YALÇIN KARADAŞ: “GERÇEKLER, SAPTIRILARAK, YOK SAYILARAK YOK OLMAZ!”

Ali İhsan Aksamaz 

(Ön açıklama:  DW Türkçe’nin “Çerkesler” başlıklı haberini, içeriğini, kurgusunu; Çerkeslerin kimler olduğunu; Çarlık Rusyası zamanında Kafkasya’da uygulanan askerî operasyonları, Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonunun Çerkes politikasını; 2. Meşrutiyet ilânından sonra  Osmanlı Türkiyesindeki Çerkes Aydınlarının faaliyetlerini; Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti/ Kuzey Kafkasya Dağlı Cumhuriyetini; Ethem Beyi; Şark-i Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyetini; 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş yıllarında Çerkes aydınlarının faaliyetlerini;  Sovyetler Birliğinin dağılış döneminde Kafkasya’da yaşanan trajik olayları; Musa Şenibe ve Kafkas Halkları Federasyonunu; günümüzde Çerkesçenin Türkiye ve diğer ülkeler ile Rusya Federasyonundaki durumunu; bağımsız duruşunu özenle koruyan  ülkemiz Çerkes aydınlarından Yalçın Karadaş  ile konuştuk. Yalçın Karadaş, gelecekte nasıl bir Türkiye, nasıl bir Kafkasya, nasıl bir dünya tahayyül ettiğini de dile getirdi. Ali İhsan Aksamaz)

+

Ali İhsan Aksamaz:  28 Kasım 2021 tarihinde DW Türkçe, “Çerkesler” başlığıyla bir haber yayınladı. Bu haberin alt başlığı şöyleydi: “Dünyada en fazla Çerkes nüfusu Türkiye’de, en büyük asimilasyon da Türkiye’de. DW Türkçe, bir süre sonra bu alt başlığı değiştirdi:  “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikâyesi/ Dünyada en fazla Çerkes Türkiye’de yaşıyor”. Bu haberde ilk dikkati çeken alt başlığın sonradan değiştirilmiş olması. DW Türkçe’nin haberinde Araştırmacı yazar Fahri Huvaj, General İsmail Hakkı Berkok’un kızı Yazar Janset Berkok Şami ile Kafkas Dernekleri Federayonu Yönetim Kurulu Üyesi Filiz Kaplan’dan görüş alınıyor. Haber sırasında Rusya Federasyonu’ndaki bir “Sürgün Anması”ndan görüntüler ile Sefer E. Berzeg’in kısa bir görüntüsü de ekrana geliyor.  Fahri Huvaj, Janset Berkok Şami ve Filiz Kaplan konuya ilişkin bilgi veriyorlar. Kendilerine sorunan soruları duyamıyoruz ancak sorulara cevap verdiklerini anlıyoruz. Haberin gidişatından söylediklerinin tamamının yayınlanmadığı gibi de bir izlenim uyanıyor. DW Türkçe, Türkiye’deki Çerkes asimilasyonuna dikkat çekiyor gibi bir izlenim uyandırmaya çalışıyorsa da “Gönen- Manyas Sürgünü”ne ilişkin soru sorulmuyor ya da konuşmacılar bu konuda birşey söylemişseler de yeterince aktarılmıyor. Türkiye’de geçmişte her alanda yaşanan asimilasyon konusunda birşey sormuyorum. Çünkü o yıllarda yaşananları herkes biliyor. Fahri Huvaj, Janset Berkok Şami ve Filiz Kaplan’ın söyledikleri muhakkak eleştirel katkıya muhtaç. Ancak Janset Berkok Şami’nin , Atatürk’ün İsmail Hakkı Berkok’u Kafkasya’ya gönderdiği, Kafkasya’nın Türkiye’ye geçmesi için uğraştıklarını söylemesi hem kronolojik bakımdan hem de Ankara Hükümeti- Sovyet İlişkileri bakımında  tarihsel gerçeklerle örtüşmüyor.  Üzerinde kısaca durmaya çalıştığım bu hususları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Fahri Huvaj, Janset Berkok Şami ve Filiz Kaplan DW Türkçe’ye Çerkesleri anlattı

Yalçın Karadaş:  Öncelikle sondan başlarsak, Atatürk’ün İsmail Hakkı Berkok’u Kafkasyaya gönderdiği doğru değil. Berkok ve 1918 yılında Kafkasya’ya giden diğer Çerkes asıllı askerler Kafkas İslam Ordusu ile o topraklara gittiler ki o zamanlar  M. Kemal’in ne öyle bir pozisyonu vardı ne de öyle bir niyeti. Bu bilgi yanlışı değilse, tamamen TC devletine ve M. Kemal’e hoş görünme niyeti gibi. İ. Berkok ve diğer Çerkes aydınlar 11 Mayıs 1918’de kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne destek vermek için Kafkasya’da bulunmuştur. Konunun M. Kemal ile ilgisi yoktur. Tam tersine M. Kemal yeni devleti kurarken, tekçi ve Türkçü yapılanmaya engel olma ihtimali büyük olduğundan, 16 Mart 1920’de Moskova Dostluk ve İşbirliği Antlaşması ile Çerkesler’in tasfiye edilmesi için yeni Sovyet devletinden destek almıştır. Yeni Sovyet devleti de bir taşla birkaç kuş vurduğu bu antlaşmayı büyük bir memnuniyetle imzalamıştır. Böylece her iki devlet için sorun olabilecek, o zamanlar oldukça örgütlü Çerkes yapısını çökertmişlerdir. Bu sözleşmenin akabinde, Aralık 1922- Mayıs 1923 arasında , Manyas ve Gönen’deki 14 Çerkes köyü sürgün edilmiştir. 23 Nisan 1923’de TBMM’de kabul edilen bir yasa ile kişiler saptanarak, 28 Mayıs 1927’deki 1064 sayılı yasa ile 150’likler listesinin ezici çoğunluğu (86 kişi) Çerkesler’den oluşturulmuştur. Özetle DW yayınında kısaca sözü edilen asimilasyon ve Türkleştirme Çerkesler ile başlatılıp, sonra sırasıyla, Laz, Gürcü, Alevi, Kürt ve diğer halklara, sistematik devlet politikası olarak uygulanmış ve devam etmektedir.

