Ali Çurey
22.01.2018
Canım dostlarım, halk tabiri ile “kendimi bildim bileli” iki konuda ilgi ve bilgi sahibi olmaya çalıştım.
Birisi ekmek kapım olan işim ve aşım, yani iş kolum. Diğeri ise, aidiyetim. Bu aidiyet, meselesi de istem dışı gelişti. Daha ilkokul sıralarında iken, küçücük sınıf arkadaşlarım “Haaa, sen Çerkesmişsin, onun için Türkçe’n bozuk!” derlerdi. Daha sonraları ise,”Hain Çerkes Ethem!” söylemleriyle “aidiyet” duygusu palazlandı. Zamanla karşılaştığım söylem ve eylemler ise “Çerkes ne demek, Çerkesler kimdir, anavatanları neresidir ve neden orayı terk ettiler?” türü soruları kafamda yumaklaştı. Beni, en çok etkileyen ve halen üstümden atamadığım olay ise, 1959-1960 yılında, Merzifon 1.nci Astsb. Hazırlama Ortaokulu’nda edebiyat öğretmenimiz, Astğ. Yaşar Seymen’in Çerkesce konuştuğum için, ilgili derslerden en düşük not olan ”1” vermesi idi. Sağ ise uzun ömür, öldü ise Tanrı’dan rahmet diliyorum. Kendileri (o tarihte), Bolu Lisesi’nde edebiyat öğretmeni idi!
Sevgili dostlarım, neden böylesi bir giriş yaptım!
Şunun için! Son yıllarda ülkemizin yazılı ve görsel yayın organlarında, önce “din” öncelikli konular, şimdilerde de gerçekten ne anlama geldiğini, anlayamadığım “Yerli ve Milli” söylem. Televizyonlarda ilgili ve bilgili, yani konunun uzmanları arasında tartışılan ve ama hiç anlaşamadıkları “inanç” ve “inanç dili!” meselesidir. Aidiyetimde olduğu gibi bu konuda giderek ilgimi zorluyor. Ve hatta, nerede ise “yeterrr!”diye bağırasım geliyor. Bu ülkede yaşıyorsak ve yaşayacaksak önceliğimiz, ”birlik ve beraberlik” en asgari ortak paydamız olmalıdır. İnanç öncelikli olmamalıdır!
Sevgili dostlarım, gerçekten ne ilgi alanıma ve ne de bilgi dağarcığımda yeri olmayan bir konudur ”inanç” meselesi. Çünkü, inanç soyut bir kavramdır. Sınırlarının, doğruluğu, yanlışlığı, dozu ve dozajı, tamamen şahsidir. İlla tartışılacaksa, örneğin inancımızın ana kaynak dili ile terminolojisini tartışalım. Bugün, kendi ana dili ile bir dilekçe yazamayan, hukuk, ticaret, teknik ve teknoloji dilini anlayamayan, ülkemiz insanlarını görmezden gelerek, sadece kendi egosunu tatmin için, yapılan sözlü ve yazılı düellolar yapanlarıda zaman içinde “yok” eder. Esasen, ben ve benim gibi ilgi ve bilgiden yoksun Türkçe özürlü yığınları çoğaltmaktan öte bir yararı yoktur. Lütfen, kızmayın ve bir yerlerede çekmeyin. Bugün ve yarın hemen; yanımızda çevremizde, mahallemizde, evimizde ve hatta kendimizi, kısa bir teste tabi tutalım.
Nedir o?
Şudur!
Bir soru: Ahlak ve namus nedir ve bu kavramlardan ne anlıyoruz?
Bu soruya, yüzde doksan dokuz, onda dokuzundan, alacağınız yanıt ”cinsel” içerikli olacaktır. Yani, kadın ve erkek üzerinden! Ne hikmetse, Ortadoğu ülke insanları, bu cinsellik belasından bir türlü kurtulamıyor. Varsa, yoksa kadın “bedeni” ve onun “yeri” meselesi üzerinden tükenmez bir didişme. Falan “sure’’nin, falan “ayet’’inde veya, bir ”Hadis’i Şerifi’nde” ile başlayan ama açıp okunmayan, sadece sözle geçiştirilen bir mat etme yarışı!
