ZAMAN TÜNELİNDE RF UÇAĞI ANKARA & MOSKOVA

Ali Çurey
27.12.2015

Bir Çerkes Atasözü vardır. “Dostunu düşman edinirsen, düşmanınla dost olur”  diye.

Gerçekten  bazı atasözleri ve deyimler vardır ki, yığınla söz ve yazı satırlarına gerek bırakmadan özü anlatır. Bu Çerkes Atasözü de günümüzdeki bazı sıcak politik olayları anlatmak için yeterlidir. Nasıl mı? İşte kısa yanıtı:

Moskova ile Ankara, tarihen aynı dönemlerde kurulup hemen hemen aynı tarihlerde yıkılan iki imparatorluğun, yani Osmanlı ve Çarlık Rusya’sının yönetim merkezleridir. Ve bu iki ülkenin olmazsa olmazı “DOSTLUKTUR”. Çünkü; tarih, koşullar ve zaman bu dostluğun şaşmaz tanıklarıdırlar. Bunun dışına çıkıldığında her iki tarafında zarar gördüğü bilinen bir gerçektir. Bu zararın Ankara veya Moskova için daha az veya daha çok olması taraflar için mutluluk kaynağı olamaz. Amaç zarar görmemek olmalıdır. Yönetimler geçici, halklar ise süreklidir. Şayet insan aklı egemense bu gerçeği görür ve kişisel kapris, gurur ve inanç gibi soyut kavramlara yer vermeksizin halkların ve ülkelerin yarınları için birlikte barışa adım atılır. Gurur ve inanç, güçsüz olanların ve aklın egemenliğini yitirenlerin sığındığı yapay bir limandır. Ve orada barınamazlar.

Dünü bilmek ve ondan ders çıkartmak insan aklı sınırları içindedir. Aklını devre dışı bırakanlar, farklı şekilde de olsa tarihin tekrarına zemin hazırlarlar. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Salt, biz Çerkesler; bu gezegende her zaman ve zeminde meydana gelecek olayların kavşak noktalarında bulunuyoruz. Dün böyle idi, bugünde, yarında .

Karadenizin iki yakası ve özellikle Anadolu ile Mezapotamya coğrafyası, ki Çerkeslerin bu kadim yurdunun kaderi hiç değişmedi.

Kesintisiz çalışan doğanın izah edilemez yasalarının sonucu bölünen Kafkasya ve Küçükasya topraklarının acılı gözyaşı iki ülke arasında deniz oldu. Hem de Kara-Deniz. Tarihin cilvesine bakınız ki, Çerkeslerin, bir avuç buğday gibi savrulup dağıtıldığı bu topraklarda yine gözyaşı ve yine acılar var! Acıya ve gözyaşına topraklar doydu. Ama bölge halkları halen bu sonuca doymadıklarını kanıtlarcasına birbirlerinin  bu vahşi arzularına tutsak olmaya devam ediyorlar. Nedeni ve Niçini defalarca sorgulanmasına rağmen kana doymadılar. Yok petrol, yok doğalgaz ve de son söz savaş, kan ve gözyaşı.

Bugünkü durum itibariyle, yabancı topraklarda yaşayan biz Çerkesler; en çok ders çıkarması gereken biz Çerkesler  ne yapıyoruz?  Daha doğrusu ben ne yapıyorum? Ne yapmam gerekir?  Yanıtı herkese akıl vererek, dertlenerek, ah-vah ederek  oturduğum yerden çözüm üretiyorum. Oh be ne rahat bir mücadele. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!!!

Moskova’ya veya Ankara’ya sesimizin ulaşması için ciddiye alınması gereken bir argümanımız var mı? Hemen kaleme veya klavyeye saldırmayın. Hele birkaç saat düşünün. Öklit’in “Bir noktadan sonsuz doğrular geçer” teorisinden önce “NOKTA NEDİR?” tanımlamasını hatırlayıp onu kendinize uyarlayın. Yani sizin kafanızdan geçen tüm doğrular, sizin zihinsel doğrularınızdır ve de doğrudur. Ama, ancak velakin, Öklit der ki “ İki noktadan sadece bir doğru geçer”. İşte bu doğru hepimizin, yani insan olan bizlerin ortak doğrusudur.

Şimdi soldan sağa birinci noktaya “D” diyelim. İkinci noktaya da “Ö”. Yani doğum ile ölüm arası yolculuk. Biz insanlar, doğum öncesi ve ölüm sonrasını bilmiyoruz. Oralar teolojinin konularıdır. Ama, bu iki nokta arası yolculukta trafik kuralları mevcut. İşte bizler bu kurallara bağlı olmak zorundayız. Burada yapacağımız hata ve işleyeceğimiz kusur insanın kendisine aittir. Bunun tek istisnası, yani insan aklı dışında kalanı “Nerede, nasıl ve neden” öleceğimizi bilemiyoruz. Toparlarsak, insan aklını kullanmasını öğrenmişse, insanlarla ilgili olay ve konularda hata ve kusur işleme asgari düzeye iner. Bu da pek çok olayın çözümü ve hali için sağlam bir kılavuzdur.

Gelelim bana, sana ve ona. Nedir bizim derdimiz? Tek sözcükle yanıt; “ÇERKES” insanı olarak kalmak ve ya yaşamak. O halde bir soru daha, bu istek ve arzumuza kim, ne veya kimler engel olmaktadır. Topu taca atmadan; dürüstçe, namusluca ve insanca bu soruya yanıt vermek gerekirse, en büyük engel öncelikle “BENİM” yani “EGOM”. Sonrasını at atabildiğin kadar. Moskova, Ankara, Tiflis, Şam, Amman vs.  Şimdi büyük önder Gazi Mustafa Kemal ile izafe edilen  kısa bir olayı(anektot)  burada yazmak(nakletmek) istiyorum:  Ankara günlerinde AZERBAYCAN’ ın elçisi sayılan bir şahıs Mustafa Kemal’e dert yanar, paşam;

  • Moskova bizi yok edecek der.( veya o günkü yönetim)

Mustafa Kemal:

  • Çocuk, hiç kimse kimseyi yok edemez. Sadece “YOK” olmak isteyenler yok olur ve yok edilir der.

Şayet “yok” olmak veya “yok” edilmek endişeniz veya korkunuz varsa , önce bizi kimlerin veya kimin “yok” etmek istediğini açık ve net olarak tanımamız ve tanımlamamız gerekir. Aksi davranış, bilgisiz ve belgesiz söylem ve eylemler, sürüye kurt getirir. Bir Çerkes Atasözüdür.” Havlamasını bilmeyen köpek sürüye kurt getirir”

Sondan bir önceki son söz; bize kurulan en büyük tuzak veya düştüğümüz girdap şudur;

  • İHTİYAÇ
  • İZDİVAÇ
  • İNANÇ

Bu üçgenin(bermuda şeytan üçgeni) içeriğini ve nasıl işleyip, nasıl işletildiğini ve bu tuzağa nasıl düşüldüğünün tetkikini her birimiz insan aklı çerçevesinde yapmalıyız. Ve de bu tetkinin sonunda bir karar vermeliyiz. Kısaca Nihai AMACI’ mızı saptamalıyız. “Ben” yani Ali Çurey, üzerime farz olduğuna iman ettiğim, görevimi yapmaya çalıştım, çalışıyorum ve çalışacağım. Kısaca kapımın önünü temiz tutuyorum(kendimce). Yasal kuruluşlarımızı her konuda(2015) takip ediyor, gücüm nispetinde katkı veriyorum.