ANMAK YETMEZ, ANLAMAK LAZIM

YEMUZ Nevzat Tarakçı
05.05.2007

Çerkes toplumunun hüzün tarihi yaklaşıyor. 21 Mayıs etkinlikleri için derneklerimiz yoğun hazırlık içerisinde.

21 Mayısları anmak yetmez, anlamak lazım.

Anlamak da yetmez, anlatmak lazım.

Anlatmak da yetmez, 21 Mayısların ruhunu yaşamak lazım.  

Bu nedenle, bu önemli tarihin en iyi şekilde değerlendirilmesi gerek.

Çile insanlarını anmayı, anlamayı, anlatmayı görev bilmeliyiz.  

Şairin dediği gibi:  

Biz istersek dağları un
Demiri yün
Kılıcı kın ederiz

Biz istersek dikeni gül
Nefreti kül
Yüreği tül ederiz
 
Biz seversek geceyi gün
Bugünü dün
Sevdayı düğün ederiz

Tarihinde, yazılı olmayan hukuk kurallarıyla (xabzeleriyle) yaşayan,  dünyada hapishanesi olmayan belki tek halk olan bu kültürün temsilcileri, şimdi dünya coğrafyasında alabildiğine dağınık.

Gelenekleri, hayat felsefeleri farklı bu güzel insanların kültürleriyle yaşaması lâzım. Bu, insanlığın bir zenginliği değil mi?

Bu farklılığın yok olması kime ne kazandırır, kimi sevindirir? 

21 Mayıs, hüzün tarihi! Çerkes toplumu için acının, hüznün ve bölünmüşlüğün kara tablosu.

Efsaneler ülkesi, yaralı cennet köşesi mahzun bekliyor.

Kuban mahzun, Terek mahzun…

Elbruz sağına bakıyor, soluna bakıyor.

Psıj, eski neşesinden uzak, durgun akıyor.

Ateşi, cennetten alıp insanlara getirdiği için cezalandırılan Sosrukua Kafkas dağlarında zincirlenmiş yatıyor. 

Lermontov: “Bu insanlar neden yurtlarını ve babalarının mezarını terk ediyorlar? Düşman kuvvetlerinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!” diyor.

O dönem araştırmacıları ve tarihçileri, anayurtlarından ayrılmak zorunda kalan Çerkeslerin, ayrılış sırasındaki çektikleri eza ve cefa için, “insanın bu kadar acıya nasıl dayandığına şaştıklarını” yazarlar. 

21 Mayıs, yürekleri burkan bir tarih. Şuur ve sabırla, bu kara tablodan neden diriliş tablosu çıkmasın!

Bu tabloyu iyi okumak iyi anlamak lazım.

Bu tabloda boğulmamak lazım!  

Acı deneyimlerle de olsa geleceğimize, güzel günlerimize ışık tutmalı bunlar…

Bu tarihlerde tartışılması gereken şey “Göç mü, sürgün mü, soykırım mı?” sorusu değil. Tartışılması gereken, “Tükeniş mi diriliş mi?” olmalı. 

Kafkas toplumu, dünyanın hangi coğrafyasında yaşarsa yaşasın kültürel kimliğini koruma çabasından asla vazgeçmemeli.

Kökleri parçalanan, dalı budağı kesilen bu ulu ağaç yeni filizlerle bile olsa canlanmalı eski ihtişamına kavuşmalıdır. 

Aşırılıklara kaçmadan, suyu ters akıtmaya çalışmadan bilinçle, tutarlılıkla sürmeli bu birliktelik ve yardımlaşma sevdası.

Çerkes adı dünya durdukça hep zarafetle, iyilikle, saygıyla, onurla anılmalı.

Çerkes, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, aynı atadan, aynı kökten gelmiş olmanın bilinciyle, birbirini sevme, yardımlaşma, dayanışma şuurundan uzak kalmamalı.

Bu güzel toplumun ikinci bir sürgüne asla tahammülü yoktur. 

Unutmayalım, “küllerinden doğan uluslar vardır!”

O halde anmak yetmez! Acıların, güzelliklerin, anlatılması, anlaşılması en önemlisi yaşanması lazım!  

Denize, ırmağa siyah çelenkler bırakılmalı elbette.

Duygusal konuşmalar da olmalı mutlaka.

Kefken hak ettiği derin anlamını kazanmalı muhakkak.

Ama bir ileri safhalar unutulmamalı.

Kaderin acı cilvesiyle alabildiğine dağınık yaşayan bu duygulu insanlar için dernekler, federasyonlar bazında ve uluslar arası bazda gerekli girişimler acilen ve hassasiyetle yapılmalı.

Akıl, mantık ekseninde yapılmalı.

Dayatma olmadan yapılmalı. 

Konu, Osmanlı düşmanlığı veya Rus düşmanlığı ekseninden çıkartılıp sağduyu eksenine yani çözüm eksenine oturtulmalı.

Akılcı çözümler üretilmeli. Her yıl mayıs ayı, beyin fırtınalarının doruğa çıktığı günler olmalı. Samimi çözümler üretilmeli.

Bilinenlerin tekrarından uzak durulmalı. 21 Mayıslar tekrarlardan ibaret olamamalı. 

Gelin bir 21 Mayıs günü “binlerce yıllık damgamızı vuralım tarihin yüreğine!” 

Bu hassas toplantılarda, bu özel günlerde kimse “Haydin dönüyoruz, tek çözüm dönüştür, şimdi, hemen!” dayatmasını önerme hakkına sahip değildir. Her şey program dâhilinde, akıl ve mantık süzgecinden geçirilerek yapılmalı. 

“Yıllar önce taşındığı ilçeden şimdilerde 20 km mesafedeki köyüne dönemeyen, bunun hesabını tutturamayan insanımı, sen hangi cesaretle ülkeler dışına taşımaya çalışıyorsun!” demezler mi?

Ona, “ Benim gibi düşünmüyorsan, sen iyi Çerkes değilsin! “ diyebilir misin? Bu hakka sahip misin? 

Yürek işi, gönül işi, bilinç işi değil mi bu?

Her dayatma onulmaz yaralar açmıyor mu?

Açmaya devam etmiyor mu?

Bu da bizi bitirmiyor mu? 

Dönüş konusunu, hiçbir zaman önyargılar, duygusal yaklaşımlarla karanlık, karışık ve bulanık hale getirmemek lazım.

Politikamızın temeli zıtlaşmalar, karşıtlıklar değil, dostluk, sevgi ve barış olmalı.

Yine unutulmamalı: “Türkiye, Çerkeslerin de vatanıdır.”  

Dünya coğrafyasında yaşayan bütün Çerkesler, ekonomik ve kültürel ilişkilerini sağlıklı bir şekilde geliştirirse. 

İnsanımız, bu şuurla ellerini  tutuşturur, yüreklerini birleştirirse işimiz sanıldığından kolay olacaktır.  

Yapılacak iş bellidir! 

O halde…