Sevgili dostlarım, şu anda elinde ve cebinde mobil telefonu olmayan hemen hemen kimse yok gibidir. Teknoloji, bireysel anlamda insanı etkilediği ve hatta tutsak ettiği bir alandır. Çünkü, keşif irtibat ve emniyet (askeri tabirler) her insan için hayati bir öneme haizdir. Hani “inanç”, yani manevi değerler çok önemli ise; inanç ve ibadet diline-bilgisine neden mobil telefonuna verilen değerin birazcığını ona veremez? Neden okumaz ve neden soru sorup, sorgulamaz? Var mı somut yanıtı?
Sevgili dostlarım, lütfen bağışlayın. İnanın hiç birinize akıl ve ders vermek gibi bir niyetim ve arzum yok. Ne var ki, konuştuğum karşılaştığım tüm tanıdıklarımın ağızlarından ilk dökülen sözcük “Ali ağabey, Ali baba, Ali amca, ne olacak bu işler?” sorusu oluyor. Hani ya, her hangi bir konuda darda kaldığımızda bir dost, bir arkadaş ve bir yakınımızın, sıcak sesini duymak isteriz ya, onun gibi. Beni de bir “şey” sanıp, soruyorlar! Yazımın, başında belirttiğim gibi; işim, aşım ve aidiyetim, öncelikli oldu ve öyle devam ediyor. Ben fakir, bir aileden geliyorum. Diğer ağabey ve kardeşlerime göre şanslı idim. Çünkü, yatılı askeri okullarda okudum. Elbette ki; beni, meccane okutan, giydiren ve doyuran Türk halkı ve Türk devletidir. Dahası mı, bize bu güzel ülkede, özgürce yaşama, imkanı veren Gazi Mustafa Kemal ve onun dava arkadaşlarıdır. Bazı arkadaş ve dostlarım, ”Çerkeslik” kimliğimi korumak isteğimi yadırgamamalılar. Zira, onu inkar etmek, beni daha çok, yurtsever kılmaz. Aksine iki yüzlülük olur.
Sevgili dostlarım, bazen iyi niyet ve samimiyet, kötü niyetle zehirleniyor. Ne var ki, insan aklı taşıyanlar, bunlarında üstesinden gelebiliyor. Onun için mutluyum.
NOTLAR:
1) Bilim insanlarımız -elbette ki, Türklerden söz ediyorum- görsel ve yazılı basında konuşurlarken ve hatta yazılarında, dünya ve insanlardan söz ederlerken sanki kendileri bir başka canlı ve bir başka dünyalı imiş gibi bir görünüm sergiliyorlar. Örneğin “İnsanlar korkuyorlar. İnsanlar şöyle veya böyle anlıyorlar!”gibi tümceler kuruyorlar. Bunları, dinleyip, izlediğim zaman, ”Allah Allah, acaba kendileri, korkmuyorlar mı veya bunlar, bir başka insan türü mü?” diye düşünüyorum.
2) Her kişi, her aile, Çerkes insanı veya bir başka etnik kimlik olsun, önce kendi ve sonra ailesi şikayetçi olduğu konulardan “ari” midir? Yine, “Ben Çerkes’im ve Çerkes insanı olarak kalmak istiyorum” diyorsan; birilerine, akıl dağıtmadan önce, “nasıl ve nerede?”sorularını kendine sor ve sonra yanıtla!
3) Bulunduğun, ülke ve o ülkenin insanları ile paylaşmak, zorunda olduğun ortak paydalı meselelerde ”Sorun” olarak gördüğün konuları dile getirmek, önce “insani”ve sonrada “vicdani” görevdir.
4) Ana vatana dönmüş ve orasının iyiliğine gördüğü, fikir ve düşünce üreten, insanları eleştirmek yerine, -varsa imkanın- her konuda yardımcı olmak veya en azından “Senin yapamadığını onlar yaptığı için teşekkür etmek seni yüceltir, Sevgi Soydaş!
5) Kafkas Kaması, Adige Kama, bir savaş aleti değildir. Kama, dediğimiz bu aletin, tarihsel kökeni ve gelişim süreci, demir metaline, insan aklının, egemen olması çağını, belgeleyen, somut ve önemli bir simgedir. Hele hele, Kafkas-Adige kıyafetleri (Фащэ-Kadın-Erkek); öylesine, sıradan bir örtünme libası gibi görmek, çok yanıltıcı ve çok küçültücü, bir yaklaşım olur!