanların, tüm güçlüklere karşın ayakta kalabilenlerin biz torunları, anavatandan kopuşun 125. yılını anmak, kapsamlı bir değerlendirme yapmak istedik: Ata toprağımızdan nasıl koparıldık, kopuşta etken olan nedenler nelerdi. Nerelere nasıl yerleştirildik, koşullar nelerdi. Nelerle karşılaştık, neler kaybedip, neler üretebildik. Ülkelerimiz tarihine, politik, kültürel, sanatsal yaşamına ne gibi katkılarda bulunabildik.
Tüm bu konulara, önereceğiniz başka konulara ilişkin çeşitli etkinlikler düşünüyoruz: konferanslar, paneller, açık oturumlar, sergiler, etkinlikler öncesinde ve sonrasında yayınlar…
Hemen görülebileceği gibi bunları gerçekleştirebilmek, bu kapsamı ile amaca ulaşabilmek çok güç ama olanaksız değil. Ancak büyük ölçüde sizlerin özverisine bağlı.Kültürel varlığımızı korumak, geliştirmek gereğine inanan, bu bilinçte olduğuna inandığımız sizlerin özverisine yardımlarına… İlk aşamada önerilerinizi alacağız. Önerileriniz doğrultusunda ve olanaklarımız ölçüsünde programı oluşturacak ve işbölümü yapacağız. Katkılarınız, yardımlarınızla da etkinlikleri gerçekleştirmeye çalışacağız. Şimdi sizlerden dileklerimiz:
1-1989 güz aylarında düşünülen anma-değerlendirme program taslağı için önerileriniz.
2-Önerilerinizden hangisinin gerçekleşmesine ne ölçüde katkıda bulunabileceğiniz.
3-Çeviri yapabilecek düzeyde bildiğiniz dil-diller.
4-Elinizde bulunan yayınların adları.
5-Kişisel yetenekleriniz, el becerileriniz.
6-Bu konuda katkıda bulunabileceğini umduğunuz, kendilerinde kaynak bulunduğunu bildiğiniz kişilerin ad ve adresleri.
Çok gecikmeden gelecek cevaplarınız için şimdiden teşekkür eder, saygılar sunarız.
125. yıl Anma-Değerlendirme Kurulu adına
Necdet Hatam”
Sürgünden sonra Anavatan ve Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı tüm diaspora ülkelerinden delegelerin katılımının sağlandığı, dönemin Türkiye koşullarında küçümsenemeyecek riskleri üstlenmeyi gerektiren etkinlikler, dernek başkanı Aslan Arı, erken kayıplarımız Süleyman Yançatoral, Sönmez Baykan ile Fahri Huvaj, Özdemir Özbay ve daha sayısız arkadaşın büyük katkıları ile çok büyük bir başarıyla gerçekleştirilmiş, tüm dünyada Çerkes Ulusal mücadelesini yükseltmişti.
Özetle, etkinliklerde geçmiş de tüm yönleri ile konuşulmuş ancak daha çok “gelecek” üzerinde durulmuştu. Olaya çok yakın kimilerince DÇB’nin ilk genel kurulu olarak değerlendirilen etkinliklerin sonuç bildirisinde, sorunun tek çözümünün “Anavatan’a Dönüş” olduğu vurgulanmıştı.
2005 törenlerinde ise sadece “hamaset” vardı. Sadece, kavga kokan seslerle barıştan söz edilmişti…. Geçen yıldan tek farkı “sürgünümsülerin” yas toplantılarından anma törenlerine geçmiş olmasıydı. 141. yıl etkiliklerini de geleceğimize olumlu katkıda bulunma açısından pek iç açıcı bulamadığım için, 140. yıl etkinlikleri hazırlıklarını okuduğum sanal ortamda yayınladığım, ancak ilginçtir ki hiç kimseden yanıt almayan iletiyi, yeniden ve bu kez Nart’ta yayımlamanız dileği ile anımsatıyorum:
“sürgünümsü”lerin
“yasımsı” etkinlikleri!
