‘OGNİ’ BAŞARISIZ OLDU MU?

Ali İhsan Aksamaz 

Dün oldukça uzun bir aradan sonra önce Harbiye, Taksim ardından da Kadıköy’e indim. Eski yeni dostları, arkadaşları ziyaret ettim. Hasret giderdim. Bir yandan tavşankanı çaylarımızı içtik öte yandan da gündemden konuştuk. Millî Eğitim Bakanlığı’nın “Lazca Seçmeli ders Müfredatı”nı onaylamasını değerlendirdik. Dostlarımız son derece sevinçliydi. Derken “Ağani Murutskhi” adlı iki aylık Lazca gazetenin yayınlandığını duydum. İrfan Aleksiva’yı telefonla aradım. Kendisinden bilgi aldım. Henüz gazete dağıtılmamış. Karaköy vapurunu kaçırmak istemiyordum.

Dostlarla vedalaştım ve Halitağa’dan ayrıldım. Yolumun üzerindeki “Omjore Kitap Kafe”ye uğradım. Rıdvan dostumuzla kısaca sohbete daldık. İkramlarda bulundu. Yeni mekânından dolayı kendisini tebrik ettim; hayırlı işler diledim. Bir süre sonra oradan da ayrıldım. Kısa bir yol ve vapur derken karşıya, yani bu yakaya geçtim. Eve dönünce de internet ortamında “Ağani Murutskhi”nin ön sayfasını gördüm; incelemeye çalıştım; mutlu oldum. Ertesi günü, yani bugünü iple çekmeye başladım. Çünkü İrfan Aleksiva ile telefonda öğleden sonra gazete bürosunda buluşmak üzere sözleşmiştik.

İrfan Aleksiva ile bugün öğleden sonra “Ağani Murutskhi”nin Taksim, Atıf Yılmaz Sokaktaki idarehanesinde buluşacaktık. Bugün öğlene doğru kendisinin tam olarak saat kaçta idarehanede olacağını öğrenmek için aradım. Önemli bir mazereti olduğunu, bugün idarehanede olamayacağını söyledi. İdarenin açık olup olmadığını, orada başka birinin bulunup bulunmadığını sordum. Celâl Bey’in orada olduğunu söyledi. Rahatladım. Demek “Ağani Murutskhi”ye ulaşmak için artık bir engel yoktu. “Ağani Murutskhi”nin yanınlanan bu sayısından on adet satın almak üzere, gazetenin idarehanesine gittim. Celâl Bey, bir misafirin nasıl karşılanacağını, nasıl ağırlanacağını bilen insanlardan olduğu için, beni hemen buyur etti. Bir köşeye iliştim. Masanın üzerinde “Ağani Murutskhi”nin bir nüshası duruyordu. Gözlüklerimi taktım ve hemen gazeteyi okumaya başladım. Büyük bir mutluluk sardı yüreğimi, aynı “Ogni”nin ilk sayısını almak üzere arkadaşlarla matbaaya gittiğimiz Kasım 1993’deki o akşamüstündeki gibi. Derken Celâl Bey elinde iki bardak çay ile geldi. Oturdu. Bir yandan çaylarımızı yudumladık. Öte yandan da “Ağani Murutskhi”den konuştuk. Bunun çok küçük bir adım olduğunu, ancak çok önemli olduğunu belirtti. Yayın organlarının önemine vurgu yaptı. Sonra da “Ogni Dergisi”ne göndermede bulundu. Kendisinin, “Ogni” sayesinde Lazcanın, “celeyrum, cideyrum” olmadığını öğrendiğini ve yine Lazları da “Ogni” sayesinde tanıdığını belirtti.

“Ogni” sayesinde Lazcanın, “celeyrum, cideyrum” olmadığını öğrendim”

Celâl Bey’in, “Ogni”ye gönderme yapması, beni de “Ogni” konusunda birkaç söz söylemeye yöneltti. Son zamanlarda kimi makale yazarlarının “Ogni”nin başarısız olduğunu yazmaya başladıklarını hatırlattım. Bunun da oldukça kırıcı olduğuna dikkat çektim. Aslında “Ogni”nin oldukça başarılı olduğunu, hatta “Ağani Murutskhi”nin yayınlanmasında bile “Ogni”nin tuzu, “Ogni”yi yayınlayanların teri olduğunu belirtme ihtiyacı hissettim. “Ağani Murutskhi”nin bütün Laz aydınlarını kucaklaması gerektiğine de dikkat çektim. Celâl Bey de “Ogni”nin alt sayı da çıkmış olsa da, bir sayı da çıkmış olsa önemli bir görev üstlendiğini ve başarılı olduğuna vurgu yaptı.

