ATSHAN Ruslan
Çeviri: Ergün Yıldız
Şiirler ve Hikayeler Kitabından
Bir arkadaşım var. Kendisi çok iyi bir araştırmacı ve usta bir yazardır.
Bu arkadaşımın Adige tarihi üzerine bir dinletisine gitmiştim. Pek çok kişi gelmişti onu dinlemek için. Üstelik aralarında Adige giysileri ile gelenler bile vardı.
Bir büyük gün sanırdınız o kalabalığı gördüğünüzde. Halkımızın uyanışından aldığım cesaret ve mutlulukla gelenleri izliyor insanların yüzlerine gözlerinin içine bakıyor etrafı izliyordum sürekli.
Hemen yanımda arkadaşımın eşi oturuyordu. Onun davranışlarında bir huzursuzluk sezinlemiştim.
Önceleri onunda ben gibi bu büyük kalabalıktan etkilendiğini, huzursuzluğunun bu heyecandan kaynaklandığını düşünmüştüm, ancak yanıldığımı çok geçmeden anladım. Ona hissettirmeden izlediğimde biraz ilerimizde oturan genç ve temiz yüzlü bir kadına sürekli baktığını ve her geçen dakikada öfkesinin giderek arttığını farkettim.
Bir an yüreğimde bir acı ile onun baktığı bu kadının arkadaşımın sevgilisi olduğunu ya da en azından kadının böyle düşündüğünü ve o yüzden de böylesine öfkelendiğini hissettim.
Böylesi anlarda kıskanan kadının neler yapabileceğini tahmin ettiğim için, arkadaşım şimdi rezil olacak, herkesin diline düşecek diye telaşlanıyorum bir an.
Arkadaşımın eşinin yüzü her geçen dakika daha çok asılıyor, öfkesi daha çok kabarıyor. Şimdi o bir dişi arslan gibi sanki bir anda ileri atılıp karşısındakini parçalayacak sanırsınız. Nefes alıp vermeleri o kadar hızlanıyorki, bir an ciddi ciddi korkmaya başlıyorum onun bu durumundan. Kadıncağız dizginlenemez bir hırsla burnundan soluyor otuduğu yerde. Diğer kadın ise kendini dinletiye kaptırmış herşeyden habersiz öylece oturuyor yerinde. Ben de telaşla bu duruma bir çare arıyorum ama aklıma hiç bir çözüm yolu gelmiyor o an.
Hemen bir şeyler yapmak gerekiyor, ama ne ?
-O yalan, dönüp fısıldıyorum yanımdaki kadının kulağına.
-Nedir yalan olan? Arkadaşımın eşi öyle bir bakıyorki, beni ilgilendirmeyen bu işe burnumu sokmama pişman edercesine sanki bakışları ile bir tokat patlatıyor suratıma.
Onun bakışından “sen de arkadaşından daha iyi birisi değilsin” anlamı çıkartıyorum. Arkadaşımın eşi bir an, çalışmaktan mı yoksa öfkeden mi bilmediğim nasırlı ve kızarmış avuçlarına bakıyor ellerini inceliyor, sanki diğer kadının çenesine dayadığı bembeyaz ve yumuşacık elleri ile bir karşılaştırma yapıyor gibi.
Sonra bir anda hiç ummadığım şekilde toparlanıyor. Anlıyorumki gözpınarlarına yürüyen gözyaşlarını gizlemeye çalışıyor zavallı kadın.
Tam o sırada arkadaşım eski zaman Adige kadınının ahlak ve namus anlayışı üzerine bir bölüm okumaya başlıyor. Arkadaşımın eşi gözucuyla diğer kadına bakarak kırgın bir ses ile söyleniyor.
-Şimdikiler de öyleler.
Diğer genç kadın okunanlardan etkilenmiş gibi başını önüne eğiyor hafifçe, sanki bir an ellerinin titrediğini görüyorum.
Dinleti bitmişti. Ancak hala konuşmak isteyen dinleyiciler arkadaşımın etrafını sarmış onu bırakmıyorlardı bir türlü. Arkadaşımın eşi de kocasını kalabalığın arasından çıkartabilmek, bir an önce buradan götürebilmek için o tarafa yanaşıyor yavaş yavaş.
Ben onları beklemeden hemen gitmeye karar verdim, bir taraftan da bu akşam arkadaşım ve eşi arasında olması olası bir tartışmaya tanık olmayayım diye düşünüyorum. Çıkış kapısına doğru ilerlediğimde arkadaşımın eşinin bütün gece öfke duyduğu diğer kadının orada beni beklediğini gördüm. Kadın yanıma geldi ve selam vermeye bile gerek duymadan doğrudan bir soru yöneltti bana
-Onun eşi yanında oturan kadın mıydı?
Hayatımda görmediğim, tanımadığım kadının damdan düşer gibi sorduğu bu soru karşısında ne diyeceğimi şaşırıyorum bir an. İşte o an arkadaşımla bu kadının arasında bir şeyler olduğundan ve arkadaşımın eşinin buna boş yere diş bilemediğinden emin oluyorum gerçekten.