“Değerli Arkadaşlar,
Sürgünün yüz kırkıncı yılında sizleri, yüz kırk yıl öncesini değil günümüzü değerlendirmeye çağırıyorum.
Günümüzde, diasporada yaşamayı anavatana dönmeye yeğ tutanlar için, gelin, “sürgün” deyimini kullanmaktan vazgeçelim. Sizler gerçek sürgün değil “sürgünümsü” olduğunuz için yasınız da yasımsı olmaktan kurtulamıyor.
Sürüldüğü ülkeye dönebilme olanakları bulunduğu halde anavatana dönmeyip azından sağlıklı dönüş programı yapmayıp illaki anavatandan uzakta kalmak isteyenlere sürgün diyebilecek objektif yaklaşım olabilir mi bilmiyorum.
Değerli Arkadaşlar gelin bu 21 Mayısta Sürgünün karşıtı Anavatan Dönüş konusunda bir durum değerlendirmesi yapalım.
Dönüş konusunda neler yaptığımızı, neler yapıyor olduğumuzu, neleri kaçırdığımızı hangi olanakları teptiğimizi tartışalım.
Büyük depremlerin yıldönümlerinde, sağ kalanları hayatını kolaylaştırma çalışmalarından söz etmeyip: sağ kalanlar için olanakların gereği gibi kullanılıp kullanılmadığını irdelemeyip sadece depremde kaybedilenlere ağıt yakmak, nasıl ki ağıt yakanları gülünç duruma düşürmekten öteye gitmez, tarih önünde sorumluluktan kurtarmaz ise…
Anavatana Dönüş konusunda etkin çaba göstermeyen sürgünümsülerin yasımsı etkinlikleri de ilerde gülünç gösteriler olarak anılmaktan kurtulamayacaklardır inancındayım.”
Görülebileceği gibi bu bakış açısını -birilerinin sanabileceği gibi- Anavatana Dönüş yaptıktan sonra kazanmamıştım. Hem etkinliklerin içeriğinin nasıl olması gerektiği konusunda da yalnız değildim. Kanıt mı? 125. yıl Kültür Haftası etkinlikleri ve sonuç bildirisi.
Örneğin etkinliklerin nasıl gerçekleştiğinin anlatıldığı yazıda etkinliklere verilen anlam:
“125 yıl önce başlayan sürgünle birlikte yok olmanın girdabına sokulan Kuzey Kafkasyalıların bu “yok oluşa dur” ilk adımı şeklinde gerçekleşen Kültür Haftası…”
21-27 Ekim 1989 tarihleri arasında gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesinde Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Başkanı Sayın Aslan Arı’nın konuşmasından…
“Tüm muhacerette yaşayanlar aynı sorunlarla iç içe yaşadıklarına göre, bugün olmasa bile yarın, hepimizi acımasız asimilasyon bataklığı yutacak demektir. Her ne sebeple olursa olsun, vatanlarından koparılmış olarak yaşamak durumunda kalan bizler, kültürümüzü korumakta güçlük çekmekteyiz. O halde üstesinden gelemediğimiz sorunlarımız var demektir. Bunlara çözüm aramak ve bulmak gerektiği kanısındayız.
125 yıldır ata toprağımıza duyduğumuz özlem, Savsırıque’nın ateşi gibi hiçbir zaman sönmemiştir ve sönmeyecektir.
Yok oluşa nihai bir çözüm olarak, dünyaya dağılmış, birbirinden kopuk insanlarımızın, bir coğrafi bütünlük içerisinde, atalarının toprağında aynı dili ve kültürü paylaşmak üzere bir araya getirilip toplanmasından başka bir çare bulunmadığı kanısındayız.”
“Böylece, parçalanmış ailelerin birleşmeleri için dönenler, geride bıraktıkları akrabalarının ve kalan insanlarının dostluklarını, doğdukları ülke ile anayurtlarında arasına taşıyarak, dostluk ve iyi niyet köprüsü oluşturabilirler.