Ali İhsan Aksamaz: Şimdi size soracağım soruyu bir önceki söyleşimde Murat Özden’e de sordum. Gel gör ki tatmin edici bir cevap veremedi. Tepkiler geldi. O sebeple aynı soruyu size de sorma ihtiyacı duyuyorum: “Çerkes” denildiğinde kimleri anlamamız gerekiyor. “Çerkesçe” denildiğinde hangi dil(ler)i anlamak lâzım? “Genç Yazılı Diller” ifadesi Sovyetler Birliği’nde ortaya çıktı. Sayıca az halklar Sovyetler Birliği’nde önemli kazanımlar elde ettiler. Çarlık Rusyası döneminde Kuzey Kafkasya dillerine yönelik yapılmış çalışmalardan da bahseder misiniz? Günümüz Rusya Federasyonu’nda Kuzey Kafkasya dillerine yönelik radyo-tv, gazete, anadili dersleri hakkında da bilgi verir misiniz?

Yalçın Karadaş: “Çerkes Kimdir; Çerkesya Neresidir” sorusuna yanıt vermeye çalışan herkes şiddetli tepkiler alır; bu doğaldır. Çünkü antik zamanlardan bu yana tarihi gelişmeleri anlamaya yönelik olarak yayınlanan eski haritalarda ve yayınlarda Çerkes ve Çerkesya hep tartışmalı bir konudur. Çerkes; 1) Diasporada, 2) Kafkasya’da 1864 öncesi, 1917 devrimi ve sonrası ile 1991 sonrası ayrı ayrı anlamlar kazanmıştır. Tarihsel dönemlere göre farklı tanımlar gerekir. Kavramın ve coğrafyanın kapsamı zaman ve konuma göre farklılıklar göstermiştir. Ruslar’ın Kafkasya işgali hız kazanana kadar, çoğu zaman tüm Kuzey Kafkasya coğrafyası Çerkesya, halkları da Çerkes olarak biliniyordu. Tekçi ulus devletlerin ortaya çıktığı zamanlarda bu halklar henüz modern bir devlet yapısına sahip değillerdi ve doğu ile batı bölgeleri arasında sosyolojik farklılıklar daima mevcuttu. Dolayısıyla 19. yüzyılın son yarısında işgal, imha ve kolonize edildiğinde tek bir ulus ve tek bir devletten söz edilemezdi.

Sovyet iktidarı da yeni yapıları tabii ki kendi çıkarlarına ve kontrolünü daha rahat yapabileceği durumlara göre oluşturdu. Aynı dilin farklı diyalektlerini bile ayrı halklar ve sınırlar içinde oluşturup örneğin özellikle  Adığeleri 4 ayrı birimde topladılar. Kolonize edilen ve nüfustan arındırılan, soykırım ve sürgüne tabi tutulan ana bölge Adığe, Abaza ve Ubıhlar’ın yaşadıkları Kuzey Batı Kafkasya idi. Çünkü Kuzey Kafkasya halklarınınn Batıya, dünyaya açılan kapısı burası idi.  Dolayısıyla Kuzey Kafkasya’daki tüm yapılar 1991’de Sovyetler dağıldığında geçen zaman içinde bir birlerine epey yabancılaşmış, hatta bazıları toprak, sınır meseleleri nedeniyle çatışma içine dahi girmişlerdi.

Böyle bir ortamda Çerkes kelimesi ve Çerkesya anavatanda sadece Adığe ve Ubıhları, diasporada ise, aradan geçen 160 yılda yaşanan dayanışma ve etnik karışımlar ile genellikle tüm Kuzey Kafkas halklarını, bazan sadece Adığe, Abaza ve Ubıhları, bazen bu halkların yanında onlarla artık sıkı akraba olmuş Oset, Karaçay, Çeçen ve kimi Dağıstan kabilelerini kapsar hale geldi. Yani iki farklı Çerkes ve Çerkesya tanımı oluştu: Kafkasya’da daha dar ve ulus devlet yapısına öykünen tanım ve diasporada ise federatif bir yapıya, çok dilli, çok etnikli ve hatta çok dinli bir yapıya karşılık gelen bir Çerkes ve Çerkesya anlayışı. Özetle; Çerkes ve Çerkesya konusu kolay yanıtlanacak bir soru değildir. Karar vericiler bizzat halklardır. Herkes kendisini ne olarak tanımlıyor ise odur. Ancak bu, Sovyet dönemi mühendislik eseri olan şimdiki garip durumun doğru olduğunu asla göstermez.Benim görüşüme göre ise, özellikle diasporada “kendisine özgür iradesi ile Çerkes diyen herkes Çerkestir. Çerkesya ise kendisine Çerkes diyen halklar ile, başka etnik kökenden olduğunu söyleyen farklı halkların yaşadığı coğrafyadır. Kafkasya ise Çerkesya’dan daha geniş bir coğrafyayı ve daha geniş bir etnik çeşitliliği  ifade eder. Elbette Kafkasya’da durum daha farklıdır ve orada en iyi ihtimal ile Adığe, Abaza ve Ubıhlar Çerkes, yaşadıkları coğrafya, Kuzey Batı ve Orta Kafkasya ise Çerkesya’dır. Bu durumda dahi “Çerkes dili değil, Çerkes dilleri” demek, Çerkes bayrağı değil, Çerkesya bayrağı demek daha doğru olacaktır.

Elbette bu tanım ırkçı tekçi ulus devlet kabüllerine terstir. Ancak geleceğin dünyası için daha gerçekçi bir durumdur çoklu demokratik federatif Kafkasya ve Çerkesya  yapısı.