Sanırım aramızdaki arkadaşlıktan haberdar olduğu için doğrudan yanıma geldi. “kadına bak sen, adını bile söyleme gereği duymadı” diyerek kendi kendime bunları düşünürken kadın sanki düşüncelerimi okumuş gibi “lütfen beni ayıplama” diyor ve devam ediyor.
-Arkadaşlığınızı bildiğim için bundan cesaret alarak yanına geldim. Beni evime bırakamaz mısın acaba?…
Ben şaşkınlıkla kadına bakıyorum bir an, onun bu ricasını arkadaşımın nasıl karşılayacağını düşünerek ona doğru dönüyorum; yanındakilerin omuzları üzerinden bize bakan arkadaşımın çaresiz bakışları ile karşılaşıyorum o anda. Sanki “lütfen bir an önce onu buradan uzaklaştır” der gibi bakıyor bana.
O dakikada yüreğime nefrete benzer soğuk bir duygu çörekleniyor sanki. Bu isteneni yapmaktaki gönülsüzlüğümden midir nedir, dışarıdaki soğuk ve yağışlı hava geliyor aklıma, yollar kar çamur içerisinde diye düşünüyorum. Kadın sanki bu defa da benim ne düşündüğümü anlamış gibi,
-Telaşlanma çok uzağa gidecek değilim, diyor.
Yol boyunca kadın sessizce yürüyor hiç bir şey söylemeden. Ben de onun ne soracağının merakı içerisinde hiç konuşmadan sessizce eşlik ediyorum ona. Ancak kadın sonradan düşünüp pişman mı oldu nedir tek kelime konuşmuyor ve bu şekilde hiç konuşmadan evine kadar geliyoruz. Kadın kapıda teşekkür etmek için elini uzatıyor.
-Lütfen beni bağışla, diyor.
-Arkadaşını… Kadın sözlerini tamamlayamıyor. Sözcükler boğazına düğümlenmişçesine bir süre öylece sessiz kalıyor ve bir an önce uzaklaşmak ister gibi hızla arkasını dönüp gidiyor.
Ben ne yapacağını bilmez bir halde öylece kala kalıyorum bir süre. Bu arada bütün bu sorunların nedeni olan arkadaşıma öfke duyuyorum içimden.
Yüreğimde büyük bir sıkıntıyla eve dönüyorum. Arkadaşımın eşi gözlerimin önüne geliyor bir an ellerine bakışını anımsıyorum, daha sonra diğer genç kadının yüzündeki üzüntüyü, yüreğinden gözlerine yansıyan özlemi düşünüyorum yol boyunca.
Eve döndükten bir saat kadar sonra arkadaşım telefon etti.
-Götürdün mü? diyerek sordu hemen. Sesinden anlıyorumki eşinden habersiz gizli konuşuyor şu an.Sesimdeki kırgınlığı farkeden arkadaşım sesini daha da alçaltıyor ve “yarın sana her şeyi anlatırım” diyerek sözü uzatmadan telefonu kapatıyor.
Ertesi gün o bana geldi. Gözlerinin altındaki morluklardan bütün gece uyumadığı anlaşılıyordu. Bir süre hiç bir şey söylemeden elindeki tütünü ufalayıp oturdu öylece. Kendisine doldurduğum çaya dokunmadı bile.
-Doğrudur, o benim sevgilimdir, diyor arkadaşım başını yerden kaldırmaksızın önüne bakarak. Sonra ekliyor,
-Hayır, düzeltiyorum o yüreğimdeki sevgilidir. Bu ikisi aynı şey değil.
Gücün, yiğitliğin ve dürüstlüğün timsali gibi yaşamış olan arkadaşım büyük bir suçluluk içerisinde şu an sanki cezasını bekleyen bir çocuk gibi sessizce başı önünde susuyor yeniden. Sonra derinden iç geçirerek devam ediyor konuşmaya,
-İnsanlar kimbilir neler söylüyorlardır hakkımızda ama emin ol yatağının kenarına bile oturmuş değilim bu güne kadar. Hem toy bir delikanlı gibi bir kadının peşine düşüp düşmeyeceğimi sen bilmiyor musun?
-Biliyorum, zaten bu yüzden şaşkınlık içerisindeyim ya.
-O kendisi bana geldi. Eğitimlerini verdiği ve çok sevdiği öğrencilerini benimle tanıştırmak istedi ben de kıramadım onu. Sen de biliyorsun benim çocukları ne kadar sevdiğimi, bütün yaşamım çocuk özlemi içerisinde geçti gitti, bunuda en iyi sen biliyorsun.