Bunun da barışa büyük katkısının olacağına inanıyor, bu inançla kültür haftamız ve etkinliklerimizin yararlı olmasını diliyoruz.”
125. Yıl Kültür Haftası Sonuç Bildirisi’nden:
“Anavatanla sürgündeki Çerkeslerin yaşadıkları ülkeler arsında ilişkilerin güçlü olması dileğimizdir. O ülkelerde yaşayan insanlarımızın anavatana dönüp, onları görmeleri, okullarda okuyabilmeleri, kendi akrabaları ile buluşup birbirlerini ziyaret etmeleri ve bütünleşmeleri gereklidir.”
Tarihimiz, dilimiz, kültürümüz, sorunlarımız üzerine değerli aydınlarımızın konuşmaları, akşamları konuklara sohbetler, kültür etkinlikleri, hafta boyu izlenebilen kültürümüzü yansıtan sergi… ve salonlardan taşan coşku… coşku… Kapanışta Murat Çepay eşliliğinde tüm salondakilerin tek yürek olup, ayakta “Sinane – Annem” şarkısını seslendirişi…(Kafdağı sayı 33-36 )
…
Yıl 1993. Artık anavatandayım. Wınerıkhue Raya’nın yüreklendirmesi ile ilk Adıghabze makalemi yazıyorum. Cerpecej – Yankı adlı gazetenin Mayıs 1993 sayısında yayınlanıyor. Bu yazımda da tutsağı olduğum düşünceyi Sürgün gününün bir değerlendirme günü olmasını, dönüş günü olması gerektiği düşüncesini vurguluyorum:
“Ancak 21 Mayıs, sadece acıyı, ağıtı anımsatmakla kalmamalı, bizlere halkımızın geleceğini de düşündürmelidir. İnanıyorum ki sadece ağıt sesi, vatanı uğruna, ulusu uğruna can verenlerin ruhlarını rahatlatmayacaktır. Halkımızın diaspora kesimi anavatana getirildiğinde. halkımız çoğalıp büyüdüğünde, barış içinde olduğunda, çağımıza ters düşen göreneklerini bıraktığında, daha güzelleri ile değiştirdiğinde, birini düşürdüğünü diğeri topladığında, kol kola omuz omuza olunduğunda, eğitimde teknolojik gelişmede, sosyal yaşamda diğer ülkelerden geri kalınmadığında, komşularımız farklı halklardan komşularımızla iyi ilişkiler kurulduğunda, iyiyi, yararlıyı, güzeli paylaştığımızda ancak, rahat uyuyacaklardır bunlar için canını armağan edenlerin ruhları.
(…)
Halkımızın, bu güzellikleri görebilecek şanslı kuşağının 21 Mayısta kuracağı büyük düğüne bugün kendileri için yas tuttuklarımızın ruhlar da amaçlarına ulaşamadan canlarını verenlerin ruhları da bu düğünde, mutlulukla birlikte yer alacaklardır.
Allah bizlere, böylesi düğünü nasip etsin…
Peki, yıllardır böyle düşünen biri, 21 Mayısların değerlendirme günü, değerlendirme haftası ilk günü, Dönüş günü, olamayışına üzülmez mi? Etkinliklerde hala ağıtın ön planda oluşuna, barıştan, kavga kokan seslerle söz edilişine, Sürgünün karşıtı “anavatana dönüş”tün hiç gündeme alınmayışına kızmaz mı?
Peki, Anavatanına dönebilecekken dönme çabası içinde olmayanlara, gelebilecekken gelmeyenlere, tüm dünya ülkelerini dolaşıp anavatanına ayak basmayanlara, anavatanın gelişimine karınca kararınca katkıda bulunmayıp “sürgün” edebiyatı yapanlara, “sürgünümsü”, etkinliklerine de “yasımsı” yakıştırmaları haksızlık mı?
Siz ne dersiniz?