Bu kısa dostane sohbet ve fikir alış- verişinden sonra, kendisinden on adet gazete aldım; bedelini ödedim ve ayrıldım. Çıkarkenin aksine, inerken merdivenleri tercih ettim. Bu bana düşünme fırsatı verdi. “Ağani Murutskhi”, bana yıllar önce “Ogni”nin hissettirdiği duyguları hissettirdi. Sonra “Ogni”nin başarısız olduğunu yazan bazı makaleler geldi aklıma. İrkildim birden. Düşünmeye başladım. Gerçekten “Ogni” başarısız mı olmuştu?!

Aslına bakılırsa, ben de bazen başarısız olduğunu düşünmüşümdür. Bunu yüksek sesle dillendirmişimdir de. Hatta yazmışımdır. Kuşkusuz bu başarısızlıkla kastettiğim kurumsallaşamamış olmamızdır, aydınlarımızın bölük pörçük halde bulunmalarıdır. Bugün, “Ağani Murutskhi”nin idarehanesinde Celâl Bey’in söylediklerinden sonra “Ogni”ye, kendimize haksızlık yaptığımızı düşünmeye başladım doğrusu.

Eve dönünce yakın bir arkadaşla yaptığımız telefon görüşmesinden sonra da böyle bir makaleyi yazmaya karar verdim.

Soruyu “Ogni” başarılı oldu mu veya “Ogni” başarılı olmadı mı, şeklinde sormak oldukça yanlış. Bugün Celâl Bey’in “Ogni” hakkında söyledikleri beni düşünmeye sevketti bu konuda. Soruyu şu şekilde sormak daha doğru gibime geliyor: “Ogni” ne kadar başarılı oldu? “Ogni” ne kadar başarısız oldu? Ben, “Ogni” hakkında öncelikle konuşma ve yazma hakkına sahip dört kişiden bir tanesiyim. Bu akşam, bu makalemle “Ogni” konusuna bir nebze olsun açıklık getirmeye çalışacağım.

“Ogni”, çok zor şartlar altında altı sayı yayınlanır”

“Ogni”yi değerlendiriken yarısı su dolu, yarısı boş bardak misaliyle Polyanacılık oynamayacağım. Çünkü “Ogni” yalnızca bir derginin ve bu derginin yayınlandığı bir dönemin adı değil. “Ogni” bugün de devam eden bir dönemin adıdır. İşte bu dönem ya da süreç “Ağani Murutskhi”nin de ete- kemiğe bürünmesine katkı sağlayan bir süreçtir. O halde “Ogni” başarız değil!

Öncelikle “Ogni”nin yayınlanma dönemi üzerinde durmak lâzım: Kasım 1993. 1993’ün sonu. 1993 yılında nelerin olduğu iyice bir hatırlanmalı. Türkiye’de çok önemli asker- sivil kişilerin gizli- açık suikastlara kurban gittiği bir yıl. Faili meçhul cinayetlerin tavan yaptığı bir yıl. Bu söylediklerimin ayrıntısına inmek isteyenlere, internette sörf yapmalarını öneririm. İnternet demişken, o yıl internetin “i”sini bilmediğimizi ve “cep telefonu”nun bizlerin kullanımında olmadığını da belirtmeliyim. Şimdiki gibi, arama motorunu gir, bulmak istediğini yaz, ardından da kaynağa ulaş. Böyle bir lüksümüz, böyle lükslerimiz hiç yoktu. Fotokopi çekimleri de bugünkü gibi net değildi. Devlet kütüphanelerinde kaynak aramalı, bulmalıydın. Bulursan, orada saatlerini ve günlerin geçirmeliydin. Eş- dosttan ödünç kitaplar almalıydın. Bazı kitapları bulmak için araya “hatırlı” dostları sokmalıydın. Kaynak sıkıntısı vardı. Kitap henüz tehlikeliydi. Kitap okuyan kuşkulu kişi sayılırdı. Lazlar konusunda yazmak oldukça tehlikeli ve riskliydi. Yazılarımızı el veya daktilo ile yazardık. Bilgisayar yoktu. Araştırmak, bulmak, yazmak, yayınlatmaya çalışmak; her şey çok riskliydi. Eşinize, çocuklarınıza ayırmanız gereken zamanı çalarak kimlik mücadelesine katkı sağlamak zorundaydınız. Kimi “istihbarat görevlileri” şecerenizi alenen araştırır ve akrabalarınızı bile rahatsız ederlerdi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Laz kimliğini yaşatmak mücadelesinde, bugüne gençler yetiştirme bilinciyle siz yine de “Ogni”yi maddî- manevî fedakârlıklarla çıkartmaya çalışırdınız. Evet, yıl 1993 idi. İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, “Gazi Mahallesi failleri” arasında “Ogni”yi de TV’lerde hedef gösterir.