Halen Kafkasya’da alanları her geçen gün kısıtlansa da beli zamanlarda yayın yapan radio- tv ve kısıtlı sayılarla dergi- gazeteler kendi farklı diyalekt ve diller ile yayın yapmaya devam etmektedirler. Tabii ki aynı dilin farklı diyalektleri için aynı sesi farklı harflerle sembolleştiren Kiril esaslı alfabeler kullanılarak. Alfabelerin artık tek hale getirilmesi ve diaspora için de düşünerek Kiril alfabesi yanında Latin alfabesi ile aynı diller için farklı alfabe yanlışından dönülmesi gerekmektedir.

Ali İhsan Aksamaz: Ahmet Canbek’in, Kuzey Kafkasyalılar Kültür ve Yardım Derneği tarafından İstanbul’da, 1979’da yayınlanan “Kafkasya’nın Ticaret Tarihi” adlı kitabında da belirtildiği üzere, kuzeyiyle, güneyiyle Kafkasya’nın bir bütün olarak birçok anlamda birçok büyük devlet için önemi ortada. Bu durum dün de böyleydi, bugün de böyle. Son Ukrayna kriziyle ortaya daha da açık bir şekilde ortaya çıktı; Kafkasya’da, Karadeniz ve Hazar havzalarında istikrar hem Rusya Federasyonu hem Türkiye ve hem de Karadeniz’e ve Hazar’a kıyıdaş diğer ülkeler için oldukça önemli. Özetle;  Çarlık Rusyasının Kafkasyayı ele geçirdiği dönemde de, Birinci Dünya Savaşın sırasında da, Çarlık Rusyasının yıkıldığı dönemde de   Kafkasya çok önemli bir jeopolitik, jeostratejik bölge. Türkiye de 1920’lerdeki Türkiye değil. Ancak bazı Çerkes aydınları Kafkasya ve Çerkes meselesine böylesi bir bütünlük içinde bakıp değerlendirmek yerine, Soğuk Savaş yıllarından kalma “algı” ve alışkanlıklarla yaklaşıyorlar. 1864 öncesi ve sonrası kuzeyiyle, güneyiyle Kafkasyayı bir bütünlük içinde değerlendirmek, bölge ve bölge dışı büyük devletlerin ekonomik, güvenlik vb. çıkarları açısında değerlendirmek yerine  Çarlık Rusyasının Kafkasya’da uyguladığı kanlı askerî operasyonları ve Çerkes kabilelerinin kendi topraklarını korumak için zamanında verdikleri kahramanca direnişi yalnızca uzun yıllara yayılmış bir yalnızca Rus- Çerkes savaşı olarak değerlendiriyorlar. Türkiye’de bu değerlendirmelere karşı çıkan Çerkes aydınları da var. Siz; 1864 öncesi Çerkes kabilelerinin bu mücadelesini hangi argümanlarla tartışılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Sovyetler Birliği dönemindeki Çerkeslerin dilsel kazanımlarını ve bugün Rusya Federasyonundaki  durumlarını karşılaştırrsanız, nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Bugün Rusya Federasyonunun Çerkes politikası nedir? Bu konularda katkı sağlar mısınız? Geçmişteki ve bugünkü somut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Karadaş: Kaf kasya coğrafyasını Rusya “daima bölerek” ele geçirmiştir ve bölerek yönetmeye devam etmektedir. Çerkes meselesi Kafkasya, Türkiye ve dünya meselesidir artık,  bundan kaçış yok. 1864 ve öncesi devletleşememiş ve uluslaşamamış halklar hâlâ sömürü altında olup uluslaşma ve devletleşmeleri sürekli engellenmektedir. Bunu engellemenin en iyi yolu sizin tanımladığınız şekilde coğrafyaları yapay şekilde parçalara ayırıp, halkların kendi içlerine kapanması, dünyayı kendilerinden ibaret sanan, milliyetçi ideolojilerin öne çıkartılması yöntemidir. Tüm Kafkas halkları bu yola sokulmuştur genellikle.

Ancak, aklı başında, büyük düşünen, dünya ve Kafkasya gerçeklerinden haberdar olan kimi aydın ve devlet adamları, çözümün halkların diyalog ve dayanışması ile beraber hareket etmek olduğunu anlatmaya devam etmektedirler.  Doğusu ve Batısı ile, Kuzey ve Güneyi ile o coğrafyada yaşayan her halkın aydınları bir araya gelmek zorundadırlar. Milliyetçi,dinci duyguları kışkırtan devletler işte bunu engellemek için son derece kurnazca din ve milliyetçilik olgularını kullanmaktadırlar.

Sovyet dönemi kazanımlarını asla reddetmemekle beraber “milliyetler politikası” tamamen kontol edilebilir argümanlar ile oluşturulmuş idi. Aynı dili ve kültürü paylaşan örneğin Adığe halkları 4 ayrı kimlik ve birim altında farklılaştırılmaya çalışıldı. Bu politikaların irdelenip doğruya evrilmesi için yıllardır mücadele ediyoruz.

Ali İhsan Aksamaz: Ülkemizde, Osmanlı Türkiyesinde, 1908 Meşrutiyetinin ilânı mücadelesine, o zaman ülkemiz sınırları içinde yaşayan her milliyetten, her anadilinden, her dinden, her mezhepten, her sınıftan aydınımız destek verdi, fedakârlıklarda bulundular. 1908 Meşrutiyeti sonrası ülkemizde bir özgürlük havası esti; her milliyetten aydınımız hem ortak vatan duygusuyla hareket etti hem de aidiyet duydukları milliyetin anadili ve kültürünü yaşatmak için de örgütlenmelere girişti. Ancak ardından gelen Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşıyla hem toprak hem de insan kaybına uğradık. Ardından Kurtuluş Savaşı sırasında yine her milliyetten, her anadilinden aydınımız yeni ortak bir mücadele verdi. Daha önce Murat Özden’e hatırlattıklarımı burada da hatırlatmak istiyorum: 1920’li yıllarda bugünkü gibi bir Türkiye yoktu. O yıllarda sınırlarımızın korunması, güvenlik, ülkede yaşayan insanlarımızın karnını doyurmak, yaşatmak ile bölgesel dengeleri gözetmek öncelikli konular arasındaydı. Asimilasyon konusunu değerlendirirken bunları da göz önünde bulundurmak lâzım. Ancak bu, ülkemizde çok farklı alanlarda asimilasyon yaşandığını görmemize engel olmamalı.  Bunlar yaşanmış gerçekler. Soğuk Savaş yıllarının olumsuz şartlarını da akılda tutmak lâzım.  Bütün bunlar Türkiye’deki Çerkes camiası dışında pek bilinen konular değil. Konuyu bilmeyen okuyucularımız için daha ayrıltılı bilgi verebilir misiniz? Sözünü ettiğiniz Çerkes okulları hangi yörelerde eğitim veriyordu? Bu okulların Kafkasya’daki ve sonrasında da Sovyetler Birliği’ndeki Çerkeslere ne gibi olumlu etkileri oldu?