Sefalet içerisindeki çocukluğumun bütün yazdıklarımda belirgin olarak öne çıkmasının nedenide budur ve kitaplarımda anlattığım bu sefalet içerisindeki çocuğa geldi o kadın. Sanırım anladın ne demek istediğimi. İşte o çocuklara gittiğimiz akşam tanıdım bu kadını ve tanıdıkça da ne kadar iyi ve ne kadar mükemmel bir insan olduğunu farkettim. Ne yalan söyleyeyim o an bu kadından bir çocuğum olması için canımı bile verebilirdim. Bu düşüncelerimden sonradan utanç duyacağımı bildiğim halde yinede bu şekilde düşündüm ve bunu çok istedim. Ancak kendime engel oldum ve bu aklımdan geçenlerin hiç birini ona hissettirmedim. Daha sonraki günlerde arada bir görüşür olmuştuk, bazanda görüşmek için nedenler yaratıyorduk belkide. Dostluğumuz ilerledikçe kadın da bana yakınlaşmış ve sırlarını özel yaşamını anlatacak kadar güvenmeye başlamıştı. Sanırım beni bir dost bir arkadaş gibi görüyordu. Belki de beni bir baba gibi görüyor diye düşünüyordum zaman zaman. Ancak aramızda o kadar büyük bir yaş farkı da yoktu. O beni böyle görürken ben onun hakkında nasıl başka şekilde düşünüyorum diye kendimi ayıplıyordum bazan. Bir kaç kez geçmişine ilişkin bir şeyler sormak istedim ancak onu incitebileceğimi düşünerek çekindim. Sonunda bir gün kendisi anlattı geçmişini. Birisiyle evliymiş ancak kocası çocuk istemediği için, aralarında aşılamaz bir sorun durumuna gelmiş ve ayrılmışlar. Öylesine huzursuzlanmış ve öylesine umutlanmıştımki o zaman, anlatamam sana. Elbette ben de ona yaşamımı anlattım, çok özel duygularımı, acılarımı, özlemlerimi… Herşeyi anlattım işte.
O kadar benziyordukki birbirimize. Ancak aramızda tek fark vardı: Bizim çocuğumuz olmamıştı. Allahtan gelen bu şey için ben eşimi silip atamazdım elbette, yinede yüreğimdeki çocuk özlemi beni eritip bitiriyordu işte.
Onun eşi ise çocuk istemediği için kadın bir çocuk sahibi olamamıştı ve aynı özlemle o da yanıp tutuşuyordu.Bizi birbirimize yakınlaştıran buydu aslında.
Ben eşim hakkındaki düşüncelerimi ona anlattığımda o an onun yüzündeki ifadeyi görmeni isterdim. Sanırım ilk kez o kadının beni sevdiğini o zaman hissettim .
Ne yalan söyleyeyim bu kadar çok istediğim şeyin olması olasılığı belirince beni bir korku aldı. Sanırım çok istediğin bir şeye ulaşman olası olduğunda ayağına gelen fırsatı nasıl değerlendireceğini bilmediğin anlar oluyor yaşamda.
Benim işim çok daha zordu elbette.
Benim mutluluğum başkasının mutsuzluğuna neden olacaktı ve ben bu duruma nasıl katlanabileceğimi bilmiyordum doğrusu.
Günlerce düşündüm ve tek bir çözüm yolu bulabildim. İşin içerisine yalan ve ihanet girmeksizin eşimle açık açık konuşup ayrılmak için izin istemeye karar verdim. Ancak hiç bir şey çıkmadı bundan. “Kendimi öldürürüm, seni rezil ederim” gibi sözlerle tehdit etti, ben de ürktüm itibarımın iki paralık olmasından ve o kadını çok sevdiğim halde ilişkimi kestim.
Arkadaşımla bu konuşmayı yaptıktan sonra çok fazla bir zaman geçmemişti ki, eşi öldü. Cenazede
-Hasta olduğundan hiç sözetmemiştin, diyerek laf dokundurdum arkadaşıma.
-Bana söylediğini mi sanıyorsun, onca sıkıntı ve acı çekmesine karşın benden de gizlemiş. Hiç olmazsa doktor, ilaç ne gerekiyorsa bir çare arardık ancak benden bile gizledi, güçlü ve sağlıklı görünmek için her şeyi yapardı zaten öyle ilginç bir huyu vardı, diyerek yanıtladı beni.
Aradan bir iki yıl geçtikten sonra akrabalarının ısrarı ile arkadaşıma yeniden evlenmesi için öneri götürmekle görevlendirildim. Ben de eski günlerini ve bir sevdiği olduğunu anımsatarak bunu ona söyledim ve o kadar özlemiyle yanıp tutuştuğu çocuk için yeniden evlenmesi gerektiğine ikna etmeye çalıştım.
-Artık o iş olmaz diye yanıtladı beni arkadaşım.
Sağlığında ona yalvardığımda izin verseydi, ayrılmayı kabul etseydi belki bir çocuğum olacaktı ancak artık olmaz.
Derince bir ah çekerek devam etti sözlerine. “Atın en azgını bile bir ölünün üstünden atlamaz bunu nasıl unutursun?”