Paramız da yoktu. Kıt imkânlarımızla “Ogni”yi çıkardık; helâl olsun! Avukat Ahmet Hulusi Kırım, hangi saikle olursa olsun, o dönemde yasal prosedürlere uygun olarak yazıhanesinin bir bölümünü “Ogni”ye tahsis eder. Memedali Barış Beşli, 22 yaşında Hukuk öğrencisi bir genç. “Ogni”nin sahip ve yazıişleri müdürlüğü görevlerini üstlenmek zorunda kalır. Birinci sayıdaki ilk üç yazıdan dolayı Devlet Güvenlik mahkemesi’nde hakkında dava açılır; ona ne olacağını ne o ne biz biliriz. Yıl 1993. Faili meçhul cinayetlerin en çok yaşandığı bir yıl. Birileri bizleri “bir şekilde” izler. İsmail Avcı Bucaklişi başka bir genç. Fakültede okumaktadır; dergiye katkılar sağlar. Ali İhsan Aksamaz, “Ogni”ye çeşitli adlarla makaleler yazmakla, çeviriler yapmakla meşgul.

“Ogni”, çok zor şartlar altında altı sayı yayınlanır. “Ogni” daha sonra yayınlanamaz. Ancak “Ogni süreci” bugün de devam eder ve “Ağani Murutskhi”ye de el verir. “Ogni”den sonra “Kafkasya Yazıları”, “Mjora”, “Sima”, “Skani Nena”, “Tanura” yayınlanır. Munir Yılmaz Avcı’yı da M. Recai Özgün’ü de bu süreç ortaya çıkarmıştır. Bugün oturup tek tek saysak, Laz Kimlik mücadelesine katkı sağlayan kitapların, yazarların adlarını bir çırpıda sayamayız. O günlerde masanın üzerinde hiçbir eserimiz yoktu. “Ogni Süreci” devam etmiştir. Özcan Sapan’ın çabalarını küçümseyebilir misiniz? Yayınevi’nin “Mjora dizisi” de işte bu “Ogni Süreci”nin ürünü. Müzik alanında bugün önemli eserler veren birçok kişi de “Ogni Süreci”nin ürünüdür. Şimdi soralım: “Ogni” başarısız oldu mu? Hayır! “Ogni Süreci” başarısız olmadı!

“Ogni”, öncü oldu”

“Ogni Süreci”nin dört mimarı vardır. Taşın altına eline koyanlar yani. “Ogni”ye hayat verenler, idarehanesini hiç yalnız bırakmayanlar. Yüksel Yılmaz’ı tanır mısınız? Mehmet Yavuz Türköz’ü tanır mısınız? Yılmaz Erdoğan’ı tanır mısınız? Ahmet Hulusi Kırım artık küstü, bu işleri bıraktı. Ancak Memedali Barış Beşli LKD’nin başkanı. İsmail Avcı Bucaklişi, Lazika Yayın Kollektifinin ve Laz Enstitüsü’nün belkemiği. Boğaziçi Üniversitesi’nde yarı zamanlı Lazca dersler veriyor birkaç akademik yıldır. Laz kimlik mücadelesinde önemli bir yeri olan sayısız esere katkı sunuyor. Millî Eğitim Bakanlığının “Lazca Seçmeli Dersi” kabul etmesinde kilit rol oynadı. Ben ise, on kadar kitabımı okuyucu ile buluşturma çabasındayım. Geçen öğretim yılında 30 haftayı aşkın Lazca ders verdim. Şimdi bu ders notlarını Lazca ders kitabı haline getirdik. Kitap fuarına yayınlanmış olacak. Lazlara ilişkin konularda onlarca makale yazdım; yazıyorum.

Şimdi de soruyorum, “Ogni”, “Ogni Süreci” gerçekten başarısız oldu mu?

(yusufbulut.com, 12 IX 2013)

“Müzik alanında bugün önemli eserler veren birçok kişi de “Ogni Süreci”nin ürünüdür”