2. Meşrutiyet’in ilânı: “Yaşasın Vatan! Yaşasın Millet! Yaşasın Hürriyet!”

Yalçın Karadaş: İkinci meşrutiyetin açtığı olumlu yolda, 1908 yılında “Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti” kuruldu. 1911 yılında Çerkesçe “Ğuaze” (“Rehber”) gazetesi yayın hayatına başladı.18 Mayıs 1919’da Çerkes çocuklarına eğitim vermek amacıyla            Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti   kuruldu. Ağustos 1919’da Beşiktaş Akaretler ve Düzce’de  Çerkesler kız erkek bir arada; Latin harfleri ile de eğitim yapan           Çerkes Numune Mektebi”ni açtılar. Adığe ve Abaza dillerinde alfabelerle eğitim verdiler. Osmanlıca ve Fransızca öğrettiler.Tarih, coğrafya, müzik, jimnastik, dans dersleri verdiler.  Ancak 1923 yılında, Lozan Antlaşması sonrasında 150’likler içine 86 Çerkes konurken bu okullar da kapatıldı. Okul müdiresi Sezai Pekhu hanım tutuklandı. Okulun tün eşyalarına el konuldu. Nazmi Paşa ve Ruhi Paşa tutuklandı. Ellerindeki kitaplar alınıp yakıldı.

Bu okulun aydınları Kafkasya’ya da bilgi ve bilinç götürdüler. Çerkes bölgelerinde okullar açtılar. Dil eğitimi verdiler. Ne yazık ki bu okullar da kapatıldı ve öğretmenler tutuklandı. Zaten 16 Mart 1920’de Yeni Sovyetler ile Kemalist önderliğin yaptığı “Moskova Dostluk ve İşbirliği Antlaşması” ile, Çerkes tasfiyesi konusunda ortak hareket ettiler. Böylece her iki ülkede sorun yaratamayacak şekilde Çerkes meselesi halledildi.

Ali İhsan Aksamaz:  Aslına bakarsanız, bilinenin tam aksine Kafkasya’daki ve Türkiye’deki bütün etnik gurupların kaderini öyle veya böyle Bolşevik Lenin önderliğindeki “Ekim 1917 Devrimi” belirledi.  Eğer bu konuya yalnızca Çerkesler açısından bakarsak, o yıllardaki somut durumu anlamamız imkânsızlaşır. Bolşevik Lenin, “Ekim Devrimi”yle iktidara geldi. Kerenski, Rusyadan kaçtı. Rusyada iç savaş çıktı. Bu fırsatla, Kuzey Kafkasyada Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları Cumhuriyeti ve Güney Kafkasyada da Güney Kafkasya Demokratik Federal Cumhuriyeti/ Güney Kaflasya Seymi kuruldu. Günümüz Rusya Federasyonunun cumhuriyetlerinden Karaçay-Çerkesya, Kabardey-Balkarya, Çeçenistan, İnguşya, Kuzey Osetya ve Dağıstan Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları Cumhuriyeti içindeydi. Günümüzün Gürcistanı, Ermenistan ve Azerbaycan da Güney Kafkasya Demokratik Cumhuriyetinin/ Güney Kafkasya Seyminin içindeydi. Önce Güney Kafkasya Demokratik Federal Cumhuriyeti/ Güney Kafkasya Seymi dağıldı. Sonuçta da üç devlet ortaya çıktı: Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti. Daha sonra yerli Bolşeviklerin yardımıyla da Moskovaya bağlı Kızıl Ordu, süreç içinde Kuzey Kafkasyayı da, Güney Kafkasyayı da ele geçirmiş oldu.  O yılların jeopolitik dengeleri Kuzey ve Güney Kafkasya’daki söz konusu siyasî yapıları önce ortaya çıkardı sonra da ortadan kaldırdı. Kuzey Kafkasyada Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları Cumhuriyeti, Türkiye’de hemen hiç bilinmez. Türkiye’deki Kuzey Kafkasya kökenli aydınların hiç kafa yormadıkları ve dikkate almadıkları bir konu. Benim bilebildiğim kadarıyla, bu konuyu gündeme getiren ve konuya ilişkin kitaplar yayınlayan, konferanslar veren tek kişi Sefer E. Berzeg.  Sovyetler Birliği, 1921’deki siyasî sınırlarını almadan önceki bu gelişmeleri, Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları Cumhuriyetini o günün ve bugünün gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Karadaş: Söylediklerinize bir ekleme yaparak konuya döneyim. Sovyetler Birliği döneminde Abhazya da en baştan birlik cumhuriyeti olarak kurulmuş iken, ne yazık ki Stalin tarafından bir oldu bitti ile Gürcistan’a bağlandı. 1992’deki savaşa götüren yolu bu eylem  açtı. Bu da çoğu insanın bilmediği bir konudur.

