ABHAZYALI ÇOCUK

YENEMIQUE Mevlüt
Döne-Döne Marje Şubat 93

Küle gömülmüş umudun için için yanışını bilir misin, çocuk. Kızma, onlar düş yorgunu.

“Uyandıkça sor ona sabahı
Uyaşıdıkça, ayı ve güneşi
Sıkıntıdan terledi gece.”
(Nartlara Saygı) »

Savaş, kurtuluşu değil insanliığın. Savaş bir bozgundur insanın içini keniren. Savaştır yıkan insanın, insan olma umudunu, düşünü.

Savaş düşman eder çocuğu-çocuğa, ulusu-ulusa. Savaş yıkımdır, kandır, gözyaşıdır yıllarca acısı bitmeyen. Tutsaklıktır savaş, utkuya ulaşsan bile, karabasanlara. Ne çirkin, bahane ederek savaşı, insanı öldürmek. İn-san öl-dürmek!…

Barış günlerinde, Karadeniz kadar coşkulu, gözlerinin içi yıldızlar gibi parlarken tanımıştım seni. Cana yakındın Sohum kadar. Anlamıyordum konuştuğun dili. Anlamıyordun konuştuğum dili. Dilin ne önemi vardı, gözlerimizle anlatabiliyorduk birbirimize içtenliğimizi.

Sohum bugün tutsak. Kımıldamıyor bugün Sohum’da barış rüzgarı. Karabasanlar kol geziyor şimdi Sohum’da, geceleri.

O küçücük yüreğine korkuyu düşürdüler mi, çocuk!..

Biliyorum açmazdasın, haklısın bana kızmaya, öfkelenmeye.

Haklısın, Karadeniz’in karşı kıyısından gelerek seni kucaklayanlara sitem etmeye. Barışta seninle olanlar, savaşta da seninle olmalıydılar, değil mi?

Ama ne olur, kızma onlara, çocuk.

Onlar ki, yüzotuz yıl önce kovulmuşlardı. topraklarından. Onlar ki, Karadeniz’e, Anadolu’ya, Trakya’ya, Arap çölleri’ne binlerce şehit vermişti. Onlar ki, sıtmanın, açlığın, sürgünlerin tutsağıydılar. Onlar ki, bir gün olsun unutmadılar seni, kalplerinin sıcaklığına dayanamadı, eridi aramıza konan buz dağları. Onlar ki, yüzotuz yıldır kavuşmanın düşünü kurdular.

Küle gömülmüş umudun için için yanışını bilirmisin, çocuk.

Kızma, onlar düş yorgunu.

Ben, savaşı sevmiyorum, çocuk. Savaşmayı sevmiyorum silahla, Silah, insanlığın en büyük ayıbı.

Uzat çocuk, uzat ellerini bana.

Tutuşalım elele. Sevgi çemberiyle kuşatalım bize düşman olanları. Eritelim düşmanlarımızın yüreklerini sevgiyle. Ne de olsa onlar da insan, değil mi, çocuk!…

Biliyorum, yurdunu kuşattılar, çocuk. Sen mi tutsaksın Sohum’a, Sohum mu sana tutsak? karanlıkta gelerek, karanlık insanlar mı öldürdü sana ninniler söyleyen nineni? Akşamları sana çikolata getirecek baban mı yok şimdi. Annen sabahları işe giderken sıcak öpücük kondurmuyor mu alnına?

Ne oldu onlara, çocuk? Şehit mi düştüler toprakları için? Gül fideleri mi dikeceksin onların kanlarının düştüğü toprağa; katmerli, kıpkırmızı açan güller. Şimdiden defterine gül resmi mi çiziyorsun?

Evin soğuk mu, soğuk mu Sohum? Çifte. direnç mi gösteriyorsun düşmana ve açlığa karşı. Defterin, kalemin, okuyacak kitabın mı yok? Onlarada mı el koydular işgal güçleri?

Sokaklarda oyun oynayamıyor, özgürlük türküleri söyleyemiyorsun öyle mi?

Oysa ne güzeldir geceleri saklanbaç oynamak.

“Kazağımdaki tayların
Artık suya inme vaktidir
Kardır sonu bu rüzgarın.”
(Ergin Günce)

Kaf Dağlarından indiler, dağlar kadar heybetli, kır çiçekleri kadar narin, barışta sevecen, savaşta vahşi insanlar. Tarih boyunca hiç saldırmadılar ama girmedi kılıçları da kınlarına, çünkü hep işgal edi!mek istendi yurtları. İndiler dağlardan ve incitmekten korkarak düşmanlarını, utangaç, yalvarır, sevecen bir sesle “çıkın” dediler, yurdumuzdan.

Düşman bilmiyordu Sohum’un,

Nalçik’in, Grozni’nin, Çerkesk’in, Orjenikitze’nin kardeş olduklarını.

Biliyorsa da yetmiş yıllık bir ayrılığın, özellikle de onları birbirinden uzaklaştırmanın birbirlerini unutturduğunu sanıyordu.

Düşman diklendi işgalci güçlerin kendini beğenmişlikleriyle, güçlü olan biziz, siz teslim olun, dedi. Yurdun iç kısımlarına ilerlerken kendinden emin, yutabilcceğini sanarak tüm Abhazya’yı, tanklarıyla, tüfekleriyle oyun oynuyorlardı ve de afurlu-tafurlu mesajlar iletiyorlardı tüm dünyaya.

Bir araya gelince kardeşler, bir araya gelince kardeşlerin kardeşi olan Ruslar, Ermeniler, hatta işgalci güçlerin barıştan, sevgiden yana olan yurttaşları, ulusdaşları -onlar Lermentof ruhluydular- Geriledi düşman.

Geriledikçe başladı bağırmaya, ağlamaya, dünyaya sesini duyurmak için. Şimdi hem bağırıyor acar hırsız gibi, hem de yağma ediyor Tkvarçal’ı, Sohum’u.

Yakındır onları da bırakıp kaçacağı günler, yakın!…

“Bir atlı beklerim, umudum dolu dizgin
Bir atlı ki yarışıyor rüzgarla
Süpürüyor kuyruğuyla batıda bulutları
Güneşi tutuyor doğuda yelesiyle”
(Nartlara Saygı)

“Savaş” sözcüğü ürpertir beni, çocuk, yıkıcı, kan içici, zulüm, insanlıktan uzak ne kadar kötülük varsa anımsatır bana. Ama ben kaçtıkça savaştan, her çağırışımda barışı, savaş bitti burnumun ucunda.

Savaş alın yazımız mı çocuk!…Biz barıştan yanayız, nazlı bir çiçektir barış binbir güçlükle yetiştirilen. Ama saldırırlarsa bize, yıkarlarsa barıştan yana umudumuzu, kırarız öylesi eli, değil mi, çocuk?

Kırarız!…..