1918 Cumhuriyeti ise, tüm Kuzey kafkasya halkları için özgürlük ve kimliklerini muhafaza ederek, bir arada yaşamalarını temin edecek örnek bir yapı idi. Ne yazık ki ömrü uzun olmadı ve bugün dahi bu Cumhuriyetin bizim hukukî temelimiz olduğu gerçeği göz ardı ettirilmeye çalışılıyor. İki kesim bunu saptırıyor ve göz ardı ediyor sürekli:  Eskiden beri kendisini solcu ve ilerici sanan, bu cumhuriyeti gerici, Türkçü ilân eden, tutucu yapılar ile son yıllarda halklar arasında sorun yaratmaya yönelik bir proje olarak topluma sokuşturulan tekçi milliyetçi, kabileci yapılar. Bu iki yapı ne yazık ki gerçekleri irdelemeye dahi gerek duymadan, son derece önemli bir geçmişi karalamayı sürdürüyorlar.

Kafkas halklarının geleceği ise bu tekçi- ırkçı ulus devletler peşinde koşmaktan değil, 1918 Cumhuriyeti tarzı, “çeşitlilikte birlik” arayan “demokratik çoğulcu” yapılardan geçer. Bu değerli mirasa sahip çıkmalıdır tüm Kafkas halkları.

Ali İhsan Aksamaz: Ethem Bey’in Kurtuluş Savaşı’ndaki çok önemli katkılarını herkes biliyor. Bunu vicdan sahibi hiç bir kimse inkâr edemez. Ethem Bey, Anadoluyu işgal eden düşmana karşı partizan operasyonları düzenledi. Kendisi Kuvayı Seyyare kumandanı. Anadolu’da Ankara Hükümeti’ne karşı baş gösteren Anzavur Ayaklanmasını, Çopur Musa Ayaklanmasını, Gerede İsyanını, Yozgat İsyanını bastıran da Ethem Bey kumandasındaki partizanlardı. Eğer Ethem Bey’in o zamanki katkıları olmasaydı, Ankara Hükümeti son tahlildeki başarısını bu şekilde elde edemeyecekti. Ancak Ethem Bey, partizan  faaliyetlerini Çerkes olduğu ve Çerkes kimliği mücadelesi verdiği için değil, Ankara Hükümetine bağlılığı çerçevesinde  yürüttü. Ethem Bey’in o günkü dünya ve bölge dengelerini bildiğini ve o dengelere göre hareket ettiğini bugün hiç kimse söyleyemez. Dolayısıyla da Anadolu’da elde kalan topraklarda yeni bir devlet oluşturma düşüncesini gerçekleştirmeye çalışan Ankara’daki Devlet Aklı, dünya ve bölgesel dengeleri çok iyi bildiği, değerlendirdiği ve gereğini yaptığı için başarılı oldu.  Somut durum bu. Ethem Bey konusu dönemine göre etnik değil, siyasî bir konu, bir iktidar mücadelesi konusu. Günümüzde bazı Çerkes aydınlarının, Ethem Bey’in Ankara Hükümetini desteklemesini hoş karşılamadıklarını da biliyoruz.  Siz, bildiğim kadarıyla Ethem Bey’in itibarının iadesini ve naaşının Ürdün’den Türkiye’ye getirilmesini istiyorsunuz. “150’likler Listesi”nde yer alan sürgünlerden bazıları sonraki yıllarda Türkiye’ye döndü. Ancak Ethem Bey, bu yolu izlemedi. Siz, bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?   Ethem Bey’in itibarının iadesi ve naaşının Ürdün’den Türkiye’ye getirilmesi sizce yakın bir gelecekte gerçekleşebilir mi?

“Ben meseleyi yalnızca Çerkes Ethem meselesi olarak asla görmüyorum”

Yalçın Karadaş: Muhtemelen gerçekleşecek ancak zamanı belirleyecek olan, Çerkes ve diğer Türkiye demokrat kamuoyunun birlikte sistematik hareketi ile mümkün olabilecek; şahsî plânlar ile değil.Ben meseleyi Çerkes Ethem meselesi olarak asla görmüyorum.

Yeni kurdurulacak tekçi-Türkçü devlet için sorun yaratma kapasitesi olan “Çerkes kimliğinin tasfiyesi” olarak, “Çerkes Meselesi” olarak görüyorum.

Tasfiye edilen, hainleştirilen  Ethem Bey üzerinden çok tartışılıp yazılıyor ancak, yapılan “sistematik bir Çerkes tasfiyesi” olup Ethem olayı bunun ilk gözle görülen başlangıç adımıdır. Daha sonra yukarıda sözünü ettiğim, yeni Sovyet devletiyle yapılan antlaşma ile, tabiri caizse Çerkesler’in ipi çekilmiş oldu. Ethem Bey’in siyasî bir altyapısı olmadığına da inanmıyorum. İslami Komünizm ideolojisini yaymaya çalışan gazeler çıkartan (“Seyyare-i Yeni Dünya”), o zamanın komünist aydınları ile istişare içinde olan (Hakkı Behiç Bayiç gibi), silâhlı gücü de olan bir grubun, halk desteği de arkasında iken Yozgat dönüşü Meclisi ele geçirmelerini kimse engelleyemezdi. Devlete el koymak gibi bir niyeti olsa idi,  kimse Onu engelleyemezdi. Ancak bu büyük kargaşaya neden olabilirdi. Bunu düşünerek hareket ettiler. Ancak o dönem sosyalist ideolojinin kadro olarak sürekli yok edildiğini de unutmayalım. Tarihi kazananın yazdığını biliyoruz.

Ali İhsan Aksamaz: Türkiyedeki Çerkes aydınları tarafından hemen hiç gündeme getirilmeyen ve o zamanın somut şartlarına göre değerlendirilemesi de hemen hiç yapılmayan bir konu daha var: “Şark-i Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti”. “Şark-i Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti”ne ilişkin de katkı yapar mısınız? Bu cemiyeti bugünden bakarak o günkü şartlara göre nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Karadaş: Yok sayılan bir örgütleme olan cemiyet “Çerkes Kongresi olarak da bilinir. Hem Çerkesin üst kimlik olarak tanımını, hem de Kemalist tekçi Türkçü yapının ülkeye neler getireceğini son derece açık dille anlatmış ve doğru tespitler yapmışlardır. Nitekim o yıllarda tespit ettikleri tüm olumsuzlukları oraya çıkmış ve ülkenin temellerinin zayıflığına ve hâlâ sürmekte olan tekçi eşitsizliğe neden olmuştur.

Ancak yanlış ve eksik kağıtlarla bu kumarı kazanamayacakları belli idi. Ben tespitlerini değerli buluyorum ve mutlaka tarafsız akademik çalışmalara konu olması gerektiğini düşünüyorum. Bu tip çalışmalar ülkede mevcut tekçi atmosferi de tarihin karanlıkta alamış yanlarını da aydınlatacaktır.

Ali İhsan Aksamaz: 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş yıllarında Türkiyedeki kentli Çerkes aydınlarının faaliyetlerini, yayınlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuşkusuz o yıllarda yaşamadık ancak o yıllarda yayınlanmış dergilere çok sonradan ulaştık; yazılanlara, çizilenlere ilişkin bilgi edindik. Kentli Çerkes aydınlarının o yıllarda yazdıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kentli Çerkes aydınlarının o yıllarda yazdıkları ve 1950’den sonra çeşitli adlarda kurulan derneklerde yeralmaları bugünün Çerkes aydınlarına nasıl bir entektüel miras bıraktı? Bu mirasın olumlu ve olumsuz taraflarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Çerkes tarihi ne yazık ki bir kullanılma tarihidir”

Yalçın Karadaş: Soğuk savaş yıllarında disporadaki Çerkesler anti- Sovyet, anti- komünist propagandalar ile, Kafkasya’dakiler ise anti Amerikancı propagandalarla kullanıldılar.

Zaten yıllar once söylediğim gibi, 1800’lerden sonraki Çerkes tarihi ne yazık ki bir kullanılma tarihidir. Özellikle diasporada, tek parti döneminde zaten Türkçü propagandalar çok etkin idi ve 1950’lerden sonra kendi kimlikleri ile örgütlenme çalışmalarına başlayabildiler. Ancak o günlerde de bugünlerde de devletlerin eli hep bu yapıların içinde oldu. Hâlâ bunu tam anlamıyla kırmayı başaramadık.

Ali İhsan Aksamaz: 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılış döneminde Kafkasya’da yaşanan trajik olaylara ilişkin Türkiyedeki Çerkes aydınlarının o yıllarda yayınladıkları dergilerdeki makalelerini ve çeşitli yayın organlarına verdikleri röportajları bugün yeniden okuduğunuzda nasıl  değerlendiriyorsunuz?  Türkiyedeki Çerkes aydınlarının, Kafkasya’da yaşanan trajik olayları doğru olarak anladıklarını ve ona göre de saf tuttuklarını düşünüyor musunuz?  Ya da saf tutmalarının illâ gerekli olduğunu düşünüyor musunuz?  Yine aynı dönemde, o zamana kadar büyük ölçüde tek çatı aldındaki “Çerkes” aydınlarının, daha sonraki dönemde ayrışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sonraki dönemde Abaza- Abhaz aydınlarının farklı bir çatı altında örgütlenmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiyedeki Çerkes, Abhaz ve Gürcü aydınlarının 1990’lı yıllarda Abhazya ve Çeçenyadaki kanlı gelişmeler konusunda doğru değerlendirmelerde bulunduklarını düşünüyor musunuz?

Yalçın Karadaş: Diasporada, 1991 Sovyetlerin çözülüşü ile birlikte tüm halklar kendi özgürlüklerini elde edebilecekleri yanılgısı içine düştürer. Ancak örgütlenmeleri kültür bazlı ve devlet kontrolü altında olduğu için ve siyasî alt yapılarının yetersizliği; yapılar arasındaki kopukluklar ve devletlerin hep kullandıkları kişi ve kurumların varlığı nedeniyle etkili bir tepki verebildiklerini söylemek güç.

Gerek Abhazya, gerek Osetya ve Çeçenya savaşları sırasında yine de ortak kararlar almayı ve komiteler oluşturmayı başardılar. Çeçen meselesinin dinsel motifler almasıyla birlikte buraya yeterince yardım edemediler ise de Abhaz ve Oset meselelerinde ellerinden geleni yaptılar.

Bu birlikte hareket edebilme gücü devletleri korkutunca ayrışmalara hız verildi.

Kişisel sorunları ve hırsları olan kimi insanlar da kullanılarak, hızla ayrışmaya başladılar. Bu süreç hâlâ devam etmektedir.

Türkiyedeki Gürcü asıllı yapıların tavrı ise son derece zayıf ve şovence oldu. Kendilerini sol olarak niteleyen yapılar dahi savaşın işaretleri ortaya çıktığında yaptığımız diyalog ve ortak bildiri çağrılarını reddettiler.

Ali İhsan Aksamaz: 1989’da kurulan ve başkanlığını 1990’da Musa Şenibe’nin üstlendiği Kafkas Halkları Federasyonunu ilişkin değerlendirmelerinizi de duymak isterim. Musa Şenibe, başkenti Sohum olan bir Kafkas Halkları Federasyonunu kurulması düşüncesindeydi. Daha sonraki süreçte Musa Şenibe, Kuzey Kafkasyalılardan oluşan  ve “Yeşil Bereliler”  adlı 3000  kişilik bir partizan gurubunun  oluşturulmasına da önderlik etti.Bu yapıyı o zaman Çeçenya eski Devlet Başkanı Cahar Dudayev dışında resmen destekleyen bir yönetici yoktu. Şimdi bu yapıyı Kafkasya’da destekleyen var mı? Kafkas Halkları Federasyonunu , 1992’de Grozni’de yaptığı temsilciler toplantısında Gürcistan’a karşı savaş ilân etti. “Yeşil Bereliler”, Abhazya’nın Gürcistan’dan ayrılmasında aktif rol oynadı; Abhazya, Gürcistandan 1993’te facto olarak ayrıldı. Etnik temizlik ve insan trajedileri yaşandı: 1989’da Abhazyada yaşayan Gürcüler, Megreller, Svanlar ve Lazların ülke nüfusunun yüzde 45.7’sini oluşturuyordu, ki bunların çoğunluğu Megreldi. 2011 yılı itibarıyla Abhazyada yaşayan Gürcü, Megrel, Svanlar ve Lazların nüfusunun genel nüfusa oranı yüzde 19.2. Gürcüler, Megreller, Svanlar ve Lazlar ister Abhazyada yerli olsunlar isterse de sonradan yerleşmiş olsunlar, Abhazyanın emekdaşlarıydı. Aslında fitili ateşleyen Zviad Gamsakhurdia’nın 1921 Anayasasına dönme kararı oldu. Bu kararı, Zviad Gamsakhurdia’yı iktidardan bir darbeyle uzaklaştırılmakla kalmadı,  Abhazyada yaşayan Gürcüler, Megreller, Svanlar ve Lazlar ile Abhazlar arasında düşmanlık tohumları da ekmiş oldu.  1992- 1993’teki Abhazya- Gürcistan Savaşının kahramanlarından kabul edilen İbrahim Yağan’ın daha sonraki açıklamalarını da dikkate alarak Musa Şenibe ve gerçekleşemeyen Kafkas Halkları Federasyonunu idealini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Karadaş: Kafkas Halkları Konfederasyonu tüm Kuzey Kafkas halklarının 1918’de kurdukları ve pek çok devlet tarafından da kabul edilmiş Cumhuriyetin mirasçısı olarak doğru hareket etmiştir. Bu cumhuriyet, o coğrafyadaki her tür sorunun tek çözüm aracıdır. Ancak ne yazık ki, özellikle kendisni sol kabul eden kimi kişi ve yapıların ve dinî hassasiyetleri öne çıkartanların çekişmesi içinde hak ettiği değeri alamamıştır.

Ancak yakın tarihte bunun gerçek olması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu coğrafya’da hiç bir halk diğer halklarla birlikte hareket etmeden özgür yaşayamaz. Tekçi ulus devletler bu yaraya asla merhem olmaz. Ancak Gürcistan örneğinde olduğu gibi, asimilasyoncu ve tekçi ulus devlet heveslileri hala mevcuttur. Abhazya’daki etnik çeşitlilik ve huzuru, barışı bozan da Gürcistan’ın bu küçük emperyal zihniyeti olmuştır. Yazık ki sonuçta olan başta Megrel halkı olmak üzere tüm halklara oldu. Ancak “etnik temizlik” tespitinizi açacak olusak bunun müsebbibinin Gürcü yönetimi olduğunu tespit etmek gerekir. Tarihsel Abhaz toprağının 1864 ve 1878’de Abhaz nüfustan arındırılıp, Gürcü ve Megrelller ile kolonize edilmesi sonrası, Stalin’in bir oyunu ile Abhazya Sovyet Cumhuriyeti’nin birlik cumhuriyetinden Gürcistan’a bağlı özerk cumhuriyet haline düşürülmesi, Megrellere uygulanan Kartvelleştirme siyasetinin Abhazlar üzerinde yoğun şeklide uygulamaya konulması bu trajedinin gerçek sebebidir.

Ali İhsan Aksamaz: Soğuk Savaşın bitmesiyle Türk Devleti önemli adımlar da attı. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin hazırladığı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun”un (Kanun no: 4771; Kabul tarihi: 03.08.2002- Resmi Gazete: 09.08.2002- 24841) yürürlüğe girmesinin ardından, “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkındaki Yönetmelik” (Resmi Gazete: 20.09.2002- 24882) ve “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkındaki Yönetmelik” (25.01.2004 -25357) de yürürlüğe girdi. Ardından bazı anadilleri devlet okullarında, yeterli veya yetersiz, tartışılır, resmen seçmeli ders oldu.  Çerkes aydınlarının ve kuruluşlarının, devlet okullarında Çerkesçe seçmeli anadili dersi konusunu sahiplediğini düşünüyor musunuz? Büyük şehirlerde Çerkesçe seçmeli anadili dersi sınıflarının açılabilmesi için gerekli çalışmaları yürüttüklerine inanıyor musunuz?  Bazı Çerkes aydınları, Devlet okullarındaki bu Çerkesçe seçmeli anadili derslerini küçümsediği görülüyor. Siz bütün bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Önerileriniz nedir?

Yalçın Karadaş, 7 Haziran 2015 Seçimlerinde İstanbul 1. Bölgeden Bağımsız Millevekili Adayı oldu

Yalçın Karadaş: Bu gelişmeyi çok geç ancak değerli ve yetersiz buluyorum. Özellikle Çerkes ve bir açıdan Laz nüfuslarının  vb. halkların yoğun oldukları bölgeler pek az olduğu için sınıfların onar kişi ile açılması, seçmeli ders olarak bu dilleri alacak- alan çocukların ve ailelelerinin baskı altına alınması; ders dokümanlarının hazırlanmasında yetişmiş eleman vb. eksikleri vb.  nedenler ile yeterince yararlanılamamış bir gelişmedir.

Ancak radio-tv konusunda yine sadece Kürtlere pozitif ayrımcılık yapılmış, diğer halkların dillerine ise böyle bir şans verilmemiştir.

Çerkes kurumlarının yeterince baskın olabilmesi, halkın desteği ve devletin sinsi ellerini çekmesi ile bağlantılıdır. Halkın arkasında durmadığı bir hareket başarı kazanamaz.  Devletin kontrolü altında, devlete rağmen yapılan çalışmalar başarı kazanamaz. Zaten gelişmeler bu hareketin tamamen oy kaygısı ile başlatıldığını bize göstermiştir. Ne olursa olsun, bu fırsatın değerlendirilmesi için aydın ve kurumlara ciddi görevler düşmektedir. Peşini bırakmamalı, devleti ve hükümeti zorlamalıyız hep birlikte, halkların dayanışması ile.

Ali İhsan Aksamaz: Çerkes dil(ler)inin Türkiye ve diğer ülkeler ile Rusya Federasyonundaki bugünkü somut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çerkes dil(ler)inin bu ülkelerdeki geleceği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yalçın Karadaş: Çerkes dilleri kesinlikle Kafkasya’da yaşamaya devam edecektir. Ancak diasporada devletler bu tekçi tavırlarını sürdürüp, aydınlarımız, halkımız, kurumlarımız, netameli konuları es geçerek, kültür derneği dışındaki örgütlenmeleri alternatif olarak, zorunluluk olarak görmezler  ise, diasporada 50 yıl içinde konuşulmaz olup, Çerkes dillerinin ana nüvesini teşkil eden Ubıhça’nın trajik sonuna benzer bir sonla karşılaşma olasılığımız yüksektir. Acil olarak dillerimiz ile ilgili devlet destekli enstitüler açılmalı, dil öğreniminin önündeki engeller yok edilmeli ve talep eden tüm farklı kimlikler için radio-tv yayınları devlet desteği ile hayata geçmelidir.

Ali İhsan Aksamaz: Soğuk Savaş yıllarında anadilinizi geliştirmenizde Sovyetler Birliğinde Çerkesçe olarak yayınlanan çeşitli kitap ve dergilerin katkısı oldu mu? O yıllarda bu Çerkesçe kitap ve dergiler nasıl elde ediliyordu? Tanıklıklarınız ya da aktarılan tanıklıklar var mı?

Yalçın Karadaş: Anavatana seyahatler yapma cesaret ve şansı elde edenler ile turistik seyahatler sırasında yanında kitap, dergi vb. doküman getiren insanlarımız sayesinde elde ediliyordu.  Suriye Çerkes diaspoasında, devletin Sovyetler ile daha yakın ilişkileri olduğundan, daha kolay kitap, dergi, müzik kasedi vb. elde edilebiliyordu. Bu kanalla da yayınlar geldiği olmuştur.

Ali İhsan Aksamaz: Soğuk Savaş yıllarında Kuzey Kafkasya’daki akraba veya tanıdıklarınızla PTT kanalıyla veya başka kanallarla mektuplaşıyor muydunuz, bağlantılarınız var mıydı?  Mektuplar gönderildikten ne kadar süre sonra alıcısına ulaşıyordu? Anılarınız var mı? Başkalarından duyduğunuz ilginç anılar var mı?

Yalçın Karadaş: Ben mektuplaşıyordum; örneğin akrabalarım ve arkadaşlarım ile. Buradan giden mektuplar sıkı denetleniyor, yetmiyor, bu mektuplar önce Moskova’da sonra gideceği cumhuriyette de ayrıca kontrol ediliyordu. Bir mektubun gidip gitmeyeceğinden asla emin olamıyorduk. Birkaç ay sonra cevap gelirse, mektubumuzun yerine ulaştığını anlıyorduk.

Tabii ki gelen tün mektuplarımız açılmış ve okunmuş oluyordu bize ulaşmadan.

Ali İhsan Aksamaz:  Ekonomik krizle ve Korona virus ile boğuştuğumuz şu günlerde nasıl bir Türkiye, nasıl bir Kafkasya, nasıl bir dünya tahayyül ediyorsunuz?

Yalçın Karadaş: Tüm dünya ve ülkemizin bu hastalık belâsından bir an evvel kurtulması ilk ve en önemli dileğim. Sevdiğimiz, tanıdığımız değerli insanlar başta olmak üzere tüm iyi insanların hayatlarının sağlıkla devamını istiyorum.Türkiye’nin de Rusya Federasyonu’nun da çoğulcu demokratik yapılara dönüşmesini, tekçi ulus devletlerin de çoğulcu federatif yapılara dönüşmesini  hayal ediyorum. Türkleştirme ve İslamlaştırma politikalarının artık sona ermesini istiyorum. Ekonomik ve sosyal eşitsizliğin tüm dünyada artık geride kalmasını arzu ediyorum.

Siyasetin “kâr amacı güden kuruluş” olmaktan çıkmasını, parası olanın değil aklı yeterli olanın, toplumsal kaygılarla hareket eden insanların siyasette yer almalarını hayal ediyorum.

Çalan, çırpan, yolsuzluk yapanların tüm mal varlıklarına el konulmasını, teşhir edilerek insan içine çıkamaz hale gelmelerini ve en düşük işçi emekli maaşı ile geçinmek zorunda kalacakları günleri görmeyi diliyorum.Bütün özgürlüğü hak eden halklara özgürlük diliyorum.

İnsanların kadın- erkek çatışmasına gidecek yanlış yoldan kurtulup, eşitlikçi adil bir yapıya evrilmesini istiyorum.

Ali İhsan Aksamaz: Değerlendirmelerinizi benimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Dilerseniz, söyleşimizi  artık sonlandıralım. Okuyucularımıza iletmek istediğiniz mesajlar veya söylemek istedikleriniz, değineceğiniz başka konular varsa, lütfen onları da aktarın. Size ve ailenize sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

Yalçın Karadaş: Gerçekler, saptırılarak, yok sayılarak yok olmaz. Her belge gerçeği söylemez. Teşekkürler Ali İhsan Aksamaz kardeşim.

Jıneps Gazetesinin Yalçın Karadaş ile seçim öncesi röportajı

+

(Önerilen okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “İsrail Çerkesleri Ve Kültürel Otonomi”, 16 II 2020, sonhaber.ch/ circarsiancenter.com; Ali İhsan Aksamaz, “Sovyetler Birliği’nin Milliyetler Politikası”, 31 V 2020, sonhaber.ch, circassiancenter.com, (Tarih ve Toplum Dergisi, sayı 189, İstanbul, 1999; Yeni Türkiye Dergisi, sayı 74/ Kafkaslar Özel Sayısı –IV, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayını, Ankara, 2016. (“Doğu Karadeniz’de Resmi İdeolojiler Kuşatması”, 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2012); Murat Özden: “Asimilasyonu Mısır’daki Sağır Sultan da biliyor!”, 18 XII 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com/tr; Yalçın Karadaş: “Ezberleri Bozmamız Gerekiyor!”, 19 XII 2018, circassiancenter.com/tr)